Zehra Betül Yazıcı Kimdir? Hayatı, Eserleri

1966 yılında Eskişehir’de dünyaya gelen Zehra Betül Yazıcı, 1989’da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi.1997’de İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinden radyodiagnostik dalında uzman hekim olarak mezun oldu.

Haber Merkezi / Şiirleri ve yazıları Varlık, Hürriyet Gösteri, Yasakmeyve, Virgül, Papirüs, Koridor, Şiir Sanatı gibi dergilerde yayımlandı. 2003’ten bu yana şiir, özellikle de şiirde kadın üzerine yazılar yayımlamaktadır. Eskişehir’de özel bir hastanede doktorluk mesleğine devam etmektedir.

Zehra Betül’ün şiirlerine duyguların hâkim olduğu söylenebilir. Şiirlerine sanata ve hayata dahil olan her şey girer. Sürdürülen hayatın izleri takip edilebilir.

Şiirlerindeki en önemli temalardan biri “zaman”dır. Zaman kavramını sürekli irdeleyerek, çoğaltarak okura yeniden sunmak ister. Umut, direnç, güvensizlik, yalnızlık gibi temalar da zamana eşlik ederler. İnsan ile doğa arasındaki etkileşim de şairin duyarlılıkla yaklaştığı meselelerden biri olarak değerlendirilebilir.

“Beyoğlu”

duvarlarımız yıkıldı, tunçtan çanını giyinmiş,
zangoç yoktu,
süslü çantalarda unutulmuş
saki kadınlardık hepimiz

aç gözlü çocukluğumuza
uçan halısıyla kondu
şairin son virgülü,
sonlar birer kara delik

baharın soğuk gecesi çöktü üzerimize,
kendimden söz etmeyeceğim,
kör aynadaki asla kadar uzun
kahve çekirdeğindeki sır

mevlevisiz bir düşün ölümü düştü
şiirlerden şehrinize,
ben de
şehrinizdeydim galiba

“Bir varmış bir yokmuş”

acımsı çiçek adlarını aydınlatan
mor takım yıldızları geçiyor alacakaranlığımdan
büyüyüp duran arpacık soğanından anlıyorum
fazlası var eksiği yokmuş iki gözümün

şekerlemelerine konuk olmuşum
burnumun direğini sızlatan sevgililerin
yalnızlarmış ve bayramlar varmış
iki virgül arasına sıkışmış küçücük dileklerim
yüzünü duvarındaki çatıağa saklamış bir çocukken
kulağına küpe olmuşum genç bir kadının
bugün değilse de yarın olabilir
uçurtmalarln kuyruğuna eklenişim

bayramlar varmış ya da öyle bir şey
uyurmuşum amonsız bir sessizliğin içinde
o bir türlü dile gelmeyen gözlerinde sonsuzluğun
kuyruklarını kovalayon kırçıl kediler yurdunda
herkesin bir babası varmış
içlerine pembe ponterler saklanırmış

zar kadar ince bir şeymiş gecenin gündüze vedası
tam tutunacakken
kristal bir vaaza sarınıp gitmiş tanyeri
herkesin uykusu varmış
ve Araf’ta dinlenen rüyaları

“Şahmaran”

damarlarını gördüm senin
alnımın yanı başında senin
akan, sessiz, derin kanımızın uğultusunu
orada bildim
kendini bilmenin bir taşı avuçlarında tutmak
kayaların üstünde kavını bırakmak olduğunu

ellerini gördüm
süs kirazlarına parmaklarını aşılıyor diye değil
hiç nedensiz sevdim onları
parmaklarımı öpüşünü
sonra o öpüşü alnının ortasına taşıyan amennayı
kadınlarınla birlikte bana yükselmiş höyüklerinde
küçük bir demon olarak yaşamayı sevdim

yutağından geçerken bir elmanın çığlığında
bütün peygamberler meryem’den doğmaydı
hepsi meryem’in aşığı, duydum
asla’ya çıkan dört yol ağzıydı bütün çarmıhlar

dudaklarının tadını salome olarak aklıma yazdım
sürünerek derinine ulandım, tılsımına
çok sonra da senin olduğunu bilecek
kazınsa da çıkmayacak kadar derinime
kumruların ötüşlerini hiç nedensiz bıraktığı arka bahçeye
kaç kuşun
kaç kadının biriktiği dokunuşlarını
bir hiç olan yüzüme yazdım

sınırlarında ara sokakların
kim bilir ne zamandır bizi bekliyordu bu aşk

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir