TÜSİAD Başkanı Turan’dan “Kadın Hakları” Vurgusu

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Turan, “Türkiye’de kadın hakları dendiğin akla maalesef kadın cinayetleri ve kadına yönelik erkek şiddeti geliyor. Şiddete sıfır tolerans ilkesiyle 6284 sayılı yasamızı tavizsiz uygulamalıyız. İstanbul Sözleşmesi’ne de en kısa sürede dönmeyi diliyoruz” dedi ve ekledi:

“Kadın – erkek eşitsizliğinin giderilememsinin bir nedeni siyasette kadın temsilinin çok düşük olması. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkının birçok gelişmiş ülkeden önce almış olsa da günümüzde kadınların Meclis’te temsil oranı şu anda 118’inci sıradayız. Dünya ortalamasının altına seyrediyoruz.”

Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin (TÜAD) 26’ncı Araştırma Zirvesi, bugün İstanbul’daki Hilton Bosphorus’ta düzenlendi.

Kısa Dalga’nın aktardığına göre, ‘Geleceği İnşa Etmek’ başlıklı oturumda konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından ülke olarak seferberliğe gidilerek güzel bir dayanışma örneği sergilendiğini ifade etti.

Turan, ‘parlak geleceğe’ ulaşırken refahın bireylerle paylaşması gerektiğini belirterek 100 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk ve kurucuların ‘yeniden biz olma’ hikayesi yazdığını dile getirdi.

“Parlak bir geleceğe hiçbir bireyi geride bırakmadan ulaşamaz mıyız?” diye soran TÜSİAD başkanı, “İkinci Yüzyıl’da refahın dağıldığı, insani kalkınmanın sağlandığı bir ülke hayal ediyoruz” dedi.

Turan, “Milletimizin bugün mutlu olmasının yolu, kalkınmayla beraber, ekonomik gelişmeler, toplumsal adaletten uluslararası toplumun saygın bir üyesi olmaktan ve insanlığı tehdit altına bırakan küresel ısınmaylam mücadele etmekten geçiyor” ifadesini kullandı.

Turan, günümüzde kalkınmanın esas sürükleyicisini yer altı kaynakları veya binalar olmadığını, bunların bir anda nasıl yok olabileceğinin görüldüğünü belirterek kalkınmanın kurumlar üzerine inşa edilmesinin gerektiğini dile getirdi.

TÜSİAD başkanı, dünya ticaretinde yüksek teknolojili ürün ve hizmetlerin payı artarken, düşük ücret, düşük beceri ve düşük tekonolojiyle üretilen ürünlerin payının azaldığını belirterek “Türkiye’nin yüksek teknoloji ihracatındaki payı 2013’ten beri azalıyor. Yüzde 3 seviyelerini aşamıyor” dedi.

Turan, şunları kaydetti: “Türkiye’de kadın hakları dendiğin akla maalesef kadın cinayetleri ve kadına yönelik erkek şiddeti geliyor. Şiddete sıfır tolerans ilkesiyle 6284 sayılı yasamızı tavizsiz uygulamalıyız. İstanbul Sözleşmesi’ne de en kısa sürede dönmeyi diliyoruz.

Kadın – erkek eşitsizliğinin giderilememsinin bir nedeni siyasette kadın temsilinin çok düşük olması. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkının birçok gelişmiş ülkeden önce almış olsa da günümüzde kadınların Meclis’te temsil oranı şu anda 118’inci sıradayız. Dünya ortalamasının altına seyrediyoruz.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan “8 Mart” Açıklaması: Kadınların Eşit Temsilini Hedeflemeliyiz

8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir basın açıklaması yayınlayan TÜSİAD, açıklamasında, “Toplumsal cinsiyet eşitliği insan hakları, demokratik gelişmişlik ve sürdürülebilir kalkınma için vazgeçilmezdir. Tüm kamu, özel sektör ve STK karar noktalarında kadınların eşit temsilini hedeflemeliyiz” ifadelerine yer verdi.

Haber Merkezi / TÜSİAD, açıklamasının devamında, “Kadına yönelik erkek şiddetini tavizsiz şekilde ortadan kaldırmak için İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm mekanizmaları harekete geçirerek mücadeleye devam etmeliyiz. Cumhuriyetimizin kuruluşunda kadın-erkek omuz omuza en zor koşullarda ülkemizi inşa etmeyi başardık.

Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bırakırken de daha demokratik, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye hedefini yine eşitlikten güç alarak inşa edeceğimize inanıyoruz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hedefimiz; her alanda kadın-erkek eşitliğini başarmak olmalıdır.” cümlelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir basın açıklaması yayınladı. TÜSİAD’ın basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“Derin bir üzüntünün yanında büyük bir dayanışmayla mücadele etmekte olduğumuz 6 Şubat tarihli deprem felaketinin etkileri dahil olmak üzere hiçbir krizden toplumun yarısını geride bırakarak çıkamayız. Araştırmalar afet ve krizlerde kadınların erkeklere göre daha olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor.

Kimseyi geride bırakmadan, yaşadığımız afetin olumsuz etkilerini azaltabilmek için toplumsal cinsiyete duyarlı kriz yönetimi stratejilerine öncelik vermeli, eşitsizliklerle etkin şekilde mücadele etmeliyiz. Bu kapsamda afet bölgesinde şiddet riskine karşı güvenliğin yanı sıra barınma, sağlık, eğitim gibi tüm alanlarda kadınların görüşleri ve ihtiyaçları kapsamlı şekilde ele alınmalıdır.

Toplumsal cinsiyet eşitliği insan hakları, demokratik gelişmişlik ve sürdürülebilir kalkınma için vazgeçilmezdir. Tüm kamu, özel sektör ve STK karar noktalarında kadınların eşit temsilini hedeflemeliyiz.

Kadına yönelik erkek şiddetini tavizsiz şekilde ortadan kaldırmak için İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm mekanizmaları harekete geçirerek mücadeleye devam etmeliyiz.

Cumhuriyetimizin kuruluşunda kadın-erkek omuz omuza en zor koşullarda ülkemizi inşa etmeyi başardık.

Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bırakırken de daha demokratik, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye hedefini yine eşitlikten güç alarak inşa edeceğimize inanıyoruz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hedefimiz; her alanda kadın-erkek eşitliğini başarmak olmalıdır.”

Paylaşın

TUSİAD Başkanı Orhan Turan’dan “Büyüme Modeli’ne Eleştiri

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, refah ve istihdam yaratmakta zorlanan bir büyüme modeli, düşük teknolojili ürünlere sıkışmış, katma değeri düşük, ithalata bağımlılığı yüksek, bölgeler itibariyle dağılımı dengesiz bir üretim yapısı, kalite ve itibar sorunu yaşayan kurumsal yapılar ülkemizin uluslararası arenada rekabet gücünü destekleyici mahiyette değildir.” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Üstelik, küresel gelişmeleri dikkate aldığımızda, bunlara ilaveten yeni alanlarda da dönüşümü sağlayacak bir dizi önlemi zaman kaybetmeden hayata geçirmeliyiz.”

Yaklaşan seçimler öncesi ekonomiye ilişkinde Turan, “Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası ile öncesi arasındaki ekonomik koşulların ve politikaların farklılaşması olası. Seçimler öncesinde küresel ekonomi zayıfken ve özellikle birçok AB ülkesinde resesyon dinamikleri gündemde iken Türkiye ekonomisinde iç talebe bağlı büyüme sürecinin desteklendiği bir dönem yaşayacağız” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından bugün düzenlenen “2023 Yılında Türkiye Ekonomisi” başlıklı panelin açılışında konuştu. Turan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Yeni bir yıla başlarken tüm ekonomi dünyası o yılın ekonomik trendlerini ve öngörülerini merakla bekler. 2023 bu açıdan daha da dikkat çekici bir yıl. Küresel ekonomiye ilişkin riskler ve belirsizlikler çok yüksek; Türkiye ekonomisi açısından da 2023’e düşmekte olsa da hala çok yüksek olan bir enflasyon oranı, büyümede yavaşlama, dış açık ve kamu açığında artış ile giriyoruz.

2023’ün ilk yarısında sıkı para politikasının etkisiyle Avrupa ve birçok gelişmiş ülkede resesyon tahmin edilirken ABD’de de büyümenin çok zayıf olması bekleniyor. Yılın ikinci yarısından itibaren ise izlenen sıkı para politikasının enflasyonu düşürmekte etkili olmasına paralel olarak dünya ekonomisinde zayıf da olsa yeniden bir büyüme süreci başlayacak.

2023’ün birinci ve ikinci yarısında ekonomik koşulların ve politikanın farklı olması Türkiye için de olası. Her şeyden önce küresel dinamikler ülkemizde de etkisini gösterecek. Finansal koşullarda yıl boyunca bir gevşeme olmasa da yılın ikinci yarısında dünya ekonomisinde büyümenin bir miktar hızlanacak olması ihracat talebinde bir canlanmayı muhtemel kılıyor.

Ancak Türkiye ekonomisi açısından 2023’e iki alt dönemde bakma ihtiyacının bir nedeni de milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası ile öncesi arasındaki ekonomik koşulların ve politikaların farklılaşması olası. Seçimler öncesinde küresel ekonomi zayıfken ve özellikle birçok AB ülkesinde resesyon dinamikleri gündemde iken Türkiye ekonomisinde iç talebe bağlı büyüme sürecinin desteklendiği bir dönem yaşayacağız.

Yılın ikinci yarısında ise küresel ekonomide görülecek nispi olumlu gelişme, Türkiye ekonomisinde  makroekonomik istikrarı ve yapısal reformu önceleyen politikaların uygulanması açısından nispeten olumlu bir ortam yaratacak.

2023’ün ikinci yarısında dünya gibi Türkiye’nin de normalleşme sürecine girmesi gerekecek. Bunun en önemli koşulu da enflasyonun düşürülmesi ve ekonomik istikrarın tesis edilmesi. Enflasyonun çıkmış olduğu çok yüksek seviyelerden baz etkisiyle beraber düşme sürecine girmiş olmasını bir fırsat olarak değerlendirmek mümkün. Ancak enflasyonu düşürmede makro ihtiyati tedbirlerin para politikasının ikamesi olamayacağı noktasından hareketle para politikasını enflasyonla mücadele çerçevesinde formüle etmek, maliye politikasını enflasyonla mücadeleyi destekleyici mahiyette kurgulamak gerekiyor.

2023 yılını Türkiye açısından önemli kılan bir başka boyut da bu sene cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı olması. Bu durum, neredeyse ilk yüzyılın geneline damga vurmuş olan bir dizi yapısal sorunumuzu, çözme iradesiyle ele almak için bir fırsat veriyor. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, refah ve istihdam yaratmakta zorlanan bir büyüme modeli, düşük teknolojili ürünlere sıkışmış, katma değeri düşük, ithalata bağımlılığı yüksek, bölgeler itibariyle dağılımı dengesiz bir üretim yapısı, kalite ve itibar sorunu yaşayan kurumsal yapılar ülkemizin uluslararası arenada rekabet gücünü destekleyici mahiyette değildir. Üstelik, küresel  gelişmeleri dikkate aldığımızda, bunlara ilaveten yeni alanlarda da dönüşümü sağlayacak bir dizi önlemi zaman kaybetmeden hayata geçirmeliyiz.

Uyum sağlamamız gereken alanların başında iklim değişimi ile mücadele geliyor. Bu çerçevede sıfır karbon hedefi doğrultusunda bir dizi adımı atmak, döngüsel ekonomiden ve yeşil üretim tekniklerinden daha fazla yararlanmak, fosil enerji kaynaklarından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi hızlandırmak ve enerji tasarrufu ve enerji verimliliğini artırmak önümüzdeki dönemin ekonomi politikası öncelikleri arasında yer almalı.

Ekonomik ve toplumsal hayatta dijital dönüşüme uyum sağlamak için de altyapıdan becerilere, bilim ve teknoloji politikalarından yatırım ortamına bir dizi alanda hızlı ve kapsamlı adımlar atmalıyız.

Kısacası çok konuştuğumuz ama şimdiye kadar ertelediğimiz yapısal reformları bir an önce tamamlamamız gerekiyor. Bu reformlar hem istikrarsızlığın adeta yeni normal haline geldiği küresel düzende rekabetçiliğimizi korumak açısından hem de özlemini çektiğimiz refah seviyesine ikinci yüzyılımızda ulaşmak açısından belirleyici önemde.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’dan ‘Kur Krizi’ Uyarısı

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Önümüzdeki yıl öngörülerimizi enflasyonun tek haneye inmesini hedefleyen politikaların uygulandığı, Türk lirasının istikrara kavuştuğu, iş hayatına dönük sırf mevzuat değişikliklerinin yerini kuralların öngörülebilir olduğu bir iş ortamının aldığı, yüksek enflasyonun erittiği satın alma gücünün yeniden toparlanıp iç talebin canlandığı, büyümenin de hızlandığı bir konjonktür süslüyor” dedi.

Haber Merkezi / 2023’ün seçim yılı olacağını kaydeden Turan konuşmasını şöyle sürdürdü: “Enflasyondan ve işsizlikten zarar gören özellikle sabit ve dar gelirliler açısından ekonomik koşullar zorlayıcı. 2023’te büyümenin hızlandırılması gerekiyor fakat makro dengeleri bozmadan büyümenin hızlandırılabilmesinin önünde de çeşitli kısıtlar yer alıyor olması, ekonomik politikanın hareket alanını epey daraltıyor. Büyümedeki hızlanma cari açığın bozulmasına, bu da kur üzerinde baskı ve kur üzerinden enflasyonun hızlanmasına yol açma riski yaşıyor. Bu nedenle ekonomi politikalarının büyük bir dikkat ve beceriyle uygulanması gereken bir yıla giriyoruz. 2023 makroekonomik istikrarın test edildiği bir yıl olmak durumunda.”

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ile Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) işbirliğinde, Marmara ve İç Anadolu Sanayici İş Adamları Derneği (MARSİFED) ev sahipliğinde Bursa’da “Anadolu Buluşmaları Toplantısı” yapıldı. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Bursa çok uzun yıllardır ülkemiz sanayinin önemli merkezlerinden birisi. Ülkemizin en yüksek ihracatını gerçekleştiren şehirlerimizden. İhracatın çok büyük bir bölümünü de sanayi ürünleri oluşturuyor. Bursa Organize Sanayi Bölgesi Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesi olma özelliğini taşırken, TÜSİAD’dan sonra kurulan ikinci sanayici ve iş insanları derneği de yine bu köklü şehirde hayata geçmişti.

Ana sanayiye can veren tedarik sanayimiz için de Bursa’da çok önemli bir ekosistem ve birikim var. Hem sanayi üretimi, hem de fikir üretimi ve ortak akıl açısından zengin bir kültüre sahip. Biz de bugün, bu birikimden yararlanmak için buradayız. Ülkemiz için kurduğumuz hayali sizlerle paylaşmak ve görüşlerinizi almak istiyoruz.

Yeni bir yılı bitirip bir yenisine girmeye hazırlanıyoruz. Sözlerime geçtiğimiz yılın kısa bir değerlendirmesi ve gelecek yıla ilişkin görüşlerimle başlayayım.

2022’ye covid pandemisini geride bırakıyor olmanın getirdiği iyimserlikle başlamışken Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, tüm dünyada derin ekonomik ve jeopolitik sonuçlar yarattı. Başta enerji olmak üzere, artan hammadde fiyatlarının tırmandırdığı enflasyon ve başlıca merkez bankalarının para politikasını sıkılaştırıp faiz oranlarını artırma sürecine girmesi, büyümede yavaşlamaya yol açtı. Bu gelişmeler Türkiye’yi de etkiledi. Kur şokları ve döviz kurunun kontrol edilmesi amacıyla getirilen düzenlemeler, faizi tek basamağa düşürmeye odaklı para politikası ve bunların sonucu olarak yükselen enflasyon 2022’yi şekillendirdi. 2022’ye hızlı bir büyüme, aşırı dalgalı bir kur ve yüksek enflasyon ile başlamıştık. Yılı; kurdaki dalgalanmanın azaldığı, enflasyonun seviye olarak yüksek olmakla birlikte artışının durduğu, ama ihracat artışının da durduğu ve büyümenin yavaşladığı bir konjonktür ile bitiriyoruz.

2022 yılında, enflasyon ve kur gibi temel makroekonomik değişkenlerde artan istikrarsızlığın ve belirsizliğin yanı sıra düzenleme belirsizliği de iş hayatında öngörü yapmayı ve karar almayı zorlaştırdı. 2022’de çok sayıda mevzuat değişikliği oldu. Bu değişiklikler bankacılık ve reel sektörün davranışlarını etkiledi.  Faiz oranlarındaki düşüşe rağmen, reel sektörün finansmana erişimi zorlaştı. Artan hammadde fiyatlarıyla ithalatın faturası artarken, küresel resesyonla ihracat yavaşlamaya başladı. Dış ticaret açığı ve cari açık yükseldi. 2022’nin üçüncü çeyreğinde büyüme bir önceki çeyreğe göre %0.3 daraldı.

Önümüzdeki yıl öngörülerimizi ise; enflasyonun tek haneye inmesini hedefleyen politikaların uygulandığı, TL’nin istikrara kavuştuğu, iş hayatına dönük sık mevzuat değişikliklerinin yerini, kuralların öngörülebilir olduğu bir iş ortamının aldığı, yüksek enflasyonun erittiği satın alma gücünün yeniden toparlanıp iç talebin canlandığı, büyümenin hızlandığı bir konjonktür süslüyor.

Ancak 2023 seçim yılı ve bütün seçim yıllarında olduğu gibi öngörü yapabilmek zor.

Enflasyondan ve işsizlikten zarar gören özellikle sabit ve dar gelirliler açısından ekonomik koşullar zorlayıcı. 2023’te büyümenin hızlandırılması gerekiyor. Fakat, makro dengeleri bozmadan büyümenin hızlandırılabilmesinin önünde çeşitli kısıtlar yer alıyor olması, ekonomi politikasının hareket alanını epey daraltıyor. Büyümedeki hızlanma cari açığın bozulmasına, bu da kur üzerinde baskı ve kur üzerinden enflasyonun hızlanmasına yol açma riski taşıyor. Bu nedenle ekonomi politikalarının büyük bir dikkat ve beceriyle uygulanması gereken bir yıla giriyoruz. 2023 makroekonomik istikrarın tesis edildiği bir yıl olmak durumunda. 2023 aynı zamanda cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının da başlangıcı. Bu nedenle, 2023 ikinci yüzyılımızda geleceğimizin inşası açısından da önem taşıyor.

TÜSİAD olarak gelecek hayallerimizi, geçtiğimiz sene 50. kuruluş yıl dönümümüz vesilesi ile yaptığımız “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” adlı çalışmamızda müreffeh, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye olarak tanımlamıştık. Bu hedeflerin yakalanmasında üç unsurun önemli olduğunu vurgulamıştık: İnsan, bilim ve kurumlar…

Günümüzde refahın asıl belirleyicisi ne yer altı kaynakları, ne fiziksel sermaye, ne de ucuz emeğe dayalı üretimdir. Yer altı kaynaklarına dayanarak zenginleşmiş ülkeler bulunmakla birlikte, gelişmiş ülke olmak için bu tek başına yeterli değildir. Toplumların refahının en önemli belirleyicileri maddi olmayan kaynaklarıdır. Biz geleceği inşa çalışmamızda bu maddi olmayan kaynakları şöyle tanımladık:

eğitimle insanımızın yetkinliklerinin geliştirilmesi;

bilim-teknoloji ve inovasyona önem verilmesi;

ekonomiden demokrasiye kadar tüm alanlarda güvenilir ve kapsayıcı kurumlar ve kuralların yerleşmesi.

Ancak ve ancak bu alanlarda eş zamanlı ilerleme kaydettiğimiz takdirde, sürdürülebilir kalkınmayı başarabiliriz. Refah artışında yeni bir atağı başlatabilir, toplumun tüm kesimlerini kapsayarak gelişebilir, büyüyebiliriz.

Bu çalışmada yer verdiğimiz 105 ülkeyi kapsayan ekonometrik analiz şunu gösteriyor. İnsani gelişim, bilim teknoloji ve kurumlarda, kendimizi OECD ortalamasına çıkarmak için gereken adımları atabilirsek, 20 yıl içinde kişi başı millî gelirimizi 30 bin dolar seviyesine yükseltebileceğiz. Bu neredeyse 3 katı bir artış demek. Fakat altını çizmek isterim ki, hedefimiz sadece zenginlik değil, bu üç alanda büyük ilerlemeler kaydederek, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye’yi birlikte inşa etmek olacaktır.

21. yüzyılda koyduğumuz hedeflere ulaşmanın yolu insanı odağa alan, yani toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi hedefleyen bir kalkınma modelinden geçiyor.

Düşük ücret ödenen niteliksiz işgücünün, düşük teknoloji kullanarak ürettiği ürünleri, düşük kurla dünya pazarlarına satarak ekonomik gelişme sağlanması anlayışı artık tarih oldu. Bundan yarım asır önce, özellikle Doğu Asya ülkelerinin uygulamış olduğu düşük kur- düşük ücrete dayalı ihracata dönük sanayileşme modeli ile bu ülkeler hızlı bir gelişme göstermişlerdi. Ancak içinde bulunduğumuz dijitalleşme çağında bu modelin artık rekabet şansı hiç yok.  Bugünün ekonomisi, ileri teknoloji ile üretilen yüksek katma değerli ürünler üzerine kurulu. Bu da nitelikli, üretken, yenilikçi insan kaynağı ile mümkün. Sanayinin kalbi Bursa, teknolojik dönüşümün taşıdığı hayati önemin çok farkında olan ve başarılı uygulamaları örnek olan bir şehir.

Nitelikli insan kaynağını yetiştirmek için de, eğitim felsefemizi yeni bir anlayışa ele almamız gerekiyor. Eğitimin her kademesinde nicelik kadar niteliğe de öncelik veren, her bir çocuğumuz ve gencimiz için kaliteli eğitime erişimi mümkün kılan bir eğitim sistemini tam anlamıyla kurgulamak ve uygulamak gerekiyor.

Analitik, eleştirel, yenilikçi düşünmeyi odağa alacak, ihtiyaç duyulan teknik, dijital ve sosyo duygusal becerileri en iyi seviyede kazandıracak şekilde eğitim sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor. Ayrıca, yetişmiş nitelikli insan kaynağını korumamız, çalışanların iş memnuniyeti açısından ihtiyaç ve beklentilerini gözetmemiz de çok önemli.

Bu açıdan refahın daha adil paylaşımı önümüzdeki dönemin toplumsal dinamikleri açısından önem taşıyacak. Nüfus dilimleri, bölgeler ve sosyal sınıflar arasındaki refah uçurumları, toplumsal sürdürülebilirlik açısından yarattığı riskler kadar, ekonomik büyüme sürecinin nitelikleri açısından da sorunludur.

Toplumsal dönüşümün ülkemiz açısından çok kritik bir boyutu, hiç şüphesiz toplumsal cinsiyet eşitliği. Toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplumda kendi hakları olan konuma gelmelerinin önündeki tüm engelleri kaldırmalıyız. Kadına yönelik şiddet başta olmak üzere, eşitsizliği doğuran ve besleyen tüm sorun alanlarına karşı harekete geçmeliyiz. Eğitimde, çalışma hayatında, yönetim kademelerinde, siyasi hayatta, kısacası, toplumsal yaşamın her alanında kadınların erkeklerle eşit fırsatlara ve eşit temsile sahip olmasını gözetmeliyiz. Örneğin, Yönetim Kurullarında hiç kadın üye yoksa, bu durumu sorgulamalı ve değiştirmeliyiz.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken insanı odağa alan bu kalkınma yaklaşımını bilimsel ve teknolojik ilerlemeye vereceğimiz önem ile bütünleştirmemiz gerekiyor. Az önce işaret ettiğim gibi, günümüzde ekonomik gelişme de, bilime ve teknolojiye daha fazla önem vermeyi gerektiriyor.

Yirmibirinci yüzyılda ekonomik gelişmeyi ikiz dönüşüm olarak adlandırılan iki büyük dinamik şekillendiriyor: dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm.  TÜSİAD olarak ikiz dönüşümün, ülkemizin rekabetçiliği ve ekonomik olarak gelişmiş bir ülke olma hedefimiz için en büyük fırsat alanlarından biri olduğuna inanıyoruz.

Geçtiğimiz sene ülkemizin onayladığı Paris Anlaşması ve Avrupa Birliği’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı iklim değişikliği ile mücadelede önümüzdeki süreçte atmamız gereken adımları tarifliyor. İklim krizi sürdürülebilir üretim ve tüketim yöntemlerini içselleştirmemizi; bu yönde Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarına ağırlık vermemizi mecburi kılıyor.

Yeşil dönüşüm yolculuğunda karbon ayak izini azaltma faaliyetleri şirketlerimize enerji verimliliği, maliyet kontrolü ve risk azaltma gibi birçok fayda sağlıyor.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının inşasında insani gelişme ve bilimsel ilerlemeyi tamamlayacak unsur ise iyi tasarlanmış kurum ve kuralların mevcudiyetidir. Bu kurumların başında ise hukukun üstünlüğü gelir. Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi ve demokratik standartların yükseltilmesi; hem toplumsal kapsayıcılığın geliştirilmesi açısından, hem de bilimsel ve teknolojik ilerlemenin de temelini oluşturan ifade özgürlüğünün korunması açısından tartışılmaz önemdedir.

Cumhuriyetimizin 100. yılına girerken, Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere bıraktığı çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefiyle Türkiye’nin aydınlık geleceğine inanıyoruz. Küresel ve ülke gündemlerinin getirdiği tüm zorluklara rağmen;

Cumhuriyetimizin değerlerinden güç alan,

demokrasisini sağlamlaştırmış,

kurumlarını kapsayıcı ve güvenilir hale getirmiş,

kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı, işçisi, işvereni ile geleceğe umutla bakan bir ülke olma azmiyle yürürsek, hayal ettiğimiz geleceği hayata geçirebiliriz.

İş dünyasının bağımsız ve gönüllü sivil toplum örgütleri olarak üzerimizdeki sorumluluk çok büyük.

Laik hukuk devleti, katılımcı demokrasi ve özgürlük anlayışının, kurallı piyasa ekonomisinin tam anlamıyla yerleşmesi doğrultusunda çalışıyoruz.

Bu yolda sivil toplum kuruluşlarının, özellikle iş dünyası STK’larının kendi bölgelerinde ve sektörlerinde önemli bir kanaat önderi olmaları nedeniyle ciddi etkisi olacağına inanıyoruz.

Bu nedenle diyoruz ki Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılında, ülkemizin enerjisini serbest bırakalım. Kurumsal yapılarımızda ve kurallarımızda; gelişmiş, adil, saygın ve çevreci bir Türkiye hedefine doğru ilerlemeyi sınırlayan tüm noksanlarımızı hızla telafi edelim.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan’dan Ekonomi Üzerinden İktidara Sert Eleştiriler

İktidarın uyguladığı ucuz iş gücü strateji hakkında değerlendirmede bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Turan, “Düşük TL ve ucuz iş gücü ile Türkiye’nin rekabet gücünün sürdürülebilir olabileceğini düşünmüyorum” dedi ve ekledi:

“Bu, 50 yıl önce Uzak Doğu’nun stratejisiydi. Rekabetçi kur ucuz, iş gücüyle ihracatı büyütmek. Bunları yaptığınızda 5-6 ay nefes alıyorsunuz ama sürdürülebilir hale getiremiyorsunuz.”

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, para ve maliye politikalarının iş dünyasına etkisini ve reel sektörün finansmana erişim sorununu değerlendirdi.

‘Bugün en önemli şey nitelikli insan kaynağı’

Bloomberg HT’ye konuk olan Turan, Türkiye’deki istihdam piyasasına ilişkin yaptığı yorumda, katma değerli üretim yapılabilmesi için ara eleman sorununun çözülmesi ve bu konuda bir ulusal stratejinin oluşturulması gerektiğini önerdi.

Nitelikli insan kaynağı olan şirketlerin ileride daha rekabetçi olacağını belirten Turan, “Bugün en önemli şey nitelikli insan kaynağı. Nitelikli insan kaynağını kaybetmeyip, onları Türkiye’ye çekmemiz gerek” dedi.

‘İşveren çalışanını enflasyona karşı korumak zorunda’

Turan 2023 yılı asgari ücret tutarına da değindiği konuşmasında, “Enflasyonun üzerinde, refah payı olan bir asgari ücret artışı olabilir. İşveren çalışanını enflasyona karşı korumak zorunda” ifadelerini kullandı.

Ucuz iş gücü stratejinin uygulanması hakkında değerlendirmede bulunan Turan, “Düşük TL ve ucuz iş gücü ile Türkiye’nin rekabet gücünün sürdürülebilir olabileceğini düşünmüyorum. Bu, 50 yıl önce Uzak Doğu’nun stratejisiydi. Rekabetçi kur ucuz, iş gücüyle ihracatı büyütmek. Bunları yaptığınızda 5-6 ay nefes alıyorsunuz ama sürdürülebilir hale getiremiyorsunuz” dedi.

‘Eylül’den itibaren ihracattaki yavaşlamayı net şekilde görüyoruz’

Turan, ihracatın euro/dolar paritesinden olumsuz etkilendiğini belirttiği konuşmasında, Eylül’den itibaren ihracattaki yavaşlamayı net bir şekilde gördüklerini dile getirdi. Turan, işletme sermayesi ve şirketlerin krediye erişimi hakkında yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı:

“2022’de şirketlerin işletme sermayesi ihtiyacı arttı. Geçen yıl 100 bin dolar işletme sermayesi olan bir şirketin 200, hatta 400 bin dolara ihtiyacı var. Reel sektörün finansmana erişimi rahat olmalı. Son dönemde finansmana erişim ihracatçı firmalar dışında çok kolay değil. Ticari kredilere erişimin rahat olduğunu keşke söyleyebilseydik. Yatırım kredilerine ulaşmak, uzun vadeli kredi almak kolay değil. Şirketler için kredi limitlerinin artması gerek.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan’dan Yargı Bağımsızlığı Ve İfade Özgürlüğü Vurgusu

TÜSİAD Başkanı Turan, 14. Rekabet Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Küreselde yaşanan sorunlar ve içerdeki hüküm süren makroekonomik istikrarsızlık ister istemez dikkatleri bugünü kurtarmaya getiriyor” dedi ve ekledi: Küresel likiditenin azalması ve maliyetinin yükselmesi, ABD ve Çin’deki yavaşlama ve Avrupa’yı tehdit eden ekonomik daralma ülkemiz açısından da ekonomik ufku belirginsizleştiriyor.

Haber Merkezi / Turan, konuşmasının devamında, “Bu koşullar altında ihracat ve büyüme perspektiflerin zorlaşması, dış açığının finansmanının sıkıntıya düşmesi ihtimali de yükseliyor. Nitekim büyüme göstergeleri yavaşlıyor, ihracat hız kesiyor, cari açık yükseliyor. Ekimde ihracatın artışı yüzde 2, eğer altın ihracatını çıkarırsak eksi 3” ifadelerini kullandı.

Konuşmasında yargı bağımsızlığına ve ifade özgürlüğüne vurgu yapan Turan, “Ekonomideki öngörü ufkunun uzaması ve ülkenin geleceğine güven duyulması sadece ekonomik politikalar ile elde edilemez. İş, bireysel ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında güvenilir ve kapsayıcı kurumları ve kuralları hayata geçirmeden, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı, denetleyici ve düzenleyici kurumların özerkliği gibi alanlarda ilerleme sağlamadan, ekonomimizi yeşil ve dijital dönüşüme hazırlayarak adımları rahatlıkla atabileceğiniz bir zemin olmayacaktır” dedi.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, 14. Rekabet Kongresi’nde konuştu. Turan’ın konuşması şöyle:

“Bundan üç sene önce Çin’de ortaya çıkan, Covid-19 adını verdiğimiz virüs en önemli gündemimizdi. Bilim, teknoloji, inovasyon ve uluslararası işbirliği ile son yüzyılın en büyük salgınını hep birlikte aşmak için insanüstü bir çaba sarf ettik. Geçtiğimiz yaz hem ülkemizde hem de dünyanın dört bir tarafında meydana gelen yangın, sel gibi aşırı iklim olayları bize tek tehdidin virüs olmadığını bir kez daha hatırlattı. Salgının ve iklim olaylarının yarattığı sosyal ve ekonomik etkileri atlatmak için uğraşırken senenin başında Rusya-Ukrayna savaşı ile gündemimiz bir kez daha sarsıldı.

Bütün bu gelişmeleri üst üste koyduğumuzda, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan küresel düzende büyük kırılmalar olduğu tespitini yapabiliyoruz. Hüküm sürmüş olan küresel entegrasyon, istikrar ve bolluk dönemi, ülkemizin de avantajına olmuş, bu dönemde küresel rekabet gücümüzü pekiştirmiş, dünya ekonomisinden aldığımız payı artırmış, vatandaşlarımızın refah düzeyini yükseltmiş, toplumsal adaletsizlikleri bir nebze olsun geriletebilmiştik. Bugün, bizim gibi ülkeler için olumlu koşullar yaratmış olan bu küresel ortamın geride kaldığı, çatışma, istikrarsızlık, belirsizlik ihtimalinin güçlendiği bir dönemdeyiz. Dünyanın karşı karşıya olduğu zorlukların yanı sıra iklim değişikliği, dijitalleşme, göçler ve toplumsal eşitsizlikler bütün ülkeleri politikalarını gözden geçirmeye zorluyor. Bu küresel zorlukların üzerine ülke ekonomimizin yapısal sorunları da ekleniyor.

Küresel gelişmelerin bu kadar hızlı ve sert olduğu günümüzde ülke olarak yeni bir ekonomik kalkınma öyküsü yaratmak için tüm risklere hazırlıklı olurken ortaya çıkabilecek fırsatları da kollamalıyız.

Bu Kongrenin de teması olan “dijital ve yeşil” dönüşüm bu türbülanslı zamanda geleceğin fırsatlarını yakalamanın anahtarları olarak ortaya çıkıyor. Ben de bugün sizlere ülkemizin sürdürülebilir kalkınmasında sektörlerimizin yeşil ve dijital dönüşümünün öneminden bahsetmek istiyorum.

Yüksek enflasyon, enerji, gıda ve tedarik zinciri güvenliği günümüzün en önemli gündem başlıkları arasında yer alıyor. İlk bakışta, bu sorunlar Covid pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşı ile ilişkilendiriliyor olsa da, daha derinde yatan nedenlere baktığımızda küresel ekonominin geçirmekte olduğu yapısal değişimi görüyoruz. Sanayi devrimi sonrasının düşük maliyetli üretim yaklaşımı yerini ekonomilerin çevresel etkilerini temel alan yeşil dönüşüme ve dijital dönüşüme bırakıyor. Küresel ekonomideki bu dönüşümde iklim değişikliği ile mücadeleyi ve ekonomik yapıyı dijital teknolojiler doğrultusunda dönüştürmeyi kalkınma ve ekonomi politikalarının merkezine almak bir zorunluluk haline geliyor. Ülkemizin de bu dönüşümü zamanında ve tüm boyutlarıyla yakalaması için hızla harekete geçmesi gerekiyor.

Avrupa Birliği bir ayağını yeşil dönüşüm, diğer ayağını ise dijital dönüşümün oluşturduğu bu karmaşık sürece “ikiz dönüşüm” adını veriyor. Bu iki boyutu ve ülkemizin ikiz dönüşüme ayak uydurması ihtiyacını biraz açmak istiyorum.

Dijital teknolojiler ekonomide tektonik değişimlere yol açıyor. Üretim yöntemleri, tüketim kalıpları, çalışma biçimleri, endüstriyel ilişkiler hızla değişiyor dönüşüyor. Endüstriyel nesnelerin interneti, robotik, otonom araçlar, yapay zeka, veri analitiği ve bulut teknolojileri gibi yeni teknolojiler büyük bir hızla yaygınlaşıyor. Bu teknolojileri başarıyla uygulayan firmalar verimliliği büyük ölçüde artırıp pazar paylarını büyütürken bu dönüşüme ayak uyduramayan firmalar rekabet güçlerini korumakta zorlanıyorlar. Bu da dijital dönüşümü KOBİ’ler açısından çok kritik bir noktaya taşıyor.

Ülkemizde istihdamın %70’ten fazlasını oluşturan KOBİ’lerin bu dönüşüme sağlıklı bir şekilde ayak uydurabilmesi, dijital dünyanın getireceği riskleri fırsata çevirmeleri için bir imkan sağlayacak. Bu fırsatın açılabilmesi için finansmana erişim ve fiziki ve yasal altyapının iyileştirilmesi kadar kültürel ve organizasyonel dönüşümün sağlanması da gerekli. Sanayi ekosisteminin gelişmesine yönelik birçok hızlandırıcı programın hayata geçirildiğini görmekten mutluluk duyuyoruz. Bu kapsamda, KOBİ’lerin geliştirdiği dijital çözümlerin takip edilmesi, şirketlerin teknoloji ihtiyaçlarının anlaşılması ve farklı ölçekteki şirketleri bir araya getirecek işbirliği alanlarının geliştirilmesi de oldukça önemli. TÜSİAD olarak biz de 2018 yılından bu yana TÜSİAD SD2 Programı ile şirketlerin birlikte çalışmalarını ve birlikte üretmelerini destekliyoruz. TÜSİAD SD2 KOBİ’lerimizin geliştirdiği geniş bir dijital çözüm yelpazesinin doğru adreslere ulaştırılmasına olanak sağlıyor.

Günümüzde otomotivden enerjiye, sanayiden askeri donanıma kadar pek çok sektörün bel kemiğini yazılım ürünleri oluşturuyor. Bugün dünyanın en büyük 10 şirketinden 7’si teknoloji firması.1 Son 10 yılda internet, mobil telefonlar ve artan kurumsal BT yatırımlarının etkisiyle birçok dijital sektör doğdu. Bu sektörlerin toplam büyüklüğü, yazılım sektörünün dört katına yaklaştı. Büyüme hızı ise yazılım sektörünün üç katı seviyesinde.2

Dijital teknolojilerin sektörlerde yol açtığı dönüşümlerden en önde gidenlerden birini şüphesiz e-ticaret oluşturuyor. Bu alanda ülkemizde de önemli bir hızlanma görülüyor. 2021 yılının ilk yarısında e-ticaret hacmi geçen yılın aynı dönemine göre reel olarak %49 arttı.

Bulut hizmetleri, nesnelerin interneti, yapay zeka gibi internet tabanlı ekonomik faaliyetlerin trafik hacmi artmaya devam ettikçe; hızlı, kesintisiz ve güvenli bir dijital altyapı ihtiyacı kritik önem kazanıyor. Ülkemizin dijital dönüşüme uyum sağlaması için altyapının geliştirilmesi, bunun için de özel sektör ile işbirliği içerisinde ekosistemin geliştirilmesi için hedeflerin belirlenmesi ve bütüncül politikaların hayata geçirilmesi önümüzdeki en kritik konulardan birisi.

Ekolojik kriz ve iklim değişikliği ile mücadele zorunluluğu bir süredir ekonomilerde yeşil dönüşümü zorluyor. Yeşil dönüşüm sürecinin net sıfır emisyon hedefleri çerçevesinde yatırım, istihdam, rekabet gücü, ekonomik istikrar ve refah üzerinde önemli etkileri var. Yeniden yapılanma hedefleri ülkeler ve bölgeler arasındaki rekabeti keskinleştiriyor. Avrupa Birliği yeni büyüme stratejisi olarak tanımladığı Yeşil Mutabakat ile birlikte pek çok alanda önemli dönüşümleri hedefliyor. Sınırda karbon düzenleme mekanizması, döngüsel ekonomi, sürdürülebilir tarım, enerji verimliliği, tedarik zincirlerinde ESG prensiplerinin yaygınlaştırılması bu dönüşüm alanlarından sadece birkaç tanesi. En büyük ticari partnerimiz olan Avrupa Birliği bu düzenlemeleri hayata geçirdikçe, bizim ekonomimizin de bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz olacak.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Avrupa’da enerji kaynaklarının sürdürülebilirliği endişelerine eklenen jeostratejik riskler, yeşil dönüşüm ihtiyacına yeni bir boyut ekledi. Avrupa’nın 2050’ye dek her yıl 5 milyon ton alüminyum, 5 milyon ton bakır, 800.000 ton lityum ve 300.000 ton çinkoya ihtiyaç duyacağı öngörülüyor4. Jeopolitik çalkantılar ve salgın dönemlerinde yaşanan tedarik sıkıntıları Avrupa’da stratejik hammaddelere olan dışa bağımlılığın azaltılması ve tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi ihtiyacını hızlandırdı.

Dünyamızın içinde olduğu ekolojik sorunlar ve iklim değişimi, yeşil dönüşümü zorunlu kılarken, dijital teknolojiler de yeşil dönüşümü daha mümkün kılıyor.

Araştırmalar bilişim teknolojileri sayesinde 2030’a kadar küresel ölçekte %20 emisyon azaltımı sağlanabileceğini ortaya koyuyor. Yine bilişim teknolojileri ile tarımsal üretimde %30 verim artışı ve gıda israfında %20 azaltım; enerji sektöründe yılda 25 milyar varil petrol tasarrufu ve imalat dahil sekiz sektörde 300 trilyon litreden fazla su tasarrufu sağlamak mümkün.

Bu tabloya baktığımızda TÜSİAD olarak gelecekte ülkemizin rekabet gücünün korunmasının yeşil ve dijital teknolojiler konusunda kat edeceğimiz mesafe ile çok yakından ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede,

  • Sanayimize yeşil ve dijital üretim tekniklerinin entegrasyonu,
  • Enerji verimliliğinin tüm değer zincirinde artırılması,
  • Daha az atığın ve daha fazla değerin yaratıldığı döngüsel yaklaşımıyla ürün ömrünün uzaması

gibi alanlara yönelik Ar-Ge çalışmalarının finansal mekanizmalar aracılığıyla desteklenmesini öncelikli görüyoruz. Yeşil yatırımlar için sürdürülebilir finansman araçlarının çeşitlendirilmesini, kamu-özel sektör ve uluslararası finans kuruluşları arasındaki sinerjinin geliştirilmesini kıymetli görüyoruz.

Küresel ekonominin geçirmekte olduğu yapısal değişim ile birlikte düşük maliyetli üretim yaklaşımının yerini ekonomilerin çevresel etkilerini temel alan yeşil dönüşüme ve dijital dönüşüme bırakması, bunun için de gereken fiziki sermaye ve beşeri sermaye yatırımlarının yapılması gerekiyor. Bir başka deyişle, ekonomi politikalarımızın bu dönüşümü kucaklayabilecek biçimde yeniden formüle edilmesi ihtiyacı ile karşı karşıyayız.

Değişim gerektiren alanların başında işgücü politikaları ve bununla ilişkili olarak eğitim sistemi geliyor. İkiz dönüşüm nitelikli insan kaynağını eskiye oranla daha da önemi kılıyor. İş gücümüzün yetkinliklerini yeni istihdam dinamiklerine göre dönüştürmek en büyük önceliklerimiz arasında yer almalı.

İş yaşamında uzaktan çalışmanın kolaylaştığı, fiziksel sınırların bulanıklaştığı, aynı anda birden fazla çalışmanın mümkün olduğu günümüzün dünyasında aranılan becerilere sahip olanlara duyulan yüksek talep ülkeler arasında nitelikli insan kaynağını çekmek konusunda giderek güçlenen bir rekabete yol açıyor. Bu rekabette iş dünyası olarak bize düşen en önemli görevlerden biri sektör ve ölçek fark etmeksizin genç beyinlerin ülkemiz için katma değer üretmesini sağlamak.

Biz de bu hedef doğrultusunda TÜSİAD İşim Gücüm Geleceğim ücretsiz online eğitim platformumuz ile öğrencilerin ve genç profesyonellerin yeni nesil teknolojiler odağında becerilerin artırılmasına katkı sağlamaya çalışıyoruz.

Ekonomimizin yeşil ve dijital dönüşümünün gerçekleştirilmesi için bu alanlara yapılması gereken yatırımları da geciktirmemeliyiz. Oysa yatırım göstergeleri ekonomideki yapısal dönüşüm ihtiyacını desteklemiyor. Biliyorsunuz, yatırımların iki koşulu vardır: öngörülebilirlik, yani makroekonomik istikrar ve elverişli finansman imkanlarına erişim.

Öngörülebilirliğin de temel belirleyicisi enflasyon oranıdır. Yüzde 85 ile ülkemizin dünyada en yüksek enflasyon oranına sahip altıncı ülke olması ve TL’nin değerinde bir türlü önü alınamayan belirsizlik, ne bugün lehimize olmayan küresel koşullarla mücadele etmemizi, ne de gelecekte yeşil ve dijital dönüşümün sunacağı yeni fırsatlardan yararlanmamızı sağlıyor.

Üstelik yüksek enflasyon sadece son jeopolitik gelişmelerden kaynaklanmıyor. Tam tersine enflasyon dinamikleri son 4-5 yıldır belirgin düzeyde bozuluyor. Enflasyon dinamiklerindeki bozulma geleceğin fırsatlarından yararlanmayı zorlaştırmanın ötesinde artan küresel sıkıntılar karşısında bugün yaşadığımız zorluklarla baş etme imkanlarını da daraltıyor. Yüksek enflasyon şirketler kesimi ve hanehalkları için sürekli olarak belirsizlik, öngörülemezlik, bozulan kaynak tahsisi ve ilave maliyet yaratıyor. Enflasyonla mücadelede topyekun bir seferberlik ilan ederek, para politikasının yanı sıra, mali politikalar ve sektörlere dönük yapısal politikalarla ekonomimiz üzerindeki enflasyon kamburunu atmamız gerekiyor.

Yeşil ve dijital dönüşümünü sağlayacak yatırımların gerçekleşmesi için gereken ikinci koşul ise elverişli finansman imkanlarına erişim.

Düşük faiz oranları, yatırımlar için gereken finansmanın elverişli koşullarda olmasını sağlayan en önemli etken. Ama öte taraftan, yatırımların yapılabilmesi için finansmanın sadece elverişli koşullarda olması değil finansmana erişim de gerekiyor. Yoğun regülasyonlar nedeniyle finansal kesimin kredi vermesi daha da zorlaşıyor. Bankacılarla birlikte, farklı illerimizden birçok iş insanı, üretici, ihracatçı son zamanlarda giderek yoğunlaşan bir şekilde finansmana erişimde yaşanılan sıkıntıları dile getiriyor. Nitekim 2020’den bu yana kredilerde reel gerileme dikkat çekiyor. Politika faiz oranlarının düşürülmesine rağmen, diğer faiz oranlarıyla aradaki ilişki kopmuşsa, krediye erişimde sorunlar varsa, düşük faiz oranları ile yatırımlar finanse edilemiyorsa, üstelik enflasyon ve kurlardaki sorunlar devam ediyorsa düşük faiz politikası ile hangi ekonomik amaçlara nasıl ulaşılacağının bir kez daha ele alınmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Dönüşümün bir diğer ayağını ise kurumsal yapılardaki değişim oluşturuyor. Yeşil ve dijital dönüşümünü sağlayacak yatırımların gerçekleştirilmesi, ekonomide öngörü ufkunun uzaması ve ülkenin geleceğine güven duyulması, sadece ekonomi politikaları ile elde edilemez. İş, bireysel ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında güvenilir ve kapsayıcı kurumları ve kuralları hayata geçirmeden, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı, denetleyici ve düzenleyici kurumların özerkliği gibi alanlarda ilerleme sağlamadan, ekonomimizi yeşil ve dijital dönüşüme hazırlayacak adımları rahatlıkla atabileceğimiz bir zemin olmayacak.

Ekonomimizi geleceğe hazırlamak bir yana, küreseldeki sorunlar ve içeride hüküm süren makroekonomik istikrarsızlık, ister istemez dikkatleri bugünü kurtarmaya getiriyor. Küresel likiditenin hem azalması hem maliyetinin yükselmesi, ABD ve Çin’de görülen yavaşlama ve Avrupa’yı tehdit eden ekonomik daralma ülkemizin açısından da ekonomik ufkun belirsizleşmesine yol açıyor. Bu koşullar altında ihracat ve büyüme perspektiflerinin zorlaşması, dış açığın finansmanının sıkıntıya düşmesi ihtimali yükseliyor. Nitekim büyüme göstergeleri yavaşlıyor, ihracat hız kesiyor, cari açık yükseliyor.

Tüm bunlara rağmen, ekonomimizin geçmişten gelen yapısal sorunlarını çözebilir, bugün karşı karşıya olduğumuz konjonktürden kaynaklanan ilave zorlukların üstesinden gelebiliriz. Önümüzdeki dönemde hepimizin daha müreffeh yaşayacağı, adil, çevreci ve saygın bir Türkiye yaratmak için “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” raporumuzda vurgulamış olduğumuz “insan, bilim ve kurumların” önemine bir kez daha dikkat çekerek konuşmamı sonlandırmak istiyorum. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını inşa ederken insanımızın yetkinliklerini geliştirmek, bilimsel ve teknolojik gelişmeye ayak uydurmak ve ekonomiden demokrasiye tüm alanlarda güvenilir ve kapsayıcı kurum ve kuralları hayata geçirmek öncelikli olmalı.

Günümüzde rekabet gücünün, ekonomik büyümenin, verimliliğin ve sürdürülebilirliğin temelini oluşturan dijital ve yeşil dönüşüm sürecinde atılacak her adım tüm sektörlerin ve paydaşların ortak enerjisine ve sinerjisine ihtiyaç duyuyor. Sırt sırta verdiğimiz zaman tüm zorlukların üstesinden gelebilir; ülkemiz için öngörülebilir bir gelecek yaratabiliriz. Bu yolda her zaman yanımızda olduğunu bildiğim, bizim de TÜSİAD olarak daima yanında olduğumuz SEDEFED ailesine bir kez daha sizlerin önünde teşekkürlerimi sunuyorum. Verimli bir etkinlik olmasını diliyor, sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan: Öncelik Enflasyonla Mücadele Olmalı

Ekonomideki kötü gidişata iş dünyasından eleştiri geldi. Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, “Unutmayalım ki yakın geçmişte yaşadığımız ekonomik zorluk dönemi, global rüzgarların arkamızdan estiği dönemlerdi. Artık global görünüm ve global finansal koşullar da lehimize değil” dedi.

Haber Merkezi / TÜSİAD ve Koç Üniversitesi ortaklığıyla oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu (EAF), dün ‘Fed Politikaları Gelişmekte Olan Ekonomileri ve Türkiye’yi Nasıl Etkiliyor’ başlıklı çevrimiçi bir seminer gerçekleştirildi.

Seminerde, şoklarla birlikte değişen küresel ekonomik görünüme karşılık para politikasında atılan adımlar ve Amerikan Merkez Bankası öncülüğündeki bu adımların gelişmekte olan ülkelere etkileri ele alındı.

Toplantının açılış konuşması TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan tarafından yapıldı. Turan, şunları söyledi:

“Geride bıraktığımız son 3 yılda global ekonomi, önemli arz şoklarına maruz kaldı. Covid-19 pandemisinin ardından Rusya-Ukrayna Savaşı’nın arz zinciri üzerinde yarattığı tahribatlara şahit oluyoruz. 2023 yılına yaklaştığımız bugünlerde global ekonomiler, bir taraftan oldukça yüksek enflasyonla mücadele ederken diğer taraftan da durgunluğa doğru ilerliyor.

Son dönemde enflasyonun beklenenden çok daha uzun bir süre ısrarlı şekilde yüksek seyretmesi, ABD Merkez Bankası başta olmak üzere tüm majör merkez bankalarının para politikasında uzun soluklu olacağını gösteriyor. Bu da sıkılaşmaya gidileceği tahminimizi kuvvetlendiriyor.

Özellikle FED’in, resesyon olasılığına rağmen fiyat istikrarını önceleyen şahin duruşunu izliyoruz. Unutmayalım ki fiyat istikrarı olmadan ekonomi işlemez, hiçbir paydaşa da fayda sağlamaz. Dolayısıyla sağlıklı işleyen, tüm kesimlerin fayda sağladığı bir ekonomi hedefliyorsak birinci önceliğimiz enflasyonla mücadele olmalı. G-20 ülkelerinin tamamında enflasyonla savaşın öne çıktığı faiz artırımlarına şahit oluyoruz.

Enflasyonist baskılar, hemen hemen tüm dünyada gıda ve enerjinin de ötesine yayılıyor. Hizmet sektörüne de yansıyor. İşletmeler, daha yüksek enerji, lojistik ve iş gücü maliyetleriyle karşı karşıya kalıyor. 2022’nin başlarında ABD’de belirginleşmeye başlayan enflasyonist baskılar, şimdi Euro Bölgesi ve Birleşik Krallık’ta da görülüyor ve tüm dünyaya yayılıyor.

Bu zaman zarfında Rusya-Ukrayna savaşını bir kenara koyarsak küresel büyümeyi yavaşlatan önemli bir diğer faktör, gerçekleşen enflasyonun hedeflerin çok daha üstünde olması nedeniyle para politikalarının agresif şekilde sıkılaştırılması. Elbette global ekonomide finansal koşulların hızlı sıkılaşması ve doların kıymet kazanmasının pek çok ekonomi üzerinde kalıcı etkileri olacaktır.

İktisadi emelleri güçlü, risk primi düşük, bilançoları sağlam olan ekonomiler bu süreçten çok daha rahat çıkacaklardır. Öte yandan bu sürece hali hazırda risk pirimi yüksek giren ekonomiler, dış borçlanma maliyetleri ve kredi kanalı vasıtasıyla daha çok baskı altında kalma riski taşımaktalar.

Covid-19 krizinin ilk çıktığı 2020 başından bu yana geride kalan son 3 yıla baktığımızda, global büyümede belirgin bir dalgalanmaya şahit oluyoruz. Son bir yılda Covid-19 vakalarının düşmesiyle birlikte ekonomik aktivitedeki artışa rağmen OECD tahminlerine göre global büyümenin 2022’nin 2. yarısında yavaşlamaya devam etmesi ve 2023’te yıllık sadece yüzde 2,2’lik bir seviyede kalması bekleniyor.

Küresel ekonomide bol para döneminin azaldığı ve finansman koşullarının geçmişe kıyasla daha zor olacağı bir döneme çoktan girdik. Bu süreç, en başta hesaplanandan daha uzun soluklu olabilir. Türkiye, bu dönemde akranlarının aksine farklı bir politika tercihi ortaya koydu. Unutmayalım ki yakın geçmişte yaşadığımız ekonomik zorluk dönemi, global rüzgarların arkamızdan estiği dönemlerdi. Artık global görünüm ve global finansal koşullar da lehimize değil.”

Paylaşın

Bakan Nebati: ABD’nin Mektubu TOBB Ve MÜSİAD’a Da Gitti

Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Wally Adeyemo’nun Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’ne (TÜSİAD) gönderdiği mektup üzerine yeni bir açıklama yaptı. Nebati, benzer mektupların Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne (TOBB) de gönderildiğini söyledi.

Yeni Şafak’a konuşan Bakan Nebati, “Devam eden süreç ve yaptırımlar konusunda Türkiye’nin konumunda bir değişiklik söz konusu olmadığı gibi herhangi bir kurum veya kişinin yaptırımları delmesine izin verilmeyecek. Türkiye, iletişime ve iş birliğine açıktır” dedi.

Nebati, yüksek seyreden kredi faizlerine ilişkin olarak ise “Mevcut fonlama maliyetinin seviyesi de göz önüne alındığında kredi faizlerinin ilerleyen dönemlerde gerilemesini bekliyoruz. Ticari kredi faiz oranlarının daha makul bir seviyede dengeleneceğini düşünüyoruz” açıklamasını yaptı.

Nebati, şunları söyledi:

“Türkiye; Moskova ve Kiev arasında kalıcı ve adil bir barışın sağlanması amacıyla savaşın başladığı ilk günden bu yana yoğun bir diplomasi trafiğini başarılı bir şekilde yürütüyor. Ülkemiz, bir taraftan savaşın müzakereler yoluyla sona erdirilmesi için yoğun bir çaba sarf ederken diğer taraftan ise bölgesel ve küresel sorunlara çözüm üretmek amacıyla çalışmalarına devam etmekte. Hem Ukrayna hem de Rusya ile derin ekonomik ve siyasi ilişkilere sahip olan Türkiye, savaşın sonlandırılması için en çok gayret eden ülkelerden biridir. Türkiye, pek çok kez tek taraflı yaptırımlara katılmadığına dikkat çekmiş ancak Rusya’nın da asla yaptırımları by-pass etmesine izin vermeyeceğini açık bir dille ifade etti. Devam eden süreç ve yaptırımlar konusunda Türkiye’nin konumunda bir değişiklik söz konusu olmadığı gibi herhangi bir kurum veya kişinin yaptırımları delmesine izin verilmeyecek. Türkiye, iletişime ve iş birliğine açıktır.

‘Standart bir metin olarak gönderilmiş’

Nitekim geçtiğimiz haftalarda Bakan Yardımcımız Yunus Bey ile ABD Hazine Bakan Yardımcısı Wally Adeyemo arasında bir görüşme gerçekleşmiş ve güçlü işbirliğinin önemine vurgu yapıldı. Bahse konu mektuplar ise benzer ve standart bir metin olarak üç sivil toplum kuruluşuna (TÜSİAD, MÜSİAD ve TOBB) gönderilmiş ve içerikleri aynı.

‘Ticari kredi faiz oranlarının dengeleneceğini düşünüyoruz’

20 Aralık 2021’den sonra piyasa ve politika faizlerinde uyumsuzluklar göründüğünde makro ihtiyati tedbirler devreye alındı. Yüksek enflasyon ile karşılaştırıldığında ise kredi faizlerinin düşük tutulması sağlandı. Kredi riskini fiyatlamada en önemli belirleyicilerden birisi olan tahsili gecikmiş alacaklar oranı oldukça makul seviyelerde. Mevcut fonlama maliyetinin seviyesi de göz önüne alındığında kredi faizlerinin ilerleyen dönemlerde gerilemesini bekliyoruz. Ticari kredi faiz oranlarının daha makul bir seviyede dengeleneceğini düşünüyoruz.

Hazinemizin gerçekleştirdiği iç borçlanma işlemleri ile piyasadan oldukça yüksek bir finansman tutarı başarıyla sağladı. Bu adımlar Hazine kasa mevcuduna önemli miktarda katkı yaptı. Bu finansmanı sağlarken, bir yandan da Hazine borçlanma programı açısından 2022 yılında önemli kazanımlar elde ettik. 2021 yılı Ağustos ayından bu yana ihracına ara verilen 10 yıl vadeli TL cinsi sabit kuponlu senedin ihracına Mayıs ayında tekrar başladık. Bu senetlerin ihalelerdeki faizleri yüzde 23,9’lardan yüzde 13,2’lere kadar da geriledi.”

Paylaşın

Nebati’den ABD’nin Mektubu Hakkında Açıklama: Endişe Yaratması Anlamsız

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, ABD’den Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’ne (TÜSİAD) yapılan “Rusya” uyarısı hakkında değerlendirmede bulundu. Nebati’ye göre mektubun endişe yaratması anlamsız.

Bakan Nebati, sosyal medya hesabı Twitter’dan yaptığı paylaşımlarda şu ifadeleri kullandı:

“Türk iş dünyası örgütlerine iletilen mektubun iş çevrelerimizde bir endişe yaratması anlamsızdır. Türkiye dünyanın en önemli siyasi ve ekonomik güç merkezlerinden biridir. İş dünyamız devletinin gücünü her zaman yanında hissetmelidir.

Müttefikimiz ve ticaret ortağımız ABD’nin, işletmelerini, ekonomimize yatırım yapmaya davet ettiğini görmekten memnuniyet duyuyoruz. Ülkemiz, müttefikleriyle birlikte küresel ve bölgesel zorluklara karşı, ortak çaba sarf etmeye ve işbirliğini güçlendirmeye önem veriyor.

Ayrıca komşularımızla, başta turizm olmak üzere çeşitli sektörlerde, yaptırımlara konu olmayan çerçevede, ticari ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirmeye kararlıyız.

Türkiye ekonomisinin tüm aktörleri, serbest piyasa ekonomisi ilkelerine bağlıdır. Küresel ticarette daha fazla pay sahibi olmaya çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu yolda iş dünyasının yanındadır.

Barışı ve daha fazla ticareti hedefleyen diplomasimizle iş insanlarımızın küresel ekonomide daha önemli bir rol oynaması için güçlü bir inisiyatif ortaya koyuyoruz.

Türk iş dünyası gerek iş ahlakı gerekse hızlı çözüm üretme yeteneği ve esnekliğiyle nice başarılara imza attı ve atmaya da devam edecek.

ABD Hazine Bakanlığı’nın Türk iş dünyası örgütlerine gönderdiği mektupta da belirtildiği üzere, Türk işletmeleri dünyadaki en yenilikçi şirketler arasında yer alıyor ve önemli zorlukların üstesinden gelerek büyümeye devam ediyor.”

Ne olmuştu?

Wall Street Journal’da yayımlanan bir haberde ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Wally Adeyemo’nun TÜSİAD’a gönderdiği mektupta, yaptırım uygulanan Ruslarla çalışmama konusunda uyardığı aktarıldı.

WSJ, mektup ile ilgili olarak Ankara’ya danıştığını fakat Dışişleri Bakanlığı’ndan konuya ilişkin açıklama gelmediğini ifade etti.

TÜSİAD daha sonra yazılı bir açıklama yaparak haberi doğruladı.

Açıklamada, “Bugün çeşitli basın organlarında yer aldığı üzere, ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Adewale Adeyemo’nun, Rusya’ya yönelik yaptırımlar kapsamında, yaptırım uygulanan kişi ve kuruluşlar ile kurulabilecek ilişkilerin Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlere de yaptırım riski olarak yansıyabileceğine yönelik mektubu TÜSİAD’a da iletilmiştir” denildi.

TÜSİAD, mektubun Dışişleri Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı ile paylaşıldığını kaydetti.

Gazeteye göre, TÜSİAD’a da gönderilen mektupta şu ifadeler yer alıyor: ABD tarafından yaptırım uygulanan kişilere maddi destek sağlayan her kişi veya kuruluş, ABD yaptırımları riski altındadır.

WSJ’ye göre Adeyemo mektupta, Türk bankalarının, ABD bankalarıyla bağlarını sürdürürken, yaptırım uygulanan Rus bankalarıyla muhabir banka ilişkisi kuramayacaklarını da belirtti: Yaptırım uygulanan Ruslarla ilişkilerin Türk finans kurumlarını ve işletmelerini yaptırım riskine maruz bırakabileceğini lütfen unutmayın.

Paylaşın

ABD’nin Uyarı Mektubu İş Dünyasını Tedirgin Etti

ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Wally Adeyemo’nun Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) gönderdiği mektupla, ‘Rusya’ya yönelik yaptırımlar kapsamında, yaptırım uygulanan kişi ve kuruluşlar ile kurulabilecek ilişkilerin Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlere de yaptırım riski olarak yansıyabileceği’ uyarısında bulunması, iş dünyasını endişelendirdi. 

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, ihracat yaptıkları ve dış ticaret fazlası verdikleri her ülkenin kendileri için değerli olduğunu belirterek, ABD’nin mektubu için “Umuyorum ki sorun derinleşmez. Ama sonuçta her ülke gereksinimlerini bir noktadan karşılanmak durumunda. Türkiye o bölgeye yakın bir coğrafya ve eskiden beri çok güzel işbirlikleri var, hem ticari hem de siyasi anlamda. Şu anda hiçbir hazır giyimciden Türk ihracatçısından bize böyle bir geri bildirim gelmedi. İleriye dönük bakılınca kafada ABD ve AB Rusya’dan dünya kadar petrol ve gaz alıyor, nasıl bir ambargodur?’ diye soruluyor umarım ki o tür şeyler nüksetmez” dedi.

İKMİB: Risk söz konusu

Dünya gazetesinin haberine göre, İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Başkanı Adil Pelister ise Rusya’nın en çok ihracat yaptıkları 11’inci ülke olduğuna dikkat çekti. Rusya’ya kimya sektörü ihracatının Ocak-Temmuz 2022 döneminde 514,8 milyon dolar olarak gerçekleştiği bilgisini paylaşan Pelister, değer bazında yüzde 72,75’lik artışın söz konusu olduğunu söyledi. Pelister, yaptırım konusunun gündeme gelmesi halinde sadece Rusya’ya ihraca yapan firmaların değil, onlarla iş yapan şirketlerin de etkileneceğini ifade etti.

ÇİB: İki taraftan da zarara uğruyoruz

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Hazırgiyim ve Konfeksiyon Sektör Meclisi Başkanı Şeref Fayat tüm sektörlerin temkinli olması gerektiğini vurgularken; Çelik İhracatçıları Birliği (ÇİB) Başkan Yardımcısı Uğur Dalbeler “Özellikle Türkiye’de Rus kütüğünden inşaat çeliği üreten firmalarımıza yaptırım gelecek. Bu Kanada ile başladı diğer AB ülkeleri ve ABD’de soruşturma başlatabilir. Böyle bir durumda sektörümüz çok büyük zarar görür. Özellikle Rus ürünlerinin boykot edilmesi ve herhangi bir üründe kullanılmasının yasaklanması iç piyasa ve ihracatta işleri daha da zorlaştırır Şimdi bu durumda Rusya’dan hammadde ve ara malı alamıyoruz. Gidip daha pahalıya farklı ülkelerden alıyoruz. Ürünü üretiyoruz ama bu seferde satamıyoruz. Çünkü aynı ürünü Ruslar yarı fiyatına satıyor. İki taraftan da zarara uğruyoruz. Şirketlerimiz gün geçtikçe rekabet gücünü kaybediyor. İç piyasada siparişler durgun ihracatta durgun son çeyrekte. İhracatımız 8 ayın sonu itibariyle miktarda yüzde 8,5 düştü” değerlendirmesinde bulundu.

TASD: Rusya en önemli pazar

Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneği (TASD) Başkanı Berke İçten, savaş öncesi Rusya’nın 1 numaralı pazarları olduğunu belirterek, “Şu anda ikinci sırada ama ticaret paralar biraz yavaş da gelse devam ediyor. AYMOD fuarında da yoğun bir katılım görüyoruz İtalyan ayakkabı firmaları Rus müşteriler ile buluşabilmek için bizim fuarımıza geliyor neticede. O da bir anlamda ambargonun delinmesi oluyor. Temkinliyiz Rusya’ya uygulanan yaptırımların Batı tarafından uzun süreceğini öngörüyoruz. Ambargo konusunu risk olarak değerlendiriyoruz ama şu an fiili bir durum yok. Bu ticaretin de bir yolunu bularak devam edeceğini öngörüyorum” dedi.

Paylaşın