“Türkiye İdlib’den Çekiliyor” İddiası

Suriye’nin İdlib bölgesinde Türkiye’nin desteklediği gruplar ile radikal Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) arasında çatışmaların şiddetlenmesinin ardından, TSK’ya bağlı birliklerin sınıra doğru çekilmeye başladığı iddia edildi.

İngiltere merkezli ve Suriye’deki iç savaşa ilişkin bilgi paylaşmasıyla tanınmış olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) tarafından yapılan açıklamada, son üç günde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) bağlı iki grubun İdlib kentinden Türkiye sınırına yakın bölgelere çekildiği ifade edildi.

SOHR’nin açıklamasında, 26 Ekim’de ilk olarak TSK’ya bağlı 10 tank, 15 otobüsle ve zırhlı araçların İdlib’in güneyinden ayrıldığı bilgisi aktarıldı. Ardından 28 Ekim’de ise TSK’nın 7 tank, 10 zırhlı araç ve 15 otobüsten oluşan konvoyunun İdlib bölgesinden Türkiye sınırına yakın bölgelere çekildiği belirtildi.

Öte yandan Suriye’de kalıcı çözüm için toplantılar yapılırken ülke içerisinde çatışmalar yer yer devam ediyor. Türkiye’nin Beşar Esad rejimi ile arasındaki diyalog söylentileri ise bazı muhalifler tarafından TSK’ya yönelik tepkiye neden olduğu öne sürülüyor. Bu durumun aynı zamanda Türkiye’yle yakın ilişkideki muhalif gruplar ile HTŞ’ye bağlı güçler arasında çatışmaya neden olduğu ileri sürülüyor.

“Türkiye’nin çekilmesiyle oluşan güç boşluğunu Esad Rejimi dolduracaktır’’

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin, ‘Türkiye askerlerini İdlib’den çekiyor’ açıklamasıyla ilgili VOA Türkçe’den Orhan Erkılıça’a konuşan Gaziantep Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Öğretim Üyesi Doçent Doktor Ali Fuat Gökçe, “Eğer Türkiye HTŞ’ye müdahale ederse hem bu silahlı grubu karşısına almış olacak hem de çatışmalardan dolayı meydana gelen insani göçün kendi ülkesine girme ihtimali söz konusu olacak. Çünkü Türkiye askerlerini kendi sınırına doğru çekiyorsa bölgede bir güç boşluğu olacaktır ve bu boşluğu da Suriye Rejimi dolduracaktır’’ dedi.

Bölgede yer alan ülkelerin birbirlerini dengelediklerini ifade eden Doç. Dr. Gökçe, Rusya’nın Türkiye tarafından talep edilen PKK unsurlarının 30 kilometre güneye indirilmesini kabul etmediği için Türkiye’nin de İdlib bölgesinde HTŞ’ye karşı bir müdahalede bulunmadığını vurguladı.

“İdlib’e müdahale yeni bir insani göç dalgasına neden olabilir’’

Gökçe, “Suriye rejimi ve Rusya HTŞ unsurlarının İdlib’in kontrolünü bırakarak bu bölgeden çıkmasını istiyor. Türkiye ise Tel Rıfat ve Münbiç bölgesindeki PKK terör örgütü mensuplarının 30 kilometre güneye indirilmesini istiyor. HTŞ’nin bölgede yaklaşık 15 bin civarında silahlı gücü var ve Türkiye’de oradaki stabil durumunu korumak istiyor. Aslında her iki ülke de bölgede birbirini dengeliyor diyebiliriz. Türkiye’nin İdlib’deki askerlerini kendi sınırlarına doğru çekmesiyle ilgili iddialar akıllara Türkiye, Rusya ve Suriye Rejimi ile bir görüşmenin olduğunu getiriyor. Böyle bir görüşmenin sonucunda da Türkiye eğer İdlib’e yönelik olası bir müdahale olacaksa bunu Rusya ya da Suriye rejiminin yapması gerektiğini belirtmiş olabilir. Çünkü Türkiye askerlerini kendi sınırına doğru çekiyorsa bölgede bir güç boşluğu olacaktır ve bu boşluğu da Suriye rejimi dolduracaktır. Rejimin o bölgeye girmesi demek çatışmaların artması demek ve bu durum da yeni bir göç dalgasının meydana gelmesi demektir” dedi.

İdlib’de neler oluyor?

İdlib’de bir süredir Türkiye’nin destek verdiği gruplarla Hayat Tahrir el Şam arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalarda aralarında sivillerle çocukların da bulunduğu onlarca kişinin yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre Hayat Tahrir el Şam Afrin’de kontrolü ele geçirmiş durumda. Gözlemevi’ne göre örgüt ayrıca Halep çevresinde Türkiye’nin desteklediği bir gruptan bazı köyleri de aldı.

Paylaşın

Türkiye, Asgari Ücret Sıralamasında Avrupa’da Sondan İkinci

İktidar, ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da, açıklanan veriler, gerçeğin öyle olmadığını gözler önüne seriyor. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerinde yer alan 27 Avrupa ülkesi arasında Türkiye, Arnavutluk’un ardından en düşük asgari ücreti veren ikinci ülke oldu. 

Öte yandan Türkiye’deki asgari ücret yalnızca AB üyesi ülkelerin gerisinde kalmadı, Sırbistan ve Karadağ gibi ülkeler de Türkiye’yi geride bıraktı.

Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde endüstri ilişkileri, emek tarihi ve çalışma hukuku üzerine çalışmalar yürüten Prof. Dr. Aziz Çelik, Türkiye’deki asgari ücreti değerlendirdi, AB ülkeleri ile durumu kıyasladı.

Prof. Dr. Aziz Çelik Avrupa Birliği’ne (AB) giren gelir düzeyi düşük ülkelerin ortak pazar ve emeğin serbest dolaşımının bir parçası haline gelmesiyle, bu ülkelerde asgari ücretin artmaya başladığını söylüyor.

BBC Türkçe’den Onur Erem’in haberine göre, Avrupa Birliği’ne (AB) giren gelir düzeyi düşük ülkelerin ortak pazar ve emeğin serbest dolaşımının bir parçası haline gelmesiyle, bu ülkelerde asgari ücretin artmaya başladığını söyledi. Öte yandan Türkiye’deki asgari ücret yalnızca AB üyesi ülkelerin gerisinde kalmadı, Sırbistan ve Karadağ gibi ülkeler de Türkiye’yi geride bıraktı.

Öyle ki, Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerinde yer alan 27 Avrupa ülkesi arasında Türkiye, Arnavutluk’un ardından en düşük asgari ücreti veren ikinci ülke oldu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Prof. Dr. Yalçın Karatepe, bunda Türk Lirası’nın büyük değer kaybının da etkili olduğunu söyledi.

Prof. Çelik asgari ücretin en az, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının yarısı kadar olması gerektiğini, böylece iki ebeveynin çalıştığı iki çocuklu bir ailenin yoksulluk sınırı üstünde kalabileceğini söyledi.

Türk-İş’e göre ekim ayında dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 24 bin 186 TL oldu. Bunun yarısı 12 bin 93 TL yapıyor. Asgari ücretin bu seviyeye gelmesi için 2.19 katına çıkarılması, başka bir deyişle yüzde 119 zam yapılması gerekiyor.

Asgari ücrette artışın enflasyonu daha da yukarı çekeceğine dair kaygılar da var. Prof. Dr. Yalçın Karatepe “Asgari ücreti artırarak insanları doğal gaz faturalarını ödeyebilir hale getirmeniz enflasyonu artırabilir mi” dedi.

Prof. Aziz Çelik, Türkiye’de işgücünün yarısından fazlasının asgari ücretle çalıştığına ve böylece işçi sınıfının bir ‘asgari ücretliler topluluğuna’ dönüştüğüne de dikkat çekti.

Çelik, “Avrupa ülkelerinde temel ücret belirleyicisi toplu pazarlıklarken Türkiye’de asgari ücret temel ücret belirleyicisi. Bu çok ciddi bir problem. Ben bunu ‘asgari ücret tuzağı’ olarak adlandırıyorum. Asgari ücret bir ortalama ücrete dönüştü” dedi.

Paylaşın

AK Parti’nin ‘Türkiye Yüzyılı’ Vizyonu Ve Can Yakan Gerçekler

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaklaşan seçimler öncesinde ‘Türkiye Yüzyılı’ temalı vizyon belgesini açıkladı. Erdoğan’ın açıkladığı vizyon belgesine karşılık uluslararası göstergeler, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu ortaya koydu.

Enflasyonda dünya birincisi konumunda bulunan Türkiye, Türkiye, 27 Avrupa ülkesi arasında Arnavutluk’tan sonra en düşük asgari ücrete sahip ülke konumunda.

İşsizlik sıralamasında dünya beşincisi olan Türkiye, AB işsizlik ortalamasını neredeyse ikiye katladı. IMF verilerine göre Türkiye, dünyada kişi başı milli gelir sıralamasında 78’inci sırada yer aldı.

Birgün’den Hüseyin Şimşek, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu gözler önüne seren uluslararası verileri tek tek sırladı: İşte o veriler;

Enflasyonda zirvede

TÜİK verilerine göre son enflasyon oranı yüzde 83,45, Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre ise yüzde 186 olarak belirlendi. TÜİK’in makyajlı rakamları baz alınsa bile Türkiye, enflasyonda dünya birincisi konumunda. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) verilerine göre Türkiye’de yıllık enflasyon yüzde 83,45’ken ikinci sıradaki Arjantin’de ise yüzde 83 oranında.

Asgari ücrette dipte

EUROSTAT verilerine göre, Türkiye, 27 Avrupa ülkesi arasında Arnavutluk’tan sonra en düşük asgari ücrete sahip ülke konumunda. Türkiye’deki asgari ücret, yaklaşık yedi sene önce birçok Avrupa ülkesindeki asgari ücreti geride bırakıyordu.

Hukuka bağlılık yok

Dünya Adalet Projesi (WJP) 2022 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, hukuk devletine bağlılıkta 140 ülke arasında 116’ncı sırada yer aldı. Hukukun üstünlüğü ve hukuka bağlılık konusunda gerisinde kalınan ülkeler arasında Burkino Faso, Gana, Moğolistan ile Trinidad ve Tobago gibi ülkeler yer aldı.

İşsiz nüfusta ilk beşte

OECD tarafından yayımlanan son verilere göre Türkiye, yüksek işsizlikte de dünya sıralamasına girdi. AKP’nin “vizyonlu” istihdam projesi sonucunda, Türkiye işsizlik sıralamasında dünya beşincisi oldu. Türkiye, AB işsizlik ortalamasını neredeyse ikiye katlarken, Slovakya, Litvanya, Şili, İsrail, Macaristan gibi ülkelerden çok daha fazla işsize sahip.

Milli gelirde İran’ın gerisinde

Kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Türkiye, yine birçok ülkenin gerisinde kaldı. IMF verilerine göre Türkiye, dünyada kişi başı milli gelir sıralamasında 78’inci sırada yer aldı. Türkiye’den daha yüksek kişi başı milli gelire sahip ülkeler arasında İran, Romanya, Bulgaristan, Çin, Yunanistan gibi ülkeler yer aldı.

40 yıl öncesine dönüş

Türkiye, dünya ekonomisindeki payı bakımından da büyük bir kayıp yaşıyor. Uluslararası verilere göre, Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payı, askeri darbenin yapıldığı 1980 yılının bile gerisine düştü. Buna göre, Türkiye’nin dünya ekonomisindeki sıralaması 23. Bu sıralama 2004 yılında 17’ydi.

Küresel refah endeksinde geride

Londra merkezli düşünce kuruluşu Legatum Enstitüsü’nün Küresel Refah Endeksi verilerine göre Türkiye, 167 ülke arasında 93’üncü sırada yer alabildi.

Polis devletinde ilk ikide

Ekonomik kalkınmayı bir kenara bırakarak güvenlikçi politikalara sarılan AKP, 100 bin kişi başına düşen polis memuru sayısında Türkiye’yi dünya ikinciliğine taşıdı. İlk sırada Karadağ yer alırken Türkiye’nin geride bıraktığı ülkeler arasında Yunanistan, Malta, Kosova, Letonya gibi ülkeler yer aldı.

Yolsuzluk endeksinde 42 sıra geriledi

Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin verilerine göre Türkiye, Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 180 ülke arasında 96’ncı sırada yer aldı. Kamu sektörü yolsuzluklarına göre hazırlanan sıralamada Türkiye, son 10 yılda 42 basamak birden geriledi. Türkiye ile aynı sıralamaya sahip ülkeler, Arjantin, Brezilya, Endonezya, Sırbistan ve Lesoto oldu.

Basın özgürlüğünde de sonlarda

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, 180 ülke içerisinde 149’uncu sırada yer aldı. Türkiye sıralamada, Katar, Somali, Filipinler, Brezilya, Kenya gibi ülkelerin gerisinde kaldı.

Eğitime yeterli pay ayrılmıyor

Türkiye, ilköğretim düzeyinde eğitime ayırdığı bütçe ile OECD ortalamasının altında kaldı. Yetersiz bütçe nedeniyle OECD ortalamasının altında kalan 16 ülke arasında da Türkiye, Meksika ve Kolombiya ile birlikte son sırada yer aldı.

Paylaşın

Finlandiya Ve İsveç Liderlerinden Türkiye’ye ‘NATO’ Mesajı

İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ve Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, gerçekleştirdikleri ortak basın toplantısında, NATO askeri ittifakına eş zamanlı olarak katılmaya kararlı olduklarını söylediler.

Sanna Marin, NATO’ya katılım süreci ile ilgili konuştu ve Türkiye’nin endişelerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile geçen günlerde Prag’da görüştüğünü kaydetti. Marin, “Kendisi Finlandiya söz konusu olduğunda çok fazla soru olmadığını, ancak İsveç söz konusu olduğunda bazı sorular olduğunu ifade etti” dedi.

Sanna Marin, “NATO başvurularımız artık NATO üyesi ülkelerin tamamında onaylanmıştır. Hala onaylamayan iki ülke var, Macaristan ve Türkiye ve tabii ki Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya el ele katılması bizim için çok önemli, zira bu süreci bugüne kadar getirdik” diye konuştu.

İsveç ve Finlandiya, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle Mayıs ayında NATO’ya katılma başvurusunda bulunmuş, ancak bu iki ülkeyi PKK ve diğer terör gruplarının militanlarını barındırmakla suçlayan Türkiye’nin itirazlarıyla karşılaşmışlardı.

Geçen hafta göreve başlayan İsveç Başbakanı Kristersson da ülkesinin Finlandiya tarafından sürecin gerisinde bırakılmasından endişe duymadığını ve yakın gelecekte Ankara’da Erdoğan ile görüşeceğini söyledi.

Kristersson, “Her ülkenin bu konuda kendi kararını vermesi gerektiğine saygı duyuyoruz. Ama tabii ki İsveç ve Finlandiya mümkün olduğunca çabuk onaylanmasını istiyor. Bu çok açık. İşte bu nedenle geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir telefon görüşmesi yaptım ve Ankara’ya gitmeye ve daveti kabul etmeye hazır olduğumu söyledim. Bu davet üzerinde resmi olarak mutabık kalınır kalınmaz ve kesinleşir kesinleşmez, size bu seyahatle ilgili bilgi vermek üzere geri döneceğim” şeklinde konuştu.

Türkiye’nin karar alma sürecinin İsveç ve Finlandiya için çok büyük önem taşıdığını ve işlerin bu şekilde yürümesine saygı duyduklarını kaydeden Ulf Kristerrson, “Ancak biz de üzerimize düşeni yapmak zorundayız ve yapıyoruz. Üçlü mutabakata göre sahip olduğumuz çok açık yükümlülükler dışında başka bir taviz verilmiyor. Bu da yeterince adil. Dolayısıyla İsveç’in yapması gerekenleri yerine getirmek için çok sıkı çalışıyoruz ve elbette bu yılın başlarında Madrid’de yapılan üçlü anlaşmadan bu yana neler başardığımızı, neler yaptığımızı çok detaylı bir şekilde rapor edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Kristersson, “Türkiye’nin İsveç’in anlaşma çerçevesinde taahhüt ettiklerini yerine getirdiğine dair teyit alması tamamen meşrudur” dedi.

NATO Genel Sekreteri Türkiye yolcusu

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleriyle ilgili diplomasi trafiği hızlanırken NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in 4 Kasım tarihinde Türkiye’yi ziyaret edeceği bildirildi. İsmi verilmeyen bir Türk yetkili, AFP haber ajansına yaptığı açıklamada Stoltenberg’in 4 Kasım’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geleceğini belirtti.

Stoltenberg Çarşamba günü yaptığı açıklamada İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye ile “her düzlemde” yakın temas halinde olmasını memnuniyetle karşıladığını vurgulamış, kendisinin de kısa süre içinde İstanbul’da Erdoğan ile görüşmeyi planladığını söylemişti.

Erdoğan’a randevu talebinde bulunan İsveç’in yeni Başbakanı Kristersson’un da Türkiye’ye giderek Cumhurbaşkanı ile görüşmesi bekleniyor. AFP’ye konuşan Türk yetkili, Kristersson’un ziyareti için 8 Kasım tarihinin gündemde olduğunu belirtti. Kristersson’un ofisi ise AFP’nin konuyla ilgili sorusuna “Tarihi teyit edemiyoruz. Bu konuda çalışmalarımız sürüyor” yanıtını verdi.

Erdoğan bu hafta Kristersson ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş, görüşmenin ardından Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada, “Erdoğan’ın Kristersson’u Ankara’da misafir etmekten memnuniyet duyacağını ve İsveç hükümetiyle ikili ilişkileri her alanda ileriye taşımaya hazır olduklarını” söylediği bildirilmişti.

Türkiye’nin talepleri, İsveç’in attığı adımlar

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından uzun yıllardır uyguladıkları askeri tarafsızlık ilkesini terk eden İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üyelik başvurusunda bulunmuştu. Türkiye, Haziran ayında Madrid’de düzenlenen NATO zirvesi çerçevesinde imzalanan mutabakatla başvuru önündeki vetosunu geri çekmişti.

Ancak iki ülkenin üyelikleri için gerekli meclis onayı TBMM’den hala çıkmadı. Türkiye’nin mutabakattaki koşulları arasında “terör örgütlerine desteğin sonlandırılması, Türkiye’ye yönelik silah ihracat kısıtlamalarının kaldırılması ve iade taleplerinin karşılanması” öne çıkıyor.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine düzenlediği askeri operasyonlar nedeniyle İsveç’in 2019’da yürürlüğe koyduğu silah ihracat kısıtlamaları 30 Eylül’de kaldırılmıştı. İsveç, Ağustos ayında da dolandırıcılık suçundan hakkında Türkiye’de hapis cezası bulunan bir kişi için iade izni vermiş, ancak Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Türkiye’ye adi suçluları iade ederek sözlerini yerine getirdiklerine inandıracaklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar… İade kararı verdiği kişi terör suçlarıyla ilgili değil” açıklaması yapmıştı.

Paylaşın

AK Parti, ‘Daha İslami Bir Türk Kimliği’ Oluşturma Adımları Mı Atıyor?

Mesut Yeğen, AK Parti hükümetinin Suriyelileri kitlesel olarak Türkleştirmeye girişmediğine dikkat çekerek, “Bu da artık Türkçe konuşmayan Müslümanların Türkleştirilmesi ilkesinin artık katı bir şekilde uygulanmadığını gösteriyor” ifadelerini kullanıyor.

Mesut Yeğen, vatandaşlık politikalarındaki bu değişimin yol açtığı sonuçları değerlendirirken, “Bunlar, AK Parti hükümetinin daha İslami ve daha az seküler bir Türk kimliği inşa etmekte olduğu teziyle uyumlu” diyor.

Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı (SWP) tarafından yayımlanan analizde, AK Parti hükümetinin yabancılara vatandaşlık ve geçici koruma verme siyaseti mercek altına alındı.

SWP’nin analizine göre mevcut uygulamalar, AK Parti’nin laikliği zayıflatarak, “daha İslami bir Türk milleti” oluşturmaya çalıştığı iddialarını destekler nitelikte.

“Yeniden dizayn edildi”

DW Türkçe’den Değer Akal’ın aktardığı ve Mesut Yeğen tarafından kaleme alınan analizde Türkiye’nin vatandaşlık politikalarında, mülteci akınları ve düzensiz göçün yaşandığı, otoriterleşmenin arttığı bir dönemde yaşanan değişim irdeleniyor.

Makalede, AK Parti hükümetinin son on yılda Türk Vatandaşlığı Kanunu’nda yaptığı değişiklikler, mülteciler ve düzensiz göçmenler konusunda izlediği politikalarla, yabancıların Türk vatandaşlığı alabilmesine ilişkin uygulamaları “yeniden dizayn ettiği” belirtiliyor. Yeni adımların, geçmişteki politikalarla tezatlık gösterdiği vurgulanıyor.

Geçmiş politikaları belirleyen ana ilkeler nelerdi?

Analizde, Türkiye’de geçmişteki yönetimlerin “Türk milletini” oluşturma çabalarında, üç noktanın dikkat çektiği savunulurken, gayrimüslimlerin sayısının azaltılmasının hedeflendiği, büyük çoğunluğu Kürt olan Türkçe konuşmayan Müslümanların “Türkleştirilmesi” için çaba gösterildiği kaydediliyor. Ayrıca Avrupa’da bulunan, Türkçe konuşan ve Türkçe konuşmamakla birlikte Müslüman olan Osmanlı tebaası ve onların torunlarının, Türkiye’ye yerleşmelerine izin verildiği vurgulanıyor.

Bu politikalar sonucunda Cumhuriyet’in ilk yıllarında nüfusun yüzde 2,5’ini oluşturan Hristiyan ve Yahudilerin sayısının artık günümüzde 0,2’ye gerilediği, bugün Kürtlerin yeni kuşaklarının büyük çoğunluğunun da Kürtçe değil Türkçe konuştukları belirtilirken, yakın tarihten ilginç örnekler de sıralanıyor.

1950’lerde Balkanlar ve Kırım’dan, Türk oldukları kabul edilen onbinlerce kişinin Türkiye’ye yerleştirildiği, buna karşın aynı dönemde örneğin İran’dan kaçan Kürtlerin sınır dışı edildikleri aktarılıyor.

1989’da Bulgaristan’daki Jivkov rejiminden kaçanların Türkiye’ye yerleşmelerine izin verilirken, 1991 yılında Saddam rejiminden kaçan Kürtlerin geçici olarak kamplara yerleştirildikleri, daha sonra geri gönderildikleri anımsatılıyor.

“Soy veya kültür bakımından Türk olduğu kabul edilen Avrupa’daki Müslümanlara Türk vatandaşlığı verilirken, geri kalanlara verilmemiştir” denilen analizde, Türkiye’nin 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ni coğrafi sınırlamalar şartıyla imzaladığı, bu nedenle sınırlarını doğu ve güneyindeki ülkelerden gelen “mültecilere” açmadığı hatırlatılıyor.

Peki “yeniden dizaynın” ana hatları neler?

AK Parti’nin son on yıldaki hamlelerinin ise, kimlerin Türk vatandaşı olarak kabul edileceği, Türkiye sınırlarının kimlere açık olacağı ve Türk vatandaşlığı ile tanınan haklar konusunda kimlerin ayrımcılıktan muaf olacakları ile ilgili olarak ciddi değişime yol açtığı belirtiliyor.

“200 bini aşkın Suriyelinin Türk vatandaşı olması, Türk vatandaşlığının artık sadece soy ve kültür bakımından Türk olarak görülenlere tanınan bir bir ayrıcalık olmaktan çıktığını gösteriyor” tespitine yer verilen makalede yine yaklaşık 4 milyon Suriyelinin geçici koruma kapsamına alınması da önemli bir değişimin göstergesi olarak nitelendiriliyor.

Bu adımla, Türk devletinin yıllarca uyguladığı sınırlarını Avrupalı olmayan mültecilere açmama ilkesinin artık ortadan kalktığı vurgulanırken, Suriyelilere bu yolla eğitim ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanma hakkı tanındığına da işaret edilerek, “Sadece Türk vatandaşlarına tanınmış olan bu temel haklar artık sadece Türk vatandaşlarına münhasır değil” görüşü aktarılıyor.

Türk ekonomisinin “hayaletleri”: Afganlar

Analizde, Afgan göçmenlere ilişkin de çarpıcı tespitler yer alıyor. Türk güvenlik güçlerinin, Afgan göçmenleri hem sınırlarda hem de şehirlerde “bir şekilde görmezden geldiklerine” dikkat çekilen yazıda, bunların çoğunluğunun erkek olduğu, Türkiye’de çalışarak, az da olsa, ülkelerine götürmek için para biriktirmeye çalıştıkları aktarılıyor.

Eğitimsiz genç erkekler olarak genellikle yevmiyeli işlerde çalıştıkları, çöp toplama gibi istenmeyen işleri üstlendikleri belirtilirken, şu ifadelere yer veriliyor:

“Türkiye’nin düzensiz Afgan göçmenlerin görünmez varlığına müsamaha göstermesi, Türk ekonomisinin ucuz ve kayıtdışı işgücüne olan ihtiyacına işaret etmektedir.”

Kürtler için artık Türk vatandaşlığı daha az mı kapsayıcı?

Hükümetin, bir yandan Suriyelilere vatandaşlık vermeyi kolaylaştırarak, Türk vatandaşlığını daha kapsayıcı hale getirdiğine, diğer yandan Kürt sorununda daha farklı bir tutum takındığına dikkat çekiliyor. Özellikle çözüm sürecinin çöktüğü 2015 yılından itibaren, daha ayrımcı ve temel hakları ihlal edici bir tutum sergilendiği belirtiliyor.

HDP yanlısı Kürtlerin kültürel ve siyasi haklar gibi temel yurttaşlık haklarının sürekli ihlal edildiğinin belirtildiği makalede, “Bu Kürtler için Türk vatandaşlığının artık daha az kapsayıcı olduğunu göstermektedir” ifadelerine yer verildi.

Analizde, Gülen yapılanması üyesi olduğu iddia edilen kişilerin temel vatandaşlık haklarının da ihlal edildiği belirtilirken, “Bu da Sünni Müslüman Türk kimliğine sahip olmanın, ayrımcılıktan muaf olunacağı anlamına gelmediğini gösteriyor” görüşü dile getiriliyor.

AKP’nin nihai hedefi ne?

Analizin en dikkat çekici bölümünde Mesut Yeğen, AK Parti hükümetinin Suriyelileri kitlesel olarak Türkleştirmeye girişmediğine dikkat çekerek, “Bu da artık Türkçe konuşmayan Müslümanların Türkleştirilmesi ilkesinin artık katı bir şekilde uygulanmadığını gösteriyor” şeklindeki tespitini aktarıyor.

Yeğen, vatandaşlık politikalarındaki bu değişimin yol açtığı sonuçları değerlendirirken, “Bunlar, AK Parti hükümetinin daha İslami ve daha az seküler bir Türk kimliği inşa etmekte olduğu teziyle uyumlu” ifadelerine yer veriyor.

Geleceğe ilişkin öngörüler

Makalenin sonunda, AK Parti’nin son on yılda vatandaşlık hukuku ve politikalarında giriştiği değişikliklerin demografik değişikliğe, etnik çeşitliliğin artmasına yol açtığına işaret eden Yeğen, bunların da Türkiye’de yeni sosyal ve siyasi sorunlara yol açtığını kaydediyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2023 seçimleri öncesinde halkın hoşnutsuzluğunu azaltmak için çok sayıda Suriyeli sığınmacının Türkiye’nin kontrolündeki Suriye topraklarına yerleştirilmesi konusunda harekete geçebileceğine dikkat çekilen analizde, bu yolla AK Parti hükümetinin aynı zamanda Kürtlerin bu bölgelerdeki varlığının azaltılmasını, Türk devletinin Suriye’deki varlığının da daha da pekiştirilmesini isteyebileceği aktarılıyor.

Bununla birlikte hem Suriyeli mültecilerin hem de Afgan göçmenlerin, Türkiye’deki kayıtlı ve kayıt dışı ekonominin ayrılmaz bir parçası haline geldiği, geniş çaplı bir politika değişikliğinin bu kesimleri ucuz işgücü için kullanan sektörleri rahatsız edebileceği belirtilirken, şunlar kaydediliyor:

“Türk vatandaşları ile ekonominin talepleri arasında sıkışan Türk hükümeti, muhtemelen bir grup Suriyeliyi Suriye’ye göndererek, bir grup Afganı da ‘sınır dışı ederek’, ekonomideki dengeyi kızdırmadan, Türk kamuoyuna mülteciler ve göçmenlerin gönderildiği izlenimini vermeye çalışacak.”

Erdoğan Öcalan hamlesine mi hazırlanıyor?

Bu arada Yeğen, seçimlere giden süreçte Erdoğan’ın, hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “sesinin duyulmasına” izin verebileceğini de iddia ediyor.

Kürtlerin siyasi olarak yabancılaşmasının, Erdoğan’ın 2023 seçimlerini kaybetmesine yol açabileceğini, kendisinin de bunun farkında olduğu aktaran Yeğen, “Erdoğan Kürt sorununa ilişkin yeniden bir tür reformist siyaset izlemeye başlayabilir” öngörüsüne yer verdi.

Mesut Yeğen, bu öngörüsüne ilişkin değerlendirmesini de şu ifadelerle tamamladı:

“Seçimlere fazla bir zaman kalmadığı için Erdoğan büyük ihtimalle hapisteki PKK lideri Öcalan’ın sesinin duyulmasına izin verecektir. Bununla da Kürt seçmenlerin, Kürt sorununa ilişkin reformist bir politikanın yeniden başladığını düşünmelerini sağlamak isteyebilir.”

Paylaşın

WJP’den Dikkat Çeken Rapor: Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü Geriliyor

Washington merkezli bağımsız düşünce kuruluşu Dünya Adalet Projesi’nin (WJP) yayınladığı 2022 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre dünya genelinde hukuk devletine bağlılık geriliyor. Bu yıl 140 ülke arasında 116’ncı sırada yer alan Türkiye, kendi bölgesinde sonuncu oldu.

DW Türkçe‘nin aktardığına göre, WJP Direktörü Elizabeth Andersen, hukukun üstünlüğünün adalet, hesap verilebilirlik, eşit haklar ve herkese adalet ile ilintili olduğuna vurgu yaparken, “Pandemiden çıkıyoruz, ancak küresel çapta hukukun üstünlüğündeki gerileme devam ediyor” dedi.

Raporda, dünya genelinde hukukun üstünlüğünün tehlikede olduğuna, şiddet, yolsuzluk ve cezasızlığın küresel çapta milyonlarca insanı etkilediğine vurgu yapıldı. Giderek artan sayıda hükümetin otoriter eğilimler benimsediğine işaret edilen raporda, şu tespit aktarıldı:

“Hesap verilebilirliği, yasaların adil bir şekilde uygulanması ve insan haklarının koruması için gereken kurumsal mekanizmalar zayıflıyor.”

Son bir yılda ülkelerin yüzde 61’inde hukukun üstünlüğüne bağlılığın azaldığını gözler önüne seren raporda, “Dünya genelinde hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi ve gücün keyfi kullanımının önlenmesi için yapılması gereken daha çok iş var” ifadelerine yer verildi.

İlk sırada Danimarka, son sırada Venezuela yer aldı

Açıklanan rapora göre hukukun üstünlüğüne en çok uyan ülke Danimarka. Bu ülkeyi Norveç, Finlandiya, İsveç, Hollanda ve Almanya izliyor. ABD 26’ncı sırada yer bulurken, listenin sonunda, Afganistan ve Kamboçya’dan sonra, Venezuela yer aldı.

WJP: Türkiye de gerilemenin olduğu ülkelerden

140 ülkenin hukukun üstünlüğüne uyumunu yansıtan endekse göre Türkiye bu yıl 116’ncı sırada yer aldı. WJP’nin basın açıklamasında, hukukun üstünlüğünün gerilediği ülkeler arasında Türkiye’nin de bulunduğuna, puanlarında gerileme olduğuna dikkat çekildi.

WJP Direktörü Elizabeth Andersen, hukukun üstünlüğünün adalet, hesap verilebilirlik, eşit haklar ve herkese adalet ile ilintili olduğuna vurgu yaparken, “Pandemiden çıkıyoruz, ancak küresel çapta hukukun üstünlüğündeki gerileme devam ediyor” dedi.

Türkiye bölgesinde son sırada

Türkiye, hukukun üstünlüğü bakımından sadece AB ülkeleri, İngiltere, ABD, Japonya ve Kanada gibi ülkelerin gerisinde değil, Uruguay, Birleşik Arap Emirlikleri, Ruanda, Namibya, Botsvana, Malezya, Senegal, Gana, Moğalistan, Burkino Faso, Trinidad ve Tobago’nun da çok gerisinde yer aldı.

Raporda ayrıca ülkeler, bulundukları bölgelere göre de değerlendirildi. Türkiye’ye, Güney Avrupa ve Orta Asya bölgesinde yer verildi.

Bu grupta, hukukun üstünlüğü sıralamasında Gürcistan ilk sırayı aldı. Onu Kosova, Kuzey Makedonya, Kazakistan, Moldova, Bosna-Hersek ve Rusya işgalinin sürdüğü Ukrayna izledi. Türkiye ise, Sırbistan, Arnavutluk, Belarus, Kırgızistan ve Rusya’dan sonra, en son sırada yer buldu.

Hükümetlerin hukuka bağlılık sıralaması

Araştırma kapsamında, hükümetlerin, ülkeyi yönetenlerin, hukuka bağlılıkları da mercek altına alındı. Bu kapsamda yapılan değerlendirmeye göre Türkiye yine listenin son sıralarında, 140 ülke arasında 135’inci sırada yer aldı.

Buradaki sıralamada, hükümetlerin ne ölçüde hukuka bağlı oldukları belirleyici oldu. Ayrıca değerlendirmelerin, hükümetlerin yasalar uyarınca ne ölçüde denetlenebilir olduklarına, özgür ve bağımsız medya gibi hükümet dışı denetim süreçlerinin olup olmadığına bakılarak yapıldığı vurgulanıyor.

Temel haklarda da Türkiye geride

Türkiye, temel haklar bağlamındaki sıralamada da sonlarda, 134’üncü sırada yer alıyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin daha üst sıralamada yer aldığı başlıklar da var. Örneğin kamu düzeni ve güvenlik sıralamasında 67’inci sırada yer alan Türkiye, “yolsuzluğun yokluğu” sıralamasında 70’inci, şeffaf hükümet başlığında ise 105’inci oldu.

Dünya genelinde gerilemenin nedenleri

WJP’nin basın açıklamasında, bu sene dünya genelinde hukuk devletine bağlılıkta yaşanan gerilemede, artan otoriterleşme ve hukukun üstünlüğünde uzun dönemli erozyonun etkili olduğu belirtiliyor.

Ayrıca bu yıl, ülkelerin üçte ikisinde temel haklara saygı alanında gerileme olduğunun altı çiziliyor. Yine ülkelerin yüzde 58’inde, hükümetlerin yargı, özgür ve bağımsız basın yoluyla denetlenmesi konusunda da, gerileme olduğu aktarılıyor.

Paylaşın

İsveç’ten Türkiye’ye Mesaj: Taahhütlerimizi Yerine Getireceğiz

İsveç Dışişleri Bakanı Billstrom, Haziran ayında Madrid’de düzenlenen NATO liderler zirvesi çerçevesinde Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın imzaladığı mutabakata işaret ederek “Memorandumu ve maddelerini yerine getirebileceğiz. Bundan oldukça eminim” diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Billstrom, PKK konusunda Türkiye ve AB’nin tutumunu desteklediklerini belirterek PKK’nın “tepeden tırnağa” terörist olduğunu, Türkiye’nin güvenlik endişelerine saygı duyduklarını söyledi.

İsveç’te yeni hükümet, ülkenin NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin çekincelerini gidermek üzere atağa geçti. İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’un Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere Ankara’dan randevu istemesinin ardından, Dışişleri Bakanı Tobias Billstrom, Türkiye’nin çekincelerini bertaraf etme taahhüdüne bağlı olduklarını vurguladı.

Görevi geçen hafta devralan Billstrom, Haziran ayında Madrid’de düzenlenen NATO liderler zirvesi çerçevesinde Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın imzaladığı mutabakata işaret ederek “Memorandumu ve maddelerini yerine getirebileceğiz. Bundan oldukça eminim” diye konuştu.

AFP haber ajansına konuşan İsveç Dışişleri Bakanı, PKK konusunda Türkiye ve AB’nin tutumunu desteklediklerini belirterek PKK’nın “tepeden tırnağa” terörist olduğunu, Türkiye’nin güvenlik endişelerine saygı duyduklarını söyledi. PKK, AB’nin terör örgütleri listesinde yer alıyor.

Anayasaya uyum ve denge vurgusu

Billstrom, diğer yandan “ifade özgürlüğü konusunda dengenin gerekli olduğunun” da altını çizdi, taahhütler yerine getirilirken bunun anayasayla uyumlu olması ve yasal olarak güvenli bir zeminde yapılmasının önemine işaret etti.

İsveç yasalarına göre bir şüphelinin hükümetin iade kararına karşı çıkması durumunda, şüphelinin çekincesi Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmek zorunda. Mahkeme, hükümetin iade kararını bloke edebiliyor.

İsveç Dışişleri Bakanı, Türkiye ile “olumlu bir diyalog içinde olduklarını”, kendisinin ve Başbakan Kristersson’un kısa süre içinde Ankara’yı ziyaret edeceklerini de sözlerine ekledi.

Kristersson Erdoğan’a mektup göndermişti

İsveç basını, geçen hafta Başbakan Kristersson’un ülkesinin Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mektup göndererek “Umarım kısa süre içinde sizinle NATO konusunda ayrıntılı bir görüşme yapabiliriz. Size uygun olur olmaz Ankara’ya gelmeye hazırız” mesajı verdiğini bildirmişti.

Erdoğan da 21 Ekim’de yaptığı açıklamada, “İsveç’in yeni başbakanı randevu talebinde bulundu. Arkadaşlarımıza ‘Randevu verin, gelsin’ dedim. Ülkemizde kendisiyle bu konuları da görüşürüz… Şu andaki yeni Başbakan’ın yaklaşım tarzı, terörle ve teröristlerle mücadeleden yanadır” ifadelerini kullanmıştı.

Türkiye’nin talepleri, İsveç’in attığı adımlar

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından uzun yıllardır uyguladıkları askeri tarafsızlık ilkesini terk eden İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üyelik başvurusunda bulunmuştu.

Madrid’de imzalanan mutabakatla başvuru önündeki vetosunu geri çeken Türkiye, iki ülkenin üyelikleri için gerekli meclis onayını ise henüz vermedi. Türkiye’nin koşulları arasında “terör örgütlerine desteğin sonlandırılması, Türkiye’ye yönelik silah ihracat kısıtlamalarının kaldırılması ve iade taleplerinin karşılanması” öne çıkıyor.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine düzenlediği askeri operasyonlar nedeniyle İsveç’in 2019’da yürürlüğe koyduğu silah ihracat kısıtlamaları 30 Eylül’de kaldırılmıştı.

İsveç, Ağustos ayında da dolandırıcılık suçundan hakkında Türkiye’de hapis cezası bulunan bir kişi için iade izni vermiş, ancak Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Türkiye’ye adi suçluları iade ederek sözlerini yerine getirdiklerine inandıracaklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar… İade kararı verdiği kişi terör suçlarıyla ilgili değil” açıklaması yapmıştı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

AB’den Türkiye’ye ‘Rusya Yaptırımları’ Mesajı: Ciddiyiz

Avrupa Birliği’nden (AB) Türkiye’ye ticari ilişkilerimiz çok önemli ama Rusya yaptırımlarının delinmemesi konusunda çok ciddiyiz uyarısı geldi. 26-28 Ekim arasında Türkiye’de temaslarda bulunacak olan Avrupa Birliği’nin (AB) genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi, başta Türkiye olmak üzere AB’nin genişleme projesine mesafeli olmasıyla biliniyor. Varhelyi, göreve geldiği 2019 Aralık ayından bu yana ikinci kez Türkiye’ye gelecek.

Ancak bu ziyareti de genişleme gündemi ile ilgili olmayacak ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Afrika’da olduğu için siyasi konular da gündeme gelmeyecek.

Varhelyi’nin temaslarında öne çıkan iki konu Rusya’ya uygulanan yaptırımlar ve AB-Türkiye ekonomik işbirliği olacak. Genişleme komiseri, İstanbul’da iş dünyasının önde gelen üyeleri ile ve hükümetin ekonomi yönetimi ile görüşecek. Varhelyi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile birlikte sınır güvenliğine ilişkin konuları konuşmak için Van’da da incelemelerde bulunacak.

Genişleme komiserinin ziyareti, Avrupa Komisyonu’nun Finansal Hizmetler, Finansal İstikrar ve Sermaye Piyasaları Birliği’nden Sorumlu Üyesi Mairead McGuinness 6 Ekim’de Ankara’da yaptığı temaslardan sadece 3 hafta sonra gerçekleşmesi açısından önem taşıyor. AB’li diplomatik kaynaklara göre, bu iki ziyarette verilen mesajlar birbirini tamamlayacak şekilde öngörüldü.

rekiyor. Bunun iki boyutu bulunuyor. Birincisi Türkiye ile var olan ekonomik ilişkimizin ne kadar önemli olduğu, diğeri ise Rusya’nın Ukrayna savaşını devam ettirmesine katkıda bulunacak şekilde yaptırımların delinmesine karşı elimizden ne geliyorsa yapacağımız konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu iletmek” şeklinde özetlenebilecek bir söylem ve politika izliyor. McGuinness ve Varhelyi’nin ziyaretlerinde verilen mesajlar da bunu yansıtıyor.

AB kaynakları, “Rusya’ya uygulanan yaptırımların delinmesi konusu maalesef uzun süre gündemde kalacak gibi” değerlendirmesini yaparken, savaşın başladığı 24 Şubat’tan bu yana Türkiye ile Rusya arasında ciddi oranda artan ticarete dikkat çekiyorlar.

6 Ağustos öncesi ve sonrası

Brüksel’e göre, Türkiye’nin Rusya ile ticari ilişkileri 6 Ağustos öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılıyor. 6 Ağustos’ta Türkiye ve Rusya cumhurbaşkanları, Soçi’de bir görüşme gerçekleştirmişler ve ticaret ve ekonomi alanında işbirliğini derinleştirmek amacıyla içeriği açıklanmayan bir mutabakat muhtırası imzalamışlardı.

AB’li diplomatik kaynaklara göre, Türk şirketlerinin kâr amaçlı ve bireysel olarak Rus şirketleriyle giriştikleri işbirliği bu tarihten sonra “devlet politikasına” dönüştü. Ticaret hacminin yüzde 100 oranında artmasına ek olarak 2022 senesinde Türkiye’de 600’e yakın Rus şirketinin kurulması bu artan trafiği somut olarak gösteriyor. Rakamlar, 2021 senesinde Türkiye’ye gelen Rus şirketi sayısının 60 civarında olduğuna işaret ediyor.

Merkez Bankası kayıtlarına göre kaynağı açıklanamayan 28,3 milyar AB Doları, Rus işadamlarının sıklıkla Türkiye’de görülmesi de Brüksel’in kaygıları arasında.

AB diplomatik kaynakları, 24 Şubat’tan sonra Rusya’dan Türk bankalarına ne kadar mevduat aktarıldığına ilişkin bilgilerinin olmadığını ama bunun ciddi oranlarda olduğunu sandıklarını belirtiyorlar.

Elektronik ve teknolojik parça temini asıl kaygıyı yaratıyor

AB’nin Ekim ayı başında onayladığı sekizinci yaptırım paketi, yaptırımlar delen üçüncü ülke vatandaş ve kuruluşlarına da yaptırım uygulanmasını içerdiği için büyük önem taşıyor. Bu AB için de ilk olma özelliğini taşıyor.

Sekizinci yaptırım paketi, Rusya’nın askeri, endüstriyel ve teknolojik ürünlere ulaşmasını güçleştirmek, savunma ve güvenlikle ilgili sektörlerini geliştirmesini önlemek amaçlı olarak yeni ihracat kısıtlaması getiriyor ve bu kapsamda kömür, kok kömürü, Rus silahlarında bulunan spesifik elektronik parçalar, havacılık sektöründe kullanılan teknik malzemeler ve bazı kimyasalların satışını yasaklıyor.

Rusya’nın hem AB hem de ABD yaptırımları nedeniyle birçok askeri ekipmanı ve silah sistemlerinde gereksinim duyduğu spesifik elektronik ve teknolojik parçalara ulaşım konusunda sıkıntı yaşadığı, Türkiye ile artan ticaret kapsamında bu ürünlerinde gündeme gelebilecek olması Brüksel’i en çok kaygılandıran durum olarak değerlendiriliyor.

Birçok teknolojik ürünün çifte kullanım niteliğinin olması, Rusya’nın ithal listesinde yer alan bu parçaların silah sistemlerinde kullanılma olasılığı yaptırımların delinmesi anlamına da geliyor. Bu ürünleri satan ve satılmasında aracılık yapıp finansal işbirliğine giren Türk şirketleri açısından da bu tehlikeli bir durum yaratıyor.

Rusya yaptırımlarının delinmesi aynı zamanda Türkiye-AB gümrük birliği işbirliğine zarar verecek olması açısından da kaygı verici olarak değerlendiriliyor. Türkiye ile AB arasında 1996’dan bu yana devam eden gümrük birliği sanayi ürünlerinin taraflar arasındaki ticaretini kolaylaştırıyor ve belli oranlarda gümrük avantajları sağlıyor. AB’den ithal edilen bu ürünlerin yaptırımları delecek şekilde Rusya’ya yeniden satışı gümrük birliğinin uygulanmasına da sıkıntı getirebilir yorumları yapılıyor.

Ankara ile diyalog yaptırımlar delinmesin amacını taşıyor

AB diplomatik kaynakları, sekizinci yaptırım paketinin uygulanmasının komplike olduğunu, bu konuda Türkiye ile hem hükümet hem de özel sektör nezdinde iletişimi güçlendirmek istediklerini kaydediyorlar.

Ankara da AB ile bu konuda daha çok teknik görüşme ve bilgilendirme talebini Brüksel’e iletmiş durumda.

Varhelyi’nin ziyareti hem bu açıdan hem de Brüksel’in Türkiye-AB ekonomik ortaklığına verdiği önemi göstermesi açısından önemli olacak. AB komiserinin iş dünyası ve hükümetle yapacağı görüşmelerde, Türkiye-Rusya arasında gelişen ticari artışın hiçbir koşulda Türkiye-AB ekonomik ortaklığına alternatif oluşturamayacağı mesajını vermesi öngörülüyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Türkiye, Demokrasinin En Çok Gerilediği 10 Ülke Arasında

Yeni yayınlanan bir rapora göre, dünya genelinde demokratik ülke sayısı azalırken, otoriter yönetimlerin sayısı artıyor, Raporda en fazla otoriterleşen 10 ülkeden birisi Türkiye. Bu ülkelerden 6’sında çoğulculuk karşıtı partiler otoriterleşmenin başını çekiyor. 

Bu ülkeler Brezilya, Macaristan, Hindistan, Polonya, Sırbistan ve Türkiye. Rapor Türkiye’de otoriterleşmenin 2006 yılında başladığını belirtiyor. Rapor Türkiye’yi “seçimli otoriterlik” olarak tanımlıyor.

Son 25 yılda dünyada ‘liberal demokrasiler’ yüzde 13 ile en düşük orana geriledi. Dünya nüfusunun yüzde 26’sı “kapalı otoriterlik” ile yönetilirken yüzde 44’ü ise “seçimli otoriterlik” sistemi altında yaşıyor.

Göteborg Üniversitesi Demokrasinin Çeşitleri Enstitüsü’nün (V-Dem) hazırladığı rapora göre Türkiye 179 ülkenin değerlendirildiği Liberal Demokrasi Endeksi’nde 147. sırada yer alıyor. Rapora göre dünya da kutuplaşma da keskin şekilde artıyor.

Demokrasinin Çeşitleri Enstitüsü’nün 2022 Demokrasi Raporu dünyadaki yönetim biçimlerini ve öne çıkan eğilimleri masaya yatırıyor.

Rapora göre 1990’ların sonunda 72 ülke demokratikleşme yönünde yol alırken sadece 3 ülke otoriterleşme eğilimindeydi. 2021 yılında ise sadece 15 ülke demokrasi yolunda ilerleme kaydederken 33 ülkede otoriterleşme eğilimi arttı.

Rapora göre liberal demokrasinin hâkim olduğu ülke sayısı son 25 yılın en düşük seviyesine indi. Avrupa Birliği de otoriterleşmeden payını aldı. AB üyelerinin yüzde 20’si otoriterleşme dalgası yaşıyor.

Türkiye, demokrasi endeksinde 179 ülke içinde 147. sırada

Raporda 2021 Liberal Demokrasi Endeksi yer alıyor. Buna göre Türkiye bu alanda 179 ülke içinde 147. sırada bulunuyor.

1 üzerinden yapılan değerlendirmede Türkiye’nin puanı 0,11. Zirvedeki İsveç ve Danimarka’nın puanı ise 0,88. Liberal Demokrasi Endeksi ilk 10’unda yer alan diğer ülkeler ise sırasıyla şöyle: Norveç, Kosta Rika, Yeni Zelanda, Estonya, İsviçre, Finlandiya, Almanya ve İrlanda. ABD ise 29. sırada yer alıyor.

Endekse göre diğer bazı ülkelerin sıralaması ise şu şekilde: Yunanistan 36, Gana 52, Ermenistan 54, Bulgaristan 56, Nepal 71, Tunus 74, Kenya 83, Tanzanya 100, Pakistan 117, Irak 118, İran 142 Rusya 151 ve Azerbaycan 162.

“Türkiye otoriterleşmenin başını çeken ülkelerden birisi”

Rapora göre en fazla otoriterleştiren 10 ülkeden birisi Türkiye. Bu ülkelerden 6’sında çoğulculuk karşıtı partiler otoriterleşmenin başını çekiyor.

Bu ülkeler Brezilya, Macaristan, Hindistan, Polonya, Sırbistan ve Türkiye. Rapor Türkiye’de otoriterleşmenin 2006 yılında başladığını belirtiyor. Rapor Türkiye’yi “seçimli otoriterlik” olarak tanımlıyor.

Dünyada neler kötüye gidiyor?

Demokrasinin Çeşitleri Enstitüsü’nün raporu dünya siyasetinde demokratik anlamda birçok unsurun kötüye gittiğini gösteriyor. Buna göre 2011 yılında dünya nüfusunun yüzde 49’u otokrasilerde yaşarken bu oran 2021 yılında yüzde 70’e kadar yükseldi. 2021 yılında dünya nüfusunun demokrasi seviyesi 1989 yılına geriledi.

İfade özgürlüğünün tehdit altında olduğu ülke sayısı da son 10 senede 5’ten 35’e yükseldi. Aynı dönemde toksik kutuplaşmanın görüldüğü ülke sayısı da 5’ten 32’ye tırmandı.

2012 yılında 42 ülke liberal demokrasi ile yönetilirken bu sayı 2021’de 34 ülkeye kadar geriledi. Bu ülkeler dünya nüfusunun sadece yüzde 13’ünü oluşturuyor. Demokratik gerileme özellikle Asya-Pasifik, Doğu Avrupa ve Orta Asya ile Latin Amerika’da kendini gösteriyor.

V-Dem 30 milyondan fazla veriyi inceleyerek indeks ve raporunu hazırlıyor. Rapora 3 bin 700 kişiden fazla uzman katkı verdi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Suriyeli Yüzlerce Sığınmacı Sınırdışı Edildi

Merkezi ABD’nin New York kentinde bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Türkiye’nin, Şubat-Temmuz 2022 arasında yüzlerce Suriyeli mülteci erkeği ve çocuğu keyfi olarak yakalayıp idari gözetim altına aldığını ve Suriye’ye sınırdışı ettiğini açıkladı.

Sınırdışı edilen Suriyeliler İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, yetkililerin kendilerini evlerinde, işyerlerinde veya sokakta yakaladıklarını, kötü koşullarda tuttuğunu, çoğunu darp ve kötü muameleye maruz bıraktıklarını, gönüllü geri dönüş formları imzalamaya zorladıklarını ve Kuzey Suriye ile sınır geçiş noktalarına götürüp silah zoruyla karşıya geçmeye zorladıklarını aktardılar.

“‘Güvenli üçüncü ülke’ değil”

HRW Mülteci ve Göçmen Hakları Araştırmacısı Nadia Hardman, “Türkiye makamları, uluslararası hukuka aykırı olarak yüzlerce Suriyeli mülteciyi ve hatta refakatsiz çocukları topladı ve onları Kuzey Suriye’ye zorla geri gönderdi. Türkiye 3,6 milyon Suriyeli mülteciye geçici koruma sağlamış olsa da, şimdi Suriye’nin kuzeyini mültecilerin terk edileceği bir yer haline getirmeye çalışıyor gibi görünüyor” dedi.

Hardman, “AB ve üyesi ülkeler, Türkiye’nin güvenli üçüncü ülke kriterlerini karşılamadığını kabul etmeli ve sınır dışı faaliyetleri sona erene kadar geri gönderme merkezleri ile sınır kontrollerine sağladıkları finansmanı askıya almalıdır. Türkiye’nin ‘güvenli üçüncü ülke’ olduğunu ilan etmek, Suriyeli sığınmacıların kuzey Suriye’ye sınır dışı edilme yoğunluğu ile çelişiyor. Üye devletler bu tespiti yapmamalı ve yeniden yerleşim sayılarını artırarak sığınmacıların iskanına odaklanmalıdır” açıklamasını yaptı.

HRW: Suriye hükümeti halen aynı

Açıklamada, “Türkiye ve diğer hükümetlerden gelen son işaretler, onların Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile ilişkileri normalleştirmeyi düşündüklerini gösteriyor” değerlendirmesi yapıldı.

“Suriye’nin mültecilerin geri dönüşü için güvenli olmamasına rağmen, Mayıs 2022’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir milyon mülteciyi Suriye’nin kuzeyinde, hükümetin kontrolü dışındaki bölgelere yerleştirmeyi planladığını açıkladı.

“Geri gönderilenlerin çoğu hükümetin kontrolündeki bölgelerden gelenlerdi, ancak ilgili bölgelere geri dönseler dahi altı milyondan fazla mültecinin oluşmasına neden olan ve ayaklanmalar başlamadan önce bile kendi vatandaşlarına karşı ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştiren Suriye hükümeti halen aynı hükümet.

“Sınırdışı eylemleri, dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla ve Avrupa Birliği’nin (AB) tümünün neredeyse dört katı kadar mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin cömert siciliyle tam bir tezat oluşturuyor. AB, insani destek ve göç yönetimi için milyarlarca Euro tutarında finansman sağlamıştı.”

39 mülteci ile görüştüler

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Şubat ve Ağustos ayları arasında Türkiye’de geçici koruma sahibi 37 Suriyeli erkek ve 2 Suriyeli oğlan çocuğuyla telefonla veya yüz yüze görüştü. İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca bu süre zarfında Kuzey Suriye’ye sınırdışı edilenlerin yakınları olan 7 Suriyeli mülteci erkek ve bir mülteci kadınla görüştü:

“Görüşülenlerden 37’si Türkiye makamları tarafından Kuzey Suriye’ye sınırdışı edilmişlerdi. Görüşülenlerin tümü, onlarca hatta yüzlerce kişiyle birlikte sınır dışı edildiklerini ifade ettiler. Tümü, geri gönderme merkezlerinde ya da Suriye sınırında formlar imzalamaya zorlandıklarını söylediler.

“Yetkililerin formları okumalarına izin vermediklerini ve formların içeriğini açıklamadıklarını, ancak formların iddiaya göre gönüllü olarak geri gönderilmeyi kabul etmeleriyle ilgili olduğunu anladıklarını söylediler. Bazıları, yetkililerin formun Arapça yazılmış bir kısmını elleriyle kapattıklarını söyledi.

Korktukları için imzaladılar

“Görüşülenlerin çoğu, geri gönderme merkezlerindeki yetkililerin diğer Suriyelileri de aynı işleme tabi tuttuklarını gördüklerini ilettiler.

“Birçoğu, Türk yetkililerin başlangıçta imzalamayı reddedenleri dövdüğünü gördüklerini, bu nedenle imzalamaktan başka çareleri olmadığını düşündüklerini iletti. Adana’daki bir geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutulan iki erkek, bir form imzalayarak Suriye’ye geri dönme ya da bir yıl idari gözetimde kalma seçeneklerinin kendilerine sunulduğunu ifade etti. İkisi de bir yıl alıkoyulma düşüncesine dayanamadıkları ve ailelerine destek olmaları gerektiği için merkezden ayrılmayı tercih ettiler.

Perdeleri kapatıp evde oturuyor

“On kişi sınırdışı edilmedi. Bazıları serbest bırakıldı ve kayıtlı oldukları illere geri dönmezlerse ve başka bir yerde oldukları tespit edilirse sınırdışı edilecekleri konusunda uyarıldılar. Diğerleri, serbest bırakılmalarına yardımcı olmak için aile üyelerinin de müdahalesiyle avukatlarla iletişim kurmayı başardı. Bazıları hala geri gönderme merkezlerinde davalarının sonuçlanmasını beklemekte, neden alıkonduklarını bilmemekte ve sınır dışı edilmekten korkmaktadır.

“Serbest bırakılanlar Türkiye’deki yaşamı tehlikeli olarak nitelendirerek perdeleri kapalı şekilde evde kaldıklarını ve Türk yetkililerden kaçınmak için sınırlı olarak hareket ettiklerini ifade ettiler.

21 saat kelepçeli yolculuk

“Sınırdışı edilenler, geri gönderme merkezlerinden sınıra, bazı durumlarda 21 saat süren yolculuk boyunca kelepçeli olarak götürüldüler. Öncüpınar (Bab al-Salam) veya Cilvegözü (Bab al-Hawa) sınır kapılarından Suriye hükümetinin kontrolü dışındaki bölgelere zorla götürüldüklerini ifade ettiler. 26 yaşındaki Halepli bir kişi, bir Türk yetkilinin kendisine “geri geçmeye çalışan herkesi vururuz” dediğini belirtti.”

  • BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Haziran 2022’de yaptığı açıklamada, bu yıl 15 bin 149 Suriyelinin gönüllü olarak Suriye’ye geri döndüğünü belirtti.
  • Bab al-Hawa ve Bab al-Salam sınır kapılarını kontrol eden yerel makamlar, bu kapılardan Türkiye’den Suriye’ye gerçekleştirilen aylık sınır dışı işlemlerinin sayılarını yayınlıyor. Şubat ve Ağustos 2022 arasında 11 bin 645 kişi Bab a-Hawa ve 8 bin 404 kişi Bab al-Salam sınır kapılarından sınır dışı edildi.
  • İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçen hafta, “Temel hedefimiz, gönüllü geri dönüşlerdir. Bunun için çalışıyoruz, planlamalarımızı oluşturuyoruz. Şu ana kadar 529 bin Suriyeli kardeşimiz bu kapsamda geri döndü” açıklamasını yaptı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın