Venedik Komisyonu’ndan Türkiye’ye “Yargı Siyasileşiyor” Uyarısı

Venedik Komisyonu’nun, Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin seçimine ilişkin raporunda, “hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını” tesis etmekle yükümlü olan HSK’nın, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden ve “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” geçilmesinden sonra siyasallaştığı vurgusu yer aldı.

Venedik Komisyonu raporunda, yeni anayasa tartışmalarında yargı bağımsızlığının tesis edilmesi ve HSK’nın yapısının bağımsız hale getirilmesi meselesinin ele alınmasının şart olduğunu belirterek bir dizi tavsiyede de bulundu.

Ankara’nın kurucu üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi’nin, üye devletlerin anayasal konulardaki danışma organı olan, üye ülkelerdeki yasal ve kurumsal yapıların hukukun üstünlüğü alanlarındaki uluslararası deneyimle uyumlu hale getirilmesi amacıyla görev yapan Venedik Komisyonu’nun, Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin seçimine ilişkin raporu yayımlandı.

Raporda, “hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını” tesis etmekle yükümlü olan HSK’nın, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden ve ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine’ geçilmesinden sonra siyasallaştığı vurgusu yer aldı. HSK üyelerinin seçilme biçimine eleştiriler getirilirken, Adalet Bakanı ile yardımcısının HSK üyeliğinden çıkarılması tavsiyesinin altı çizildi. Komisyon, yeni anayasa tartışmalarında yargı bağımsızlığının tesis edilmesi ve HSK’nın yapısının bağımsız hale getirilmesi meselesinin ele alınmasının şart olduğunu belirterek bir dizi tavsiyede de bulundu.

Venedik Komisyonu raporunda, HSK üyelerinin nasıl atandığı veya seçildiği konusu, Avrupa’daki ve dünyadaki standartlar çerçevesinde mercek altına alındı. Aynı zamanda, Türkiye’de parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş ve bunun, rapordaki ifadeyle, “en güçlü denge denetim mekanizmalarının gerektiren bağımsız yargı ile ve kuvvetler ayrılığı üzerindeki önemli etkisi” incelendi.

Komisyon, Türkiye’de yapılan son yasal değişikliklerle Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Yardımcısı’nın HSK’ya üye olduğunu, yedi üyenin TBMM Genel Kurulu tarafından, dört üyenin de Cumhurbaşkanı tarafından atandığını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Venedik Komisyonu şunu hatırlatır ki, Avrupa standartlarına göre yargı konseyi üyelerinin en az yarısının ‘meslektaşları tarafından seçilmiş’ yargıçlar olması gerekiyor. Bu seçim yönteminin nedeni, yargı bileşenini siyasi müdahaleden yalıtmaktır. Yargı konseyinin yargı mensubu üyeleri sadece, yargıçlar ve savcıların bakış açısını temsil etmelidir.”

Raporda, HSK’da ise sekiz üyenin yargıç veya savcı olmakla beraber meslektaşları tarafından seçilmediği değil, yürütme tarafından atandığı veya parlamento tarafından seçildiği vurgulandı; “Gerçekten de, bu kişilerin dördü Cumhurbaşkanı tarafından takdir yetkisiyle atanıyor. Zira ne Anayasa ne de yasalar, belirli bir kategorinin resmi üyeliği dışında herhangi bir uygunluk veya uygunsuzluk kriteri belirlemiyor” denilerek şu eleştiriler getirildi:

“Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı tarafından atanan dört HSK üyesi siyasi atama olarak görülmeli ve uluslararası standartlar anlamında ‘yargı üyesi’ olarak kabul edilmemeli.

Dahası, Meclis tarafından seçilen yedi üyenin çoğunluğunun da, özellikle de parlamento seçimlerinin cumhurbaşkanlığı seçimleriyle eş zamanlı yapılması göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı ile aynı siyasi görüşe sahip olması muhtemeldir.

Son olarak Cumhurbaşkanı’nın iki resen üyeyi [adalet bakanı ve yardımcısı] de ataması nedeniyle yürütme kurumu, HSK’nın 13 üyesinden en az 10’unu fiilen seçebilir ve böylece yargı üzerinde güçlü bir siyasi etki uygulayabilir.”

Venedik Komisyonu, kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün temel taşı olan yargının bağımsızlığını sadece, “işleyişi yürütme ve yasama organlarının müdahalesinden korunan, bağımsız bir yargı kurulunun” garanti edebileceğini hatırlatarak “Hukukun üstünlüğüne saygı, demokratik bir ülkede vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunması için bir ön koşuldur” vurgusu yaptı.

Hangi tavsiyelerde bulundu?

Venedik Komisyonu’nun 30 sayfalık raporunda, Türkiye’ye şu tavsiyelerde bulunuldu:

HSK üyelerinin en az yarısının, yargı sisteminin farklı seviyeleri tarafından seçilmesi;

Üyeler arasında cinsiyet, azınlık ve coğrafi kapsam açısından uygun düzeyde çeşitliliğin sağlanması;

Cumhurbaşkanı’nın, resmi atama görevini yerine getirmesi dışında HSK üyelerinin belirlenmesi sürecinin dışında tutulması;

Meclis’in yargı kökenli üyeler konusunda seçme sürecinin dışında kalması;

Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Yardımcısı’nın HSK’dan çıkarılması;

HSK üyelerinin ve Meclis tarafından seçilen yargı dışı üyelerin sayısının artırılması;

Yürütme ve yasama organlarının üyeleri ile açık bir siyasi bağlantısı olan adayların dışarıda tutulması;

Barolar Birliği ve üniversiteler gibi diğer kurumların adayların ön seçimini yapmasını sağlayacak bazı yasal değişikliklerin yapılması;

HSK üyelerinin görev süresi güvencesi ve dokunulmazlıktan yararlanması için anayasal ve yasal düzenlemeler yapmak; yaptırım ve işten çıkarma için açık ve sınırlı gerekçeler belirlemek, görevlerinin icrasıyla ilgisi olmayan disiplin ve işten çıkarma gerekçeleri dışında güçlü güvenceler sağlamak;

HSK Başkanı’nın, kurumun üyeleri tarafından seçilen tarafsız bir kişi olması;

HSK Başkanı’nın genel yetkilerinin, bu göreve kimin geleceğinden bağımsız olarak azaltılması; özellikle de hâkim ve savcıların teftiş ve soruşturmalarına onay verme yetkisi ile HSYK üyeleriyle ilgili ceza soruşturmaları, disiplin soruşturmaları ve kovuşturmalarıyla ilgili yetkinin kaldırılması;

HSK’nın tüm kararlarına karşı yargısal inceleme getirilmesi;

Özellikle müfettişlerin hareketliliği açısından HSK’yı Adalet Bakanlığı’ndan açıkça ayırmak;

Anayasa’nın, HSK’ya ilişkin esasları belirleyen 159. maddesindeki bazı ifadelerin, yargı üzerinde “denetim” ve müdahale anlamına gelmeyecek şekilde değiştirilmesi.”

Venedik Komisyonu, raporun sonunda “Komisyon, Türk makamlarını, önümüzdeki aylarda Türkiye’de gerçekleşmesi beklenen ‘anayasa görüşmeleri’ sırasında yukarıda belirtilen önerileri ele almaya davet eder” ifadelerini kullandı; bu konuda daha fazla yardım için yetkililere ve Meclis’e destek olabileceklerini vurguladı.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

Almanya’dan Türkiye’ye 231 Milyon Euroluk Silah İhracatı

2024 yılında, Türkiye, Almanya’dan 230,8 milyon euro (242,5 milyon dolar) tutarında silah satın aldı. Bu, 2006 yılı sonrasının en yüksek rakam olarak kayıtlara geçti.

Almanya Başbakan Olaf Scholz da ekim ayında İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyarette Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu ve müttefik bir ülkeye savunma ihracatının doğal olduğunu vurgulamıştı.

Almanya’nın Türkiye’ye yönelik silah ihracat kısıtlamalarını kaldırmasının etkileri görülmeye başlandı. Alman hükümetinin bu yıl içinde Türkiye’ye toplam 230 milyon 800 bin euro değerinde savunma ihracatına onay verdiği bildirildi. Böylece ihracat izinlerinde 2006 yılı sonrasının en yüksek rakamına ulaşıldı.

Sol Parti’den kopan Sahra Wagenknecht İttifakı’ndan (BSW) milletvekili Sevim Dağdelen’in soru önergesine Ekonomi Bakanlığından verilen yanıta göre, ihracat izinlerinin 79 milyon 700 bin euroluk bölümü muharebe silahları ve 151 milyon 100 bin euroluk bölümü diğer savunma sanayisi ürünlerinden oluştu.

Türkiye’de 2016’da gerçekleşen darbe girişimi ve ardından Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirdiği harekatlar sonrasında Almanya’dan Türkiye’ye silah ihracat izinleri durma noktasına gelmişti. Türkiye’ye ihracat izinleri son yıllarda tek haneli ya da düşük iki haneli rakamlarda gerçekleşmişti.

Alman hükümeti Türkiye’ye 2021’de 11 milyon 100 bin, 2022’de 4,5 milyon ve 2023’te Aralık ayına kadarki dönemde 1,2 milyon euroluk savunma ihracatına izin verdi. 2023 yılının tamamına dair rakamlar ise henüz açıklanmadı.

Alman Ekonomi Bakanlığı, Eylül ayı sonunda yaptığı açıklamada Türkiye’ye kapsamlı bir şekilde torpido, füze ve denizaltı parçaları ihracatına yeniden izin verildiğini bildirmişti.

Başbakan Olaf Scholz da Ekim ayında İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyarette Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu ve müttefik bir ülkeye savunma ihracatının doğal olduğunu vurgulamıştı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Türkiye, Rusya Ve İran’dan Doha’da “Suriye” Görüşmesi

Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen 22’nci Doha Forum’u marjında, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye’de gerilimi dindirmek ve soruna siyasi bir çözüm bulmak amacıyla bir araya geldi.

Suriye’de silahlı grupları destekleyen Türkiye ile Suriye yönetimi destekçileri Rusya ve İran arasındaki görüş ayrılıkları ile muhalif grupların sahadaki kazanımlarının devam ediyor olması, soruna hemen bir çözüm bulunmasını zorlaştıran bir durum olarak değerlendiriliyor.

Dışişleri Bakanlığı kaynakları, görüşmeyi yapıcı olarak nitelendirdi. Görüşmede sahadaki durumun ele alındığını aktaran kaynaklar, siyasi sürecin yeniden başlatılmasının önemine değinildiğini belirtti. Görüşmede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararı uyarınca hareket edilmesi gerektiğinin vurgulandığını ifade eden Dışişleri Bakanlığı kaynakları, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine destek beyan edildiğini bildirdi.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, üçlü görüşmenin ardından açıklamalarda bulundu. Rusya, Türkiye ve İran Dışişleri Bakanları olarak Suriye’deki silahlı çatışmaların bir an önce sonlandırılması gerektiği konusunda görüş birliğine vardıklarını söyleyen Lavrov, Moskova’nın Suriye’de “meşru muhalefet” olarak tanımladığı gruplarla Esad rejimi arasında diyalog kurulmasından yana olduğunu belirtti.

Silahlı gruplardan Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) ise ismini ne şekilde değiştirirse değiştirsin “terörist” olarak kalacağını ifade eden Lavrov, “terörist grupların” Suriye topraklarını kontrol etmesine izin verilmesinin “kabul edilemez” olduğunu söyledi. Lavrov, Suriye’deki gelişmelerin ne yönde ilerleyebileceğine ve bu ülkedeki Rus askeri üslerine ne olacağına dair soruya ise “tahminler” üzerine konuşmayacağını belirterek yanıt verdi.

Lavrov’la benzer açıklamalarda bulunan İran Dışişleri Bakanı Erakçi de üçlü toplantıda Suriye’deki çatışmaların derhal durdurulması gerektiği konusunda fikir birliğine vardıklarını belirtti. Açıklamaları İran devlet medyası tarafından aktarılan Erakçi, “En önemlisi, Suriye hükümeti ve meşru muhalif gruplar arasındaki siyasi görüşmeleri başlatmak” dedi.

Astana süreci nedir?

Türkiye, Rusya ve İran, Suriye’de barışı konu edinen Astana toplantıları kapsamında Suriye’nin geleceği konusunda üçlü formatta düzenli görüşmeler gerçekleştiriyor.

Astana toplantıları, 2017 yılında Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğünde başladı. Süreç, adını ilk toplantıların düzenlendiği Kazakistan’ın başkenti Astana’dan (günümüzde Nur-Sultan olarak da biliniyor) aldı.

Bu zamana kadar toplamda 22 kez düzenlenen toplantılarından sonuncusu ise Suriye’de muhalif militanların yeniden saldırıya geçmesinden iki hafta önce Astana’da düzenlenmişti.

Bakan Fidan, 2 Aralık’ta İranlı mevkidaşı Arakçi ile Ankara’da bir araya gelmiş ve ardından düzenlenen ortak basın toplantısında İran ile koordinasyonu sürdüreceklerine vurgu yapmıştı.

Türkiye: Derin görüş ayrılıkları var

Türkiye, Rusya ve İran’ın son gelişmelere ilişkin derin görüş ayrılıkları dikkat çeken bir duruma işaret ediyor. Türkiye, olayların bu hale gelmesinin nedeni olarak Esad yönetiminin son 5 senede sağlanan çatışmasızlık ortamını muhalefetle uzlaşma sağlamak için kullanmaması ve Ankara’nın ilişkileri normalleştirme çağrılarına yanıt vermemesi olarak görüyor.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Aralık’ta gazetecilerin sorularına yanıt verirken, Esad’a yaptığı çağrılara yanıt alamadığını bir kez daha anımsattı ve Türkiye’nin liderliğini Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) yaptığı saldırıları desteklediğini ima etti.

Erdoğan, “İdlib, Hama, Humus ve hedef tabii Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü devam ediyor. Temennimiz kazasız belasız bir şekilde Suriye’deki bu yürüyüş devam etsin,” ifadelerini kullandı. Ankara’da yapılan değerlendirmelerde, son saldırılar bağlamında Suriye sahasındaki statükonun değiştiği ve yeni bir uzlaşıya varılacaksa bu yeni gerçeklik üzerine inşa edilmesi düşüncesi ön plana çıkıyor.

HTŞ ve diğer muhalif grupların başlattığı sürece müdahil olmadığını, ancak Halkın Savunma Birlikleri’nin (YPG) karmaşadan yararlanıp Türkiye’ye dönük tehdit oluşturmasına izin vermeyeceğini belirten Ankara, önceliğinin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması kapsamında bir siyasi çözüm olduğunu kaydediyor.

Rusya ise Türkiye’nin süreçteki etkisine vurgu yapıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefon görüşmesinde, Ankara’nın bölgedeki kapasitesine dikkat çekti ve olayların durdurulması çağrısında bulundu.

Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ise doğrudan Türkiye’nin rolünden bahsetmek yerine İdlib’te çatışmasızlık bölgesinin oluşmasına yol açan 2019 ve 2020 anlaşmalarını anımsattı ve bu bölgede kontrolün Türkiye’de olduğunu kaydetti.

İran ise sahadaki gelişmelerden ABD ve İsrail yönetimini sorumlu tutuyor ve Türkiye gibi bölge ülkelerine dolaylı uyarıda bulunuyor. İran Dışişleri Bakanı Arakçi, Fidan ile Ankara’da yaptığı görüşmede, Suriye sahasında yaşanan son olayların komşu ülkelerin istikrarını da tehlikeye atacak türde gelişmeler olduğu uyarısında bulundu.

Rusya’ya oranla Esad yönetimine desteğini daha güçlü ifadelerle yansıtan Tahran yönetimi, Şam’a askeri olarak da destekte bulunacağını açıkladı. Suriye’de İran’a bağlı önemli sayıda milis gücü bulunuyor ancak bu grupların sahadaki mevcut çatışmaların seyrini ne kadar değiştirebileceği bilinmiyor.

İran’ın Astana Süreci toplantısında, muhalif grupların geri çekilmesi çağrısında bulunması ve mevcut Suriye yönetiminin egemenliğine saygı duyulması çağrısını yinelemesi bekleniyor.

Lavrov, görüşmede Türkiye ile Rusya arasında geçen yıllarda varılan İdlib anlaşmalarının kesin olarak uygulanması konusunu ele alacaklarını, “Çünkü Halep’i ele geçiren teröristler İdlib çatışmasızlık bölgesinden geldiler,” ifadesini kullandı.

Paylaşın

Vincenzo Montella: Türkiye’de Yüksek Seviyeli Maçlar Seyredemiyoruz

A Milli Erkek Futbol Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella, “Türkiye’de teknik seviyesi çok yüksek maçlar seyredemiyoruz. İngiltere’de hep seyredebilirsiniz. İspanya’da orta seviye takımların müsabakaları Türkiye’deki maçlar gibi. Türkiye’deki durumu, rakiplerin arasındaki dengesizliği daha iyi anlayabilmek için bu şekilde örnek gösterebiliriz” dedi.

Vincenzo Montella ayrıca, gelişmeye devam ettiklerini belirterek, en büyük hedeflerinin 2026 FIFA Dünya Kupası’na katılmak olduğunu söyledi.

A Milli Erkek Futbol Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella, katıldığı bir etkinlikte dikkat çeken açıklamalarda bulundu. 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda (EURO 2024) hayal ettikleri ruhu sahaya yansıttıklarını belirten Vincenzo Montella, şu ifadeleri kullandı: “UEFA Uluslar Ligi’nde Macaristan ile yapacağımız play-off maçlarında favori olarak görülmek bir avantaj. Macaristan, 6 yıldır aynı hocayla çalışıyor. A Ligi’nden gelen bir rakip.

En iyi futbolcularımızın ne durumda Millî Takım’a geldikleri çok önemli. Her zaman kendi futbolumuzu oynatma isteği olacak. Dünya Kupası elemelerinde zorlu rakiplerle karşılaşacağız. Ancak gelişmeye devam edeceğiz. Birlikteliğimizi bozmayacağız. Tek amacımız Dünya Kupası’na katılmak. 22 yıldır Dünya Kupası’na katılamıyoruz. Tüm konsantrasyonumuz en iyi şekilde hazırlanmak ve Dünya Kupası bileti almak. Orada olmamız gerekiyor.”

EURO 2024’te sergiledikleri performansla herkesi Türk bayrağı altında birleştirdiklerine ve bunun sportif başarıdan daha çok gurur duyulacak bir durum olduğuna vurgu yapan Vincenzo Montella, şu ifadeleri kullandı: “İşimi yaparken futbolcuların en iyi durumunu planlayarak ve oyun stilime göre hareket ediyorum.

Avrupa Şampiyonası’nda attığımız 8 golün 7’si farklı futbolculardan geldi. Herkesin gol atabileceği bir takım oluşturmayı tercih ediyorum. Takımımızdaki oyuncuların özellikleri ve teknik kapasitesi belli. Karadağ maçında fiziksel güce dayalı bir futbol oynasaydık takımımızın kimliğine aykırı olacaktı. Maçtan sonraki açıklamalarımda bunu kastetmek istemiştim. O maçta bazı öngörülemez şartlar vardı. Bu nedenle istediğimiz sonucu alamadık.”

İspanya ekibi Real Madrid’de forma giyen Arda Güler’in performansını da değerlendiren Montella, “Arda, rekabetin üst düzey olduğu bir takımda forma şansı bulmaya çalışıyor. Son dönemde çok geliştiğini gördük. Yaklaşım ve karakter olarak fazlasıyla gelişti. Savaşmayı ve mücadele etmeyi öğrendi. Arda Güler’in Real Madrid’de ilerleyen dönemde daha fazla forma şansı bulacağını düşünüyorum” şeklinde görüş belirtti.

“Türkiye’de yüksek seviyeli maçlar seyredemiyoruz”

Montella, Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho’nun Süper Lig’de oynanan futbolu eleştirmesine yönelik açıklamalarının hatırlatılması ve bu konu hakkında düşüncesinin sorulması üzerine, “Türkiye’de teknik seviyesi çok yüksek maçlar seyredemiyoruz. İngiltere’de hep seyredebilirsiniz. İspanya’da orta seviye takımların müsabakaları Türkiye’deki maçlar gibi. Türkiye’deki durumu, rakiplerin arasındaki dengesizliği daha iyi anlayabilmek için bu şekilde örnek gösterebiliriz.” değerlendirmesinde bulundu.

Paylaşın

OECD, Türkiye İçin Büyüme Tahminini Yüzde 3,5’e Yükseltti

OECD, Türkiye ekonomisinin bu yılki büyüme tahminini yüzde 0,1 oranında yukarı yönlü revize ederek, yüzde 3,5 olarak belirledi. Türkiye, 2023 yılında yüzde 4,1 büyümüştü.

OECD, Türkiye’nin 2025 büyüme rakamını da yüzde 0,6 aşağı yönlü revize ederek, yüzde 2,6 olarak öngördü.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), “Ekonomik Görünüm” raporunu yayımladı. OECD, Türkiye’ye ilişkin ekonomik büyüme tahminini bu yıl için yüzde 3,5’e yükseltirken, 2025 yılı için yüzde 2,6’ya düşürdü.

OECD, mayıs ayında yayınladığı raporda Türk ekonomisinin bu yıl yüzde 3,4 büyüyeceğini, 2026’da büyümenin yüzde 3,2 olacağını öngörmüştü.

“Sıkılaşan finansal koşullar ve devam eden mali konsolidasyon hane halkı tüketimini sınırlayacaktır. Deprem sonrası yeniden yapılanmanın etkileri geçtikçe yatırım ve kamu tüketimi de yavaşlayacaktır” değerlendirmesini yapan OECD, ancak, dış ortamdaki iyileşme ve uluslararası turizmdeki canlanmanın devam etmesi sayesinde ihracatın artmasının beklendiğini vurguladı.

OECD, istikrar politikalarının etkilerinin azalmasıyla GSYH büyümesinin 2026 yılında toparlanarak yüzde 4’e ulaşacağını tahmin etti.

Türkiye’de tüketici fiyatları endeksinin (TÜFE) 2024’te yıllık ortalama yüzde 58,3, 2025’te yüzde 30,7 ve 2026’da ise yüzde 17,2 artacağı tahmininde bulunan OECD, enflasyon baskılarının hafiflemesiyle birlikte politika faizinin 2026’nın ikinci yarısında yüzde 20’ye düşeceğini öngördü. Mayıs raporunda 2024 ortalama enflasyon beklentisi yüzde 55,5, 2025 için ise yüzde 28,7 olmuştu.

İşsizlik oranının bu yıl yüzde 8,8 olacağını öngören OECD, 2025’de yüzde 9’a çıkmasını beklediği işsizliğin 2026’da yüzde 8,6’ya gerileyeceğini tahmin etti. Mayıs ayı raporunda 2024 için işsizlik oranı yüzde 9,3, 2025 için ise yüzde 10 olarak tahmin edilmişti.

OECD, küresel ekonomik büyümenin bu yıl yüzde 3,2, 2025 ve 2026’da yüzde 3,3 olacağını tahmin ediyor. Böylece, dünya ekonomisinin gelecek 2 yılda genel olarak stabil bir büyüme seviyesini koruması bekleniyor.

OECD, mayısta yayımladığı Ekonomik Görünüm Raporu’nda, küresel ekonomik büyümeyi bu yıl ve 2025 için sırasıyla yüzde 3,1 ve yüzde 3,2 olarak öngörmüştü. Kurum, eylülde yayımladığı geçici ekonomik görünüm raporunda da küresel ekonominin bu yıl yüzde 3,1 büyüyeceğini tahmin etmişti.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Türkiye, OECD Ülkeleri Arasında Enflasyon Şampiyonu

Türkiye, G20 ülkeleri sıralamasında yüzde 120 enflasyon oranına sahip Arjantin’in ardından ikinci sırada yer alırken, OECD ülkeleri sıralamasında birinci oldu.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini ise yüzde 44 olarak açıklanmış, 2025 tahmini ise yüzde 21 olarak revize edilmişti. Merkez Bankası 2026’da ise yüzde 12 enflasyon oranı öngörüyor.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) güncel Ekonomik Görünüm Raporu yayınlandı. Raporda Türkiye ile ilgili büyüme rakamları da yer alıyor. Buna göre; Türkiye ekonomik büyüme sıralamasında G20 ülkeleri arasında 5’inci, OECD ülkeleri arasında ise ikinci sırada yer aldı.

Türkiye G20 ülkelerinde yüzde 6,8 ile Hindistan, yüzde 5,1 ile Endonezya, yüzde 4,9 ile Çin, yüzde 3,9 ile listede yer alan Rusya’nın hemen altında sıralandı. Böylece Türkiye, yüzde 3,5’lik büyüme beklentisiyle yüzde 3,3’lük G20 ülkeleri ortalamasının üstünde yer aldı.

OECD raporuna göre Türkiye ekonomisinde 2024’te yüzde 3,5, 2025’te ise yüzde 2,6 büyüme bekleniyor. 2026 için ise ekonomik büyüme yüzde 4 olarak tahmin edildi. OECD ülkeleri sıralamasında ise Türkiye bu yıl, liste başındaki yüzde 4 büyümesi öngörülen Costa Rica’nın hemen altında ikinci sırada bulunuyor.

OECD tarafından geçtiğimiz Mayıs ayında yayınlanan raporda ise Türkiye ekonomisinde büyüme 2024 için yüzde 3,4, 2025 için yüzde 3,2 olarak öngörülmüştü.

Raporda enflasyon görünümleri de yer alırken Türkiye’de 2024 yılı enflasyonu yüzde 58,3 olarak tahmin edildi. 2025’te ise yıllık ortalamada enflasyonun yüzde 30,7 olacağı, 2026’da ise bu oranın yüzde 17,2’ye gerileyeceği öngörüldü.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 2024 yıl sonu enflasyon tahmini ise yüzde 44 olarak açıklanmış, 2025 tahmini ise yüzde 21 olarak revize edilmişti. Merkez Bankası 2026’da ise yüzde 12 enflasyon oranı öngörüyor.

G20 ülkeleri sıralamasında Türkiye, yüzde 120 enflasyon oranına sahip Arjantin’in ardından ikinci sırada yer alırken, OECD ülkeleri sıralamasında birinci oldu.

Raporda küresel ekonominin önemli zorluklara rağmen dirençli kalmaya devam edeceği öngörülürken, 2024’te yüzde 3,2 olan küresel GSYİH büyümesinin 2025’te yüzde 3,3’e, 2026’da ise yüzde 3,3’e yükseleceği tahmininde bulunuldu.

Rapora göre dünya ekonomisi gelecek iki yılda genel olarak istikrarlı bir büyüme seviyesini koruyacak. OECD’nin Mayıs ayında yayımladığı Ekonomik Görünüm Raporu’nda, küresel ekonomik büyümeyi bu yıl yüzde 3,1, 2025 için ise yüzde 3,2 olarak tahmin etmişti.

Paylaşın

Eğitim Sisteminden Memnun Olmayan Velilerin Oranı Yüzde 95

Yeni bir araştırma, velilerin yüzde 95.4’ünün eğitim sisteminden memnun olmadıklarını ortaya koydu. Araştırmada, eğitime yönelik memnuniyet oranının 4 yıl önceye göre ciddi düşüş yaşandığına da dikkat çekildi.

Türkiye’nin eğitim sistemi, uluslararası değerlendirmelerdeki gerilemeler ve ulusal araştırmalarda ortaya çıkan memnuniyetsizlik oranlarıyla bir kez daha gündeme geldi.

İstanbul Üniversitesi ve Medipol Üniversitesi’nden akademisyenlerin gerçekleştirdiği “Ekonomik Zorlukların Eğitim Sistemine Etkisi Araştırması 2024” çalışması, hem ailelerin eğitime yönelik algılarını hem de sistemin yaşadığı sorunları gözler önüne serdi.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Pazarlama Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Süphan Nâsır öncülüğünde, Dr. Öğretim Üyesi Yonca Nilay Baş ve Dr. Öğretim Üyesi Fatma Betül Ortaköy’ün katkılarıyla hazırlanan araştırma, bin 968 kişiyle gerçekleştirildi.

Halk TV’de yer alan habere göre araştırma sonuçları velilerin eğitime olan memnuniyetinin dört yıl öncesine kıyasla ciddi bir düşüş olduğunu gösterdi.

Araştırmaya katılanların yüzde 64’ü çocuk sahibi olduğunu belirtirken, bu kişilerin yüzde 37,2’si çocuklarını özel okula gönderdiğini, yüzde 44,3’ü ise devlet okullarını tercih ettiğini ifade etti. Ancak özel okul tercih eden veliler arasında yüzde 21’i, artan maliyetler nedeniyle çocuklarını devlet okuluna almayı düşündüğünü açıkladı.

Katılımcıların çocuklarını özel okula gönderebilmek adına bütçelerinden sırasıyla mobilya, ev eşyası, tatil ve seyahat, kültür sanat etkinlikleri, elektronik eşya ve restoran hizmetleri kalemlerinden feragat ettikleri görüldü.

Çocuğunu özel okula göndermek için feragat ettikleri başlıklar için ‘diğer’ seçeneğini işaretleyen veliler de şunları söyledi:

“Hayatımdan vazgeçmişim onlar okusun diye…”, “Hobi alanımdaki tüm faaliyetlerden”, “Eğitimleri yarım kalmasın diye her şeyi kıstık”, “Her şeyi feda ediyoruz çünkü özel okullar çok iyi eğitim verdiği için değil dersliklerde daha az öğrenci olduğu ve güvenli olduğu için tercih ediyoruz.”

Araştırmaya göre, eğitim sisteminden memnun olmadığını belirtenlerin oranı yüzde 95,4 gibi yüksek bir seviyeye ulaştı. Bu oran, Kasım 2020’de yapılan bir araştırmada yüzde 90,6 olarak kaydedilmişti. Artan ekonomik zorluklar ve sistemdeki yapısal sorunlar, memnuniyetsizlik seviyesini daha da yükseltti.

Kasım 2020 tarihinde yapılan ‘Türkiye’de Seçmenlerin Siyasi Kimlik Temelli Profil Analizi’ başlıklı araştırmada eğitim sistemine memnuniyet konusunda katılımcıların yüzde 76,80’i hiç memnun olmadıklarını, yüzde 13,80’i de memnun olmadıklarını dile getirmişti. Dört sene önceye göre memnuniyetsizliğin daha da arttığı görülüyor.

Paylaşın

Türkiye’den Üç Firma “En Büyük 100 Silah Üreticisi” Listesinde

“En büyük 100 silah üreticisi” listesinde Türkiye’den Aselsan, Baykar ve TUSAŞ yer aldı. Üç firmanın toplam gelirleri yüzde 24 artışla 6 milyar dolara ulaştı. İlk 100 listesinde Türkiye’nin payı yüzde 1’den az oldu.

Geçen yıl tüm dünyada en fazla gelir elde eden ilk 100 silah üreticisi yüzde 4,2 büyümeyle toplam 632 milyar dolarlık satış yaptı.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) raporuna göre 2023 yılında Türk şirketlerinin küresel silah ticaretinden aldıkları pay büyüdü.

SIPRI’nın “En büyük 100 silah üreticisi” listesinde Türkiye’den Aselsan, Baykar ve TUSAŞ yer aldı. Üç firmanın toplam gelirleri yüzde 24 artışla 6 milyar dolara ulaştı.

“Türkiye uzun süredir savunma sanayisinde kendi kendine yeterli olmayı hedefliyor” denilen raporda Türk firmalarının silah satışlarındaki büyümenin iç talep ve Ukrayna savaşıyla bağlantılı olduğu kaydediliyor.

Bir yılda yüzde 25 artışla 1,9 milyar dolar gelir elde eden Baykar “İlk 100” listesinde 10 basamak tırmanarak 69’uncu sırayı aldı. Baykar üretimi insansız hava araçlarının (İHA) Ukrayna’da yaygın şekilde kullanıldığı vurgulanan raporda, “(Şirket) Yıl boyunca doğrudan Ukrayna’ya veya Ukrayna’ya gönderilmek üzere başka ülkelere İHA’lar ihraç etti” denildi. Geçen yıl Baykar’ın kasasına giren paranın yüzde 90’ı yurt dışına yapılan satışlardan geldi.

Listede 10 basamak yükselerek 78’inci sırayı alan TUSAŞ, yüzde 45’le gelirlerini en fazla artıran Türk silah üreticisi oldu. Şirket 1,7 milyar dolarlık satışın yüzde 31’ini yurtdışına yaptı.

Gelirlerini yüzde 12 büyüten Aselsan listenin 54’üncü sırasında yer aldı. Diğer iki Türk üreticiye kıyasla gelirlerinin çok küçük bir kısmı ihracattan geldi, şirket 2,4 milyar dolarlık satışın büyük bölümünü Türk güvenlik güçlerine yaptı.

Geçen yıl tüm dünyada en fazla gelir elde eden ilk 100 silah üreticisi yüzde 4,2 büyümeyle toplam 632 milyar dolarlık satış yaptı. Türkiye, bu rakamın yüzde birden azını oluştururken listede yer alan ABD merkezli 41 şirket toplam gelirlerin yarıdan biraz fazlasını elde etti.

Dünyanın en büyük silah üreticisi ABD’li Lockheed Martin şirketinin gelirleri, artan siparişlere rağmen yüzde 1,6 azaldı. F-16 ve F-35 gibi gelişmiş savaş uçaklarını üreten şirket yaşadığı tedarik zorlukları nedeniyle siparişlere cevap verecek hızda üretim kapasitesini artıramadı. Şirket geçen yıl 60,8 milyar dolar gelir elde etti.

Çinli üreticiler 103 milyar dolarla Amerikalı rakiplerinden sonra en fazla geliri elde ederken, listede detaylı ve şeffaf veri elde edilemeyen Rusya’dan toplam 25,5 milyar dolarlık satışla iki şirket yer aldı.

İlk 100’de Almanya’dan ise toplam 10,7 milyar dolar gelirle dört şirket yer aldı. Bu 2022’ye göre gelirlerin yüzde 7,5 büyüdüğü anlamına geliyor.

Almanya’nın en hızlı büyüyen şirketi, hava savunma sistemleri ve mühimmatlarına olan talepteki artışa paralel, Diehl oldu. Şirket gelirlerini yüzde 30 artırarak 1,4 milyar dolar elde etti.

Ülkenin en büyük silah üreticisi Rheinmetall ise yüzde 10 büyümeye karşılık gelen 5,5 milyar dolarlık satışla 26’ncı sırada yer aldı. Rheinmetall’ın satışlarında Ukrayna’ya tank ve mühimmat ihracatı önemli yer tuttu.

Gazze savaşının etkisiyle İsrailli şirketlerin de gelirleri hızlı arttı. Listedeki üç firma yüzde 15 büyümeyle 13,6 milyar dolarlık satış kaydetti. “Çelik Kubbe” ve “Davut’un Sapanı” adlı hava savunma sistemlerini üreten Rafael şirketi yüzde 16 artışla 3,7 milyar dolar gelir elde etti ve en çok satış yapan 42’nci şirket oldu.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den Türkiye’ye “Hiperenflasyon” Uyarısı

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), son raporunda Türkiye için ‘hiperenflasyon’ uyarısında bulundu: Türkiye’de reel ücretlerde çok hızlı bir büyümeye işaret eden en son veriler, hiperenflasyon döneminde gerçekleştiği için ihtiyatla yorumlanmalı.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), dünyada reel ücretlerde 2022 yılından itibaren genel bir artış ve toparlanma yaşandığını açıkladı. Raporda, Türkiye’de reel ücretlerde diğer ülkelere göre kıyaslandığında yaşanan artışın, hiperenflasyon nedeniyle ihtiyatla yorumlanması gerektiği kaydedildi.

Uluslararası Çalışma Örgütü, 2022’deki olumsuz rakamların ardından dünya genelinde ücretler artarak bir toparlanma eğilimi içine girmiş olsa da yüksek enflasyon yüzünden yaşanan fiyat artışlarının, hala devam ettiğinin altını çizdi.

VOA Türkçe’den Can Kamiloğlu‘nun aktardığına göre raporda, gelişmekte olan G20 ekonomileri arasında analiz edilen Türkiye’deki reel ücret artışlarıyla ilgili, ele alınan dönem içinde güçlü bir artış tespit edildiği; Türkiye’de ücretlerin 2009 ile 2016 yılları arasında istikrarlı bir şekilde arttığı ancak 2016 ile 2020 yılları arasında büyümenin durduğu ve ardından 2024 yılı da dahil tekrar artışa geçtiği belirtilerek, bu artışın hiperenflasyon sonucunda ortaya çıktığı vurgulandı.

ILO raporunda, ”Türkiye’de reel ücretlerde çok hızlı bir büyümeye işaret eden en son veriler, hiperenflasyon döneminde gerçekleştiği için ihtiyatla yorumlanmalı. 2023 yılında gelişmekte olan G20 ekonomilerinde Çin, Rusya Federasyonu ve Türkiye hariç sıfıra yakın reel ücret artışı tespit edildi. Gelişmekte olan G20 ekonomilerinin çoğunun 2024 yılında da sadece mütevazı bir reel ücret artışı sergileyeceğini öngörüyoruz” ifadesi kullanıldı.

Yaklaşık 150 ülkeden derlenen verilere göre, ortalama ücretlerin Afrika, Pasifik, Orta ve Batı Asya ve Doğu Avrupa’da dünyanın geri kalanına kıyasla daha hızlı arttığı, diğer tüm bölgelerde ortalama reel ücretlerin azaldığı kaydedildi.

2023 yılındaki ücret artışlarının, Afrika, Kuzey Amerika ve Kuzey, Güney ve Batı Avrupa hariç çoğu bölgede pozitif eğilim gösterdiği, 2024 yılında ortalama reel ücretlerin sabit kaldığı Afrika ve Arap ülkeleri hariç tüm bölgelerde ücretlerin arttığı belirtildi. Ücret artışlarının Orta ve Batı Asya’da yüzde 17,9, Kuzey Amerika’da yüzde 0,3 oranları arasında arttığı kaydedildi.

Uluslararası Çalışma Örgütü Direktörü Gilbert Houngbo, ücretlerde küresel çapta gerçekleşen artış eğiliminin devam etmesi halinde, 15 yıldan uzun bir süredir beklenen ve elde edilen en büyük kazanç olacağını, bugünkü küresel ücret artışlarının yüksek enflasyonun ve yükselen fiyatların ücret artışını geride bırakmış olduğu 2022 yılında yaşanan düşüşle kıyaslandığında kayda değer bir toparlanmayı yansıttığını dile getirdi.

Houngbo, ücret artışındaki yükseliş eğiliminde yaşanan bu olumlu gelişmelerin, bölgeler arasında eşit olarak paylaşılmadığına dikkat çekti.

Ücretlerin geçen yıl yüzde 0,9 oranında mütevazı bir şekilde arttığını belirten Houngbo, “Bu sevindirici gelişmeye rağmen fiyatlar, artan hayat pahalılığı ile mücadele etmeye devam eden düşük gelirli haneler için çok yüksek kalmaya devam ediyor. Enflasyon azalmış olsa da birçok ülkede acı bir gerçek olmayı sürdürüyor” dedi.

Paylaşın

ABD’den Dikkat Çeken F-35 Açıklaması: Politikamız Değişmedi

ABD Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’ye F-35 tedariki için gerekli şartlar herkesçe biliniyor ve politikamız değişmedi. Türkiye’nin NATO ile birlikte çalışabilirliğini sürdürmesi ABD’nin kritik bir önceliği olmaya devam ediyor” açıklamasında bulundu.

Türkiye, kurucu ortaklarından olduğu F-35 programından, Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın almasının ardından çıkarılmış, Amerikalı yetkililer S-400’lerin beşinci nesil savaş uçağı olan F-35’ler için güvenlik riski oluşturduğunu belirtmişti.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in ABD’nin Türkiye’nin elindeki Rus yapımı S-400 füzelerine bir itirazı kalmadığı ve F-35 savaş uçaklarını verebileceklerine dair sözlerine Washington’dan yanıt geldi.

VOA Türkçe’nin konuya ilişkin yorum talebine yanıt veren ABD Dışişleri Bakanlığı, politikalarında bir değişiklik olmadığını kaydetti.

Yazılı açıklama yapan bakanlık, “Türkiye’ye F-35 tedariki için gerekli şartlar herkesçe biliniyor ve politikamız değişmedi. Türkiye’nin NATO ile birlikte çalışabilirliğini sürdürmesi ABD’nin kritik bir önceliği olmaya devam ediyor” ifadelerini kullandı. Bakanlık Türkiye’nin F-35 alımı ya da F-35 programına dönüşü ile ilgili görüşmeler konusundaki soruları yanıtsız bıraktı.

Türkiye, kurucu ortaklarından olduğu F-35 programından, Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın almasının ardından çıkarılmış, Amerikalı yetkililer S-400’lerin beşinci nesil savaş uçağı olan F-35’ler için güvenlik riski oluşturduğunu belirtmişti.

2019 yılında Rusya’dan S-400 sistemi satın alan Türkiye, Rusya ile kapsamlı savunma işbirliği yapan ülkelere yaptırım öngören CAATSA kapsamında yaptırım uygulanan ilk NATO ülkesi olmuştu.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, bakanlığın 2025 yılı bütçe görüşmelerinde “F-35’lerle ilgili 6 tane uçağımız var orada. Amerikalılar da bu F-35 konusunda biz Kaan uçağını yapabileceğimizi ve uçtuğunu da görünce biraz düşünceleri de değişti. Onlar kendileri de F-35’i de verebileceklerini ifade ediyorlar. Hem üretim payımızın tekrar bize verilmesinde ısrar ediyoruz, hem de 40 tane F-35 almak isteğimizi bildirdik. Bu konuda da daha henüz öyle bir gelişme olmadı, oldukça bildiririz” demişti.

Güler, “Şimdi, bu son Amerikalılar’la görüşmelerimizde S-400’le ilgili de işte ‘Şunu yapacaksınız, bunu yapacaksınız’ dediler hepsini reddettik. Şu anda hâlen, bizim kabul ettiğimiz merkezde olmak kaydıyla Amerikalılar’ın da herhangi bir itirazı kalmadı S-400’lerle ilgili” diye konuşmuştu.

Ancak ABD, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400’lerin, NATO’nun ortak güvenlik mimarisini zafiyete uğratacağına sık sık dikkat çekiyordu.

ABD Dışişleri Bakanlığı geçen mart ayında yaptığı açıklamada, Rus S-400 sisteminin NATO teçhizatı ile uyumlu olmadığını ve bu sistemin NATO teknolojisinin güvenliğini tehdit ettiğini vurgulamıştı. Bakanlık sözcüsü, sistemin Türkiye’nin NATO müttefiki olarak taahhütleriyle uyumlu olmadığının altını çizerek, Türkiye’ye S-400 sistemini muhafaza etmemesi çağrısını yinelemişti.

Sözcü, S-400 konusu çözülürse ve çözüldüğünde, ABD’nin F-35 programı konusunda Türkiye ile yapılacak bir görüşmeyi memnuniyetle karşılayacağını belirtmişti.

Paylaşın