Zamlar Ve Vergi Artışlarıyla Ekonomi Kurtulur Mu?
Prof. Dr. Erinç Yeldan, AKP’nin genel ekonomi propagandası açısından ortada bir kriz ya da istikrar programına ihtiyaç duyulacak bir ekonomik bozulma olmadığının altını çizdiğini belirterek, iktidarın enflasyonun dış konjonktürlerden kaynaklandığını savunduğunu, seçim öncesi ve sonrası yapılan maaş zamlarıyla da vatandaşın döviz kurlarındaki artışa ezdirilmediğinin propagandasının yapıldığını ifade ediyor.
Prof. Dr. Erinç Yeldan, “AKP bir yandan bunun propagandasını yapıyor fakat öbür taraftan çok açık, çok net olarak biliniyor ki Türkiye ekonomisinde çok ciddi bir kırılganlık var, çok ciddi bir dengesizlik var” diyor.
Prof. Dr. Oğuz Oyan da Bakan Şimşek sürekli mali disiplinden bahsetse de mali disiplinin nerede başlayıp nerede bittiğinin kamuoyunca bilinmediğini söylüyor.
Mali disiplin için öncelikle şeffaf bir bütçe olması gerektiğinin altını çizen Oyan, “Ek bütçeye baktığımızda şeffaf olmadığını görüyoruz. Diğer politikalar bakımından da aynı şey geçerli. Gerçekten ne kadar kaynağa ihtiyaç var? Neyin arayışındalar? Körfez’de niye dolaşıyorlar, neleri pazarlıyorlar? Bunların çok fazla aydınlığa çıkmadığını görüyoruz” diyor.
Dolayısıyla geniş emekçi kesimlerin mali disipline taraf olmasının mümkün olmadığını dile getiren Oyan, bu formülün geniş kitlelerin yaşam standartlarını daha da aşağı çeken bir uygulamaya razı olmaları anlamına geldiğini ifade ediyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in başında bulunduğu ekonomi yönetiminin bütçe açığını azaltmak için aldığı kararlarvatandaşa zam olarak geri dönecek. Şimşek yönetimi fiyat istikrarı ve mali disiplin vurgusuyla bütçe gelirlerini dolaylı vergiler üzerinden artıracak adımlar atıyor. Peki mali disiplin için bu yeterli mi?
Uzmanlara göre uygulanan politikalar halen rasyonellikten uzak. Bütçede şeffaflığın sağlanmadığına dikkat çeken iktisatçılar, bütçeden hangi kalem için ne kadar harcama yapıldığının bilinmediğini ve kamu harcamalarının azaltılmadığını vurgulayarak mali disiplinin sadece ücretli kesimlerin sırtına yük bindirilerek sağlanamayacağına dikkat çekiyor.
DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan iktisatçı Prof. Dr. Erinç Yeldan, AKP’nin genel ekonomi propagandası açısından ortada bir kriz ya da istikrar programına ihtiyaç duyulacak bir ekonomik bozulma olmadığının altını çiziyor.
İktidarın enflasyonun dış konjonktürlerden kaynaklandığını savunduğunu, seçim öncesi ve sonrası yapılan maaş zamlarıyla da vatandaşın döviz kurlarındaki artışa ezdirilmediğinin propagandasının yapıldığını ifade eden Yeldan, “AKP bir yandan bunun propagandasını yapıyor fakat öbür taraftan çok açık, çok net olarak biliniyor ki Türkiye ekonomisinde çok ciddi bir kırılganlık var, çok ciddi bir dengesizlik var” diyor.
Kamu harcamaları neden kısılmıyor?
Uluslararası finans çevrelerinin “gözde ismi” Mehmet Şimşek ve ekibinin bu nedenle göreve getirildiğini belirten Yeldan, yeni yönetimin bir yandan sıcak parayı Türkiye’ye çekerek döviz kuru üzerindeki baskıyı hafifletmeyi diğer yandan ise ortodoks istikrar programı üzerinden mali disiplini sağlayarak kamu bütçesindeki açıkları kapatmayı hedeflediğini ifade ediyor. “Dünyaya böyle baktığınız vakit ilk atacağınız adım kamu harcamalarını kısmak, kamu gelirlerini de artırmaktır” diyen Yeldan, ekliyor:
“Gerçekten de Türkiye’de bütçenin dengelenmesi, sağlıklı bir gelir ve denetlenebilir şeffaf bir harcama sistemine kavuşturulması gerekli. Fakat Mehmet Şimşek, angaje olduğu bu ortodoks istikrar programı çerçevesinde vergi gelirlerinin artırılmasını en kolay yoldan yapmayı seçti. Dolaylı vergiler yani Katma Değer Vergisi (KDV), Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) üzerinden mevcut vergi yapısı muhafaza edilirken üzerine vergi oranları da artırıldı.”
Buna karşın kamu harcamalarının denetlenmesine ya da azaltılmasına ilişkin bir adım atılmadığını dile getiren Yeldan, “Çünkü kamu harcaması kalemi AKP’nin kendi yandaş müteahhit gruplarına, kendi yandaş şirketlerine rant aktarma mekanizmasının bir işlevi olarak gözüküyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hiçbir şekilde kamu harcamalarının denetlenmesine, kısıtlanmasına tahammül bile edemez. Dolayısıyla bütçe açığı dolaylı vergiler üzerinden hakkaniyetsiz bir şekilde halka yığılmış oldu” yorumunu yapıyor.
“Rant ve spekülatif gelirler vergilendirilmeli”
Peki mali disiplin için ne yapılmalıydı? Yeldan, öncelikle bütçe harcamalarında sağlıklı bir denetim mekanizması oluşturulması gerektiğine işaret ediyor. “Yap-işlet-devlet modelinde verilen taahhütler, şimdilerde Merkez Bankası’na yıkılan kur korumalı mevduat yükü, bu yükün muhasebe oyunlarıyla ve kayıt dışı para aktarımı yoluyla finanse edileceği anlaşılması… Bütün bunların önüne geçilmesi gerekiyor” diyen Yeldan’a göre ikinci olarak ise vergi gelirlerinin özellikle spekülatif ve rantiyer sermaye gelirleri üzerine yıkılması lazım.
Yeldan, imar rantlarına dayalı emlak vergisi, sıcak paraya dayalı finansal işlemler için finansal işlem vergisi ve bütün bunların üzerinde bir servet vergisinin sistemin ana unsurları olması gerektiğini vurgulayarak ekliyor: “Fakat Mehmet Şimşek ve ekibi, mali disiplin dendiği vakit emek üzerinden alınan gelirlerden vergilendirme veya dolaylı vergiler üzerinden vergilendirmeyi anlıyor. Gerisini göz ardı ediyor.”
“Politikalarda şeffaflık yok”
İktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan da Bakan Şimşek sürekli mali disiplinden bahsetse de mali disiplinin nerede başlayıp nerede bittiğinin kamuoyunca bilinmediğini söylüyor.
Mali disiplin için öncelikle şeffaf bir bütçe olması gerektiğinin altını çizen Oyan, “Ek bütçeye baktığımızda şeffaf olmadığını görüyoruz. Diğer politikalar bakımından da aynı şey geçerli. Gerçekten ne kadar kaynağa ihtiyaç var? Neyin arayışındalar? Körfez’de niye dolaşıyorlar, neleri pazarlıyorlar? Bunların çok fazla aydınlığa çıkmadığını görüyoruz” diyor.
Dolayısıyla geniş emekçi kesimlerin mali disipline taraf olmasının mümkün olmadığını dile getiren Oyan, bu formülün geniş kitlelerin yaşam standartlarını daha da aşağı çeken bir uygulamaya razı olmaları anlamına geldiğini ifade ediyor.
Seçim öncesi verilen sözler nedeniyle belli ücret ayarlamaları yapıldığını hatırlatan Oyan, buna karşın vergi oranlarının ücretlerden daha fazla artırıldığını diğer yandan yapılan ücret artışlarının da izleyen aylarda yükselen enflasyon karşısında bir etkisinin kalmayacağını vurguluyor.
Oyan da “Dolaylı vergilerde artış yapmak yerine bir servet vergisi getirilebilirdi” görüşünü paylaşıyor.
“Enflasyon yüzde 60’a gelecek”
Seçimlerden bu yana dolar ve Euro kurundaki artışlar yüzde 30’u geçti. Tüketici enflasyonu ise haziran ayı itibarıyla resmi verilere göre yüzde 38,21 seviyesinde bulunuyor.
Kur geçişkenliği nedeniyle enflasyonun yılın ikinci yarısında yükseleceğini söyleyen Oyan, yıl sonunda yüzde 60’a varan bir enflasyon oranına ulaşılabileceğinin altını çiziyor.
Oyan, kurlardaki artışın yanı sıra enflasyonu tetikleyecek başka unsurlar da olduğuna işaret ediyor. Bütçe açığını kâğıt üzerinde daha düşük göstermek için Kur Korumalı Mevduat yükünün Merkez Bankası’na devredildiğini hatırlatan Oyan, şöyle konuşuyor:
“Merkez Bankası’nın kendi kaynağı var mı? Yok. Ne yapacak Merkez Bankası? Para basacak. Peki para basınca ne olacak? Enflasyon daha fazla olacak. Peki bu enflasyon kime yansıyacak? Bütün millete yansıyacak.”
Enflasyonun temmuzdan itibaren yukarı doğru gideceğini ve bu seneyi de yüzde 60 civarında bir yerlerde kapatacağını öngören Oyan, “Yani bütün bu ücret artışını vesaire hızla geri alan bir sürece giriyoruz. Enflasyonla, vergilerle, kamunun kontrolündeki çeşitli ürün fiyatlarına yapılan zamlarla, yapılan ücret artışları geri alınıyor. Bu iki yüzlü bir politika” ifadelerini kullanıyor.
Öte yandan vergi ve harçlara yılbaşında Üretici Fiyat Endeksi üzerinden yüzde 123 zam yapıldığını, bunun üzerine de temmuzda yüzde 50 artış geldiğini dile getiren Oyan, devletin kendi alacağı için ücretler üzerinde uyguladığı enflasyon oranını uygulamadığını, bunun da “iki yüzlü politikanın” bir parçası olduğunu söylüyor.
Erdoğan’a ödenek yetkisi rasyonel mi?
Oyan’a göre şeffaf olmayan politikaların bir yansıması da ek bütçede görülüyor.
Türkiye’de makroekonomik istikrarsızlıklar artarken son iki yıldır bütçe tahminlerinde de isabet sağlanamıyor, 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile merkezi yönetim bütçe giderleri için 4 trilyon 469 milyar 570 milyon 19 bin lira ödenek tahsis edilmişti.
Meclis’e getirilen 1 trilyon 119,5 milyar TL büyüklüğündeki ek bütçe ile birlikte merkezi yönetim bütçe giderleri yüzde 25 artışla 5.589,1 milyar TL’ye ulaştı. Ancak ek bütçenin en önemli gerekçelerinden biri olan Personel Giderleri için ödenek teklif edilmedi.
Oyan, bunun da “hülle” ile yapılacağının anlaşıldığını söylüyor. Buna göre ek bütçe ile aynı anda görüşülen torba yasayla Cumhurbaşkanı’na birtakım harcama yetkileri, birtakım borç limitlerini artırma imkanları veriliyor.
Bu yılın bütçesinin 660 milyar lira açıkla bağlandığını, ek bütçenin ise denk bütçe olması gerektiğini anlatan Oyan, yasal olarak bütçe açığı hedefini Hazine ve Maliye Bakanı’nın yüzde 5, bu yetmezse de Cumhurbaşkanı’nın yüzde 5 artırma yetkisi olduğunu, bu yapılırsa açığın 729 milyar lira olabileceğini söylüyor ve ekliyor:
“Torba yasa ise Cumhurbaşkanı’na merkezi yönetim bütçesinde 660,9 milyar TL olan borçlanma limitini 2 trilyon 181 milyar TL’ye yükseltme yetkisi veriyor. Bu kanunsuzdur. Yasayı uygularsan borçlanma limitini en fazla 729 milyar liraya çıkarırsın. Nasıl iki trilyon küsura çıkarıyorsun? Hangi mali disiplinden bahsediyorsun? IMF programı olsaydı bunu yapabilecek miydin?”
İktidarın tamamen şeffaflık dışı uygulamalarla yol aldığını söyleyen Oyan, bütçe açığının yıl sonunda ne kadar olacağının mevcut durumda bilinmediğini söylüyor.
Demokrasilerde toplumun ödediği vergilerin nasıl harcandığını bilmeye ve bunu denetlenmesini istemeye hakkı olduğunu belirten Oyan, “Ek bütçede bunları göstermeyip ilave bir torba yasa çıkarıp Meclis’in bütçe yapma ve bütçeyi denetleme hakkını elinden alıyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye bu haliyle ciddi bir devlet olmaktan giderek uzaklaşan, mali disiplin hak getire olan bir ülke haline geliyor” yorumunu yapıyor.
Körfez’den sermaye arayışı
Öte yandan Şimşek’in ekonominin dümenine geçmesiyle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye döneceği beklentilerinin gerçekleşeceğine dair güçlü belirtiler de yok. Bu nedenle iktidar yönünü yine Körfez ülkelerine çevirdi.
Şimşek, seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) bir ziyaret gerçekleştirmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da NATO liderler zirvesi sonrası BAE’ye gideceğini, ziyaret kapsamında yatırım anlaşmalarının imzalanacağını bildirmişti.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Erdoğan, 17-19 Temmuz’da yapacağı ziyaretlerde Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin liderleriyle görüşecek. Reuters’a konuşan iki üst düzey yetkili, söz konusu ülkelerden Türkiye’nin enerji, altyapı ve savunma sektörlerine 30 milyar dolara kadar yatırım yapılmasını beklediklerini ifade etti.
Prof. Dr. Erinç Yeldan’a göre ise bu adımla limanlar, madenler, ormanlar da dahil Türkiye’nin elinde kalan son kamu varlıklarının doğrudan yabancı sermaye yatırımı ya da özelleştirme adı altında yok pahasına elden çıkarılması söz konusu olabilir.
“Bu işin sonu moratoryuma gidebilir”
Oğuz Oyan da bu politikayı tehlikeli buluyor. İktidarın Londra piyasasında borçlanmaktan çok daha kötü bir iş yaptığını söyleyen Oyan, “Risk primin (CDS) yüksek olduğu için yüksek Londra’dan pahalıya borçlanıyorsun. Temerrüde düşme ihtimalin var. Sıcak para da TL’nin yeterince değer kaybettiği bir ortamda gelmek istiyor, tamam. Ancak burada özellikle Körfez sermayesi dediğimiz zaman Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırım çekebilecek şu an bir şeyi yok, ortamı yok. Dolayısıyla Körfez sermayesine ‘Bak biz çok sıkıştık. Gel sana her zamankinden daha uygun koşullarda yatırım imkanları sunuyoruz’ diyerek adeta varlıkları peşkeş çekmeye gitmiş durumdalar. Yani elde kalan son kamu iktisadi teşebbüslerini satacaklar” diye konuşuyor.
Bunun iyi bir görüntü olmadığını vurgulayan Oyan, Türkiye’nin uluslararası arenada gerçek anlamda “acze düşmüş” bir ülke konumda olduğunu, bu işin sonuna bir ödemeler dengesi krizi hatta mali iflas denilen borçlarını ödeyememe durumuna yani moratoryuma kadar gidebileceği uyarısı yapıyor.