Dünya Genelinde Her Sekiz Kişiden Biri Obez

2022 verilerine göre dünya genelinde yaklaşık 880 milyon yetişkin ve 159 milyon çocuğun obez olduğu ortaya çıktı. Araştırma, çocuklar ve ergenler arasında obezite oranının 1990’dan 2022’ye kadar dört katına çıktığını, yetişkinler arasındaki oranın ise iki katından fazla arttığını gösterdi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Bu yeni çalışma, obeziteyi küçük yaşlardan yetişkinliğe kadar beslenme, fiziksel aktivite ve yeterli bakım yoluyla önlemenin ve yönetmenin önemini vurguluyor” dedi.

Ghebreyesus ayrıca bunun hükümetlere ve topluluklara sorumluluk yüklediğini ve “ürünlerinin sağlık üzerindeki etkilerinden sorumlu tutulması gereken özel sektörün işbirliğinin gerektiğini” ekledi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ile bir grup uluslararası araştırma görevlisinin yaptığı bilimsel çalışmaya göre dünya genelinde obez sayısı 1 milyarı geçti. Bu konudaki en yetkin bulgular olarak kabul edilen araştırmanın sonuçları tıp dergisi The Lancet’te yayımlandı. Araştırmada 190 ülkede 220 milyon insanın verileri baz alındı.

1990 yılına göre yetişkinlerde obezite bir kattan fazla arttı, 5-19 yaş aralığındaki çocuk ve gençlerde dörde katlandı. Obez insanların nüfusa oranının özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde yüksek olduğu kaydedildi.

1990-2022 yılları arasında düşük kilolu olduğu düşünülenlerin oranı kız çocuklarında beşte bir oranında, erkek çocuklarında üçte bir oranında ve yetişkinlerde yarı yarıya azaldı. Kalp damar hastalıkları, böbrek hastalıkları, diyabet ve belli kanser türlerine neden olan obezitenin dünya genelinde yetersiz beslenmeden daha yaygın olduğu kaydedildi.

Cenevre’de araştırmanın sonuçlarıyla ilgili basın toplantısında bir konuşma yapan Dünya Sağlık Örgütü’nün Beslenme ve Gıda Güvenliği Bölümü Başkanı Francesco Branca “Geçmişte obeziteyi zenginlerin bir problemi sanıyorduk. Obezite dünyanın bir problemi” diye konuştu.

Toplantıda bilim insanları obezitenin hızlı yayılmasından duydukları şaşkınlığı ifade etti. Daha önce yapılan bilimsel projeksiyonlarda 1 milyar sınırının 2030 yılında geçileceği öngörülmüştü.

Bilim insanları obeziteye karşı bilgilendirme, çocuk ve gençlerin sağlıksız gıdalar ve içeceklerden korunması, sağlıklı beslenme için vergi politikalarının düzenlenmesi ve ürünlerin içeriğinin doğru şekilde etkilenmesi gibi tedbirler alınması gerektiğini ifade etti.

The Lancet’te yayınlanan makalede obezitenin nedenleri ve nasıl mücadele edileceği belli olsa da siyasi iradenin yeterli olmadığı belirtildi. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2022 yılında düzenlendiği toplantıda kabul edilen planı hayata geçirmek için sadece 31 ülkenin adım attığı ifade edildi.

Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus araştırmanın çocukluktan yetişkinliğe obezitenin engellenmesi ve doğru şekilde ele alınmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.

Beslenmenin, bedensel hareketin ve uygun terapilerin önemli rol oynadığını söyleyen Ghebreyesus siyasetin daha etkin hale gelmesi gerektiğini belirtti. Ghebreyesus şirketlerin ürünlerinin sonuçlarından ötürü sorumlu tutulması gerektiğini kaydetti.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden Gazze’de Salgın Hastalık Uyarısı

Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugaylarının Aksa Tufanı operasyonuyla başlattığı Filistin – İsrail savaşının 34. gününde, DSÖ, Gazze’deki rutin aşılama faaliyetlerinin kesintiye uğraması ve bulaşıcı hastalıkların tedavisine yönelik ilaçların bulunamamasının, hastalıkların hızla yayılma riskini daha da artırdığını belirtti ve ekledi:

“Sınırlı internet bağlantısı ve telefon sisteminin işleyişi, potansiyel salgınları erken tespit etme ve bunlara etkin müdahale etme yeteneğimizi daha da kısıtlıyor. Sağlık tesislerinde hasar gören su ve sanitasyon sistemleri ile azalan temizlik malzemeleri, temel enfeksiyon önleme ve kontrol tedbirlerinin sürdürülmesini neredeyse imkansız hale getirdi.”

DSÖ açıklamasının devamında, Gazze Şeridi’ne yakıt, su, gıda ve tıbbi malzemeler de dahil insani yardıma acil ve hızlandırılmış erişim sağlanması çağrısında bulundu.

Bianet’te yer alan habere göre; Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ/WHO), İsrail’in ablukası ve yoğun saldırıları altında olan Gazze’deki sağlık durumuna ilişkin yazılı açıklama yaptı.

Gazze’ye yönelik yoğunlaşan saldırılar nedeniyle ölümler ve yaralanmaların arttığı belirtilen açıklamada, bu durumun da insanların sağlığı üzerinde tehlike oluşturduğu kaydedildi:

“Sağlık tesisleri, su ve sanitasyon sistemlerinin altüst olduğu Gazze’de hastalıkların yayılma riski artıyor. Bu endişe verici eğilimler şimdiden ortaya çıkıyor.”

Yakıt eksikliğinin, tuzdan arındırma tesislerinin kapatılmasına yol açtığı vurgulanan açıklamada, bu durumun, insanların kirli su tüketmesine ve ishal gibi bakteriyel enfeksiyonların yayılma riskinin önemli ölçüde artmasına neden olduğunun altı çizildi.

“Ekim’in ortasından bu yana 33 bin 551’den fazla ishal vakası bildirildi. Bunların yarısından fazlası 5 yaş altındaki çocuklarda görüldü. 2021 ve 2022 yılları boyunca 5 yaş altındaki çocuklarda görülen aylık ortalama 2 bin vakayla kıyaslandığında bu önemli bir artış. 8 bin 944 uyuz ve bit, 1005 su çiçeği, 12 bin 635 deri döküntüsü vakasının yanı sıra 54 bin 866 üst solunum yolu enfeksiyonu vakası rapor edildi.”

DSÖ, Gazze’deki rutin aşılama faaliyetlerinin kesintiye uğraması ve bulaşıcı hastalıkların tedavisine yönelik ilaçların bulunamamasının, hastalıkların hızla yayılma riskini daha da artırdığını belirtti:

“Sınırlı internet bağlantısı ve telefon sisteminin işleyişi, potansiyel salgınları erken tespit etme ve bunlara etkin müdahale etme yeteneğimizi daha da kısıtlıyor. Sağlık tesislerinde hasar gören su ve sanitasyon sistemleri ile azalan temizlik malzemeleri, temel enfeksiyon önleme ve kontrol tedbirlerinin sürdürülmesini neredeyse imkansız hale getirdi.”

Gazze Şeridi’ne yakıt, su, gıda ve tıbbi malzemeler de dahil insani yardıma acil ve hızlandırılmış erişim sağlanması çağrısında bulunulan açıklamada, çatışmanın taraflarına, siviller, sağlık hizmetleri ve sivil altyapıyı korumaya yönelik uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülükleri hatırlatıldı:

“DSÖ, daha fazla ölüm ve acının önlenmesi için tüm rehinelerin koşulsuz serbest bırakılması ve insani ateşkes çağrısında bulunuyor.”

“Hem İsrail hem de Hamas savaş suçu işledi”

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, beş günlük Ortadoğu ziyareti kapsamında, Refah sınır kapısının Mısır tarafını ziyaret etti. Türk, “7 Ekim’de bu yana hem İsrail hem de Hamas’ın savaş suçları işlediğini” söyledi.

Returs Haber Ajansına göre Türk “Filistinli silahlı grupların 7 Ekim’de gerçekleştirdiği katliamlar tiksindiriciydi, hala ellerinde rehinlerin olması da öyle” dedi. BM yetkilisi “İsrail’in Filistinli sivilleri toptan cezalandırması da aynı zamanda savaş suçu, sivillerin zorla kanunsuz şekilde zorla tahliye edilmesi de” diye de ekledi.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Gazze Şeridi’nde öldürülen sivillerin sayısının İsrail’in Hamas militanlarına karşı operasyonlarında “bir şeylerin yanlış olduğunu açıkça ortaya koyduğunu” ifade etti.

BM Genel Sekreteri Guterres, “Hamas’ın insanları canlı kalkan olarak kullandığında yaptığı ihlaller var. Ancak, askeri operasyonlarla öldürülen sivillerin sayısına bakıldığında da açıkça yanlış olan bir şeyler var” diye konuştu. BM Genel Sekreteri, Filistin halkının her gün yaşadığı korkunç insani tabloyu görmenin İsrail’in de çıkarına olmadığını belirterek, “Bu, küresel imajı açısısından İsrail’e de fayda sağlamıyor” dedi.

Antonio Guterres, Gazze’de öldürülen çocuk sayısının da BM’nin her yıl raporladığı çatışmalardaki çocuk ölümlerinden çok daha fazla olduğuna da dikkat çekti. BM Genel Sekreteri, “Gazze’de birkaç gün içinde binlerce çocuk öldürüldü, bu da açıkça bu askeri operasyonların gerçekleştiriliş şeklinde bir hata olduğuna delalet” diye konuştu.

Gazze’de can kaybı 10 bin 569’a yükseldi

Gazze’deki Filistin Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Dr Aşraf el-Kudra yaptığı açıklamada Gazze Şeridi’ndeki son duruma ilişkin şu bilgileri verdi: Gazze’de 4.324’ü çocuk, 2.823’ü kadın, 649’u yaşlı olmak üzere en az 10.569 kişi öldürüldü ve 26.475 kişi de yaralandı.

Son 24 saatte düzenlenen 27 saldırıda öldürülen 241 kişinin yarısı Gazze Şeridi’nin güneyindeydi. 18 hastane ve 40 sağlık ocağı hizmet dışı kaldı, çatışmalarda 193 sağlık personeli hayatını kaybetti. 1.350’si çocuk olmak üzere en az 2.550 kişi kayıp.

Bakanlık tıbbi malzeme, yakıt ve sağlık personelinin girişi ve binlerce yaralının çıkışı için güvenli bir insani koridor oluşturulması çağrısında bulundu.

Paylaşın

DSÖ’den “Eris” Uyarısı: 51 Ülkede Tespit Edildi

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), şu ana kadar 51 ülkede tespit edilen Kovid alt varyantı Eris’e karşı uyardı. Eris, bulaş oranı yüksek olabileceği için “ilgili varyant”  olarak kategorize edildi. DSÖ ayrıca virüsün geçmişte olduğu gibi mevsimsel olmadığını da bildirdi.

DSÖ’ye danışmanlık yapan bir uzman panelinde yer alan Maria Van Kerkhove, Çin, Kore, Japonya ve Kanada’da da tespit edilen yeni alt varyantla ilgili rakamların dikkatli değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Kerkhove, dünyanın sadece yarısında Kovid testleri yapıldığı için, Eris’in yayılımının testlerin gösterdiğinden çok daha yaygın olabileceğini belirtti.

Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Asya’da Kovid enfeksiyonları ve hastaneye yatışlar artıyor. Sağlık yetkilileri, ilk olarak Kasım 2021’de ortaya çıkan Omicron varyantının EG.5 “Eris” alt varyantına işaret ediyor.

Euronews Türkçe‘nin aktardığına göre; Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), “Eris” olarak da adlandırılan EG.5’in, daha bulaşıcı veya şiddetli olabileceği için diğerlerinden daha yakından izlenmesi gerektiğini açıkladı.

DSÖ, yeni varyant nedeniyle ülkeleri Kovid önlemlerini kaldırmamaları konusunda uyardı.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi verilerine göre, Kovid’den hastaneye yatışlar haziran ayından bu yana yüzde 40’tan fazla arttı ancak Ocak 2022 Omicron salgını sırasında görülen en yüksek seviyelerin hâlâ yüzde 90 altında.

ABD çapında atık sularda tespit edilen virüs miktarı ve Kovid tedavisi Paxlovid için haftalık reçete sayısı da geçtiğimiz ay önemli ölçüde artış gösterdi.

“Rakamların dikkatli değerlendirilmesi gerekiyor”

Yeni alt varyant Omicron ile hemen hemen aynı semptomlara sahip. Eris alt varyantı, şu ana kadar 51 ülkede tespit edildi ancak DSÖ bunun muhtemelen bu ülkelerin Kovid testi konusunda daha aktif olmalarından kaynaklandığını öne sürdü.

DSÖ’ye danışmanlık yapan bir uzman panelinde yer alan Maria Van Kerkhove, Çin, Kore, Japonya ve Kanada’da da tespit edilen yeni alt varyantla ilgili rakamların dikkatli değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Kerkhove, dünyanın sadece yarısında Kovid testleri yapıldığı için, EG5’in yayılımının testlerin gösterdiğinden çok daha yaygın olabileceğini belirtti.

Kerkhove ayrıca virüs mutasyonunun nerede başladığına dair varsayımlarda bulunulmaması konusunda da uyarıda bulunarak “Bence varyantların bir ülkeden ya da başka bir ülkeden ortaya çıkabileceği düşüncesi yanlış ve tehlikeli çünkü sorunun başka bir yerde olduğunu düşünüyorsunuz.” ifadelerini kullandı.

“Virüs şu anda o kadar çok dolaşımda ki evrim geçiriyor.” diyen Kerkhove, EG5’in dünya genelinde pozitif testlerin yüzde 17,4’ünü oluşturduğunu da sözlerine ekledi.

EG5, bulaş oranı yüksek olabileceği için “ilgili varyant” olarak kategorize edildi. DSÖ ayrıca virüsün geçmişte olduğu gibi mevsimsel olmadığını da bildiriyor.

Paylaşın

DSÖ, Yapay Tatlandırıcı “Aspartamın” Kanserojen Olduğunu Açıklamaya Hazırlanıyor

Dünya Sağlık Örgütü’nin (WHO) kanser araştırma birimi olan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC), birçok gıdayı tatlandırmak için kullanılan yapay tatlandırıcı “aspartamın” kanserojen olduğunu açıklamaya hazırlanıyor.

IARC kararını, yayınlanmış tüm kanıtlara dayanarak bir maddenin potansiyel bir tehlike olup olmadığını değerlendirerek alıyor ve IARC bir kişinin bir üründen ne kadarını güvenli bir şekilde tüketebileceği yönünde ise bir tavsiyede bulunmuyor.

Uluslararası Tatlandırıcılar Birliği (ISA) Genel Sekreteri Frances Hunt-Wood, “IARC bir gıda güvenliği kuruluşu değildir ve aspartamla ilgili incelemeleri bilimsel olarak kapsamlı değildir ve büyük ölçüde itibarını yitirmiş araştırmalara dayanmaktadır” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), birçok gıdayı tatlandırmak için kullanılan yapay tatlandırıcı “aspartamın” kanserojen olduğunu açıklamaya hazırlanıyor.

Reuters haber ajansı, süreç hakkında bilgi sahibi iki kaynağa dayandırdığı haberinde, dünyanın en yaygın yapay tatlandırıcılarından birinin gelecek ay önde gelen küresel sağlık kuruluşu WHO tarafından olası kanserojen olarak ilan edileceğini ve bunun gıda endüstrisi ile düzenleyicileri karşı karşıya getirme olasılığının bulunduğunu aktardı.

Kaynaklar, Coca-Cola’nın diyet içeceğinden, bazı sakızlara ve diğer gazlı sodalara kadar birçok gıdada kullanılan aspartamın Temmuz ayında Dünya Sağlık Örgütü’nin (WHO) kanser araştırma birimi olan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) tarafından ilk kez “insanlar için muhtemelen kanserojen” olarak listeleneceğini söyledi.

IARC kararını, yayınlanmış tüm kanıtlara dayanarak bir maddenin potansiyel bir tehlike olup olmadığını değerlendirerek alıyor ve IARC bir kişinin bir üründen ne kadarını güvenli bir şekilde tüketebileceği yönünde ise bir tavsiyede bulunmuyor.

IARC’nin geçmişte farklı maddeler için verdiği benzer kararlar, tüketiciler arasında bu maddelerin kullanımına ilişkin endişeler yaratmış, davalara ve üreticiler üzerinde baskıya neden olmuştu.

Dünya Sağlık Örgütü ve Gıda ve Tarım Örgütü’nün Gıda Katkı Maddeleri Ortak Uzman Komitesi JEFCA, 1981’den bu yana aspartamın kabul edilen günlük limitler dahilinde tüketilmesinin güvenli olduğunu bildiriyor. Örneğin, 60 kilo ağırlığındaki bir yetişkinin risk altında olması için her gün içecekteki aspartam miktarına bağlı olarak 12 ila 36 kutu diyet soda içmesi gerekiyor. Bu görüş, ABD ve Avrupa da dahil olmak üzere ulusal düzenleyiciler tarafından geniş ölçüde paylaşılıyor.

DSÖ’nün katkı maddeleri komitesi JECFA da bu yıl aspartam kullanımını gözden geçiriyor. Toplantısına Haziran sonunda başlayan JECFA’nın bulgularını IARC’ın kararını açıkladığı gün, yani 14 Temmuz’da kamuoyuna duyurması bekleniyor.

Reuters IARC’nin aspartam kararının etkisinin büyük olabileceğine dikkat çekti. Komite 2015 yılında glifosatın “muhtemelen kanserojen” olduğu sonucuna varmıştı. Yıllar sonra, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) gibi diğer kurumlar bu değerlendirmeye itiraz ederken bile, şirketler kararın etkilerini hissetmeye devam ediyor. Alman Bayer şirketi 2021 yılında, glifosat bazlı ot öldürücülerini kullandıkları için kanser olduklarını iddia eden müşterilerine tazminat ödenmesine hükmeden ABD mahkeme kararlarına karşı yaptığı üçüncü temyiz başvurusunu kaybetmişti.

IARC’nin kararları, “kaçınılması zor maddeler ya da durumlar konusunda gereksiz bir telaşa yol açtığı” için eleştirilere neden oldu. IARC, daha önce geceleri çalışmayı ve kırmızı et tüketmeyi “muhtemelen kanser yapıcı” sınıfına koymuş, cep telefonu kullanmayı ise aspartam gibi “muhtemelen kanser yapıcı” olarak değerlendirmişi.

“Araştırma kapsamlı değil” iddiası

Uluslararası Tatlandırıcılar Birliği (ISA) Genel Sekreteri Frances Hunt-Wood, “IARC bir gıda güvenliği kuruluşu değildir ve aspartamla ilgili incelemeleri bilimsel olarak kapsamlı değildir ve büyük ölçüde itibarını yitirmiş araştırmalara dayanmaktadır” dedi.

Üyeleri arasında Mars Wrigley, bir Coca-Cola birimi ve Cargill gibi markaların da bulunduğu kuruluş, “tüketicileri yanlış yönlendirebilecek IARC incelemesiyle ilgili ciddi endişeleri” olduğunu söyledi.

Aspartam yıllardır kapsamlı bir şekilde inceleniyor. Geçen yıl Fransa’da 100 bin yetişkin arasında yapılan gözlemsel bir çalışma, aspartam da dahil olmak üzere daha fazla miktarda yapay tatlandırıcı tüketen kişilerin kanser riskinin biraz daha yüksek olduğunu gösterdi.

Bu çalışma, 2000’li yılların başında İtalya’daki Ramazzini Enstitüsü’nde yapılan ve fare ile sıçanlardaki bazı kanserlerin aspartamla bağlantılı olduğunu bildiren çalışmayı takip etti. Geçtiğimiz ay WHO, tüketicilere kilo kontrolü için şeker içermeyen tatlandırıcıları kullanmamalarını tavsiye eden kılavuzlar yayınlamıştı.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden “Tavuk Eti” Uyarısı

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization, WHO), çok fazla tavuk tüketiminin, birçok kişinin en ciddi hastalıklarından bazılarına maruz kalmasına neden olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Haber Merkezi / DSÖ’ye göre aşırı tavuk tüketimi, dünyanın 10. önde gelen hastalığı olan antimikrobiyal dirence veya AMR’ye yol açmaktadır. Sağlık uzmanı Dr. M. Vali, birçok kişinin aşırı tavuk eti yemekten dolayı AMR’den etkilendiğini söyledi.

Günümüzde birçok işletme, tavuğu sağlıklı ve taze tutmak için tavuklara antibiyotikler vermektedir. Antibiyotikler zamanla tavukların vücudunda birikir ve bu tavukları tüketenler, tavukta biriken antibiyotikleri otomatik olarak kendi vücutlarına alırlar.

Bu durum, vücudu antibiyotiklere karşı dirençli hale getirir ve  vücut farklı nedenlerle alınan antibiyotiklere tepki vermemeye başlar.

Antimikrobiyal direnci (AMR): bakteri, virüs ve parazit gibi mikroorganizmaların onları durdurmaya yönelik çalışan bir antimikrobiyale (örneğin antibiyotik) karşı duyarsız hale gelme yeteneğidir.

Antimikrobiyal Direnç nasıl oluşur?

Bakteriler, virüsler, mantarlar ve parazitlerin; evrimsel süreçte enfeksiyon tedavisinde kullanılan ilaçlara karşı direnç mekanizmaları geliştirmesi ve var olan antimikrobiyal ilaçların zaman içerisinde tedavide etkisiz hale gelmesidir.

Antibiyotik direnci düzelir mi?

Antibiyotikler halk sağlığını koruyor ama bakteriler de antibiyotiklere gittikçe direnç geliştirerek ilaçların etkisi azalıyor. Bazı enfeksiyonlar artık tedavi edilemiyor! Dünyada her yıl 1,7 milyon insan antibiyotik direncinden hayatını kaybediyor.

Antibiyotik direnci nasıl kırılır?

Bilim insanları bunlar içinde “dedA” adlı genin bastırılmasının bakterinin antibiyotik direncini tamamen kırdığını gördü. Öte yandan araştırmacılar, E. coli’nin beta-laktam antibiyotiklerine direncinin kırılmasında da benzer genlerin bastırılmasının etkili olduğunu tespit etti.

Antibiyotik direnci testi nedir?

Kültür antibiyogram testi, antibiyotik duyarlılık testi olarak da adlandırılan ve enfeksiyon kapmış olan bir hastanın vücudunda bulunan bakterilerin hangi antibiyotiklere karşı duyarlı olduğunu belirlemek için yapılan bir testtir. Testin yapılması için virüslerin ve bakterilerin laboratuarda üretilmesi şarttır.

Paylaşın

Hamilelik Kaynaklı Komplikasyonlar Nedeniyle “Her Gün 800 Kadın” Ölüyor

Hamilelikte, doğum sırasında ya da hamileliğin sona ermesinden altı hafta sonrasına kadar meydana gelen ölümler olarak tanımlanan anne ölümleri, dünya genelinde yeniden yükselmeye başladı.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) konuya ilişkin son raporuna göre her gün yaklaşık 800 kadın hamilelikle ilgili komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybediyor.

Raporda son yıllarda Latin Amerika, Karayipler, Avrupa ve Kuzey Amerika’da anne ölüm oranlarının hızla yükseldiğine dikkat çekiliyor.

2000’den 2020’ye kadar olan dönemi kapsayan araştırmada anne ölüm oranlarının 2000’den 2020’ye kadar dünya çapında azaldığı belirtiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü evrensel sağlıktan sorumlu genel müdür yardımcısı Dr. Anshu Banerjee, dünya genelinde tahminen 270 milyon kadının modern aile planlaması yöntemlerine erişimi olmadığının altını çiziyor.

Ölümlerin çoğun yoksul ülkelerde ve savaşın yaşandığı bölgelerde yoğunlaşıyor. Küresel anne ölümlerinin yüzde 70’e ulaştığı Sahra altı Afrika’nın büyük risk altında olduğuna dikkat çekiliyor. Bölgede 15 yaşındaki bir kız çocuğunun gebelikle ilgili nedenden ölme riski 40’ta 1.

Yemen, Suriye ve Afganistan gibi insani krizlerin yaşandığı ülkelerde, her 100 bin canlı doğumda 551 anne ölümünün gerçekleştiği belirtiyor. Bu noktada dünya ortalaması ise 100 binde 223.

2000 yılındaki 446 bin anne ölümü yaşanırken, bu rakam 2016’da 309 bin, 2020’de 287 bine geriledi; ancak ‘beklentilerin altında kaldı.”

Raporda anne ölümleri, hamilelikte, doğum sırasında ya da hamileliğin sona ermesinden altı hafta sonrasına kadar meydana gelen ölümler olarak tanımlanıyor. Yasadışı kürtajların neden olduğu ölümler de bu tanım içinde yer alıyor.

Dünya Sağlık Örgütü, küresel anne ölüm oranını 2030’a kadar 100 bin canlı doğumda 70 ölümün altına düşürmeyi umuyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: En Kaygı Veren Bölge Suriye’nin Kuzeybatısı

Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’nin güneyindeki 10 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin ardından, Suriye’nin kuzeybatısında muhaliflerin elindeki bölgede yaşayan halkın durumundan özellikle endişe duyulduğunu açıkladı.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Acil Durum Başkanı Mike Ryan, Cenevre’de düzenlediği basın toplantısında, “Şu anda en büyük kaygı uyandıran bölge Suriye’nin kuzeybatısı” dedi.

Mike Ryan, “Suriye’de hükümetin kontrolundaki alanlarda depremin etkisi önemli ancak oraya hizmet gidiyor ve halka erişim var” dedi ancak ülkenin kuzeybatısındaki durumun farklı olduğuna dikkat çekerek, Suriye’de şunu unutmamalıyız ki 10 yıldır savaş vardı. Sağlık sistemi çok zayıf. Halk çok kötü durumda” diye konuştu.

Suriye’nin kuzeybatısına insani yardım taşınması çabaları 10 yıldan uzun süredir devam eden iç savaş nedeniyle aksıyor. İç savaşın düşmanlıkları, Suriye’de cephe ötesine yardım taşınması için şimdiye kadar en az iki girişimi engelledi ancak gece saatlerinde bir konvoy bölgeye ulaştı.

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, üst düzey WHO yetkililerinin, depremlerin ardından Şam’a yaptıkları ziyaret sonrasında bölgeye yardım ulaşabilmesini sağlamak için Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’tan Türkiye ile Suriye arasında daha fazla sayıda sınır geçişini açmasını istediklerini bildirdi.

Esat, Pazartesi günü Suriye’nin kuzeybatısına iki sınır kapısından daha girilmesine izin verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göreyse bu izin çok geç verildi.

Ryan, daha fazla sınır geçişinin açılmasını “her iki tarafın da geri adım atarak halkın ihtiyaçlarına odaklanması” olarak değerlendirdi ve “Çatışmaların sonsuza dek sürdüğü ortamda yeterli sağlık hizmetini sağlamak çoğu zaman mümkün olmuyor” diye konuştu.

Ryan, “Yardımların çok arttığını, acil durum ekiplerinin sevk edildiğini, bir afet anında yapılması gereken her şeyin yapıldığını gördük ancak bunların daha etkili şekilde yürütülmesi için daha barış içinde bir arka plan olmazsa bu çabalar sürdürülebilir olmaz” diye konuştu.

Paylaşın

DSÖ’den Depremlerde Can Kaybı Sekiz Kat Artabilir Uyarısı

Başta Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere Suriye’nin kuzey bölgesini etkileyen depremlere ilişkin açıklama yapan Dünya Sağlık Örgütü (WHO), depremlerde can kaybının sekiz kat artabileceği uyarısında bulundu.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), Avrupa’dan sorumlu kıdemli acil durum yetkilisi Catherine Smallwood, haber ajansı AFP’ye yaptığı açıklamada, “Daha fazla çökmenin meydana gelme potansiyeli devam ediyor, bu nedenle genellikle ilk rakamların sekiz kat arttığını görüyoruz” dedi.

Smallwood, “Depremlerde her zaman aynı şeyi görüyoruz, ne yazık ki ölen ya da yaralanan insanların sayısına ilişkin ilk raporlar takip eden hafta içinde oldukça önemli ölçüde artıyor” ifadelerini kullandı.

Depremlerin yaşandığı bölgede, kış ortasındaki dondurucu soğuklar ve kar fırtınası kurtarma çalışmalarını daha da zorlaştırdı ve evsiz kalanları riske attı.

WHO yetkilisi Smallwood, “Evlerine geri dönemeyen diğer insanlar için toplu ortamlarda buluşma ve toplanma söz konusu olacak. Bu da eğer ihtiyaçları doğru bir şekilde karşılanmazsa, ısıtma olmazsa ve aynı zamanda aşırı kalabalık yaşanırsa, belirli riskler oluşturacaktır” diye konuştu.

Smallwood, bu risklerden birinin de solunum yolu virüslerinin dolaşımı olduğunu belirtti.

Deprem Grönland’a kadar hissedildi

Türkiye dünyanın en aktif sismik bölgelerinden birinde yer alıyor ve son deprem, 1999 yılında 17 binden fazla insanın ölümüne neden olan Gölcük Depremi’nde kırılan Kuzey Anadolu fay hattının tam karşısında yer alan Doğu Anadolu fayı boyunca meydana geldi.

Danimarka ve Grönland Jeoloji Araştırmaları’ndan sismolog Tine Larsen AFP’ye yaptığı açıklamada, depremin Grönland’a kadar hissedildiğini söyledi.

Larsen, depremin birkaç dakika içinde Grönland’ın doğu kıyısında da hissedildiğini ve çok sayıda artçı sarsıntının meydana geldiğini kaydetti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden Şurup Ölümleri Soruşturması

Şurupların çocuklar için tıbbi olarak gerekli olup olmadığına ya da ne zaman gerekli olduğuna dair kanıtları gözden geçiren Dünya Sağlık Örgütü (WHO), üç ülkede 300’den fazla çocuğun ölümüne neden olduğu tahmin edilen öksürük şurupları ve ilaç tedarikçileriyle ilgili soruşturma başlattı.

Akut böbrek rahatsızlığı nedeniyle çocuk ölümleri ilk olarak Temmuz 2022’de Gambiya’da başlamış, bunu Endonezya ve Özbekistan’daki vakalar izlemiştir. WHO, ölümlerin çocukların yaygın hastalıklar için aldıkları ve dietilen glikol veya etilen glikol gibi bilinen zehirli maddeleri içeren reçetesiz öksürük şuruplarıyla bağlantılı olduğunu açıklamıştı.

Şuruplarda “kabul edilemez seviyede” zehirli maddeler bulunduğunu belirten örgüt, Hindistan ve Endonezya’daki altı üreticinin ölümlerle bağlantılı ilaçları üretmek için kullandıkları belirli hammaddeler ve şirketlerin bunları aynı tedarikçilerden temin edip etmedikleri hakkında daha fazla bilgi talep etti.

Reuters haber ajansının ismi açıklanmayan bir yetkiliye dayandırdığı haberde Dünya Sağlık Örgütü, ailelere genel olarak çocuklar için öksürük şuruplarının kullanımını yeniden değerlendirmelerini tavsiye edip etmemeyi değerlendiriyor. WHO uzmanları, şurupların çocuklar için tıbbi olarak gerekli olup olmadığına ya da ne zaman gerekli olduğuna dair kanıtları da gözden geçiriyor.

WHO bugüne kadar Hindistan ve Endonezya’da şurupları üreten altı ilaç üreticisi firmayı tespit etti. Bu üreticiler şimdiye kadar ya soruşturma hakkında yorum yapmayı reddetti ya da zehirli maddeleri ilaçlarda kullandıklarını inkar etti.

WHO Sözcüsü Margaret Harris, örgütün çalışmalarının ayrıntıları hakkında daha fazla yorum yapmadan, “Bu konu bizim için en yüksek önceliğe sahip. Önlenebilir bir şeyden daha fazla çocuk ölümü görmek istemiyoruz” dedi.

Soruşturma 4 ülkeye daha genişletildi

BM’ye bağlı Dünya Sağlık Örgütü’nden dün yapılan açıklamada, öksürük şuruplarındaki potansiyel dietilen glikol ve etilen glikol kontaminasyonuna ilişkin soruşturmanın aynı ilaçların satışta olabileceği dört ülkeyi daha kapsayacak şekilde genişlettiğini duyurdu. Bu ülkeler, Kamboçya, Filipinler, Doğu Timor ve Senegal olarak sıralandı.

WHO, Maiden Pharmaceuticals ve Marion Biotech adlı iki Hintli üretici tarafından üretilen öksürük şurupları için Ekim 2022’de ve bu ayın başlarında özel uyarılar yayınlamıştı. Şurupların Gambiya ve Özbekistan’daki ölümlerle bağlantılı olduğu belirtildi ve uyarılarda insanlardan bunları kullanmayı bırakmaları istendi.

Maiden ve Marion’un üretim tesislerinin her ikisi de kapatıldı. Hindistan hükümetinin Aralık ayında yaptığı testlerde Maiden’ın ürünlerinde herhangi bir sorun bulunmadığını açıklamasının ardından Maiden şimdi yeniden açılmaya çalışıyor.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Trans Yağlar Her Yıl 500 Bin Ölüme Neden Oluyor

Birçok gıdada bulunan trans yağların tamamen ortadan kaldırılması çağrısını yineleyen Dünya Sağlık Örgütü (WHO), her yıl en az 500 bin insanın erken ölümünden sorumlu olduğunu bildirdi.

Türkiye’de trans yağ kullanımı yasak değil ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün çözüm politikaları ışığında 100 gram yağ başında 2 gram trans yağ ile sınırlı.

WHO, trans yağları ortadan kaldırma politikalarının çoğunun başta Amerika ve Avrupa olmak üzere yüksek gelirli ülkelerde uygulandığını ve giderek artan sayıda orta gelirli ülkenin de bunu takip ettiğini bildiriyor.

Endüstriyel olarak üretilmiş trans yağlar, paketlenmiş ürünlerde, unlu mamullerde, yemeklik yağlarda ve sürülebilir gıdalarda yaygın olarak bulunuyor.

WHO, 5 milyar kişinin bu toksik kimyasala maruz kaldığını ve bunun da kalp hastalıkları ve ölüm riskini arttırdığını bildiriyor.

Resolve to Save Lives (Hayat Kurtarmak İçin Kararlılık) adlı halk sağlığı girişiminin başkanı Tom Frieden, küresel çapta trans yağların gıdalardan çıkarılmasının 2040 yılına kadar kalp-damar hastalıklarından kaynaklanan 17 milyon ölümü önleyebileceğini söyledi.

Frieden ayrıca, “gıda tedarikinde geçerli bir kullanımı olmayan ve ortadan kaldırılması gereken toksik bir kimyasal olarak” nitelediği yapay trans yağı, doymuş yağdan ayırmanın önemli olduğunu belirtti.

Doymuş yağın, birçok gıda grubunun doğal bir parçası olduğunu ve kimsenin yasaklamayı teklif etmediğini belirten Frieden, “Basitçe ifade etmek gerekirse, yapay trans yağı beslenmenin sigara ürünü olarak düşünün. Hiçbir değeri yok” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün, trans yağın 2023 yılında küresel olarak ortadan kaldırılması hedefini 2018’de belirlemişti. Son beş yılda ilerleme kaydedildi.

Örgütün belirlediği ve belirli kriterlere bağlı olan çözüm uygulamaları da endüstriyel olarak üretilen trans yağlara karşı iki seçenek sunuyor. Birincisi tüm gıdalarda 100 gram toplam yağ başına 2 gram endüstriyel olarak üretilen trans yağın zorunlu ulusal sınır olması. İkincisi de tüm gıdaların malzemesi ve önemli bir trans yağ kaynağı olan hidrojenize yağların üretiminin veya kullanımının ulusal olarak yasaklanması.

WHO, gıdalarda trans yağla mücadele için şu anda 43 ülkenin, en iyi çözüm modellerini hayata geçirdiğini ve böylece 2,8 milyar kişiyi kalp hastalığı ve ölümden koruduğunu söylüyor.

Türkiye’de trans yağ kullanımı yasak değil ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün çözüm politikaları ışığında 100 gram yağ başında 2 gram trans yağ ile sınırlı.

Örgüte göre şu anda, trans yağ alımının neden olduğu kalp damar hastalığı ölümlerinin tahmini oranının en yüksek olduğu 16 ülkeden 9’unun çözüm uygulamaları bulunmuyor. Bu ülkeler Avustralya, Azerbaycan, Butan, Ekvator, Mısır, İran, Nepal, Pakistan ve Güney Kore.

Ancak Frieden’e göre hala 5 milyar kişi, trans yağın sağlığı bozan etkilerine karşı risk altında. Frieden, hükümetlerin WHO’nun oluşturduğu çözüm politikalarını hayata geçirerek, bu önlenebilir ölümleri durdurabileceğini söyledi.

Başta Meksika, Nijerya ve Sri Lanka olmak üzere birçok ülke, WHO’nun bu hayat kurtarıcı politikalarını uygulamaya çok yakın. Tom Frieden’a göre, tek ihtiyaçları olan şey “bitiş çizgisini aşmaları” için basit bir itici güç.

Frieden, “Bir ülkedeki kazanımlar diğer ülkeleri de harekete geçmeye teşvik edebilir. Hindistan, Bangladeş ve Filipinler gibi liderlerin tüm Güney ve Güneydoğu Asya bölgesi için örnek teşkil etmesini ve trans yağları yasaklayan Güney Afrika ile birlikte Nijerya’nın da Afrika için bir lider olmasını umuyoruz” diye konuştu.

Friedan, deneyimlerin endüstrinin uyum sağlayabileceğini, yenilik yapabileceğini ve trans yağ yerine sağlıklı alternatifler koyabileceğini gösterdiğini söyledi. Zehirli bir ürünü üretmeye devam edenler sadece birkaç büyük şirketten ibaret.

Friedan, bu şirketlerin trans yağın günlerinin sayılı olduğunu gördüklerinde harekete geçmelerini bekliyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın