2022 Yılında 24 Bini Aşkın Türkiye Vatandaşı Meksika’dan ABD’ye Geçti

Türkiye’den Meksika’ya giderek ABD’ye kaçanların sayısı 31 bin 485 kişiye yükseldi. ABD Gümrük ve Sınır Koruma Dairesi’nin son verilerine göre, 2020 yılında bin 944, 2021 yılında 4 bin 989 2022 yılında ise 24 bin 362 Türkiye vatandaşı Meksika sınırından ABD’ye sığınmacı olarak geçti.

Son üç yılda, Türkiye’den 253 çocuk ailesiyle birlikte, 23 çocuk da kendi başlarına refakatiz olarak Meksika sınırından ABD’ye giriş yaptı. Meksika sınırından ABD’ye geçen sığınmacı sayısı aylık rekor rakamlara ulaştı. Son resmi verilere göre, ABD’ye geçmeye çalışan sığınmacıların sayısı yirmi yılı aşkın bir süredir görülmeyen rekor seviyelerde olmaya devam ediyor.

ABD Gümrük ve Sınır Koruma Dairesi’nin resmi rakamlarına göre Meksika sınırından ABD’ye geçenler arasında farklı ülkelerin vatandaşları yer alıyor. Daha çok Latin Amerika ülkelerinin vatandaşları, Meksika sınırından sığınma talebiyle ABD’ye geçiyor.

Meksika sınırından ABD’ye geçenler arasında Türkiye vatandaşları da var. Son yıllarda, Türkiye’den Meksika’ya gelerek ABD’ye kaçanların sayısı 31 bin 485 kişiye yükseldi. ABD Gümrük ve Sınır Koruma Dairesi’nin son verilerine göre, 2020 yılında bin 944, 2021 yılında 4 bin 989 2022 yılında ise 24 bin 362 Türk Meksika sınırından ABD’ye sığınmacı olarak geçti.

Son üç yılda, Türkiye’den 253 çocuk ailesiyle birlikte, 23 çocuk da kendi başlarına refakatiz olarak Meksika sınırından ABD’ye giriş yaptı. Meksika’dan ABD’ye sığınmacı olarak geçenler yasalar gereğince gözaltına alınmalarının ardından daha çok Arizona ve Teksas eyaletlerindeki tutukevlerine yerleştiriliyor. Sığınmacıların çok büyük bir çoğunluğu ABD’ye iltica talebinde bulunuyor.

İltica talep eden kişi herhangi bir Amerikan vatandaşının sponsor olması durumunda, bir hafta ile 1,5 ay bir süre içinde tutukevinden serbest bırakılıyor. Meksika sınırından ABD’ye geçen Türkiye vatandaşları son aşamada mahkemeye çıkarak çoğunluklu olarak siyasi nedenler, LBGT ya da dini tercihleri yüzünden Türkiye’de ayrımcılık gördükleri için iltica talebinde bulunuyor.

“Türklere sponsor bulma çeteleri oluştu”

Teksas eyaletinin El Paso kentinde ABD Gümrük ve Sınır Koruma Dairesi’ne bağlı sınır devriyesi olarak görev yaptıktan sonra emekli olup bir üniversitede akademisyen olarak çalışan, “sınır güvenliği ve ABD’ye kaçak girişler” konusunda uzman bir kişi VOA Türkçe’ye, Meksika sınırından ABD’ye giriş yapan Türklerle ilgili açıklamada bulundu.

Açıklamasında, “Son birkaç yıldır şimdiye kadarki yıllarda hiç rastlanmamış bir şekilde sınırda Türklerin hareketliliğine tanık oluyoruz. Meksika’dan ABD’ye geçen Türklerin sayısı her geçen ay artıyor. Profillerine bakınca aralarında, doktor, mühendis ve avukatların da olduğunu beyaz yakalıları da görüyoruz. Bir Türk’ün Meksika sınırından ABD’ye girişi aracılara da verdiği paralarla birlikte 10 bin dolara kadar çıkabiliyor.

Bu kişiler için tutukevlerine yerleştirilmeleri sonrasında bir de sponsor aşaması başlıyor. İçeriden çıkabilmeleri için birinin sponsor olması gerekiyor. Türkler, kendi sponsor mekanizmalarını kurmuş. İçerde bulunan Türklere sponsor bulmak içinde organize suç çeteleri ortaya çıkmış. Türk çeteler, tutukevlerindeki Türklere 3 ile 5 bin dolar karşılığında sponsor bulup serbest kalmalarını sağlıyor” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Yunanistan, Türkiye Sınırındaki Duvarı 35 Kilometre Daha Uzatıyor

Yunanistan, Türkiye ile sınır bölgesine çektiği 37,5 kilometreye ulaşan 5 metre yüksekliğindeki çelik duvarı 35 kilometre daha uzatacağını duyurdu. AB’den ilave mali yardım ve lojistik destek talebinde bulunan Yunanistan, sınırın aynı zamanda AB’nin de dış sınırı olduğunu açıkladı.

Haber Merkezi / Yunanistan, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı çağrıda göç konusunda kendisine daha fazla mali yardım yapılmasını istedi.

Yunanistan Vatandaşı Koruma Bakanı Takis Theodorikakos, Atina’da AB ülkeleri ile İngiltere ve İsviçre’nin büyükelçileriyle bir araya geldi.

Theodorikakos, Türkiye’den her gün yasa dışı yollarla 400 civarında kişi Yunanistan’a, dolayısıyla da Avrupa Birliği’ne (AB) giriş yapma teşebbüsünde bulunduğunu söyledi.

Geçen yıl Yunan sınır koruma güçlerinin Meriç nehrini aşarak Yunanistan’a giriş yapmaya kalkışan 260 bin kişiyi tespit ettiğini ifade eden Theodorikakos, bölgede göçmen kaçaklığı yaptığı zannıyla da bin 500 kişinin gözaltına alındığını duyurdu.

Türkiye sınırına çekilen tel örgü uzatılıyor

Yunanistan, kaçak göçmenlerin İngiltere, Fransa ve Almanya’ya gitmek istediğini gerekçe göstererek, bu ülkelerin Atina’ya daha fazla maddi destek sağlaması gerektiğini savunuyor.

Meriç Nehri kıyısında Türkiye ile ortak sınırına şu ana kadar 5 metre yüksekliğinde 27 kilometre tel örgü ören Yunanistan, bunu ilk etapta 35 kilometre daha uzatmayı hedefliyor.

Atina, nihai olarak 192 kilometre uzunluğundaki ortak sınırın tamamını tel örgüyle çevirmek istiyor. Sınır koruma duvarının yaklaşık 100 milyon euroya mal olacağı açıklandı.

İnsan hakları ve göçmen kuruluşları, Yunanistan’ı düzensiz yolla ülkeye giriş yapmayı deneyen insanları Türkiye’ye zorla geri itmek (pushback) ile suçluyor.

Atina ise Türkiye’yi göçmenleri Yunanistan’a yollamakla ve göçmenleri Suriye’ye, başka ülkelere veya yasa dışı yollardan Yunanistan’a gitmeye zorlamakla itham ediyor.

Paylaşın

Türkiye – Suriye Yakınlaşması: Bundan Sonra Ne Olacak?

Türkiye, Suriye ve Rusya’nın savunma bakanları ve milli istihbarat teşkilatı başkanları, Aralık 2022 yılında Moskova’da bir araya geldi. Bu, Türkiye ve Suriye arasında çatışmaların başladığı 2011 yılından bu yana en üst düzey görüşmeydi.

28 Aralık’taki görüşme hem Suriye çatışması hem de dahli bulunan ülkeler açısından önemli bir andı. Fakat öyle olsa bile bu, uzun ve çetrefilli olacağa benzeyen bir sürecin yalnızca ilk adımıydı. Rusya’nın bu yetkilileri dil dökerek bir araya getirmesi yıllarını aldı ama Türkiye-Suriye yakınlaşmasının temel unsurları aslında uzun süredir mevcuttu. Suriye çatışması, artık 2011 yılındaki çatışma değil, 2015 yılındaki çatışma bile değil.

Türkiye’nin kendi politikası da çok değişti. Bu günlerde Ankara’nın Suriye’deki öncelikleri artık Esad’ı devirmek ya da rejimini reforme etmek değil. Ankara’nın öncelikleri daha çok çatışmayı yönetmek, YPG ile savaşmak ve mültecileri geri göndermek ile ilgili. Bunlar, Ankara ve Şam’ın karşılıklı kazanç elde etmek ya da en azından gereksiz bir sürtüşmeyi önlemek için çatışma ihtimalini azaltmak adına makul bir şekilde birlikte çalışabileceği konular.

New York merkezli Century Vakfı’nın Uluslararası Araştırma ve Politika Merkezi Century International’da araştırmacı ve İsveç Savunma Araştırma Kurumu’nda (FOI) Ortadoğu analisti olan Aron Lund’a göre, Suriye ile ilgili durumu değiştiren şey, “Türkiye’nin iç durumu ile birlikte Rusya-Ukrayna savaşı oldu.”

Türkiye tarafının Erdoğan-Esad görüşmesinin seçimlerden önce olmasını istediğini kaydeden Lund, “Erdoğan, bunun seçimlerden önce olmasını istediği için Esad da süreci geciktirerek bir nüfuz ve baskı gücü oluşturabiliyor” diyor ve ekliyor:

“Fakat devam eden görüşmeleri tamamen engellemesi kendisi için çok riskli bir hareket olur. Erdoğan, seçimlerden sonra iktidarda kalabilir ve bu noktada Esad’ın bu nüfuz ve baskı gücü yerle bir olabilir.”

Türkiye’nin Suriye’den tamamen çekmesini olası görmeyen Lund’a göre, burada “terminolojide ya da formalitelerde takılı kalmamak önemli”:

“Gerçek ve resmi bir normalleşme olmasa dahi belli konularda geniş çaplı, pragmatik bir işbirliği söz konusu olabilir.”

Ortadoğu analisti Aron Lund ile Türkiye-Suriye ilişkilerini, Türkiye’nin kuzey Suriye’ye olası bir kara harekatını ve tüm bu gelişmelerin Türkiye-İsveç ilişkileri üzerindeki muhtemel etkilerini konuştuk.

“Üçlü görüşme, çetrefilli bir sürecin ilk adımıydı”

Türkiye, Suriye ve Rusya’nın savunma bakanları ve milli istihbarat teşkilatı başkanları, Aralık 2022’de Moskova’da bir araya geldi. Bu, Türkiye ve Suriye arasında 2011’den bu yana en üst düzey görüşmeydi. Sizce bu görüşme, Türkiye’nin uzun süredir kuzey Suriye’ye bir kara harekatı düzenlemeyi düşündüğü bir dönemde ne anlama geliyor?

28 Aralık’taki görüşme hem Suriye çatışması hem de dahli bulunan ülkeler açısından önemli bir andı. Fakat öyle olsa bile bu, uzun ve çetrefilli olacağa benzeyen bir sürecin yalnızca ilk adımıydı. Rusya’nın bu yetkilileri dil dökerek bir araya getirmesi yıllarını aldı ama Türkiye-Suriye yakınlaşmasının temel unsurları aslında uzun süredir mevcuttu. Suriye çatışması, artık 2011 yılındaki çatışma değil, 2015 yılındaki çatışma bile değil.

Türkiye’nin kendi politikası da çok değişti. Bu günlerde Ankara’nın Suriye’deki öncelikleri artık Esad’ı devirmek ya da rejimini reforme etmek değil. Ankara’nın öncelikleri daha çok çatışmayı yönetmek, YPG ile savaşmak ve mültecileri geri göndermek ile ilgili. Bunlar, Ankara ve Şam’ın karşılıklı kazanç elde etmek ya da en azından gereksiz bir sürtüşmeyi önlemek için çatışma ihtimalini azaltmak adına makul bir şekilde birlikte çalışabileceği konular.

“Rusya, harekata yeşil ışık yakmayı reddetti”

Sonuç itibariyle durumu değiştiren şey, Türkiye’nin iç durumu ile birlikte Rusya-Ukrayna savaşı oldu. Putin’in Ukrayna’yı işgali, feci bir strateji hatasıydı; bu da pek çok şeyin yanı sıra Rusya’nın Türkiye’ye daha önce olduğundan daha bağımlı hale gelmesine yol açtı.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden yalnızca birkaç ay sonra Erdoğan Suriye’deki YPG bölgelerine bir saldırı daha düzenleyeceğini ilan etti ve YPG’nin Rusya koruması altında faaliyet gösterdiği birkaç alanı ayrı tuttu.

Fakat Rusya ayak diredi. Bölgede askeri güçleri var ve hava sahasına hakimler; dolayısıyla, askeri harekata yeşil ışık yakmayı reddettiler. Bunun yerine Rusya ve İran, Esad ile bir çeşit anlaşma yolu araması için Erdoğan’a baskı yapmaya başladı. Temmuz 2022’de Tahran’da yapılan üçlü zirvede ve Soçi’deki Erdoğan-Putin görüşmesinde verilen mesaj buydu gibi görünüyor.

“Ülkedeki durum, Erdoğan’ı taleplere açık hale getirdi”

Hiçbir şekilde bir Türkiye uzmanı sayılmam; ancak, Erdoğan’ı bu taleplere bu kadar açık ve anlayışlı hale getiren şeyin ülkedeki iç durum olduğu açık görünüyor. Erdoğan ve AKP, anketlerde kötü gidiyor ve Türkiye’deki muhalefet Esad ile normalleşme için bastırıyor. Mültecilerin geri gönderilmesi de özellikle pek çok seçmenin gündeminin üst sıralarında yer alıyor.

Esad’a ulaşmak Erdoğan için işleri yüz seksen derece döndürüp inisiyatifi eline almak için bir yol olabilir. Bunu bir dış politika kararı olarak nasıl değerlendirirseniz değerlendirin bu, akıllıca bir [seçim] kampanyası adımı.

Erdoğan ve Esad ne istiyor?

Yaz aylarında Türkiye ve Suriye istihbaratları ikili temasların devam etmesi için plan yapmaya başlamıştı. Kış başında, İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırının ardından Ankara müdahaleci söylemini tekrar arttırdı.

Rusya, müdahaleye engel olmayı sürdürdü, fakat [Türkiye’nin] haftalarca devam eden askeri güç kullanma tehdidi perde arkasında sürdürülen görüşmeleri ilerletmeye hizmet etmiş olabilir. 28 Aralık 2022’de de savunma bakanlarının görüşmesi sonunda gerçekleşmiş oldu.

O zamandan bu yana Türkiye ve Suriyeli yetkililer, cumhurbaşkanları zirvesinden önce yapılacak dışişleri bakanları görüşmesinin ne zaman ve nerede yapılacağını tartışıyor. Açıkça görülüyor ki Türkiye tarafı, seçim kazancı için zirvenin hızlıca yapılmasını istiyor.

Suriye tarafında söz konusu olan ise tam tersi bir teşvik: Zirveye gelene kadar elde edebilecekleri kadar çok taviz elde etmek istiyorlar.

Erdoğan, bunun seçimlerden önce olmasını istediği için Esad da süreci geciktirerek bir nüfuz ve baskı gücü oluşturabiliyor. Fakat devam eden görüşmeleri tamamen engellemesi kendisi için çok riskli bir hareket olur.

Erdoğan, seçimlerden sonra iktidarda kalabilir ve bu noktada Esad’ın bu nüfuz ve baskı gücü yerle bir olabilir. Esad rejimi çok inatçı olsa da Türkiye’yi yüz seksen derece döndürme fırsatını kaçırmak isteyecek kadar inatçı olduklarından şüpheliyim.

“M4 yolunun açılması kesinlikle gündemde olacak”

Türkiye-Suriye diplomatik ilişkileri sonunda yeniden sağlanır ya da normalleşirse sizce Türkiye ve Suriye ya da Erdoğan ve Esad hükümetlerinin bu durumdan kazancı ya da kaybı ne olur?

“Normal” ilişkilerin öngörülebilir gelecekte masada olduğunu düşünmüyorum. Türkiye, kuvvetlerini kuzey Suriye’den, en azından kuzey Suriye’nin tamamından çekmeyecek. Bir ülke, bir diğerinin topraklarının bir kısmını işgal ettiyse, ilişkiler ne kadar normalleşebilir?

Bununla birlikte, terminolojide ya da formalitelerde takılı kalmamak önemli. Gerçek ve resmi bir normalleşme olmasa dahi belli konularda geniş çaplı, pragmatik bir işbirliği söz konusu olabilir. İşbirliği, çatışma ihtimallerini azaltma ve karşılıklı tavizler için pazarlık olabilir.

Henüz o noktada değiliz ama bunun olası bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de çıkarlarının nerede örtüştüğünü ya da en azından birbiriyle uyuştuğunu anlamak önemli çünkü bunlar, yeniden canlanan herhangi bir Türkiye-Suriye ilişkisinin temelinde olacaktır.

Burada en aşikar nokta, güvenlik ve ortak sınırlar ile cephe hatlarının yönetimi. Türkiye ve Suriye güçleri veya vekilleri ara ara çatışmaya devam edebilir ama çatışma yönetimi yapıları bulmaya da çalışabilirler.

Gerçek bir siyasi uzlaşmanın yokluğunda bile askeri diyalog, ortak bir anlayış ve acil hatlar gibi bazı şeyler geliştirebilirler. Bu da etkin olarak donmuş bir çatışmanın yolunu açabilir, bölgedeki çatışmaların dindirilmesine ve buna ek olarak karşılıklı cephe hatlarındaki düzenlemeleri beraberinde getirebilir.

Eğer diyalog ilerlerse, bazı şeylerin karşılıklı alınıp verildiği bir noktaya gelebilirler; belki bazı toprakların el değiştirmesi de buna dahil olabilir.

Kesinlikle gündemde olacak noktalardan biri, Halep ile Suriye kıyıları arasında, isyancıların bulunduğu bölgeden geçen kuzeybatıdaki M4 karayolunun yeniden açılması.

İki ülke de kötüye giden ekonomilerini düzeltmeye yardımcı olması adına cephe hatlarını ve sınır kontrol noktalarını açmak da isteyebilir. Suriye, Türkiye için bir kez daha Körfez ile transit ticaretin karayolu olabilir.

“Yakınlaşma, başka seçenekleri beraberinde getiriyor”

Burada ortak çıkar teşkil ettiği açık olan bir nokta da YPG ile nasıl başa çıkılacağı. Ne kadar güven ve koordinasyon oluşturabileceklerine bağlı olarak uygulanabilecek bir dizi seçenek var. Örneğin, Şam, Türkiye’nin insansız hava aracı (İHA) saldırıları ile Kürt liderleri hedef alması için istihbarat paylaşmayı ve hedeflere işaret etmeyi önerebilir.

Eğer derinleştirilmiş bir işbirliği aşamasına gelmeyi başarırlarsa, YPG ve ABD’nin varlığı ile nasıl baş edileceğine ilişkin bazı temel prensipler veya ortak bir strateji bile oluşturabilirler. Rusya, bu konularda kilit öneme sahip bir aktör olarak kalacakmış gibi duruyor.

Türkiye, daha kısa vadede Tel Rıfat veya muhtemelen Menbiç ve Kobanî’ye karşı harekete geçmek istediğinin sinyalini veriyor. Yakınlaşma ise tek taraflı bir Türkiye saldırısını daha az olası kılsa da başka seçenekleri beraberinde getiriyor.

Şam, belki daha sonra buraların kontrolünü ele geçirmek için Türkiye’nin sınırlı harekatlarına yeşil ışık yakabilir. Türkiye, bir iyi polis-kötü polis durumu yaratıp YPG liderlerini Türkiye’nin elinde yok olma ya da Esad’a boyun eğme arasında bir seçim yapmaya zorlayabilir.

Bu, muhtemelen daha olası sonuçlardan biri; bu, aynı zamanda Rusya’nın da tüm bu süreçte ısrarla istiyor gibi göründüğü bir şey.

“Türkiye’nin tamamen çekilmesi düşünülmüyordur bile”

Diğer konularda ise çıkarlar birbiriyle uyuşuyor olsa da simetrik değil. Örneğin, mülteci konusu, yaklaşan seçimleri de düşününce, Erdoğan’ın öncelikler listesinden çok üst sıralarda yer alıyor.

Ankara’nın seçimden önce bir çeşit çerçeve anlaşması yapmayı, hatta belki de ilk insan grubunun sınırı geçip geri gitmesini görmeyi umarak hızlı bir ilerlemeyi ısrarla isteyeceğini tahmin ediyorum.

Suriyeli yetkililer ise çoğu mültecinin Türkiye’de kalmasını tercih ederdi; ancak, bir çeşit geri dönüş anlaşmasını mümkün kılmak ya da engellemek ellerindeki en iyi siyasi varlıklardan biri ve burada bir dereceye kadar Erdoğan’a ayak uydurmak onlar için de mantıklı.

Hesap defterinin diğer tarafında ise şu var: Şam, Türkiyeli yetkililerden muhalefet faaliyetlerini azaltmasını isteyecektir. Fakat Türkiye’nin kuzey Suriye’deki bölgeleri kontrol etmek için bu isyancı gruplara ihtiyacı var; Türkiye, siyasi muhalefetin de barış sürecinde Türkiye’nin bir aracı olarak hayatta kalmasını istiyor. Bence burada yakın tarihe bakmak mantıklı olacak:

Hatırlayacağınız üzere, Türkiye 2020-2021 döneminde Mısır ile daha iyi ilişkilerin yolunu aramış, hükümet İstanbul merkezli Müslüman Kardeşler medyasından Kahire karşıtı söylemini yumuşatmasını istemişti.

Eğer Türkiye-Suriye ilişkileri gelişmeye devam ederse, bu tarz küçük şeyleri görmeye başlayabiliriz: Bu, kapanan bir medya organı ya da Doha’ya dönen muhalif bir grup olabilir. Fakat Türkiye’nin Esad’ı eleştirenleri baskılamak için ne kadar ileri gideceğinin bir sınırı var çünkü muhalefeti etrafta tutmak Türkiye’nin kendi stratejisi için temel bir nokta.

Türkiye’nin Suriye’den tamamen çekilmesi konusuna gelince ise bence bu düşünülmüyordur bile. Söylediğim gibi, Türkiye uzmanı değilim ama eğer ekonomi gerçekten yıkıcı bir krize girmezse ya da belki Erdoğan sonrası bir hükümet söz konusu olmazsa Ankara’nın kuzey Suriye’deki tüm varlıklarını öylece bırakacağını hayal edemiyorum.

Esad elbette kamuoyu önünde topyekun bir çekilmeyi talep etmeyi sürdürecektir; ancak, uygulamada, bu, eğer iki taraf da bir şeyleri halledecekse üzerinde çalışmaları gerekecek büyük, devam eden anlaşmazlıklardan biri.

Peki ya bölgedeki diğer aktörler?

Eğer Suriye ile ilişkiler Türkiye’nin istediği gibi gerçekten normalleşirse sizce bölgede faaliyet gösteren farklı ülkeler ve yerel aktörler bu gelişmeye nasıl yanıt verir? Böylesi bir adım sizce bölgedeki dinamikleri ve gerilimleri nasıl etkiler?

Bu, esasen bir Türkiye-Suriye konusu ve bir dereceye kadar da Rusya-Türkiye konusu ama bunun sonuçları olacaktır.

Türkiye, tarihsel olarak Esad’ın en çetin rakibi ve muhalefetten geriye kalanı destekliyor. Türkiye ile Esad hükümetinin normalleşmesi, Suriye çatışmasının sona erdiği izlenimini güçlendirebilir ve diğer ülkeleri de Şam ile yeniden ilişki kurma konusunda cesaretlendirebilir.

Suriye’nin tüm komşuları Şam ile tekrar konuşmaya başladığında, rejimi dışlama teşebbüsleri süresiz olarak daha zor olacaktır.

Kaldı ki savaşın etkilerine doğrudan maruz kalmayan ABD veya çoğu Avrupa Birliği (AB) ülkeleri gibi ülkeler, Esad’ın varlığını sürdürmesine adapte olma konusunda Ortadoğu ülkeleri ile aynı baskı ile karşı karşıya değil. Politikaları etkili olmayabilir ama bunu göze alabilirler.

Fakat dikkat edilmesi gereken bir nokta, Katar’ın ne yapacağı. Türkiye ve Katar, Suriye de dahil pek çok bölgesel meselede birlikte çalışıyor. Eğer Türkiye 28 Aralık’ta ilerlediği yönde ilerlemeyi sürdürürse, Katar’ın da siyasetini bir şekilde bu politikaya uydurmasını bekliyorum.

Katar, Türkiye’nin aracılığında kendi normalleşme sürecini başlatabilir ya da Ankara ile sürtüşmeden kaçınmak için sadece Esad hakkında daha az konuşup insani yardımdan daha çok söz edebilir.

“Tek taraflı bir harekat artık daha az olası”

Yakın gelecekte Erdoğan ve Esad’ın doğrudan görüşmesini ve/veya Türkiye’nin kuzey Suriye’ye bir kara harekatı düzenlemesini bekliyor musunuz?

Bence bunların ikisi de olası. Türkiye’deki seçimlere bağlı olan çok şey var.

Erdoğan, seçimlerden önce Esad ile fotoğraf vermek istiyor gibi görünüyor; bunu seçmenlere bir dış politika başarısı ve mültecilerin geri gönderilmesi yolunda bir adım olarak sunacaktır.

Esad, Erdoğan’ın seçim kampanyasına yardım etme konusunda çok istekli görünmüyor ama eğer bedeli uygunsa bunu yine de yapabilir. Rejimi her zaman inatçıydı ve muhtemelen daha fazla taviz için geri duracaklardır; ancak, sürecin er ya da geç ilerlemesini bekliyorum.

Suriye hükümetinin başlıca müttefikleri Rusya ve İran ve her ikisinin de başı çok büyük dertte. Esad, şu anda aldığı desteğin bu düzeyde devam edeceğinden emin olamaz; Türkiye ile ilişkileri düzeltme şansının verildiği şu zamanda bu fırsatın kaçmasına izin vermek abes olur.

Bu nedenle bir Erdoğan-Esad zirvesi – ya da en azından telefon görüşmesi gibi bir şey – olası görünüyor. Göreceğiz.

YPG’ye yönelik yeni bir Türkiye saldırısına gelecek olursak, tek taraflı bir askeri harekat artık daha az olası. Fakat, söylediğim gibi, YPG’ye karşı nasıl işbirliği yapılacağına ilişkin başka askeri ve askeri olmayan seçenekler mevcut. Eğer Türkiye Esad’a topraklarını YPG’den alması konusunda yardım ederse, bu aradıkları kazan-kazan sonucu olabilir: Ankara YPG’ye zarar vermiş, Şam da topraklarını genişletmiş olur.

“İsveç hükümeti çok ince bir çizgide yürüyor”

Son olarak, İsveç hükümetinin NATO üyeliği yolunda Madrid Üçlü Muhtırası uyarınca fiili silah ambargosunu kaldırmak da dahil bir dizi adım attığını düşünürsek, sizce muhtemel bir Erdoğan-Esad görüşmesi ya da Suriye’ye olası bir harekat, İsveç’in NATO’ya üyelik süreci bağlamında Türkiye-İsveç ilişkilerini nasıl etkiler?

Erdoğan-Esad görüşmesinin İsveç-Türkiye ilişkilerinde bir değişikliğe sebep olacağını sanmıyorum. İsveç hükümeti bunu onaylamayabilir ama İsveç Suriye’deki çatışma açısından çok küçük bir öneme sahip.

NATO meselesi konusunda Erdoğan’ı tatmin etmeye ihtiyacı olduğundan, İsveç hükümetinin Türkiye’nin İsveç’in çıkarlarını doğrudan etkilemeyen herhangi bir davranışını protesto etmesini olası görmüyorum.

Eğer beraberinde getireceği şiddet İsveç ve başka ülkelerde protestolara sebep olursa, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri bir harekatının dolaylı bir etkisi olabilir. 2018 ve 2019’da olan buydu.

YPG yanlısı protestocular, İsveç’te Stockholm-Ankara ilişkilerini zehirlemek için halihazırda ellerinden geleni yapıyor; fakat bunlar İsveç siyasetinin marjında yer alıyorlar. Suriye’de etnik vahşetler daha ana akım siyasetçilerin konuya müdahil olmasına yol açabilir, bu da Ankara ile müzakere ederken hükümetin üzerinde baskı yaratabilir ve manevra alanını daraltabilir.

Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, İsveç’in NATO başvurusuna destek çok yüksekti; ancak, İsveçlilerin yaklaşık yüzde 80’i Türkiye’nin İsveç’in yasal ve anayasal düzeninde değişiklik taleplerine karşı çıkıyordu. Başka bir deyişle, İsveç hükümeti halihazırda çok ince bir çizgide yürüyor. (SD)

* Bu söyleşideki görüşler, Aron Lund’un kişisel görüşleridir; İsveç Savunma Araştırma Kurumu (FOI) adına ya da kurumu temsilen paylaşılmamıştır.

(Kaynak: Bianet / Selay Dalaklı)

Paylaşın

Kar Ne Zaman Yağacak? Prof Dr. Mikdat Kadıoğlu Açıkladı

Soğuk havaların hakim olacağı ve kar yağışının başlayacağı zamana ilişkin değerlendirmede bulunan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, “İzobarik sırt nedeniyle Türkiye ve hatta uzun süre Avrupa mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklıkla karşı karşıya kaldı. İstanbul özelinde konuşacak olursak, hakim olan izobarik sırt nedeniyle yukarı seviyede hava çökerken ısınıp sıcaklık terselmesine neden oluyor. Bu aslında hava kirliliğini de beraberinde getiriyor.” dedi ve ekledi:

“Atmosferdeki sırt ve oluk bölgelerine göre değişiyor hava şartları. Şu anda Avrupa üzerinde bir oluk var ve Avrupa soğumuş durumda. Biz ise hâlâ sırtın etkisindeyiz. Bu oluk, Türkiye üzerine gelirse –ki ay sonuna doğru gelebilir– o zaman bizim de havamız soğuyacak ve yağışlarımız olacak. Bu yağışlar da kar şeklinde düşecek. Ama şu anda sırtın etkisiyle bir çeşit pastırma yazı yaşıyoruz.”

Hem İstanbul özelinde hem de Türkiye genelinde baharı andıran sıcak hava hakim. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün (MGM) tahminlerine göre, bugün İstanbul’da hava 14 derece. Ocak sonuna dek de 10 derecenin altına düşmesi beklenmiyor.

18 Ocak 2022’de Türkiye’de en düşük hava sıcaklığının –eksi 34,4 derece– ölçüldüğü Van’da, termometreler dün (19 Ocak) 4,9 dereceyi gösteriyordu.

Bianet’te konuşan Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü Mikdat Kadıoğlu, Türkiye genelinde hakim olan sıcaklıkların nedenini “izobarik sırt” tanımı ile açıkladı.

Hava şartlarının atmosferdeki sırt ve oluk bölgelerine göre değiştiğini söyleyen Kadıoğlu, şu an Türkiye’yi etkisi altına sıcaklıklar nedeniyle bir çeşit “pastırma yazı” yaşandığını söyledi.

Pastırma yazı

Kadıoğlu, soğuk havaların hakim olacağı ve kar yağışının başlayacağı zamanı ise şöyle işaret etti:

“İzobarik sırt nedeniyle Türkiye ve hatta uzun süre Avrupa mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklıkla karşı karşıya kaldı. İstanbul özelinde konuşacak olursak, hakim olan izobarik sırt nedeniyle yukarı seviyede hava çökerken ısınıp sıcaklık terselmesine neden oluyor. Bu aslında hava kirliliğini de beraberinde getiriyor.

Atmosferdeki sırt ve oluk bölgelerine göre değişiyor hava şartları. Şu anda Avrupa üzerinde bir oluk var ve Avrupa soğumuş durumda. Biz ise hâlâ sırtın etkisindeyiz. Bu oluk, Türkiye üzerine gelirse –ki ay sonuna doğru gelebilir– o zaman bizim de havamız soğuyacak ve yağışlarımız olacak. Bu yağışlar da kar şeklinde düşecek. Ama şu anda sırtın etkisiyle bir çeşit pastırma yazı yaşıyoruz.”

Kuraklık tahminleri

Özellikle son bir haftadır süregelen sıcak havayı küresel iklim kriziyle ilişkilendiren görüşlere katılmadığını söyleyen Kadıoğlu, iklim krizinin sonuçlarından biri olan uzun vadeli kuraklık tahminlerine de değinerek şöyle dedi:

“Bu seneki kuraklıkla ilgili temmuzdan beri yazıyorum ve uzun vadeli tahminlerden de bahsediyorum. Bu sene Türkiye’nin Trakya, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yüzde 40-50 oranından bir kuraklık yaşanacağı zaten tahmin ediliyordu. Ancak gelin görün ki çiftçi kuraklık tahminlerine göre iş yapmıyor veyahut enerji sektörü. Esasen Türkiye’de neredeyse kimse böyle uzun vadeli tahmin kullanmıyor. Oysa bugün ABD’de bütün sektörler; tarım, tekstil, turizm ve benzeri, uzun vadeli tahminlerden faydalanıyor.

Bizde ne yazık ki bu sistem yerel yönetimlerde dahi işlemiyor. Fakat bizim bir an evvel risklere, standart sapmaya, değişkenliğe bakarak risk yönetimi yapmamız gerekiyor. Ancak bizde işler ne yazık ki kriz yönetimi mantığıyla yürümüyor. Belirsizlik karşısında riski, tehlikeyi görüp ona göre pozisyon almıyoruz. Şu an Türkiye’de hiçbir büyükşehir belediyesi kuraklık izlemiyor örneğin. Su bütçesi yapmıyor. Hiçbirinin kuraklıkla mücadele planı yok.

Su, Türkiye’yi yönetiyor

Kuraklık var diyoruz ama hiçbir büyük belediye kuraklık varmış gibi tedbir almıyor. Kuraklık yokmuş gibi herkes su çekmeye, tüketmeye, harcamaya devam ediyor. Farklı yöntemler de denememiz gerekiyor artık. En son bir gazete haberi görmüştüm, 1886’da ‘İstanbul’un 15 günlük suyu kaldı,’ diye. Bu dili de değiştirmemiz gerekiyor. Bu söylemler çok klasik kalıyor artık.

Fakat o zamanki günah gecesi başkaydı, şimdi başka. Şimdi her şeyin sorumlusu iklim değişikliği! Koro halinde bunu söylüyoruz ve sonra hızlıca, bir anda iklimin değiştiğini unutuyoruz. Hayır efendim. Şimdi yerel yönetimlerin devreye girmesi gerekiyor. Ezberlerimizi bozmamız gerekiyor. Varolan su yönetimi mantığıyla Türkiye’nin suyunu yönetemiyoruz. Su bizi yönetiyor.”

Sırt nedir?

MGM Sözlüğü’nde “sırt”ın tanımı şöyle: “Kuvvetli antisiklonik sirkülasyonla karakterize edilen, yüksek basıncın dışarıya doğru olan keskin, rüzgâr kırılmalarının çok net olduğu çıkıntısı. Alçak basınç merkezlerinde gerçekleşen trofun tam tersi.

“Bir sırtın ekseni boyunca en yüksek düzeyde izobar eğriliği ve kırılması görülür. Eğrilik yani izobar kırılması sertse ‘keskin sırt’, izobar kırılması çok belirgin değilse ‘düz sırt’ ismi verilir.”

Paylaşın

Fitch Ratings’ten Türkiye’ye “Rezerv” Uyarısı

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) rezerv yapısının zayıf kalmaya devam ettiğini ve net yabancı varlık pozisyonunun döviz swapları çıktıktan sonra eksi 57 milyar dolar olduğunun altını çizdi.

Fitch Ratings, kamu sektörü ve asgari ücret için önemli ücret artışları açıklayan hükümetin, öncelikli sektörlerde kredi büyümesine ve şirketler için devlet garantili kredi programlarına ve konut kredilerine odaklanmaya devam edeceğini belirtti.

Fitch, 2023 genel seçimleri öncesinde yüksek ekonomik büyümeyi ve istihdamı korumayı amaçlayan politikaların Türkiye’nin (B/Negatif) uluslararası rezervlerindeki sürekli iyileşmeyle tutarlı olmadığını açıkladı.

BloombergHT’nin aktardığına göre, 2023 ortası seçimleri öncesinde maaş artışları ve genişletici maliye ve kredi politikalarıyla birleşen derin negatif reel faizler, devam eden döviz talebi ve yüksek cari açık nedeniyle lira ve uluslararası rezervler üzerindeki baskıyı sürdürecek.

Kredi derecelendirme kuruluşu sermaye akışı yönetimi önlemleri ve düzenleyici değişikliklerle birleşen dış finansman, 2023’ün başlarında Türkiye’nin brüt rezervlerindeki toparlanmayı 126 milyar ABD dolarına yükselttiğini kaydetti.

Öte yandan Fitch, Merkez Bankası’nın rezerv yapısının zayıf kalmaya devam ettiğini ve net yabancı varlık pozisyonunun döviz swapları çıktıktan sonra eksi 57 milyar dolar olduğunun altını çizdi.

Fitch Ratings kamu sektörü ve asgari ücret için önemli ücret artışları açıklayan hükümetin, öncelikli sektörlerde kredi büyümesine ve şirketler için devlet garantili kredi programlarına ve konut kredilerine odaklanmaya devam edeceğini belirtti.

Bununla birlikte 2022’de merkezi yönetim bütçe açığı GSYİH’nın yüzde 1’ine gerilemiş olsa da (GSYİH tahminlerine göre) harcamaların 2023 yılının ilk yarısında hızlı bir tempoda kalmasını bekledikleri vurgulandı.

Raporda iyileşmeye rağmen, Türkiye’nin dış likiditesinin emsallerine ve yüksek dış finansman ihtiyacına (Kasımdan itibaren 12 ayda vadesi dolacak 189 milyar ABD doları dış borç) göre zayıf kalmaya devam edeceği öngörüldü.

Fitch uluslararası rezervler için ek risklerin, gelişmiş ekonomilerdeki daha fazla parasal sıkılaştırmadan ve yavaşlayan küresel büyümeden kaynaklandığını ve seçimle ilgili artan belirsizliğin yurtiçi döviz talebini artırabeceğine dikkat çekildi.

Paylaşın

Cumhuriyet Tarihinin En Kapsamlı Borç Yapılandırma Paketi Geliyor!

31 Aralık 2022’ye kadar devlete olan tüm borçlar yapılandırılacak. Yapılandırma paketi pazartesi günü Kabine’de masaya yatırılacak. Kabine sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paketin ayrıntılarını açıklaması bekleniyor. 

NTV’den Ahmet Ergen’in haberine göre, paketin en geç şubat ortasında yasalaşması bekleniyor.

Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı borç yapılandırma paketi için hükümet harekete geçti. Paket, önümüzdeki hafta başında Kabine toplantısında değerlendirilecek.

Buna göre 31 Aralık 2022’ye kadar devlete olan tüm borçlar yapılandırılacak.

Vergi, prim ve cezalar kapsamda

Vergi, sigorta primi borçlarıyla adli ve idari cezalar için yapılandırma imkanı sunulacak.

Şirketlere matrah artırımı, kasa ve stok affı imkanı sağlanacak. Belediyelere olan borçlar, su ve öğrenim kredisi borçları yapılandırma kapsamında olacak.

Taksitli ödeme imkanı

Anapara borcuna eklenen faiz ve gecikme faizi borçlarında önemli ölçüde silinme meydana gelecek. Önceki yapılandırmalarda olduğu gibi peşin ve taksitli ödeme imkanı getirilecek. Peşin ödeme halinde yüzde 90’a kadar borçların silinmesi imkanı olacak. Belirli tutarın altında olan borçların tamamının silinmesi söz konusu olabilir.

Ne zaman yasalaşacak?

Yapılandırma paketi pazartesi günü Kabine’de masaya yatırılacak. Kabine sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın paketin ayrıntılarını açıklaması bekleniyor. Paketin en geç şubat ortasında yasalaşması bekleniyor.

Hangi borçlar yapılandırılacak?

Yapılandırma işleminin vergi borçları; maliyeye olan vergi borçları henüz kesinleşmemiş veya dava sürecinde olan cezalar, Kredi Yurtlar Kurumu öğrenim kredileri, motorlu taşıt vergileri, trafik cezaları, nüfus cezaları, askerlik cezaları, otoyol ve köprülerden kaçak geçiş ücretleri ve cezaları, gümrük cezaları ve sosyal güvenlik kurumu tarafından takip edilen sigorta primlerini kapsaması bekleniyor.

Paylaşın

Vatandaş Borcunu Ödeyemiyor!

Bankacılık sektöründe takipteki alacaklar, 13 Ocak itibarıyla bir önceki haftaya göre 1 milyar 382 milyon lira artarak 161 milyar 653 milyon liraya yükseldi. Söz konusu takipteki alacakların 140 milyar 656 milyon lirasına özel karşılık ayrıldı.

Sektörün kredi hacmi 13 Ocak itibarıyla 107 milyar 813 milyon lira artarken toplam kredi hacmi 7 trilyon 681 milyar 230 milyon liraya çıktı. Bankacılık sektöründeki toplam, geçen hafta 224 milyar 314 milyon lira arttı. Söz konusu haftada bankacılık sektörü toplam mevduatı, 9 trilyon 83 milyar 302 milyon lira oldu.

Yaşanan derin ekonomik kriz Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine yansıdı.

BDDK tarafından yayımlanan haftalık bültene göre tüketici kredileri tutarı, 13 Ocak itibarıyla 13 milyar 717 milyon lira arttı. Tüketici kredileri tutarı 1 trilyon 107 milyar 477 milyon liraya yükselirken bunların 361 milyar 483 milyon lirası konut, 51 milyar 233 milyon lirası taşıt ve 694 milyar 761 milyon lirası ihtiyaç kredilerinden oluştu.

BirGün’de yer alan habere göre; söz konusu dönemde taksitli ticari kredilerin tutarı 981 milyar 435 milyon liraya çıktı. Bankaların bireysel kredi kartı alacakları da yüzde 2,8 yükselerek 463 milyar 825 milyon lira oldu. Bireysel kredi kartı alacaklarının 227 milyar 727 milyon lirası taksitli, 236 milyar 98 milyon lirası taksitsiz oldu.

Vatandaş borcunu ödeyemiyor

BDDK verilerine göre, bankacılık sektöründe takipteki alacaklar, 13 Ocak itibarıyla bir önceki haftaya göre 1 milyar 382 milyon lira artarak 161 milyar 653 milyon liraya yükseldi. Söz konusu takipteki alacakların 140 milyar 656 milyon lirasına özel karşılık ayrıldı.

Sektörün kredi hacmi 13 Ocak itibarıyla 107 milyar 813 milyon lira artarken toplam kredi hacmi 7 trilyon 681 milyar 230 milyon liraya çıktı. Bankacılık sektöründeki toplam, geçen hafta 224 milyar 314 milyon lira arttı. Söz konusu haftada bankacılık sektörü toplam mevduatı, 9 trilyon 83 milyar 302 milyon lira oldu.

Paylaşın

Yunanistan Başbakanı Miçotakis: Türkiye İle Savaşmayacağız

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Türkiye ile savaşa girmeyeceklerini, ancak son üç yılda birçok konuda gerginlik yaşadıklarını belirterek, “Türkiye ile makul yetişkinler olarak masaya oturabilmeli, Ege ve Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarının sınırlandırılması gibi temel farklılıklarımızı çözebilmeliyiz. İtalya ve Mısır’la bunu başardık. Arnavutluk’la da Lahey’e giderek yapacağız” dedi.

‘Türkiye’ye atıfla ‘zor’ bir komşularının olduğunu söyleyen Miçotakis, Yunanistan Silahlı Kuvvetleri’nin on yıllar boyunca güçlendirilmediğini belirterek ordunun güçlendirilmesi gerektiğini belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la “zor zamanlar” yaşandığını söyleyen Miçotakis, bununla birlikte bir çözüm bulmanın imkansız olmadığını kaydetti.

Dünya Ekonomik Forumu kapsamında Davos’ta bulunan Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Ankara – Atina ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulundu.

Kiryakos Miçotakis, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile konuşarak sorunların çözülebileceğine inandığını söyleyen Miçotakis iki komşu ülkenin savaşmayacağını belirtti. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere üst düzey Türk yetkililerin Yunanistan’ı Ege’deki adaları silahlandırmakla suçlayarak “Bir gece ansızın gelebiliriz” söylemiyle dile getirdikleri askeri operasyon tehditleri, Yunan kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.

“Yetişkinler gibi oturup konuşabilmeliyiz”

“Türkiye ile savaşmayacağız” diyen Miçotakis “Makul yetişkinler olarak Türkiye ile oturabilmeli ve başlıca anlaşmazlığımız olan Ege’de ve Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırları konusundaki anlaşmazlığımızı çözüme kavuşturabilmeliyiz” diye konuştu.

“Ege’nin coğrafyası nedeniyle bunun karmaşık bir konu olduğunu” belirten Miçotakis, Yunanistan’ın benzer anlaşmazlıkları İtalya ve Mısır ile çözüme kavuşturabildiğini söyledi. Arnavutluk ile de benzer bir anlaşmazlığı Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na taşımayı düşündüklerini ekledi.

“Oyunun kitabı konusunda anlaşmışsanız ve oyunun kitabı, sorunu uluslararası hukuka göre çözmenizi söylüyorsa komşularınızı gereksiz yere provoke etmezsiniz, iletişim kanallarını açık tutarsınız” diyen Miçotakis, “Dış politikayı iç gerekçelerle silahlandırmanın yararı olmaz. Bu genellikle iyi bir yaklaşım değildir çünkü bu şekilde kendi kamuoyunuzu zehirlemiş olursunuz” ifadelerini kullandı.

“Erdoğan ile çözüm imkansız değil”

Türkiye’de 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri düzenlenecek. Yunanistan’da ise halk temmuz ayında parlamento seçimlerine gidecek. Miçotakis, Türkiye’deki seçimlerle ilgili “Türkiye’den nasıl bir hükümet çıkacak bilmiyorum ama gerilimi düşürmek için yollar olduğuna, ortak çıkar bulunan konularda çalışabileceğimize, anlaşamadığımız konuların ne olduğu konusunda anlaşabileceğimize kesinlikle inanıyorum. Anlaşamadığımız konuların ne olduğu konusunda anlaştığımız takdirde dahi bunu medeni bir tarzda yapabiliriz” diye konuştu. Kiryakos Miçotakis, “Erdoğan ile çok, çok zor anlar yaşandığını” söylemekle beraber “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir çözüm bulmanın imkansız olduğunu düşünmüyorum” ifadesini kullandı.

Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlar arasında Ege ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları konusundaki anlaşmazlığın yanı sıra Atina’nın Ege’deki adalara asker ve silah konuşlandırması da yer alıyor. Ankara adalardaki Yunan askerî varlığının uluslararası anlaşmaları ihlal ettiğini belirtirken Yunanistan ise anlaşmaların adalarda asgari bir askeri varlığa izin verdiğini ileri sürüyor ve Türkiye’nin ana karasında ciddi bir askeri varlığı olduğuna işaret ediyor.

Davos’ta yaptığı konuşmada da bu konuya değinen Kiryakos Miçotakis, “Soruyorum, Yunan adalarının Türk anakarasına bir tehdit olduğuna makul bir şekilde inanan var mı yoksa Türk anakarasının Yunan adalarına bir tehdit oluşturduğuna inanmak mı daha gerçekçi?” dedi. Yunan Başbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1974’te Kıbrıs’a harekat düzenleyerek Ada’nın kuzeyini “işgal ettiğini” ve bu harekat sonucunda Ada’nın bölündüğünü kaydetti.

Paylaşın

The Economist’ten Çarpıcı Analiz: Türkiye Diktatörlüğün Eşiğinde Olabilir

14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimlere ilişkin bir analiz yayınlayan The Economist, analizde, “Dışarıdan bakanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacağını söylediği Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine dikkat kesilmeli” ifadelerine yer verildi.

Analizin devamında, “Zira giderek tutarsızlaşan cumhurbaşkanının yönetiminde ülke felaketin eşiğinde. Erdoğan’ın seçim yaklaşırken sergileyeceği davranışlar, bugün son derece kusurlu bir demokrasi olan ülkeyi tam anlamıyla bir diktatörlüğe sürükleyebilir.” cümleleri yer aldı.

Birleşik Krallık’ta yayımlanan haftalık The Economist dergisi, bu haftaki sayısında Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimleri kapağına taşıdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafının kullanıldığı kapakta, “Türkiye’nin yaklaşan diktatörlüğü” manşeti atıldı.

Seçimlere ilişlin bir yazı kaleme alan The Economist, Türkiye’nin NATO’nun en önemli ülkelerinden biri olduğunu ve Balkanlar, Doğu Akdeniz ile Afrika’da nüfuzunu artırdığını yazdı.

Türkiye’nin Ukrayna savaşı sonrası Moskova ile imzalanan tahıl anlaşmasına aracılık ettiğini yazan Economist, seçimlere ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“Dışarıdan bakanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacağını söylediği Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine dikkat kesilmeli. Zira giderek tutarsızlaşan cumhurbaşkanının yönetiminde ülke felaketin eşiğinde. Erdoğan’ın seçim yaklaşırken sergileyeceği davranışlar, bugün son derece kusurlu bir demokrasi olan ülkeyi tam anlamıyla bir diktatörlüğe sürükleyebilir.”

2003 yılında Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk yıllarında ekonomik ve siyasi anlamda bir istikrar sağladığına dikkat çeken makalede, siyasete karışan generallerin susturulduğu, ekonomiyi canlandırmak için reform yapıldığı ve Kürtlere barış elçileri gönderildiği belirtildi. Seküler kesimin Erdoğan’ın “İslamcı bir ajandası” olduğundan kuşkulandığını ancak ilk yıllarında Erdoğan’ın böyle bir çaba içine girmediğine dikkat çekildi.

Yazı şöyle devam ediyor:

Ancak Sayın Erdoğan iktidarda kaldığı süre uzadıkça daha da otokratikleşti. 11 yıl başbakanlık yaptıktan sonra Cumhurbaşkanı seçildi ve daha önce zayıf olan bu makamı baskın bir makama dönüştürmeye başladı. 2016’daki darbe girişiminden sonra on binlerce insanı, çoğu zaman en ufak bir bağlantı fısıltısı nedeniyle işlerinden tasfiye etti ya da tutuklattı, çoğu zaman darbe girişiminden sorumlu tutulan dini grupla, örneğin çocukken bu grubun okullarından birine gitmiş olmak gibi, en ufak bir bağlantısı olduğu gerekçesiyle.

Kurumları istikrarlı bir şekilde ele geçirdi, denge ve denetleme mekanizmalarını aşındırdı. Medyanın büyük bölümünü devlet propagandasının bir aracı haline getirdi. İnterneti fiilen sansürledi. Muhalefet liderleri de dahil olmak üzere pek çok eleştirmeni hapse attı. AK Parti içindeki rakiplerini saf dışı bıraktı. Yargıya boyun eğdirdi, mahkemeleri muhalifleri taciz etmek için kullandı.”

İktidardaki üçüncü on yılına yaklaşırken, geniş bir sarayda oturup, yanlış yaptığında kendisine söylemeye cesaret edemeyen saray mensuplarına emirler yağdırıyor. Giderek tuhaflaşan inançları hızla kamu politikası haline geliyor.”

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

İsveç Ve Finlandiya’nın NATO Üyelikleri Süreci: ABD’den Türkiye’ye Onaylama Çağrısı

Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvurularının güçlü destekçisi olduklarını ve iki ülkenin NATO üyeliklerinin müttefikler tarafından hızla onaylanmasından duydukları memnuniyeti dile getirdi.

Sözcü Jean-Pierre, iki ülkenin NATO üyeliklerini henüz onaylamamış olan müttefiklere de onay sürecini en kısa sürede tamamlamaları çağrısında bulundu.

Beyaz Saray’da düzenlenen günlük basın toplantısında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri ve henüz iki ülkenin NATO’ya katılım sürecini onaylamamış olan Türkiye’nin tutumu gündeme geldi.

Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre bir soru üzerine Türkiye’yi güvenilir bir müttefik olarak gördüklerini belirtti, müttefiklerin iki ülkenin NATO’ya katılımına ilişkin onay süreçlerini en kısa sürede tamamlama çağrısında bulundu.

Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre’e , İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine ilişkin süreç bağlamında, “ABD Başkanı Joe Biden’ın Türkiye’yi güvenilir bir NATO müttefiki olarak görüp görmediği” sorusu yöneltildi.

Sözcü Karine Jean-Pierre, Türkiye’yi güvenilir bir müttefik olarak gördüklerini belirterek söze girdi.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvurularının güçlü destekçisi olduklarını ve üyelik başvurularını onaylamak üzere hızla harekete geçmek için Senato ile çalıştıklarını vurgulayan Jean-Pierre, iki ülkenin NATO üyeliklerinin müttefikler tarafından hızla onaylanmasından duydukları memnuniyeti dile getirdi.

Karine Jean-Pierre, ‘’Geri kalan müttefiklerin de onay süreçlerini en kısa sürede tamamlama çağrısında bulunuyoruz” ifadelerini kullandı.

Türkiye ile bu iki ülke arasında devam eden görüşmeler ve olası anlaşma konusunda yorum yapmamayı tercih eden Beyaz Saray sözcüsü, bu konudaki soruları Türk hükümetine yönlendirdi.

Sözcü Jean-Pierre, iki ülkenin NATO üyeliklerini henüz onaylamamış olan müttefiklere de onay sürecini en kısa sürede tamamlamaları çağrısında bulundu.

Macaristan Şubat ayında onaylayacağını açıklamıştı

NATO’nun 30 üyesinden 28’i Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra NATO üyeliği başvurusunda bulunan İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka katılımına kendi parlamentolarında onay vermiş durumda.

Türkiye ve Macaristan henüz onay sürecini tamamlamamış olan iki NATO üyesi. Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto, Şubat ayında Meclis toplandığında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini onaylayacaklarını belirtmişti.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın