Gizemli Kaynak, 35 Yıldır Dünya’ya Radyo Sinyalleri Gönderiyor

Bilim insanları, uzayda bilinmeyen bir kaynağın 35 yıldır düzenli olarak 20 dakikalık enerji patlamaları gönderdiğini ve bunların parlaklıklarının önemli ölçüde değiştiğini söylüyor.

Bilim insanları eski kayıtları inceleyerek sinyallerin en azından 1988’den beri Dünya’da tespit edildiğini ancak bu verileri toplayanlar tarafından fark edilmediğini buldu. Kaynak tespit edildikten sonra araştırmacılar radyo arşivlerini kontrol etti ve kaynağın en az 35 yıldır tekrar ettiğini saptadı.

Bulgular bilimsel dergi Nature’da yayımlanan “30 yıldır aktif olan uzun periyotlu bir radyo geçici dalgası” başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

Bilim insanları, bilinmeyen bir kaynağın en azından 1988’den beri Dünya’ya doğru radyo patlaması dalgaları gönderdiğini söylüyor. Araştırmacılar bu radyo dalgalarını Dünya’ya hangi cismin gönderdiğini bilmiyor. Öyle ki dalgaların doğası, onu açıklamaya çalışan hiçbir modelle uyuşmuyor.

Araştırmacılar, kaynağın 35 yıldır düzenli olarak 20 dakikalık enerji patlamaları gönderdiğini ve bunların parlaklıklarının önemli ölçüde değiştiğini söylüyor.

Emisyonlar, pulsarlardan çıkan ya da hızlı radyo dalgaları patlamalarını andıran patlamalara benziyor. Söz konusu patlamalar milisaniyeler alabiliyor veya birkaç saniye sürebiliyor. Ancak yeni keşfedilen kaynak 21 dakikalık bir periyotta titreşen radyo sinyalleri gönderiyor ki bu daha önce öngörülen açıklamalarla imkansız olduğu düşünülen bir şeydi.

Pulsarlar, kendi etraflarında hızla dönen ve bunu yaparken radyo dalgaları yayan nötron yıldızları. Bunlardan birinin yolu Dünya’yla kesiştiğinde, emisyonlar çok kısa ve parlak biçimde seçilebiliyor. Tıpkı dönen bir deniz fenerinin ışığının yoluna çıkmak gibi.

Bilim insanları bu sürecin ancak pulsarın manyetik alanının güçlü olması ve yeterince hızlı dönmesi halinde işleyebileceğine`inanıyor. Aksi takdirde Dünya’dan pulsarı görmek için yeterli enerji olmaz. Bu durum, kaynakların tespit edilebilmesi için yeterince hızlı ve güçlü dönmesi gerektiğini öne süren “pulsar ölüm çizgisi” teorisinin geliştirilmesine yol açtı.

Ancak yeni keşfedilen GPMJ1839-10 adlı nesne bu ölüm çizgisinin çok ötesinde. Eğer bu bir pulsar ise o zaman bilim insanlarının imkansız olduğunu düşündüğü şekillerde çalışıyor gibi görünüyor.

Bu cisim yüksek derecede manyetize olmuş bir beyaz cüce (magnetar), yani inanılmaz derecede güçlü manyetik alanlara sahip ekstra bir nötron yıldızı türü de olabilir. Ancak araştırmacılar, bunların, bu tür emisyonlar yayma eğiliminde olmadıklarına inanıyor.

Bilim insanları eski kayıtları inceleyerek sinyallerin en azından 1988’den beri Dünya’da tespit edildiğini ancak bu verileri toplayanlar tarafından fark edilmediğini buldu. Kaynak tespit edildikten sonra araştırmacılar radyo arşivlerini kontrol etti ve kaynağın en az 35 yıldır tekrar ettiğini saptadı.

Çalışmaya dahil olmayan, McGill Üniversitesi’nden fizik profesörü Victoria M. Kaspi, gelecekte bu şekilde daha fazla keşif yapılabileceğini söyledi. Kaspi, araştırmaya eşlik eden bir makalede, “Bu verilerde başka nelerin gizlendiğini ve birçok astronomik zaman ölçeğindeki gözlemlerin neleri ortaya çıkaracağını sadece zaman gösterecek” diye yazdı.

Bu, yeni keşfedilen kaynağın nasıl bu denli sıra dışı olduğuna dair bazı açıklamaları da içerebilir. Araştırmacılar, verilerde benzer bir başka nesne koleksiyonu olup olmadığını inceleyerek, yeni keşfedilen emisyonların arkasındaki mekanizmaları anlayabilir.

Bulgular bilimsel dergi Nature’da yayımlanan “30 yıldır aktif olan uzun periyotlu bir radyo geçici dalgası” başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Doğruladı: Evren Çarpıcı Ölçüde Hızlandı

Avustralya Sidney Üniversitesi’nden Profesör Geraint Lewis, “Evrenin 1 milyar yıldan biraz daha yaşlı olduğu bir zamana baktığımızda, zamanın 5 kat daha yavaş aktığını görüyoruz” dedi ve ekledi:

“Eğer orada, bu bebek evrende olsaydınız, bir saniye bir saniye gibi görünürdü ama bizim konumumuzdan, 12 milyar yılı aşkın bir gelecekten, bu erken zaman sürükleniyor gibi görünüyor.”

Bilim insanları, evrenin başlangıcında “aşırı yavaş hareket” halinde olduğunu ama o zamandan beri çarpıcı ölçüde hızlandığını keşfetti.

Einstein’ın genel görelilik teorisinde öngörülen bu keşif, bilim insanlarının evrenin Büyük Patlama’dan hemen sonraki halini gözlemlemelerinin ardından nihayet doğrulandı.

Einstein’ın teorisi, uzak evrenin bugünkünden çok daha yaşlı olduğu ve çok daha yavaş işlediği zamanları görebilmemiz gerektiğini öne sürüyor. Ancak bilim insanları esasen o kadar uzağa bakıp teoriyi doğrulayamamıştı.

Şimdiyse bilim insanları parlak kuasarları bir tür uzay saati olarak kullandı ve bu da onların evrenin bugünkünden çok daha yaşlı olduğu zamanı ölçmelerine olanak sağladı.

Yeni araştırmanın başyazarı Sidney Üniversitesi’nden Geraint Lewis, “Evrenin 1 milyar yıldan biraz daha yaşlı olduğu bir zamana baktığımızda, zamanın 5 kat daha yavaş aktığını görüyoruz” dedi.

Eğer orada, bu bebek evrende olsaydınız, bir saniye bir saniye gibi görünürdü ama bizim konumumuzdan, 12 milyar yılı aşkın bir gelecekten, bu erken zaman sürükleniyor gibi görünüyor.

Profesör Lewis ve diğer araştırmacılar araştırma için 200 kuasardan veri topladı. Kuasarlar, erken galaksilerin ortasında yer alan çok aktif süper kütleli kara delikler. Bu nedenle çok daha genç bir evrene bakmanın güvenilir bir yolunu sağlıyorlar.

Önceki araştırmacılar da aynı şeyi süpernovaları veya devasa patlayan yıldızları kullanarak yapmıştı. Bunlar da yararlı yöntemler ama evrenin ilk zamanlarındaki çok ama çok uzun mesafelerde görülmeleri zor. Bu yüzden elde edilen deliller, yalnızca kozmosun yaşının yaklaşık yarısıyla sınırlı oluyor.

Şimdiyse bilim insanları kuasarları kullanarak çok daha geriye, evrenin sadece 1 milyar yaşında (bugünkü yaşının yalnızca 10’da 1’i kadar) olduğu zamana kadar bakabildi.

Profesör Lewis, “Einstein sayesinde, zaman ve uzayın iç içe geçtiğini ve Büyük Patlama’nın tekilliğinde zamanın başlangıcından bu yana evrenin genişlediğini biliyoruz” dedi.

Uzayın bu şekilde genişlemesi, evrenin erken dönemlerine ilişkin gözlemlerimizin bugün akan zamandan çok daha yavaş görünmesi gerektiği anlamına geliyor.

Bu makalede, bunu Büyük Patlama’dan yaklaşık 1 milyar yıl sonrasına dayandırdık.

Bilim insanları, bulguları doğrulamak için, 190 kuasarın 20 yılda toplanan ayrıntılı verilerini inceledi. Araştırmacılar kuasarların her birinin “tik takını” standartlaştırmayı ve ardından onları karşılaştırmayı başardı. Bu da evrenin genişlemesinin ve hızlanmasının verilerde görülebileceğini ortaya koydu.

Profesör Lewis, “Bu mükemmel verilerle, kuasar saatlerinin tik taklarının haritasını çıkararak genişleyen uzayın etkisini ortaya çıkarabildik” dedi.

Çalışma, Nature Astronomy’de yayımlanan “Yüksek kırmızıya kayma kuasarlarının kozmolojik zaman genişlemesinin tespiti” başlıklı yeni bir makalede anlatılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Evrenin Genişlemesi “Serap” Olabilir

İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nden fizik profesörü Lucas Lombriser’ın matematiksel yorumuna göre evren genişlemiyor. Hatta Albert Einstein’ın bir zamanlar inandığı gibi düz ve durağan.

Lucas Lombriser’a göre genişlemeye işaret eden bulgular; protonlar ve elektronlar gibi parçacıkların kütlelerinin zaman içindeki evrimiyle açıklanabilir. Bu teoride söz konusu parçacıkların uzay-zamana nüfuz eden bir alandan ortaya çıktığı ileri sürülüyor.

Kozmolojik sabit de bu alanın kütlesi tarafından belirleniyor ve bu alan dalgalandığı için doğurduğu parçacıkların kütleleri de dalgalanıyor. Yani kozmolojik sabit zamanla değişiyor ve bu teoriye göre söz konusu değişim, evrenin genişlemesinden değil, parçacık kütlesinin zaman içinde değişmesinden kaynaklanıyor.

Tartışma yaratan yeni bir çalışma, evrenin genişlemesinin bir “serap” olabileceğini öne sürüyor.

Yeni teori, İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nden fizik profesörü Lucas Lombriser’ın kaleme aldığı, Classical and Quantum Gravity adlı bilimsel dergide yayımlanan bir makalede açıklandı.

Teorik fizikçiler, evrenin yaklaşık 13 milyar yıl önce meydana geldiği varsayılan Büyük Patlama’dan bu yana genişlediğini düşünüyor.

Önceden evrenin genişleme hızının sabit olduğuna inanılıyordu. Bunun için de “kozmolojik sabit” adı verilen bir terim kullanılıyordu. Genel görelilik kuramında yer alan kozmolojik sabit, boş uzaydaki enerji yoğunluğuna denk geliyor.

Öte yandan kozmolojik sabit, gökbilimciler için bir baş ağrısı olageldi. Zira parçacık fizikçilerinin değer tahminleri gerçek gözlemlerden 120 kat farklı. Bu nedenle kozmolojik sabit, “fizik tarihindeki en kötü tahmin” diye tanımlanıyor.

Kozmologlar bu değerler arasındaki tutarsızlığı genellikle yeni parçacıklar veya fiziksel kuvvetler önererek çözmeye çalıştı. Lombriser ise bundan farklı bir yöntem benimsemeye karar verdi.

Bilim insanının matematiksel yorumuna göre evren genişlemiyor. Hatta Albert Einstein’ın bir zamanlar inandığı gibi düz ve durağan.

Fizikçiye göre genişlemeye işaret eden bulgular; protonlar ve elektronlar gibi parçacıkların kütlelerinin zaman içindeki evrimiyle açıklanabilir.

Bu teoride söz konusu parçacıkların uzay-zamana nüfuz eden bir alandan ortaya çıktığı ileri sürülüyor. Kozmolojik sabit de bu alanın kütlesi tarafından belirleniyor ve bu alan dalgalandığı için doğurduğu parçacıkların kütleleri de dalgalanıyor.

Yani kozmolojik sabit zamanla değişiyor ve bu teoriye göre söz konusu değişim, evrenin genişlemesinden değil, parçacık kütlesinin zaman içinde değişmesinden kaynaklanıyor.

Kırmızıya kayma

Evrenin giderek genişlediğini belirten bilim insanları, bu düşünceyi kırmızıya kayma adı verilen ve gözlemlenebilen bir fenomene de dayandırıyor.

Bir nesne Dünya’dan uzaklaştıkça o nesnenin yaydığı ışığın dalga boyu, ışık spektrumunun daha kırmızı olan ucuna doğru uzar. Bu duruma kırmızıya kayma adı veriliyor.

Uzaktaki galaksilerden gelen ışığın giderek kırmızıya kayması, söz konusu galaksilerin Dünya’dan daha da uzaklaştığını düşündürüyor. Bu da evrenin sürekli genişlediğine yönelik kabulün önemli dayanaklarından biri.

Lombriser’ın teorisine göre bu kırmızıya kayma olaylarının da nedeni alan dalgalanmaları. Hatta söz konusu dalgalanmalar, uzak galaksi kümeleri için geleneksel kozmolojik modellerin öngördüğünden daha büyük çaplı kırmızıya kaymalara neden oluyor.

Böylece kozmolojik sabit, diğer teorik fizikçilerin tahminlerinin aksine, Lombriser’ın teorisine sadık kalabilir.

Kolombiya’daki ECCI Üniversitesi’nden doktora sonrası araştırmacı Luz Ángela García, Lombriser’ın yeni yorumundan etkilendiğini söylüyor.

García, Livescience’a yaptığı açıklamada, “Makale epey ilginç ve kozmolojideki birçok problem için alışılmadık sonuçlar sağlıyor” dedi.

Ancak García, makalenin bulgularını değerlendirirken ihtiyatlı davranmak gerektiğini vurguladı. Zira makalede öne sürülenlerin yakın gelecekte gözlemlerle kanıtlanması pek mümkün görünmüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya, En Az Bin Yıl Daha Güvende

Yeni bir çalışmada büyük asteroitlerin bin yıl sonraki yörüngelerini hesaplandı. Çalışmada Dünya’ya yakın nesnelerin çoğunun gezegene bin yıl içinde çarpmayacağı sonucuna varıldı.

Büyük asteroitlerin ve bunlardan biraz daha küçük göktaşlarının 3000 yılından önce Dünya’ya çarpma olasılığı epey düşük.

Çalışmada çarpma olasılığı en yüksek nesne de belirlendi. Ancak 7482 adlı bu göktaşının Dünya’ya Ay’dan daha yakın konuma gelme ihtimali de milyonda 15 olarak belirlendi.

Bilinen asteroitlerin yörüngelerini hesaplayan bilim insanları, Dünya’nın göktaşı çarpmalarına karşı en az bin yıl boyunca güvende olduğunu tespit etti.

NASA ve diğer uzay ajansları, Güneş Sistemi’nde keşfedilen nesnelerin yörüngelerini takip ederek, Dünya’yla yolları kesişirse yıkıma neden olabilecek asteroitlere özellikle dikkat gösteriyor.

Genellikle çapı 140 metre veya daha büyük olan göktaşları potansiyel açıdan tehlikeli görülüyor. Bunlar Dünya yakınlarında yer alıyorsa “Dünya’ya yakın nesneler” diye sınıflandırılıyor.

Diğer yandan astrofizikçiler bu göktaşlarının izlediği yörüngelerden yola çıkarak gelecekte bunların Dünya’ya çarpıp çarpmayacağını tahmin edebiliyor.

Yine de gökbilimciler şimdiye dek bu nesnelerin yörüngelerini yaklaşık 100 yıl sonrasına kadar tahmin edebilmişti.

ABD’deki Kolorado Boulder Üniversitesi’nden Oscar Fuentes-Muñoz liderliğindeki ekip, yeni çalışmasında büyük asteroitlerin bin yıl sonraki yörüngelerini hesaplamayı başardı.

Hakemli bilimsel dergi The Astronomical Journal’da yayımlanan araştırmada Dünya’ya yakın nesnelerin çoğunun gezegene bin yıl içinde çarpmayacağı sonucuna varıldı.

Ekibe göre büyük asteroitlerin ve bunlardan biraz daha küçük göktaşlarının 3000 yılından önce Dünya’ya çarpma olasılığı epey düşük.

Çalışmada çarpma olasılığı en yüksek nesne de belirlendi. Ancak 7482 adlı bu göktaşının Dünya’ya Ay’dan daha yakın konuma gelme ihtimali de milyonda 15 olarak belirlendi.

Öte yandan araştırmacılar, Dünya’ya yakın nesnelerin tamamının saptanamadığını da vurguluyor.

Tahminler, çapı 1 kilometreden büyük nesnelerin yüzde 95’inin gökbilimciler tarafından saptandığını gösteriyor.

Bu da henüz gözlemlenememiş bir göktaşının bin yıldan daha yakın zamanda Dünya’ya çarpma ihtimali olduğu anlamına geliyor.

Araştırma makalesinde konuyla ilgili şu ifadeler yer alıyor:

Uzun vadeli tehlikeyi belirlemek, gezegen savunma çalışmalarına katkı sağlayabilir. Tehlikeli nesneler, gelecekteki keşif görevlerinin odağında yer almalı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Uzayda Şimdiye Kadar Görülen En Büyük Patlamayı Tespit Etti

Bilim insanları, şimdiye kadar gözlemlenen en büyük kozmik patlamayı tespit etti. ‘Güneş sisteminin 100 katı büyüklüğünde’ olduğu tahmin edilen patlamanın, süper kütleli karadeliğe emilen gazdan kaynaklandığı düşünülüyor.

Haber Merkezi / Bilim insanları, bu tür olayların çok nadir olduğunu ve daha önce bu ölçekte hiçbir şeye tanık olunmadıklarını söylüyorlar.

Geçen yıl bilim insanları, GRB 221009A olarak bilinen bir patlamaya daha tanık oldu. Bu, en parlak patlama olarak kayıtlara geçti.

AT2021lwx ilk olarak 2020’de California’daki Zwicky Geçici Tesisi ve ardından Hawaii merkezli Asteroid Karasal Darbeli Son Uyarı Sistemi (ATLAS) tarafından tespit edildi.

8 milyar ışıkyılı uzaklıkta izlenen patlama, bilinen herhangi bir süpernovadan 10 kat daha parlak ve şimdiye kadar üç yıldan fazla sürdü, bu da onu kaydedilen en enerjik patlama yapıyor.

Southampton Üniversitesi’nden Astronom Dr. Philip Wiseman, “Bunun güneş sisteminin 100 katı büyüklüğünde ve güneşin yaklaşık 2 trilyon katı parlaklığa sahip bir ateş topu olduğunu tahmin ettik. Üç yılda, bu olay Güneş’in 10 milyar yıllık ömründe salacağı enerjinin yaklaşık 100 katı kadar enerji açığa çıkardı” dedi.

AT2021lwx olarak bilinen patlamanın evren yaklaşık altı milyar yaşındayken meydana geldiği düşünülüyor ve hala bir teleskoplar ağı tarafından izleniyor.

Bilim insanlar, patlama için çeşitli farklı nedenleri araştırıyor ama tam nedeni henüz bilinmiyor. Örneğin patlamanın bir kara delik tarafından parçalanmış geniş bir gaz bulutu olabildiği ileri sürülüyor.

Paylaşın

Kuasarların Sırrı 60 Yıl Sonra Çözüldü

Kütlesi milyonlarca ila on milyarlarca güneş kütlesi arasında değişen, gaz diski ile çevrili süper kütleli bir kara delik tarafından desteklenen ve son derece parlak aktif galaksi çekirdeği olan kuasarların sırrı, 60 yıldan uzun süren araştırma ve tartışmaların sonucunda çözüldü.

Aşırı parlaklığa ve kütleye sahip, gizemini büyük ölçüde koruyan gök cisimleri olan kuasarlar, ilk kez 1950’lerde keşfedildi. Kuasarlar, evrendeki en parlak ve en güçlü nesneler diye bilinmekte.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan yeni araştırmada, kuasarların muhtemelen galaksiler arasındaki çarpışmalar sonucu ortaya çıktığı ifade edildi.

Kuasarların yaydığı enerjinin bir galaksideki tüm yıldızların yaydığı enerjiden daha fazla olabileceği düşünülüyor.

Öte yandan keşfedilmelerinin üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen böyle bir enerji patlamasını neyin tetikleyebileceğine dair bir sonuca varılamamıştı.

Şimdiyse Birleşik Krallık’taki Sheffield ve Hertfordshire Üniversitelerinden araştırmacılar, gözlemlerden elde edilen veriler doğrultusunda, kuasar oluşumunun galaksi birleşmeleriyle tetiklendiği sonucuna vardı.

İspanya’nın La Palma bölgesindeki Isaac Newton Teleskobu’nu kullanan araştırmacılar, kuasara sahip 48 galaksi ve kuasarı olmayan 100 galaksinin üzerinde çalıştı

Bunun sonucunda kuasarlı galaksilerin diğer galaksilerle doğrudan etkileşime girme veya çarpışma olasılığının üç kat fazla olduğu saptandı.

Araştırmanın başyazarı Dr. Jonny Pierce, “Kuasarlar dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarının daha fazla bilgi edinmek istediği bir alan” diye konuştu.

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu gibi yeni güçlü cihazlar kuasarlara dair de önemli fikirler verebilir. Zira bu teleskop, yaklaşık 13 milyar yıl önce oluşmuş, evrendeki en uzak kuasarlardan gelen ışığı bile tespit edebiliyor.

Kuasarların daha ayrıntılı incelenmesi, Güneş Sistemi’ni ve dolayısıyla Dünya’yı da içeren Samanyolu Galaksisi’nin geleceğine dair de fikir veriyor.

Zira Samanyolu’nun, en yakın komşusu Andromeda Galaksisi’yle çarpışma rotasında olduğu uzun süredir biliniyor. Yeni çalışma, Samanyolu’nun tamamının bu süreçte bir kuasara dönüşebileceği anlamına geliyor.

Araştırmanın yazarlarından Prof. Dr. Clive Tadhunter, “Kuasarlar, evrendeki en aşırı fenomenlerden biri” diyor ve ekliyor:

Gördüklerimiz, muhtemelen kendi galaksimizin Andromeda’yla yaklaşık 5 milyar yıl sonra çarpışacağı geleceği temsil ediyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Büyük Patlama” Yeniden Meydana Gelebilir

Bilim insanları, karanlık enerjinin evreni yeniden küçültebileceğini ve sonunda tekrar Büyük Patlama’nın meydana gelebileceğini öne sürdü: İçinde yaşadığımız evren, sonsuz sayıda tekrarlanan ‘Büyük Sıçramalar’ dizisinden biri olmalı.

Karanlık enerji, evreni sürekli genişlettiği ve galaksileri birbirlerinden uzaklaştırdığı varsayılan bir enerji türü. Doğrudan gözlemlenemeği için “karanlık” diye nitelenen bu enerjinin varlığına dair dolaylı ipuçları mevcut.

Birleşik Krallık’taki Portsmouth Üniversitesi’nde görev alan Molly Burkmar ve Marco Brunia, evreni meydana getirdiği sayılan Büyük Patlama’nın tekrarlayabileceğini savundu.

İki teorik fizikçi, henüz hakem onayından geçmeyen yeni makalelerinde karanlık enerjinin evreni yeniden küçültebileceğini ve sonunda tekrar Büyük Patlama’nın meydana gelebileceğini yazdı.

Karanlık enerji, evreni sürekli genişlettiği ve galaksileri birbirlerinden uzaklaştırdığı varsayılan bir enerji türü. Doğrudan gözlemlenemeği için “karanlık” diye nitelenen bu enerjinin varlığına dair dolaylı ipuçları mevcut.

Yeni makalede karanlık enerjinin periyodik olarak “açılıp kapanabileceği”, evreni bazen büyütürken bazen de yeni bir evrenin doğumuna uygun koşullar yaratabileceği ifade edildi.

Başka bir deyişle karanlık enerji, evrenin büzülmesine ve sonunda tekrar patlamaya neden olabilir. Bu, evrenin yeniden genişlediği, durulduğu ve büzüldüğü bir döngü.

Yazarlar, “İçinde yaşadığımız evren, sonsuz sayıda tekrarlanan ‘Büyük Sıçramalar’ dizisinden biri olmalı” ifadelerini kullandı:

Nitel analizimiz, gerçekçi nicel davranışların olduğu daha realist modellerin oluşturulması için bir temel teşkil ediyor.

Karanlık enerjinin kaynağı, kara delikler olabilir

Yine Birleşik Krallık’taki üniversitelerden bilim insanları da kısa süre önce karanlık enerji bilmecesine dair dikkat çeken bir teori ortaya atmıştı.

Son 9 milyar yıl içinde ortaya çıkmış süper kütleli karadelikleri karşılaştıran ekip, bunların karanlık enerjinin kaynağı olabileceğine dair bir ipucu keşfetmişti.

Araştırma ekibinden astrofizikçi Chris Pearson, “Sonunda kozmologları ve teorik fizikçileri şaşırtan karanlık enerjinin kökeni için bir cevap bulduk” demişti.

Teorimiz, eğer doğruysa, tüm kozmolojide devrim yaratacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Yasak” Bir Gezegen Keşfedildi

Bilim insanları dikkat çeken bir keşfe imza attı. “Yasak” bir dünyaya sahip bir gezegen sistemi bulundu. Bilim insanları gezegene, yörüngesinde döndüğü yıldıza ithafen TOI 5205b adını verdi. 

Bilim insanları bu tür gezegenlerin oluşumına dair anlatıyı yeniden yazabilecek “yasak” bir dünyaya sahip bir gezegen sistemi buldu.

Gezegen, bizim Jüpiter’imize benzeyen büyük, gaz devi bir gezegene sahip. Ancak yıldızı, Jüpiter’in sadece 4 katı büyüklüğünde bir kırmızı cüce.

Bilim insanları daha önce bu kadar küçük bir yıldızın bu kadar büyük, gazlı bir gezegene ev sahipliği yapmasının muhtemel olmadığını düşünüyordu.

Araştırmayı yöneten, Carnegie Bilim Enstitüsü’nden Shubham Kanodia, “Ev sahibi yıldız TOI-5205, Jüpiter’den sadece 4 kat kadar büyük ama bir şekilde Jüpiter büyüklüğünde bir gezegen oluşturmayı başarması son derece şaşırtıcı!” diyor.

Bu tür M-tipi cüce yıldızların etrafında daha önce de gaz devleri oluşmuştu. Ama yeni keşfedilen yıldız daha genç ve daha düşük kütleye sahip.

Bilim insanları gezegene, yörüngesinde döndüğü yıldıza ithafen TOI 5205b adını verdi.

Kanodia, “TOI-5205b’nin varlığı, bu gezegenlerin doğduğu diskler hakkında bildiklerimizi derinleştiriyor” diyor.

Başlangıçta diskte ilk çekirdeği meydana getirmek için yeterli kayalık malzeme yoksa, o zaman gaz devi gezegen meydana gelemez. Ve sonunda eğer disk muazzam çekirdek oluşmadan önce buharlaşırsa, o zaman da gaz devi gezegen meydana gelemez. Yine de TOI-5205b bu bariyerlere rağmen oluştu.

Gezegen oluşumuna ilişkin mevcut nominal anlayışımıza göre TOI-5205b var olmamalı; o bir “yasak” gezegen.

TOI 5205b, muhtemel bir gezegen olarak ilk kez NASA’nın Geçiş Halindeki Ötegezegen Araştırma Uydusu, yani TESS tarafından tespit edildi. TESS, “geçiş” diye bilinen ve gezegenler yıldızlarının önünden geçerken meydana gelen ışık azalmasına dair bir belirti arıyor. TOI 5205b, gezegen ve yıldızın nispeten benzer olan boyutları nedeniyle dikkat çekiciydi. Bu, ışığın yaklaşık yüzde 7’sini engellediği ve bilinen en büyük geçişlerden biri olduğu anlamına geliyor.

Ardından daha fazla teleskopla inceleme yapan bilim insanları, bunun bir gezegen olduğunu ve imkansız olduğu düşünülen bir boyutta göründüğünü doğruladı.

Araştırmacılar halihazırda NASA’nın kısa süre önce fırlatılan James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanarak bu dünya üzerinde daha fazla araştırma yapmayı umuyor. Geçişin çok büyük olması, bu gözlemlerin özellikle verimli olacağı ve bileşiminin yanı sıra doğumunun olağandışı öyküsüne de ışık tutacağı anlamına geliyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Heyecan Yaratan Keşif: Yaşanabilir Bölgede Yeni Bir Gezegen Bulundu

Gökbilimciler sadece 31 ışık yılı uzakta Dünya benzeri bir ötegezegen keşfetti. Gezegenin Dünya’nın kütlesinin 1,36 katına sahip olduğu belirtiliyor. Bilim insanları yüzeyinde sıvı halde su bulundurabilecek koşullara sahip gezegenlerin yaşanabilir bölgede yer aldığını ifade ediyor.

Zira bu gezegenler yıldıza daha yakın olduklarında sıcaklık arttığı için su buharlaşıyor, daha uzak olduğunda ise donmuş halde olabilir.

Ancak bir gezegenin yaşanabilir bölgede yer alması, yüzeyinde mutlaka su olduğu anlamına gelmiyor. Gezegenin organik bileşikleri içerip içermediği, bir atmosfere sahip olup olmadığı gibi ayrıntılar ancak ileri gözlemlerle ortaya çıkarılabilir.

Almanya’daki Max Planck Astronomi Enstitüsü’nden Diana Kossakowski liderliğindeki bir astronom ekibinin keşfettiği gezegen, yıldızının yaşanabilir bölgesinde yer alıyor.

Kossakowski ve ekibinin keşfettiği Wolf 1069b adlı gezegen de yörüngesinde döndüğü yıldızın yaşanabilir bölgesinde yer alıyor. Ekip bu yıldıza da Wolf 1069 adını verdi.

Gezegenin Dünya’nın kütlesinin 1,36 katına sahip olduğu belirtiliyor. Wolf 1069b, aynı zamanda Dünya’ya benzemesiyle de heyecan yaratıyor.

Kossakowski, “Wolf 1069 yıldızının verilerini analiz ettiğimizde, kabaca Dünya kütlesine sahip bir gezegenden geldiği görülen net, düşük genlikli bir sinyal keşfettik” diye konuştu.

Hakemli bilimdel dergi Astronomy & Astrophysics’te yayımlanan bulgular, Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerde yaşanabilirlik belirtilerini aramaya yönelik çalışmalara bilgi sağlayabilir.

Öte yandan gökbilimci Wolf 1069 yıldızının bir kırmızı cüce olduğunu vurguladı. Nispeten küçük ve soğuk olan kırmızı cüceler, genelde Güneş’in yarısından daha az kütleye sahip oluyor.

Kossakowski yeni keşfedilen gezegenin yıldızın etrafında Dünya’ya kıyasla çok daha hızlı döndüğünü belirtiyor:

Yıldızın yörüngesinde dönüşü 15,6 gün içinde tamamlanıyor. Dünya ve Güneş arasındaki mesafenin sadece 15’te 1’ine denk gelen bir mesafede dönüyor.

Diğer bir deyişle Dünya’nın Güneş’e uzaklığı, Wolf 1069b’nin kendi yıldızına uzaklığından 15 kat fazla. Ayrıca Wolf 1069b’de bir yıl sadece 15,6 gün sürüyor.

Max Planck Enstitüsü’nün keşifle ilgili açıklamasına göre, Wolf 1069b’nin daima bir tarafı yıldızına dönük. Bu da Ay’ın sürekli aynı yüzünün Dünya’ya bakmasına benziyor. Yani Wolf 1069b’nin bir yüzünde sürekli gündüz diğer yüzünde sürekli gece yaşanıyor.

Ancak bu durum, yaşanabilir koşulların oluşmasına engel değil. Açıklamada, “Ekip, gezegenin gündüz tarafının geniş bir alanında yaşanabilir koşulların olabileceğini düşünüyor. Bu konuda iyimserler” ifadeleri yer alıyor:

Yıldızda görünürde (şiddetli patlamalar gibi) herhangi bir aktivite olmaması, Wolf 1069b’nin atmosferinin önemli bir kısmını muhafaza etmiş olma ihtimalini de artırıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzayda Tekrarlayan 25 Sinyal Tespit Edildi

Uzayda tekrarlayan 25 sinyal tespit edildi. Kısa süre öncede, her 18 dakikada bir tekrar eden gizemli bir radyo sinyali tespit edilmiş ve bu sinyalin nereden geldiği bilim camiasında tartışmalara neden olmuştu.

Bazı uzmanlar bu sinyallerin nötron yıldızları ve karadeliklerden geldiğine inanılıyor. Ancak bilim dünyası ‘hızlı radyo dalgası patlamaları’nın kaynağı konusunda fikir birliğine varabilmiş değil.

Kanadalı bilim insanları, uzayda tekrarlayan 25 sinyal tespit etti.

Bu sinyallerin “hızlı radyo dalgası patlamaları” (FRB) adı verilen gizemli bir fenomene ait olduğu düşünülüyor.

FRB’ler, Güneş’in üç günde ürettiğinden daha fazla enerjiyi bir milisaniyede açığa çıkaran patlamalardan oluşuyor.

Çoğu patlama yalnızca milisaniyeler sürse de bunların tekrar ettiği nadir vakalar da tespit edilmişti.

Örneğin kısa süre önce gökbilimciler, her 18 dakikada bir tekrar eden gizemli bir radyo sinyali tespit etmiş ve bu sinyalin nereden geldiği bilim camiasında tartışmalara neden olmuştu.

Yeni araştırmada ise Kanada’nın British Columbia bölgesindeki Dominion Radyo Astrofizik Gözlemevi’nde 25 FRB’ye dair kanıt bulundu.

Gözlemevindeki yenilikçi bir teleskop olan Kanada Hidrojen Yoğunluğu Haritalama Deneyi’nden verileri inceleyen bilim insanları, 2019 ve 2021 arasında tespit edilen sinyalleri inceledi.

Daha sonra bu sinyaller arasındaki tekrarlayan FRB’leri ayıklamak için bir yapay zeka algoritması kullanıldı.

Geniş görüş alanı ve frekans aralığı nedeniyle bu teleskop FRB’leri tespit etmek için vazgeçilmez bir araç.

Gökbilimciler bu teleskobu kullanarak bugüne kadar 1000’den fazla kaynak tespit etti.

Bazı uzmanlar bu sinyallerin nötron yıldızları ve karadeliklerden geldiğine inanılıyor.

Ancak bilim dünyası FRB’lerin kaynağı konusunda fikir birliğine varabilmiş değil.

Zira bu sinyallerin pulsar veya magnetarlardan geldiğini düşünenler olduğu gibi, FRB’leri Dünya dışı yaşamla ilişkilendirmeye çalışanlar da var.

Uzmanlara göre Kanada’daki gibi güçlü teleskoplarla yapılan deneyler yakın gelecekte bu gizemli fenomenin açıklığa kavuşmasını sağlayabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın