Karadeniz Tahıl Koridoru: Rusya’dan Türkiye’ye Alternatif Önerisi

Ukrayna’nın savaşa rağmen Karadeniz limanlarından tahıl ihraç etmesine olanak tanıyan 1 yıllık anlaşmadan geçen ay çekilen Rusya, Türkiye ile ‘Karadeniz tahıl koridoru’ anlaşmasının alternatiflerini görüşmek istiyor. 

Alternatif plan kapsamında Rusya’nın – Katar’ın da mali desteğiyle – Türkiye’ye indirimli fiyatla bir milyon ton tahıl göndereceği ve bu tahılların Türkiye’de işlenerek en çok ihtiyaç sahibi ülkelere gönderilebileceği belirtiliyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un sözcüsü çarşamba günü yaptığı açıklamada, Lavrov ve Türk mevkidaşı Hakan Fidan’ın bu hafta yapacakları toplantıda Moskova’nın Karadeniz tahıl anlaşmasına alternatif önerisini görüşeceklerini aktardı.

Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Bu projeyi Karadeniz anlaşmasına en uygun çalışma alternatifi olarak görüyoruz” dedi.

Geçen ay Tahıl Anlaşmasından çekilen Rusya Ukrayna limanlarına ve tahıl depolarına defalarca saldırdı. Bu saldırılar sonrası Ukrayna ve Batılı devletler Moskova’yı “gıdayı bir savaş silahı olarak kullanmakla” suçladı.

Rusya ise tahılın çok azının fakir ülkelere gitmesi ve Batı yaptırımları nedeniyle kendi tahıl ve gübresinin ihracatında engellerle karşı karşıya olması nedeniyle anlaşmadan çekildiğini söylüyor.

“Erdoğan Rusya’yı ziyaret edecek”

Bakan Fidan, bugün ve cuma günü Lavrov’la görüşmek üzere Moskova’da olacak. Kremlin’den yapılan açıklamada, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da yakında Rusya’yı ziyaret edeceği söylendi.

Tahıl anlaşmasının sona ermesinden bu yana altı Afrika ülkesine yeterli miktarda bedava tahıl tedarik etme sözü veren Rusya’nın önerdiği düzenlemeye Katar’ın nasıl bir teşvikle katılacağı ise henüz belli değildi.

Tahıl anlaşmasının çökmesinin bu yana Moskova Ukrayna’ya giden tüm gemileri potansiyel olarak askeri kargo taşıyan gemiler olarak değerlendiriyor ve müdahale etme hakkını saklı tutuyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

AK Parti Döneminde Yabancılara 289 Bin 412 Konut-İşyeri Satıldı

AK Parti döneminde yabancılara 28 milyon 320 bin 28 metrekare araziyle 289 bin 412 adet konut-işyeri satıldı. Satılan arazi satış adediyse 15 bin 812 oldu. Bu dönemde en çok Ürdün vatandaşları arazi ve konut satın alırken, Ürdün vatandaşlarını Ruslar takip etti.

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, “Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye kadar kolay vatandaşlık verilmiyor. Bu durum ülkemizi adeta suç örgütlerinin, uyuşturucu baronlarının hedef ülkesi konumuna getiriyor” dedi.

Özgür Karabat, “Bu tablo ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeye işaret ettiği gibi sorumluluk makamında olanları derhal işgali durdurmaya çağırıyoruz. Ya bu işgali durdurun ya da işgal ettiğiniz makamlardan istifa edin” diye konuştu.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Özgür Karabat’ın sorularına yanıt veren İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya; Türkiye’de konut ve arazi satın alan yabancıların ülkelerini ve sayılarını açıkladı.

ANKA‘nın aktardığına göre; Antigua ve Baruda, Aruba, Samoa, Botswana, Kiribatı, Palua, Saint Kitts ve Nevis, Liechtenstein’in de aralarında olduğu 180 ülke vatandaşına 1 Ocak 2002’den 19 Temmuz 2023’e kadar; 28 milyon 320 bin 28 metrekare araziyle 289 bin 412 adet konut-işyeri satıldı. Bu dönemde satılan arazi satış adediyse 15 bin 812 oldu.

Türkiye’den en çok Ürdün vatandaşları arazi ve konut satın aldı. Ürdün vatandaşlarını Ruslar takip etti. Karabat, “Sorumluluk makamında olanları derhal işgali durdurmaya çağırıyoruz. Ya bu işgali durdurun ya da işgal ettiğiniz makamlardan istifa edin” dedi.

Türkiye’den arazi satın alan ülkelerin başında Ürdünlüler yer aldı. Ürdünlüler, 3 milyon 227 bin 879 metrekare arazi aldı. Ürdünlüleri 2 milyon 782 bin 695 metrekare araziyle Sudi Arabistan vatandaşları ve 2 milyon 86 bin 933 bin metrekare arazi ile de Filistinliler izledi.

Türkiye’den konut satın alan ülkeler arasında başı Rusya Federasyonu çekti. Ruslar 41 bin 917 konut aldı. Rusları, İranlılar izledi ve İranlılar 32 bin 529 konut edindi. Konut alanlarda üçüncü sırayı 30 bin 79 konutla Iraklılar izledi.

Türkiye’de konut ve arazi alanlar arasında Karayipler’deki Antigua ve Baruda vatandaşları bulunuyor. 280 kilometre büyüklüğündeki bu ülkede kişi başı gelir 18,6 bin dolar ve ülkenin nüfusu 96 bin kişi. Bu ülkeden bir kişi Türkiye’den 14 metrekare arazi aldı. Bu ülke vatandaşlarına ayrıca 39 konut satıldı.

Yine bir Karayip ülkesi Aruba’dan da konut satın alan oldu. Ülkenin 119 bin tahmini nüfusu var ve kişi başına gelir 23,8 bin dolar. Aruba vatandaşları Türkiye’den 13 arazi aldı ve bu arazilerin büyüklüğü 26 bin 29 metrekare. Arubalılar ülkeden 114 konut da satın aldı.

Ülke ülke konut satışı

Güney Pasifik’te yer alan Batı Samoa’nın nüfusu 202,5 bin kişi ve kişi başına gelir 4 bin dolar civarında. Bir Samoualı ülkeden bir konut aldı. Belize Orta Amerika’nın kıyısında bir ülke. 419 tahmini nüfusu var ve kişi başına gelir 5,6 bin dolar civarında. Belizeliler Türkiye’den 6 konut aldı.

Benin, bir Afrika ülkesi. Nüfusu 11, 7 milyon ve kişi başına düşen gelir 3,4 bin dolar. Benin’den bir kişiye bir konut satıldı. Bermuda; 67,8 bin nüfusu ve kişi başına 91,4 bin dolar geliriyle Türkiye’den taşınmaz satılan ülkeler arasında yer aldı. Bermudalılara 29 bin 666 bin metrekare arazi ve 286 konut verildi.

Bhutan, Güney Asya ülkesi. Nüfusu 754 bin ve kişi başına geliri 3,4 bin dolar. Bhutanlılar ülkeden 1135 metrekare arazi satın aldı. Güney Afrika ülkesi olan Botswana, 2,2 milyon tahmini nüfusa sahip ve kişi başına gelirleri 6,5 bin dolar. Botswanalılar 5 konut satın aldı.

Güneydoğu Asya ülkesi Bruney’in nüfusu 460 bin kişi ve kişi başına gelir 61,8 bin dolar. Bruneyliler ülkeden 5 konut sahibi oldu. Burundi, bir Afrika ülkesi. Nüfusu 11,8 milyon kişi ve kişi başına gelir 783 dolar. Bir Burundi vatandaşı Türkiye’den konut aldı.

El Salvador, Orta Amerika ülkesi. Nüfusu 6,4 milyon ve kişi başına geliri 8,4 bin dolar. El Salvador vatandaşlarına 4 konut verildi. Afrika ülkesi Eritre, 6 milyon nüfuslu ve kişi başına geliri 1,7 bin dolar. Eritreliler Türkiye’den 4 bin 300 metrekare arazi, 198 konut satın aldı.

Pasifikte bir ada ülkesi Fiji, 926 bin nüfusa ve 11 bin dolar kişi başı gelire sahip. Fijililer Türkiye’den 2 konut sahibi oldu. Afrika ülkesi Gabon 2,1 milyon nüfusa sahip ve 15,8 bin dolar kişi başı geliri var. Gabon’dan 3 kişi ülkeden konut aldı.

Afrika ülkesi Gine Bisua, 1,8 milyon nüfuslu ve kişi başı geliri 2,3 bin dolar. Türkiye’den Gine Busiualılara 3 konut satıldı. Guatemala’nın nüfusu 17 bin kişi ve kişi başına geliri 8,2 bin dolar. Guatemala’ya 4 konut satıldı. Güney Amerika ülkesi Guyana, 786 bin nüfusa sahip ve kişi başına geliri 17 bin dolar. Guyana’dan bir kişi Türkiye’den bir konut aldı.

Büyük Okyanus’taki Kiribatı, 123 bin kişi ve 2 bin dolar kişi başı geliri bulunuyor. Kitirbatı’dan bir kişi Türkiye’den konut edindi. Bir Afrika ülkesi olan Komor Adaları, 850 bin nüfusa ve kişi başı 3 bin dolar gelire sahip. Komor Adaları vatandaşları Türkiye’den 25 konut satın aldı.

Lesotho, Afrika’da 2,1 milyon nüfus ve kişi başı 924 dolar geliri olan bir ülke. Bu ülke vatandaşlarına Türkiye’den 4 konut satıldı. Orta Avrupa ülkesi Liechtenstein 39 bin nüfus ve kişi başı 98 bin dolar gelire sahip. Bu ülke vatandaşlarına Türkiye’den 4 konut verildi.

Bir Doğu Afrika ülkesi olan Mauritius’in 1,2 milyon nüfusu ve kişi başı 20,7 bin dolar geliri var. Bu ülke vatandaşlarına Türkiye’den 10 konut verildi. Palua, Okyanusya’nın kıyısında 18,2 bin nüfuslu ve 14 bin dolar geliri olan bir ülke. Palua vatandaşları Türkiye’den 2 konut edindi.

Saint Kitts ve Nevis, 52,4 bin nüfuslu ve kişi başı 21 bin dolar geliri olan bir Karayip ülkesi. Bu ülke vatandaşları Türkiye’den 8 bin 523 metrekare arsa, 233 kontu satın aldı. Afrika ülkesi olan Sierra Leone’nin 8 milyon nüfusu ve kişi başı 1711 dolar geliri var. Bu ülke vatandaşları Türkiye’den 2 konut aldı.

Güney Büyük Okyanus’taki Vanuata, 307 bin nüfuslu, kişi başı 2,6 bin dolar geliri olan bir ülke. Bu ülke vatandaşları Türkiye’den 235 metrekare arazi ve 93 konut satın aldı. Türkiye’den vatansız statüdeki kişilerse 771 metrekare arazi ve 3 konut edindi.

“Türkiye kadar kolay vatandaşlık yok”

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın bir Arap televizyonuna verdiği demeçte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını “pazarlayan” konuma düştüğünü belirterek, “Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye kadar kolay vatandaşlık verilmiyor. Bu durum ülkemizi adeta suç örgütlerinin, uyuşturucu baronlarının hedef ülkesi konumuna getiriyor” dedi.

Karabat ülkeleri sıralayarak, bu ülkelerden konut alanlara vatandaşlık verildiğini de söyledi. Karabat, “Bu tablo ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeye işaret ettiği gibi sorumluluk makamında olanları derhal işgali durdurmaya çağırıyoruz. Ya bu işgali durdurun ya da işgal ettiğiniz makamlardan istifa edin” diye konuştu.

Paylaşın

IMF Heyeti, 4. Madde Kapsamında Türkiye’yi Ziyaret Edecek

Uluslararası Para Fonu (IMF), teknik bir ekibin, 4. madde kapsamında Türkiye’yi ziyaret edeceğini açıkladı. IMF açıklamasında, Türkiye’den mali yardıma ilişkin herhangi bir işaret alınmadığını da belirtti.

VOA Türkçe’nin aktardığına göre, ziyarete ilişkin IMF’den yapılan açıklamada, şöyle denildi:

“Teknik bir ekip, 4. madde konsültasyonuna hazırlık amacıyla Türk yetkililerle görüşmelerde bulunmak üzere Eylül ayı sonunda Türkiye’ye rutin bir ziyaret gerçekleştirecektir. Bu ziyaret aynı zamanda son ekonomik gelişmeler, görünüm ve makro mali politikalar hakkında görüş alışverişinde bulunmak için bir fırsat olacaktır. IMF, Türk yetkililerden Fon’dan mali yardım talebinde bulunmayı düşündüklerine dair herhangi bir işaret almamıştır.”

4. madde ve Türkiye-IMF ilişkileri

IMF’nin anlaşma maddelerinin 4. maddesi, her yıl üyelerle ikili görüşmeler yapılmasını, bir ekibin üye ülkeyi ziyaret ederek, ekonomik ve mali bilgiler toplamasını ve yetkililerle ülkenin ekonomik gelişmelerini ve politikalarını görüşmesini düzenliyor.

Türkiye, 1944’te kurulan IMF’ye 1947 yılında üye oldu. Türkiye, ilk kez 1958’de dış borç alabilmek amacıyla IMF tarafından hazırlanan bir programı yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Böylece IMF ile Türkiye arasındaki ilk stand-by anlaşması da 1 Ocak 1961 yılında yapılmıştır.

18 Haziran 1980’de IMF ile ilk kez daha uzun süren bir stand-by düzenlemesi yapıldı ve bu anlaşma, 17 Haziran 1983’e kadar sürdü. 18. stand-by anlaşmasını 4 Şubat 2002’de imzalayan Türkiye, bu anlaşma sona ermeden hemen önce, Ocak 2005’de yeni bir stand-by anlaşması yaptı.

Son kalan borç, Mayıs 2013’te yapılan son taksit ödenmesinin sonrasında tamamen kapatıldı. Türkiye 1961’den 2013’e kadarki süreçte, IMF’den toplam 50 milyar doların üzerinde kaynak kullandı.

Uluslararası Para Fonu nedir?

1944 yılında ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods’ta kurulan ve 1947’de fiilen çalışmaya başlayan milletlerarası ekonomik meselelerle uğraşan bir teşkilat olan IMF “küresel para iş birliği, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdam ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik ve dünya çapında yoksulluğu azaltmayı teşvik etmek için çalışan, 189 ülkenin üye olduğu organizasyondur.

Kuruluşun belirtilen hedeflerinde, ödemeler dengesi ihtiyaçlarını karşılamak için üye ülkelerin mali kaynaklarını kullanılabilir hale getirmek de dahil olmak üzere uluslararası ekonomik iş birliği, uluslararası ticaret, istihdam ve döviz kuru istikrarını teşvik edilmesi olarak tanımlanmaktadır. IMF’nin merkezi ABD’de, Washington, DC’de bulunmaktadır.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra milletlerarası ekonomik problemler karmaşık hale gelmiş, I. Dünya Savaşı’ndan sonra düşülen ekonomik buhranla savaş sonrası ekonomik depresyonlar da ekonomik ilişkileri tehdit eder bir vaziyet almıştı. Avrupa devletlerinin II. Dünya Savaşı sonrası bozuk ve depresyon içindeki ekonomik durumlarının aksine Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş boyunca ihracatının altın stoklarının artması, ekonomik bakımdan yardım yapacak tek ülke durumuna gelmesine sebep oldu.

ABD, Avrupa devletlerine doğrudan yardım yapmak yerine mali kurumlar kurarak yardım yapılması taraftarı oldu ve 1944 yılında Bretton Woods’ta 45 devletin katılımıyla birtakım kararlar alındı. Bretton Woods Antlaşması’nda; birisi, Milletlerarası Para Fonu, diğeri, Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) yahut kısaca Dünya Bankası isimleriyle iki ekonomik kurumun kurulması kararlaştırılmıştır.

IMF, Avrupa devletlerinin ödeme bilançolarında ortaya çıkabilecek geçici (kısa vadeli) ödeme güçlüklerinde kredi vererek milletlerarası ticaretin bu yüzden daralmasını önlemek; Dünya Bankası da uzun vadeli yatırım kredileri vermek suretiyle, Avrupa devletlerinin yeniden imarını sağlamak, ödeme bilançolarındaki yapısal dengesizlikleri gidermek için kurulmuştur.

Her iki kurumun, sermaye ve kaynaklarının önemli bir kısmı ABD tarafından temin edilmiştir. Bu kurumlara üye olan ülkelerin prensip olarak, içeride enflasyonu önleyici para politikaları takip etmeleri, dış ticareti ise tek taraflı devalüasyonlar ve ithal sınırlamalar yüzünden daraltmamaları, aksine bu tehditleri olabildiğince kaldırmaları gerekecekti.

Paylaşın

TİHV’den Dikkat Çeken Rapor: İşkence Başvuruları Yüzde 22 Arttı

TİHV’in tespitlerine göre işkence ve kötü muamele gördüğü için 2022 yılında TİHV’e başvuranların sayısı önceki yıla göre yüzde 22 arttı. Bin 201 kişinin kendisi ya da bir yakını işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı için vakfa başvuru yaparken başvuranların en küçüğünün 3 yaşında olduğu ifade edildi.

Raporda Diyarbakır, Van ve Cizre’deki TİHV merkezlerine yapılan başvuruların her yıl giderek arttığının altı çizilirken gördüğü işkence ve kötü muamele nedeniyle vakfa başvuranların yüzde 68,8’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesi doğumlu kişiler olduğu aktarıldı.

TİHV Başkanı Metin Bakkalcı da raporun sunuş yazısında bu verinin insan hakları konusundaki kötü gidişatın bir göstergesi olduğunu belirtti.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) 2022 Yılı Tedavi Merkezleri Raporu’nu yayımladı.

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar‘ın aktardığına göre; TİHV’in tespitlerine göre işkence ve kötü muamele gördüğü için 2022 yılında TİHV’e başvuranların sayısı önceki yıla göre yüzde 22 arttı. Bin 201 kişinin kendisi ya da bir yakını işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı için vakfa başvuru yaparken başvuranların en küçüğünün 3 yaşında olduğu ifade edildi.

Raporda 1990 yılından bu yana işkence görenler ve yakınları için tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları yürüten TİHV’in tarihinde, 2001 yılındaki en yüksek başvuru sayısından sonraki en yüksek ikinci başvuru sayısına ulaşıldığı vurgulandı. TİHV Başkanı Metin Bakkalcı da raporun sunuş yazısında bu verinin insan hakları konusundaki kötü gidişatın bir göstergesi olduğunu belirtti.

Rapora göre, vakfa başvuran 1201 kişiden 1117’si kendisi, 84’ü ise bir yakını işkence ve kötü muamele gördüğü için TİHV temsilciliklerine ulaştı. Başvuranların 756’sı 2022 yılı içinde, diğerleri ise önceki yıllarda işkence ve kötü muamele gördüğünü ifade etti. Raporda gördüğü işkence ve kötü muamele nedeniyle başvuranların en küçüğünün 3 yaşında, en büyüğünün 76 yaşında olduğu belirtilirken yüzde 56,9’unun erkek, yüzde 39,1’inin kadın, yüzde 4’ünün ise LGBTİ+ olduğu açıklandı.

Vakfa başvuranların yüzde 70,2’sinin fiziksel müdahaleye, yüzde 83,4’nün tehdit ve hakarete, yüzde 45,2’si pozisyonel işkenceye uğradığı belirtildi. Rapora göre 497 kişi ters kelepçeli halde bekletildi, 80 kişi fiziksel cinsel tacize, 3 kişi tecavüze uğradı. Başvuranların yüzde 43,5’inin cinsel işkence gördüğü tespit edildi.

Raporda barışçıl toplantı ve gösterilere yönelik baskı ve engellemelerin arttığı ifade edilirken gözaltı sürecinde işkence görenlerin yarısından fazlasının sokakta ya da açık alanda işkence ve kötü muamele gördüğü belirtildi. Gözaltı sürecinde işkence gördüğünü belirten her iki kişiden birinin götürüldüğü emniyet müdürlüklerinde işkenceye ve kötü muameleye maruz kaldığı tespit edildi. Vakfa başvuranlardan 131’i İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, 103’ü Van Emniyet Müdürlüğü’nde işkence ve kötü muamele gördüğünü belirtti.

Raporda Onur Ayı etkinliklerine yönelik engellemeler ve kolluk müdahaleleri nedeniyle İstanbul, Ankara ve İzmir’deki tedavi merkezlerine yapılan başvuruların haziran ayında ciddi şekilde yoğunlaştığına dikkat çekildi.

Raporda Diyarbakır, Van ve Cizre’deki TİHV merkezlerine yapılan başvuruların her yıl giderek arttığının altı çizilirken gördüğü işkence ve kötü muamele nedeniyle vakfa başvuranların yüzde 68,8’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesi doğumlu kişiler olduğu aktarıldı.

Paylaşın

“IMF’den Destek İstendi İddialarına” Yalanlama

Basına yansıyan, “Uluslararası Para Fonu (IMF) heyetinin Türkiye’nin talebiyle ülkeye geleceği” iddialarına ilişkin açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilileri, iddiaların gerçeği yansıtmadığını söylediler.

Anadolu Ajansı’nda yer alan habere göre; Türkiye’nin IMF’den destek istediği, heyetin bu nedenle ülkeye geleceği iddiasının doğru olmadığını ifade eden yetkililer, Bakanlığın heyete yönelik resmi bir daveti bulunmadığını ancak heyetin, IMF’nin Türkiye ile ilgili teknik ekibinde kısa süre önce değişiklikler olduğunu ve ekibe yeni üyeler katıldığını, diğer ülkelerde de mutat olduğu üzere, yeni ekibin, ülkeyi tanımak, kendi paydaşlarıyla tanışmak ve Türkiye’nin son dönemdeki ekonomi politikalarını daha yakından öğrenmek isteyebilecekleri için teknik ve rutin bir ziyarette bulunabileceğini kaydetti.

IMF iddiaları

AK Parti iktidarının yıllardır sert biçimde karşı durarak siyasi çıkar sağlamaya çalıştığı Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkilerini yeniden ısıtmaya karar verdiğini duyuran gazeteci Erdal Sağlam, iktidar partisinin talebiyle yüksek düzeyli bir IMF heyetinin Ankara’ya geleceğini söyledi.

Tarih için karşılıklı görüşmelerin sürdüğünü ve eylül ayı içinde ziyaretin gerçekleştirilmesinin beklendiğini kaydeden Erdal Sağlam, “AKP’ye yakın kaynaklar IMF’in geleceğini, rapor yayımlamasının iyi olacağını ama stand-by türü yeni resmi bir anlaşma yapılmayacağını söylüyorlar. Şahsen seçimden önce böyle bir açıklama yapılmayacağını ama seçim sonrasında anlaşma konusunun belirsiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü ekonomideki son yıllarda yaşanan kötü yönetimin çıkardığı faturayı asıl olarak seçimden sonra yapılacak programla ödemeye başlayacağız.

IMF’le anlaşma olsa da olmasa da parasal ve mali sıkılaşmanın yoğun olacağı, enflasyonla mücadele için tüm kesimlerin bedel ödeyeceği, en azından iki yıllık bir süreç bizi bekliyor. KKM gibi biriken yüklerin temizlenmesi için yüklü bir kaynak ihtiyacı olacağı da kesin. IMF ile anlaşma yapıp yüklü bir kaynak girişi olmazsa, kaynağı nereden bulacağımız, bulursak karşılığında ne vereceğimiz belli olmaz.” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

“IMF Heyeti, Eylül Ayında Ankara’ya Gelecek” İddiası

AK Parti iktidarının yıllardır sert biçimde karşı durarak siyasi çıkar sağlamaya çalıştığı Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkilerini yeniden ısıtmaya karar verdiğini duyuran gazeteci Erdal Sağlam, iktidar partisinin talebiyle yüksek düzeyli bir IMF heyetinin Ankara’ya geleceğini söyledi.

Tarih için karşılıklı görüşmelerin sürdüğünü ve eylül ayı içinde ziyaretin gerçekleştirilmesinin beklendiğini kaydeden Erdal Sağlam, “AKP’ye yakın kaynaklar IMF’in geleceğini, rapor yayımlamasının iyi olacağını ama stand-by türü yeni resmi bir anlaşma yapılmayacağını söylüyorlar. Şahsen seçimden önce böyle bir açıklama yapılmayacağını ama seçim sonrasında anlaşma konusunun belirsiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü ekonomideki son yıllarda yaşanan kötü yönetimin çıkardığı faturayı asıl olarak seçimden sonra yapılacak programla ödemeye başlayacağız.

IMF’le anlaşma olsa da olmasa da parasal ve mali sıkılaşmanın yoğun olacağı, enflasyonla mücadele için tüm kesimlerin bedel ödeyeceği, en azından iki yıllık bir süreç bizi bekliyor. KKM gibi biriken yüklerin temizlenmesi için yüklü bir kaynak ihtiyacı olacağı da kesin. IMF ile anlaşma yapıp yüklü bir kaynak girişi olmazsa, kaynağı nereden bulacağımız, bulursak karşılığında ne vereceğimiz belli olmaz.” ifadelerini kullandı.

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Uluslararası Para Fonu nedir?

1944 yılında ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods’ta kurulan ve 1947’de fiilen çalışmaya başlayan milletlerarası ekonomik meselelerle uğraşan bir teşkilat olan IMF “küresel para iş birliği, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak, yüksek istihdam ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik ve dünya çapında yoksulluğu azaltmayı teşvik etmek için çalışan, 189 ülkenin üye olduğu organizasyondur.

Kuruluşun belirtilen hedeflerinde, ödemeler dengesi ihtiyaçlarını karşılamak için üye ülkelerin mali kaynaklarını kullanılabilir hale getirmek de dahil olmak üzere uluslararası ekonomik iş birliği, uluslararası ticaret, istihdam ve döviz kuru istikrarını teşvik edilmesi olarak tanımlanmaktadır. IMF’nin merkezi ABD’de, Washington, DC’de bulunmaktadır.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra milletlerarası ekonomik problemler karmaşık hale gelmiş, I. Dünya Savaşı’ndan sonra düşülen ekonomik buhranla savaş sonrası ekonomik depresyonlar da ekonomik ilişkileri tehdit eder bir vaziyet almıştı. Avrupa devletlerinin II. Dünya Savaşı sonrası bozuk ve depresyon içindeki ekonomik durumlarının aksine Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş boyunca ihracatının altın stoklarının artması, ekonomik bakımdan yardım yapacak tek ülke durumuna gelmesine sebep oldu.

ABD, Avrupa devletlerine doğrudan yardım yapmak yerine mali kurumlar kurarak yardım yapılması taraftarı oldu ve 1944 yılında Bretton Woods’ta 45 devletin katılımıyla birtakım kararlar alındı. Bretton Woods Antlaşması’nda; birisi, Milletlerarası Para Fonu, diğeri, Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) yahut kısaca Dünya Bankası isimleriyle iki ekonomik kurumun kurulması kararlaştırılmıştır.

IMF, Avrupa devletlerinin ödeme bilançolarında ortaya çıkabilecek geçici (kısa vadeli) ödeme güçlüklerinde kredi vererek milletlerarası ticaretin bu yüzden daralmasını önlemek; Dünya Bankası da uzun vadeli yatırım kredileri vermek suretiyle, Avrupa devletlerinin yeniden imarını sağlamak, ödeme bilançolarındaki yapısal dengesizlikleri gidermek için kurulmuştur.

Her iki kurumun, sermaye ve kaynaklarının önemli bir kısmı ABD tarafından temin edilmiştir. Bu kurumlara üye olan ülkelerin prensip olarak, içeride enflasyonu önleyici para politikaları takip etmeleri, dış ticareti ise tek taraflı devalüasyonlar ve ithal sınırlamalar yüzünden daraltmamaları, aksine bu tehditleri olabildiğince kaldırmaları gerekecekti.

Paylaşın

OECD Ülkeleri: Türkiye, Kadın Vekil Oranında Sondan Üçüncü

1 Ocak 2023 verilerine göre OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ) ülkelerinde milletvekillerinin yüzde 34’ü kadın. Türkiye’de bu oran yüzde 17. Türkiye 42 ülke içinde sondan üçüncü sırada. Türkiye’den daha kötü durumda olan ülkeler ise yüzde 10 ile Japonya ve yüzde 13 ile Macaristan.

Zirvede ise Yeni Zelanda ve Meksika var. Bu ülkelerde milletvekillerinin yarısı kadın. Diğer bazı ülkelerdeki kadın milletvekili oranı ise şöyle: Norveç ve Finlandiya yüzde 46, Fransa yüzde 38, Almanya ve İngiltere yüzde 35, ABD yüzde 29, Bulgaristan yüzde 24 ve Yunanistan yüzde 21.

42 ülke arasında en fazla kadın bakan oranı Finlandiya ve İspanya’da. Türkiye, OECD üyelerinin de arasında bulunduğu 42 ülke içinde kadın bakan oranında son sırada bulunuyor. 1 Ocak 2023 verilerine göre meclisteki kadın milletvekili oranı Türkiye’de yüzde 17. Türkiye bu alanda sondan üçüncü durumda. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı kabinesinde 18 isim bulunuyor. Bunlardan sadece birisi kadın.

OECD’nin paylaştığı Parlamentolar Arası Birlik (IPU) verileri siyasette kadın konusunda ülkelerin durumunu ortaya koyuyor. OECD’nin “Bir Bakışta Hükümet-2023” raporuna göre 38 OECD üyesi ve ilave 4 ülke içinde en fazla kadın bakan oranı yüzde 64 ile Finlandiya ve İspanya’da. OECD ortalaması ise yüzde 36. Yüzde 6 ile son sıradaki Türkiye’nin hemen üstünde yüzde 7 ile Çekya ve yüzde 8 ile Japonya yer alıyor.

Listedeki 30 Avrupa ülkesinden yarısı OECD ortalamasının üstünde yer alıyor. Almanya, Hollanda, Norveç ve Kolombiya’da bakanların yarısı kadın. Kadın bakan oranı Fransa’da yüzde 35, ABD ve İngiltere’de yüzde 33. Türkiye’nin komşularından Bulgaristan’da kadın oranı yüzde 16; Yunanistan’da ise yüzde 11.

1 Ocak 2023 verilerine göre OECD ülkelerinde milletvekillerinin yüzde 34’ü kadın. Türkiye’de ise bu oran yüzde 17. Türkiye 42 ülke içinde sondan üçüncü sırada. Öte yandan 14 Mayıs 2023 seçimlerinde bu oran yüzde 20’ye yükseldi.

Türkiye’den daha kötü durumda olan ülkeler ise yüzde 10 ile Japonya ve yüzde 13 ile Macaristan. Zirvede ise Yeni Zelanda ve Meksika var. Bu ülkelerde milletvekillerinin yarısı kadın. Diğer bazı ülkelerdeki kadın milletvekili oranı ise şöyle: Norveç ve Finlandiya yüzde 46, Fransa yüzde 38, Almanya ve İngiltere yüzde 35, ABD yüzde 29, Bulgaristan yüzde 24 ve Yunanistan yüzde 21.

Türkiye’de kadın bakanlar aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu

28 Mayıs seçimleri sonrasında kurulan kabinede 17 bakan ve 1 cumhurbaşkanı yardımcısı bulunuyor. Kabinenin tek kadın üyesi Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş.

Öte yandan AK Parti iktidarında aileden sorumlu bakanlarının hepsinin kadın olması dikkat çekiyor. 1990’dan bu yana ise sadece iki kez erkek bakan bu makamda bulundu. 14 Mayıs seçimleri milletvekili listelerinde kadın aday oranında seçilebilir yerlerde CHP AK Parti’nin gerisinde kalmıştı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Almanya’dan Kürtlerin İltica Başvurularına Rekor Ret

Almanya’ya 2021’de iltica ederken “Türküm” diyenlerin başvurularının yüzde 77’si kabul edilirken Kürt olduğunu söyleyenlerde bu oran sadece yüzde 10,7 oldu. Geçen yıl ise Türk olduğunu belirtenlerin başvurularının yüzde 73’üne yine onay verilirken Kürt olduğunu söyleyenlerde kabul oranı yüzde 8,2’ye düştü.

Bu yılın ilk yedi ayında da “Türküm” diyen ilticacıların yüzde 59,8’ine olumlu cevap verildi, Kürtlere verilen kabul yanıtı ise neredeyse yarı yarıya azalarak yüzde 4,8 seviyesine indi.

Almanya Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF) yetkilileri, “ilticanın tamamen bireysel bir olay olduğuna vurgu yaparak sığınmacıların geldikleri ülkelerdeki toplumsal ve siyasi gelişmeleri içeren raporların sık sık güncellendiğini ve bu raporlar sayesinde iltica başvurularının incelenip kabul veya ret verildiğini” aktardı.

“Nereye iş başvurusu yapsam, hep olumlu cevap aldım, mülakatlar da iyi geçti. İş sabıka kaydına gelince Cumhurbaşkanı’na hakaretten, terör örgütü propagandasından ceza yemişim, yatmışım. ‘Kusura bakma’ dediler. Artık ya açıklıktan ölecektim ya da ülkeden çıkacaktım.”

Robin E. ikinci seçenekte karar kılmış ve Aralık 2022’de Türkiye’den ayrılmış. İnsan kaçakçıları aracılığıyla Sırbistan’a gidiş-dönüş uçak bileti alarak Belgrad’ta otel rezervasyonunu yaptırmış. “Orada Subotica diye bir yer var, şebekeler oraya yönlendiriyor, herkes biliyor. Belgrad Havalimanı’ndaki taksiciler ezbere götürüyor. Ben de oraya gittim.”

Sırbastan’a ulaştıktan sonra bir akşam, hava kararınca saatlerce ormanda yürüyerek sınıra ulaşmışlar, buradan da çitleri atlayıp Macaristan’a geçmişler. Robin, “İki araç bizi aldı ve Dresden’e götürdü. Sonra da Almanya’da iltica ettim” diye devam ediyor.

Türkiye’den Almanya’ya sığınanların sayısı son iki yılda rekor derecede artış kaydetti. Almanya’ya Türk vatandaşlarının 2021 yılında yaptığı iltica başvurusu 7 bin 67’yken bu rakam 2022’de üç kattan fazla artarak 23 bin 938 oldu.

Türkiye’den Almanya’ya 2022 yılında toplamda 23 bin 938 iltica başvurusu yapılmıştı. Bu yılın ilk yedi ayında (Ocak-Temmuz) Türk vatandaşlarının Almanya’ya iltica başvuruları ise şimdiden 23 bin 82 oldu.

Türkiye, Almanya’ya son yıllarda yapılan iltica başvurularında onlarca yıldır savaş ve krizlerin damgasını vurduğu Suriye ve Afganistan’ın ardından üçüncü sırada yer alıyor. Temmuz 2023’te ise 3 bin 791 başvuru ile Türkiye ilk kez Afganistan’ı da geride bırakarak Suriye’nin ardından en çok iltica başvurusu gelen ikinci ülke oldu.

İltica edenlerin sayısı artarken Almanya’nın başvurulara kabul oranı ise giderek azalıyor. Almanya Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF), bu sene Ocak-Temmuz döneminde Türk vatandaşlarının yaptığı başvuruların yüzde 15’ine onay verildiğini açıkladı. Bu oran geçen yıl yüzde 27,8, 2021’de de yüzde 37,2 olmuştu.

BAMF’ın verdiği bilgiye göre, 2021’de Türk vatandaşlarının yaptığı toplam 7 bin 67 iltica başvurusundan 3 bin 878’ini Kürtler oluşturdu. Geçen yıl Türkiye’den yapılan 23 binden fazla iltica başvurusunun 19 bin 500’ü, yani yüzde 81’den fazlası da yine Kürtler’den oluştu.

Bu yıl Ocak-Temmuz döneminde iltica etmek isteyen 23 binden fazla kişiden 19 bin 220’si de Alman makamlarına Kürt olduğunu beyan etti.

“Bekliyorduk”

Almanya’ya yapılan iltica başvurularını DW Türkçe’den Elmas Topçu‘ya değerlendiren Almanya Kürt Toplumu Genel Sekreteri Cahit Başar, “Pek çok kuruluş gibi biz de iktidarın seçimleri yeniden kazanması halinde ilticalarda artış bekliyorduk” dedi.

“Etnik ve dini azınlık mensupları ile demokratlar için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim zaferinin sadece hayal kırıklığı olmadığını, aynı zamanda daha çok baskı, kısıtlama ve takibat anlamına geldiğini” söyleyen Başar, “Kürtler ve Aleviler karşıtı ırkçılık uzun süredir toplum tarafından genel kabul gören bir gerçeklik. Türk ve Sünni olanın dışındaki her şey tehdit veya tehlike olarak görülüyor” şeklinde konuştu. Bütün bunların, insanların yaşadığı toprakları terk etmesi yönünde hissedikleri baskıyı daha da artırdığını savunan Başar, “6 Şubat depremleri, onlarca yıldır ihmal edilen Kürt illerindeki mevcut karamsarlığı daha da derinleştirdi” görüşünde.

Almanya’da ilticacılara yardım eden bir sivil toplum örgütü olan Pro Asly’ün Aşağı Saksonya Eyalet Yönetim Kurulu Üyesi ve avukat Dündar Kelloğlu da “Erdoğan’ı seçmeyen yüzde 50 şu dönem büyük bir depresyon içinde” ifadelerini kullandı. Almanya’ya gelen ve iltica edenler arasında bunu yoğun biçimde gözlemlediklerini söyleyen Kelloğlu sözlerini “Şu dönem hakim olan karamsar ve kötümser hava 1980 askeri darbesi sonrasında bile yoktu” şeklinde sürdürdü. Kelloğlu, mevcut siyasi duruma ve bununla bağlantılı ekonomik krize bakıldığında ilticaların daha da artmasının muhtemel olduğunu da sözlerine ekledi.

Almanya Bilim ve Siyaset Vakfı (SWP) uzmanlarından Dr. Yaşar Aydın da mevcut siyasi havaya ilaveten ekonomideki kötümser gidişatın yurt dışına çıkışlarda etkili olduğu kanısında. “Giderek artan ekonomik kriz yüzünden daha da çok şeyden vazgeçmek zorunda kalınacağını ve mevcut refahlarından daha da çok şey kaybedeceklerini görüyorlar” diyen Aydın, özellikle eğitimli kesimin geleceğe gün geçtikçe daha da kötümser baktığını, Türkiye’de kendisine güvenli bir yarın göremediği için ülkesini terkettiğini ve Almanya gibi ülkelere gittiğini dile getirdi.

Rekor ret

Türkiye, 2016’da yaşanan darbe girişimine kadar uzun yıllar Almanya’ya yapılan iltica başvurularında ortalama bin 500 ile geri sıralardaydı. Ancak 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 2017’te başvurular katlanarak önce 8 bin 27’ye, 2018’de 10 bin 160’a, 2019’da da 10 bin 784’e yükseldi. Bu tarihlerde dikkat çeken ise iltica eden Türk vatandaşları arasında Türk olduğunu söyleyenlerin sayılarındaki rekor artış oldu. Avukat Kelloğlu, Türk olduğunu söyleyenlerin çoğunun Gülen Hareketi üyesi olmakla suçlananlar olduğu gözlemlediklerine dikkat çekti.

Ancak bu trend 2021’den itibaren tersine döndü ve iltica eden Türkiye vatandaşlarında Kürtlerin oranı, 90’lı yıllardaki gibi yine artış göstermeye başladı. Geçen yıl Kürt olduğunu belirtenlerin sayısı bir önceki yıla göre beş kattan fazla arttı.

Türk ve Kürt olduğunu beyan edenlerin başvurularının kabulune ilişkin makas da giderek açıldı. Almanya’ya 2021’de iltica edenken “Türküm” diyenlerin başvurularının yüzde 77’si kabul edilirken Kürt olduğunu söylenlerde bu oran sadece yüzde 10,7 oldu. Geçen yıl ise Türk olduğunu belirtenlerin başvurularının yüzde 73’üne yine onay verilirken Kürt olduğunu söyleyenlerde kabul oranı yüzde 8,2’ye düştü. Bu yılın ilk yedi ayında da “Türküm” diyen ilticacıların yüzde 59,8’ine olumlu cevap verildi, Kürtlere verilen kabul yanıtı ise neredeyse yarı yarıya azalarak yüzde 4,8 seviyesine indi.

“BAMF tutum değiştirdi”

Türkiye’den iltica başvurularına kabul oranlarının neden düştüğü sorusunu yönelttiğimiz BAMF yetkilileri ise “ilticanın tamamen bireysel bir olay olduğuna vurgu yaparak sığınmacıların geldikleri ülkelerdeki toplumsal ve siyasi gelişmeleri içeren raporların sık sık güncellendiğini ve bu raporlar sayesinde iltica başvurularının incelenip kabul veya ret verildiğini” aktardı. BAMF daha ayrıntılı bir açıklama yapmadı.

Türkiye’de temel hak ve özgürlükler ile yargı bağımsızlığı konularında iyileşme olmaksızın BAMF’ın Türkiye’ye yönelik değerlendirmesini değiştirdiğini düşünen Kelloğlu ise “Eskiden siyasi görüşü nedeniyle takibata uğrayan veya hakkında yakalama kararı olan kabul alırdı, şimdi sadece cezası kesinleşmişlere kalma hakkı veriliyor. Biri aranıyorsa veya davası sürüyorsa ret veriyorlar” dedi. Almanya Kürt Toplumu Genel Sekreteri Başar da BAMF’ın “iltica bireyseldir” değerlendirmesini “uydurulmuş bir hukuki kılıf” şeklinde eleştirdi.

27 yaşındaki kamu yönetimi mezunu Mustafa S. de kendine Türkiye’de bir gelecek görmeyenlerden. Diyarbakır doğumlu Mustafa S. de iki ay önce Sırbistan’a uçakla gelip sonrasında kara yoluyla Almanya geçmiş. Kaçakçıların bıraktığı Bavyera’da bir otoyol kenarında polise yakalanmış, ardından iltica başvurusu yapmış. “Tahir Elçi anmasına katıldım diye hakkımda soruşturma açıldı, meslekten men edildim, iş başvurularım sabıka kaydı yüzünden hep retle sonuçlandı. Yaşam hakkı yok, bitelim isteniyor” diyen Mustafa, şimdi bir mülteci yurdunda kalıyor. Mustafa, Almanca kursu için başvurduğunu, haftada iki kez mülteci yurdundaki diğer sığınmacılarla kurdukları ekiplerle futbol oynadıklarını, umutlarını kaybetmemek için de birbirilerini motive ettiklerini söylüyor.

Paylaşın

“Türkiye, Rusya Ve Katar Yeni Bir Tahıl Anlaşması Hazırlıyor” İddiası

Ukrayna’nın Karadeniz’den 33 milyon tonluk gıda ihraç etmesini sağlayan anlaşmadan çekilecek olan Rusya’nın Türkiye’yle birlikte Katar’ı da yanına alarak yeni bir anlaşma hazırlamaya çalıştığını öne sürüldü.

Rusya’nın tahıl tedariğini sağlayacağı, Katar’ın sponsorluk yapacağı, Türkiye’ninse anlaşmayı organize etmeye çalıştığı iddia edildi.

Independent Türkçe’nin aktardığına göre; Alman Bild gazetesi Rusya, Türkiye ve Katar’ın bir ayı aşkın süredir işlemeyen Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması’nın ardından yeni bir anlaşma hazırlamak için harekete geçtiğini iddia etti.

Ele geçirilen resmi yazışmalara dayandırıldığı bildirilen haberde, 21 Temmuz ila 8 Ağustos’ta Türkiye ve Rusya’nın diplomatik temsilcilikleri arasında gerçekleşen diyaloglarda Moskova’nın Karadeniz Tahıl Girişimi’nden çekilme planlarını defalarca Ankara’ya ilettiği belirtildi.

Bild, Ukrayna’nın Karadeniz’den 33 milyon tonluk gıda ihraç etmesini sağlayan anlaşmadan çekilecek Rusya’nın Türkiye’yle birlikte Katar’ı da yanına alarak yeni bir anlaşma hazırlamaya çalıştığını öne sürdü.

Rusya’nın tahıl tedariğini sağlayacağı, Katar’ın sponsorluk yapacağı, Türkiye’ninse anlaşmayı organize etmeye çalıştığı bildirildi. Tahılın birincil hedefinin Afrika ülkeleri olacağı da haberde yer aldı.

Anlaşmanın bu haftasonu Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de yapılabileceği ifade edilirken, halihazırda Rusya’ya bağlı Tataristan’ın lideri Rüstem Minnihanov’un orada olduğu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da pazar günü günübirlik ziyarette bulunacağı hatırlatıldı.

Bild, BM ile koordinasyonu sürdürmek isteyen Türkiye’nin dışişleri bakanı Hakan Fidan’ın, Ukrayna’nın da yer aldığı önceki tahıl anlaşmasının devamı için Rusya’dan talepte bulunduğunu da savundu.

Kremlin’in tahıl anlaşmasına Kiev yönetiminin ihracatını kesecek bir alternatif aradığı iddiası, 21 Temmuz’da Financial Times tarafından ortaya atılmıştı. Londra merkezli gazete, Türkiye ve Katar’ın henüz bu fikri onaylamadığını bildirmişti.

Ukrayna-Rusya Savaşı’nın küresel gıda fiyatları üzerindeki etkisini azaltmak için BM, Rusya, Türkiye ve Ukrayna, 22 Temmuz 2022’de İstanbul’da düzenlenen törende Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması’nı imzalamıştı.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, süresi dolan anlaşmaya ilişkin 17 Temmuz’da yaptığı açıklamada, “Tahıl koridoru anlaşması fiilen son buldu, durduruldu. Rusya, ilgili şartlar uygulanır uygulanmaz derhal tahıl anlaşmasına geri dönecek. Anlaşmanın Rusya’yla ilgili kısmı yerine getirilmedi” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Türkiye’de Cezaevinde Bulunan Gazeteci Sayısı 21’e Yükseldi

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Genel Sekreteri Sibel Güneş, “Eleştirel gazeteciliğe iktidarın tahammülünün hiç kalmadığını anlıyoruz. Son olarak da Barış Pehlivan 5. kez cezaevine girdi. Bu olaylar iktidarın anayasal bir hak olan basın özgürlüğünü hiçe saydığını gösteriyor” dedi ve ekledi:

“Yargının gazetecileri sindirmek için kötüye kullanıldığına tanıklık ediyoruz. Barış Pehlivan’ın denetimli serbestlik talebinin görmezden gelinmesi ciddi bir haksızlık. Çünkü tüm adil suçluların bu haklardan bu haktan yararlandığını görüyoruz.”

Sibel Güneş, “Meslektaşlarımıza yönelik ağır baskılardan vazgeçilmesini istiyoruz. Başta Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan olmak üzere tutuklu toplam 21 gazetecinin serbest bırakılmasını istiyoruz” ifadelerini kullandı.

2016 ve 2017 yıllarında dünyada en fazla gazetecinin hapsedildiği ülke olan Türkiye, son yıllarda bu kötü sicilinden uzaklaşıyordu. Ancak son bir yıl içinde tutuklamalar yeniden arttı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne göre en son tutuklamalarla cezaevinde bulunan gazeteci sayısı 21’e yükseldi.

Seçimlerden önce Nisan ayında Diyarbakır’da Abdurrahman Gök, Beritan Canözer, Mehmet Şah Oruç ve Remzi Akkaya adlı gazeteciler tutuklandı. Ardından seçimler sonrası Tele 1 TV Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, bir yayında Abdullah Öcalan’ı övdüğü iddiasıyla cezaevine gönderildi.

En son iki gün önce de Barış Pehlivan 3 yıl 9 ay hapse mahkum olduğu bir davadan yeni İnfaz Yasası’ndaki denetim serbestliğinden yararlandırılmadığı için Silivri Açık Cezaevi’ne teslim oldu. Son dönemde gazetecilere yönelik artan tutuklamalar basın kuruluşlarının tepkisine neden oluyor.

“Yargının gazetecileri sindirmek için kötüye kullanıldığına tanıklık ediyoruz”

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Genel Sekreteri Sibel Güneş, yeni İnfaz Yasası’na rağmen Barış Pehlivan’ın tutuklanmasına tepki gösterirken iktidarın eleştirel gazeteciye tahammülünün kalmadığına işaret etti.

VOA Türkçe’den Hilmi Hacaloğlu‘na değerlendirmelerde bulunan Güneş, “Önce Merdan Yanardağ’ın, televizyonda ifade özgürlüğünü kullanması ile ilgili olarak bir hedef gösterme ve linç söz konusu oldu. İşaret fişeği atıldı ve meslektaşımız maalesef tutuklandı. Ardından Tele 1’in de kapandığına tanıklık ettik. Eleştirel gazeteciliğe iktidarın tahammülünün hiç kalmadığını anlıyoruz. Son olarak da Barış Pehlivan 5. kez cezaevine girdi.

Bu olaylar iktidarın anayasal bir hak olan basın özgürlüğünü hiçe saydığını gösteriyor. Yargının gazetecileri sindirmek için kötüye kullanıldığına tanıklık ediyoruz. Barış Pehlivan’ın denetimli serbestlik talebinin görmezden gelinmesi ciddi bir haksızlık. Çünkü tüm adil suçluların bu haklardan bu haktan yararlandığını görüyoruz” dedi.

“Haksız gözaltı ve tutuklamalar…”

TGC Genel Sekreteri yalnız Yanardağ ve Pehlivan için değil seçimlerden önce tutuklanan dört Kürt gazetecinin de dahil olduğu tüm tutuklu gazeteciler için özgürlük çağrısında bulunuyor.

Sibel Güneş, “Güneydoğu’da görev yapmak gazetecilik açısından her zaman çok zor oldu. Güneydoğu’da görev yapan meslektaşlarımızın sindirilmeye çalışıldığına tanıklık ediyoruz. Gerçekler üzerinden haksız gözaltı ve tutuklamalar bir Demokles’in kılıcı gibi sürekli baskıyı hatırlatacak şekilde gazetecilerin üzerinde tutuluyor. Güneydoğu’da arkadaşlarımızla da dayanışma içerisindeyiz.

Biliyorsunuz bir önceki yıl haksız yere tutuklanan meslektaşlarımıza Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ‘basın özgürlüğü ödülü’ verdi. Meslektaşlarımıza yönelik ağır baskılardan vazgeçilmesini istiyoruz. Başta Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan olmak üzere tutuklu toplam 21 gazetecinin serbest bırakılmasını istiyoruz” ifadelerini kullandı.

“Gerçek gazeteciler kalemlerini satmıyor”

Önceki gün Barış Pehlivan cezaevine teslim olurken onu uğurlamaya Silivri Cezaevi’ne giden gazetecilerden biri olan Timur Soykan da yeni infaz düzenlemesinden katiller ve uyuşturucu kaçakçıları dahi yararlanırken bir gazetecinin kapsam dışı bırakılma çabasının hukukla bağdaşmadığına dikkat çekiyor.

Timur Soykan, “Yeni bir infaz yasasıyla yine katillerin, tecavüzcülerin, uyuşturucu kaçakçılarının, hırsızların tahliye edildiği günlerdeyiz. Ve yine biz arkadaşımız Barış’ı Silivri cezaevine gönderdik. Bu adaletsizlik, bu hukuksuzluk, bu zorbalık biz gazetecilere sürekli bunu yaşatıyor. Ama Barış da pes etmeyecek yazmaya devam edecek.

En iyi bildiği şeyi, gazeteciliği yapmaya devam edecek. Çünkü bu ülkenin gerçek vatanseverleri gerçek gazetecileri gözlerini kulaklarını hakikate kapatmıyor, kalemlerini de satmıyor, mücadeleye devam ediyorlar. Kimileri ceplerini dolduruyor olabilir ama bu ülkenin gerçek gazetecileri var ve onlar bu hakikat mücadelesine devam ediyorlar” dedi.

Timur Soykan, gazetecilerin ve hak savunucularının iktidar baskısına karşı yalnız bırakıldığı görüşünde: “Bu ülkenin de bir vefasızlığı var mücadele eden gazetecilere karşı. Çok bedeller ödeniyor. Arkamda gördüğünüz Silivri Cezaevi’nde (Gezi davası tutukluları) Can Atalay Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Osman Kavala var.

Bu ülkedeki adaletsizlik insanların hayatlarından çalıyor. Tayfun Kahraman’ı kızından uzak tutuyor Hakan’ı oğlundan uzak tutuyor. Can Atalay bir milletvekili ama hapisten çıkartılmıyor. Ama işte bütün bu korku iklimine karşı -Türkiye’deki insanlar o korku iklimine teslim olmuş görünebilir- hiçbir zaman hakikatin mücadelesi bitmez.”

Paylaşın