Türkiye’de 51 Milyon 600 Bin Kişi Açlık Sınırının Altında Yaşıyor

Türkiye’de nüfusun yüzde 37,6’sı, yani 32 milyon 150 bin kişi yoksulluk sınırının altında, nüfusun yüzde 60,4 dolayında kesi, yani 51 milyon 600 bin kişi açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi.

Kısaca, Türkiye’de nüfusun yüzde 98’i, yani 83 milyon 750 bin kişi açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamakta. 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor.

Türkiye’nin yetersiz beslenme yaygınlığı oranı yüzde 2,5. Beş yaş altı çocuklarda bodurluk prevalansı yüzde 5,5. Türkiye’de beş yaş altı çocukların yüzde 6’sı bodur ya da yaşına göre çok kısadır. Bu durum, kronik kötü beslenmeyi işaret etmektedir.

Beş yaş altı çocukların yüzde 8’i fazla kiloludur. Akut yetersiz beslenmenin bir göstergesi olan zayıflık (boya göre çok zayıf olma) yaygın değildir (yüzde 2). Bunlara ek olarak, çocukların yüzde 2’si düşük kiloludur.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP9 Yoksulluk Dayanışma Ofisi, Türkiye’de derinleşen ekonomik krizin nüfusa etkilerine ilişkin hazırladığı raporu bugün yayınladı. ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde İlerleme Yok’ başlıklı raporda şunlar kaydedildi:

“BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri̇ Ağı (Sustainable Development Solutions Network-SDSN) 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nu yayınladı. 166 ülkenin tüm hedefler doğrultusunda puanlaması yapıldı ve ilerleme durumları gösterildi.

Sıralamada Finlandiya 1. olurken, Türkiye 72. sırada yer aldı. Güney Sudan ise sıralamada sonuncu oldu. CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi olarak bizim için rapordaki en çarpıcı sonuçlardan birisi, ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte yetersiz beslenme ve bodurluk oranlarının artmasıdır.

Nüfusun yüzde 37,6’sının, yani 32 milyon 150 bin kişinin ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı görülmektedir. Kısaca, nüfusun yüzde 98’i, yani 83 milyon 750 bin kişi açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Türkiye’de nüfusun yüzde 60,4 dolayında kesiminin, yani 51 milyon 600 bin kişinin açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi.

İnsan hakları ihlali

Yoksulluk, insan hakları ihlalidir. Sosyal devlet gereği olarak, her bireyin ‘insan haklarına’ uygun şekilde yaşaması ve bu ihlallerin önlenmesine yönelik bir çalışma yapılmalıdır. Yoksulluk, ‘Küresel Çok Boyutlu Endeksi’ne (ÇBYE) göre değerlendirilmelidir. Sosyal yardımlar, hak temelli politikalar çerçevesinde düzenlenmelidir.

BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun Sıfır Açlık hedefine yönelik verilere göre; Türkiye’nin yetersiz beslenme yaygınlığı oranı yüzde 2,5. Beş yaş altı çocuklarda bodurluk prevalansı yüzde 5,5. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), 6 Haziran 2022 tarihinde gerçek zamanlı veri paylaştığı ‘Açlık Haritası’na göre, 92 ülkede toplam 866 milyon kişi yeterli gıda tüketmediğini açıkladı.

Haritaya göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor. TNSA’nın 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi ile yaptığı araştırma ise beş yaş altı çocukların yüzde 6’sı bodur ya da yaşına göre çok kısadır. Bu durum, kronik kötü beslenmeyi işaret etmektedir.

Bodurluğa, en fazla hiç eğitim almamış veya ilkokulu bitirmemiş annelerin çocuklarında rastlanmaktadır (yüzde 9). Bodurluğun en yaygın olduğu bölge Doğu (yüzde 8), en az yaygın olduğu bölge ise Batı’dır (yüzde 4). Beş yaş altı çocukların yüzde 8’i fazla kiloludur. Akut yetersiz beslenmenin bir göstergesi olan zayıflık (boya göre çok zayıf olma) yaygın değildir (yüzde 2). Bunlara ek olarak, çocukların yüzde 2’si düşük kiloludur.

Türkiye Çocuk Araştırması 2022 Raporu’na göre; peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini her gün tüketemediği belirtilen çocukların oranı yüzde 42,2, ekmek veya makarna gibi tahıl içeren yiyecekleri her gün tükettiği belirtilen çocukların oranı yüzde 62,4, meyveyi her gün tüketmediği belirtilen çocukların oranı yüzde 49,5, sebzeyi her gün tüketmediği belirtilen çocukların oranı yüzde 67; et, tavuk veya balığı her gün tüketmediği belirtilen çocukların oranı yüzde 87,3.

BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’na göre; iyi sağlık ve refah alanında anne ölüm oranı her 100 bin canlı doğumda 17,3, yenidoğan ölüm oranı ise her bin canlı doğumda 4,7, Beş yaş altı ölüm oranı ise bin canlı doğum başına 9, tüberküloz insidansı ise her 100 bin nüfusta 18, evsel hava kirliliği-ortam hava kirliliğinin ölüm oranı her 100 bin nüfusta 45,5, 15-19 yaş arası gençlerdeki doğurganlık hızı bin kadın başına 14,7.

İklim değişikliğinden en fazla etkilenenler derin yoksulluk içinde yaşayan ve en savunmasız durumda olan çocuklar. Kaynak tükendikçe çocuklar okuldan alınıp çalıştırılıyor. Yoksullaştıkça ‘çocuk evliliği’ artıyor. Açlık ve yoksulluk, suç oranını artıyor. Kirlilik, en çok çocukları etkiler. Anne karnında ve erken çocuklukta kimyasallara maruz kalmak, erken bebek ölümüne yol açıyor.

BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’na göre; eşitsizliklerin azaltılması alanında yaşlı yoksulluk oranı (66 yaş ve üzeri nüfusun yüzdesi) yüzde 13,7 (2019). Ülkemizde sosyal koruma kapsamında emekli/yaşlı, dul/yetim ve engelli/malul maaşı alan kişi sayısı, 2020 yılında 14 milyon 288 bin iken yüzde 2,4 artarak 2021 yılında 14 milyon 624 bin kişiye yükseldi (TUİK, Sosyal Koruma İstatistikleri, 2021).

İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün Mayıs 2021 tarihli Türkiye’de İşgücünde Yaşlılar ve Güvencesizlik adlı raporuna göre; yaşlı nüfusun istihdama katılım oranı ise yüzde 12’dir. 2022 yılında, çalışmak zorunda olan 65 yaş üstü 99 işçi yaşamını yitirdi. 2023 yılının ilk beş ayında, 65 yaş ve üstü 36 işçi yaşamını yitirdi (İSİG, 2023). 2022 İŞKUR verilerine göre, 65 yaş üstü toplam 2 bin 130 kişi işe yerleştirildi. Kayıtlı işsizlerde ise 65 yaş üstü 7 bin 188 kişi beklemekte.

Sosyal koruma kapsamında emekli, yaşlı, dul, yetim ve engelli, malul maaşları iyileştirilmelidir. Sosyal güvencesi olmayan yaşlıların sağlık hizmetleri için hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Belediyelerde yaşlılara yönelik bakım merkezleri, evde bakım-evde sağlık hizmetleri ve yaşlı yaşam merkezleri açılmalıdır.”

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Konut Fiyatlarındaki Artış Hız Kesti

TSKB Gayrimenkul Değerleme AŞ Genel Müdürü Makbule Yönel Maya, “Yılbaşından beri ilk defa yüzde 3’ler seviyesinde aylık artıştan bahsediyoruz. Dolayısıyla Mayıs ayı verileri çok net olarak gösteriyor ki konut fiyat endeksinde artış hızında yavaşlama var” dedi ve ekledi:

“Konut fiyatlarındaysa reel olarak düşmeyi henüz görmüyoruz. Ne düşüyor? Konut alımındaki motivasyon ve konut satış adetleri tarafında önceki aylara göre düşüyor. Özellikle yatırım amaçlı alımlar tarafında bir miktar yavaşlama var. Ayrıca satın alma maliyeti de tabii her geçen gün artıyor. Ortalama hane halkı geliri artmazken fiyatlar artıyor. Dolayısıyla bu da erişim sorununu ortaya çıkarıyor.”

Uzmanlara göre konut fiyatlarının yükselmesindeki temel sorun, yeni konut üretiminin yetersizliği. Ancak bu sorun Türkiye’de iktidarın inşaat sektörünü ekonomik büyümenin lokomotifi haline getirdiği dönemdeki arz-talep dengesizliğine dayanıyor.

Konut fiyatlarının artış hızında yılbaşından bu yana görülen yavaşlama ivmesi devam ediyor. Aylık bazda konut fiyatlarındaki artış, Mayıs ayında son iki yılın en düşük seviyesine ulaştı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) yayımladığı konut fiyat endeksine göre, Mayıs’ta konut fiyatları bir önceki yılın aynı ayına kıyasla yüzde 103,6 oranında arttı.

Bir önceki aya göre artışsa yüzde 3,6 ile sınırlı kaldı. Uzun bir dönem yükselen konut fiyatlarının durulmaya devam edeceği görüşünde olan sektör uzmanları bu durumu faizlerdeki artış ve talepteki daralmaya bağlıyor.

VOA Türkçe’den Soner Kızılkaya ve Oğulcan Bakiler’in sorularını yanıtlayan Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) Gayrimenkul Değerleme AŞ Genel Müdürü Makbule Yönel Maya, fiyat artışının hız kestiğini ancak düşmeye başlamadığını söyledi.

Maya, “Yılbaşından beri ilk defa yüzde 3’ler seviyesinde aylık artıştan bahsediyoruz. Dolayısıyla Mayıs ayı verileri çok net olarak gösteriyor ki konut fiyat endeksinde artış hızında yavaşlama var. Konut fiyatlarındaysa reel olarak düşmeyi henüz görmüyoruz. Ne düşüyor? Konut alımındaki motivasyon ve konut satış adetleri tarafında önceki aylara göre düşüyor. Özellikle yatırım amaçlı alımlar tarafında bir miktar yavaşlama var. Ayrıca satın alma maliyeti de tabii her geçen gün artıyor. Ortalama hane halkı geliri artmazken fiyatlar artıyor. Dolayısıyla bu da erişim sorununu ortaya çıkarıyor” dedi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından en son açıklanan Haziran ayına ait konut satışı rakamlarında, özellikle krediyle yapılan satışlardaki düşüş çok keskin. Türkiye genelinde konut satışları, Haziran’da bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 44,4 azalarak 83 bin 636’e geriledi. İpotekli konut satışlarıysa yüzde 66,8 azalış göstererek 13 bin 463 oldu. Son dönemde yükseliş trendinde olan yabancılara yapılan konut satışları da Haziran’da bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 69,6 azalarak 2 bin 625’e düştü.

“Hala güçlü bir talep var ama 2021-2022 yılındaki taleple karşılaştırdığımız zaman bir gevşeme olduğu görülüyor”

Satılık ve kiralık konut piyasasıyla ilgili çalışmalar yapan Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel de son aylarda konut fiyatlarının yüksek enflasyona rağmen durulduğunu söyleyerek, “Bundan önceki iki yılla karşılaştırıldığımız zaman yavaşlamış durumda. Üretici fiyatları ve inşaat maliyetleri hala yüksek ama burada hem maliyetlerin artışındaki yavaşlama etki yapıyor hem de talepte bir doygunluk belirtisi var. Hala güçlü bir talep var ama 2021-2022 yılındaki taleple karşılaştırdığımız zaman bir gevşeme olduğu görülüyor” diye konuştu.

“Konut fiyatları deprem sonrası yaşanan göçün etkisiyle en çok Ankara’da arttı”

Konut fiyat endeksine göre üç büyükşehir arasında konut fiyatlarının en çok arttığı il, Ankara. İstanbul, Ankara ve İzmir’de konut fiyatları sırasıyla aylık bazda yüzde 2,8, yüzde 5,6 ve yüzde 3,2 oranında arttı. Endeks değerleri geçen yılın aynı ayına göre ise İstanbul’da yüzde 95,2, Ankara’da yüzde 113,2 ve İzmir’de yüzde 106,2 yükseldi.

Prof. Dr. Gürsel, Ankara’da 6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketinin etkisiyle konut fiyatlarında Türkiye ortalamasının üzerinde hızlı bir artış yaşandığını kaydetti.

Gürsel, “6 Şubat’ta çok büyük bir deprem yaşandı Türkiye’de. Ciddi miktarda o illerden dışarıya diğer illere göçe neden oldu. Bu yerlerden bir tanesinin de Ankara olduğunu biliyoruz. Ankara’daki fiyatlar gerek Türkiye gerek İstanbul fiyatlarındaki artışlarından ayrıştı ve muazzam bir hızla Şubat’tan itibaren artışa geçti. Ancak son 1-2 aydır Ankara’da da hem satılan konutların azaldığını görüyoruz hem fiyatlarda da bir durulma var” dedi.

“İstanbul ilk kez Türkiye ortalamasının altına düştü”

Mayıs’ta konut metrekare birim fiyatı ise Türkiye genelinde 23 bin 573 TL oldu. İstanbul’da bu fiyat 36 bin 4 TL, Ankara’da 17 bin 647 TL, İzmir’de 27 bin 89 liraya ulaştı. Böylece İstanbul’da 100 metrekare bir evin ortalama fiyatı 3 milyon 600 bini aştı.

Maya, İstanbul’da ilk defa Mayıs ayında fiyat artışındaki yavaşlamanın Türkiye ortalaması altına düştüğünü belirterek, “Bu bence önemli bir veri. Bunu çok uzun zamandır konuşuyorduk, ‘İstanbul’da konut fiyatları çok artıyor’ deniyordu. Bu artış da bir miktar yavaşlayarak Türkiye ortalamasının altında kalmış” diye konuştu.

Fiyatların düşmesine inşaat maliyetleri engeli

Fiyat artışının daha da hız kesmesini bekleyen Maya, fiyatların düşmesine ise inşaat maliyetlerinin engel oluşturduğu görüşünde.

Maya, “Fiyat artışları tarafında bundan sonraki altı ayda asgari ücret artışı, döviz kurundaki artış ve KDV oranındaki değişikliklerin mutlaka inşaat sektörü tarafına bir yansıması olacaktır. Bu da ister istemez konut fiyatlarını etkileyecektir. Bu nedenle ikinci altı ayda da konut fiyatlarında reel bir düşme göreceğimizi ben hiç düşünmüyorum. Maliyet artışı bence konut fiyatlarının düşmesinin önündeki en büyük sınırlayıcı etken olacaktır” dedi.

“Yeni konut üretimi durunca fiyatlar patladı”

Uzmanlara göre konut fiyatlarının yükselmesindeki temel sorun, yeni konut üretiminin yetersizliği. Ancak bu sorun Türkiye’de iktidarın inşaat sektörünü ekonomik büyümenin lokomotifi haline getirdiği dönemdeki arz-talep dengesizliğine dayanıyor.

BETAM direktörü Gürsel, “2017 yılına geldiğinde muazzam bir stok birikimi vardı. Çünkü 2010’lu yıllarda o kadar çok stok üretilmişti ki sonunda bu patladı. Bu stok birikimi, yani satılmayan konut yüzünden inşaat sektöründe müthiş bir çöküş yaşandı. Fiyatlar düştü. Fiyatların düşmesiyle birlikte satılan bu konutların yerineyse yeni konutlar yapılmadı. Uzun lafı kısası gecikmeli olarak arzda müthiş bir düşüş gördük. Talepse hep mevcut, sonuçta bu ülkede hala nüfus artıyor, hane sayısı da buna bağlı olarak artıyor. Arz düşerse ne beklersiniz? Tabii ki fiyatların artmasını beklersiniz” diye konuştu.

TSKB Gayrimenkul Değerleme AŞ’den Maya da yalnızca 2017 yılında konut inşaatı için alınan ruhsat sayısının bir milyon rakamının üzerine çıktığını hatırlatarak, “Geçen yıl itibariyle 600 bin bağımsız bölüm için ruhsat almışız. Türkiye’deki talebin yeni güncel demografik özelliklere göre baktığınızda, 800 bin adetleri hesaplıyoruz” dedi.

Yabancıların Türkiye’de konut sektörüne ilgisinin de arz-talep dengesindeki sıkıntıyı katmerlendirdiğini belirten Gürsel ise “Yabancılar alıyordu ama Türk lirasının değer kaybı bu yabancıların iştahını daha da kabarttı. Bir de bunun üstüne Rusya-Ukrayna savaşı çıktı. Bunun sonucunda da ciddi bir talep artışı oldu. Özellikle bazı illerde, örneğin Antalya’da dehşet vericidir. Antalya’da 2021 yılından 2022’ye reel olarak üç kat arttı” dedi.

Paylaşın

Avrupa Parlamentosu: Türkiye İle Yeni Format Geliştirilsin

Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komisyonu’nun AP’ye sunulacak raporunda AB Komisyonu’ndan Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkiler için yeni model arayışına girmesi talep edildi. Böylece fiili olarak dondurulmuş olan tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlaması yerine yeni bir format talebi dile getirildi.

Avrupa Birliği (AB)-Türkiye ilişkileri Türkiye’deki yargı bağımsızlığı ve demokratik hak ve özgürlüklerle insan haklarındaki kötüleşme nedeniyle 2018 yılından beri fiili olarak dondurulmuş durumda.

Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komisyonu, Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki tam üyelik görüşmelerinde fiili olarak var olan hareketsizliğin aşılmasını ve Ankara ile Brüksel arasında tam üyelik müzakereleri yerine “gerçekçi” bir format geliştirilmesini talep etti.

AP’nin Türkiye raporunu bugün ele alan Dış İlişkiler Komisyonu üyeleri, söz konusu raporu 47 oy ile kabul etti. 10 üyenin çekimser kaldığı bidirilirken, ret oyu kullanılmadığı kaydedildi.

Türkiye raporunda, “Türk hükümetinin izlediği siyasi çizgide radikal bir değişiklik olmadığı sürece, AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik amaçlı müzakereler yeniden başlayamayacaktır” ifadesine yer verildiği dikkat çekti.

Komisyon’da kabul edilen ve yaz tatili sonrasında Avrupa Parlamentosu’na sunulacak raporda AB Komisyonu’ndan Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkiler için yeni model arayışına girmesi talep ediliyor. Böylece fiili olarak dondurulmuş olan tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlaması yerine yeni bir format talebi dile getiriliyor.

Öte yandan parlamenterler, mülteciler konusunda Ankara’ya destek verilmesini ve yaşanan depremler sonrasında, Türkiye’nin yeniden imarında ülkeye yardıma devam edilmesi tavsiyesinde bulunuyor.

Raporda ayrıca Türkiye’nin güvenlik, ticaret, ekonomik ilişkiler ve göç gibi konularda önemli bir partner olduğunun altı çizilirken, Ankara’dan demokratik değerlere, hukuk devleti ilkelerine ve insan haklarına saygı göstermesi ve AB’nin temel ilkelerini tanıması isteniyor.

2018’den beri ilişkiler fiilen donduruldu

Raporda ilaveten, İsveç’in NATO’ya üyeliğinin daha da geciktirilmeden onaylanması talep edilirken, “Bir ülkenin NATO’ya üyelik süreci AB’ye üyelikle hiçbir şekilde ilişkilendirilemez” ifadesine yer veriliyor. Ayrıca, “Her ülkenin AB’ye üyelik yolunda katettiği mesafe kendi yaptıklarına bağlıdır” cümlesi de söz konusu raporda yer alıyor.

Son olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsveç’in NATO’ya üyeliğinin görüşüleceği Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta 11-12 Temmuz’da yapılan NATO zirvesine seyahat öncesinde Ankara-Brüksel arasındaki iliskilerin yeniden canlandırılmasını talep etmiş, İsveç’in NATO’ya üyeliğinin onayını, bu ilişkilerin canlandırılmasıyla ilişkilendirmişti.

AB-Türkiye ilişkileri Türkiye’deki yargı bağımsızlığı ve demokratik hak ve özgürlüklerle insan haklarındaki kötüleşme nedeniyle 2018 yılından beri fiili olaran dondurulmuş bulunuyor.

AB’nin ortak güvenlik ve dış politikasına yakınlık

Raporda Ankara’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nunda (BMGK) Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınama yönündeki desteği övgü alırken, Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmayışından duyulan üzüntü de dile getiriliyor. Ayrıca Türkiye’nin ortak güvenlik ve dış politikadaki payının yüzde 7 ile tüm zamanların en düşük seviyesinde seyrettiğine de işaret ediliyor.

Türkiye raporunu hazırlayan parlamenter Nacho Sanchez Amor, “Kısa süre önce Türk hükümetinin AB ile tam üyelik müzakerelerinin canlandırılmasına yönelik ilgisini gördük. Bu, jeopolitik pazarlıkların sonucunda olmaz, sadece temel hak ve özgürlüklerle hukuk devleti ilkelerindeki gerilemenin durdurulması yönünde Türkiye’nin çabalamasıyla olacaktır. Türkiye (canlanma konusunda) samimiyse bunu somut reformlar ve icraatlarla göstermelidir” diye konuştu.

AP’nin Türkiye raporunu, oturumlarının başlayacağı Eylül ayında ele alınması bekleniyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Türkiye – Rusya İlişkileri; Denge Politikasında İbre Kayıyor Mu?

Türkiye’nin geçen hafta İsveç’in NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) üyeliğine ilişkin gösterdiği tutum değişikliği ve ardından Rusya’nın Türkiye’nin arabuluculuğunda sağlanan Tahıl Koridoru Anlaşması’ndan çekilmesi Ankara – Moskova ilişkilerini tartışmaya açtı.

Rusya uzmanı Aydın Sezer, Türkiye’nin İsveç için aldığı kararın tam bir onay anlamına gelmediğini ve şu an için “sarı ışık” olarak görülebileceğini belirterek şöyle devam ediyor:

“Bu gelişme ‘Rusya’dan uzaklaşılıyor mu?’ anlamına bence gelmez. Çünkü kıyaslanacak boyutta konular değiller. Rusya’yla iktisadi anlamdaki karşılıklı işbirliği Türkiye’nin hiçbir zaman bozmayı ya da tehlikeye atmayı düşünebileceği bir konu değil. Yazın tam ortasında turizm sezonundasınız. İkincisi de kış geliyor ve siz Rusya’ya en az 12 milyar dolar doğal gaz borcuyla giriyorsunuz.”

Sezer, İsveç’e onay verilmesinin ardındaki görünür nedenin F-16’lar olduğunu, ancak ABD ve Batı’dan beklenen sıcak paranın da önem taşıdığını düşünüyor.

Türkiye’nin eski Moskova Büyükelçisi ve aynı zamanda 2010-2013 arasında NATO Genel Sekreter Yardımcılığı da yapmış olan Hüseyin Diriöz de Türkiye’nin gerek süreçsel olarak Batı ile Rusya gerekse son savaşta Ukrayna ile Rusya arasında izlediği politikalarına atıfla Türkiye’nin aslında tarafsız olmadığı tespitini yapıyor:

“Türkiye, evet, dengeli bir politika izliyor ama bu tarafsız olduğu anlamına gelmez. Çünkü bir NATO ülkesi olan Türkiye taraftır. Dengeli olmak demek tarafsız olmak demek değildir.”

NATO’nun Vilnius zirvesi öncesinde Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin Türkiye ziyareti ile başlayan bir dizi adım, geçen haftadan bu yana Türkiye – Rusya ilişkilerinin nereye evrildiği ve ekonomik zorluklar yaşayan Türkiye’nin “Rusya’dan uzaklaşarak daha çok Batı’ya mı yaklaşmak istediği” sorularına yol açtı.

Bazı dış politika uzmanları, Türkiye’nin ekonomik zorlukların da etkisiyle kendisini yavaş yavaş Batı’ya yaklaştırmakta olduğu görüşünde, kimileri de Ankara’nın Batı ile Rusya arasında takip ettiği denge politikasında temel bir değişim beklemiyor.

Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’ya Batı tarafından uygulanan ambargolar ve yaptırımlar Türkiye’yi Rusya’nın gözünde önemli bir pozisyona getirmiş, Batı ülkeleri ve Batılı örgütlerden istediğini alamadığını düşünen Ankara da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yaklaşmıştı. Savaşın ardından denge politikası gözeteceği mesajını veren Ankara, BM Güvenlik Konseyi kararı olmadıkça yaptırımlara uymayacağını açıklamış, Tahıl Koridoru Anlaşması’nda da etkin rol üstlenerek iki tarafla da konuşabilen ülke konumunu sürdürmeye çalışmıştı. Hatta Türkiye’deki seçim sürecinde Rusya’nın yaptığı bazı jestler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a destek olarak da yorumlandı.

İsveç’in üyeliğine onayın etkisi ne olabilir?

Ancak Türkiye’nin geçen hafta İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin gösterdiği tutum değişikliği ve ardındanRusya’nın Türkiye’nin arabuluculuğunda sağlanan Tahıl Koridoru Anlaşması’ndan çekilmesi Ankara – Moskova ilişkilerini tartışmaya açtı.

NATO’nun geçen hafta yapılan Vilnius zirvesinde Türkiye, son 15 aydır üye olmaya çalışan İsveç’e yeşil ya da Sezer’e göre “sarı ışık” yakarken TBMM’den onayın geçmesi için İsveç’in şartları yerine getirmesini ve Avrupa Birliği (AB) kurumlarının da bazı adımlar atmasını talep etti. İttifak başkentlerinde zirvenin ilk birkaç gününde heyecanla karşılanan bu onay, TBMM sürecinin en iyi ihtimalle Ekim ayına bırakılmasıyla yerini tanıdık bir belirsizliğe bıraktı.

Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov ise zirvenin ardından “Türkiye’nin NATO’ya karşı yükümlülükleri var, bu konuda hayal görmüyoruz. Türkiye ile farklılıklarımız var aynı zamanda ortak çıkarlarımız da var. Moskova, Ankara ile ilişkilerini geliştirmeye daha da istekli” şeklinde bir açıklama yaptı.

Rusya’nın Türkiye’nin bu adımını olumsuz açıdan değerlendirmeyeceğini düşünen Rusya uzmanı Aydın Sezer, Rusya’nın gelişmelerden faydalanacağını söylüyor:

“Bilakis Türkiye’nin NATO’yla ilişkileri ne kadar güçlü olursa Rusya bundan o kadar fayda elde eder. Çünkü Türkiye her zaman NATO içerisinde sorun çıkartma potansiyeli olan bir ülke. S-400’den tutun, İsveç’in üyeliğinin geciktirilmesine kadar.”

Sezer, Türkiye’nin İsveç için aldığı kararın tam bir onay anlamına gelmediğini ve şu an için “sarı ışık” olarak görülebileceğini belirterek şöyle devam ediyor:

“Bu gelişme ‘Rusya’dan uzaklaşılıyor mu?’ anlamına bence gelmez. Çünkü kıyaslanacak boyutta konular değiller. Rusya’yla iktisadi anlamdaki karşılıklı işbirliği Türkiye’nin hiçbir zaman bozmayı ya da tehlikeye atmayı düşünebileceği bir konu değil. Yazın tam ortasında turizm sezonundasınız. İkincisi de kış geliyor ve siz Rusya’ya en az 12 milyar dolar doğal gaz borcuyla giriyorsunuz.”

Sezer, İsveç’e onay verilmesinin ardındaki görünür nedenin F-16’lar olduğunu, ancak ABD ve Batı’dan beklenen sıcak paranın da önem taşıdığını düşünüyor.

Türkiye’nin eski Moskova Büyükelçisi ve aynı zamanda 2010-2013 arasında NATO Genel Sekreter Yardımcılığı da yapmış olan Hüseyin Diriöz de Türkiye’nin gerek süreçsel olarak Batı ile Rusya gerekse son savaşta Ukrayna ile Rusya arasında izlediği politikalarına atıfla Türkiye’nin aslında tarafsız olmadığı tespitini yapıyor:

“Türkiye, evet, dengeli bir politika izliyor ama bu tarafsız olduğu anlamına gelmez. Çünkü bir NATO ülkesi olan Türkiye taraftır. Dengeli olmak demek tarafsız olmak demek değildir.”

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e konuşan Diriöz, Türkiye’nin NATO ile ilişkilerine ve eskiden Sovyetler Birliği ardından Rusya ile kurduğu denge tarihsel perspektiften bakıldığı zaman 1960’lardan sonra dış politikanın çeşitlendirildiğini ancak temel ayağın her zaman için sağlam şekilde Batı ve kurumları üstünde olduğuna işaret ediyor.

Diriöz, 1970’lerden ve özellikle de Kıbrıs harekâtından sonra konulan ambargoyla Sovyetlerle ilişkilerin geliştiğini ve Türkiye’nin de Almanya, Fransa, İtalya gibi o dönemde Batı içinde olan ama Sovyetlerle ilişkilerde daha rahat olan ülkeler arasında yer aldığını anımsatıyor.

Diriöz, NATO’nun Vilnius zirvesinde İsveç’in katılımı ile ilgili verilen onayın da Türkiye’nin temelde ayağının nereye bastığının görülmesi açısından önemli olduğunu ifade ediyor:

“Bazı uluslararası analistler, Batı’nın Suudi Arabistan ile ilişkisini ‘contractual’ yani ‘parça başı’ olarak tanımlar. Bizim Batı’yla ilişkilerimizin ise Batı’nın Suudi Arabistan’la olan ilişkilerinden farklı olarak aynı zamanda, biraz ortak değerlere dayalı ve ortak geleceğe yönelik olarak görülmesi önem taşır.”

Tahıl Koridoru Anlaşması’nın geleceği

Rusya’nın askıya aldığı ve süresi dolan Tahıl Koridoru Anlaşması’nın uzatılması için uluslararası toplumdan çağrılar birbiri ardına gelirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan ziyareti öncesinde havaalanında yaptığı açıklamada iyimser konuştu ve Putin ile konuyu telefonla görüşeceğini belirtti.

Ancak Rusya uzmanı Aydın Sezer’e göre Erdoğan’ın bu konuda asıl konuşması gereken kişi Putin değil ABD Başkanı Joe Biden ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmalı. Sezer, Ukrayna ve Rusya ile ayrı ayrı imzalanan ve Ukrayna tahılının dış pazarlara ulaşması protokollerinin uygulaması ile ilgili bir sıkıntı bulunmadığına, asıl sıkıntının Rusya’nın tahıl ve gübre ile ilgili BM’yle imzaladığı anlaşmada çıktığına dikkat çekiyor.

“Bu anlaşmayla Batı ve Birleşmiş Milletler verdiği sözleri yerine getirmedi” diyen Sezer, bu nedenle Erdoğan’ın Rusya ile değil asıl Batı ülkeleri ve BM ile görüşmesi gerektiğini çünkü Putin’in ikna edilecek bir durumu olmadığını belirtiyor.

Öte yandan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bugün Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiği açıklandı. Türk Dışişleri’nin açıklamasında Tahıl Anlaşması çerçevesindeki gelişmelerin ele alındığı görüşmede orman yangınlarında kullanılmak üzere Rusya’dan büyük gövdeli bir yangın uçağı temin edilmesinin de gündeme geldiği belirtildi.

Fidan dün gece de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile yaptığı telefon görüşmesinde tahıl anlaşmasına ilişkin son gelişmeleri ele aldı. Ancak görüşmeye ilişkin detay verilmedi. Ukrayna lideri Zelenskiy ise yaptığı son açıklamada, Tahıl Anlaşması’nın Rusya olmadan da devam edebileceğini belirterek “Ukrayna, BM ve Türkiye gıda koridorunun güvenliğini ve gemi denetimlerini sağlayabilirler” ifadelerini kullandı. Zelenskiy’nin bu önerisine ilişkin Ankara’dan henüz bir değerlendirme gelmedi.

Azov komutanlarının serbest bırakılması

Zelenski’nin ziyareti sırasındaAzov komutanlarının serbest bırakılması da son dönemin önemli gelişmelerinden.

Türkiye, varılan uzlaşma ile kendi topraklarında tutulan, Rusya’nın “savaş suçluları” olarak gördüğü, Ukrayna’nın ise Mariupol kentini savunması nedeniyle çok önem verdiği Azov Taburu’ndan beş komutanı ziyaret sırasında Zelenksiy’e iade etmişti.

Sezer, Rusya için “terörist” olarak tanımlanan bu komutanların teslim edilmesinin ardından Moskova’dan ilk başta bazı serzenişler geldiğini, ancak ertesi günlerde Dışişleri Bakanı Fidan’ın Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından bu tepkinin çok sertleşmediğine dikkat çekiyor.

“Resmi düzeyde Rusya bu konuda daha ileri gitmedi. Fakat medyada ve kamuoyunda hâlâ devam eden bir Türkiye karşıtlığı söz konusu” diyen Sezer, Zelenski’nin ziyaretiyle ortaya bir sorun yumağı çıktığını düşünüyor ama bunun çok ciddi hasar bırakmayacağı görüşünde.

Putin Ağustos’ta Türkiye’ye gelir mi?

Erdoğan’ın Ağustos ayı için duyurduğu Putin’in Türkiye ziyaretinin olup olmayacağı da şu an için tam net değil.

Rusya’nın henüz planlanmış bir ziyaret olmadığını söylediğini belirten Sezer, ona gelen duyumlara göre şu an için tüm seçeneklerin masada olduğunu, iki liderin belki üçüncü bir ülkede bir araya gelmesinin de söz konusu olabileceğini belirtiyor.

Paylaşın

Ekonomistler: Enflasyon Ve Dolar Zirve Yapacak

BofA ekonomistleri, Türkiye’de 2023 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 44’ten yüzde 58’e yükseltirken, enflasyonun gelecek mayıs ayında yüzde 65 ile zirve seviyeye ulaşacağını öngördü.

BofA ekonomistleri, yıl sonu Dolar/Türk Lirası tahminini ise 31 lira olarak açıkladı.

Bank of America Securities (BofA) ekonomistleri, Türkiye’ye ilişkin olarak paylaştıkları raporda enflasyon tahminlerini yukarı yönlü revize etti.

Türk Lirası’ndaki değer kaybı, asgari ücretteki yüzde 34’lük artış, ÖTV ve KDV oranlarındaki artış nedeniyle 2023 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 44’ten yüzde 58’e yükseltildi. Enflasyonun gelecek Mayıs ayında yüzde 65 ile zirve seviyeye ulaşacağı öngörüldü.

Bloomberg’te yer alan habere göre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) beklentilerini de paylaşan ekonomistler, bu hafta 500 baz puana varan bir faiz artışı olabileceğini belirtti.

Raporda, “300 ila 500 baz puan arasında bir artış olabilir. TCMB’nin ekonomiye beklenmeyen bir zarar vermemek için geçişi kademeli olarak yapacağını düşünüyoruz. Faiz artırımlarının ne kadar süreceği belirsiz. Yıl sonunda politika faizinin yüzde 35 seviyesinde olmasını bekliyoruz” ifadelerine yer verildi.

Kurum yıl sonu dolar/TL tahmininin ise 31 TL olduğunu açıkladı.

Döviz kurunda yeri rekor

Öte yandan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) perşembe günü açıklayacağı faiz kararı öncesinde döviz kurunda yeri rekorlar kaydedildi.

Euro, Türk Lirası (TL) karşısında 30 lirayı aşarken; Dolar kuru da yüzde 2’nin üzerinde yükselerek 26,92 lira ile yeni rekor seviyesine ulaştı. Böylece 28 Mayıs’taki seçimlerin ardından TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı yüzde 35’e dayandı. Euro karşısındaki değer kaybı ise yüzde 42 civarında.

Merkez Bankası geçen ay yüzde8,5 olan politika faizini, yüzde 15’e yükseltmişti. Yüksek enflasyon ve aşırı döviz talebine rağmen Türkiye 27 ay boyunca faiz artırma kararına gitmemişti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine Mehmet Şimşek’in gelmesiyle “rasyonel politikalara dönüş” mesajı verilirken Merkez Bankası’nın perşembe günü gerçekleştirilecek Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz artırımına devam etmesi bekleniyor.

Bloomberg’in anketine göre piyasadaki beklenti faizin yüzde 20’ye çıkarılması yönünde. Reuters’ın anketine görede, Merkez Bankası’nın politika faizini bu hafta 500 baz puan artırarak yüzde 20’ye yükseltmesi bekleniyor.

Paylaşın

Dikkat Çeken Rapor: Türkiye, “Çalışanlar İçin En Kötü 10 Ülke” Arasında

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) yayınlandığı raporda, Bangladeş, Belarus, Ekvador, Mısır, Esvatini, Guatemala, Myanmar, Filipinler, Tunus ve Türkiye, çalışanlar için en kötü 10 ülke olarak sıralandı.

Raporda, Türkiye’de işverenlerin “örgütlenmeye çalışan işçileri metodik olarak işten çıkardığı” kaydedildi. Raporda ayrıca, geçtiğimiz yıl Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın hapis cezası alması da yer aldı.

ITUC’nin geleneksel yıllık raporu, 148 ülkede işçi hakları ve çalışma hayatına dair uygulamalara bakılarak hazırlanıyor.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 148 ülkeyi kapsayan raporuna göre Türkiye, 2023 yılında “çalışanlar için en kötü 10 ülke” arasında gösterildi.

Raporda, “işçilerin özgürlükleri ve hakları acımasızca saldırıya uğramaya devam etti, polis protestoları bastırdı ve sendika liderleri keyfi olarak tutuklandı” denildi.

Türkiye, Küresel Haklar Endeksi’nde “işçi haklarının garanti altında olmadığı” anlamına gelen 5. grupta yer aldı.

Endekste “Çalışanlar için en kötü 10 ülke” şu şekilde sıralandı: Bangladeş, Belarus, Ekvador, Mısır, Esvatini, Guatemala, Myanmar, Filipinler, Tunus ve Türkiye.

Türkiye, son iki yıl da bu kategoride gösterilmişti. Raporda, Türkiye’de işverenlerin “örgütlenmeye çalışan işçileri metodik olarak işten çıkardığı” kaydedildi.

Raporda 26 Şubat 2023’te ‘yolsuzluğu protesto edenlerin” gözaltına alındığı ifade edildi.

İstanbul’da düzenlenen protesto sırasında gözaltına alınanlar arasında Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Sekreter Yardımcısı Fahrettin Engin Erdoğan, sendika liderleri ve üyeleri olduğu belirtildi.

Raporda, “Protesto, DİSK ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından, ülkedeki son depremin mağdurlarına yardım çabalarını engelleyen yolsuzluk raporları üzerine düzenlendi.” denildi.

“Devlet suçları için bağımsız soruşturma” isteyen ve gözaltına alınan 100’den fazla kişi arasında her iki sendika üyelerinin bulunduğu kaydedildi.

Şebnem Korur Fincancı davası

Raporda, geçtiğimiz yıl Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın hapis cezası alması da yer aldı.

Fincancı’nın “Türkiye’nin Irak’taki askeri operasyonları sırasında kimyasal gaz kullandığı iddialarına ilişkin medyada yer alan yorumları ve bağımsız soruşturma çağrısı nedeniyle” hapsedildiği; duruşmaya gözlemci olarak katılmaya çalışan beş KESK üyesi tutuklandığı ve daha sonra serbest bırakıldığı” belirtildi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Fincancı’nın görevinden uzaklaştırılmasını talep ettiği hatırlatılan belgede, “Görevden uzaklaştırma, sendikaların kendi faaliyetlerini ve yapılarını örgütleme özgürlüğüne açık ve kabul edilemez bir müdahale olacaktır.” denildi.

Raporda Fincancı için, “işkence karşıtı çalışmalarda onlarca yıllık deneyime sahip bir adli tıp uzmanı. Aktivizmi nedeniyle birçok kez takibata uğradı ve 2016’da bir basın özgürlüğü kampanyasına destek verdiği için tutuklandı.” ifadelerine yer verildi.

“Örgüt propagandası yapmak” suçundan 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılan Fincancı 2023’ün ocak ayında tahliye edildi.

“Hukukun üstünlüğü ilkesi yok”

ITUC’nin geleneksel yıllık raporu, 148 ülkede işçi hakları ve çalışma hayatına dair uygulamalara bakılarak hazırlanıyor.

Endeks, ülkeleri 1,2,3,4,5 ve 5+ şeklinde gruplara ayırıyor. İşçi hakları açısından en iyi grup 1. En kötü grup ise 5 numara. 5+ ise “hukukun üstünlüğü ilkesi bulunmadığından işçi haklarının güvence altına alınamadığı” ülkeleri gösteriyor. Raporda bu ülkeler arasında Afganistan, Somali, Suriye, Güney Sudan, Suriye, Yemen, Filistin, Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Haiti, Libya ve Myanmar bulunuyor.

Endekste, 4. grup “hakların sistematik ihlalini”; 3. grup “hakların düzenli ihlalini”, 2. grup “hakların ihlalinin tekrar edilmesini” ifade ediyor.

Raporda “ara sıra hak ihlallerinin yaşandığı” 1. grupta, Almanya, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, İrlanda, İtalya, Norveç, İsveç” sıralanıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Tahıl Koridoru Anlaşması: Rusya Çekildi

Mevcut şartlarda anlaşmaya katılımlarını durdurduklarını, gerekli koşullar sağlanırsa anlaşmaya geri döneceklerini söyleyen Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov, “Anlaşma bugün itibariyle artık yoktur” dedi.

Temmuz 2022’de Birleşmiş Milletler ve Türkiye’nin arabuluculuğundan varılan anlaşma, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle limanlarda abluka altında olan Ukrayna tahılının güvenli bir şekilde ihraç edilmesini sağlayarak küresel gıda krizini hafifletmeyi amaçlıyordu.

RIA haber ajansı Kremlin’in kararını Türkiye, Ukrayna ve BM’ye bildirdiğini kaydetti.

Anlaşma Rusya’nın Ukrayna işgalinin neden olduğu küresel gıda krizini önlemek için Birleşmiş Milletler ve Türkiye arabuluculuğunda geçen yıl Temmuz ayında imzalanmıştı. Anlaşmayla, çatışmalar nedeniyle Karadeniz üzerinden Ukrayna tahılının dünya piyasalarına güvenli şekilde taşınmasına yeniden başlanması hedefleniyordu.

Birçok kez uzatılmış olan anlaşmanın süresi bugün doluyor. Rusya aylardır anlaşmayı bir kez daha uzatması için gerekli koşulların yerine getirilmediğini kaydediyor.

Rusya, anlaşma kapsamında sözü verilen kendi tahıl ve gübresini ihraç etmesini sağlayacak adımların atılmadığını söylüyor.

Rusya’nın gıda ve gübre ihracatı Batı’nın Ukrayna savaşı nedeniyle uyguladığı yaptırımlardan muaf olsa da Moskova ödeme, lojistik ve sigorta kısıtlamalarının ihracat önünde engel oluşturduğunu belirtiyor.

Moskova’nın temel taleplerinden biri Rus Tarım Bankası Rosselkhozbank’ın SWIFT sistemine yeniden bağlanmasıydı. Banka AB tarafından 2022 yılının Haziran ayında Rusya’nın işgali yüzünden sistemden çıkartılmıştı.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, geçen hafta Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’e bir mektup yazarak Karadeniz’den tahıl ihracatına birkaç ay daha izin vererek AB’ye Rosselkhozbank’ın şubesini SWIFT’e bağlamak için zaman tanımasını istediğini aktarmıştı.

Rusya bugün Ukrayna’yı gece saatlerinde Kırım köprüsüne deniz drone’larıyla saldırarak iki kişiyi öldürmekle suçladı.

Erdoğan: Dostum Putin’in…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Körfez ülkelerine ziyareti öncesi düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin temennisinin anlaşmanın devam etmesi olduğunu söyledi.

Erdoğan, “Diplomatik gayretlerimizi yoğunlaştırdık. Bugün yapılan açıklamaya rağmen dostum Putin’in bu insani köprünün devamını istediğine inanıyorum. Bu arada Dışişleri Bakanım muhatabıyla görüşmelerini yapacak. Ben de seyahatten döner dönmez Sayın Putin ile görüşeceğim. Kendisiyle Ağustos ayında Türkiye’de bir araya geldiğimizde tüm bu hususları konuşacağız” dedi.

Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ayrıca Rus tahıl ve gübresinin sevkinin önünün açılması için nasıl hareket edilmesi gerektiğini de istişare edeceğiz…Temenni ediyorum ki bir mesafe alırız ve aralık vermeden yolumuza devam ederiz. Belki Ağustos ayını beklemeden Sayın Putin ile telefon görüşmesi gerçekleştirerek adımlarımızı atarız.”

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin kendi gıda ihracatı ve diğer önemli düzenlemelerin önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik sözlerin tutulmadığını söylemiş ve anlaşmadan çekilebileceklerinin sinyalini vermişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Cuma günü Putin ile telefon görüşmesi sonrası yaptığı açıklamada, anlaşmanın yeniden uzatılacağına inandığını söylemişti.

Paylaşın

Erdoğan Körfez Turuna Çıkıyor; Dış Kaynak İhtiyacına Çözüm Olabilir Mi?

Ekonomist Mustafa Sönmez, iktidarın Körfez sermayesiyle ilgili yarattığı beklentinin potansiyel olarak karşılığı olmadığı görüşünde. Sönmez, “Körfez sermayesiyle ilgili bir top gürültüsü kopsa da kayıtlarda durum öyle değil” diyor.

Doğrudan yabancı sermaye, portföy ve kredi-mevduat yatırımları olarak üç kanaldan bakıldığında, Körfez sermayesinin Türkiye’nin kullandığı dış kaynak içerisinde ciddi bir payının bulunmadığını söyleyen Sönmez, “Dolar/TL’nin son hali dikkate alındığında Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye tutarı yaklaşık 100 milyar dolar. Körfez’in bunun içerisindeki payı ise 7 buçuk milyar dolar civarında kalıyor” diye konuşuyor.

İktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek de Körfez sermayesinin Türkiye ekonomisi için kurtarıcı olmayacağı görüşünde. Emek, doğrudan yabancı yatırım için gelecek sermayenin en az 30 yıllık bir perspektife sahip olması gerektiğini, Türkiye’de ise bir öngörülebilirlik olmadığını ifade ediyor.

Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye yatırımları son yıllarda belirgin biçimde azaldı. Ekonominin can damarlarından biri sayılan net yabancı doğrudan yatırımlar geçen yıl 6 milyar doların altına gerilerken iktidarın umudu Körfez sermayesinde.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan iktisatçılara göre ise Körfez sermayesi, cari açığın finansmanı, ekonomik büyüme ve gelişme için kritik olan dış kaynak ihtiyacına çare olmayacak. İktisatçılar, Türkiye’de hukukun temel ilkelerinin işlediği, öngörülebilir, şeffaf, eşit ve hesap verebilir bir yönetim olmadıkça yatırım ortamının iyileşmesinin mümkün olmadığına dikkat çekiyor. Bunu sağlayacak politikaların ise kısa vadede hayata geçmesi beklenmiyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonominin dümenine geçmesiyle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye döneceği beklentileri artmıştı. Bu beklentilerin yakın zamanda gerçekleşeceğine dair güçlü belirtiler bulunmazken iktidar yönünü yine Körfez ülkelerine çevirdi.

Şimşek, seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) bir ziyaret gerçekleştirmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da NATO liderler zirvesi sonrası BAE’ye gideceğini, ziyaret kapsamında yatırım anlaşmalarının imzalanacağını bildirmişti.

Erdoğan, 17-19 Temmuz’da yapacağı ziyaretlerde Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin liderleriyle görüşecek. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre söz konusu ülkelerden Türkiye’nin enerji, altyapı ve savunma sektörlerine yatırım bekleniyor.

Peki Körfez sermayesi, Türkiye’de fiili ve potansiyel olarak nasıl bir tablo çiziyor?

En fazla yatırım Hollanda’dan

Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin (YASED) verilerine göre bu yılın ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe kıyasla yüzde 31’lik bir düşüşle 2,3 milyar dolarlık uluslararası doğrudan yatırım girişi gerçekleşti. Avrupa Birliği ülkelerinin gelen yatırım sermayesinde yüzde 80 payı bulunurken Körfez sermayesinin de içinde yer aldığı Ortadoğu’nun payı yüzde 2’de kaldı. Gelen yatırımlarda ilk sırayı alan Hollanda’yı Fransa, Almanya ve İrlanda takip etti.

2002-2022 yılları esas alındığında ise Türkiye’deki toplam doğrudan yabancı yatırımlarda AB’nin yüzde 59, Ortadoğu’nun yüzde 8 payı bulunuyor.

Ekonomist Mustafa Sönmez, iktidarın Körfez sermayesiyle ilgili yarattığı beklentinin potansiyel olarak karşılığı olmadığı görüşünde. Sönmez, “Körfez sermayesiyle ilgili bir top gürültüsü kopsa da kayıtlarda durum öyle değil” diyor.

Doğrudan yabancı sermaye, portföy ve kredi-mevduat yatırımları olarak üç kanaldan bakıldığında, Körfez sermayesinin Türkiye’nin kullandığı dış kaynak içerisinde ciddi bir payının bulunmadığını söyleyen Sönmez, “Dolar/TL’nin son hali dikkate alındığında Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye tutarı yaklaşık 100 milyar dolar. Körfez’in bunun içerisindeki payı ise 7 buçuk milyar dolar civarında kalıyor” diye konuşuyor.

Son dönemde portföy yatırımlarının da çok azaldığını, hisse senedi piyasasında 23 milyar dolarlık bir yabancı yatırım stoku bulunduğunu ifade eden Sönmez, Körfez sermayesinin bu alandaki payının da oldukça düşük olduğuna dikkat çekiyor. Swap işlemlerinin de yer aldığı kredi-mevduat alanında ise “hatır gönül ilişkisi” ile Körfez ülkelerinden birtakım yatırımlar yapıldığının bilindiğini, bunların ise kısa vadeli olduğunu vurguluyor.

“Türkiye için kurtarıcı olamaz”

Devlet Planlama Teşkilatı eski uzmanı, iktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek de Körfez sermayesinin Türkiye ekonomisi için kurtarıcı olmayacağı görüşünde. Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımların dağılımına bakıldığında yatırımların büyük büyük bölümünün Avrupa’dan geldiğinin görüldüğünü, Körfez sermayesinin ise çok küçük bir oranı temsil ettiğini dile getiren Emek, “Bir de gelenlerini de gördük. Türk Telekom’u gördük, Tank Palet Fabrikasını gördük. Öylesi de gelmesin zaten” diyor.

Uğur Emek, Türk Telekom’un yüzde 55 hissesinin 2005 yılında özelleştirilerek Lübnanlı Hariri ailesine ait olan Saudi Oger’e bağlı Oger Telecom’a satıldığını, devlet bankalarından kullanılan kredi ile kamunun zarara uğratıldığını hatırlatıyor. Emek, sonuç itibariyle ödenmeyen kredi borçları nedeniyle şirket hisselerinin Varlık Fonu’na devredildiğini ifade ediyor. Tank Palet Fabrikası’nın Katarlılara satıldığına ilişkin tartışmalara da değinen Emek, bu konunun halen belirsizliğini koruduğuna işaret ediyor.

Doğrudan yatırım neden önemli?

Doğrudan yabancı sermeye yatırımları, küresel yatırımcıların bir ülkeye fabrika ve üretim tesisleri kurarak, şube açarak veya var olan bir şirketi tamamen veya kısmen satın alarak yaptıkları yatırımları kapsıyor. Uzun vadeli olan bu yatırımlar, Türkiye gibi dış kaynak ihtiyacı olan ülkelerde cari açığın sağlıklı finansmanı ve ödemeler dengesi açısından büyük önem taşıyor.

Doğrudan yabancı yatırımlar, ülkeye yeni teknoloji girmesi, yeni istihdam alanları açılması ve yeni ihracat imkânları ortaya çıkarması nedeniyle ekonomik büyüme açısından önemli bir unsur. Türkiye’de ise son yıllarda ise net doğrudan yatırım girişlerinin giderek azaldığı gözleniyor.

Merkez Bankası verilerine göre geçen yıl net doğrudan yabancı sermaye yatırım girişi, 5 milyar 900 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Net yabancı girişi 2007’de 18 milyar 394 milyon dolar olurken küresel krizin etkisiyle 2008’den itibaren gerilemeye başlamış, izleyen iki yılda 6 milyar dolar dolayında gerçekleşmişti. Yabancı doğrudan yatırım girişleri, 2011 ve 2012 yıllarında yeniden 10 milyar doların üzerine çıkarken pandemi yılı olan 2020’de 4 milyar 401 milyon dolara kadar düştü. Bu rakam 2021’de ise 6 milyar 873 milyon dolar oldu.

Körfez’den gelen sermayenin teknoloji transferi ya da istihdama katkı gibi bir yönü olmadığını, katkılarının sadece finansal anlamda olduğunu dile getiren Sönmez, bu anlamda Körfez sermayesinin doğrudan yatırımcı profili olmadığını vurguluyor.

Türkiye’deki sermaye de kaçıyor

Türkiye’de dışardan gelen doğrudan yatırımlar azalırken, resmi rakamlar aynı dönemde Türkiye’den yurt dışına sermaye göçünün de hızlandığına işaret ediyor.

Merkez Bankası verilerine göre 2007’de yaklaşık 2 milyar dolarlık bir sermaye Türkiye’den yurtdışına giderken, geçen yıl 4,5 milyar doları aştı. Doğrudan yatırım için giden yerli sermayenin bu amaçla gelen yabancı sermayeye oranı yaklaşık yüzde 80’e ulaştı.

Mustafa Sönmez, Türkiye’de küresel firma olma iddiasıyla yurtdışına yatırım yapan firmaların bulunduğunu, ancak bunların yanı sıra oturum izni ya da vatandaşlık almak, B planı olarak alternatif bir yaşam tasarlamak amacıyla yurtdışına giden sermayenin de olduğunu vurguluyor. Sönmez, B planı amacıyla yurtdışına gidenlerin ağırlıkta olduğu görüşünü paylaşıyor.

Türkiye’de ise 40’lı 45’li yıllarda ampul üretimi, ilaç, otomotiv gibi alanlara yatırım yapan yabancı sermayenin halen toplam stok içerisinde büyük payı olduğunu söyleyen Sönmez, en son telekomünikasyon alanında yatırımların olduğunu, bunun dışında Tekel, Petkim, Türk Telekom’un da aralarında olduğu özelleştirmelerle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye geldiğini aktarıyor. Türk Telekom’u satın alan Saudi Oger’in bu yatırımının daha sonra çürük çıktığını ifade eden Sönmez, özelleştirmelerin dışında en son Volkswagen’in Türkiye’ye yatırım yapma kararı aldığını ancak şirketin bu karardan daha sonra vazgeçtiğini hatırlatıyor.

Avrupalı yatırımcı neden gelmiyor?

Prof. Dr. Uğur Emek, doğrudan yabancı yatırım için gelecek sermayenin en az 30 yıllık bir perspektife sahip olması gerektiğini, Türkiye’de ise bir öngörülebilirlik olmadığını ifade ediyor. Meclis’te yapılan son oylamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a vergileri artırabilme yetkisi verildiğine dikkat çeken Emek, “Bankalara diyorsunuz kâr payı almayın, BDDK’nın bu yetkisi var. Kira sözleşmesi yapıyorsunuz, yüzde 25 sınır geliyor. Marketlere Karter anlaşması yapıp fiyatları yükseltiyorsun deniyor. Böyle bir ortama yabancı doğrudan yatırım gelir mi” diye konuşuyor.

“Mahkemeye gittiğinizde ne olacağını bilmiyorsunuz” diyen Emek, Can Atalay ve Osman Kavala’nın tutukluluklarını hatırlatıyor.

Emek, hukukun üstünlüğü olmadan, ekonomik özgürlük olmadan, sağlam bir para ve maliye politikanız olmadan yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmeyeceği görüşünde. Yabancı yatırımcılar için Avrupa Birliği’nin temel kurallarından olan öngörülebilirlik, şeffaflık, eşitlik ve hesap verebilirliğin önemli olduğuna işaret eden Emek, Türkiye’de ise yetkilerin tek kişide toplandığı mevcut sistemde kurumların kalitesinin giderek azaldığını, bunun yabancı yatırımcılar tarafından devlet kurumlarının bizzat kendi sitesinde yer alan İngilizce raporlar üzerinden okunabildiğini vurguluyor.

Doğrudan yabancı yatırım açısından Türkiye’nin riskli bulunduğuna işaret eden Mustafa Sönmez de “Mehmet Şimşek’in gelişiyle beraber bir yatırım ortamı ikliminin oluşması kolay değil. Siyaseten Erdoğan’ın tekrar iktidara gelmesi yatırımcı açısından beklenen bir şey değildi. İktisadi olarak da bir rasyonel dönüşüme henüz geçiş yok. Şu anda yapılanlar kozmetik. Yerel seçimler kadar da böyle gidecek gibi gözüküyor. Ekonomik rasyonaliteyi dikkate alan yabancı kaynak girişi o yüzden hale uzak. Onu gördükleri için Körfez’den yatırım getirebilir miyiz diye çabalıyorlar” ifadelerini kullanıyor.

“Ciddi dış kaynak sıkıntısı olacak”

Türkiye’de şu anda doğrudan yatırım olarak görünen yatırımların önemli bir kısmının da gayrimenkul satışından kaynaklandığına işaret eden Sönmez, gayrimenkul satışı çıkarıldığında doğrudan yatırım girişinin durmuş vaziyette olduğuna dikkat çekiyor.

Portföy yatırımlarından da çıkış olduğunu, kredi temininde ise Türkiye’nin risk primi yükseldiği için dışarıdan kaynak kullanmanın kolay olmadığını vurgulayan Sönmez, “İktidar bu nedenle politik ilişkilerle kaynak bulmak derdine düşüyor. Ama politik ilişkilerle de bu çark dönmez. Türkiye önümüzdeki zaman diliminde ciddi bir dış kaynak sıkıntısı yaşayacak. Bu, hem büyümeye etki edecek hem de içeride döviz fiyatlarını yukarı çekerek ciddi bir enflasyon sorunu yaratmaya devam edecek” yorumunu yapıyor.

Paylaşın

Milletler Ligi’nde Şampiyon A Milli Kadın Voleybol Takımı

A Milli Kadın Voleybol Takımı, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Teksas eyaletindeki Arlington kentinde oynanan 2023 FIVB Milletler Ligi’nin finalinde Çin’i 3-1 yenerek tarihinde ilk kez şampiyon oldu.

Haber Merkezi / A Milli Kadın Voleybol Takımı, Cumhuriyetin 100. yılında bu tarihi zaferle dünya sıralamasında da ilk basamağa çıktı.

Millilerden Melissa Vargas, Milletler Ligi finallerinin en iyi oyuncusu (MVP) seçildi. Organizasyonun rüya takımına da Millilerden üç isim girdi. Zehra Güneş, En İyi Blok Yapan Orta Oyuncu, Gizem Örge, En İyi Libero ve Melissa Vargas ise En İyi Pasör Çaprazı olarak rüya takıma seçildi.

Salon: College Park Center
Hakemler:  Noemi Karina Rene (ARG)Sumie Myoi (JPN)
Çin: Diao, Yingying Li, Wang, Gong, X.Gong, Y.Wang, Yuan, Wang (L) (Du, Ni (L), Zheng, Zhong, Xu, Gao, Yang)
Türkiye: Elif, Ebrar, Zehra, Vargas, Derya, Eda, Gizem (L) (Cansu, Simge (L), Ayça, Saliha, İlkin)
Setler: 22-25, 25-22, 19-25, 16-25
Süre: 105 dakika

2018 yılında ligi ikincilikle tamamlayan Filenin Sultanları, 2021’de üçüncü; 2019 ve 2022 yıllarında ise 4’üncü olmuştu.

Öte yandan Polonya ile ABD, Milletler Ligi’nde bronz madalya müsabakasında karşılaştı. Rakibini, 25-15, 16-25, 25-19, 18-25 ve 17-15’lik setlerle 3-2 yenen Polonya, bronz madalyanın sahibi oldu. Polonya, organizasyon tarihinde ilk kez madalya kazanma başarısı gösterdi.

Paylaşın

İsveç’ten Yeni Kriz Yaratabilecek Karar: Türkiye’nin İade Talebine Ret

Türkiye, İsveç’in NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) üyeliğine aylardır yükselttiği itirazı Litvanya’da düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kaldırırken, İsveç’ten yeniden kriz yaratabilecek bir karar geldi.

İsveç Anayasa Mahkemesi, İsveç’te göçmen statüsünde bulunan iki kişinin Türkiye’ye iadesiyle ilgili talebi değerlendirdi. Mahkeme konuya ilişkin olarak verdiği karara dair açıklamada, “Çifte suç şartı oluşmamıştır” ifadesine yer vererek bahsi geçen eylemlerin İsveç yasalarına göre suç teşkil etmediğine hükmetti. Bu sebeple de Türkiye’nin iade talebini reddetti.

Türkiye, söz konusu iki kişiyi FETÖ terör örgütü üyesi oldukları ve Bylock isimli örgüt içi haberleşme yazılımını yükleyip kullandıkları gerekçesiyle suçluyor ve iadelerini talep ediyordu. Mahkeme kararında, “Bir mobil uygulamayı telefonuna indirmek ve kullanmak Terör Suçları Yasası kapsamında tek başına bir suç olarak değerlendirilemez” ifadesine yer verdi.

İsveç, NATO üyeliğine Türkiye’nin onay vermesi amacıyla Mayıs ayında yaptığı düzenlemelerle terörle ilgili yasalarında sıkılaştırma ve yeni düzenlemeler yaptı. Yeni düzenlemelerle ülke genelinde terör örgütlerine destek verme yada propagandasını yapma eylemi 4 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Bu cezanın suçun niteliğine göre 8 yıla kadar arttırılabilmesi de mümkün.

Ancak mahkeme son olayda, Türkiye’nin iadesini talep ettiği kişilerle ilgili bir suç olmadığına hükmederken, söz konusu kişilerin Türkiye’ye verilmeleri durumunda kötü muamele görme riskiyle karşı karşıya olduklarına değindi ve bu kişilerin İsveç’te göçmen statüsünde bulunduklarını hatırlattı.

İsveç’te iade kararlarında karar verme yetkisi hükümete ait. Yüksek Mahkeme iki Türk vatandaşının durumunda iadenin yasal olmadığına hükmetmiş oldu.

Türkiye İsveç’in NATO üyeliğine aylardır yükselttiği itirazı Litvanya’da düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kaldırmıştı. İsveç’in NATO üyeliğine onayın 15 Temmuz’da tatile girecek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine Ekim ayında gelmesi bekleniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuyla ilgili dün Litvanya’da yaptığı açıklamada “2 aylık bir Meclis tatili var. Tabii ekim ayında bu tatilden çıkma durumu söz konusu değil. Zira birçok uluslararası sözleşmeler var, birçok görüşülmesi gereken yasa önerileri var. Bunların önem sırasına göre bu attığımız adım da burada yerini alacak ama mümkün olduğu kadar kısa zamanda bu işi bitirmek bizim hedefimiz” demişti.

Paylaşın