Yaptırımlar, Rusya Ekonomisini Sovyet Dönemine Geri Götürür Mü?
Rusya’nın döviz cinsinden ödemelerini gerçekleştirmekte yaşadığı zorluklar, ülkenin temerrüde düşme riskini artırdı. Bu aslında tam da Batılı ülkelerin yaptırımlarla gerçekleştirmek istedikleri hedeflerden biri.
ABD Hazinesi, bankaları üzerinden Rusya’nın dolar cinsi ödemelerini gerçekleştirmesini engelledi ki ülke borç yükümlülüklerini yerine getirmekte zorluk yaşasın.
BBC Türkçe’den Özge Özdemir’in haberine göre, İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss, uyguladıkları eş güdümlü yaptırımlarla birlikte Rusya ekonomisini Sovyetler dönemine geri döndürmeyi amaçladıklarını söyledi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Sovyetlerin dağıldığı dönemde, 1998 yılında Rusya’nın temerrüde düştüğü ve sabit kur rejiminin terk edildiği mali krizin ardından göreve gelmişti.
O dönem Rusya ekonomisi, dünyaya açılmaya başlamış, yıllardır kapalı olan ülkenin kapılarından kapitalizmin en büyük temsilcisi ABD’li şirketler girmeye başlamıştı.
Bugün ise tam tersi yaşanıyor.
Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olarak yıllardır küresel finansal sisteme entegre bir ülke olan Rusya’dan büyük şirketler tek tek uzaklaşıyor.
Peki Rusya gerçekten de ekonomik olarak Sovyetler dönemine geri mi dönüyor? Eğer öyleyse bunun ekonomik ve siyasi sonuçları ne olacak?
‘Yaptırımların etkisi abartılabiliyor’
Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nin uluslararası finans ve enerji güvenliği merkezinin başında bulunan ekonomi profesörü Barry W. Ickes, İngiltere Dışişleri Bakanı Truss’ın sözlerini ‘abartılı’ buluyor.
“Rusya, merkezi planlamaya geri dönmüyor ve özel sektör halen işler bir halde. Rusya tabii ki yaptırımlar tarafından yıpranıyor ancak bu Sovyet zamanına dönüş anlamına gelmiyor” diyen Ickes’a göre Rusya’nın son yıllarda yaşadığı ekonomik gelişmeyi kaybettiği ise doğru.
İngiltere’deki Warwick Üniversitesi’nin ekonomi bölümünden Emeritus Profesör Mark Harrison’a göre de Rusya’nın Sovyetler’e dönmesi için Rusların gerçek gelirinin üçte biri oranında azalması gerek.
Çünkü Ruslar, 1990’lardan beri gelirlerini bu oranda artırmış durumda.
Harrison, Batı’nın uyguladığı yaptırımlarla Rusların bu oranda bir gelir kaybı yaşamasının mümkün olmadığını vurguluyor:
“Ekonomik yaptırımların etkisi bazen çok abartılabiliyor. İnsanlar eğer bir ülkeyi X’ten mahrum ederseniz X ile ilişkili bütün etkinliklerin duracağını düşünüyor. Ancak çoğunlukla gerçekleşen bu değil, çünkü yaptırımlardan etkilenenler arzı kısıtlanan malların ya da aktivitelerin muadilini bulmak için çok uğraşıyor.”
‘Dış şoklara daha dayanıklı’
Harrison’a göre bugün Rusya ekonomisinin Sovyet ekonomisinden öncelikli farkı ülkenin çok daha zengin olması.
Rusya ekonomisinin yapısı yıllar içinde birçok farklı açıdan değişti.
Öncelikli olarak ülke geliri tarım ve imalattan petrol, gaz satışı ve hizmetlere döndü. Bugün bu kalemler Rusya GSYH’sinin yüzde 60’ını oluşturuyor.
Aynı zamanda Rus ekonomisi Sovyet döneminde olduğundan çok daha dışa açık. İthalat ve ihracattan oluşan ticaretin toplamı, Sovyet ekonomisindeki değerinin iki katı.
“Batı’nın uyguladığı yaptırımların temeli de zaten bu. Ekonominin bu kadar açık olmadığı Sovyet döneminde bu yaptırımları uygulamanın bir anlamı olmazdı” diyen Harrison’a göre Rusya ekonomisinin Sovyet dönemine göre en büyük avantajı merkezi bir ekonomisi olmadığı için dış şoklara daha dayanıklı olması.
‘1930’lar ekonomisine dönüş olmayacak’
Harvard Kennedy Okulu’ndan ekonomist Richard Parker, 1991’de yıkılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) son lideri Mihail Gorbaçov’dan bu yana Rusların “son derece acı verici ve berbat ekonomik iniş çıkışlar” yaşadığını vurguluyor.
“1990’lı yıllar sıradan bir Rus için o kadar korkunçtu ki 10 yıl içinde bir Rus erkeğinin ortalama yaşam süresi 3-4 yıl arasında düştü” diyen Parker’a göre o dönemden bu yana büyük bir ekonomik gelişme kaydedildi.
Parker, çoğu Rus’un 1990’lardaki kötü koşulları böylesine tersine çeviren Putin’den başka bir lider görmediğini vurguluyor.
Hükümetin kimi ürünleri karneye bağlamak, arz kısıntısıyla ve enflasyonla mücadelede fiyatları manipüle etmek gibi uygulamaları hayata geçirse bile Rusya’nın “savaştaki bir Batı ülkesi gibi görüneceğini; 1930’lardaki Stalin döneminin ekonomisine geri dönmeyeceğini” düşünüyor.
Merkezi yönetim ile ekonomide verimsizlikler
69 yıl boyunca süren Sovyetler Birliği’nin ekonomisini dönemlerine ayırmadan, tek bir kalemde ele almak zor. Ancak üretimin tek bir merkezden yönetildiğini ve piyasa ekonomisinin bulunmadığını söylemek mümkün.
Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Sovyetler, 1928 ve 1970 yılları arasında tarımda istihdam edilen çok sayıda kişinin sanayiye kaydırılmasıyla çok hızlı bir şekilde büyüdü.
1928-1940 yılları arasında yıllık büyüme ortalama olarak yüzde 5,8; 1950-1960 arasında yüzde 5,2 oldu.
1940 ve 1950 arasında yüzde 2,2’lik bir dip görüldü.
Tek bir merkezden yönetilmesi, ekonomik aktivitenin ölçümlenmesini zorlaştırarak verimsizliklerin ortaya çıkmasına neden oldu.
Merkezi planlama yüzünden neyin ne kadar üretilmesi gerektiğine sahadan alınan bilgilerle karar verilmediği için çoğu zaman Batı’nın eleştirdiği kıtlıklar ve bazı ürünlerin bulunamaması durumları ortaya çıktı.
1970 yılından sonra ise Soğuk Savaş döneminde araştırma ve geliştirme kaynaklarının sivil alandaki yeniliklerden askeriyeye kaydırılması, büyümenin azalmasındaki en önemli sebeplerden biri oldu.
Yüksek bir hızda sanayileşme ve şehirleşmenin gerçekleşmesinin ardından Sovyetler, Batı ile rekabet etmekte zorlanmaya ve Batı’nın sürekli geliştirdiği teknolojileri üretmekte zorluk çekmeye başladı.
Büyümenin 1970 ve 1975 arasında yüzde 3,7’ye, 1975 ve 1980 arasında yüzde 2,6’ya düşmesi, Sovyet liderlerinin de ekonomik gelişmenin yavaşladığını fark etmesine yol açtı.
Gorbaçov’un 1980’li yıllarda hayata geçirdiği perestroyka adı verilen reformlarla sosyalist fikirler sürdürülürken ekonominin merkezileştirilmesine son vermek ve ülkeyi yabancı ticarete açmak amaçlandı.
Önceki hiyerarşik ekonomik yapının tersine özel işletmelere izin verildi. Bununla beraber sosyal hayatın da dışarıya açılması yavaş yavaş Sovyetler’in 1991’de dağılmasına yol açtı.
Bu yıllarda ekonomi ciddi bir şekilde daraldı.
Ruble toparladı
1 Haziran 1990’da Atlantic dergisine “Çöken Sovyet ekonomisinin içinden” başlıklı çok uzun bir makale yazan Richard Parker, bugün Rusya’nın Gorbaçov’un yıkmaya çalıştığı merkezi bir ekonomik sisteme dönmeyeceğini vurguluyor.
Diğer yandan Rusya Merkez Bankası ve Rus hükümeti, rublenin çöküşünün önüne geçmek için döviz alışını kısıtlayan bir dizi önlem aldı.
Bunun sayesinde de yaptırım uygulanan bir ülke olmasına rağmen Rusya’nın para birimi ruble, savaş öncesi seviyelerine geri döndü.
Parker’a göre rublenin savaşın başlamasının hemen ardından düştüğü seviyelerden tekrar yükselmesi, Rus ekonomisinin bugünkü yapısına dair önemli bir gösterge:
“Büyük petrol şirketleri gibi oligopolistik dev şirketlerin altındaki ekonomik yapı, kendine özgü bir piyasa ekonomisine işaret ediyor. Ben bundan bir geri dönüş olacağını düşünmüyorum.”
‘Finansal ordularla savaş’
Ekonomistlere göre yatırımların etkisinin ne olacağını şimdiden görmek zor.
Diplomatik müzakerelerin nereye evrileceğini ve Putin’in nerede duracağını kestirmenin imkansız olmasının yanı sıra yaptırımların izini sürmek de kolay değil.
Diğer yandan Rusya yaptırımlarla küresel ekonomik sistemden dışlanmış gibi gözükse de ticaret ortağı olarak Batı’nın yerine Çin, Hindistan ya da Pakistan gibi başka ülkelerin gelmesine kesin gözüyle bakılıyor.
Bu yüzden yaptırımların siyasi etkisinin ne olacağını da kestirmek zor.
Warwick Üniversitesi’nden Mark Harrison, “Bazı Ruslar ülkedeki ekonomik sorunların kaynağını Putin olarak görse de bu kişilerin azınlık olduğunu varsayabiliriz. Bazı oligarklar Putin’e geçmişte verdikleri destekten pişman olsa da başka bir liderde daha iyi bir gelecek görmekte zorlanacaktır” diyor.
Aynı zamanda yaptırımların ‘Rus kimliğine’ karşı olarak algılanmasının toplumu daha da birleştirebileceğinin altını çiziyor.
Bu yüzden ekonomist Harrison’a göre işgalin gidişatını savaş alanında yaşanacaklar belirleyecek.
Ancak üç boyutlu bir satranç oyununun içinde olduğumuzu ve her hamlede yeni bir hesaplamanın yapıldığını söyleyen Richard Parker, olağan dışı ve modern bir 21’inci yüzyıl savaşının içinde olduğumuzu düşünüyor:
“Benim neslim ve ondan önceki nesil savaşın cephede, uçaklarla ve gemilerle yapıldığını düşünürdü.
“Şimdi de savaşın füzelerle sürdürüldüğünü söylemek mümkün, ancak asıl operasyon askeri ordularla değil, Wall Street’te, Londra’da ve siber alanda finansal ordularla düzenleniyor.”