“Türkiye Ve ABD, SDG’ye Operasyon Konusunda Anlaştı” İddiası

ABD’li ve Türk askeri yetkililer arasında Kilis bölgesinde bir görüşme gerçekleştirildiği, burada Türkiye’nin talepleri, SDG’ye yönelik askeri operasyon ve ABD’nin bu konudaki tutumu tartışıldığı iddia edildi: ABD ile Türkiye tarihi belirtmeyen sınırlı bir operasyon konusunda anlaştılar.

Washington yönetimi ile Ankara’nın, Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) düzenlenecek ‘sınırlı bir saldırı’ konusunda anlaşmaya vardığı iddia edildi. Suudi gazetesi Şarkul Avsat’ta yer alan haberde, Türkiye’den ve ABD’den askeri yetkililerin Kilis’te bir araya geldiği belirtildi.

Gazeteye konuşan Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) kaynağı, “Geçtiğimiz birkaç saat içinde, ABD’li askeri yetkililer ve Türk mevkidaşları arasında Kilis bölgesinde bir görüşme gerçekleşti. Burada Türkiye’nin talepleri, SDG’ye yönelik askeri operasyon ve ABD’nin bu konudaki tutumu tartışıldı. İki taraf arasında uzun bir diyalogun ardından ABD’lilerle henüz tarihini belirtmeyen sınırlı bir operasyon konusunda anlaştılar” ifadelerini kullandı.

‘Tel Rıfat ve Kobane ile sınırlı kalacak’

SMO gruplarından birinin liderine dayandırılan haberde, TSK’nin çarşamba günü SMO’daki üç kolordu komutanını ‘sahadaki son gelişmelerini tartışmak, taarruz askeri planları geliştirmek ve Halep’in kuzey ve kuzeydoğusunda SDG’ye karşı operasyonunun başlatılması için eksenleri belirlemek üzere Kilis’te önemli bir askeri toplantıya katılmaya çağırdığını’ ileri sürdü. Gazeteye göre SMO’nun olası operasyona katılımı Tel Rıfat ve Kobane ile sınırlı kalacak.

SMO, ‘hareket için hazırız’ dedi

Geçtiğimiz günlerde Reuters ajansına konuşan Ankara’nın desteklediği Suriye Milli Ordusu’ndan (SMO) bir kaynak da, ‘harekatın genişletilmesi ihtimaline karşı hazırlıklı olmalarının istendiğini’ iddia etmişti. Söz konusu isim, henüz bir takvim belirlenmediğini söylemişti.

Rudaw da, SMO bünyesindeki grupların olası bir kara harekatına hazırlandığını aktardı. SMO komutanlarından Muhammed Yusuf, “Pençe-Kılıç Harekâtı için hazırlıklarımızı tamamladık. Fırat’ın batısında ve doğusunda bir harekat için tüm kuvvetlerimizle hazırız” dedi.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Dikkat Çeken İddia: Katar’dan Türkiye’ye 10 Milyar Dolar Kaynak

Türkiye ve Katar arasında 10 milyar dolarlık finansal kaynak konusundaki görüşmelerin son aşamasına gelindiği iddia edildi. 10 milyar dolarlık kaynağın, merkez bankaları arasında swap, Eurobond ya da diğer bazı finansal metodlar yöntemiyle sağlanabileceği belirtiliyor.

Reuters haber ajansı ismi açıklanmayan iki üst düzey yöneticiye dayandırdığı haberinde Türkiye ve Katar arasında 10 milyar dolarlık finansal kaynak konusundaki görüşmelerin son aşamasına gelindiğini iddia etti.

Haberde, Katar’ın Türkiye’ye sağlayacağı 10 milyar dolarlık kaynağın, merkez bankaları arasında swap, Eurobond ya da diğer bazı finansal metodlar yöntemiyle sağlanabileceği belirtiliyor.

Reuters haber ajansı Katar’ın da Türkiye Maliye Bakanlığı yetkililerinin de konuya ilişkin soruları şu aşamada yanıtsız bıraktıklarını ifade etti.

Reuters haber ajansı, batılı ülkelerin Türkiye’ye son dönemde yatırım yapmak konusunda çekingen davranmaya başlaması üzerine Ankara’nın ekonomiyi desteklemek, liranin değerinin korunması amacıyla kendisine yakın ülkelerden destek alma yoluna gittiğini belirtiyor.

Türkiye daha önce de toplam da 15 milyar dolarlık bir swap anlaşması gerçekleştirmiş durumda.

Ajansa konuşan ismi açıklanmayan kaynaklar, görüşmelerin en az 8 milyar dolarlık bir kaynak için yapıldığını söz konusu kaynağın 10 milyar dolara kadar yükselebileceğini belirtiyorlar.

Kaynağın 2 ila 3 milyar dolarlık kısmının bu yıl sonuna kadar geri kalan bölümünün de önümüzdeki yıl içerisinde sağlanabileceği iddia ediliyor.

Bu yıl içerisinde sağlanacak 2-3 milyar dolarlık kısmın Eurobond şeklinde olabileceği belirtiliyor.

Ankara, hali hazırda Birleşik Arap Emirlikleri, Çin, Katar ve Güney Kore’yle toplamda 28 milyar dolarlık swap anlaşması yapmıs durumda.

Türkiye son olarak Suudi Arabistan’la Türkiye Merkez Bankası’nda 5 milyar dolarlık mevduat hesabı açması konusunda görüşmeler yapıyor. TCMB konuya ilişkin henüz bir yorum ya da açıklamada bulunmadı.

Merkez Bankası’nın son dönemde swap anlaşmaları yerine mevduat hesap yöntemini tercih ettiği belirtiliyor.

Paylaşın

Ankara-Şam Hattı; Erdoğan Esad’a Ne Teklif Etti?

ABD merkezli haber ajansı Associated Press (AP), kısa süre önce Erdoğan’ın Esad’a bir teklif ilettiğini yazdı. Suriye ile yakın ilişkilere sahip Lübnanlı bir politikacıya dayandırılan iddiaya göre Erdoğan’ın mesajı Esad’a İran aracılığıyla iletildi.

Lübnanlı politikacının aktardığı bilgilere göre Erdoğan Esad’a, “Suriye ordusunun şu an Kürtlerin elindeki bölgelere geri dönmesini, Kürt milislerin Suriye doğal gaz ve petrolünü kullanmasına engel olmasını ve Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin Suriye’ye geri dönmesini” teklif etti.

Erdoğan’ın mesajında Türk yetkilileri Şam’a göndermeye hazır olduğunu da belirttiği, ancak Esad’ın görüşmelerin üçüncü bir ülkede yapılabileceğine işaretle bu teklifi reddettiği kaydedildi.

Türkiye ile Suriye arasında ilişkilerin normalleştirilmesi için aylardır istihbarat ve alt siyasi düzeyde temaslar sürerken iki ülke liderleri arasında bir görüşme için hazırlıklar yapıldığının işaretleri de yoğunlaşıyor.

Son dönemde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşebileceğinin sinyallerini veren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün yaptığı açıklamada da konuyla ilgili bir soruya “Esad ile görüşme olabilir. Siyasette küslük dargınlık olmaz. Eninde sonunda uygun şartlarda adımları atarız” yanıtını verdi.

Konu gündemdeyken iktidara yakınlığıyla bilinen Hürriyet Gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi’nin, Erdoğan’ın Esad’la 2023 seçimlerinden önce görüşebileceğini belirtmesi dikkat çekti. Selvi, görüşmenin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ev sahipliğinde düzenlenebileceğini kaydetti.

Rusya, Suriye’de desteklediği Esad rejimiyle sorunların geride bırakılması ve Esad’ın etki alanını artırması için yıllardır gerek Türkiye gerekse Suriyeli Kürtler nezdinde çaba gösteriyor. 2011’de başlayan iç savaşın ardından kaybettiği toprakların büyük bölümünü son yıllarda geri kazanan Esad rejimi, şu an ülke topraklarının üçte ikilik kısmında kontrolü sağlamış durumda. Rejimin kontrolü dışındaki en önemli iki bölge ise Suriye’nin kuzeyinde Türkiye destekli grupların ve ABD destekli Kürtlerin kontrolündeki bölgeler.

Kürtler, önemli petrol rezervlerinin bulunduğu kuzeydoğu bölgesi dahil olmak üzere ülke topraklarının yaklaşık üçte birlik bölümünü elinde bulunduruyor. Bu bölgede Kürtlere destek veren Amerikan askerlerinin bulunması Şam açısından ayrı bir sorun teşkil ediyor.

“İşgalci” Türkiye, “katil” Esad dönemi bitiyor mu?

Ancak kuzeybatı bölgesindeki Türk askeri varlığı da Şam’ın kırmızı çizgileri arasında. Esad rejimi şimdiye kadar Türkiye’yi “işgalci güç” olarak nitelendirerek olası bir normalleşme için Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesini şart koşmuştu. Erdoğan’ın da Esad’a yönelik sıkça kullandığı “katil” gibi sert ifadeler hâlâ hatırlarda. Bölgede değişen dengelerin iki taraf açısından da yeni çıkar alanları yarattığı ve normalleşme sürecine bazı ortak çıkar ve kaygıların eşlik ettiği anlaşılıyor.

Londra merkezli Şark’ul Evsat gazetesinin kıdemli diplomasi editörü İbrahim Hamidi’nin aktardığı bilgilere göre, Temmuz ayında Suriye Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Ali Memlük ile Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan Moskova’da bir görüşme gerçekleştirdi. Erdoğan da Ekim ayında yaptığı bir açıklamada alt seviyede görüşmeler gerçekleştiğini, Esad ile görüşmenin henüz gündemde olmadığını, zamanı gelince böyle bir görüşme gerçekleşebileceğini belirtmişti.

Erdoğan’ın Esad’a ilettiği teklif

ABD merkezli haber ajansı Associated Press (AP) ajansı, kısa süre önce Erdoğan’ın Esad’a bir teklif ilettiğini yazdı. Suriye ile yakın ilişkilere sahip Lübnanlı bir politikacıya dayandırılan iddiaya göre Erdoğan’ın mesajı Esad’a İran aracılığıyla iletildi. Lübnanlı politikacının aktardığı bilgilere göre Erdoğan Esad’a, “Suriye ordusunun şu an Kürtlerin elindeki bölgelere geri dönmesini, Kürt milislerin Suriye doğal gaz ve petrolünü kullanmasına engel olmasını ve Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin Suriye’ye geri dönmesini” teklif etti.

Erdoğan’ın mesajında Türk yetkilileri Şam’a göndermeye hazır olduğunu da belirttiği, ancak Esad’ın görüşmelerin üçüncü bir ülkede yapılabileceğine işaretle bu teklifi reddettiği kaydedildi.

AP’nin ulaştığı “üst düzey bir Türk yetkili” ise İran’ın arabuluculuk yaptığı bilgisini yalanlarken mesajın içeriğiyle ilgili yorumda bulunmadı. İran’ın Türkiye’nin Suriye’deki varlığına karşı olduğuna işaret eden Türk yetkili, Rusya’nın arabuluculuk konusunda çabaları olduğunu ancak “hiçbir ilerleme sağlanamadığını” söyledi.

SDG Ankara-Şam hattındaki gelişmelerden rahatsız

Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevinin yöneticisi Rami Abdurrahman, belkemiğini YPG’nin oluşturduğu ve Suriye’de ABD’nin en önemli müttefiki konumundaki Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) Esad ile Erdoğan’ın ortak düşmanı olduğunu belirterek bu bölgede bir işbirliğinin söz konusu olabileceğine işaret ediyor.

Nitekim Şam ile Ankara arasındaki potansiyel yakınlaşma SDG’de rahatsızlık yaratmış durumda. SDG komutanı Mazlum Abdi, konuyu yakından takip ettiklerini ve gerekli önlemleri aldıklarını belirterek “Şam ile Ankara arasında herhangi bir anlaşma halkımızın iradesini hedef alıyor olacak, büyük bir suç teşkil edecek, Suriye’nin bazı bölümlerinin işgaline giden yolu açacaktır” dedi. Mazlum Kobani adıyla da bilinen Abdi, Türkiye’nin olası bir kara harekâtında asıl hedefin, stratejik önemi nedeniyle Kobani olacağını iddia ederek Kobani’nin Türkiye’nin kontrolündeki bölgeleri birbirine bağlama işlevi göreceğini söyledi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye özel danışmanı ve baş müzakerecisi Aleksander Lavrentyev de bugün yaptığı açıklamada Suriyeli Kürtlere “ABD’den uzaklaşın” mesajı verdi. ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda “yıkıcı” bir rota izlediğini belirten Lavrentyev, “Kürt sorununun çözümünün bölgede durumun istikrara kavuşturulmasında önemli bir faktör olacağını kaydetti. Kürtlerin ABD’nin elinde rehine olduğunu ve bu durumun çözümü engellediğini savunan Lavrentyev, “ABD’nin varlığı olmasa Kürt sorunu çok hızlı bir şekilde çözümlenebilirdi. Buna eminim” diye konuştu.

Paylaşın

326 Günde En Az 296 Kadın Öldürüldü

1 Ocak 2022- 23 Kasım 2022 dönemindeki 326 günde, en az 296 kadın öldürüldü. 218 kadını kocası, sevgilisi olan erkekler öldürdü. 23 kadını baba, abi, oğul gibi yakın erkekler, sekiz kadını damadı, beş kadını komşusu, 16 kadını akrabası, bir kadını hırsız, bir kadını hasta, bir kadını işvereni, iki kadını arkadaşı öldürdü.

bianet’ten Evrim Kepenek’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre; erkekler, Türkiye’nin birçok ilinde, 1 Ocak 2022- 23 Kasım 2022 dönemindeki 326 günde, en az 296 kadını öldürdü.

Erkeklerin öldürdüğü 17 kadın Türkiye’ye göç eden kadınlardı. 1 Ocak 2022- 23 Kasım 2022 dönemindeki 326 günde en az 169 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansıdı.

Kadınları kim öldürdü?

218 kadını kocası, sevgilisi olan erkekler öldürdü. 23 kadını baba, abi, oğul gibi yakın erkekler, sekiz kadını damadı, beş kadını komşusu, 16 kadını akrabası, bir kadını hırsız, bir kadını hasta, bir kadını işvereni, iki kadını arkadaşı öldürdü.

Erkekler kadınları nasıl öldürdü?

Erkekler, 176 kadını ateşli silahla, 76 kadını kesici aletle, 21 kadını boğarak öldürdü. Erkekler, 10 kadını darp ederek, iki kadını balkondan atarak, iki kadını işkence ederek, bir kadını yakarak, bir kadını da zehirleyerek öldürdü. Erkeklerin yedi kadını nasıl öldürdüğü basına yansımadı.

Erkekler kadınları nerede öldürdü?

Yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlenen haberlere göre; erkekler, 189 kadını ev içinde, 88 kadını sokak, ormanlık alan, iş yeri gibi ev dışındaki alanlarda öldürdü. Erkeklerin 20 kadını nerede öldürdüğü basına yansımadı.

1 Ocak-23 Kasım 2022 arasındaki erkek şiddeti sonucu gerçekleşen cinayetlere dair öne çıkan detaylar…

Ocak

Kadınları öldürenlerden biri özel güvenlik görevlisiydi.

Şubat

Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Ukraynalıydı. Bir kadın da zihinsel engelliydi. Erkekler en az üç kadını “koruma” veya “uzaklaştırma” kararına rağmen öldürdü.

Mart

Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Türkmenistan, biri Afganistan biri de Kırgızistan’lıydı. Erkekler en az altı kadını “koruma” veya “uzaklaştırma” kararına rağmen öldürdü.

Nisan

Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Azerbaycan, bir kadın da Özbekistan vatandaşıydı. Üç erkek, üç kadını hapishaneden izinli çıkarak öldürdü. Erkekler en az yedi kadını “koruma” veya “uzaklaştırma” kararına rağmen öldürdü.

Mayıs

Mayıs’ta öldürün kadınlardan biri trans kadındı. Kadınları öldüren erkeklerden biri, güvenlik görevlisiydi.

Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Suriyeli, bir kadın da Afganistan vatandaşıydı. Erkekler en az beş kadını “koruma” veya “uzaklaştırma” kararına rağmen öldürdü. İki kadın şiddete karşı korunma istemişti, talebi karşılanmadığı için öldürüldü.

Haziran

Kadınları öldüren erkeklerden biri polis biri de astsubaydı. En az üç kadın koruma kararı rağmen öldürdü. Öldürülen kadınlardan biri Kırgızistan yurttaşıydı.

Temmuz

En az beş kadın koruma kararı rağmen öldürdü. Öldürülen kadınlardan biri Özbekistanlıydı.

Ağustos

En az altı kadın koruma kararı rağmen öldürdü. Öldürülen kadınlardan biri Suriyeli, iki kadın da Gürcistanlıydı.

Eylül

Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Estonyalı biri de Rusyalıydı. En az üç kadın koruma kararı rağmen öldürdü.

Ekim

Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri Afganistanlıydı. Erkekler, en az dört kadını koruma kararına rağmen öldürdü.

Paylaşın

Gençlerin Yüzde 90’ı Demokrasinin İşleyişinden Memnun Değil

Hafıza Merkezi isimli düşünce kuruluşu haziran ayında Türkiye’deki 28 ilinin 95 ilçesinde, 2 bin 235 gençle yüz yüze görüşerek yaptığı “Gençlerin İnsan Hakları Algısı” araştırmasının sonuçları bir rapor halinde yayınlandı.

Raporda gençlere sorulan sorulardan biri “Demokrasi algısı” oldu. Araştırmaya katılan gençlerin yüzde 90’ı Türkiye’de demokrasinin işleyişinden memnun olmadığını dile getirdi.

VOA Türkçe’den Mahmut Bozarslan‘ın aktardığına göre araştırmacılar memnuniyet artışının muhafazakarlaşmayla paralel olduğuna dikkat çekerek, “Gençlerin yüzde 90’ı 1-10 ölçeğinde Türkiye’de demokrasinin işleyişine 5 puan ve altında not veriyor. Gençlerin yüzde 48’i 1 puan vererek hiç memnun olmadığını söylüyor. Yaşın yükselmesi, hayatın muhafazakarlaşması ve dindarlık seviyesinin yükselmesiyle memnuniyet artıyor. Eğitim seviyesinin yükselmesiyle de düşüyor” dedi.

Peki gençler insan haklarına nasıl bakıyor? Araştırma sonuçlarına göre gençlerin insan hakları algısında “insan olabilme, yaşam hakkı” ilk sırada yer alıyor. Araştırmaya katılan gençlerin yüzde 23’ü ‘insan olabilme, yaşam hakkı’nın insan haklarını en iyi ifade eden kavramlar olduğunu düşünüyor. En önemli olan insan hakkının yüzde 37 ile ‘ifade ve düşünce özgürlüğü’ olduğunu düşünen gençlerin bu başlıktaki yanıtlarından bazıları raporda şu şekilde yer aldı: “Gençlere en önemli gördükleri üç insan hakkının hangileri olduğunu sorduğumuzda, en çok verdikleri yanıt yüzde 37 oranıyla ifade ve düşünce özgürlüğü oluyor. Bunu kadınların eşitlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve adil çalışma koşulları takip ediyor. Araştırmamız protesto hakkının gençler tarafından ilk sıralarda sayılmadığını gösterdi ve bunun üzerine derin görüşmelerde bu konuya da eğildik. Gördük ki bir kısım genç, protestoyu ifade özgürlüğünün tamamlayıcısı, onun bir uzantısı olarak tanımlıyor.”

“Gençlere göre Türkiye’de en çok kadınların hakkı ihlal ediliyor”

Araştırmada gençlere Türkiye’de en çok hangi kesimin haklarının ihlal edildiği de soruldu? Gençlerin bu soruya verdiği yanıtlar rapora “Türkiye’de gençler insan hakları savunucularının en çok kadınların eşitlik hakkını savunduğunu düşünüyor ve bunu savunması gerektiğini de söylüyor. İfade ve düşünce özgürlüğü, adil çalışma koşulları, iyi bir eğitime erişme hakkının ise insan hakları savunucuları tarafından daha az savunulduğu ancak daha çok savunulması gerektiği belirtiliyor. Türkiye’de gençler, en çok kadınların, daha sonra da kendilerinin haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Çocukların haklarının ihlal edildiğini düşünen gençlerin oranı yüzde 35”cümleleriyle yansıdı.

“Türkiye’de insanlar en fazla hangi sebeplerden dolayı hak ihlaline uğruyor?”

Araştırmaya katılan kadınların bu soruyu “cinsiyetinden” ve “cinsel yöneliminden ve cinsiyet kimliğinden” şeklinde cevaplama oranı erkeklere göre daha yüksek oldu. Erkekler ise büyük oranda “siyasi tercihinden” yanıtını verdi.

“Gençler hak ihlaline uğradığını düşünüyor”

Araştırmada gençlere sorulan sorulardan biri “Siz hiç hak ihlali yaşadınız mı?” oldu. Gençlerin yüzde 55’i bu soruya “evet” yanıtı verdi. Gençlerin Türkiye’de neden hak ihlalleri yaşandığı konusundaki görüşleri ise daha çok kanunların uygulanmaması ve kanunların yeterli olmaması ile devlete ve devlet-toplum ilişkisine yöneliyor. Bununla beraber her 100 gençten 35’i yeterli savunuculuk yapılmadığı için hak ihlali gerçekleştiği görüşünde.

“İnsan hakları savunucuları hakkında şunlardan hangisi size göre doğrudur?” şeklindeki soruya ise gençlerin yarıya yakını, insan hakları savunucularının herkesin temel haklarını savunduğu yanıtını verdi. Gençlerin yüzde 18’i “Siyasi amaçla hareket ettiklerini” ifade ederken, yüzde 6’sı “Türkiye aleyhine hareket ettiklerini” düşünüyor. Araştırma sonuçlarına göre gençlerin dörtte biri, insan haklarını savunan uluslararası kurumlara şüpheyle yaklaşıyor. Gençlerin 4’te 3’ü insan haklarını savunan uluslararası kurumların yürüttüğü çalışmaları değerli bulduğunu ifade ederken, her 4 gençten 1’i “ülkemin adalet ve hukuk sistemine güveniyorum. Dışarıdan müdahaleye gerek yok” şeklinde görüş belirtti.

“Geçmişle yüzleşilmeli”

Araştırmacıların sonucunu merak ettikleri konulardan biri de geçmişle yüzleşme oldu. Araştırma sonuçlarına göre her 5 gençten 1’i faillerin cezalandırılmasını ya da tazminat ödenmesini destekliyor. Gençlerin yüzde 18’i ülkenin geçmişle yüzleşme gibi bir sorunu olmadığını düşünürken, yüzde 48’i tüm dezavantajlı kimliklerle yüzleşilmesi gerektiğini söylüyor.

Hafıza Merkezi, kuruluş amacını “Geçmişte yaşanan hak ihlallerine ilişkin hakikatlerin ortaya çıkmasına, toplumsal hafızanın güçlenmesine ve bu ihlallerden etkilenenlerin adalete erişmesine katkı sağlamak hedefleriyle kuruldu” şeklinde bir tanımlamayla açıklıyor.

“Hukuk ve insan hakları alanında çalışanların çoğu genç”

Gençlerin insan hakları algısını VOA Türkçe’ye yorumlayan İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi Eş Başkanı Abdullah Zeytun, hukuk ve insan hakları alanında çalışanların çoğunun genç olduğuna dikkat çekti. Zeytun, Türkiye’de gençlerin bekledikleri hak ve özgürlüklerin sağlanmadığı için çok sayıda gencin yurtdışına gittiğini belirtti. Gençler arasında insan hakları duyarlılığının artması gerektiğine vurgu yapan Zeytun, “Bizim çabamız insan hak ve özgürlüklerini sağlayabilecek insan hakları hareketi oluşturmak ve insan hakları hareketinin gençleştirilmesi, insan hakları hareketine duyarlı gençlerin çoğalmasıdır. Bu bir anlamda da Türkiye’deki temel hak ve özgürlükleriyle gelişmesine de katkı sağlayacaktır. Bu hakları kullanan gençler Türkiye’deki demokratik gelişimlere de katkı sunabilir” dedi.

“Gençler insan hakları mücadelesine güç veriyor”

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Şube Başkanı Murat Aba ise özellikle Kürt gençlerinin son dönemlerde çoğunlukla hukukçu olmayı tercih ettiklerine dikkat çekti. VOA Türkçe’ye konuşan Aba, özellikle bölgede gençlerin insan hakları algısının yüksek olduğunu ifade ederek, “Avukat olma talebi çok var. Bunların içinde bir kısmı meslekten ziyade, kendi hakkını savunmak içindir. Özellikle gençlerin insan hakları algısı yüksek. Bu bölgedeki gençler için söyleyeyim, insan hakları ihlali, haksızlık arttığı zaman insan haklarına sahip çıkan gençlerde, yeni kuşaklarda duyarlılık daha artıyor” diye konuştu.

Gençlerin ilgisinin artmasını insan hakları mücadelesine güç kattığını savunan Aba, “Haksızlık arttıkça, çalışma alanınız artar. Bu mücadele alanında birlikte olmamız, birlikte hareket etmemiz bize de güç veriyor. Onlarca hukuksuzluğa dair çalışabilecek on binlerce, yüz binlerce isim olması bizleri rahatlatıp, sesimizin daha yüksek çıkmasını sağlar. Bu meselede bizimle birlikte çalışanların olması, bu alanda emek verenlerin olması bizi de güçlendirir” dedi.

Paylaşın

İsveç’te Anayasa Değişikliği Tartışmaları: Türkiye Detayı

Temmuz ayında yeni terör yasasının yürürlüğe girdiği İsveç’te bu yönde yapılacak Anayasa değişikliği tartışılıyor. Anayasa değişikliği ile terör örgütlerine katılımın özendirilmesi, propagandasının yapılması ve bireylerin terör eylemlerine teşvik edilmesinin önlenmesi hedefleniyor.

Tasarı, Andersson hükümetinin değişmesiyle sonuçlanan Eylül seçimlerinden önce, parlamantodaki ilk tur oylamada kabul edilmişti. Şimdi 16 Kasım’da ikinci ve son kez oynalanacak. Kabul edilmesine kesin gözüyle bakılan değişiklik 1 Ocak 2023’te yürürlüğe girecek.

Türkiye’nin “terör örgütlerine yuva olmakla” suçladığı İsveç, gelecek hafta yapılacak anayasa değişikliğini tartışıyor. Anayasa değişikliği ile hükümet ve kolluk kuvvetlerine, “terörist organizasyonlarla ilişki görülmesi durumunda örgütlenme hürriyetini engelleme hakkı” veriliyor.

Öneride, “Değişiklik ile İsveç, terörle daha fazla ve yeni yöntemlerle mücadele etme kabiliyeti kazanacak” deniyor.

Stockholm, belirli durumlarda örgütlenme özgürlüğün kısıtlanmasını öngören düzenleme ile Ankara’nın itirazlarını yumuşatabilmeyi umuyor. İnsan hakları örgütleri ve bazı muhalefet partileri ise tepkili.

Hazırlıklarına NATO adaylığından çok önce başlansa da Ankara’nın, İsveç’i İttifak’a katılımını veto etmekle tehdit ettiği bir ortamda 16 Kasım’da yapılacak oylama ayrıca önem kazandı.

İsveç’in yeni Başbakanı Ulf Kristersson da 8 Kasım’da Ankara’ya yaptığı ilk yurt dışı ziyareti sırasında Türkiye’nin terörle ilgili eleştirilerini ciddiye aldıklarını, yasal değişiklikler yapacaklarını söylemişti. Değişiklik için “Yasal otoritelere terörle mücadelede kas gücü sağlayacak” yorumunu yapan Başbakan Kristersson, “Terör faaliyetleri ister İsveç’i ister Türkiye’yi hedefliyor olsun, eşit derecede ciddiye alarak mücadele edeceğiz” diye konuşmuştu.

Sol Parti itiraz ediyor

İsveç parlamentosu Riksdag’da 24 sandalyesi bulunan Sol Parti, örgütlenme hakkının kısıtlanacağı endişesiyle planlanan değişikliğe “hayır” oyu vereceğini açıklayan tek parti. Bazı Sol Parti milletvekillerinin Temmuz ayında PKK bayraklarıyla çektirdiği fotoğraf da tartışma yaratmıştı. Türkiye’den gelen tepki üzerine dönemin Başbakanı Magdalena Andersson, PKK’nın “terör örgütü listesinde olduğunu” belirterek vekillere tepki göstermişti.

DW Türkçe’den Muhammed Kafadar’ın sorularını yanıtlayan Stockholm Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Paul Levin’e göre değişiklik uzun süredir üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları gibi geniş bir kesimin görüşlerine açıktı ve tepkiler genelde olumlu oldu.

Yine de Uluslararası Af Örgütü ve İsveç merkezli Sivil Hak Savunucuları hak ihlalleri yaşanabileceğine dair itirazlarını dile getiriyor. İnsan hakları örgütleri, Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında Haziran ayında Madrid’de imzalanan üçlü mutabakat ile bazı terör şüphelilerinin Türkiye’ye iade edilmesine zemin hazırlanmasına da adil yargılama yapılmayacağı gerekçesiyle karşı çıkıyor.

Düzenleme 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek

Aslında 2019’dan beri tartışılan anayasa değişikliğine dair yasama süreci İsveç’in NATO adaylığından çok önce başlamıştı.

Peki düzenleme Türkiye’nin itirazlarına yanıt verebilecek mi?

Paul Levin, “Bu polise, terörü desteklemeleri halinde miting veya protesto gösterilerini engelleme hakkı verebilir. Bugüne kadar böyle bir şey söz konusu değildi” yorumunu yaptı.

Son şeklini Nisan ayında alan Anayasa değişikliği ile terör örgütlerine katılımın özendirilmesi, propagandasının yapılması ve bireylerin terör eylemlerine teşvik edilmesinin önlenmesi hedefleniyor. Tasarı, Andersson hükümetinin değişmesiyle sonuçlanan Eylül seçimlerinden önce, parlamantodaki ilk tur oylamada kabul edilmişti. Şimdi 16 Kasım’da ikinci ve son kez oynalanacak. Kabul edilmesine kesin gözüyle bakılan değişiklik 1 Ocak 2023’te yürürlüğe girecek.

Ancak Stockholm Üniversitesi’nden uluslararası hukuk profesörü Dr. Mark Klamberg’e göre PKK sembollü yürüyüşler hâlâ ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir. Klamberg, düzenleme ile terör örgütlerinin desteklenmesi veya katılımın özendirilmesinin cezaya tabi olduğuna dikkat çekti, “Sadece sempati ifade etmek suç sayılmayabilir” değerlendirmesini yaptı.

Bu peş peşe ikinci değişiklik

Anayasa değişikliği, İsveç’in terör kanunlarını sıkılaştırmak yönünde attığı ikinci adım oldu. Ülkede Temmuz ayında daha sert yeni terör yasası yürürlüğe girmişti.

Yasama sürecine yine NATO adaylığından önce başlanan kapsamlı “Terör Suçları Yasası” ile terörle bağlantılı suçların hemen hepsinde cezalar ağırlaştırıldı. Ayrıca terörün tanımı daha geniş şekilde ele alındı. Dönemin hükümeti, 31 Mayıs’ta mecliste kabul edilerek 1 Temmuz’da yürürlüğe giren değişiklik ile Ankara’nın itirazını yumuşatmayı hedefliyordu. Ancak bu yeni kanuna göre de Türkiye’yi rahatsız eden PKK bayraklı eylemler suç sayılmıyor.

İsveç, PKK’yı 1984’te terör örgütü olarak tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştu.

Paylaşın

Türkiye, Antideprasana En Çok Harcama Yapan Ülkeler Arasında

OECD verilerine göre Türkiye Avrupa’da antideprasan ilaçlara en çok harcama yapan ülkeler listesinde dördüncü sırada. Türkiye 2020 yılında antideprasan ilaçlara 139 milyon ABD doları harcadı. Zirvede ise 812 milyon dolar ile Almanya var.

İspanya (649 milyon dolar) ve İtalya (456 milyon dolar) Türkiye’den daha çok harcama yapan ülkeler. Yunanistan’da ise bu miktar 129 milyon dolar oldu.

Depresyon ve kaygı oranının arttığı birçok ülkede antideprasan kullananların sayısı da hızla yükseliyor. Türkiye de bu ülkelerde birisi.

Türkiye’de 2008-2020 yıllarını kapsayan son 12 yılda kişi başına antideprasan kullanım miktarı yüzde 76 arttı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nde (OECD) ise 2000 ile 2019 yılları arasında antideprasan kullanımı yüzde 120 artış gösterdi.

Türkiye’de ne kadar antideprasan kullanılıyor?

OECD verilerine göre Türkiye’de 2008 yılında bin kişiye düşen günlük antidepresan ilaç (ATC-N06A) tüketim miktarı 27,8 doz iken 2019 yılında 48,9 doz oldu. Bu son 12 yılda antideprasan kullanımı 2013 yılı hariç hep kademeli olarak artış gösterdi.

OECD’nin 2020 yılı verilerine göre antideprasan ilacı kullanımının en yüksek olduğu ülke İzlanda. Bu ülkede bin kişiye günlük 153 doz antideprasan düşüyor. En düşük ise 20 doz ile Letonya’da.

Diğer bazı ülkelerde bu miktar şöyle: Portekiz 131 doz, Kanada 122 doz, İngiltere 108 doz, Yunanistan 66 doz, Almanya 62 doz, Türkiye 49 doz ve Güney Kore 27 doz.

Son 10 yılda andidepresan kullanımındaki en fazla artış hangi ülkelerde?

OECD ülkelerinde 2010 ile 2020 arasında antideprasan ilacı kullanımı yüzde 43 arttı. Türkiye’de son 10 yıldaki artış yüzde 50. En yüksek artış yüzde 166 ile Şili’de gerçekleşirken Danimarka antideprasan kullanımının düştüğü tek ülke oldu.

Diğer bazı ülkelerde artış oranı (yüzde) şöyle: Güney Kore 142, İngiltere 101, Kanada 55, Yunanistan 47, İsveç 39, Almanya 33, Hollanda 17 ve Fransa 2.

Türkiye antideprasana en çok harcama yapan ülkelerden

OECD verilerine göre Türkiye Avrupa’da antideprasan ilaçlara en çok harcama yapan ülkeler listesinde dördüncü sırada. Türkiye 2020 yılında antideprasan ilaçlara 139 milyon ABD doları harcadı. Zirvede ise 812 milyon dolar ile Almanya var. Ancak bu listede tüm ülkelerin verileri mevcut değil

İspanya (649 milyon dolar) ve İtalya (456 milyon dolar) Türkiye’den daha çok harcama yapan ülkeler. Yunanistan’da ise bu miktar 129 milyon dolar oldu.

Kişi başına antideprasan ilaç harcamasının en yüksek olduğu ülke 27,2 dolar ile Kanada. Türkiye’de bu oran sadece 1,7 dolar.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

İsveç, NATO Üyeliğinin Onayı İçin Anayasayı Değiştiriyor

İsveç Başbakanı Kristersson’un NATO üyeliği konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşmenin ardından İsveç parlamentosu, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini onaylamak için şart koştuğu “terörle mücadele” konusunda yasaları sertleştirmeyi mümkün kılacak anayasa değişikliğinin önümüzdeki hafta oylanacağını açıkladı.

Parlamentodan yapılan açıklamada, değişikliğin “teröre bulaşan grupların örgütlenme özgürlüğünü sınırlayacak” yeni yasaların çıkarılmasının önünü açacağı belirtildi. Uzmanlar, yeni yasayla özellikle PKK üyelerine yönelik cezai takibatın kolaylaşmasının amaçlandığını belirtiyor.

Milletvekillerine değişikliğe onay vermeleri tavsiyesinde bulunan parlamentonun anayasa işlerinden sorumlu komitesi, oylamanın 16 Kasım’da yapılacağını ve değişikliğin 1 Ocak’ta yürürlüğe girmesinin beklendiğini açıkladı.

İlk oylama meclisten geçmişti

İsveç’te bir anayasa değişikliğinin kabul edilebilmesi için parlamentonun onayından sonra yapılacak ilk genel seçimde göreve gelen yeni parlamentonun da onaylaması gerekiyor. İlk oylama İsveç’in bir önceki sol hükümeti döneminde yapılmış ve değişiklik kabul edilmişti.

11 Eylül’de yapılan seçimleri kazanarak başbakanlık koltuğuna oturan Ulf Kristersson anayasa değişikliğini “büyük bir adım” olarak nitelendirmişti. Kristersson, “İsveç yıl sonuna kadar ya da önümüzdeki yılın başlarında, adli makamlara terörle mücadelede daha fazla güç verecek büyük adımlar atacak” demişti.

Erdoğan’dan İsveç’e NATO üyeliği için Temmuz mesajı

İsveç’in başbakanı Ulf Kristersson, Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyarette Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü. Düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Erdoğan,  “İsveç kendi güvenliği için NATO üyeliğini istiyor, biz de kendi güvenlik kaygılarımızın giderilmesine destek olan bir İsveç görmek istiyoruz” diye konuştu.

Konuk lider Kristersson ise, “İsveç, Türkiye’ye yapmış olduğu taahhüde riayet edecek, yerine getirecektir” dedi. Kristersson PKK’yı bir terör örgütü olarak gördüklerini de vurguladı.

Türkiye’nin “PKK, YPG, FETÖ, DHKP-C, gibi terör örgütleriyle mücadele ettiğini” hatırlatan Erdoğan, “Madrid’de imzalanan üçlü muhtırada da vurgulandığı üzere terörizmle mücadele tam dayanışma ve iş birliğidir. Yeni İsveç hükümetinin taahhütlerinden memnuniyet duyduk. Savunma sanayiinde ülkemize uygulanan kısıtlamaların kaldırılması olumlu adım teşkil ediyor” dedi.

İsveç’e “Bülent Keneş” talebi

İsveçli bir gazetecinin “üçlü muhtırada İsveç’in gerçekleştirmediği taahhüt nedir ve İsveç’ten talebiniz tam olarak nedir?” yönündeki sorusuna verdiği yanıtta Erdoğan, bazı isimlerin iadesini gündeme getirdi. Erdoğan, “Dört tanesi deport edildi. Şu anda FETÖ terör örgütünden İsveç’te olan bir tanesi var ki, Bülent Keneş, mesela bu teröristin Türkiye’ye deport edilmesi bizler için büyük önem arz ediyor” diye konuştu.

Erdoğan ayrıca, söz konusu örgütlerin İsveç ve Finlandiya’daki faaliyetlerinin engellenmesi gerektiğini belirterek, 7 ay sonraki seçimlerde halkın karşısına bu sorunu çözmüş olarak gitmek istedikleri mesajını verdi.

“Temmuz’a kadar süre var”

Erdoğan, “Birinci derecedeki NATO dostlarımızla dayanışma içerisinde olmamız lazım. Bu teröristleri ülkelerinde barındırmamak gerekiyor. Özellikle İsveç’te mi bu var? Hayır. Birçok AB üyesi ülkelerde maalesef teröristler cirit atıyor…Bu konuda değerli dostuma şu an itibariyle beni anlayacağına inanıyorum. Önümüzde Temmuz ayına kadar süre var. Bir diğer taraftan da Haziran ayında Türkiye’de seçim söz konusu. Gerek Cumhurbaşkanlığı gerek parlamento seçimi. Bu seçimlere de hazırlanırken halkımızın karşısına çok rahat çıkabilmemiz lazım. Bunları da değerli dostumla paylaştık, görüştük. Ona göre de adımlarımızı atacağız” diye konuştu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından İsveç ve Finlandiya uzun süredir sürdürdükleri tarafsızlık politikasını terk ederek askeri ittifaka katılmak için başvuruda bulunmuştu. Ancak Ankara, özellikle İsveç’in Türkiye’nin mücadele ettiği “terör örgütü üyelerini” barındırdığı gerekçesiyle iki ülkenin NATO üyeliğine engel olmuştu.

Paylaşın

Avrupa Birliği, Türkiye’ye Doğu Akdeniz Yaptırımlarını Uzattı

11 Kasım 2020’de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma faaliyetleri nedeniyle aşamalı yaptırım kararı alan Avrupa Birliği Konseyi,  Türkiye’ye uyguladığı yaptırımları 12 Kasım 2023 tarihine kadar uzatma kararı aldı.

AB Konseyi’nin internet sitesinden yapılan duyuruda, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de izinsiz petrol arama faaliyetleri nedeniyle” uygulanan yaptırımların bir yıl daha uzatıldığı belirtildi. Karar, AB Konseyi’nin Twitter hesabından da paylaşıldı:

Bu kapsamda Avrupa Birliği, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon sondaj faaliyetlerinde yer almış ya da sorumluluğu bulunan kişi ve kuruluşlar için kısıtlayıcı tedbirler uyguluyor.

Yaptırımlar, bu kişilerin AB’ye seyahatinin engellenmesini ve varlıklarının dondurulmasını da kapsıyor. Ayrıca bu kapsamda listede ismi geçen kişilerin AB kişi ve kuruluşları tarafından da fon almaları yasaklanıyor. Şimdiye kadar yaptırımlar iki kişiye uygulandı.

AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama faaliyetleri nedeniyle 2019 Kasım ayında yaptırımlar için yasal çerçevede uzlaşmış, ancak yaptırım listesinin sonradan doldurulması kararlaştırılmıştı.

2020 Şubat ayında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) iki yöneticisi yaptırım listesine alınmıştı. Birlik 11 Kasım 2020’de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma faaliyetleri nedeniyle aşamalı yaptırım kararı almıştı. Karar geçen sene 11 Kasım’da bir sene uzatılmıştı.

11 Kasım’da verilen kararın açıklamasında, Birlik’in Doğu Akdeniz’deki hidrokarbonlarla ilgili yetkisiz sondaj faaliyetlerinden sorumlu veya bu faaliyetlerde bulunan kişi veya kuruluşları hedef alan kısıtlayıcı tedbirler uygulayabileceği belirtilmişti.

Bu tür kısıtlayıcı önlemlerin, borsada işlem gören kişi ve kuruluşlar için varlık dondurma ve borsaya kayıtlı kişiler için AB’ye seyahat yasağı içereceği vurgulanmıştı. Ayrıca, AB kişi ve kuruluşlarının listelenenlere fon sağlamalarının yasak olduğu kaydedilmişti.

Paylaşın

Yabancı Suç Örgütlerinin Hedefinde Neden Türkiye Var?

Son yıllarda yabancı suç örgütlerinin hedefinde neden Türkiye var? sorusuna eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, İstanbul’un metropol bir kent olduğuna işaret ederek “Çok fazla insan hareketliliği var. Buraya her türlü insan geliyor. Bunlar arasında mafya unsurları da var” şeklinde değerlendiriyor.

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş de “Mafya nasıl ortamları ister, suç örgütleri nerede daha rahat hareket eder?” sorusunu sorarak, “Hukuksuzluğun, adaletin olmadığı yerlerde. Devlet organları içinde bağlantı kurabildikleri yerlerde mafya siyaset ilişkilerinin bürokrat ilişkilerinin daha rahat yapılabildiği yerlerde hareketli olurlar. Faaliyetlerini yürütürler” tespitini yapıyor.

Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı’nın (Interpol) kırmızı bültenle aradığı uyuşturucu baronu Sırbistan vatandaşı Zeljko Bojanic’in 4 Kasım’da İstanbul Sarıyer’de saklandığı villada sahte pasaportla yakalanması, gözleri Türkiye’deki yabancı mafya sorununa çevirdi. Son dönemde Türkiye, yabancı mafya infazlarına sahne oldu. Bu infazlar, yabancı kökenli suç örgütü liderlerinin Türkiye’yi merkez olarak kullandığı yorumlarına neden oluyor. Özellikle Azeri, Rus ve Balkan kökenli suç örgütlerinin Türkiye’de faaliyet göstermeye başladığı gözlemleniyor.

Yabancı suç örgütlerinin takip edilmesi konusunda bir zafiyet olabileceğini düşünen eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, tedbir alınmasını istiyor. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ise yabancı mafyanın Türkiye’ye gelmesinde kara paranın girişine izin verilmesinin etkisi olduğuna işaret ediyor.

İranlı uyuşturucu kaçakçısı Zindaşti

Türkiye, son yıllarda birçok yabancı suç örgütü liderinin adının karıştığı olayla gündeme geldi. Bu konuda en dikkat çeken örnek Naci Şerif Zindaşti.

İranlı uyuşturucu kaçakçısı, 2007 yılında İstanbul Büyükçekmece’de ele geçirilen 75 kilogram uyuşturucu nedeniyle tutuklandı. Zindaşti, Ergenekon soruşturması kapsamında “terazi” kod adıyla gizli tanık yapıldı, ardından tahliye edildi. 2017’de husumetlisi olduğu Orhan Üngan’ın avukatı Kudbettin Kaya’nın öldürülmesi olayında suçlandı. Bu cinayetin ardından tutuklanan Zindaşti, İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimi Cevdet Özcan’ın verdiği şaibeli bir kararla tekrar tahliye edildi ve kayıplara karıştı. Açığa alınan ve halen yargılanan hâkim Özcan ifadesinde tahliye kararı için AKP’li Burhan Kuzu’nun devreye girdiğini öne sürdü.

Zindaşti’nin kızı ve şoförü, 2014’te Büyükçekmece’de öldürüldü. Aynı dönemde Hollanda’da uyuşturucu ticaretinin kilit ismi Aliekber Aygün, İstanbul’da trafik ışıklarında beklerken infaz edildi. Zindaşti’nin kızının öldürülmesinin azmettiricisi olarak kırmızı bülten ile aranan İlhan Ünğan ise Kadıköy’de 2019 yılında öldürüldü. Cinayetin arkasında Zindaşti’nin olduğu iddia edildi.

İstanbul-Antalya hattında Azeri mafya hesaplaşması

İstanbul ve Antalya kentleri ise mafya infazlarına da sahne oldu. Azeri suç örgütü üyesi Ali Gamidov, 2013 yılında İstanbul Bahçeşehir’de lüks bir villada öldürüldü. Cinayet şüpheli olarak Azerbaycanlı bir başka suç örgütü lideri Rövşen Caniyev gösterildi.

Caniyev, Interpol tarafından aranırken İstanbul’a geldi. 18 Ağustos 2016’da iki kişi, Beşiktaş’ta bulunduğu sırada Rövşen Caniyev’i uzun namlulu silahlarla infaz etti. Cinayetten yine başka bir Azerbaycanlı mafya lideri olan “Lotu Quli” lakaplı Nadir Salifov sorumlu tutuldu. Antalya’da emekli özel harekât polisleri tarafından korunan 49 yaşındaki Azeri suç örgütü lideri, 2020 yılında bir koruması tarafından öldürüldü. Azerbaycan’da hapis yattıktan sonra Türkiye’ye gelen ve 2018’de yakalanarak sınır dışı edilen Salifov’un daha sonra yasa dışı yollardan yeniden Antalya’ya geldiği anlaşılmıştı. Salifov’un Dubai’de bulunan Sedat Peker’le fotoğrafları ortaya çıkmıştı. Salifov’un kardeşi Namık Salifov ve Kazak mafya lideri Vahşi Arman, Alaattin Çakıcı’yı ziyaret etmiş ve kaftan hediye etmişti.

Ekim 2022’de ise Caniyev’in adamlarından Azerbaycan uyruklu Elnur Gasimov İstanbul Ataşehir’de öldürüldü.

Antalya’nın Kemer ilçesinde yaşayan ve Rusya’da “Gia Kutaisi” olarak tanınan Gürcistan uyruklu mafya lideri Gayoz Zviadadze Longinozovich de evinde kar maskeli kişilerce 2018 yılında infaz edildi.

Sırp mafya lideri İstanbul’da öldürüldü

Türkiye, yalnızca Rus veya Azeri kökenli mafya gruplarının hesaplaşma alanı haline gelmedi. Balkan kökenli mafya liderleri de Türkiye’de boy gösterdi. İstanbul Şişli’de 7 Eylül 2022’de Sırbistan kökenli suç örgütü liderlerinden Jovan Vukotiç öldürüldü. 2018’de Türkiye’den sınır dışı edilen ve uyuşturucu ticaretine adı karışan Vukotiç’in 2021’de yeniden İstanbul’a geldiği tespit edildi. Vukotiç’in Karadağ kökenli mafya grubu Kavac çetesi tarafından öldürüldüğü belirlendi.

Cinayetin ardından Kavac’ın liderleri Radoje Zivkovic ile Zdravko Perunovıc’ın arasında bulunduğu 10 kişi gözaltına alındı. Cinayetin taşeronluğunu ise suç örgütleri lideri Binalı Camgöz ve Barış Boyun’un üstlendiği ve adamlarını görevlendirdiği iddia edildi. Camgöz, Karadağ’da, Boyun ise İtalya’da tutuklu bulunuyor.

Yabancı mafya neden Türkiye’ye geliyor?

Peki son yıllarda yabancı suç örgütlerinin hedefinde neden Türkiye var? Uzmanlar, konuyu DW Türkçe’den Alican Uludağ’a değerlendirdi.

Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, İstanbul’un metropol bir kent olduğuna işaret ederek “Çok fazla insan hareketliliği var. Buraya her türlü insan geliyor. Bunlar arasında mafya unsurları da var” diyor. Uzun zamandan beri, yabancı mafya gruplarının Türkiye’ye gelişinde artış yaşandığını belirten Avcı, “Sovyet Rusya ülkeleri, Balkanlar, Araplar ülkelerinden çıkar amaçlı suç örgütleri geliyor. Devletin bunları hassasiyetle izlemesi, tedbir alması ve bunlara yönelik çalışma yapması gerekiyor” diye konuşuyor.

Türkiye’ye yönelik insan hareketliliğini anımsatan Avcı, turistlerin yanı sıra Suriye, Afganistan gibi savaştan kaçanların, sosyal çalkantıların olduğu İran’dan gelenlerin olduğuna işaret ediyor ve “Türkiye’ye yönelik insan göçü var. Sosyal çalkantılar dolayısıyla insan hareketi var. Bu da ne oluyor; İstanbul gibi büyük metropollere yoğunlaşma oluyor” tespitini yapıyor.

“Yabancı mafyayı izlemede zafiyet olabilir”

Devletin Gülen yapılanması ve PKK gibi örgütlere yoğunlaştığını anlatan Avcı, Türkiye’de günlük siyasi gelişmelerin istihbarat örgütlerini etkilediğini düşünüyor. Bunun devletin yabancı mafya gruplarını görme ve hazırlık yapma konusunda zafiyet oluşturabileceğini kaydeden Avcı, şu değerlendirmeyi yapıyor:

“O yapı hükümetin anlayışına, durumuna göre çalışıyor. Onun da ötesinde sadece ülke güvenliğine, suç gruplarına göre yoğun hazırlık yapılması, plan yapılması, tedbir alınması, uygun organizasyonlar oluşturulması, istihbarat kanallarının açık tutulması gerekiyor. O konuda bir zafiyet olabilir. Bir eksiklik olabilir. Bizim istihbarat günlük ihtiyaçlara daha çok koşuyor. Bu da yabancı mafyanın daha az görülmesine, daha az kaynak ayrılmasına neden olabilir.”

Avcı, son yıllarda sıcak paranın ülkeye girişi için uygulanan politikaların yabancı suç örgütlerinin gelişini kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı sorusuna ise “İnsanların geliş gidişlerinin kolaylaştırılmasının belli etkisi vardır. Türkiye’deki yabancıların geliş-gidişleri, vize politikasının seyahatleri belli oranda etkiler” yanıtını veriyor.

Cevat Öneş: Hukukun olmadığı yere mafya girer

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş de “Mafya nasıl ortamları ister, suç örgütleri nerede daha rahat hareket eder?” sorusunu soruyor. Öneş, “Hukuksuzluğun, adaletin olmadığı yerlerde. Devlet organları içinde bağlantı kurabildikleri yerlerde mafya siyaset ilişkilerinin bürokrat ilişkilerinin daha rahat yapılabildiği yerlerde hareketli olurlar. Faaliyetlerini yürütürler” tespitini yapıyor.

Maalesef Türkiye’de devlet-siyaset-mafya ilişkileri konusunda birçok iddia ortaya atıldığını ancak bunun üzerine gidilmediğini belirten Öneş, şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Yargı, emniyet olsun veyahut da diğer bürokratlarla bağlantılı olsun, arzu etmediğimiz şartlar Türkiye’de gelişti. Ve denetlenemeyen hesap sorulamayan bir yapı ile karşı karşıyayız. Bunu genel olarak ifade ettiğimiz zaman demokratik sistemin zayıflaması, yargı sistemi üzerindeki siyasal baskılar, bürokrasi ile olan bu tip suç örgütlerinin liderlerinin bağlantıları ve Türkiye’de özellikle ekonomik açıdan ortaya çıkan sonuçlar, genel buhran durumu, kayıt dışı ekonomi; kara paranın sisteme girmesi durumunu yarattı.

Bu konuda Meclis’e verilen araştırmalardan sonuçlar elde edilemedi. Devletin kurumsal yapıları, itirafların takibini yapmadı. Hukuksuzluğun, adaletsizin derinlik kazandığı bir ortamda, son günlerde örneklerini gördüğümüz gibi mafya grupları Türkiye’yi çatışma alanı gördü. Bu suç örgütü grupları, özellikle uyuşturucu konusunda Türkiye’yi yalnızca bir köprü olarak, geçiş yolu olarak değil pazar bakımından, üretim bakımından yerleşilen bir yer olduğu görüyor.”

Paylaşın