HDP Ve YSP’den Yoğun Yaz Mesaisi

Yeşil Sol Parti’nin (YSP) tüzüğünde, isminde, eş genel başkanlarında ve yönetiminde değişiklikler getirecek kongre öncesinde HDP ve Yeşil Sol Parti seçmenine ve örgütlerinin görüşlerine başvurdu. Seçim sonuçlarına ve HDP’nin son dönem siyaset yapma biçimine dair eleştiriler not edildi, değişiklik önerileri alındı.

Türkiye genelinde 900’den fazla halk toplantısı ve 2 bine yakın aile, kurum, esnaf ziyareti gerçekleştirilirken tüm bu eleştiri ve önerilerin tartışıldığı atölyeler de başlatıldı.

Bundan sonraki süreçte halk toplantıları ve atölyelerin sonuçları ‘karar tasarıları’ olarak düzenlenecek ve kongre öncesi gerçekleşecek konferansa taşınacak. Konferans, bu tasarılara son şeklini vererek eylül ayında gerçekleşecek kongrenin onayına sunacak. Böylece halk toplantıları ve atölyelerden süzülen, konferansta son rötuşları yapılan öneriler kongrede onaylanmış olacak.

Seçimlere Yeşil Sol Parti çatısında giren Halkların Demokratik Partisi’nin önümüzdeki döneme ilişkin planlamaları ve yerel seçim stratejisi netleşmeye başladı. Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre, Ağustos ve eylül aylarında gerçekleşecek HDP ve Yeşil Sol Parti kongrelerinde köklü değişiklikler gerçekleşecek.

Kapatma davasının yarattığı riski göz önünde bulunduran HDP, ağustos ayında olağanüstü kongre düzenleyerek çalışmalarını, seçime çatısı altında girdiği Yeşil Sol Parti’ye devredecek. HDP’nin kurumsal kimliği ve tüzel kişiliği korunacak ancak tüm siyasi süreçler ve örgütlenme çalışmaları Yeşil Sol Parti çatısında devam edecek.

Ağustos ayında gerçekleşecek bu olağanüstü HDP kongresinden sonra, eylül ayında Yeşil Sol Parti’nin kongresi yapılacak. Eylülün son haftası yapılması planlanan kongrede Yeşil Sol Parti’nin ismi değişecek, tüzüğünde gerekli düzenlemeler yapılacak, eş genel başkanlar ve parti meclisi üyeleri seçilecek.

Yeşil Sol Parti’nin tüzüğünde, isminde, eş genel başkanlarında ve yönetiminde değişiklikler getirecek olan bu kongre öncesinde HDP ve Yeşil Sol Parti seçmenine ve örgütlerinin görüşlerine başvurdu. Seçim sonuçlarına ve HDP’nin son dönem siyaset yapma biçimine dair eleştiriler not edildi, değişiklik önerileri alındı. Türkiye genelinde 900’den fazla halk toplantısı ve 2 bine yakın aile, kurum, esnaf ziyareti gerçekleştirilirken tüm bu eleştiri ve önerilerin tartışıldığı atölyeler de başlatıldı.

Bundan sonraki süreçte halk toplantıları ve atölyelerin sonuçları ‘karar tasarıları’ olarak düzenlenecek ve kongre öncesi gerçekleşecek konferansa taşınacak. Konferans, bu tasarılara son şeklini vererek eylül ayında gerçekleşecek kongrenin onayına sunacak. Böylece halk toplantıları ve atölyelerden süzülen, konferansta son rötuşları yapılan öneriler kongrede onaylanmış olacak.

Partinin yeni ismi HDP veya HADEP’e benzesin

Kamuoyunun cevabını en çok merak ettiği sorulardan biri Yeşil Sol Parti’nin yeni isminin ne olacağı. Halk toplantılarında yüzlerce isim önerisi geldiği, cezaevlerinde bulunan HDP’li siyasetçilerden de isim önerisi alındığı biliniyor. Parti yetkililerine göre öne çıkan isimleri dile getirmek için çok erken ancak gelen önerilere bakılırsa “markalaşan” HDP ismine ve partinin siyasi geleneğini en çok çağrıştıran HADEP ismine yakın bir ismin tercih edilme olasılığı yüksek görünüyor.

Halk toplantılarında, kongrede seçilecek eş genel başkanlar için isim önerileri de alındı. Bu yöndeki tartışmaların sürdüğünü ifade eden parti yöneticileri, halk toplantılarında ortaya iki ayrı eşbaşkan profili çıktığını söyledi ve bu profilleri şöyle tarif etti:

“Birincisi yeni bir sayfa açacak, yeni bir hikaye yazacak, genç, güçlü umut vaat eden bir siyasetçi. İkincisi de partinin geleneklerini bilen, deneyimli bir siyasetçi. Eşbaşkan olarak seçilecek isimler de bu nitelikleri taşıyan iki isim olacak.”

Halk toplantılarında açığa çıkan sonuçları dikkate alan parti yöneticileri, bundan böyle yapılacak tüm seçimlerde adayların ön seçimle belirleneceğini söylüyor. Buna göre ön seçime ilişkin tüm aşamalar ve kurallar tüzükte ya da parti programında net bir şekilde yer alacak, kamuoyuna da deklare edilecek.

Yeşil Sol Parti kongresinde ihtiyaçlar ve halktan gelen talepler doğrultusunda parti tüzüğünde de değişiklikler yapılacak. Örneğin yedekleriyle birlikte 150 olan Parti Meclisi üye sayısı mobilizasyonu kolaylaştırmak, daha hızlı ve güçlü siyaset üretebilmek için 100’e indirilecek.

Parti tüzüğündeki bileşen yapısına dair ifadeler de netleşecek. Bileşenlerin partiye temsilci gönderme biçiminden parti ile kurulan hukuka kadar karşılıklı tüm ilişkilerin tüzükle net bir biçimde düzenlenmesi planlanıyor. Öte yandan parti içinde hiçbir bileşen yapıya dahil olmadan siyaset yapan ve tüzükte ‘birey’ olarak tanımlanan kişilerin, tüzükte yapılacak değişiklikle ‘partili’ olarak tanımlanması öngörülüyor.

Halk toplantılarından çıkan sonuçları genel merkezde yaptığı toplantılarda masaya yatıran HDP ve Yeşil Sol yöneticileri yaklaşan yerel seçimlere ilişkin stratejisini de netleştirmeye başladı. Güçlü oldukları kentlerde kendi adaylarını çıkarmak konusunda kararlı olan yöneticiler, büyükşehirler için olası ittifaklarda şeffaflığın esas olacağını ifade ediyor. Bundan sonraki seçimlerde bir parti ya da kişi desteklenecekse HDP’nin kendi çizgisini net bir şekilde ortaya koyacağını ifade eden parti yöneticileri, seçmenden aldıkları mesajın da bu yönde olduğunu kaydediyor.

“Büyükşehirler için ittifak ilişkisi geliştirmemiz söz konusu olursa, hangi güçlerle iletişim ve ittifak zemini oluşacaksa şeffaf, kamuoyunun önünde ve yazılı bir hukuk çerçevesinde, kuralları, koşulları belirgin olmalı” diyen parti yöneticileri, HDP seçmeninin “kötünün iyisini desteklemeyi, kerhen destek vermeyi” kabul etmediğini kaydediyor.

Paylaşın

YSP’li Meral Danış Beştaş: Toplum Büyük Bir Buhranın İçinde

Ekonomideki gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulunan Yeşil Sol Parti Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Herkesin hepimizin marketlere, manavlara ya da pazarlara gittiğinde gördüğü yüksek fiyatlarla hala şaşırmaya devam ettiğini biliyoruz. Ben de gidiyorum marketlere pazarlara. Daha önce 5-10 liraya aldığımız bir sebze, domates salatalık biber şuan 30-40 lira. Geçen markete gittim, meyvelere yaklaşılmıyor bile, kilosu 50-60 liradan başlıyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Yoksul yurttaşlar ki Türkiye toplumunun yüzde 70’inden fazlasından söz ediyoruz, artık erik, kiraz, şeftali yiyemiyor. Bırakalım bunları, kahvaltılık peynir alamıyor. Eskiden 10 kiloluk aldığı peynirleri şimdi küçük küçük parçalar halinde yarım kilo ya da 250 gramla alarak çocuklarının asgari düzeyde de olsa bu besinlerden faydalanması yoluna gidiyor. Bu korkunç bir tablo, insanlar boğazından kısıyor. Asgari ücretlileri, hele hele çalışamayanları düşünecek olursak Türkiye toplumu büyük bir buhranın içinde ve yaşam mücadelesi veriyor.”

Yeşil Sol Parti (YSP) Erzurum Milletvekili ve Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündem ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş’ın açıklamaları şu şekilde:

“Yüksek Enflasyonun nedeni, AKP ve MHP iktidarının kendisidir, yürüttükleri politikalardır. Sermayeden, ranttan ve savaştan yana bir iktidar enflasyonda düşüşü yakalayamaz. Daha düne kadar “enflasyon sebep, faiz sonuçtur” diyen ve faizi artırmayacağını söyleyenler bugün 180 derecelik dönüşle bu politikaları nerelere kadar vardığını göstermiş oldu. Merkez Bankası’nın en temel görevlerinden biri, fiyat istikrarını sağlamaktır. Oysa şu anda fiyat istikrarı kalmadı. Diğer yandan hükümete doğrudan bir eleştiri olduğunu söyleyebiliriz.

Merkez Bankası Başkanının açıklaması, iktidarın politikalarına da bir eleştiri içeriyor. Mevcut politikaların, enflasyonun yükselmesine sebep olduğunu söylemiş oluyor aslında. Aslında iktidar vergileri arttırdıkça biz zorda kalıyoruz, “Biz enflasyon oranını düşüremiyoruz” diyor. Artık onların arasında nasıl bir iletişim, politik tutarlılık ya da bağımlılık ilişkisi var; bunları sizin takdirinize sunuyoruz. Merkez Bankasının bağımsız olmadığı her geçen gün zaten bildiğimiz bir şey. Tekrar tekrar öğrenmiş oluyoruz.

Bu sabah yeni bir gelişme daha oldu TÜİK verilerine göre 2023 Ocak-Haziran dönemlerinde dış ticaret açığı yüzde 18,7 oranında arttı ve 51 milyar 577 milyon dolardan 61 milyar 235 milyon dolara yükseldi. Bu sabahki yeni gelişme de bu. Yine 2023 Ocak-Haziran dönemine göre bir önceki yılın oranlarına göre azalarak ihracattan söz ediyorum-123 milyar 341 milyon dolar ithal yüzde 4,1 oranında arttı, 184 milyar dolara yükseldi. İthalatın herhalde 4 katı arttığını görmüşsünüzdür.

Bunları söyledikçe millet yoksullaşıyor, siz denedikçe millet parça parça ekmeğe muhtaç hale geliyor. Akaryakıt fiyatlarına da bir zam daha geldi. Bu gece yarısından itibaren motorinin litresine 1 lira 45 kuruş zam geldi. Akaryakıt zamlanmaya devam ediyor. Akaryakıta yapılan zamlar duracak gibi durmuyor. Bunu herkes ifade ediyor. Akaryakıta zam demek, hayatın her alanındaki ihtiyaçlara zam gelmesi anlamına geliyor. Çiftçiler üretim yapamıyor, taksi ve ulaşım fiyatları artıyor, çocukların servis ücretleri, uçak fiyatları artıyor. Sebze ve meyvede ulaşım fiyatı arttığı için oraya doğrudan yansıyor. Bunu hepimiz hayatımızda görüyoruz. Akaryakıt fiyatlarının artması daha çok yoksullaşmak demek. Daha çok yoksullaşıyoruz.

Erdoğan’ın 35 yıl önce söylediği bir sözü hatırlatmak istiyorum: “Ekonomide kaide alım gücüyle ölçülür” demişti. “Sadece akaryakıttaki fiyat tabelasına bakarak bizim ülkemiz ucuzdur kimse demesin” demişti.  Sanırım Mehmet Şimşek, Erdoğan’In bu eksi söylemlerini bilmiyor Çünkü kendi hala akaryakıtta Avrupa’nın en ucuz ülkesi olduğumuz yalanıyla milleti yanıltmaya çalışıyor. Erdoğan ile sohbet etmesini öneriyoruz. Kesinlikle bu zamları kabul etmeyeceğiz, alışmayacağız ve vatandaş da bunu sineye çekmeyecek; konuşmaya, itiraz etmeye, tepki vermeye, demokratik itirazlarını her yerde ifade edecek. Biz de yanlarında olacağız, bu mücaedeleyi hep birliktte yükseteceğiz.

Gıda enflasyonu zaten rekor düzeyde OECD birincisiyiz. Tarım ülkesi sözde Türkiye. Bu konuda başarılamayan bir şeyi daha başardı AKP. Dünya Bankasının dediğine göre, Türkiye gıda enflasyonunda 10’uncu sırada. Olumsuz gelişmelerde ilerideyiz, olumlu gelişmelerde en gerilerdeyiz. Bu başarı da AKP iktidarına ait. Gıda enflasyonu ile birlikte tabii ki çiftçilerin durumunu göz ardı etmememiz lazım. “Çiftçilerin üretim yapmaması için iktidar elinden gelen herşeyi yapıyor” desek yanılmış olmayız.

Çiftçinin ürününü tarlada bırakan AKP iktidarı dışarıdan tarımsal ürün ithal ediyor. İçerideki çiftçiler ne yapıyor? Borçla bile olsa üretim yapmak istiyor yüksek girdi fiyatlarıyla. Ama ürettiklerini satamaz duruma gelmiş, TMO’dan randevu bile alamıyor, alsa bile 1 ay sonrasına randevu alabiliyor. Stoklayamıyor borç altındayken. Böylece tüccarlara satmak zorunda kalıyor.  İktidar tüccarların insafına bırakıyor çiftçileri. Bu da çiftçilerin ne kadar büyük bir mağduriyet yaşadığını gözler önüne seriyor. Bu durumda Türkiye’nin gıda enflasyonunda birinci olması şaşırtıcı değil ve bu durum gittikçe derinleşecek.

“Türkiye toplumu büyük bir buhranın içinde”

Gıdada herkesin hepimizin marketlere, manavlara ya da pazarlara gittiğinde gördüğü yüksek fiyatlarla hala şaşırmaya devam ettiğini biliyoruz. Ben de gidiyorum marketlere pazarlara. Daha önce 5-10 liraya aldığımız bir sebze, domates salatalık biber şuan 30-40 lira. Geçen markete gittim, meyvelere yaklaşılmıyor bile, kilosu 50-60 liradan başlıyor. Yoksul yurttaşlar ki Türkiye toplumunun yüzde 70’inden fazlasından söz ediyoruz, artık erik, kiraz, şeftali yiyemiyor. Bırakalım bunları, kahvaltılık peynir alamıyor.

Eskiden 10 kiloluk aldığı peynirleri şimdi küçük küçük parçalar halinde yarım kilo ya da 250 gramla alarak çocuklarının asgari düzeyde de olsa bu besinlerden faydalanması yoluna gidiyor. Bu korkunç bir tablo, insanlar boğazından kısıyor. Asgari ücretlileri, hele hele çalışamayanları düşünecek olursak Türkiye toplumu büyük bir buhranın içinde ve yaşam mücadelesi veriyor. Bunlardan biri de tabii ki kira artışları. Artan enflasyon kiraları sürekli artırıyor. Kiracılar dertli. Bu sabah okuduğum bir habere göre, galiba 4,5 milyon civarında davaya dönüşmüş ev sahiplerinin kiracıları tahliye etmek için açtıkları davalar var.

Artık barınma sorunu var en temel sorunlardan biri. Hele hele Eylül ayında üniversiteler açılacak, öğrenciler geçen sene parklarda yatıp kalktılar kış aylarında. Bu da mümkün değil. Yurtlarda da yer yoksa üniversite öğrencilerinin barınma sorunu da diğer bütün büyük meseleler gibi önümüzde duruyor. Biz barınmanın temel bir hak olduğu gerçeğini bu konuda mutlak suratle iktidarın popülist söylemlerle “yüzde 25’e indirdim” gibi yaklaşımlarla bu meseleyi çözemeyeceğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bunun bütüncül bir politika gerektiğini biliyoruz, savaşa ranta ve sermayeye dayanan bu ekonomi politiğin kesinlikle değişmesi gerekiyor. Bunun için mücadelemiz devam ediyor.

Sağlık da temel bir hak ve ilaç fiyatları sürekli zamlanıyor. En son yüzde 30 oranında zam yapıldı. Sahada çalışırken birkaç eczaneye girdim Erzurum’da hastalar ile bizzat konuştum, ilaçlarını bırakın zamla almayı zamlı halde bulamıyorlar. Eczaneler ilaç krizi yaşıyor. Bu sabah da Meclis arkasında bir eczane var. Sıraya giriyor insanlar, ilaç bulamıyor, bulduğu ilacı da alamıyor. Sağlık hakkı da tamamen rafa kaldırılmış durumda. Bu sefalet koşullarında yeterince besin alamadığı için insanlar hastalanıyor, şimdi de ilaçlara zam yapılarak tedavileri de engellenmiş oluyor. Başta kanser hastaları da olmak üzere çok ciddi bir mağduriyet var, çok ciddi başvurular geliyor. AKP yoksullara değil ölümü reva görüyor. Bu sağlık konusundaki yaklaşımı da bunu ortaya koyuyor. İktidar da zenginden yana.

“Asgari ücretin yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerekiyor”

Emeklilerin durumu da çok vahim, 15 milyon emekli şu anda açlıkla boğuşuyor. Evleri yoksa zaten yaşama şansları yok. Sokakta, parkta bir yakınlarının yanında kalmak zorunda kalıyorlar. AKP Genel Başkanı ne diyor? “Yılbaşında çözeceğiz” diyor. 6 ay ne yapsınlar? Ağaç kökü mü yesinler, dilensinler mi? Ne yapsın bu emekliler? “6 ay sonra çözeceğiz” diyor şimdiki gibi göstermelik bir artış yapacak, “yüzde 25 artış yaptım” dedi. Kök rakama yansımadığı için zaten çoğu emeklinin maaşı artmadığı gibi 100 -200 gibi rakamlarla emeklilerle dalga geçiliyor. En azından asgari ücretin yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerektiğini savunduk, savunmaya devam ediyor. Bu da yaklaşık 17 bin liralık tutara denk geliyor.

İktidar istediği zaman bütün çalışmalara kaynak bulabiliyor; ama emekliler, yoksullar, işçiler, öğrenciler, gençler, çiftçiler söz konusu olunca maalesef “bu kaynakları bulamıyorum” diyor. Büyük yalanlarına devam ediyorlar. Sorun kaynak sorunu değil, ekonomik politik tercihlerinizdir. Bu tercihleri değiştireceğiz, Meşruiyet krizi yaşadığınız bir dönemde sakın seçimden çıktık demeyin. Çünkü seçimde halkı aldatarak, türlü hilelerle aldığınız oylarla belki çıktınız seçimlerden; ama seçim sonrası politikalarınız meşruiyetinizi, yitirdiğinizi herkese gösteriyoruz. Bunu kabul etmeyecek vatandaşlar.

Öte yandan ciddi bir DEDAŞ zulmü devam ediyor. Özellikle DEDAŞ, 6 ilde elektrik veriyor. Kürt halkının, bölgede yaşayan halkın buna ilişkin dönem dönem ciddi tepkileri oluyor, yol kapatmaya varan tepkileri oluyor. Fakat elektrik faturaları her zaman olduğu gibi ederinden daha fazla geliyor. Neden kayıp olarak gördüğü harcamaları elektrik faturalarına yansıtıyor? Yaptığımız sohbetlerde şu rakamları duyduk: “Bu ay elektrik borcum 5 bin geldi, 7 bin geldi 3 bin geldi” diye. Evlerden söz ediyorum.

Diyarbakır’da evim var, iletişim kurduğumuz insanlardan bu rakamlar geliyor. Kayıp harcamaları da faturalara yansıtarak haksız kazanç sağlıyorlar. Bu konuda bir kişinin elektrik borcu yüzünden bütün köyün ya da mahallenin elektrikleri kesiliyor. Elektriği kesilen abonelerin elektrik numaralarını alarak DEDAŞ’ı aradı arkadaşlarımız. Elektrik borcu gözükmüyor; ama elektrikler kesik. Neden? Çünkü keyfiyet var. Bir kişi ödememişse borcunu bütün bir köyü ya da mahalleliyi bu konuda cezalandırabilir. İşte saray usulü yönetimin başka bir yansıması. “Şirket gibi yönetmeli” demişlerdi, şimdi sarayı da, şirketi de halkı eziyor.

Şimdi herkes bu keyfiyeti kendinde hak görüyor. DEDAŞ da bu kurumlardan bir tanesi. Şu Anda Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Siirt’te sıcaklık 40 dereceyi aşmış durumda. Sıcaklığın olduğu kentlerde sular da kesiliyor. Adeta hem susuzluk hem elektriksizlikle  insanlar ölüme mahkum ediliyor. Açlıkla boğuşan insanlar var. Çiftçilerin, elektrik olmadığı için ürünlerinin tarlada kaldığını, hayvanların telef olduğunu biliyoruz. Şimdi “Eti Polonya’dan, tahılı bilmem nereden alalım” diyor ama kendi çiftçisine bu koşulları reva gören bir AKP iktidarı var.

Sanırım Türkiye yüzyılının muhteşemliği burada! Asıl muhteşemlik, altta yatan açlıkta, susuzlukta, yoksullukta görülüyor. Kamuoyuna da yansıdı; STK’lar, meslek örgütleri, vekillerimiz DEDAŞ’ın hiçbir yetkilisiyle görüşme yapamıyor, randevu alamıyor. Saray’ın arkasına sığınmışlar, halka zulmediyorlar. Bu şirketler Kürt illerinde zulüm iktidarının birer parçası olarak çalışıyor. Sonuç! Ortaçağ’ı aratmayan derin bir karanlık. Ama bu karanlıktan tabii ki çıkacağız.

Viranşehir’de defalarca köylülere saldırıldı, plastik mermi, TOMA, biber gazı kullanıldı ve 4 çiftçi tutuklandı. İşkence görenler oldu. Düşünsenize 21’inci yüzyılda çiftçisine elektrik; köylüsüne su veremiyor, bunu protesto edince de tutuklanıyor. Derdi ne? Protestoların önünü kesmek! Kesemeyeceksiniz bu protestoları! Bu sivil itaatsizlikler adım adım büyüyecek ve altınızdaki koltuklar kaymaya devam edecek. DEDAŞ işçileri de iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Ücretlerini alamıyorlar. 6 ilde 2 bin kişinin katılımı ile iş bırakma eylemleri oldu.

Düşünün bu eylemlerde Urfa vekilimiz Ferit Şenyaşar’a selam verdikleri içien işçiler işten çıkarıldı. Böyle bir faşizm ikliminde yaşıyoruz. Bunun karşılığında biz vekiller olarak daha çok gideceğiz, onlarca vekilimizle beraber bütün direnenlerin yanında olacağız. Siz istediğiniz kadar bu zulüm aygıtını işletmeye devam edin, ama bu gerçek yüzünüz mücadele gerçekliği karşısında gizlenemeyecek. Toplum sizi tanıyor. AKP’nin Urfa vekilleri ve iktidar “su sorununu, elektrik sorununu çözeceğiz” diye habire propaganda yapıyor. Şimdi hiçbir şekilde çıtları çıkmıyor, ama bu halk bunun hesabını size bırakmayacak.

“Yangınları kontrol altına almayan iktidar ormanları imara açılıyor”

Akbelen ormanlarındaki direniş devam ediyor; ama maalesef ağaç kesimleri de devam ediyor. Hergün meteorolojik uyarılar var. Ciddi bir iklim krizi yaşanıyor, sıcaklıklar artıyor, ama doğa talanı da devam ediyor. Bütün yaşam alanlarımız iktidar eliyle sermayenin hizmetine sunuluyor. Orman Genel Müdürlüğünün açıkladığı verilere göre Türkiye’de 1-21 Temmuz arasındaki 20 günlük sürede 295 orman yangınında 3 bin 160 hektar alan zarar görmüş. Çanakkale, Manisa, Balıkesir, Kütahya’dan yangın haberleri gelirken Antalya’da yangın hala kontrol altına alınamadı. Diyarbakır’da son 6 ayda 25 orman yangını oldu. Tedbir almıyorlar, ranta çevirmek için hiç vakit kaybetmiyorlar. Ne yapıyorlar?

Ormanları imara açıyor, maden sahası ilan ediyor ve şirketlere pazarlanıyor. Kürdistan coğrafyasında yakılan ve yanan ormanların yerine karakollar inşa ediliyor, batıda ise mesela Akbelen’de de oteller inşa ediliyor. Akbelen, maden sahasına çevrilmiş. Bodrum’da, başka yerlerde oteller inşa ediliyor. Evet doğuya kalekol, batıya rant alanları açılıyor. Bu da büyük büyük otellerin dikilmesi sonucunu doğuruyor. Hatay’da büyük bir deprem yaşayan zeytinliklerine göz diken ve hiçbir şekilde arlanmayan bir iktidarla karşı karşıyayız.Tek bir dertleri var, daha çok kazanç daha çok sermaye ve zenginleri daha çok zengin etmek; onun dışında gözleri hiçbir şey görmüyor.

Dünden beri birkaç gündür Cudi’de ormanlar yanıyor ama, Cudi’deki ormanların yanmasının sadece iklim krizi ile bağlantılı olmadığını gayet iyi biliyoruz. Türkiye’nin yaşadığı savaş gerçekliği var. Kürt sorununda savaş politikalarının sonucudur bunlar. Kalekol inşaatları da o yakılan ormanların yerine dikiliyor ve oralardan da rant sağlanıyor. Aslında her ikisinde de yine rant gerçekliği var, iktidarının devamını sağlama iradesi var. Savaş da bir rant aracı oldu. Sermayedarlar kalekol inşaatlarından büyük paralar kazanıyorlar, ama aynı zamanda Kürtlerin, Kürt halkının yaşam alanları da yerle bir ediliyor.

Rant, savaş ve talan düzeni kol kola yürüyor. Biz Cudi’deki ormanları da, Akbelen’deki ormanları da savunmaya devam edeceğiz. Biz ağaçlara sarılanların yanında olmaya devam edeceğiz. Ağaçları kesenlerin karşısındayız. Bu mücadeleyi büyüteceğiz. Geçen gün Eş Sözcümüz İbrahim Akın ve milletvekillerimiz Akbelen’deydi. Orada özel şirketlerin özel güvenlik birimiymiş gibi jandarmalar saldırmakta beis görmedi. Biz bu saldırıları protesto etmekle kalmayacağız, ordada olmaya devam edeceğiz.

Bugün de vekillerimiz Akbelen’de. Ağaçları savunan kadınların, gençlerin yanında. Ağaçları korumak için yan yana duruşumuzu bırakmayacağız. Özel şirketlerin bekçiliğini yapanlara şunu söylemek istiyorum. O özel şirketleri korumakla kendi vatandaşınızı ölüme mahkum ediyorsunuz. Toprağı, suyu, ağacı savunanlar olarak bizim alnımız açık, başımız dik. Ama sizin başınız yerden kalkmayacak, bunu savunamayacaksınız!

Son olarak bir nafaka gündemi var. O konuda da dehşet bir tartışma devam ediyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı çıkmış sanki bu ülkede kadınlar hergün öldürülmüyor, sanki kız çocukları herhangi bir ilde taciz ve tecavüze maruz kalmıyor gibi konuşuyor. Daha dün kadınları taciz edenleri serbest bırakan infaz düzenlemesi geçti bu Mecliste. Kadınların yaşadığı binlerce sorunu tartışmayan Aile Bakanı, çıkmış “nafaka konusunda düzenleme yapacağım” diyor. Yok efendim erkekler mağdur oluyormuş. Süresiz nafaka ödemeye mecbur bırakılıyorlarmış. Ne kadar cahilce! Büyük bir cehalet diyecem, ama sözümü geri alıyorum. Bu cehalet değil, bilinçli bir tercih. Bu, erkek iktidarın yanında olmak, erkekliği savunmaktır. Bir kadına bunu söylemekten büyük bir rahatsızlık duyuyorum.

Ama Aile Bakanına çağrıda bulunuyorum; sizin göreviniz erkekleri korumak değil, erkek egemen sistemin bekçiliğini yapmak değildir. Sizin göreviniz milyonlarca kadının, bu toplumun yarısı olan bizlerin yaşadıkları sorunlara, sıkıntılara, cinayetlere karşı tutum almaktır. Medeni Kanunu da bilmiyor, böyle bir Aile Bakanı olabilir mi? Aslında istifa etmeli 175 ve 176’yı bir okusun.. Orada nafaka cinsiyete göre ayrılmıyor, yoksulluğa düşen taraf diyor.

Yani boşanma sonucunda kim yoksulluğa düşecekse, “kadın düşecekse erkek kadına; erkek düşecekse kadın erkeğe nafaka ödesin” diyor. Bunu niye kadın üzerinden kuruyor? Çünkü yoksulluğa düşen taraf hep kadın oluyor. Sizin politik tercihleriniz, yaklaşımınız sebebiyle toplumsal cinsiyet eşitsizliği var. O kadar korkuyorsunuz ki kadınlardan yasalardaki toplumsal cinsiyet kavramlarını değiştiriyorsunuz. Ama korkun bizden! Gerçekten değşitireceğiz bu iktidarı, sizi de göndereceğiz. “Süremiz var” demeyin, kadınlar bunların farkında. Hakikatten sinirlenmemek mümkün değil.

“En büyük mücadele alanlarımızdan biri kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi olacak”

Erkekler nafaka ödememek için -kendi meslek hayatımdan biliyorum- kendi üzerlerine ev, araba almazlar; maaşlarını gizlerler, başkasının üzerine yaparlar. Nafakanın düşürülmesi için dava açarlar. Kadınlar da 2-3 bine “şimdi biraz artmıştır-mahkum ediliyor. Kadınlar çalışmaya başlayınca o nafaka kesiliyor zaten. Hakim niye süresiz nafaka kararı veriyor çünkü ne zaman yoksulluğa düşecek ne zaman iş bulacak yeni bir hayat kuracak bunu bilemez ki hakim. Ama evliliğin iki tarafı da bu davayı açma hakkına sahiptir.

Ayrıca kadınlar nafaka almak için boşanıyormuş. Gülünç diyemiyorum, çok acı. İnsanlar, kadınlar evlendikleri eşlerinden para almak için boşanıyor olabilir mi? Ayda 3-5 bin almak için kadınlar nasıl boşanır? Sizin derdiniz bu değil, sizin derdiniz kadınlar şiddet görse de evliliği devam etsin, boşanmasın, itaat etsin, çalışmasın, kadın kimliği ile toplumsal yaşamda yer almasın. Sizin derdiniz bu! Kadınları yok sayıyorsunuz, kadının adı yok sizin iktidarda. Öyle bir hale getirdiniz ki bir kadına söyletiyorsunuz bunu.

Dünya kadar kadın sorunu varken bunu yapmanız utanç verici. Bence o koltukta oturmasın! Kendi yaşamımdan biliyoru. Kız çocukları evli midir, okutuyor mu, okutuyorsa nerede okuyor, kadınların çalışmasına karşı mı, evlenince kocasına bağımlı mı kalsın sorularına bir yanıt versinler. Kadınların yaşadıklarını hepimiz biliyoruz. Evsiz, barksız kalıyor, ailesinin yanına gitmek zorunda kalıyor. Kadını yok sayan bu politikayı asla tasvip etmedik, etmeyeceğiz. En büyük mücadele alanlarımızdan biri de kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi olacak.”

Paylaşın

Yeşil Sol Partili Saruhan Oluç Açıkladı: Partinin İsmi Değişecek

Yeşil Sol Parti (YSP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, eylül ayında yapılması planlanan kongrede Yeşil Sol Parti’nin adının, tüzüğünün ve eş başkanlarının değişeceğini açıkladı:

“Eylül ayında olağan üstü büyük kongremizi yapacağız. O kongreyi yapmakla birlikte hem parti yönetiminde, hem eş başkanlarda bir değişim ortaya çıkacak. Parti tüzüğünde değişiklikler olacak. Kongre delegasyonu aksi yönde bir tavır göstermezse parti isminde bir değişiklik olacak ve yerel seçim çalışmalarına başlayacağız.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Yeşil Sol Parti’de 14 ve 28 Mayıs’ta yapılan seçimlerden sonra başlayan muhasebe sürüyor. Geniş kapsamlı gerçekleştirilen mahalle, ilçe ve il halk toplantılarını tamamlandı.

Bölgesel konferanslara başlayacak olan her iki parti, genel merkez komisyonlarını oluşturarak, konferansların ardından eylül ayında Yeşil Sol Parti kongresini gerçekleştirecek.

Artı TV’den Ahmet Ayva’nın bir çok başlıkta sorularını yanıtlayan Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Kongrede Yeşil Sol Parti’nin adının, tüzüğünün ve eş başkanlarının değişeceğini açıkladı. Oluç, toplantılar sürecine dair şunları söyledi:

“Toplantılar sürecinde öneriler ve eleştiriler tutanak altına alındı. Tutanaklar genel merkezimizde kurulan komisyon tarafından değerlendirilecek ve bunlar konferans ve kongre süreci için kararlar haline getirilecek ve dolayısıyla bu sürecin sonuna doğru yaklaşıyoruz.”

Saruhan Oluç, ilk kez parti ismin değişeceğini de açıkladı: “Eylül ayında olağan üstü büyük kongremizi yapacağız. O kongreyi yapmakla birlikte hem parti yönetiminde, hem eş başkanlarda bir değişim ortaya çıkacak. Parti tüzüğünde değişiklikler olacak. Kongre delegasyonu aksi yönde bir tavır göstermezse parti isminde bir değişiklik olacak ve yerel seçim çalışmalarına başlayacağız.”

İki partinin seçmende yarattığı kafa karışıklığının yeni parti ile önüne geçileceğini dile getiren Saruhan Oluç, “14 Mayıs seçimlerinde adeta iki parti gibi davrandık. Hem yapılan çalışmalar açısı bakımından hem de kadroların çalışması açısından baktığımızda bunun yarattığı çok büyük handikaplar oldu gerçekten” dedi.

Saruhan Oluç, yerel seçimlerde nasıl bir yol izleyeceklerine dair ise, “Şu an yerel seçim tartışması yürütmüyoruz. Yeni seçilecek yönetim, eş başkanlar ve parti meclisi ile birlikte bu tartışmayı başlatacağız” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

YSP’li Meral Danış Beştaş: Biz Yenilmedik

Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, eylülün ilk yarısında büyük kongreye gideceklerini belirterek, bu süreçten yeniden inşa, yapılanma, yenilenme, güçlenme ile çıkmayı hedeflediklerini dile getirdi ve ekledi:

“Bu toplantı sadece yönetimleri, parti genel merkezini, vekilleri, il ve ilçe örgütlerini ya da belediyeleri eleştirme toplantıları değildir. Aynı zamanda özeleştiri toplantılarıdır. Hepimiz de kendimize dönelim: ‘Biz ne yaptık?.’ Bunu yapmazsak eksik kalırız. Biz yenilmedik. Bunu aklımıza tekrar tekrar koyalım ve düşünelim.”

Beştaş, sözlerini söyle sürdürdü: Başarısız olduk, başarılı değiliz daha doğrusu ama yenilmedik. Bütün devlet politikasına, karşımızdaki bütün mekanizmaya, bütün aygıta rağmen, bu kara propagandaya rağmen 61 vekil ile çıktık. Hedefimiz çok daha yüksekti, doğru. Bu konuda başarılı değiliz. Ama onların amacı, bizi tamamen aslında bitirmeye yakın bir noktaya getirmekti.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Yeşil Sol Parti, yeniden yapılanma süreci kapsamında Erzurum’da halk toplantısı düzenledi. Toplantıya Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili ve Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş ile Yeşil Sol Parti Ağrı Milletvekili Heval Bozdağ da katıldı.

Artı Gerçek’in aktardığı habere göre, Türkiye’nin 14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta geleceğini ilgilendiren çok önemli bir seçim yaptığını hatırlatan Beştaş, AK Parti iktidarının 2015’ten sonra MHP ile kurduğu ittifakla başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye halklarına, tüm farklı kimliklere, ezilenlere, kadınlara, gençlere, yoksullara tarihinin en büyük zulüm ve baskı politikasını uygulayarak bugünlere geldiğini belirtti.

HDP’ye açılan kapatma davası sebebiyle seçimlere Yeşil Sol Parti’den girme kararı alındığını anlatan Beştaş, seçimle ilgili şu değerlendirmede bulundu:

“Seçim sonucunda maalesef yine sadece Türkiye toplumunda değil, Kürt toplumunda da sanki ‘öldük, bittik, bundan sonrası yok, yenildik’ gibi psikolojik olarak bir umutsuzluk havası hakim olmaya başladı.

Sadece Erzurum’da, Ağrı’da, Diyarbakır’da değil diğer illerde de bu oluştu. Çünkü AKP ile MHP’yi gönderme konusunda çok geniş, yaygın bir kanaat oluşmuştu. Bütün toplumda oluşmuştu. Bu kadar hırsızlıkla, yolsuzlukla, baskı politikasıyla, ırkçılıkla bu iktidarın devam edemeyeceği yönünde aslında bir görüş birliği vardı. Ne oldu, onu birlikte tartışacağız.”

“Biz yenilmedik”

Eylülün ilk yarısında büyük kongreye gideceklerini belirten Beştaş, bu süreçten yeniden inşa, yapılanma, yenilenme, güçlenme ile çıkmayı hedeflediklerini dile getirdi. Beştaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu toplantı sadece yönetimleri, parti genel merkezini, vekilleri, il ve ilçe örgütlerini ya da belediyeleri eleştirme toplantıları değildir. Aynı zamanda özeleştiri toplantılarıdır. Hepimiz de kendimize dönelim: ‘Biz ne yaptık?.’ Bunu yapmazsak eksik kalırız. Biz yenilmedik. Bunu aklımıza tekrar tekrar koyalım ve düşünelim.

Başarısız olduk, başarılı değiliz daha doğrusu ama yenilmedik. Bütün devlet politikasına, karşımızdaki bütün mekanizmaya, bütün aygıta rağmen, bu kara propagandaya rağmen 61 vekil ile çıktık. Hedefimiz çok daha yüksekti, doğru. Bu konuda başarılı değiliz. Ama onların amacı, bizi tamamen aslında bitirmeye yakın bir noktaya getirmekti.”

Paylaşın

Yeşil Sol Parti’de Yeni İsim Arayışı

Partide “Yeşil Sol Parti” isminin uzunluğu nedeniyle çalışmalarda zorluklara neden olduğunu söyleyenler, “BDP” ya da “HDP”de olduğu gibi harf olarak kolay kısaltılabilecek isim bulunmasını isteyerek, “Üç harflilere dönelim” çağrısı yapıyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) devam eden kapatma davası nedeniyle seçimlere Yeşil Sol Parti ile girdi. Dava sonuçlanana kadar da milletvekillerinin bu parti çatısı altında Meclis çalışmalarını sürdürmesi bekleniyor.

Ancak eylül ayında kongreye hazırlanan Yeşil Sol Parti’de yönetimin yanı sıra tüzükte de değişiklik gündemde. HDP fikriyatını yansıtan tüzük maddelerinin bir kısmının Yeşil Sol Parti tüzüğüne aktarılması bekleniyor. Kongrede isim değişikliği de gündemde olacak gibi görünüyor. HDP ve öncülü siyasi partilerin isimlerinde geçen “halk”, “demokrasi” ya da “barış” kavramlarından birinin yeni parti isminde yer alabileceği konuşuluyor.

Gazete Duvar’da yer alan habere göre kongre öncesi il toplantılarında tabandan da isim değişikliği yapılması yönünde talepler gelmeye başladı. “Yeşil Sol Parti” isminin uzunluğu nedeniyle çalışmalarda zorluklara neden olduğunu söyleyenler, “BDP” ya da “HDP”de olduğu gibi harf olarak kolay kısaltılabilecek isim bulunmasını isteyerek, “Üç harflilere dönelim” çağrısı yapıyor.

Sırrı Süreyya Önder aradı Gökhan Günaydın buldu

Öte yandan Yeşil Sol Partili Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in yönettiği Meclis Genel Kurulu’nda, Yeşil Sol Partili Beritan Güneş Altın’ın milletvekillerini Kürtçe ve Arapça selamlaması tartışma konusu olmuştu. Önder, bu duruma müdahale çağrısına karşı çıkmış, “Bu kadar telaşa mahal yok, selam Allah’ın selamı, ya alırsınız ya almazsınız, dili de önemli değil” demişti.

İYİ Partililerin ısrarı sürünce Önder, “Burada bir şey şerh ediliyor. ‘Şerh etmek’ Arapça, ‘Müdahale edin’ deniliyor, ‘Müdahale’, ‘duhul’dan gelir, o da Arapça. Vekil de Arapça bir selam vermiş yani buraya girersek çıkamayız” dedi. Tartışma böyle sonlandı ama Önder’in devam eden Genel Kurul çalışmalarında Türkçe kelime arayışı bitmedi.

Görüşülen teklifle ilgili bir değerlendirme yapmak isterken Önder, “Bu düzenlemeyi yaparken ortak bir mutabakatla ya da asgari bir ‘konsensüsle’ diyelim, has Türkçe kelime bulmaya çalıştım bulamadım. Mutabakat da Türkçe değil, konsensüs da… ‘Uyumla’ diyelim…” dedi. Önder doğru Türkçe kelimeyi ararken imdadına CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın yetişti ve “uzlaşma” dedi. Önder de, “Uzlaşmayla, evet, doğru” diyerek konuşmasına devam etti.

Paylaşın

HDP’de “Yerel seçimler” İçin Kritik Tarih Ekim

Meclis çalışmalarını Yeşil Sol Parti (YSP) atında yapan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 2024’te yapılacak yerel seçimlere ilişkin alacağı karar, siyasetin önemli gündem başlıkları arasındaki yerini koruyor.

HDP Eş Genel Başkan Pervin Buldan, yerel seçimlerde, “büyükşehirler başta olmak üzere bütün illerde aday çıkaracaklarını” açıklaması da, siyaset kulisleri hareketlendirmiş durumda.

Partide, yerel seçimlere yönelik özel gündemli görüşmelerin yapılmadığı, “her ilde aday çıkarılması yönünde bir parti kararı bulunmadığı” öğrenilirken, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçim sürecinin noktalanmasının ardından hedefine ulaşamadığını açıklayan, ardından özeleştiri sürecine giren HDP’de kongre takvimi işletiliyor.

Başta eş genel başkanlar olmak üzere parti yönetiminin büyük oranda değişeceği HDP’de daha sonra yerel seçimler için aday belirleme çalışmaları hız kazanacak.

Birgün’de yer alan habere göre; Partinin kongreden sonra 81 ildeki adaylarını belirleyeceği ancak bazı büyükşehirler için son kararın kongre sonrası verebileceği iddia edildi. Ancak parti yönetimi, bu durumu düşük bir ihtimal olarak değerlendiriyor.

Seçimlerdeki başarısızlığı kabul eden isimler arasında yer alan ve tabanın sesinin yeterince dinlenmediğini kaydeden HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yerel seçimler hakkında yaptığı açıklamada, “İktidar bir kez daha devletin bütün imkanlarını kullanmaya çalışacak.

Biz de, bütün illerimizde büyükşehirler başta olmak üzere her yerde adaylarımızı çıkararak bu mücadelenin içerisinde varlığımızı ve mücadelemizi bir kez daha ispat etmek üzere, bu seçimlerde iyi bir çalışma temposuyla büyük bir başarı elde etmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz” dedi.

Pervin Buldan’ın bu açıklaması, özellikle Millet İttifakı tarafından yönetilen belediyelerin iktidar tarafından kazanılabileceği yorumlarına neden oldu.

Büyük kongre için çalışmalarını yürüten HDP ise “tabanın sesine kulak verecek.” Edinilen bilgiye göre özellikle cumhurbaşkanı adayı belirlemeyen ve bu nedenle oy kaybına uğradığı öne sürülen partide, bu kez adaylar kesin olarak belirlenecek. Bu kararda özellikle son yerel seçimden sonra HDP’li belediyelere atanan kayyumlara sessiz kalan Millet İttifakı’nın rolü olduğu da bildirildi.

Kapatma davası

HDP’nin bir diğer önemli gündem maddesi, yeni parti. Seçimlere Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi çatısı altında giren parti yönetimi, kongre sürecine kadar HDP ile mi yola devam edeceklerini yoksa ismini değiştirerek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne mi geçiş yapacaklarını belirleyecek. Kapatma davası nedeniyle HDP’nin geri planda kalabileceği ifade edildi.

Paylaşın

HDP Ve YSP’den “Kurban Bayramı” Mesajı: Eşitlik, Özgürlük Ve Barış

Kurban Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımlayan HDP ve YSP, mesajında, “Kurban Bayramının eşitlik, özgürlük ve barış getirmesini diliyoruz. Halkımızın ve Ortadoğu halklarının bayramı kutlu olsun!” ifadelerine yer verdi.

Haber Merkezi / Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eş Sözcüleri Çiğdem Kılıçgün Uçar ve İbrahim Akın, Kurban Bayramı öncesi, Türkçe ve Kürtçe olarak, “Özgürlüğe ve barışa vesile olması dileğiyle halklarımızın bayramını kutluyoruz” başlıklı bir kutlama mesajı yayınladı:

“Ne yazık ki büyük toplumsal sorunların, derinleşen ekonomik ve siyasi krizlerin, yoksulluğun, eşitsizliğin ve başta Kürt halkı olmak üzere topluma yönelik çok yönlü saldırıların gölgesinde Kurban Bayramını karşılıyoruz.

Ancak bayramları gerçek anlamlarına kavuşturabilir; dayanışma, paylaşma ve özgürleşme esaslarına dayalı toplumsal varoluşumuzu yeniden yaratabiliriz. Hayalini kurduğumuz savaşsız, sömürüsüz ve özgür yaşamı yaratmak mücadele gerekçemizdir. Bu vesileyle Kurban Bayramının eşitlik, özgürlük ve barış getirmesini diliyoruz. Halkımızın ve Ortadoğu halklarının bayramı kutlu olsun!”

“Cejna Qurbanê li gelê me pîroz be

Gelê me di bin şert û mercên giran, êrişên piralî, tehdidên tunebûnê de Cejna Qurbanê pêşwazî dike. Em hêvî dikin ku Cejna Qurbanê ji bo gelê me, gelên Rojhilata Navîn bibe sedema azadî, aştî û wekheviyê. Bi vê wesileyê em dikarin ji nû ve bingeha xwe ya civakî xurt bikin, pirsgirêkên xwe çareser bikin li hemberî êriş û tehdidên piralî xwe bi rêxistin bikin. Armanca jiyanek wekhev û azad ji bo me sedema têkoşînê ye û heya ku ev em bigihêjin vê armanca xwe emê têkoşîna xwe bidomîn in. Bi vê mabestê Cejna Qurbanê li gelê me li gelê Rojhilata Navîn û hemû mirovahiyê pîroz be.”

Paylaşın

YSP’li Beştaş’tan “Yerel Seçimler” Açıklaması: Niye Aday Çıkarmayalım?

Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “Yerel seçimlerde aday çıkaracak mısınız?” sorusuna, “Kendi adayımızı çıkarmak için karar almamıza gerek yok. Aksini yapar da çıkarmazsak karar alırız. Bunu dün birkaç yere söyledik. Biz niye aday çıkarmayalım, biz bir partiyiz. İddiamız büyük; muhalefetin odağı olacağız ve Türkiye’de demokratik bir muhalefeti yükselteceğiz. Adayımızı çıkarmama gibi bir durum yok” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “İstanbul’da biz milyonlarca oy alıyoruz, Ankara’da da yüzbinlerce oy alıyoruz. Partinin işleyişi ve seçimlerin önemi nedeniyle aday çıkarırız. Tabii ki partimizin yetkili kurulları yeni gelişmeler olursa bunu değerlendirir, varsa çıkarmama ihtimali o zaman açıklanır. Ama şu an bizim parti kurullarımızda bu tartışılmamış, söz konusu edilmemiş. Biz şu anda konferansa ve kongremize yoğunlaşmış durumdayız.”

Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş’ın açıklamaları şöyle:

Yeni yasama dönemine başladık, 28’inci Yasama Dönemi dün itibariyle gündemine başladı. Henüz bir kanun teklifi yok, araştırma önergeleri ve komisyon seçimleriyle devam ediyoruz çalışmalara. Seçimi de kısaca değerlendirmek gerekirse çok önemli bir seçim dönemini geride bıraktık. Maalesef, iktidarın her türlü olanağı fütursuzca kullandığı, hiçbir hukuk kuralını tanımadığı, halkın mağduriyetini sonuna kadar kendi lehine sömürdüğü bir seçim kampanyası ile karşı karşıya kaldık.

İktidar kazanmadı aslında. Kazanma dedikleri 1,5-2,5 puanlık fark da yeni ortakları ile birlikte toplumsal meşruiyeti bulunmayan bir sonuçtur. Bütün dünya da Türkiye kamuoyu da biliyor ki asla adil bir seçim yapılmadı ve muhalefete karşı ilkesiz, fütursuz, sınırsız her türlü sahtekarlık ve yalan seçim çalışmalarının odağında oldu.

Bize yönelik değerlendirmeleri de birazdan yapacağım, ama ondan önce şunu söyleyeyim. 28’inci Yasama Döneminde de Yeşil Sol Parti olarak biz muhalefetin odağı olacağız. Aktif, etkin, halk yararına, toplumun beklentilerini karşılayan, gerçek sorunların konuşulup tartışıldığı, hakikatlerin gizlenmediği, yalanla mücadele edeceğimiz bir parlamento dönemi olacak. Tabii ki toplumla ve toplumsal dinamiklerle birlikte sahada mücadelemizi de sürdüreceğiz.

İktidar şunu unutmasın ki, toplumun yarısı bütün bu hukuksuzluklara rağmen kendilerine onay vermemiştir. Ülkeyi ikiye bölmek, kutuplaştırmak, nefret iklimini yaygınlaştırmak toplumun yararına değildir; geleceği daha da belirsiz hale getirmektedir. İddiamız geleceğin öngörülebilir, şeffaf ve güvenli olacağı, yurttaşların huzur içinde yaşayacağı bir Türkiye yaratmaktır. Barış içinde kardeşçe bir yaşamın temellerini atmaktır. Bunun için biz var gücümüzle mücadeleye devam edeceğiz.

Bildiğiniz gibi dün asgari ücret belirlendi, fakat mesele doğru tartışılmıyor. Sanki Erdoğan’ın işçilere emekçilere gönlünden kopan bir paraymış gibi, bir lütuf olarak kamuoyuna yansıtılıyor. Ama gerçekler bambaşka. Biz meseleyi farklı şekilde görüyoruz. Bu önemli ama gündemi neden bu kadar meşgul ediyor? Çünkü çalışan nüfusun neredeyse yarısı asgari ücretli olarak çalışıyor. Asgari ücrete mahkum edilmiş bir toplum olma gerçeğini görmek zorundayız. Bu temel meseledir.

Önce neden toplum asgari ücretle çalışıyor, neden buna mecbur bırakılıyor bunu güçlü bir şekilde tartışmamız gerekiyor. Bu ücret 11 bin 402 lira olarak belirlendi, sefalet ücretidir. Emekçilere reva görülen 11 bin 402 lirayı kabul etmiyoruz Yeşil Sol Parti olarak. Milyonlarca emekçi bu asgari ücretle açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmiştir. Bu meseleye rakam meselesi olarak bakmadığımızı ifade etmek istiyorum. Yoksulluk sınırının 33 bin lira olduğu bir ülkede, 11 bin 402 lira ile bir hanede iki kişi bile çalışsa yoksulluk sınırına yaklaşamıyor. Bu realiteyi hepimizin görmesi lazım.

Türkiye’de asgari olarak asgari ücretin 16 bin 250 lira olması gerektiğini Ekonomi Komisyonumuz açıklamıştı, bunu tekrar ediyoruz. Ancak asgari ücret temel ücret olmaktan çıkarılmalıdır. Her türlü sömürüye karşı olan bir parti olarak, insanın doğayı kar uğruna sömürmesine de insanın insanı sömürmesine de,  emeğin sömürülmesine de sonuna kadar karşıyız. Bu para sabun köpüğü gibi uçup gidecek. Gelen zamlar mutfak masrafları, akaryakıt ve her türlü zam karşısında bu ücretin bir ay sonra bir anlamı kalmayacak.

Bu asgari ücret pazarlığı yapanların, bunun çok iyi bir rakam olduğunu söyleyenlerin mutfak alışverişini kendilerinin yapmasını öneriyoruz ya da arabaya 300 km için yakıt alsınlar bakalım ne kadar seyahat edebilecekler. Yani şişirilmiş verilerle, toplum nezdinde güvenilirliği tartışılan TÜİK rakamlarıyla yapılan bu değerlendirmeyi kesinlikle rasyonel bulmuyoruz. Bu para bazılarının koluna taktığı çantaya yetecek düzeyde değildir, onlarca yüzlerce kat daha fazladır.

Seçim döneminde odak yine kutuplaştırmaydı

Biliyorsunuz seçim dönemine ilişkin ayrıca değerlendirme yapacağımı söylemiştim. Bu seçim döneminde odak yine kutuplaştırmaydı, “terörö” retoriğiydi. Muhalefete HDP üzerinden büyük bir saldırı planlamışlardı. Toplumu bölmek ve kutuplaştırmak üzerinden, “Kürt sorunu yoktur, biz Kürt sorununu çözdük, terör sorunu vardır” safsatasıyla bu kampanyayı yürüttüler.

Maalesef basın yayın organlarının ezici çoğunluğunun onların denetimlerinde olması sebebiyle, toplumun en büyük kesimi bu propagandaya maruz kaldı. Karadeniz’den Ege’ye, Ege’den Marmara’ya, İç Anadolu’ya milyonlarca insan sahte videolarla, asılsız konuşmalarla, sanki Türkiye’de bunlar gerçek ve yaşanıyormuş gibi bir algıyla oy vermek durumunda kaldı. Ya da başka yöntemlerle vermiş gibi göründüler.

Kürt sorunu orta yerde duruyor. Kürt sorunu çözülmedi, çözdüğünü iddia edenlere bugün birkaç başlıkla yanıt vereceğim. Bu meseleyi bu şekilde konuşarak sadece milyonlarca Kürt yurttaşı daha çok yaralıyor ve birlikte yaşama duygusunu zedeliyor, geleceği güvensiz hale getirmekten başka bir iş yapmamış oluyorsunuz. Dün bir suikast yapıldı. Nerede? Silahlı insansız hava aracıyla Kuzey Doğu Suriye’ye bağlı Qamişlo Kantonunda bir aracın içinde bulunan Kantonun Eşbaşkanı Yusra Dewrêş, Eşbaşkan Yardımcısı Lima Sivaş ve şoför Firat Tuma katledildi.

Bunu biz sorarsak belki bu akşam yine aynı yayınlar yapılacak. “Teröristler ve biz öldürdük. Biz terör ile mücadele ediyoruz”. Hayır, bu terör ile mücadele değil! Bu, uzayda da olsa Kuzey Kutbunda da olsa, dünyanın neresinde olursa olsa bir Kürdün yaşamasına tahammülsüzlüktür. Kürtlerin kendi kendini yönetmesine tahammülsüzlük ve tanımamadır. “Her yerde bizim hedefimizsiniz” demektir. İşte Kürt sorunu budur.

AKP Kuzey Doğu Suriye’ye operasyon yapmak istiyor. Ama uluslararası mekanizmalardan, özellikle ABD ve Rusya’dan yeşil ışık alamıyor ve bu yüzden operasyon yapamıyor. Bu sefer sivillere yönelik sistematik suikastlara ve katliamlara yöneldi. Bu ne demek Kürtler için? Türkiye içinde zaten hukuk uygulanmıyor.

Hukukun esamesinin olmadığını cenaze törenine katıldığım, morgda annesiyle tanıştığım, üniversite sınavını kazandığı öldüğü gün öğrenilen Medeni Yıldırım’dan biliyorum. 2014’te askerlerin açtığı ateş sonucu Çözüm Sürecinde katledildi. Medeni Yıldırım 19 yaşındaydı. Bu da nüfus bilgileri, nüfus cüzdanı, bu tişörtü annesi yapmış, bana mezarlıkta verdi. “Lütfen bunu göster. Benim 19 yaşındaki oğlumu katlettiler, oğlumun tek talebi savaş bitsindi” dedi.

Çözüm Sürecinde kalekollar yapılmasın diye Lice’de demokratik bir etkinliğe, protestoya gitmişti Medeni Yıldırım. Peki, tetiği çeken asker ve talimatı verenlere ne oldu, beraat ettiler. Tek bir gün tutuklu kalmadılar. Annesi 10 yıldır feryat figan çocuğunun katilleri cezasını alsın istiyor. Bu sadece Medeni Yıldırım meselesi de değil; Musa Anter’den Uğur Kaymaz’a, Uğur Kaymaz’dan Ceylan Önkol’a yüzlerce Kürt gencini, çocuğunu öldüren faillere ceza verilmemesidir Kürt meselesi. Biz bunu söylüyoruz ve buna ilişkin binlerce örnek verebilirim.

Peki, bu Kuzey Doğu Suriye’ye ilişkin meselede hukuki bir dayanak var mı? Bunu merak edenler var. Hani o propaganda “terör retoriği” dışında, düşmanlık dışında bunun dayanağı nedir? Bir ülke (Türkiye) başka bir devletin sınırları içinde yaşayan sivillere suikast yapabilir mi, SİHA ile vurabilir mi? Bunun uluslararası hukukta, BM nezdinde karşılığı nedir? Bu suikastlar nerede işleniyor? Kürdistan Bölgesel Yönetiminde, Irak’ta, Hewler ve Süleymaniye’de bir de Kuzey Doğu Suriye’de, Rojava’da. İsveç’te, Almanya’da oluyor mu? Olmuyor! Neden? Çünkü oralarda hukuk devleti var. Buradan orayı vuramıyor ama Kuzey Doğu Suriye’yi rahatlıkla SİHA’larla  vuruyor.

Bir sivil kadını, demokratik bir meşruiyetle seçilmiş bir yöneticiyi ve yardımcısını SİHA ile vuruyor. Buna hukuk mu diyeceğiz, hayır diyemeyiz. Burada meşrulaştırmaya çalışıyorlar bu cinayetleri. Hukuk ne diyor? Cenevre Sözleşmesinin 4’üncü ek protokolü ne diyor? Sivil siyasetçilere yönelik, sivil nüfusa yönelik saldırıdır. Savaşlarda sivillere dokunulmaz. Silahlı değilse, bir silahlı eyleme girilmemişse o sivildir. Hele hele seçilmiş bir yöneticiyse bu sivildir. Burada insancıl hukuk belgeleri yok sayılıyor.

Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesinin ortak 3’üncü maddesinde sivilleri kasıtlı olarak öldürmek yasaklanmıştır. Hedef belirleyerek bir sivili öldürmek yasaktır. Geçen haftalarda Hüseyin Arasan Süleymaniye’de öldürüldü bir suikast sonucu. Hüseyin Arasan kimdir? Sürgüne gitmiş, Türkiye’de katıldığı bir etkinlikte ceza almış, orada yaşıyor, sivil bir hayat sürüyor. Türkiye gidip Hüseyin Arasan’ı öldürüyor ve “ben terör ile mücadele ediyorum” diyor. Yahu Hüseyin Arasan’ın iadesini isteyebilirsin.

Burada cezasını çekmesini isteyebilirsin, bunun dışında nasıl katledebilirsin? Onun dışında Süleymaniye ve Hewler’de çok sayıda sivil katledildi. BM 2/4 maddesi gereğince, tüm üyeler uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse de BM’nin amaçlarıyla bağdaşmayacak şekilde kuvvet kullanımına başvurmaktan kaçınıyorlar. AKP buna ne diyecek? Meşru savunma diyecek, BM’nin 51’inci maddesi diyecek.

Zaman zaman Genel Kurul’da tartışma konusu oldu. 51’inci madde var mı burada? Hewrin Xelef’in kendisi de belediye başkanı bir siyasetçiydi, öldürüldü. Türkiye’ye ne yapmış ki öldürüyor? Orada halkın seçtiği bir belediye başkanı, diğeri kanton başkanı. Demokratik meşru bir yönetimi tanımadıkları için “biz öldürebiliriz” diyor.  Böyle bir şey yok hukukta. Uluslararası hukuk bunu yasaklıyor ve dünya buna sessiz. Öldürülen Kürt, öldüren “terör ile mücadele ediyorum” diyen bir devlet var karşımızda. Bu ilk katliam değil.

Daha önce Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Xelef aracı durdurularak katledilmişti. BM, bu konuda daha sonra bir bildiri yayınladı. Türkiye’nin gözetiminde olan Ahrar-u Şarkıya mensuplarının yaptığına dair somut veriler olduğunu, bu infazın savaş suçu kapsamında olduğunu BM ifade etti. Aynı raporda bu savaş suçundan Türkiye’nin de sorumlu tutulabileceği not edildi BM kararında. Bütün bu tespit ve belgelere rağmen Hewrin Xelef’in faili Ebu Fatih Şakra 6 Haziran’da Mardin Artuklu Üniversitesinden mezun oldu. Türkiye’ye ait bir devlet üniversitesinden mezun oldu.

Burada sadece Türkiye sorumlu değildir, BM ve uluslararası toplum ve mekanizmalar da bundan sorumludur. Burada katledilen Kürtlerdir, Kürt kadınlardır. Kadınların hedef seçilmesi de ayrıca tartışılmalıdır. Çünkü bu Kürt kadın mücadelesine de ayrı bir yönelimin olduğunu gösteriyor. İki hafta önce Mardin Artuklu’ya ilişkin bu mezuniyet kamuoyunda yer aldı ve hak ettiği tartışmayı yaratamadı. Kimse demedi ki bir kadın siyasetçiyi katleden kişi nasıl Türkiye’de üniversite okuyabilir. Böyle bir hukuk sistemi olabilir mi? Hayır. Sorgulayan yok.

Başka bir şey daha sorayım IŞİD Türkiye’nin terör listesinde ya, tamam kabul ediyoruz. IŞİD’e karşı bugüne kadar Suriye’de hangi operasyonu yaptınız? Buradan resmi olarak yetkililere soruyorum. Bağdadi’yi ABD vurdu sizin sınırın ötesinde görüş mesafesinde. Size haber vermeden vurdu çünkü size güvenmiyordu. IŞİD ile işbirliğiniz konusunda ciddi şüpheleri vardı, ellerinde veriler vardı.

Hunharca kadınları köle pazarlarında satan, katliam yapan IŞİD’e, uluslararası barbarlığın simgesi olan bir örgüte tek bir operasyon yapmayacaksınız ama gidip demokratik siyaset yapan, sivil siyaset yapan, halkların oylarını alan kişiyi kendi ülkeniz dışında katledeceksiniz. İşte bu tam da  Kürt düşmanlığıdır bu. Nerede olursa olsun Kürtlerin statüsüne, diline, kültürüne, varlığına düşmanlık yapmaktır. IŞİD’liler de o kadar şey değil. Türkiye’de ticaret yapıyorlar, sonuçta şirketler kuruyorlar, birçok yerde merkezleri var. Böyle bir ayrıcalıkları var. Neden İsveç’te yapamıyor bu suikastları, oradan iade istiyor? Diyelim ki suç işlemiş, Türkiye’de cezası var, soruşturması var aranıyor.

Bunun hukuki belgeleri var, isterseniz iade alırsınız, tutuklanır ceza alır. Bir devlet meşruiyetini hukuktan, halkın desteğinden alır. Ben şu an sokakta bir polis olsam, bir vatandaş diyelim ki bana kafa tuttu, mukavemet etti çekip vurabilir miyim? Hayır, hukuk bunu yasaklıyor. Diyor ki onu yakalayabiliyorsan suçunun cezasını çektirebilirsin. Kendini ölümden korumak dışında vuramazsın. Elinde silah bile varsa, cinayete teşebbüs yoksa ayağına sıkabilirsin. Uluslararası alanda başka bir devlete gidip siyasetçiyi vurmak kesinlikle savaş suçudur. Bu, mahkum edilmelidir.

“Kürt sorununun yüzde 95’ini çözdük” diyen kendisine Kürt siyasetçiler var ya, neyi çözdünüz? Kürt çocuklarının panzer altında ezilmesini mi çözdünüz, Medeni Yıldırım’ın katillerinin elini kolunu sallaya sallaya dolaşmasını mı çözdünüz? Kürtçe tiyatroların kaymakamlarca yasaklanmasını mı, Kürtçe tabelaların yasaklanmasını mı çözdünüz? Kürt dilinin yasaklılığını mı çözdünüz? Hala Kürtçe konuşamıyor insanlar.

“Ben Kürdüm, anadilimi istiyorum, özgür yaşamak istiyorum”

Kürt meselesi bir çocuğun doğduktan sonra hayatı anlamaya başladığı andan itibaren başlıyor. Ben kendi hayatımdan söylüyorum. Okula gittiğimde benim dilimi niye öğretmen bilmiyor diye sorgulamaya başladım.  Kürt çocukları eğitimde başarısız oluyor, zeki olmadıkları için değil anadilinde eğitim olmadığı için. Ha diyorlar ya birkaç bakan var Kürt. Ne alakası var ya? Yani etnik olarak Kürt bir anne ve babadan doğmuş olabilirsin, ama ben Kürt değilim Türk’üm de diyebilirsin. Bu senin tercihindir.

Ama Kürt meselesini reddedersen ve Kürtlerin hak ve özgürlüklerini talep etmezsen sadece hizmet edersin, o zaman önemli değil Kürt bakan olabilirsin. Ama ben Kürdüm, dilimle konuşmak istiyorum, özgürlük, adalet istiyorum, haksızlıkların sona ermesini istiyorum dediğiniz zaman siz makbul değil teröristsiniz. Şu anda Türkiye’de milyonlarca Kürt terörist yaftası yemiş durumda. Bunu Yeşil Sol Parti olarak asla kabul etmeyeceğiz. Bunun karşısında duracağız, her yerde mücadelesini yürüteceğiz ve seçimlerde sadece Kürtlerin birer oy olarak değerlendirilmesini de artık Kürt halkı kabul etmeyecek.

Bu konuda söyleyecek çok şey var, çok örnek var. Ben bilerek dünkü suikast ve katliamdan başladım. Türkiye’de de bu konuda sayısız örnek verebilirim. Son bir örnek vereyim. Garibe Gezer cezaevinde tutukluyken cenazesi çıktı. Ölümünün cinayet olduğu yönünde çok güçlü iddialar var. Personelden ya da diğerlerinden tek bir kişi tutuklanmadı. Garibe Gezer’in öldürülmesine dair soruşturma yapmayan, ceza vermeyen zihniyet tarafından, Yargıtay tarafından dün müebbet hapis cezası onandı. Ölü birinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası onandı.

İşte Kürt meselesi bu! Ölüsüne bile ceza veren bir zihniyetle, bir siyasetle karşı karşıyayız. Bu sadece dile, kültüre, sanata, statü talebine değil doğasına da düşmanlık yapıyor. Keşke buradaki basın mensupları Dersim’e, Hasankeyf’e, Mardin’e gitse, Muş’un Şenyaylası’na, Ağrı’ya, Erzurum’a gitse. Oralarda nasıl bir doğa kırımı olduğunu göreceksiniz. En son Diyarbakır’ın Lice-Kulp-Hazro ilçe sınırları içinde Taşköprü olarak da bilinen Geliya Goderne isimli tarihi bölgede ağaç kesimleri hızla yapılıyor. Ekolojik kıyımla vadide insansızlaştırma var. İnanılmaz derecede bir tepki var oradaki yurttaşlardan. Kim yapıyor?

Korucular kesiyor, kesilen ağaçlar kamyonlarla taşınıyor ve bu kamyonlara da zırhlı araçlar eşlik ediyor. Ağaç taşınmasına, kesilmesine neden zırhlı araç eşlik ediyor? Belli ki onlar da bunun bir suç olduğunu biliyorlar. Sistematik bir devlet suçuyla karşı karşıyayız. Sorduğumuzda güvenlik için ağaç kesiyoruz diyorlar. Ne güvenliği? Hani bitirmiştiniz, hani ayakkabı numaralarını biliyordunuz, hani tek tek tanıyordunuz! 2023 yılında neyin güvenliği için ağaç kesiyorsunuz? Hangisi doğru? İkisi de yalan, çünkü hayatları yalan! Muş Şenyayla’da da aynı kırım yapılıyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu ama bunun da Kürtlerin coğrafyasının da düşmanlık kapsamında olduğunu söyleyeyim.

Soru: Yerel seçimlerde aday çıkaracak mısınız? Bu yönde karar alacağınız konuşuluyor.

Kendi adayımızı çıkarmak için karar almamıza gerek yok. Aksini yapar da çıkarmazsak karar alırız. Bunu dün birkaç yere söyledik. Biz niye aday çıkarmayalım, biz bir partiyiz. İddiamız büyük; muhalefetin odağı olacağız ve Türkiye’de demokratik bir muhalefeti yükselteceğiz. Adayımızı çıkarmama gibi bir durum yok. İstanbul’da biz milyonlarca oy alıyoruz, Ankara’da da yüzbinlerce oy alıyoruz. Partinin işleyişi ve seçimlerin önemi nedeniyle aday çıkarırız. Tabii ki partimizin yetkili kurulları yeni gelişmeler olursa bunu değerlendirir, varsa çıkarmama ihtimali o zaman açıklanır. Ama şu an bizim parti kurullarımızda bu tartışılmamış, söz konusu edilmemiş. Biz şu anda konferansa ve kongremize yoğunlaşmış durumdayız.

Paylaşın

Yüksekdağ’dan “Yerel Seçimler” Açıklaması: HDP-YSP Her Kentte Adayını Çıkarmalı

6 yıldan uzun bir süredir Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP-Yeşil Sol’un mart ayında yapılacak yerel seçimlerde her kentte kendi adayını çıkarması gerektiğini söyledi ve ekledi:

“HDP-Yeşil Sol’un önündeki en doğru ve doğal seçenek doğudan batıya her kentte kendi belediye başkanı ve yerel yönetici adayını çıkarmasıdır. Zaten içinde bulunduğumuz yeniden yapılanma, tabandan politika belirleme süreciyle yerel seçim hazırlıkları iç içe geçmiştir. Bu doğru bir şekilde sistematize edildiğinde güçlü bir ön hazırlık zemini oluşacaktır. Yerellerde halkı dinleme, politikaya katılım kanallarını ardına kadar açma pratiği, doğru adaylar verimli strateji ve kazanım zeminini büyütecektir.”

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın genel seçimlerde beklentinin altında oy almasını da değerlendiren Yüksekdağ, “Emek ve Özgürlük İttifakı çıkış gerekçeleri itibariyle doğru bir yönelimdi. Halen de amaçları bakımından yanlış olduğu söylenemez. Ama politika canlı ve somut bir hakikattir. Süreç yönetimi ise başat unsurudur. Canlı gerçekten kopunca süreç yönetimi de başarılamıyor. İttifakın asıl sorunu buydu” dedi.

Gazete Duvar’dan Ümit Buget’e konuşan Figen Yüksekdağ, Yerel Seçimler ve Emek ve Özgürlük İttifakı’na ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı.

Yerel Seçimler: HDP-Yeşil Sol’un önündeki en doğru ve doğal seçenek doğudan batıya her kentte kendi belediye başkanı ve yerel yönetici adayını çıkarmasıdır. Zaten içinde bulunduğumuz yeniden yapılanma, tabandan politika belirleme süreciyle yerel seçim hazırlıkları iç içe geçmiştir. Bu doğru bir şekilde sistematize edildiğinde güçlü bir ön hazırlık zemini oluşacaktır. Yerellerde halkı dinleme, politikaya katılım kanallarını ardına kadar açma pratiği, doğru adaylar verimli strateji ve kazanım zeminini büyütecektir.

Emek ve Özgürlük İttifakı: Emek ve Özgürlük İttifakı çıkış gerekçeleri itibariyle doğru bir yönelimdi. Halen de amaçları bakımından yanlış olduğu söylenemez. Ama politika canlı ve somut bir hakikattir. Süreç yönetimi ise başat unsurudur. Canlı gerçekten kopunca süreç yönetimi de başarılamıyor. İttifakın asıl sorunu buydu. Seçimlerden önce bu gerçeğe bazen kamuoyuna açık, bazen partiye görüşlerimizi iletme düzeyinde işaret edip uyarıcı olmaya çalıştık.

Ancak “Geliyorum” diyen sonucu değiştirmeye yetmedi. Parti yönetimi de tek listeli seçime girmek konusunda epeyce çaba sarf etti. Sanırım en önemli eksiklik, “Mücadele ittifakı olarak devam edelim ama seçim ittifakı tek liste çerçevesinde kurulsun” demek kararlılığını gösterememekti. Bazı kopuş anlarını kaçırınca geriye dönmek mümkün olmuyor. Üstelik bunu göze almak için çok haklı gerekçelerimiz vardı.

Son ana kadar ittifak olarak seçimlere girme tavrından dönme şansımız vardı. Bugün şu soruyu daha net sorabiliriz: Seçime ittifak olarak girmenin ve böylece TİP’in ayrı liste çıkarma tavrını kabul etmemenin ortaya çıkaracağı sorunlar, kaybettiğimiz vekillerden oy ve enerji dağılmasından daha mı kötü olurdu? Aksine bugün stratejik mücadele ittifakı bakımından onarmamız gereken daha büyük tahribatlar oluştu.

Yanlış ve zorlama tutumlar, söylemler, Kürt politik kamuoyunda sosyalist harekete yönelik tepki ve ön yargıların fitilini ateşledi. Çok değerli ve tarihsel bir paradigmanın, ortaya çıkan sorun ve yanlış tutumlar bahane edilerek altı oyulmak istendi. Yani 2023 seçimleri gibi sıra dışı bir anda yaptığınız isabetsiz hamleler durduğu yerin çok ötesinde etkiler yaratır.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın henüz iç değerlendirme sürecini tamamlamadığını biliyorum. Ama görünen köy de kılavuz istemez. Eğer ittifak fikrinin doğruluğundan eminsek -ki öyledir- yanlışlarıyla da açıkça yüzleşmeliyiz. Bu sonraki deneyimlerin başarısını güvenceleyecektir.

TİP ve bütün ittifak bileşenleriyle devrimci dostluk ve dayanışma esaslı ilişkinin yeniden tesis edilmesi önemlidir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yoluna bu ad ve bileşenlerle devam edip etmeyeceğini ise nesnel mücadele zeminlerinde kurulan ortaklık belirleyecektir.

Bugüne kadar alanlarda kendini gösteren bir mücadele ittifakı da baraj aşma dışında bir seçim ittifakı da olamadı. Ya ikisi ya da ikisinden birisi olabilir.

Röportajın tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

YSP’li Oluç’tan İktidara: Gözaltılarla Seçimin İntikamını Mı Almaya Çalışıyorsunuz?

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında konuşan Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, “İki konu bizim açımızdan ilginç olduğu için bunlara değinmek istiyorum. İktidar aslında seçim öncesi tutumunu bir alanda daha sürdürmeye devam ediyor. Gözaltı ve tutuklamalarda. İktidarın bu gözaltı ve tutuklama operasyonlarından bir fayda sağlayamadığını görmemesi gerçekten hayrete düşürücü bir durum” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bakın büyük seçim yenilgisi aldığı Şırnak’ta seçim gününden bugüne kadar en az 100 kişi gözaltına alındı. Bu bir tesadüf mü? Şırnak’taki seçim yenilgisinin intikamını mı almaya çalışıyorsunuz? Hakkari’de -3-0 kazandığımız bir yerden söz ediyorum- seçimin üzerinden 2 hafta geçmeden gözaltılar başladı, 30’dan fazla arkadaşımız gözaltına alındı. Seçim sonuçlarının intikamını mı almaya çalışıyorsunuz?”

Oluç, açıklamasının devamında, “Sadece Şırnak ve Hakkari değil pek çok yerde benzer saldırılar var. Lafı uzatmadan şunu söyleyeyim. Bu tür gözaltı ve tutuklamalarla boyun eğdirme anlayışının tutmadığını defalarca gördünüz, bir kez daha göreceksiniz. Bunlara son verip demokrasi ve hukuk alanında adımlar atmak gerekirken, Türkiye’de yaşayan bütün halkların adalet, demokrasi ve barış ihtiyaçlarına cevap verecek adımlar atılması gerekirken aynı güvenlikçi zihniyet ile devam etmek konusundaki tutum doğru bir tutum değildir” ifadelerini kullandı.

Yeşil Sol Parti (YSP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Saruhan Oluç’un açıklamaları şöyle:

“Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yeni dönemdeki ilk basın toplantımızı yapıyoruz grup olarak. Umarım bundan sonraki çalışmalarda iyi ve verimli bir zaman geçiririz. Meclis çalışmalarına başladı. Bugün Genel Kurulda kurulmuş olacak komisyonlar okunarak çalışmalara başlanacak. Komisyonlar da bugün ilk toplantılarını yapıp divanlarını oluşturacaklar. Bundan sonra da komisyonlarda ve Genel Kuruldaki çalışma takvimi işlemeye başlayacak.

“Geçmiş dönemde Meclis doğru çalışmadı, denetim işlevini yerine getirmedi”

Yeni seçilen Meclis Başkanıyla bir toplantımız da oldu bütün parti grup başkanvekilleri olarak. Orada önerilerimizi ve geçmiş döneme dair eleştirilerimizi dile getirdik. Beklentilerimizi ifade ettik. Meclis Başkanı da büyük bir olgunlukla bu öneri ve eleştirileri dinledi. Bu konuda üzerine düşenleri yapmaya çalışacağını söyledi. Çalışma açısından bu önemli. Temel yaklaşımımız şu oldu yeni dönem çalışmalarına ilişkin. Meclis’in çalışma sisteminin ve yasamanın yürütme karşısındaki pozisyonunun doğru tarif edilmediğini ve işletilmediğini dile getirdik. Bunu daha önceki yıllarda da ifade ediyorduk. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ekonomi ile ilgili tanımlama yaparken “rasyonel zemine döneceğiz” dedi ya dönüp dönmeyeceğini zaten göreceğiz.

“Meclis’te de rasyonel zemine dönülmesi gerekiyor”

Fakat Meclis’te de rasyonel zemine dönülmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Çünkü irrasyonel bir çalışma sistemi burada varlığını sürdürüyor. Doğru teşhisi koyarsak tedavisini de doğru yapabiliriz. Yani yürütmeyi denetleme ve yasa yapma konusunda Meclis üzerine düşeni yapabilecek hale gelmelidir. Denetleme neredeyse yapılamamaktadır Meclis’te. Yürütme üzerinde bir denetleme yetkisi yoktur. 27’nci Döneme denetlemenin bir yolu olan soru önergeleri açısından baktığımızda, yöneltilen 14 binin üzerindeki soru önergesinden sadece 1200 tanesine cevap verilmiştir.

Bu vahim bir durumdur. Yani soru önergeleri ile bile denetim yapamayan bir parlamento söz konusu olmuştur. Kurulmuş olan araştırma komisyonlarına baktığımızda muhalefetin ciddi önerileri olmuştur. Türkiye’nin ciddi sorunlarına ilişkin araştırma komisyonu kurulmasını istemiştir geçtiğimiz dönemde muhalefet ve aynı zamanda partimiz. Fakat bu araştırma komisyonlarının çok büyük bir kısmı iktidar ortakları tarafından reddedilmiştir. Araştırma komisyonları yoluyla da bir denetim imkanı olmamıştır. Yasa yapma biçimi olarak felaket bir sistem olan torba yasada ısrar etmiştir iktidar ittifakı.

Torba yasalar ile yasama faaliyetlerinin olması gerektiği işlemediği ortaya çıkmıştır. Milletvekilleri hangi torba yasa tekliflerinin görüşüldüğünü bilmeden el kaldırıp indirmek zorunda kalmışlardır. Bu sağlıklı bir yasa yapma tekniği değildir. Hatta son zamanlarda yasa yapma o kadar hızlandırılmıştır ki altına imza atmış olan milletvekillerinin içeriğini bilmediklerini açık ve net bir biçimde gördük. Dolayısıyla da bunun değişmesi gerekiyor. Yasa yapma tekniğinin değişmesi, torba yasalardan uzaklaşılması gerekiyor. İhtisas komisyonlarının doğru dürüst çalıştırılması, alt komisyonların doğru dürüst kurulması gerekiyor. Milletvekillerinin sağlıklı bir şekilde yasa yapma faaliyetlerini yapabilmeleri gerekiyor.

“Yeni dönemde yasa yapma aşamalarında STK’ların ve toplumun  görüşleri alınmalı”

Yeni dönemde yasa yapma aşamalarında STK’ların ve toplumun görüşleri alınmalı Demokratik rejimlerde sivil toplum kuruluşları yani halkın örgütlendiği dernekler, sendikalar, odalar aslında yasama faaliyetinin bir parçası haline getirilmelidir. Onların görüşleri, önerileri ve eleştirileri dinlenir. Meclis’teki torba yasa yapma tekniği nedeniyle STK ve doğrudan halk kendi örgütlenmeleri aracılığıyla yasa yapma faaliyetine katılamamıştır yeterince. Bu dönemde umarız bu konuda adımlar atılır.

Yasa yapma süreçlerinde görüşü alınır halkın. Biz bu konudaki çalışmalarımıza devam edeceğiz yeni grubumuzla birlikte. Geçmişte yaptığımız gibi bir taraftan muhalefet çalışmamızı sürdürürken, diğer taraftan da hem yeni çıkarılacak yasalar hakkındaki hem de kurulacak araştırma ve ihtisas komisyonlarındaki faaliyetlerimizle halkın bize verdiği desteğe layıkıyla cevap vermeye çalışacağız. Çalışmalarımızla bu desteğe biz de elimizden geldiğince cevap vereceğiz.

“Halkın kazanımlarını artırmak için hem Meclis’te hem de sokakta mücadeleyi sürdüreceğiz”

Temel haklar ve özgürlükler, demokrasi ve eşitlik konusundaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Adalet ve barış mücadelesini elbette Meclis çatısı altında da sürdüreceğiz. Çalışmalarımızı o anlayışla yapacağız. Ama bir ayağımız da Meclis’in dışında halkın arasında olacağız, en küçük yerleşim birimlerinden başlamak üzere bütün illerde, ilçelerde, köylerde her türlü çalışmamızı sürdüreceğiz. İki ayaklı çalışmamızı bundan evvel de yaptığımız gibi en verimli biçimde gerçekleştirmek istiyoruz. Kararlı bir şekilde bu çalışmayı sürdüreceğiz.

Kazanımlarımızı, genel olarak halkın kazanımlarını korumak ve büyütmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Daha büyük bir emek ve mücadele ile sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalışacağız. Partimizin grubu en çok kadın temsiline sahip olan gruptur. Neredeyse yarı yarıya ulaşmıştır oranlar. Genç bir gruptur elbette ki. Bu temsil özelliklerimizle hem kadınların hem de gençlerin bu toplumdaki taleplerini ve beklentilerini karşılamaya çalışacağız. Rolümüzü en uygun şekilde yerine getirmeye çalışacağız. Meclis ile yerelin ve halkın bağını daha güçlü kurmak için mücadele edeceğiz.

“Asgari ücret iktidarın emekçilere vereceği bir lütuf değil”

Bugün kabine toplanacak ve basından öğrendiğimiz kadarıyla ve elbette ihtiyaç olduğu için kabinenin en önde gelen konusu ekonomi olacak. Asgari ücretle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Şu sıralar Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarını yapmaya başladı. Önemli bir konu ve maalesef bu konu gerektiği gibi ele alınamıyor. Sanki asgari ücret konusu hükümet ile işçi temsilcileri arasındaki bir pazarlık gibi ele alınıyor. Öyle bir noktaya geldi ki özellikle son birkaç yılda, sanki Erdoğan’ın ya da iktidarın işçilere ve emekçilere gönlünden kopan bir lütuf gibi sunuluyor. Konu böyle bir konu değil, herkes bunu biliyor.

Ülkenin yarısından çoğu asgari ücretle geçiniyor ve rakam açlık sınırının çok altında. Asgari ücret neden bu kadar önemlidir sorusunun cevabının verilmesi gerekiyor. Çünkü bu ülkede yaşayan nüfusun yarısından çoğu asgari ücretle çalışıyor. Yani emekçiler, işçiler asgari ücrete mahkum edilmiş durumda. Esas sorun buradan kaynaklanıyor. Bu sorunun çözümüne kafa yorulması gerekirken bu yapılmıyor. Türk-İş’in verilerine göre Mayıs 2023 için Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 10 bin 362 lira oldu, yoksulluk sınırı ise 33 bin 752 lira oldu. Asgari ücret 8506 lira. Şimdi neresinden tutacaksınız da asgari ücreti tartışacaksınız. Yani asgari ücret zaten açlık sınırının çok altında yer alıyor.

“TÜİK rolünü oynayarak asgari ücretten önce enflasyonu düşük gösterdi”

Biz bir rakam telaffuz etmek yerine, sendikaların açlık ve yoksulluk verilerinin ve taleplerinin baz alınması gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz. Aksi takdirde bu süreçte işçi ve emekçiler bir kez daha mağdur edilecek. TÜİK maalesef bir seçim dönemini geride bırakmamıza rağmen yine geçmiş dönemlerdeki rolünü oynadı. Asgari ücretin ve işçi, emekçi ve emeklilerin maaşlarının belirlenmesinde baz alınacak enflasyon rakımını yine düşük gösterdi. Çeşitli hile ve hurdaya başvurarak bunu yaptı. Hazine ve Maliye Bakanına buradan sormak istiyoruz.

TÜİK geçtiğimiz dönemde yaptığı gibi işçilere, emekçilere, emeklilere yönelik büyük hak kayıplarına yol açan irrasyonel hesaplama yönteminden vazgeçip rasyonaliteye dönüş yapacak mı acaba? Hazine ve Maliye Bakanının bu konuda da bir şeyler söylemesi gerekiyor. TÜİK olumsuz rolünü oynamaya devam etmiş, işçinin ve emekçinin ekmeğine göz diken bir kurum haline gelmiştir. Bir kez daha Asgari Ücret Tespit Komisyonuna söylemiş olalım; sendikaların, işçi emekçi temsilcilerinin taleplerine dikkat edin. O talepleri değerlendirin ve bu doğrultuda asgari ücretin saptanması için adım atın.

“Türk lirası 15 günde yüzde 20 değer kaybetti”

Çünkü var olan ekonomi modeli irrasyonel olarak ifade edildi Hazine ve Maliye Bakanı tarafından. Şimdi bakalım rasyonel nasıl olacak. Var olan ekonomi modeli esas itibariyle işçilerin, emekçilerin, dar gelirlilerin çok büyük bir mağduriyet yaşamasına neden oldu. Bu ekonomi modelini unutmadık, tartışmaya devam edeceğiz. Düşük faiz, düşük Türk Lirası yüksek döviz kuru ile ihraç gelirleri artacaktı ve ülkeye ciddi miktarda döviz girişi olacaktı. Öyle mi oldu? Ekonomik kriz sona erecekti, öyle mi oldu? Olmadı.

Baktığımızda irrasyonel yani akıl dışı olan, safsata olan ekonomi modeli ile Türkiye toplumuna çok büyük bir bedel ödetti bu iktidar. Ödetmeye devam edecek. Gelirken baktım dolar yaklaşık 24 lira düzeyindeydi. Nasıl bu hale geldi hatırlatmama gerek yok. Bu yükseliş de maalesef devam ediyor. 29 Mayıs-13 Haziran arasında yüzde 20’ye yakın artış oldu dolarda. Neredeyse bu süre boyunca TL ABD doları yüzde 20’ye yaklaşan bir oranda devalüe edilmiş oldu.

“İktidarın ekonomi modelindeki kafa karışıklığı devam ediyor”

Bunun sonuçlarını elbette enflasyon açısından da göreceğiz. İthalat, dış ticaret açığı açısından da bunun sonuçlarını göreceğiz. Bunun tüketicilere, topluma yansıyacağını hep birlikte göreceğiz. Seçimden sonra zamlar da durmadı, durmayacak da. Çaya yüzde 43 zam yapıldı. Benzine 2.35 TL yapıldı. Motorine 1.25 TL yapıldı. Bu ilerleyecek ve durmayacak. Benzinin fiyatı 24 lirayı, motorinin fiyatı 22 lirayı aşmış vaziyette. Böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Bütün bu tabloyu yaratmış olan kişilerden birisini ödüllendirir gibi Merkez Bankası Başkanlığından alıp BDDK Başkanlığına atadılar.

Ödül neredeyse. Ödülün ötesinde o irrasyonel modelinin en başta gelen uygulayıcılarından birisini şimdi de BDDK’nın başına koydu bu iktidar. Rasyonel modele dönüş böyle mi oluyor? Böyle olmayacağı belli. Aslında politikaların bütünlüklü olduğunu unutmamak lazım. Bu da iktidarın ekonomi modeli konusundaki kafa karışıklığının devam ettiğini gösteriyor. Bu şekilde güven verilemez hiçbir yere. Bu şekilde toplumun çıkarına bir ekonomi modeline dönüş sağlanamaz. Eski zihniyet ile bu iş devam etmez. Eski zihniyetin değişmesi gerekiyor, kabine değişti.

“Rasyonel modele geçtik demekle iş olmuyor”

TÜİK yeni veriler yayınladı. Hayvancılık ciddi sorunlar yaşıyor. Yani süt üretimi 2022 Nisanında 130 bin tonmuş, 2023 Nisanında 123 bin tona düşmüş. Süt üretimi düşüyor. Aynı şey tavuk üretiminde de söz konusu. 2022 Nisanında 190 bin ton tavuk eti üretilmiş. 2023 Nisan 180 bin tona düşmüş ama bu arada nüfus artıyor. Yaz aylarına girdik. Ülkeye giren turist sayısı artıyor ama içme süt ve tavuk üretimi düşüyor.

Maliyet artıyor. Tarım alanında, hayvancılık alanında ciddi maliyet artışları var. Yem fiyatlarında artış var. Bu şekilde mi iktidar tarım alanındaki sorunları çözecek? Bu çok büyük bir soru işareti. Sözde irrasyonel modeli bıraktık, rasyonel modele geçiş yaptık, kurallı bir ekonomi yaratacağız demekle bu iş olmuyor. Önlemlerde bunun görülmesi gerekiyor. Fakat şu ana kadar bir önlem göremedik ama elbette bunları izlemeye devam edeceğiz.

“Gözaltılarla seçimin intikamını mı almaya çalışıyorsunuz?”

İki konu bizim açımızdan ilginç olduğu için bunlara değinmek istiyorum. İktidar aslında seçim öncesi tutumunu bir alanda daha sürdürmeye devam ediyor. Gözaltı ve tutuklamalarda. İktidarın bu gözaltı ve tutuklama operasyonlarından bir fayda sağlayamadığını görmemesi gerçekten hayrete düşürücü bir durum. Bakın büyük seçim yenilgisi aldığı Şırnak’ta seçim gününden bugüne kadar en az 100 kişi gözaltına alındı. Bu bir tesadüf mü? Şırnak’taki seçim yenilgisinin intikamını mı almaya çalışıyorsunuz? Hakkari’de -3-0 kazandığımız bir yerden söz ediyorum- seçimin üzerinden 2 hafta geçmeden gözaltılar başladı, 30’dan fazla arkadaşımız gözaltına alındı.

Seçim sonuçlarının intikamını mı almaya çalışıyorsunuz? Sadece Şırnak ve Hakkari değil pek çok yerde benzer saldırılar var. Lafı uzatmadan şunu söyleyeyim. Bu tür gözaltı ve tutuklamalarla boyun eğdirme anlayışının tutmadığını defalarca gördünüz, bir kez daha göreceksiniz. Bunlara son verip demokrasi ve hukuk alanında adımlar atmak gerekirken, Türkiye’de yaşayan bütün halkların adalet, demokrasi ve barış ihtiyaçlarına cevap verecek adımlar atılması gerekirken aynı güvenlikçi zihniyet ile devam etmek konusundaki tutum doğru bir tutum değildir.

“Doğan Erbaş gibi hiçbir Kürt de hiçbir demokrat da boyun eğmez”

Üzülerek yine bir tablo gördük. Parti Meclisi ve MYK Üyemiz Doğan Erbaş gözaltına alındı, tutuklandı. Hakkında verilen bir mahkeme kararı olduğu için cezaevine gönderildi. Doğan Erbaş gibi yıllarca bu partinin yöneticiliğini yapmış hukukçu bir kişinin gözaltına alınırken verilen görüntüler, bu iktidarın zihniyetini gösteren görüntülerdi. Ters kelepçe ve başını eğdirmek için ensesine bastırılması.

Doğan Erbaş boyun eğdi mi, eğmedi. Daha önce bu tür uygulamalara maruz kalan hiçbir arkadaşımız boyun eğmedi ve eğmeyecek, bunu bilin. Bu mücadeleyi bu tür insanlık dışı anlayışlarla bastırmanız mümkün olmaz. Doğan Erbaş gibi hiçbir Kürt de hiçbir demokrat da boyun eğmez. Bu uygulamalardan yeni kabinenin vazgeçmesi gerektiğini vurgulamış olalım.  Doğan Erbaş’ın tutumu onurlu ve hepimize önemli bir ders olması gereken bir tutumdu.

Son bir nokta. Antalya ile ilgili bir noktaya değinmek istiyorum. Orada bir süredir devam eden bir konuda sonuç alınamadı. Muratpaşa Lisesinde 10’uncu sınıfta okuyan bir öğrenci, müdür yardımcısının kendisine fiziksel ve sözlü tacizde bulunduğuna dair şikayette bulundu. Soruşturma açılmasının üzerinden bir ay geçmesine rağmen bu müdür yardımcısı hala aynı okulda görev yapmaya devam ediyor. İnanılır gibi değil. Ortada bir taciz iddiası ve soruşturma var.

Hem Türkiye’nin taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesine hem Avrupa Konseyi sözleşmelerine hem de Anayasa’nın 41’inci maddesine baktığımızda, böyle bir soruşturma başladığında görevden uzaklaştırmak ve sonucunu beklemek gerekiyor. Ama müdür yardımcısı görevine devam ediyor, çocuk da o okulda öğrencilik yapmaya devam ediyor. İşlenmiş suç varsa, bunu örtbas etmeye yönelik bir adımdır. Bu olayın takipçisi olalım. Çocukların bu şekilde bir muameleye maruz kaldığı bir yerde, bunu yaptığı iddia edilen kişinin görevini sürdürmesi suçtur, kabul edilmez.

AYM’nin hukuka bağlı kalmasını umuyoruz

Soru: Seçimlerden önce reddedilmişti. Hazine yardımının geri alınmasıyla ilgili görüşünüz nedir?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bundan vazgeçmiyor. Daha evvel HDP’nin Hazine yardımının kesilmesi ile ilgili başvuruda bulundu. En son AYM tedbir kararının hukuka uygun olmadığı ve Başsavcının iddialarının mesnetsiz olduğu AYM tarafından kabul edildi ve tedbir kararı kaldırıldı. Fakat Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tekrar başvurmuş. AYM kararını verecektir. O zaman da iddialar mesnetsizdir demiştik, gerçekten mesnetsizdir. AYM’nin kanununda Hazine yardımıyla ilgili bir karar alma maddesi yok.

Şu olabilir; partinin kapatılmasıyla ilgili bir karara giderken partiye kapatma cezası verebilir ya da Hazine yardımının tamamının veya belli bir oranının kesilmesi cezasını verebilir. Ama Hazine yardımına tedbir koymak, verdirmemek gibi maddeler AYM’nin kanununda yok. AYM tedbiri kaldırırken de bunun hukuken uygun olmadığını ifade ederek kaldırdı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bunu siyasi nedenlerle yaptığını biliyoruz. Hukuki bir yanı yoktur. AYM birkaç gün içinde kararı verecektir. Umarız hukuka ve kendi kanununa bağlı davranmaya devam eder AYM.”

Paylaşın