Ekonomideki gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulunan Yeşil Sol Parti Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Herkesin hepimizin marketlere, manavlara ya da pazarlara gittiğinde gördüğü yüksek fiyatlarla hala şaşırmaya devam ettiğini biliyoruz. Ben de gidiyorum marketlere pazarlara. Daha önce 5-10 liraya aldığımız bir sebze, domates salatalık biber şuan 30-40 lira. Geçen markete gittim, meyvelere yaklaşılmıyor bile, kilosu 50-60 liradan başlıyor” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Yoksul yurttaşlar ki Türkiye toplumunun yüzde 70’inden fazlasından söz ediyoruz, artık erik, kiraz, şeftali yiyemiyor. Bırakalım bunları, kahvaltılık peynir alamıyor. Eskiden 10 kiloluk aldığı peynirleri şimdi küçük küçük parçalar halinde yarım kilo ya da 250 gramla alarak çocuklarının asgari düzeyde de olsa bu besinlerden faydalanması yoluna gidiyor. Bu korkunç bir tablo, insanlar boğazından kısıyor. Asgari ücretlileri, hele hele çalışamayanları düşünecek olursak Türkiye toplumu büyük bir buhranın içinde ve yaşam mücadelesi veriyor.”
Yeşil Sol Parti (YSP) Erzurum Milletvekili ve Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündem ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş’ın açıklamaları şu şekilde:
“Yüksek Enflasyonun nedeni, AKP ve MHP iktidarının kendisidir, yürüttükleri politikalardır. Sermayeden, ranttan ve savaştan yana bir iktidar enflasyonda düşüşü yakalayamaz. Daha düne kadar “enflasyon sebep, faiz sonuçtur” diyen ve faizi artırmayacağını söyleyenler bugün 180 derecelik dönüşle bu politikaları nerelere kadar vardığını göstermiş oldu. Merkez Bankası’nın en temel görevlerinden biri, fiyat istikrarını sağlamaktır. Oysa şu anda fiyat istikrarı kalmadı. Diğer yandan hükümete doğrudan bir eleştiri olduğunu söyleyebiliriz.
Merkez Bankası Başkanının açıklaması, iktidarın politikalarına da bir eleştiri içeriyor. Mevcut politikaların, enflasyonun yükselmesine sebep olduğunu söylemiş oluyor aslında. Aslında iktidar vergileri arttırdıkça biz zorda kalıyoruz, “Biz enflasyon oranını düşüremiyoruz” diyor. Artık onların arasında nasıl bir iletişim, politik tutarlılık ya da bağımlılık ilişkisi var; bunları sizin takdirinize sunuyoruz. Merkez Bankasının bağımsız olmadığı her geçen gün zaten bildiğimiz bir şey. Tekrar tekrar öğrenmiş oluyoruz.
Bu sabah yeni bir gelişme daha oldu TÜİK verilerine göre 2023 Ocak-Haziran dönemlerinde dış ticaret açığı yüzde 18,7 oranında arttı ve 51 milyar 577 milyon dolardan 61 milyar 235 milyon dolara yükseldi. Bu sabahki yeni gelişme de bu. Yine 2023 Ocak-Haziran dönemine göre bir önceki yılın oranlarına göre azalarak ihracattan söz ediyorum-123 milyar 341 milyon dolar ithal yüzde 4,1 oranında arttı, 184 milyar dolara yükseldi. İthalatın herhalde 4 katı arttığını görmüşsünüzdür.
Bunları söyledikçe millet yoksullaşıyor, siz denedikçe millet parça parça ekmeğe muhtaç hale geliyor. Akaryakıt fiyatlarına da bir zam daha geldi. Bu gece yarısından itibaren motorinin litresine 1 lira 45 kuruş zam geldi. Akaryakıt zamlanmaya devam ediyor. Akaryakıta yapılan zamlar duracak gibi durmuyor. Bunu herkes ifade ediyor. Akaryakıta zam demek, hayatın her alanındaki ihtiyaçlara zam gelmesi anlamına geliyor. Çiftçiler üretim yapamıyor, taksi ve ulaşım fiyatları artıyor, çocukların servis ücretleri, uçak fiyatları artıyor. Sebze ve meyvede ulaşım fiyatı arttığı için oraya doğrudan yansıyor. Bunu hepimiz hayatımızda görüyoruz. Akaryakıt fiyatlarının artması daha çok yoksullaşmak demek. Daha çok yoksullaşıyoruz.
Erdoğan’ın 35 yıl önce söylediği bir sözü hatırlatmak istiyorum: “Ekonomide kaide alım gücüyle ölçülür” demişti. “Sadece akaryakıttaki fiyat tabelasına bakarak bizim ülkemiz ucuzdur kimse demesin” demişti. Sanırım Mehmet Şimşek, Erdoğan’In bu eksi söylemlerini bilmiyor Çünkü kendi hala akaryakıtta Avrupa’nın en ucuz ülkesi olduğumuz yalanıyla milleti yanıltmaya çalışıyor. Erdoğan ile sohbet etmesini öneriyoruz. Kesinlikle bu zamları kabul etmeyeceğiz, alışmayacağız ve vatandaş da bunu sineye çekmeyecek; konuşmaya, itiraz etmeye, tepki vermeye, demokratik itirazlarını her yerde ifade edecek. Biz de yanlarında olacağız, bu mücaedeleyi hep birliktte yükseteceğiz.
Gıda enflasyonu zaten rekor düzeyde OECD birincisiyiz. Tarım ülkesi sözde Türkiye. Bu konuda başarılamayan bir şeyi daha başardı AKP. Dünya Bankasının dediğine göre, Türkiye gıda enflasyonunda 10’uncu sırada. Olumsuz gelişmelerde ilerideyiz, olumlu gelişmelerde en gerilerdeyiz. Bu başarı da AKP iktidarına ait. Gıda enflasyonu ile birlikte tabii ki çiftçilerin durumunu göz ardı etmememiz lazım. “Çiftçilerin üretim yapmaması için iktidar elinden gelen herşeyi yapıyor” desek yanılmış olmayız.
Çiftçinin ürününü tarlada bırakan AKP iktidarı dışarıdan tarımsal ürün ithal ediyor. İçerideki çiftçiler ne yapıyor? Borçla bile olsa üretim yapmak istiyor yüksek girdi fiyatlarıyla. Ama ürettiklerini satamaz duruma gelmiş, TMO’dan randevu bile alamıyor, alsa bile 1 ay sonrasına randevu alabiliyor. Stoklayamıyor borç altındayken. Böylece tüccarlara satmak zorunda kalıyor. İktidar tüccarların insafına bırakıyor çiftçileri. Bu da çiftçilerin ne kadar büyük bir mağduriyet yaşadığını gözler önüne seriyor. Bu durumda Türkiye’nin gıda enflasyonunda birinci olması şaşırtıcı değil ve bu durum gittikçe derinleşecek.
“Türkiye toplumu büyük bir buhranın içinde”
Gıdada herkesin hepimizin marketlere, manavlara ya da pazarlara gittiğinde gördüğü yüksek fiyatlarla hala şaşırmaya devam ettiğini biliyoruz. Ben de gidiyorum marketlere pazarlara. Daha önce 5-10 liraya aldığımız bir sebze, domates salatalık biber şuan 30-40 lira. Geçen markete gittim, meyvelere yaklaşılmıyor bile, kilosu 50-60 liradan başlıyor. Yoksul yurttaşlar ki Türkiye toplumunun yüzde 70’inden fazlasından söz ediyoruz, artık erik, kiraz, şeftali yiyemiyor. Bırakalım bunları, kahvaltılık peynir alamıyor.
Eskiden 10 kiloluk aldığı peynirleri şimdi küçük küçük parçalar halinde yarım kilo ya da 250 gramla alarak çocuklarının asgari düzeyde de olsa bu besinlerden faydalanması yoluna gidiyor. Bu korkunç bir tablo, insanlar boğazından kısıyor. Asgari ücretlileri, hele hele çalışamayanları düşünecek olursak Türkiye toplumu büyük bir buhranın içinde ve yaşam mücadelesi veriyor. Bunlardan biri de tabii ki kira artışları. Artan enflasyon kiraları sürekli artırıyor. Kiracılar dertli. Bu sabah okuduğum bir habere göre, galiba 4,5 milyon civarında davaya dönüşmüş ev sahiplerinin kiracıları tahliye etmek için açtıkları davalar var.
Artık barınma sorunu var en temel sorunlardan biri. Hele hele Eylül ayında üniversiteler açılacak, öğrenciler geçen sene parklarda yatıp kalktılar kış aylarında. Bu da mümkün değil. Yurtlarda da yer yoksa üniversite öğrencilerinin barınma sorunu da diğer bütün büyük meseleler gibi önümüzde duruyor. Biz barınmanın temel bir hak olduğu gerçeğini bu konuda mutlak suratle iktidarın popülist söylemlerle “yüzde 25’e indirdim” gibi yaklaşımlarla bu meseleyi çözemeyeceğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bunun bütüncül bir politika gerektiğini biliyoruz, savaşa ranta ve sermayeye dayanan bu ekonomi politiğin kesinlikle değişmesi gerekiyor. Bunun için mücadelemiz devam ediyor.
Sağlık da temel bir hak ve ilaç fiyatları sürekli zamlanıyor. En son yüzde 30 oranında zam yapıldı. Sahada çalışırken birkaç eczaneye girdim Erzurum’da hastalar ile bizzat konuştum, ilaçlarını bırakın zamla almayı zamlı halde bulamıyorlar. Eczaneler ilaç krizi yaşıyor. Bu sabah da Meclis arkasında bir eczane var. Sıraya giriyor insanlar, ilaç bulamıyor, bulduğu ilacı da alamıyor. Sağlık hakkı da tamamen rafa kaldırılmış durumda. Bu sefalet koşullarında yeterince besin alamadığı için insanlar hastalanıyor, şimdi de ilaçlara zam yapılarak tedavileri de engellenmiş oluyor. Başta kanser hastaları da olmak üzere çok ciddi bir mağduriyet var, çok ciddi başvurular geliyor. AKP yoksullara değil ölümü reva görüyor. Bu sağlık konusundaki yaklaşımı da bunu ortaya koyuyor. İktidar da zenginden yana.
“Asgari ücretin yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerekiyor”
Emeklilerin durumu da çok vahim, 15 milyon emekli şu anda açlıkla boğuşuyor. Evleri yoksa zaten yaşama şansları yok. Sokakta, parkta bir yakınlarının yanında kalmak zorunda kalıyorlar. AKP Genel Başkanı ne diyor? “Yılbaşında çözeceğiz” diyor. 6 ay ne yapsınlar? Ağaç kökü mü yesinler, dilensinler mi? Ne yapsın bu emekliler? “6 ay sonra çözeceğiz” diyor şimdiki gibi göstermelik bir artış yapacak, “yüzde 25 artış yaptım” dedi. Kök rakama yansımadığı için zaten çoğu emeklinin maaşı artmadığı gibi 100 -200 gibi rakamlarla emeklilerle dalga geçiliyor. En azından asgari ücretin yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerektiğini savunduk, savunmaya devam ediyor. Bu da yaklaşık 17 bin liralık tutara denk geliyor.
İktidar istediği zaman bütün çalışmalara kaynak bulabiliyor; ama emekliler, yoksullar, işçiler, öğrenciler, gençler, çiftçiler söz konusu olunca maalesef “bu kaynakları bulamıyorum” diyor. Büyük yalanlarına devam ediyorlar. Sorun kaynak sorunu değil, ekonomik politik tercihlerinizdir. Bu tercihleri değiştireceğiz, Meşruiyet krizi yaşadığınız bir dönemde sakın seçimden çıktık demeyin. Çünkü seçimde halkı aldatarak, türlü hilelerle aldığınız oylarla belki çıktınız seçimlerden; ama seçim sonrası politikalarınız meşruiyetinizi, yitirdiğinizi herkese gösteriyoruz. Bunu kabul etmeyecek vatandaşlar.
Öte yandan ciddi bir DEDAŞ zulmü devam ediyor. Özellikle DEDAŞ, 6 ilde elektrik veriyor. Kürt halkının, bölgede yaşayan halkın buna ilişkin dönem dönem ciddi tepkileri oluyor, yol kapatmaya varan tepkileri oluyor. Fakat elektrik faturaları her zaman olduğu gibi ederinden daha fazla geliyor. Neden kayıp olarak gördüğü harcamaları elektrik faturalarına yansıtıyor? Yaptığımız sohbetlerde şu rakamları duyduk: “Bu ay elektrik borcum 5 bin geldi, 7 bin geldi 3 bin geldi” diye. Evlerden söz ediyorum.
Diyarbakır’da evim var, iletişim kurduğumuz insanlardan bu rakamlar geliyor. Kayıp harcamaları da faturalara yansıtarak haksız kazanç sağlıyorlar. Bu konuda bir kişinin elektrik borcu yüzünden bütün köyün ya da mahallenin elektrikleri kesiliyor. Elektriği kesilen abonelerin elektrik numaralarını alarak DEDAŞ’ı aradı arkadaşlarımız. Elektrik borcu gözükmüyor; ama elektrikler kesik. Neden? Çünkü keyfiyet var. Bir kişi ödememişse borcunu bütün bir köyü ya da mahalleliyi bu konuda cezalandırabilir. İşte saray usulü yönetimin başka bir yansıması. “Şirket gibi yönetmeli” demişlerdi, şimdi sarayı da, şirketi de halkı eziyor.
Şimdi herkes bu keyfiyeti kendinde hak görüyor. DEDAŞ da bu kurumlardan bir tanesi. Şu Anda Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Siirt’te sıcaklık 40 dereceyi aşmış durumda. Sıcaklığın olduğu kentlerde sular da kesiliyor. Adeta hem susuzluk hem elektriksizlikle insanlar ölüme mahkum ediliyor. Açlıkla boğuşan insanlar var. Çiftçilerin, elektrik olmadığı için ürünlerinin tarlada kaldığını, hayvanların telef olduğunu biliyoruz. Şimdi “Eti Polonya’dan, tahılı bilmem nereden alalım” diyor ama kendi çiftçisine bu koşulları reva gören bir AKP iktidarı var.
Sanırım Türkiye yüzyılının muhteşemliği burada! Asıl muhteşemlik, altta yatan açlıkta, susuzlukta, yoksullukta görülüyor. Kamuoyuna da yansıdı; STK’lar, meslek örgütleri, vekillerimiz DEDAŞ’ın hiçbir yetkilisiyle görüşme yapamıyor, randevu alamıyor. Saray’ın arkasına sığınmışlar, halka zulmediyorlar. Bu şirketler Kürt illerinde zulüm iktidarının birer parçası olarak çalışıyor. Sonuç! Ortaçağ’ı aratmayan derin bir karanlık. Ama bu karanlıktan tabii ki çıkacağız.
Viranşehir’de defalarca köylülere saldırıldı, plastik mermi, TOMA, biber gazı kullanıldı ve 4 çiftçi tutuklandı. İşkence görenler oldu. Düşünsenize 21’inci yüzyılda çiftçisine elektrik; köylüsüne su veremiyor, bunu protesto edince de tutuklanıyor. Derdi ne? Protestoların önünü kesmek! Kesemeyeceksiniz bu protestoları! Bu sivil itaatsizlikler adım adım büyüyecek ve altınızdaki koltuklar kaymaya devam edecek. DEDAŞ işçileri de iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Ücretlerini alamıyorlar. 6 ilde 2 bin kişinin katılımı ile iş bırakma eylemleri oldu.
Düşünün bu eylemlerde Urfa vekilimiz Ferit Şenyaşar’a selam verdikleri içien işçiler işten çıkarıldı. Böyle bir faşizm ikliminde yaşıyoruz. Bunun karşılığında biz vekiller olarak daha çok gideceğiz, onlarca vekilimizle beraber bütün direnenlerin yanında olacağız. Siz istediğiniz kadar bu zulüm aygıtını işletmeye devam edin, ama bu gerçek yüzünüz mücadele gerçekliği karşısında gizlenemeyecek. Toplum sizi tanıyor. AKP’nin Urfa vekilleri ve iktidar “su sorununu, elektrik sorununu çözeceğiz” diye habire propaganda yapıyor. Şimdi hiçbir şekilde çıtları çıkmıyor, ama bu halk bunun hesabını size bırakmayacak.
“Yangınları kontrol altına almayan iktidar ormanları imara açılıyor”
Akbelen ormanlarındaki direniş devam ediyor; ama maalesef ağaç kesimleri de devam ediyor. Hergün meteorolojik uyarılar var. Ciddi bir iklim krizi yaşanıyor, sıcaklıklar artıyor, ama doğa talanı da devam ediyor. Bütün yaşam alanlarımız iktidar eliyle sermayenin hizmetine sunuluyor. Orman Genel Müdürlüğünün açıkladığı verilere göre Türkiye’de 1-21 Temmuz arasındaki 20 günlük sürede 295 orman yangınında 3 bin 160 hektar alan zarar görmüş. Çanakkale, Manisa, Balıkesir, Kütahya’dan yangın haberleri gelirken Antalya’da yangın hala kontrol altına alınamadı. Diyarbakır’da son 6 ayda 25 orman yangını oldu. Tedbir almıyorlar, ranta çevirmek için hiç vakit kaybetmiyorlar. Ne yapıyorlar?
Ormanları imara açıyor, maden sahası ilan ediyor ve şirketlere pazarlanıyor. Kürdistan coğrafyasında yakılan ve yanan ormanların yerine karakollar inşa ediliyor, batıda ise mesela Akbelen’de de oteller inşa ediliyor. Akbelen, maden sahasına çevrilmiş. Bodrum’da, başka yerlerde oteller inşa ediliyor. Evet doğuya kalekol, batıya rant alanları açılıyor. Bu da büyük büyük otellerin dikilmesi sonucunu doğuruyor. Hatay’da büyük bir deprem yaşayan zeytinliklerine göz diken ve hiçbir şekilde arlanmayan bir iktidarla karşı karşıyayız.Tek bir dertleri var, daha çok kazanç daha çok sermaye ve zenginleri daha çok zengin etmek; onun dışında gözleri hiçbir şey görmüyor.
Dünden beri birkaç gündür Cudi’de ormanlar yanıyor ama, Cudi’deki ormanların yanmasının sadece iklim krizi ile bağlantılı olmadığını gayet iyi biliyoruz. Türkiye’nin yaşadığı savaş gerçekliği var. Kürt sorununda savaş politikalarının sonucudur bunlar. Kalekol inşaatları da o yakılan ormanların yerine dikiliyor ve oralardan da rant sağlanıyor. Aslında her ikisinde de yine rant gerçekliği var, iktidarının devamını sağlama iradesi var. Savaş da bir rant aracı oldu. Sermayedarlar kalekol inşaatlarından büyük paralar kazanıyorlar, ama aynı zamanda Kürtlerin, Kürt halkının yaşam alanları da yerle bir ediliyor.
Rant, savaş ve talan düzeni kol kola yürüyor. Biz Cudi’deki ormanları da, Akbelen’deki ormanları da savunmaya devam edeceğiz. Biz ağaçlara sarılanların yanında olmaya devam edeceğiz. Ağaçları kesenlerin karşısındayız. Bu mücadeleyi büyüteceğiz. Geçen gün Eş Sözcümüz İbrahim Akın ve milletvekillerimiz Akbelen’deydi. Orada özel şirketlerin özel güvenlik birimiymiş gibi jandarmalar saldırmakta beis görmedi. Biz bu saldırıları protesto etmekle kalmayacağız, ordada olmaya devam edeceğiz.
Bugün de vekillerimiz Akbelen’de. Ağaçları savunan kadınların, gençlerin yanında. Ağaçları korumak için yan yana duruşumuzu bırakmayacağız. Özel şirketlerin bekçiliğini yapanlara şunu söylemek istiyorum. O özel şirketleri korumakla kendi vatandaşınızı ölüme mahkum ediyorsunuz. Toprağı, suyu, ağacı savunanlar olarak bizim alnımız açık, başımız dik. Ama sizin başınız yerden kalkmayacak, bunu savunamayacaksınız!
Son olarak bir nafaka gündemi var. O konuda da dehşet bir tartışma devam ediyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı çıkmış sanki bu ülkede kadınlar hergün öldürülmüyor, sanki kız çocukları herhangi bir ilde taciz ve tecavüze maruz kalmıyor gibi konuşuyor. Daha dün kadınları taciz edenleri serbest bırakan infaz düzenlemesi geçti bu Mecliste. Kadınların yaşadığı binlerce sorunu tartışmayan Aile Bakanı, çıkmış “nafaka konusunda düzenleme yapacağım” diyor. Yok efendim erkekler mağdur oluyormuş. Süresiz nafaka ödemeye mecbur bırakılıyorlarmış. Ne kadar cahilce! Büyük bir cehalet diyecem, ama sözümü geri alıyorum. Bu cehalet değil, bilinçli bir tercih. Bu, erkek iktidarın yanında olmak, erkekliği savunmaktır. Bir kadına bunu söylemekten büyük bir rahatsızlık duyuyorum.
Ama Aile Bakanına çağrıda bulunuyorum; sizin göreviniz erkekleri korumak değil, erkek egemen sistemin bekçiliğini yapmak değildir. Sizin göreviniz milyonlarca kadının, bu toplumun yarısı olan bizlerin yaşadıkları sorunlara, sıkıntılara, cinayetlere karşı tutum almaktır. Medeni Kanunu da bilmiyor, böyle bir Aile Bakanı olabilir mi? Aslında istifa etmeli 175 ve 176’yı bir okusun.. Orada nafaka cinsiyete göre ayrılmıyor, yoksulluğa düşen taraf diyor.
Yani boşanma sonucunda kim yoksulluğa düşecekse, “kadın düşecekse erkek kadına; erkek düşecekse kadın erkeğe nafaka ödesin” diyor. Bunu niye kadın üzerinden kuruyor? Çünkü yoksulluğa düşen taraf hep kadın oluyor. Sizin politik tercihleriniz, yaklaşımınız sebebiyle toplumsal cinsiyet eşitsizliği var. O kadar korkuyorsunuz ki kadınlardan yasalardaki toplumsal cinsiyet kavramlarını değiştiriyorsunuz. Ama korkun bizden! Gerçekten değşitireceğiz bu iktidarı, sizi de göndereceğiz. “Süremiz var” demeyin, kadınlar bunların farkında. Hakikatten sinirlenmemek mümkün değil.
“En büyük mücadele alanlarımızdan biri kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi olacak”
Erkekler nafaka ödememek için -kendi meslek hayatımdan biliyorum- kendi üzerlerine ev, araba almazlar; maaşlarını gizlerler, başkasının üzerine yaparlar. Nafakanın düşürülmesi için dava açarlar. Kadınlar da 2-3 bine “şimdi biraz artmıştır-mahkum ediliyor. Kadınlar çalışmaya başlayınca o nafaka kesiliyor zaten. Hakim niye süresiz nafaka kararı veriyor çünkü ne zaman yoksulluğa düşecek ne zaman iş bulacak yeni bir hayat kuracak bunu bilemez ki hakim. Ama evliliğin iki tarafı da bu davayı açma hakkına sahiptir.
Ayrıca kadınlar nafaka almak için boşanıyormuş. Gülünç diyemiyorum, çok acı. İnsanlar, kadınlar evlendikleri eşlerinden para almak için boşanıyor olabilir mi? Ayda 3-5 bin almak için kadınlar nasıl boşanır? Sizin derdiniz bu değil, sizin derdiniz kadınlar şiddet görse de evliliği devam etsin, boşanmasın, itaat etsin, çalışmasın, kadın kimliği ile toplumsal yaşamda yer almasın. Sizin derdiniz bu! Kadınları yok sayıyorsunuz, kadının adı yok sizin iktidarda. Öyle bir hale getirdiniz ki bir kadına söyletiyorsunuz bunu.
Dünya kadar kadın sorunu varken bunu yapmanız utanç verici. Bence o koltukta oturmasın! Kendi yaşamımdan biliyoru. Kız çocukları evli midir, okutuyor mu, okutuyorsa nerede okuyor, kadınların çalışmasına karşı mı, evlenince kocasına bağımlı mı kalsın sorularına bir yanıt versinler. Kadınların yaşadıklarını hepimiz biliyoruz. Evsiz, barksız kalıyor, ailesinin yanına gitmek zorunda kalıyor. Kadını yok sayan bu politikayı asla tasvip etmedik, etmeyeceğiz. En büyük mücadele alanlarımızdan biri de kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi olacak.”