EBRD, Türkiye İçin Büyüme Tahminini Yüzde 2,7’ye Çekti

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), “Bölgesel Ekonomik Görünümler” raporunda, Türkiye ekonomisi için 2024 yılı büyüme tahminini yüzde 3’ten yüzde 2,7’ye indirdi.

EBRD, 1991 yılında kurulmuş olan uluslararası finans kurumudur. Çok taraflı kalkınma bankası olarak, EBRD yatırımı market ekonomileri inşa etmek için alet olarak kullanır.

Başlangıçta eski Doğu Bloku ülkelerine odaklanırken kalkınma desteği merkez Avrupa’da merkez Asya’ya 30 ülkeye genişlemiştir. Avrupa’ya nazaran, EBRD’ye üye olan ülkeler 5 kıtaya yayılmaktadır ve en büyük pay Birleşik Devletler’e aittir. Merkezi Londra’da olan EBRD’nin mülkiyeti 71 ülke ve iki AB kurumuna aittir.

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD),faaliyet gösterdiği ekonomileri kapsayan Bölgesel Ekonomik Görünüm raporunu yayımladı. Buna göre, EBRD geçen yıl eylüldeki bölgesel ekonomik büyüme tahminini yüzde 0,2 aşağı yönlü revize ederek, yüzde 3’e çekti. Geçen yıl EBRD ekonomilerinde büyüme yüzde 2,5 olmuştu.

Dünya’da yer alan habere göre banka, Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme öngörüsünü de eylüldeki yüzde 3 seviyesine göre aşağı yönlü revize ederek yüzde 2,7 olarak güncelledi. Büyüme beklentisindeki düşüşte, enflasyonla mücadele kapsamında para ve maliye politikasında sıkılaşmanın devam edeceği beklentisi etkili oldu.

Banka, Türkiye ekonomisinin 2025’te ise yüzde 3 büyüyeceğini öngördü. Rapora göre, Türkiye ekonomi politikası, vergi artışları ve daha güçlü makro ihtiyati politika tedbirleriyle sıkılaşırken, geçen yıl ekonomik büyüme deprem sonrası yeniden yapılandırma çabalarının etkisiyle hizmet sektörü tarafından yönlendirildi.

Haziran 2023’ten bu yana daha ortodoks politikalara geri dönüş, yerli ve uluslararası yatırımcılar arasında güveni artırdı ve Türkiye kısa süre önce bir büyük derecelendirme kuruluşundan 10 yılı aşkın süre sonra ilk ülke not artışını aldı.

Öte yandan, yüksek enflasyon, Avrupa’da daha yavaş büyüme, bölgede jeopolitik gerginliğin artması ve yüksek kısa vadeli dış finansman ihtiyaçları ışığında daha sıkı küresel finansman koşullarına bağlı olarak, riskler sürüyor. EBRD’nin Türkiye’de 2009’dan bu yana 442 projeye ve ticaret finansmanı girişimlerine yaptığı 19,8 milyar avro yatırımın yüzde 93’ü özel sektöre sağlandı.

Paylaşın

2023 Yılında Afetler, Dünya Genelinde 25,4 Milyon Kişiyi Evinden Etti

2023 yılında afetler nedeniyle 148 ülkede 26,4 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Türkiye, 4 milyon 53 bin kişiyle Çin’in ardından ikinci sırada yer aldı.

Dünyada afetler, silahlı çatışmalar ve şiddet nedeniyle evinden olan, yaşadığı yeri terk ederek ülkesi içinde başka bir yere taşınmak zorunda kalan insanların sayısı 75 milyon 900 bin kişiyle yeni bir rekora ulaştı. 2023 Aralık ayı itibarıyla evinden olanların sayısı 4 milyon 800 bin kişi arttı.

Cenevre merkezli Ülke İçi Yerinden Edilme İzleme Merkezinin (IDMC) açıkladığı raporda yer alan rakamlara göre, 2023 yılında afetler nedeniyle 148 ülkede 26,4 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Türkiye, 4 milyon 53 bin kişiyle Çin’in ardından ikinci sırada yer aldı.

Bu durumda, 2023 Şubat ayında ağır yıkıma yol açan Kahramanmaraş depremleri rol oynadı. Depremden etkilenen Suriye ile birleştirince Kahramanmaraş depremleri toplam 4 milyon 700 bin kişiyi evsiz bıraktı. IDMC raporunda bu rakamın, 2008’den bu yana bir deprem nedeniyle kaydedilen en yüksek rakam olduğuna işaret edildi.

Çatışmalar ve şiddet olayları da başta Sudan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Gazze Şeridi olmak üzere toplam 20,5 milyon kişiyi evinden etti. Çatışmalar ve şiddet nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı 2022’ye göre yüzde 9 oranında arttı.

Raporda Türkiye’ye ayrılan bölümde 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7,8 ve 7,5 büyüklüğündeki depremlerin yol açtığı yıkıma yer verildi. Depremden sonra kiralardaki artışa işaret edilen raporda evinden olanların önce çadırlara ve aşamalı olarak konteyner kentlere yerleştiği, konteyner kentlerin en az 3 yıl daha kullanımda kalmasının beklendiği aktarıldı.

Yeniden imar çalışmalarının tam hız devam ettiğine işaret edilen raporda, 31 Aralık 2023 itibarıyla yaklaşık 822 bin kişinin ülke içi göçmen konumunda olduğu belirtildi.

Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Erdoğan – Miçotakis Ortak Basın Açıklamasında ‘Hamas’ Polemiği

Erdoğan ve Miçotakis, ortak basın toplantısında ‘Hamas’ polemiği yaşandı. Miçotakis, “Türkiye’den değişik bir yaklaşımla Hamas’ı terör örgütü olarak gördüklerini ancak Gazze’deki sivillerin korunması gerektiğinde hemfikir olduklarını” ifade etti.

Erdoğan ise, “Öncelikle teşekkür ediyorum. Mutabık kalmadığımız önemli bir konu var. O da ben Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmüyorum. Tam aksine Hamas ta 1947’den itibaren toprakları işgal edilmiş ve bu topraklarının işgalinden sonra da topraklarını koruma altına alan bir direniş örgütüdür” ifadelerini kullandı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye çalışma ziyaretinde bulunan Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’i Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde kabul etti.

Erdoğan, Miçotakis’i Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin ana giriş kapısında karşıladı. Türkiye ve Yunanistan bayrakları önünde tokalaşarak basın mensuplarına poz veren Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis, daha sonra baş başa ve heyetler arası görüşmelerini gerçekleştirmek üzere Cumhurbaşkanlığı Külliyesine geçti.

Görüşme sonrası Erdoğan, Miçotakis basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Kendisine bir kez daha sizlerin huzurunuzda Ankaramıza hoşgeldiniz diyorum. Aralık ayında Atina’yı ziyaret etmiştim. Diyalog kanallarını açık tutma, ilişkilerimizde yaşanan ivmeyi geliştirme noktasında karşılıklı mutabakatımızı teyit etmiştik.

Dostane ilişkiler ve iyi komşuluk hakkında Atina Bildirgesiyle kayıt altına almıştık. Kendisine ikili münasebetlerimizi ilerletme konusundaki samimiyeti dolayısıyla teşekkür ediyorum. Türkiye-Yunanistan arasındaki işbirliği ruhunun güçlenmesinin hem her iki ülke hem de bölge için hayırlı olacağı inancındayız.

Son derece verimli, samimi ve yapıcı görüşme gerçekleştirdik. İkili gündemimizde yer alan konuları etraflıca gözden geçirdik. Geçtiğimiz yıl 6 milyar dolar gerçekleşen ikili ticaretimizi 10 milyar dolara çıkarma hedefiyle çalışıyoruz.

Ortak İş Konseyi kurulmasına ilişkin anlaşma çabalarımıza büyük katkı sağlayacaktır. Deprem kuşağında yer alan ülkelerimiz tabii afetler karşısında komşuluk hukukunu hep yerine getirmiş, birbirinin yardımına ilk koşan ülkelerden olmuşlardır. Afet ve Acil Durum Yönetimi alanında mutabakat zaptı bu konulardaki ahdi zeminimizi sağlamlaştırmıştır.

Sağlık ve tıp bilimleri alanındaki anlaşmayla işbirliğimizi tahkim etmiş olduk. Türk Yunan ilişkilerindeki birbiriyle bağlantılı sorunları da ele aldık. Atina Bildirgesi’nde çerçevesi çizildiği şekilde sorunlarımızı samimi diyalog, iyi komşuluk iradesine bağlıyız. FETÖ, PKK, DHKP-C gibi terör örgütleri gündemimizdeydi. Yunanistan’la terör örgütleriyle mücadele anlayışımız giderek güçleniyor.

Komşumuz ve NATO müttefikimiz Yunanistan’dan beklentilerimizi bugün bir kez daha sayın Başbakan ile paylaştım. İlişkilerimizdeki olumlu atmosferin Yunanistan’daki Türk azınlık ve soydaşlarımızın haklarına katkı sağlamasını bekliyoruz. Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı çözüme kavuşturulması muhimdir.

Görüşmelerimizde Gazze’de yaşanan soykırım başta olmak üzere bölgesel gelişmeler konusunda fikir teatisinde bulunduk. İsrail yönetimi ateşkes çağrılarına kulak tıkadığı gibi destekçilerine dahi meydan okumaktan geri duymuyor. Masum sivillerin son sığınağı olan Refah’ı acımasız şekilde hedef almaya devam ediyor.

Masum sivillerin katledilmesi karşısında uluslararası toplum sesini artık daha gür çıkarmalıdır. Doğudan batıya bu zulme ortak olmayalım çağrısıyla her hafta meydanları dolduran tüm insanları buradan bir kez daha selamlıyoruz. BM Genel Kurulu’nun Filistin’in tam üyeliği konusunda aldığı karar, Başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen, toprak bütünlüğüne haiz Filistin devletinin tesisi olduğunu görülmüştür.

Türkiye olarak İsrail’i ateşkese zorlamaya, Filistin devletinin tanınırlığını artırmaya yönelik temaslarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz. Komşumuz Yunanistan’ın da katliamın durdurulması amacıyla yürütülen çabalara destek olmasını bekliyoruz. Yunanistan’la aramızda çözülemeyecek büyüklükte bir sorun olmadığına dair inancımı paylaşmıştım. Bu bir süreçtir. Daha fazla netice vermesi için titizlikle ilerletilmesi gerekir. Görüş ayrılıklarına rağmen diyalog kanallarımızı açık tutarak olumlu gündeme odaklanıyoruz.

Türkiye herkesin malumu olduğu üzere kültürel mirasın korunması noktasında örnek alınan ülkedir. Kariye Camimizi 2020’de aldığımız karar sonrasında titiz restorasyon sonucu yeniden ibadete ve ziyarete açtık. UNESCO kültür varlığı olan her bir eserin korunmasında tüm insanlığın istifadesine sunulmasına önem veriyoruz. Kariye Camii de herkesin ziyaretine açıktır. Sayın Başbakan ve kıymetli heyetine ziyaretleri için bir kez daha teşekkür ediyorum.”

Daha sonra sözü alan Başbakan Miçotakis, şunları söyledi: “Sayın Cumhurbaşkanı, sevgili Tayyip Bey, hanımefendiler, beyefendiler ben şundan başlamadan edemeyeceğim. Öncelikle olağanüstü misafirperverliğiniz için size ne kadar müteşekkir olduğumuzu dile getirmek istiyorum.

Bu dördüncü ziyaret oldu ve bu ziyaretlerin sayısı da şunu gösteriyor aramızdaki iki komşu olarak anlayış ve ilişki ortamı devamlı daha olumlu şekilde gelişiyor.

Bu pozitif ilişkiler çok olumlu bir günlük yaşamı gerçekleştirmemize yardımcı oluyor. Tabii ki biz Atina’da gerçekleştirilmiş 5. toplantısından ve imzalanan mutabakat zaptı ardından bu olumlu gelişmeleri devam ettirmeye kararlı olduğumuzu gösterdik. Özellikle güven artırıcı önlemler ve başka pozitif işbirliği ajandası bizim yöremizde istikrarı sağlayacak önemli önlemlerdir.

Bu yaklaşım elle tutulur sonuç vermiş bulunuyor. Tabii ki bu sonuçları kazan kazan zemininde elde etmiş bulunuyoruz. Mesela ekonomi, yani yatırımlar artmıştır ve ekonomik anlamda işbirliği, ticaret işbirliği hacmi gün be gün gelişmektedir.

Aynı zamanlarda geçen Mart ayında Türk ve Yunan iş adamları çok önemli konsey gerçekleştirmiş bulundu. Bu konsey üyelerinin çalışmaları sayesinde ortaya koyduğumuz hedefi gerçekleştirmek konusunda kararlı olduğumuzu tekrar edebilirim.

İki halk benim bağlandığım şekilde çok önemli bir inisiyatifin meyvelerinden faydalanmaya başladılar. 10 Ege adasında vize muafiyetinden faydalanarak serbestçe ziyaret edebiliyorlar.

Sınır kapısında yapılan kısa bir kontrolden sonra hem hızlı hem kısa bir sürede gerçekleştirilebilen süreçtir. Bunun ekonomik alanda da önemi vardır. İki halkın daha az bürokrasi acısından, ıstırabını yaşamadan birbirleriyle bir araya gelmeleri, tanımaları çok büyük önem arz etmekte.

Aynı zamanda düzensiz göç meselesine değinme fırsatımız oldu. Ümitsiz insanların acısını istismarını yapan insan tacirlerini durdurmak için sarf ettiğimiz çabalar olumlu sonuçlar vermeye başladı. Türkiye bu konuda çok kararlı. Çok pozitif katkıda bulundu. Avrupa kararları ışığında da Türkiye’nin Avrupa fonlarından bu konuda faydalanabilmesi için çalışıyoruz.

Azınlıklar meselesinde de dile getirdiğiniz gibi beşeri bir dostluk köprüsü rolünü üstleneceklerini sanıyorum. Azınlıklar iki ülkenin renklerine katkıda bulunmakta. Trakya’da hristiyan ve müslüman nüfus çok ahenkli bir şekilde bir arada yaşamlarını sürdürmektedir.

Daha önce de altını çizdiğim gibi azınlıkların, dini bir azınlık olduğunu Lozan Antlaşması çerçevesinde görebiliriz. Tabii ki burada eşit vatandaşlık ilkesi ışığında bu müslüman vatandaşlarımıza Yunan devletinin bu ilke sayesinde iyi davrandığına inanıyorum.”

Müslüman azınlığın biz Yunanistan’ın sosyal ve kültürel hayatına katkısı çok büyüktür. Ne yazık ki Türkiye’de hristiyan azınlığın sayısı ufalmıştır. Burada da dini özgürlük ve hristiyan eserlerinin UNESCO anlaşmalarında ve şartlarında öngörüldüğü gibi koruma altına alınması gerektiğine inanıyoruz.

Açıklıkla ve samimiyetle dile getirdiğim gibi Kariye Camii’nin tekrar bir ibadet yeri olarak işlev görmesi bizim için üzüntü yaratan bir gelişme oldu. Bu olağanüstü mekânın bütün insanlığın bir eseri olduğunu, bütün insanlığa ait olduğuna inanıyorum.

Rusya’nın despotik tavrını hem de Ortadoğu’da gerçekleşen gelişmelerin karşısında bunları reddettiğimizi dile getirdik. Türkiye’de özellikle Ortadoğu konusunda görüş ayrılığı söz konusu olmaktadır. İsrail’in bir terörde verdiği kurbandan sonra Gazze bölgesine girmesi ve terör örgütü olarak kabul ettiğimiz Hamas’ı Türkiye’nin değişik bir yaklaşımla, değişik bir nitelemeyle gördüğünü biliyoruz. Ancak bölgede akan kanın durdurulması konusunda ikimizi de hemfikiriz. Gazze’deki sivil insanların korunması gerektiği konusunda hemfikiriz.

Refah’ta bir kara işgalinin ve hücumunun kabul edilmez olacağı konusunda hemfikir kaldık. Uluslararası camianın üyesi olarak bu konularda mutabık kaldık. Çözümü henüz kavuşmamış Kıbrıs konusunda da uluslararası mevzuat ışığında bir çözüm bulmak çok önemli.

BM Genel Sekreteri Yardımcısı’nın söylediği gibi Güvenlik Konseyi’nin öngördüğü yapıcı görüşmeler sayesinde iki tarafın bu sorunu çözüme bağlayacağını umduğunu söylemişti. Biz de buna katılıyoruz. Yunanistan var olan zorluklara rağmen Türkiye’nin AB ortaklık sürecine destek vermeye devam etmektedir. AB-Türkiye ilişkilerinin yakın gelecekte olumlu şekilde tekrar hayata geçirileceğine inanıyoruz.

Sayın dostum, görüş ayrılıklarına rağmen biz kazan kazan zemininde bir işbirliğine açık olduğumuzu bu aşamada bile ispat etmiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Sivil koruma konularında işbirliğimizi daha da geliştireceğimiz konusunda mutabık kaldık. İklim değişikliği, deprem coğrafyaları içinde yer almamız bizi mutlaka afet ve acil durum yönetimi konusunda işbirliğine götürüyor.

Dışişleri bakanlarımızın görüşmeleri sayesinde çok olumlu adımlar atmış bulunuyoruz bu son yıl içerisinde. Çok hızlı ve istikrarlı adımlardan sonra tekrar hem Washington’da hem New York’ta NATO’da tekrar görüşme fırsatı elde edeceğimize inanıyorum. Çok teşekkür ederim.

“Hamas’ı terör örgütü olarak görmüyorum”

Tekrar sözü alan Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle konuştu: “Öncelikle teşekkür ediyorum. Mutabık kalmadığımız önemli bir konu var. O da ben Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmüyorum. Tam aksine Hamas, 1947’den itibaren toprakları işgal edilmiş ve bu topraklarının işgalinden sonra da topraklarını koruma altına alan bir direniş örgütüdür. Ve bu direniş örgütü ne yazık ki İsrail’in acımasız 45 bini bulan şu andaki insan kaybına karşı oraları koruma mücadelesini veren bir direniş örgütü durumundadır.

Bunu görmemiz lazım ve şu an itibariyle 40 bini aşmış insanını kaybetmiş olan Hamas’a eğer terör örgütü dersek bu acımasız bir yaklaşım olur. Dolayısıyla ben Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmüyorum; tam aksine Hamas’ı kendi topraklarını, insanını korumanın mücadelesini veren insanlar olarak görüyorum. Bunlara karşı sizlerin de nitekim BM’de sizler de olumlu oy vermek suretiyle orada bu acımasızlığa katılmadınız, ortak olmadınız, bundan dolayı sizlere ayrıca teşekkür ediyorum. Orada bir terör örgütünü olmadığını sizler de ortaya koydunuz.

Şimdi burada terör örgütü derseniz buna üzülürüz. Asla Hamas’ı terör örgütü olarak görmüyorum. Adım adım takip ediyorum. Ülkemde şu an 1000’i aşkın Hamas’ın mensupları hastanelerimizde tedavi altında. Böyle işi sürdürüyoruz. Yanlış yaklaşımınıza asla katılamam, bu haksızlık olur. Bunca Hamaslı öldürülüyor, tüm Batı malum bunlara her türlü silah, mühimmatla saldırıyor. Bütün bunlar karşısında 1947’den bugüne kadar topraklarından sürekli tecrit edilen, toprakları işgal edilen İsrail tarafından, sizler buna terör örgütü derseniz üzülürüm.”

Yunanistan Başbakanı Miçotakis şu cevabı verdi: “İsterseniz bu konuda mutabık kalmadığımız için mutabık olalım. Hemen bir ateşkes anlaşmasının imzalanması konusunda mutabık olduğumuzu söyleyebiliriz. Filistinli halk acımasız politikaların kurbanıdır.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sağolun” dedi.

Paylaşın

Çiftçinin Borcu 20 Yılda 122 Kat Arttı

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) verilerine göre, 2004 yılında tarım kesiminin bankalara olan borcu 5,3 milyar liradan 651,6 milyar liraya fırladı.

Bu borcun 222,5 milyar lirasını kısa vadeli krediler oluştururken, çiftçilerin bankalara olan borçları bir yılda yüzde 64,7, son 20 yılda ise 122 kat arttı.

Tarımın sürdürülebilir olmaktan çıktığını söyleyen CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakıroğlu, çiftçinin ürettiğinin karşılığını alamadığını belirtti.

Üretmek için borçlanan çiftçilerin tarlaları ipotek altında. Mazot, gübre, ilaç, yem gibi tarımsal girdilerin fiyatları dövizdeki artışa bağlı olarak sürekli yükseliyor. Tarımsal destekler ise girdi maliyetlerindeki artışın gerisinde kalıyor.

Çiftçiler girdi fiyatlarındaki bu artış nedeniyle maliyetleri karşılayamadıkları için borçlanmak zorunda kalıyor. Borcunu ödeyemeyen çiftçilerin toprakları ise el değiştiriyor.

BirGün’den Havva Gümüşkaya‘nın haberine göre; üreticiler, 14 Mayıs Dünya Çiftçiler gününü borçlu, ipotek altında ve endişeli karşılıyor. Birçok üründe hasat başlamasına rağmen hala daha alım fiyatı açıklanmadı. Buğdayda üretici bölgelerinde sulu alanlarda kilogram maliyeti 11 lirayı aşarken, kıraç alanlarda 10 lira 87 kuruş olarak hesaplandı.

Üretici bu maliyetler karşısında, kilogram fiyatı olarak 15 liranın üzerinde bir alım fiyatı bekliyor. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı’nın buğday için ton başına 11 lira fiyat belirlemesi ve ek olarak 2 lira prim desteği sağlayarak toplamda 13 lira olarak uygulanacağı iddia ediliyor.

Üretim maliyetlerinin karşılamayan alım fiyatları konuşulurken maliyetlerini karşılamak için tarlasına ipotek koyduran üretici adeta borç kıskancına alındı. Çiftçilerin yüzde 92,5’nin borcu nedeniyle tarlasında, bağında, bahçesinde ipotek bulunuyor.

Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın verilerine göre tapusu üzerine ipotek konulan tarım arazisi sahibi sayısı Ekim 2023’te 2 milyon 230 bin 758 kişi oldu. İpoteklerin yüzde 72,9’unu bankalar tarafından konuldu. Tapusu üzerine bankalar tarafından ipotek konulan tarım arazisi sahibi 1 milyon 626 bin 289 kişi bulunuyor.

2019 yılında 2,9 milyon olan ipotekli tarım alanı parsel sayısı 300 bin artarak 3,2 milyona ulaştı. İpotekli tarım alanı ise 42 milyon 360 bin 880 dekarı buldu. Bu büyüklük toplam karasal alanı 20 milyon 330 bin dekar olan İsrail’in iki katından daha fazla bir alanı ifade ediyor. İpotekli alan sahibi başına düşen tarım arazisi büyüklüğü ise 18,9 dekarı buluyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun 2024 Mart ayı verilerine göre, 2004 yılında tarım kesiminin bankalara olan borcu 5,3 milyar liradan 651,6 milyar liraya fırladı. Bu borcun 222,5 milyar TL’sini kısa vadeli krediler oluşturdu. Çiftçilerin bankalara olan borçları bir yılda yüzde 64,7, son 20 yılda ise 122 kat arttı.

“Tarım sürdürülebilir olmaktan çıktı”

CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakıroğlu, yaptığı açıklamada tarımın sürdürülebilir olmaktan çıktığını söyledi.

Bakıroğlu, çiftçinin ürettiğinin karşılığını alamadığını belirterek “Çiftçinin ürettiğinin karşılığını alamadığını, çiftçinin borç batağında olduğunu ve tarım sektörünün borcunun 700 milyar lirayı aştığını sık sık dile getiriyoruz.

Tarımsal faaliyet geliri az, zor ve meşakkatli bir uğraştır. Para kazanamayan çiftçi üretim yapmak için bankalardan ve tarım kredi kooperatiflerinden kredi çekerek tarımsal faaliyetine devam ediyor.

Borçlar yüzünden tarım ve hayvancılık sürdürebilir olmaktan çıkmıştır. Tarım alanları ipotekli hale gelmiştir. Tüm dünya için tarım stratejik öneme sahiptir. Gıda güvencesi ve güvenliği her vatandaşın temel hakkı olarak önümüze çıkmaktadır. Tarımsal ürünlerin yani gıdanın erişilebilir kaliteli ve ucuz olması için temel kural desteklemedir.

Maalesef tarımsal desteklemelerin bütçe içindeki payı her yıl azalmaktadır. Tabi bu kadar borç olunca ipotekli tarım alanları da ciddi rakamlara ulaştı” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Türkiye’nin Kredi Risk Primi 276 Puana Geriledi

Türkiye’nin 5 yıllık CDS (Credit Default Swap) puanı 276 seviyesine geriledi. Böylelikle Türkiye’nin kredi risk primi Şubat 2020’den bu yana en düşük seviyeye düştü.

Haber Merkezi / Türkiye’nin risk primi geçen sene yaşanan seçim sürecinin ardından düşüş ivmesi yakalamış, seçim öncesinde 700 baz puanı test eden risk primi aralık ayında 300 baz puanın altına kadar gerilemişti.

CDS primi nasıl hesaplanıyor?

Ülkelerin dış borçlanmalarına karşı CDS’leri genelde büyük uluslararası yatırım bankaları sağlıyor ve o ülkelerin borcunu çevirememesi halinde ödemeyi bu banka üstlenmiş oluyor. Bu bankalar da söz konusu ülkenin geri ödeme yeteneğini, makroekonomik koşullarını inceleyerek bir risk oranı belirliyor.

Bu oran belirlenirken uluslararası derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar önemli bir rol oynasa da bunun dışında da bir çok faktör göz önünde bulunduruluyor.

Ekonomisi sağlam ve geri ödeme sorunu yaşamayacağı düşünülen ülkelerin risk primi düşük olurken geri ödemekte sorun yaşayacağı düşünülen ülkelerin risk primi yüksek bir orandan belirleniyor.

CDS priminin artmasının sonuçları ne olur?

Kamunun ve özel sektörün dış borçlanma maliyetleri CDS primine paralel olarak artar.

Burada kendini besleyen bir döngü oluşur. Borçlanma maliyetinin artması döviz girişini azalttığı için dış borcu ödemeyi zorlaştırır. Bu da riski daha da çok yükseltir.

Artan maliyetler, daha fazla kaynağın borç ödemesine ayrılması ve daha az harcanabilir gelir (yani refah kaybı) anlamına gelir.

Döviz girişinin azalması içerideki likidite krizini daha da derinleştirirken enflasyonist baskıları artırır.

Ulaşılabilecek en uç nokta, CDS ile sigortalanan temerrüt riskinin gerçekleşmesi durumudur. Dış borcun çevrilemez hale gelmesi ya da “iflas” durumu, başta enerji olmak üzere ithal ettiğimiz pek çok ürünü alamayacak hale gelmemiz, ithal ara malına dayalı üretim yapımızın durması anlamına gelir.

Merkez Bankası Başkanı Karahan’dan dikkat çeken açıklamalar

Öte yandan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan, yılın ikinci enflasyon raporunun tanıtımı amacıyla Merkez Bankası İdare Merkezi’ndeki bilgilendirme toplantısında konuşma yaptı.

Fatih Karahan, “Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise, para politikası duruşumuzu sıkılaştıracağız” şeklinde konuştu.

Parasal sıkılaştırmanın iç talebe etkilerini çeşitli göstergeler üzerinden yakından takip ettiklerini belirten Karahan, “Enflasyon beklentilerinin tahmin aralığına yakınsaması, dezenflasyon açısından kritik önemdedir. 2024 yılının ikinci yarısında, parasal aktarımın gecikmeli etkisiyle, iç talepte zayıflama olacağını ve bu sayede cari dengedeki iyileşmenin devam edeceğini öngörüyoruz” dedi.

Karahan “Haziran’dan itibaren yaşayacağımız dezenflasyon sürecinde, enflasyonu, belirlediğimiz ara hedeflerle uyumlu olacak şekilde düşürmek için ne gerekiyorsa yapmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Enflasyonun ana eğilimi gerilemekle birlikte, yılın ilk Enflasyon Raporu’nda öngördükleri patikanın üzerinde seyrettiğini kaydeden Karahan, son dönemde hizmetler grubundaki fiyat artışlarının, diğer gruplara kıyasla daha güçlü olduğunu gördüklerini söyledi.

Karahan, “Enflasyon beklentilerinin tahmin aralığına yakınsaması, dezenflasyon açısından kritik önemdedir. Ekonomik birimlerin beklentilerindeki ayrışma ve olası oynaklıklara karşı, parasal aktarımın etkinliğini artırmak amacıyla, makroihtiyati politikaları uygulamaya devam ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Türkiye, 2024 Demokrasi Algısı Endeksi’nde Son Sıralarda

Kopenhag merkezli Demokrasiler İttifakı Vakfı tarafından her yıl yayımlanan Demokrasi Algısı Endeksi’nde Türkiye, bu yıl 53 ülke arasında 47’nci sırada yer aldı. 

Türkiye’yi sırasıyla İran, Endonezya, Macaristan, Yunanistan, Peru ve Venezuela takip etti.

Demokrasi Algısı Endeksi’nin ilk dört sırasında ise Uzakdoğu ülkeleri yer aldı. Ülkesinin demokratik olduğunu düşünenlerin başında Güney Koreliler geldi. Güney Kore’yi sırasıyla Çin, Tayvan ve Vietnam takip etti.

Türkiye dâhil 53 ülkedeki demokrasi algısını ölçen Demokrasi Algısı Endeksi’nin bu yılki sonuçları da kamuoyuyla paylaşıldı. DW Türkçe’nin aktardığına göre; Türkiye bu ankette, “demokrasi açığının” en yüksek olduğu ülkeler arasında yer aldı.

Demokrasi açığı, insanların demokrasiye ne kadar önem verdiği ve ülkelerini ne ölçüde demokratik buldukları arasındaki farkı temsil ediyor.

Türkiye’de ankete katılanlara yöneltilen “Sizin için ülkenizin demokratik olması ne kadar önemli?” ve “Sizce ülkeniz ne kadar demokratik?” sorularına alınan yanıtlar arasındaki fark 44 puan oldu.

Türkiye’den daha yüksek puana sadece dört ülke ulaştı. Listenin son dört sırasında 51 puanla Yunanistan, 50’şer puanla Venezuela ve Macaristan, 48 puanla da Ukrayna yer aldı.

Bu farkın en az olduğu ülkelerse 11’er puan ile İsrail ve İsviçre oldu. Bu ülkeleri 12’şer puanla Hindistan, Tayvan, Norveç, Vietnam, Singapur ve Suudi Arabistan izledi.

Ankete katılanların yüzde 40’ı, ülkelerinde “yeterince demokrasi olmadığını”, yüzde 46’sı “gerektiği kadar” demokratik olduğunu, yüzde 13’üyse “fazla” demokratik olduğunu ifade etti.

Türkiye’de ankete katılan her beş kişiden üçü ülkesinde “yeterince demokrasi olmadığını” belirtti. Türkiye bu oranla 53 ülke arasında 47’nci sırada yer aldı. Türkiye’nin altında kalan ülkeler sırasıyla İran, Endonezya, Macaristan, Yunanistan, Peru ve Venezuela oldu.

Listenin ilk dört sırasında ise Uzakdoğu ülkeleri yer aldı. Ülkesinin demokratik olduğunu düşünenlerin başında Güney Koreliler geldi. Güney Kore’yi sırasıyla Çin, Tayvan ve Vietnam takip etti.

Kopenhag merkezli Demokrasiler İttifakı vakfı tarafından her yıl yayımlanan Demokrasi Algısı Endeksi, kamuoyu araştırma kurumu Latana’nın bu sene 20 Şubat-15 Nisan tarihleri arasında 53 ülkeden yaklaşık 63 bin kişiyle gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde hazırlandı.

Demokrasiler İttifakı, 2017 yılında eski NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen tarafından kuruldu.

Paylaşın

Konut Kredisi Borçları 444 Milyar 533 Milyon Liraya Ulaştı

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, bireysel konut kredisi borçlanmaları geçen yıla göre yüzde 13 artarak 444 milyar 533 milyon liraya ulaştı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), mart ayında Türkiye genelinde konut satışlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,1 azalarak 105 bin 394 olduğunu açıkladı.

Karşılaştırma sitesi encazip.com’un raporu ve BDDK verilerine göre, mart ayında Türkiye’deki konut kredisi borçlanmaları, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 14 artışla 444 milyar 533 milyon TL’ye ulaştı. Bu artış, genel konut satışları azalırken, konut kredilerindeki talebin artmaya devam ettiğini gösteriyor.

Türkiye’de konut piyasasının dinamikleri, farklı istatistiklerle birlikte ele alındığında çeşitli trendler ortaya koyuyor. BDDK’nın verileri, bireysel konut kredisi borçlanmalarının geçen yıla göre yüzde 13 artarak 444 milyar 533 milyon TL’ye çıktığını belirtiyor.

Ancak bu finansal genişleme, ipotekli konut satışlarında büyük bir düşüşle karşılık buluyor. 2023 Mart ayında 58 bin 522 olan ipotekli konut satışları, bu yıl aynı dönemde yüzde 53’lük bir düşüşle 24 bin 622’ye geriledi.

Buna karşın konut fiyatlarındaki yükseliş durmuyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Şubat ayı ‘Konut Fiyat Endeksi’ raporuna göre, konut fiyatlarındaki nominal artış yüzde 58,3 olarak gerçekleşirken, reel olarak yüzde 5,1 azaldı. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde konut metrekare fiyatlarındaki artış dikkat çekiyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ise, mart ayında Türkiye genelinde konut satışlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,1 azalarak 105 bin 394 olduğunu gösteriyor.

İstanbul 19 bin 40 konut satışı ile en fazla satışın yapıldığı şehir olurken, Ankara 9 bin 523 ve İzmir 6 bin 413 konut satışı ile takip ediyor. Ocak-mart dönemi genelinde ise, konut satışları bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,3 azalışla 279 bin 604 olarak kaydedildi.

Konut piyasasındaki bu veriler, Türkiye’de konut kredisi borçlanmalarının artmasına rağmen, ipotekli konut satışlarının azalması ve konut fiyatlarının yüksek seviyelerde seyretmesi gibi çelişkili trendleri bir araya getiriyor.

Karar’ın aktardığına göre; Ekonomistler ve piyasa analistleri, bu durumun tüketiciler üzerindeki etkilerini ve uzun vadeli ekonomik sonuçlarını değerlendiriyor. Aynı zamanda, konut piyasasının geleceği üzerine yapılan tahminler de bu tür dengesizlikler ışığında şekilleniyor.

Paylaşın

SWP’den Dikkat Çeken Rapor: Finans Ve İş Dünyası CHP’ye Yönelebilir

Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP) raporunda, CHP’li belediyelerin nüfusun yüzde 62’sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4’ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5’inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekildi.

Raporda, “Bu iller Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 79,6’sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP’li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar” bilgisine yer verildi.

CHP’nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, “Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor” görüşü aktarıldı.

Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP), Türkiye’deki siyasi güç dengelerinde 31 Mart yerel seçimleri ile yaşanan değişimin mercek altına alındığı raporunda, Almanya ile Türkiye ilişkilerinin CHP’li belediyeler ile yoğunlaştırılacak, derinleştirilecek iş birliği ile canlandırılabileceğine dikkat çekilidi.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; SWP bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) Müdürü Dr. Hürcan Aslı Aksoy ile uzman Dr. Yaşar Aydın tarafından kaleme alınan raporda önce yerel seçim sonuçlarına ilişkin dikkat çekici gözlem ve değerlendirmelere yer verildi.

CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısı “Tarihi galibiyet” sözleriyle tanımlanırken, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ise seçmen tarafından, “Sadece ekonomik sefalet nedeniyle değil, aynı zamanda artan yolsuzluk ve kayırmacılık nedeniyle cezalandırıldığına,” seçmenin izlediği istikrarsız para politikasının faturasını Erdoğan’a yerel seçimlerde kestiğine işaret edildi.

Seçim yenilgisi nedeniyle Erdoğan’ın “karizmasının zedelendiğine” dikkat çekilen raporda, “Muhtemelen bu seçimden çıkan en önemli mesaj, 2028 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde bir iktidar değişikliğinin ilkesel olarak mümkün olduğudur” ifadelerine yer verildi.

SWP raporunda ayrıca, “Kimlik siyasetinin reddi, Erdoğan’a bir ders” alt başlığı altında, yerel seçim sonuçlarının artık Türkiye siyasetindeki bir değişime işaret ettiği, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi kültürel ve etnik kimlikler üzerinden yapılan siyasetin öneminin azalmakta olduğu kaydedildi.

“Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı mı?” sorusuna yanıt aranan raporda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yerel seçimlerden farklı sosyo-politik dinamiklere tabi olduğuna vurgu yapılıyor, ayrıca Erdoğan’ın partisinden daha popüler olduğu hatırlatıldı.

Bununla birlikte uzmanlar, “Erdoğan’ın görev süresinin kalan dört yılı çok sayıda sınamayı beraberinde getirecektir. Bunları popülaritesini kaybetmeden atlatması çok zor olacaktır” öngörüsüne yer verdi.

Erdoğan’ın bir sonraki seçimlere kadar popülaritesini yeniden artırmasını zora sokacak muhtemel zorluklar ise özetle şöyle sıralanıyor: Erdoğan’ın sağ cenahtaki mevcut ve potansiyel müttefikleri de büyük miktarda oy kaybetti. Yeniden Refah Partisi ile Erdoğan’ın yeni bir rakibi var. Ayrıca büyükşehirlerin muhalefete kaptırılması, iktidar elitlerinin kamu kaynaklarına erişimini daha da kısıtlayacak ve bu da daha fazla seçmeni AKP’den uzaklaştıracak.

Seçim yenilgisiyle birlikte Erdoğan’ın Anayasayı değiştirerek iktidarda kalma planlarının da “ağır bir darbe almış” olduğu kaydedilirken, “Eğer Erdoğan Anayasa değişikliği için referandum çağrısı yaparsa, bundan sonuç alabilmek için bir kez daha ekonomik popülizme ve seçim hediyelerine güvenmek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisinin toparlanmasını engelleyecek ve dolayısıyla siyasi olarak da sürdürülemez olacaktır. Dolayısıyla otokrasiye doğru daha fazla kayma tehlikesinin şimdilik önlendiği sonucuna varılabilir” tespiti aktarıldı.

“Türk finans ve iş dünyası CHP’ye yönelebilir”

Raporda, otokratik yönetim sisteminin konsolidasyonunu önlemeye çalışan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan CHP için yerel seçimlerden ilk parti çıkmanın ise iyi bir başlangıç noktası olduğu vurgulandı.

Bu galibiyetle birlikte CHP’nin “yeni bir güç” olarak ortaya çıktığına işaret ediliyor, beş yıl boyunca yöneteceği yerel yönetimlerle birlikte ülkedeki siyasi ve ekonomik ağırlığının da daha artacağına dikkat çekildi.

CHP’li belediyelerin nüfusun yüzde 62’sine ev sahipliği yaptığına, bu bölgelerde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 73,4’ünün üretildiğine ve tüm tasarruf mevduatlarının yüzde 84,5’inin de yine bu illerde tutulduğuna dikkat çekilen raporda, “Bu iller Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 79,6’sından sorumludur ve burada kişi başına düşen milli gelir 9 bin 588 dolar ile AKP’li belediyelerin kişi başına düşen gelirini aşmaktadırlar” bilgisine yer verildi.

CHP’nin yoksullukla kararlılıkla mücadele ve kamu yararı vurgularıyla hükümetin neoliberal politikalarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını göstermekte olduğuna işaret edilirken, “Demokratik dönüşüm, yolsuzlukla mücadele ve kamu ihalelerinde şeffaflık vaatleri, Türk iş ve finans dünyasının bu partiye yönelmesi fırsatını yaratıyor” görüşü aktarıldı.

Raporda yerel seçimlerde ikinci kez seçilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de ilginç değerlendirmelere yer verildi. İmamoğlu’nun şimdiden Türk ve yabancı medyada diğer Türk muhalif siyasetçilerden daha fazla ilgi gördüğüne dikkat çekilirken, “İmamoğlu’nun zaferi hiç şüphesiz önümüzdeki yıllarda Erdoğan’ın en güçlü rakibi ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde umut vaat eden bir aday olarak konumunu sağlamlaştırdı” ifadeleri kaydedildi.

İmamoğlu’nun siyasi yasak ve üç yıldan yedi yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davaya işaret edilen raporda, “Bu yargılamanın siyasi amaçlı olduğu açıktır. Seçimin galibi İmamoğlu’nun mahkûm edilmesi, kendisi ve partisi CHP ile dayanışmaya yol açacaktır. Bu da onu siyasi olarak güçlendirecektir” görüşü aktarıldı.

SWP raporunda Almanya ile Türkiye ya da Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir ilerleme kaydedilebilmesinin ancak Türkiye’deki merkezi hükümetin mevcut otoriter çizgisinden uzaklaşması ve Kıbrıs konusunda daha yapıcı adımlar atmasıyla mümkün olabileceğini vurgu yapılırken, “Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin canlandırılması artık öncelikle ekonomik bağlar ve belediyeler düzeyinde iş birliği yoluyla mümkün görünmektedir” ifadeleri yer aldı.

CHP’nin artık daha fazla belediyeyi yönettiği bu sayede de Alman ve Türk şehirleri ve belediyeleri arasında yeni iş birliği imkanları için alan açıldığı vurgulanırken, “Halihazırda 80’in üzerinde Türk-Alman kardeş şehir programı bulunmaktadır. Kardeş şehir uygulaması sadece toplumlar arasındaki bağları güçlendirmekle kalmıyor; aynı zamanda çevre koruma, sürdürülebilir kentsel gelişim, dijitalleşme, marjinalleşmiş grupların ve mültecilerin korunması ve gençlerin katılımı gibi konularda belediyeler arası iş birliği ve deneyim alışverişi için de alan yaratıyor” denildi.

Erdoğan’ın yerel seçimlerden önce seçmenlere “Oy yoksa hizmet yok” sözleriyle muhalefetin kazandığı belediyelere merkezi hükümetin destek sağlamayacağı mesajının anımsatıldığı SWP raporunda, şu dikkat çekici ifadelere yer aldı:

“Bu yolla CHP yönetimindeki İstanbul belediyesinin iç borçlanmasını imkânsız hale getirmişti. Bu nedenle örneğin raylı ulaşım ağı daha fazla genişletilemedi. İşte bu noktada Almanya, raylı ulaşımın genişletilmesi ve dijitalleşme gibi altyapı ve iklim projeleri için belediyelere mali destek sağlayarak devreye girebilir.”

Paylaşın

Türkiye, Basın Özgürlüğünde ‘Çok Vahim’ Kategorisinde

2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke içerisinde 158’inci sırada yer aldı. Türkiye, medya özgürlüğü durumu itibariyle “çok vahim” kategorisinde kaldı.

Türkiye, 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 165. sırada yer alıyordu. 2024 ile 2023 arasındaki yedi sıralık ilerleyişin Türkiye’de medya özgürlüğü kapsamında durumun iyiye gittiğinin bir işareti olmadığı vurgulandı.

Bu yükselişin, geçen yıl endekste Türkiye’nin önünde yer alan Rusya, Azerbaycan ve Hindistan gibi ülkelerde durumun kötüleşmesinden kaynaklandığı belirtiliyor.

Türkiye Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) tek başına iktidara geldiği 2002 yılında 99. sıradaydı. Darbe girişiminin yaşandığı 2016 yılında 151, 2017’de 155, 2018 ve 2019’da 157’inciliğe geriledi. 2020’de 154, 2021’de 153, 2022’de 149, geçtiğimiz yıl da 165. sırada endekste yer aldı.

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ni açıkladı. Türkiye, 180 ülke içerisinde 158’inci sırada yer aldı.

Bianet’in aktardığına göre; RSF, “Geçen yıl 165’inci sırada yer bulan Türkiye’nin bu yedi sıralık ilerleyişi, medya özgürlüğü olarak durumun iyiye gittiğinin bir işareti değil” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye’nin, endekste “çok vahim” kategorisinde kaldığını belirten RSF, şunları kaydetti:

“Endekste 158’inci sıraya yükseliş, geçen yılki endekste Türkiye’nin önünde yer alan Hindistan, Azerbaycan, Rusya, Belarus ve Bangladeş gibi ülkelerin son bir yılda, özellikle de ‘politik’ ve ‘güvenlik’ göstergeleri bakımından daha büyük kayıp vermesinden kaynaklanıyor.

Ayrıca seçim sürecinde kamu yayıncılığının tarafgirliği, onlarca gazetecinin tutuklanması ve cezasızlık gibi gelişmeler Türkiye’yi medyaya yönelik ‘politik’ faktörler bakımından en çok gerileyen ülkelerden biri haline getirdi. Keza, 6 Şubat depremlerinin ardından gazeteciler hakkında ‘dezenformasyon’ iddiasıyla yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar da işlerin ‘yasal’ alanda da iyi gitmediğini gözler önüne serdi.”

RSF Endeksi, uzmanların yanıtladığı soru kitapçığının “Politik”, “Güvenlik”, “Ekonomik”, “Sosyo-kültürel” ve “Yasal” olarak beş göstergeye yansıtılması ve katsayılara bağlanmasıyla ortaya çıkıyor. Hem Türkiye hem de dünya geneli için gerileme gösteren “Politik” gösterge, devletin ve diğer politik aktörlerin giriştiği siyasi baskılar karşısında medyanın bağımsızlığına yönelik destek ve saygının derecesini belirliyor.

Buna göre Türkiye, Doğu Avrupa ve Orta Asya (EECA) bölgesinde siyasi gösterge olarak en ciddi gerileme yaşayan ülkelerden oldu. Genel skor olarak 2023’te 100 üzerinden 33,97 puan toplayan Türkiye, 2024’te 31,6 ile (2,37 puanlık kayıp) yetinmek zorunda kaldı.

RSF bildirisinde, “Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin yeniden seçilmesi endişe kaynağı. Türkiye, gazeteci tutuklamaya devam ediyor, neredeyse sistematik online sansür ve yargı kontrolüyle medyayı zayıflatmayı sürdürüyor” tespitine de yer verildi.

Türkiye, 2002 yılında 99’uncu sırada kendine yer bulduğu sıralamada 2016’da 151, 2017’de 155, 2018 ve 2019’da 157’nciliğe kadar gerilemiş, 2020’de 154, 2021’de 153, 2022’de 149, geçtiğimiz yıl da 165’inci sırada gösterilmişti.

Devletler gazeteciliği korumakta başarısız

“Artan sayıda hükümet ve siyasi otorite, gazeteciliğin icrası ve halkın güvenilir, bağımsız ve çoğulcu bilgi edinme hakkı için örnek bir çerçevenin garantörleri olma rollerinde başarısız oldu” diyen RSF, medya bağımsızlığına destek ve saygıda ‘endişe verici’ bir gerileme gözlemlediğini, devletler veya diğer siyasi aktörlerin sorumluluğunda gelişen baskılarda artış yaşandığını kaydetti.

RSF Yayın Direktörü Anne Bocandé, 2024’te dünya nüfusunun yarısından fazlası sandık başına giderken 2024 Basın Özgürlüğü Endeksi’nin beş göstergesinden biri olan ‘siyasi gösterge’deki düşüş konusunda şu uyarıyı yaptı:

“Devletler ve siyasi güçler, siyasi bağlantıları ne olursa olsun, basın özgürlüğünü koruma yükümlülüklerini yerine getirmede gittikçe daha az rol oynuyor. Bu zayıflama, bazen gazetecilerin rolünün sorgulanması, hatta medyanın araçsallaştırılması ya da taciz veya dezenformasyon kampanyalarına dahil edilmesiyle el ele gidiyor. Adına yaraşır gazetecilik ise tam tersine demokratik bir sistemden ve siyasi özgürlüklerden yararlanmanın koşuludur.”

“Dünya nüfusunun sadece yüzde 1’i basın özgürlüğünün olduğu bir ülkede yaşıyor” tespitine yer verilen RSF Sıralaması’nda, küresel boyutta net olan bir tespit yer aldı: “Basın özgürlüğü, onu güvence altına alması gerekenlerin, siyasi yetkililerin tehdidi altında.”

Ülke puanını oluşturan beş gösterge arasında yer alan “siyasi” gösterge, 2024 yılında dünyada toplam 7.6 puanlık düşüşle en fazla düşüş gösteren gösterge oldu.

Uluslararası alanda bu yıla, başta BM Güvenlik Konseyi’nin 2222 sayılı kararı olmak üzere, gazetecilerin korunmasına ilişkin ilkelerin hayata geçirilmesi konusunda uluslararası toplumun siyasi irade eksikliği damgasını vurdu.

Gazze’deki savaş, Ekim 2023’ten bu yana gazetecilere ve medyaya karşı işlenen rekor sayıda ihlale sahne oldu: En az 22’si görev başında olmak üzere 100’den fazla Filistinli gazeteci İsrail ordusu tarafından öldürüldü.

2024 RSF Endeksi’nde, işgal altındaki ve İsrail bombaları altındaki Filistin (157’nci), gazeteciler için güvenlik açısından dünyanın en kötü on ülkesinden biri haline geldi. (2024 Endeksi’nde “Güvenlik” sıralamasına erişmek için tıklayın)

Endekse dayanak oluşturan ankete katılan uzmanlar 180 ülkeden en az 138’i için, siyasi aktörlerin düzenli olarak propaganda veya dezenformasyon kampanyalarına dahil olduklarını bildirdi. RSF, söz konusu uygulamaların 31 ülke açısından “sistematik” olduğunu belirterek şunları kaydetti:

“2024 dünya tarihindeki en yaygın seçim yılı olsa da, 2023’te özellikle Latin Amerika’da, basın özgürlüğü ve çoğulcu haberin açık düşmanlarının (örneğin; 26 sıra kaybedip 66’ncı sıraya gerileyen Arjantin’de Javier Milei’nin endişe verici bir sembolik hareketle ülkenin en büyük basın ajansını kapatması) iktidara gelmesiyle birlikte bazı belirleyici seçimler de gerçekleşti.”

Siyasi amaçlı dezenformasyon kampanyalarında, gerekli düzenlemenin olmadığı bir bağlamda Yapay Zeka’nın kullanımının da ‘endişe kaynağı’ olduğunu belirten RSF, “Deepfake’lerin seçimlerin seyrini etkilemede artık kilit bir yeri var. Endekste 12 sıra gerileyerek 29’uncu olan Slovakya’daki parlamento seçimleri sırasında gazeteci Monika Todova’yı hedef alan sesli deepfake saldırısı, demokratik bir seçimi etkileme amacını taşımış ve bir gazeteciye yönelik geliştirilmiş olmasıyla bugüne kadar belgelenmiş ilk vakalarından biridir” dedi.

Seçimlere hazırlanan ve siyasetçilerin kısmi, ancak açık şekilde medyaya düşmanlık beslediği, kimi zaman da gazetecilerin hapse atılması yönünde çağrıların gözlendiği ABD, endekste 10 sıra birden gerileyerek 55’inci sırada yer aldı.

RSF ayrıca, “Avrupa Birliği, Avrupa Basın Özgürlüğü Yasası’na (EMFA) kaynaklık etse de bir ‘Orbanlaşma’ tehlikesiyle karşı karşıya” tespitinde bulunarak şunları kaydetti:

“Tehlikeli bir dinamik geliştiren Macaristan’da (67’nci) Victor Orban ve Slovakya’da (29’uncu) Robert Fico gibi liderler bağımsız gazeteciliği boğma çabası içinde. AB’de ilk sırada yer alan Norveç’in bile basın özgürlüğü puanı düşerken siyasi partilerin medyayı sindirmeye dönük yargısal girişimleri nedeniyle İrlanda (8’inci) Avrupa Birliği’ndeki lider konumunu Danimarka’ya (2’nci) kaptırdı. Bu ülkeyi ise İsveç (3’üncü) izliyor. Endekste Almanya 10’uncu, Fransa 21’inci, Britanya 23’üncü, İtalya 46’ncı, Bulgaristan 59’uncu, Yunanistan 88’inci gösterildi.”

“Vladimir Putin’in beklendiği gibi yeniden başkan seçildiği Rusya (162’nci), Ukrayna’ya (61’inci) karşı savaşı sürdürürken medyanın ekosistemine ve gazeteci güvenliğine önemli ölçüde zarar veriyor” diyen RSF; Belarus (167’nci, -10 sıra), Gürcistan (103’üncü), Kırgızistan (120’nci) ve Azerbaycan’ın (164’üncü, -13 sıra) “Rusya’nın baskılarını taklit ederek” medya sansürünü ağırlaştırdığını belirtti.

RSF ayrıca, “Rusya’nın etkisi, hükümet yanlısı medyanın Rus propagandası yaptığı ve yetkililerin sürgündeki Rus gazetecileri tehdit ettiği Sırbistan’a (98’inci, 7 sıra gerileme) kadar uzandı” dedi.

Endeksin el alt sırasında yer verilen ülkeler ise Çin (172’nci), Vietnam (174’üncü), İran (176’ncı), Kuzey Kore (177’nci), Afganistan (178’inci), Suriye (179’uncu) ve Eritre (180’inci) oldu.

Paylaşın

Ticaret Bakanlığı’ndan “İsrail’le Ticaret” Açıklaması: Durduruldu

Filistin – İsrail savaşının 210. günü geride kalırken, Ticaret Bakanlığı, İsrail’le ihracat-ithalat işlemlerinin durdurulduğunu açıkladı. Ticaret Bakanlığı, 9 Nisan’da 54 ürün grubunun İsrail’e ihracatını kısıtladığını açıklamıştı.

Haber Merkezi / Ticaret Bakanlığı açıklamasında, Filistinlilerin, bu kısıtlamalardan etkilenmemesi için gerekli çalışmaların koordine edileceği belirtildi.

TÜİK verilerine göre, 2023’te 5,4 milyar dolar ticaret hacmi ile Türkiye’nin ihracat listesinde İsrail 13’üncü sırada yer aldı. Ancak 2023’te İsrail’e ihracat bir önceki yıla göre yüzde 23’e yakın düştü.

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, 2024 yılının ilk çeyreğinde Türkiye’nin İsrail’e ihracatı yüzde 21,6 oranında düşüş kaydetti. Bir önceki yılın aynı çeyreğine kıyasla düşüş oranı yüzde 28 civarında gerçekleşti.

Aynı çeyrekte İsrail’e ihracatın toplam ihracat içindeki payı yüzde 2,06 oldu. 2023 yılının aynı döneminde ise bu oran yüzde 2,69 olmuştu. Türkiye’den İsrail’e ihraç edilen mallar arasında çelik, metal, makine, plastik, çimento ürünleri, tekstil ve motorlu taşıtlar bulunuyordu.

İsrail Merkez Bankası’nın Nisan 2023 sonunda yayımladığı analizde, İsrail’in onlarca yıldır komşu Orta Doğu ülkelerinden kopuk bir “ada ekonomisi” olarak geliştiği belirtiliyordu. Raporda Türkiye, “bölgedeki tek istisna” olarak anılıyordu.

Türkiye ve İsrail’in ihracat ve ithalat hacmi 2022’ye kadar yaklaşık 10 yıl boyunca düzenli şekilde artmıştı.

Ticaret Bakanlığı, 9 Nisan’da açıkladığı İsrail ile yapılan ihracat işlemlerini kısıtlama kararının ardından, bugün yaptığı yeni açıklamada her türlü ihracat ve ithalat işleminin durdurulduğunu duyurdu.

Açıklamada, İsrail hükümetinin uluslararası ateşkes çabalarını karşılıksız bıraktığı ve insani yardımları engellediği ifade edilerek, Türkiye’nin bunun üzerine 9 Nisan’da 54 ürün grubunun İsrail’e ihracatını kısıtladığı kaydedildi.

Bakanlık alınan bu kararda, İsrail “Gazze’de derhal ateşkes ilan edene ve yeterli miktarda ve kesintisiz insani yardım akışına izin verinceye kadar” kısıtlama tedbirlerinin yürürlükte kalacağının vurgulandığını hatırlattı.

Açıklamada, “Buna rağmen İsrail hükümetinin saldırgan tutumunu sürdürdüğü, Filistin’deki insani trajedinin kötüleştiği müşahede edilmektedir. Bu itibarla, devlet düzeyinde alınan tedbirlerin ikinci aşamasına geçilmiş, İsrail’le ilgili ihracat ve ithalat işlemleri tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurulmuştur” ifadesine yer verildi.

“İsrail hükümeti Gazze’ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar Türkiye söz konusu yeni tedbirleri kesin ve kararlı bir şekilde uygulayacaktır” denilen açıklamada, Filistinlilerin bu kısıtlamalardan etkilenmemesi için Ticaret Bakanlığı ile Filistin Milli Ekonomi Bakanlığı arasında gerekli çalışmaların koordine edildiği belirtildi.

Gazze’de can kaybı 34 bin 596’ya yükseldi

Gazze Şeridi’nde İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı ise son 24 saatte 28 artarak 34 bin 596’ya yükseldi. Gazze’de İsrail saldırılarında yaralananların sayısı ise son 24 saatte 51 artarak 77 bin 816’ya yükseldi.

Gazze’de İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarılırken, saldırılar sonucu oluşan yıkımdan dolayı çok sayıda kişinin hala enkaz altında olduğu vurgulandı. Sivil savunma ve acil sağlık ekiplerinin bu kişilere ulaşmakta zorluk yaşadığı kaydedildi.

Paylaşın