Yeşil Sol Parti’nin iki süren konferansının sonuç bildirgesini yayınladı. Bildirgede, ittifak politikasıyla ilgili, “Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır” denildi.
Haber Merkezi / “Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir. Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir.”
Bildirgenin devamında, “Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız” ifadelerine yer verildi.
Yeşil Sol Parti, 10-11 Eylül’de Ankara’da yaptıkları 4. Olağan Büyük Konferansının sonuç bildirgesini yayımladı. Bildirgede şu ifadelere yer verildi:
“Öncelikle fikriyatımızın ve mücadelemizin oluşmasında büyük değerler yaratan yitirdiğimiz bütün yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. Zindanlardaki ve sürgündeki bütün arkadaşlarımızı selamlıyoruz. Konferansımızı gerçekleştirdiğimiz süreçte yaşanan depremde yakınlarını kaybeden Fas halkının acısını paylaşıyoruz ve bir kez daha Maraş ve Hatay depremlerinde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı saygıyla anıyoruz.
4. Olağan Büyük Kongremize giderken, yıllardır emek vererek büyüttüğümüz mücadelemizin ve birikimlerimizin önemli bir aşaması olan konferans sürecini delegasyonumuzun oldukça etkili ve derin tartışmaları ile işlettik ve tamamladık. Konferansımızda, partimizin yol haritasını belirleyen ve Türkiye siyasetini doğrudan etkileyecek kararlar aldık. Bununla birlikte 4. Kadın Konferansı’nın aldığı ve yeni dönemin esas değişim gücü olacak kararların tümünü benimsedik.
Küresel ölçekte yaşanan ekonomik, siyasal, toplumsal ve ekolojik kriz gün geçtikçe daha derinleşmektedir. Dünya bir sağcılık, ırkçılık, milliyetçilik ve otoriterlik dalgasının etkisi altında hukukun, ortak sözleşmelerin etkisini yitirdiği, gücün tek belirleyen olduğu bir yere doğru gitmektedir. Bu gidişata itiraz olan ideolojik tutumlar bir yandan belirsizleşirken bir yandan siyasal-toplumsal hareketlerin olmazsa olmaz gereği olan yeni yol ve yöntem arayışları dünyanın dört bir yanından seslerini tüm ezilenlere duyurmaktadır.
Türkiye’de gerçekleşen Mayıs seçimleri de gerek oluşu gerekse sonuçları itibarıyla dünya ölçeğinde belirgin olan bu atmosferin bir parçası olarak yaşanmıştır. Cumhuriyet’in yüz yılı geride bırakılırken halkların payına ekonomik, siyasal, toplumsal boyutlarıyla çoklu krizler düşmeye devam etmektedir. Çöktürme planıyla yola çıkanlar çoklu krizlerle ülkeyi büyük bir çöküşe götürüyor. Bununla birlikte Türkiye’nin toplumsal yapısı, bileşenleri, dinamikleri ve sorunların yönetilebilme kapasitesi açısından başka imkân ve sınırlara sahip olduğunu biliyoruz. Tam da bu nedenle Türkiye siyasetini düşünen bir yapının bu imkân ve sınırları dikkate almasının zorunlu olduğunu vurguluyoruz.
Türkiye siyasetini, devletin kuruluşundan bu yana rejime karakterini veren iki ana dinamik belirlemektir: Sermaye düzeninin sürdürülmesi ihtiyacı ve Kürt meselesi. Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Eylül darbesine kadar kapitalizmin gelişmesi ve buna bağlı meseleler önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Türkiye’deki gelişmeler, Körfez savaşının ardından Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve nihayet Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı dinamikler sonucunda bölgenin ve ülkenin son kırk yılının başat belirleyeni Kürt meselesidir.
Bugün ise içinde yaşanılan süreç, genelde dünyadaki sağcılaşmaya özelde de 2015 yılından itibaren ivmesini yükselten hukuksuzluk rejiminin ürünüdür. Bu rejimin hiçbir esaslı meseleye itiraz etmeyen, hatta destekleyen ana muhalefetin ve iktidarın elbirliği ile kurulduğunu vurgulamak gerekir. Dokunulmazlıklar ve kayyım rejimi başta olmak üzere temsili demokrasinin temsil imkanlarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir itirazın ana muhalefet bloğu tarafından getirilmediği bir hakikat olarak ortadadır.
“Çözüm siyasetini örgütleyeceğiz”
Otoriter faşizan gelişmelere esastan itiraz edenler ise bizleriz; iki hegemonik sınıf blokuna karşı çözüm siyasetini biz örgütleyeceğiz. Bugün bizlerin acil görevi otoriter, faşist rejimden kurtulup Demokratik Cumhuriyet’i inşa etmektir. İnşa sürecinde çözülmesi gereken en temel sorun Kürt meselesidir. Meselenin çözümü için inkâr, imha ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı çözüm adımlarının atılması zorunludur. Bizler, Türkiye’deki halkların ortak çıkarları doğrultusunda, bütün toplumsal kesimlerin kaygılarını gidermeye ve demokratik çözüm ve barış konusunda üzerine düşenleri yapmaya hazırız. Çözümün siyaseti olan, yaşam biçimlerinin, kimliklerin özgürlüğünü sağlayacak, eşitsizlikleri ve adaletsizliği ortadan kaldıracak siyaset olan Üçüncü Yol’u halklarımızın geleceği için önemli bir seçenek olarak en güçlü şekilde inşa etmeye kararlıyız.
Bugün Türkiye’de Kürtlerin var olma ve eşitlik sorunu siyasal hayatın turnusol kâğıdı haline gelmiş durumdadır. Açıktır ki, bu sorunda tarihsel bir kırılma aşamasından geçiyoruz. Bu yüzyılda, özgürlük mücadelesi sonucunda, bu olgu Türkiye sınırlarını aşmış, tüm dünya halklarını ilgilendiren bir durum haline gelmiştir. Mutlak tecrit başta olmak üzere Kürtlerin meşru hak mücadelesi konusunda klasik çözümsüzlükleri büyütmek isteyen iktidar ve muhalefet bloklarına karşı çözümün tek adresi olmaya devam edeceğiz.
Tecrit derinleştikçe Türkiye’deki bütün sorunlar daha da derinleşmektedir. Önümüzdeki dönemde Kürtlere Özgürlük, Türkiye’ye demokrasi şiarı ekseninde Sayın Öcalan’a uygulanan tecride karşı kararlı bir biçimde mücadele edilmesi, konferansımızda altı güçlü bir şekilde çizilen önemli bir hat olmuştur. Kürtlerin statü ve hak mücadelesi sorununda çözümünü, her yerde ve her koşulda örgütleyeceğiz.
Bir hukuki kırım davası haline getirilen Kobanê Kumpas Davası’nın kendisi ve yoldaşlarımızın adeta ders verdikleri mahkeme salonları gerek demokratik siyaseti ve enternasyonal mücadeleyi gerekse halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirmenin önemini bize doğrudan göstermiştir. Bu davanın aynı zamanda Rojava’daki toplumsal devrime, kazanımlarına ve örülen yeni yaşama dönük bir intikam davası olduğunun gerçekliğiyle Rojava nezdinde enternasyonal dayanışmanın önemini de bir kez daha açığa çıkarmıştır.
AKP döneminde işçilerin ve emekçilerin işsizleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi ve mülksüzleştirilmesi sistemin ana karakteri haline getirilmiştir. Sermaye yanlısı iktidar, örgütlenen işçi direnişlerini kırmak için kolluk kuvvetini göndererek patronlar için ‘huzurlu çalışma alanları’ inşa etmeye devam etmektedir. Buna rağmen, emekçilerin hak arama mücadeleleri her yerde büyüyerek sürüyor. Emekçi düşmanı bu iktidar, milyonlarca kamu emekçisini grevsiz bir toplu sözleşme kıskacında soluksuz bırakmakta, toplu görüşmelerde açlık ve sefalet teklifi dayatmaktadır.
Dayatılan koşullara karşı ezilen sınıfların ve halkların mücadelesi; toplumsal adalet ile ekonomik eşitsizliği ve sürekli hale gelen ekonomik kriz bataklığının kurutulmasının tek yoludur. Bu yolun mücadelesini vererek kadınlara yönelik işyerinde ve hanede uygulanan çifte baskı ve sömürüye karşı kadın örgütleri ile kolektif zeminleri birlikte güçlendireceğiz. Bu yolun mücadelesi ile aynı zamanda yoksullaştırmanın ve özel savaş politikalarının doğrudan sonucu olan madde bağımlılığına, çürümüşlüğe ve toplumsal yaşamdan koparılmaya esaslı bir yanıt olacağız.
Her baskının, direnişi meşru ve haklı kıldığının bilinciyle sermayeye karşı emekçilerin çıkarlarını, kâr hırsına karşı toplumsal ihtiyaçları, adaleti ve eşitliği esas almaya devam edeceğiz. İşçi sınıfının, emekçilerin taleplerini sahiplenmek ve maruz kaldıkları saldırılara karşı çıkmak, emekçilerin talepleriyle diğer toplumsal mücadele dinamiklerinin taleplerini buluşturan bir mücadele hattını toplumsal yaşamın tüm alanlarında inşa etmek partimizin önümüzdeki dönem temel sorumluluklarından biri olacaktır.
Son seçimler ile otoriter rejim, kültürel ve ideolojik egemenlik kurma konusunda yeni bir evreye girmiştir. Siyasal İslam çizgisi devletin ve toplumun tüm örüntülerine daha güçlü bir şekilde sirayet etmeye devam etmektedir. Eğitim sisteminde kılık kıyafetten müfredata kadar tüm biçimi ve içeriği düzenlemede cinsiyetçi ve ayrımcı dozun yükseldiği açıktır.
Devletin yaşam tarzlarına ve inançlara müdahalesinde dozun arttığı ve giderek de artacağı bir dönemi yaşıyoruz. Buna karşı dinsel çokluğu ve farklılıkları devletin tasallutundan kurtararak inananın inandığı gibi yaşayacağı, inanç gruplarının birbirine baskı yapmasını engelleyeceği yeni dönemi birlikte inşa edeceğiz. Din istismarcısı bu rejim ve halihazırda yürütücü öznesi olan AKP-MHP’nin politikalarına karşı Demokratik İslam mücadelesinin Kürt halkı ve tüm Türkiye halkları nezdinde güçlendirilmesi; içinde bulunduğumuz dönem itibariyle oldukça önemlidir. Yaşam biçimleri ve dinsel tercihler devletin düzenleme alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Devletin düzenleyeceği alan, insanların haklar ve özgürlükler bağlamında yaptığı tercihlerin özgürlük içinde yaşanabilmesini sağlama alanı olmalıdır.
Önümüzdeki dönemde özgürlükçü laiklik anlayışının siyasal bir hat olarak benimsenmesi ve yaşam bulması başta Aleviler olmak üzere farklı inançlara sahip olanlara ve inanmayanlara karşı uygulanan sistematik baskıyı engelleyebilecek tek yoldur. Devletin bütün ideolojik aygıtlarının inanç-din odaklı baskıyı yeniden üretmesine esaslı bir itiraz anlamına gelen bu anlayış aynı zamanda Sünni inancı istismar eden kurucu devlet aklını da ortadan kaldırabilecek bir mücadele zeminidir.
İktidar blokunun İslam’ı araç haline getirerek halkı manipüle etmesi, kendisine yakın tarikat ve cemaatleri ideolojik ve iktisadi araçlar olarak kullanması, kolektif mücadeleyi gerektiren bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Bu hakikatin bize yüklediği sorumlulukla ve inanç kimliklerinin özgürlükçü yanlarının esas alınmasının zulme karşı direnme, barışı ve adaleti sağlama mücadelesinde önemli katkılar sağlayacağının farkındalığı ile örgütleneceğiz.
“Doğa düşmanı iktidara, sermayeye ve felaketlerine karşı mücadele edeceğiz”
İklim krizi tüm canlıların karşı karşıya kaldığı çok boyutlu derin bir krizdir. İklim krizi giderek şiddetlenirken, sermaye odaklı büyüme ve kalkınma politikaları ile ekolojik varlıklar tüketilmekte, ekolojik denge tahrip edilmektedir. Ormanlar, su varlıkları, biyoçeşitlilik türleri, tarım ve hayvancılık alanları yok edilmekte ve sokak hayvanları katledilmektedir.
Bu iktidar ormana, suya, iklime ve doğaya düşmandır. Kürdistan coğrafyasında ormanlar kolluk gücü eliyle yakılırken, yangına müdahale etmek isteyen yurttaşlar devlet güçleri tarafından engellenmekte, orman yangınlarına seyirci kalınmaktadır. Cudi’de, Gabar’da, Bitlis’te yakılan ormanları sahiplenen Kürt halkına; Akbelen’de ormanını korumak için nöbet bekleyen köylülere; Dikmece’de zeytinliklerini ve yıkılmamış evlerini korumak isteyen depremzedelere karşı askeri ve jandarmayı seferber eden devlet, kolluk güçlerini sermayenin emrine vermektedir.
Doğa düşmanı-sermaye yanlısı iktidarın politikalarının bir sonucunu da yakın zamanda son birkaç yüz yılın en büyük doğal afetlerinden biri olan depremle birlikte yaşadık. Doğal afeti toplumsal felakete dönüştüren iktidar, on binlerce canımızı yaşamdan koparmış ve evsiz-yurtsuz bırakmıştır. Depremin yaralarının sarılması konusunda sorumsuzca davranmaya devam eden devlet kurumları-sermaye ortaklığına karşı toplumsal dayanışmayı ve ortak mücadeleyi büyütme zorunluluğumuz vardır.
Önümüzdeki dönem; doğanın sermayeye peşkeş çekilmediği, doğal yaşamın salt bir kaynak olarak görülmediği ve metalaştırılmadığı bir dünyayı doğa ile birlikte ve doğanın bir parçası olarak özgürleştirmenin dönemidir. Bizler ağacın, bitkinin, kurdun-kuşun, akan-akmayan derelerin ve her canlının hakkını sonuna kadar savunacağız ve bu savunuyu halklarımızın eşitlik mücadelesinden ayrı görmeyeceğiz.
AKP-MHP iktidarı, Cumhuriyetin yüzyıllık cinsiyetçi rejimini kadın düşmanlığı seviyesine taşıyarak, kadınların kazanımlarına tek tek el koymaktadır. Kadınların anayasası niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamadan kaldıran iktidar, eşit temsiliyet ve eşit katılımı savunan eşbaşkanlık sitemini hedef almaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınlara yönelik gözaltı, tutuklama saldırılarını sürdürmekte, cezaevlerindeki siyasi kadın tutsakların haklarını gasp etmektedir. Savaşa ve sermayeye halkın kaynaklarını aktaran erkek egemen kapitalist sistem, yoksulluğun kadınlaşmasına neden olmakta ve genç kadınlar umutsuzluğun ve geleceksizliğin girdabına sokulmaktadır.
Kadınların birlikte ve örgütlü mücadelesi, yüz yılların emeğiyle elde ettiği kazanımlarını korumak ve büyütmek için faşizme karşı mücadelenin en önünde yer alıyor. Kadınlar erkek egemen kapitalist sisteme, cinsiyetçi, dinci, tekçi, sermaye politikalarına isyanını sürdürüyorlar. Yalnızca toplumsal cinsiyet özgürlüğü için değil, emekten ekolojiye, sağlıktan ekonomiye hak mücadelesinden hukuka ve adalete kadar bütün toplumsal taleplerin kesişim kavşağında yer alıyorlar.
Kapitalist patriyarkal sistemin politikaları ile dolaşıma soktuğu nefret dili; kadın kırımı, tacizi, tecavüzü ve cinsiyet kimlikleri ile cinsel yönelimlere yönelik ayrımcılığı tetikliyor. Buna karşın; kadınların gücünü ve iradesini kırmak için uygulanan sömürgeci erkek şiddetini ve özel savaş politikalarını esastan yok etmek için değişimin öncüsü örgütlü kadın mücadelesi olacak, biz olacağız.
Kürt kadınlarının, sosyalist kadın hareketinin, feministlerin geleneğini miras alan Kadın Meclisimiz, kadınların birleşik mücadelesini büyütme fikriyle Üçüncü Yol’un temel parçasıdır. Rojavalı kadınlar ve tüm dünyada özgürlük mücadelesi veren kadınlarla dayanışma içinde olmak, enternasyonal kadın mücadelesinin daha güçlü ve etkili bir parçası olmak önümüzdeki dönem siyasal sorumluluğumuzdur.
Parti çalışmalarında toplumla yeterince güçlü bağ kuramama, merkezileşme, bürokrasi, ideolojik yetersizlikler, erkek egemen akıl gibi sorunlarımız her ne kadar seçim sonuçlarıyla ilinti kurularak konuşulmaya başlanmışsa da esasında bunların yapısal sorunlar olduğunu biliyoruz. Bu açıdan seçim sonuçları, yapısal sorunlarımıza ilişkin bir muhasebe yapmak için bize güçlü bir olanak sunmuştur. Seçim sonuçlarıyla yüzleşmek üzere başladığımız yeniden yapılanma sürecinde kendimizi ve siyasetimizi yeniden inşa ederken, baskıcı, totaliter sistemi demokratikleştirmek konusundaki kararlılığımız ve umudumuz da giderek büyümektedir.
Yaklaşık elli bin kişi ile yaptığımız buluşmalar vasıtayla halklarımızla, sivil toplum örgütleriyle, meslek ve hak örgütleriyle, toplumun hemen her kesimiyle şimdiye kadar hayata geçirdiklerimizi ve yapamadıklarımızı konuştuk. Örgütlü toplum, ittifak politikası, aday belirleme süreçleri, siyasetin yerelleştirilmesi, taktiksel birlikleri ve daha pek çok konuyu birlikte değerlendirdik; bize yönelik eleştirileri dinledik, bunlardan önemli sonuçlar çıkardık.
Tüm bu tartışmaları yeniden yapılanma süreci olarak yürütürken aynı zamanda şimdiye kadar yaşanmış açmazlarımıza, yetmezliklerimize ve eksik bıraktıklarımıza yönelik bir özeleştiri haline de getirdik. Bu buluşmaların ardından konferansımızda yaptığımız tartışmalar ve kongreye sunduğumuz karar önerileri; siyaseti toplumsallaştıran demokratik ittifakları kurmak, şeffaf ve belirgin karar alma süreçlerini işletmek, siyaseti yerelden merkeze doğru ören yaklaşımı tesis etmek için üzerimize düşen tarihi sorumluluğu yerine getireceğimizin açık sözünü ifade etmektedir.
Bu söz aynı zamanda seçimlerde adayları halkımızın belirleyeceğine ilişkin ortak kararımızın teyididir. Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerde iktidarın seçim ve sandık hukukunu çiğneyerek, hukuksuz ve keyfi biçimde oluşturduğu kayyım rejimine güçlü bir cevap vermenin yolu, güçlü ve doğru adaylar ve halkın desteği ile yerel yönetimleri yeniden kazanmaktır. Mahallenin muhtarından kentin belediye eşbaşkanının adaylığına kadar tüm düzeyleri kapsayacak bu yöntemi partimizin yaşama geçirmesi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayatidir.
Siyasetimizin yolu 3. Yol’dur. Tarihte her zaman düzeni savunanlar, düzeni kendi dar çıkarları için kısmi değişikliklere tabi tutmak isteyenler ve düzeni radikal bir biçimde esastan değiştirmek isteyenler olmuştur. 3. Yol, düzeni savunanlara yani statükoculara karşıdır; aynı zamanda düzende şekilsel düzeltmelerle işi kotarmak isteyenlere de yani restorasyonculara da karşıdır. Mevcut sisteme karşı yeni bir sistemin inşasıyla karşılık vereceğimiz bu dönemde yeni bir yaşamın da inşa edici gücü biz olacağız.
“En geniş toplumsal ve gemokratik ittifakı kuracağız”
Mayıs seçimlerinden sonra otoriter rejim kendini tahkim etme, kültürel ve ideolojik hegemonyasını kurma konusunda bir adım daha atmıştır. Yüzyıllık merkeziyetçi, tekçi, otoriter ve baskıcı rejim karşısında başarının en geniş toplumsal demokratik ittifaktan ve ortak mücadeleden geçtiğinin bilincini paradigmamızdan ve devrimci-demokratik mücadele deneyimlerinden alıyoruz. Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır. Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir.
Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir. Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız.
İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençliğin, yoksulların, engellilerin, emeklilerin, KHK’lilerin, çocukların, tüm halkların, inançların; özcesi ezilen ve sömürülen tüm kimliklerin çokluğunda değişeceğimiz ve dönüştüreceğimiz demdeyiz. Her türlü karamsarlık ve başarısızlık duygusunu ortadan kaldırarak yürümeye devam edeceğiz. Bu bağlamda bizim için vazgeçilmez olan Türkiyelileşme stratejisinin öncelikli saldırı hedefi haline getirilme ve içi boşaltılmak istenme çabası da yine paradigmanın bütünsel olarak sahiplenilmesi ve toplumsallaşması ile boşa düşürülecektir. Paradigmamıza göre Türkiyelileşme’nin tekçi anlayışa karşı güçlü bir itiraz olduğunun bilinciyle Türkiyelileşme politikasını, halklarımıza açılan savaşa karşı en güçlü bir arada yaşam olanağı haline getirme kararlılığındayız.
Türkiye’de demokrasinin kurulmasının fikri ve pratik temellerinin bu derece zayıfladığı bir süreçte özgürlük, eşitlik, demokrasi ve barış isteyen herkese tarihsel görev düşmektedir. Kongre’ye giderken gerçekleştirdiğimiz 4.Büyük Konferansımızda aldığımız kararlar ile üzerimize düşen tarihsel sorumluluğu yerine getirmenin sözünü verdik. Sözümüz, mücadeleyi birlikte yürütmeye yönelik çağrımızı duyurmaktadır. Bu çağrımız aynı zamanda Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında cezaevlerinin kapılarını açacak ve tüm tutsak yoldaşlarımızı, siyasetçileri, aydınları ve muhalif olan herkesi özgürlüklerine kavuşturacaktır.
Kuruluş paradigmamız olan yeni yaşamı örmek için merkezi ve yerel tüm yapılarımızla, tüm bileşenlerimizle, bireylerle yeni döneme inanç ve kararlılık içinde yürüyoruz. Kongre sürecimiz ve önümüzdeki yerel seçimlerde demokratik değişimi sağlayacak iradeyi ortaya çıkaracak, kayyım rejimine karşı demokratik yerel yönetimlerde ısrar edeceğiz ve mutlaka kazanacağız. Mücadele deneyimlerimizden aldığımız tarihsel ve güçlü miras ile ufkunu özgür ve eşit geleceğe dönen siyasal-toplumsal değişimin öncüsü biz olacağız, halklarımız olacak!”