AB’den Türkiye’deki Sığınmacılar İçin 560 Milyon Euro

Avrupa Birliği, Türkiye’ye sığınmacılar için harcanmak üzere 560 milyon euroluk kaynağı daha serbest bıraktı. AB Komisyonu’ndan yapılan açıklamada, söz konusu kaynağın özellikle sığınmacıların eğitiminin finansmanında, ayrıca sınır güvenliğinin iyileştirilmesinde kullanılacağı bildirildi.

Komisyon’un Komşuluk ve Genişlemeden sorumlu üyesi Olivér Várhelyi, yeni açıklanan kaynakla mülteci çocuklarının okula devam edebilmesi ve iyi bir eğitim almasının sağlanacağını, ayrıca Türk resmi kurumlarına göçle bağlantılı zorlukların aşılması ve sınır korumanın iyileştirilmesi için kaynak aktarılacağını kaydetti.

AB, Haziran ayındaki liderler zirvesinde Türkiye’ye sığınmacılar için kullanılmak üzere 2021-2024 dönemi için 3 milyar euroluk kaynak taahhüdünde bulunmuştu. Son açıklanan 560 milyon euroluk kaynağın bu pakete dahil olduğu belirtiliyor.

AB, Türkiye ile 18 Mart 2016’da imzalanan mülteci mutabakatı çerçevesinde Türkiye’ye 6 milyar euroluk kaynak taahhüdünde bulunmuş ve ödemeler tamamlanmıştı. Mülteci mutabakatı, Türkiye’den yasa dışı yollardan Yunan adalarına geçen sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilebilmesini, karşılığında AB ülkelerinin Türkiye’den korumaya muhtaç durumdaki Suriyelileri kabul etmesini öngörüyor.

AB Aralık ayı başında da Türkiye’deki sığınmacıların acil ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılan banka kartlarına nakledilmek üzere 325 milyon euroluk yardım açıklamıştı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Türkiye’nin Kara Lekesi: Maraş Katliamı

19-26 Aralık 1978’de Maraş’ta Alevilere yönelik gerçekleşen katliamda resmi rakamlara göre 120 insan öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı. Resmi olmayan, olayın tanıkların aktarımına göre ise katliamda 500’ün üstünde insan yaşamını yitirdi.

MİT”in belgelerine göre Maraş katliamı MHP Maraş il örgütünde ÜGD (Ülkücü Gençlik Derneği) ile yapılan toplantıda planlandı ve ‘sağcı-solcu veya Alevi-Sünni meselesinden ziyade Türk-Kürt meselesi görünümü’ verildi.

Katliamla ilgili 804 kişi hakkında dava açıldı; sanıklardan 29’u idam, 7’si müebbet hapisle, 321 kişi de 1-24 yıl arasında hapisle cezalandırıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991 yılına kadar sürdü. İdam ve müebbet dışında hapse mahkum edilenlere 1/6 oranında indirim uygulanarak cezalar azaltıldı. Sıkı yönetim mahkemesinin idam kararları da Yargıtay tarafından bozuldu.

Nasıl başladı?

12 Eylül darbesine giden sürecin başlangıcı olarak kabul edilen katliam döneminde iktidarda CHP vardı, Baş­bakan Bülent Ecevit’ti.

19 Aralık günü Çiçek Sineması’nda Sovyetler Birliği’ndeki “komünist zulmü” anlatan, Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan’ın baş rollerini oynadıkları, Mehmet Kılıç’ın yönettiği “Güneş Ne Zaman Doğacak?” isimli filmin ara­sında bir ses bombası patladı.

Gece yarısı patla­yan bombanın ardından filmi izlemek için salonda toplanan ülkücüler sokağa dö­küldü. “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganı­nı atan kişiler Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binasına saldırdılar.

Şehirde “Komünistler, Al­lahsız Aleviler şehir suyuna zehir kattılar”, “Sinemayı komünistler bombaladı” söy­lentilerinin yayılmasının ardından ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalandı.

21 Aralık günü Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık’ta iki öğretme­nin cenaze törenine on bin kişi katıldı.

Alevilerin evleri işyerleri yakıldı

Ülkücüler, bu kez “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı eşliğinde cenaze kortejine saldırdı. Maraş çarşısına doğ­ru yürüyüşe geçenler, CHP’li ve Alevi olan yurt­taşlara ait işyerleri yağmalanıp yakıldı. Çatışmalarda üç kişi daha yaşamını yitirdi. Daha önceden belirle­nen evler ve işyerleri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ya da Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) yazılarıyla, “Üç Hilal” işaretleriyle donatıldı.

23 Aralık’ta Be­lediye hoparlörlerinden ve Ulucami minarelerin­den “Alevi kafirler, Yörükselim”de birçok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Al­lah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!” sözleriyle katliamın çağrısı yapıldı.

Kadınlar, çocuklar, bebekler öldürüldü

Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadı­ğı Serintepe, Mağarah ve Yenimahalle semtlerinde evlere saldırıldı. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalandı ve yakıldı. Çocuk, bebek, kadın, erkek demeden Aleviler öldürüldü. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, bal­talarla saldıran kişiler katli­am yaptı.

24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ancak sokağa çıkma yasağına sadece Alevi yurttaşlar ve polisler uydu. Olaylar sırasında saldırganlar ara­sında polislerin de bulunması nedeniyle, polis gö­rev dışı bırakıldı.

120 kişi öldürüldü

25 Aralık günü de devam eden olaylar ancak ge­ce yarısında sona erdi. 19 Aralık”ta başlayan olaylarda resmi rakamlara göre 120 kişi yaşamını yitir­miş, binin üzerinde insan yaralanmış, 552 ev ve 289 işyeri tahrip edilip, yakıldı.

Bu katliamın so­rumluları olarak ilk günlerde sadece 75 kişi yakalandı. 16 Nisan 1979’da askeri mahkeme­de başlayan dava ise; 8 Ağustos 1980’de sonuçlandı. Yargıtay’a giden davanın sanıkları, 1991’de çı­karılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle serbest kaldı. Davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger -sonradan soyadını değiştirerek Şendiler oldu – be­raat ederek daha sonra 1991 yılında MHP’den mil­letvekili oldu.

Ökkeş Şendiler yıllar sonra katliama ilişkin “Kahramanmaraş’ta Alevi-Sünni çatışması olmamıştır. Aleviler kimseyle çatışmamış, katledilmişlerdir” dedi.

13 ilde sıkıyönetim kararı

Ecevit ise; Maraş’ta yaşanan katliamı, “Kah­ramanmaraş Toplumsal Olayları” olarak nitelendi­rdi ve “sıkıyönetim” ilan etti. 25 Aralık gecesi toplanan Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Kara Kuv­vetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin’in de katıldığı toplantıda “yaygın şiddet eylemlerini” en­gellemek için 13 ilde sıkıyönetim kararı alındı.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Washington Post: Türkiye’de Sultan Çıplak Ama Danışmanları Ona Söylemeyecek

The Washington Post gazetesinde, “Eleştirmenler ‘Türkiye’de sultan çıplak’ diyor, ama danışmanları ona söylemeyecek” başlığıyla çıkan bir makalede, kötüye giden ekonomiyle ilgili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarının kendisine doğruları söyleyemediği yorumu yapıldı.

Anthony Failo tarafından kaleme alınan makalede Türk lirasının değer kaybı ve giderek artan yüksek enflasyon oranına dikkat çekilerek, uzmanların görüşlerinin tersine “Erdoğan’ın kur krizinde faizleri düşürerek, adeta ateşin üzerine benzin attığı” değerlendirmesinde bulunuldu.

Erdoğan’ın kendisini ekonomist olarak tanımladığı ve bu konuları iyi bildiği yolundaki görüşlerine de yer verilen yazıda, Erdoğan’ın vatandaşların “sabırlı” olmasını istediğini ve düşük faizin ihracatı ve istihdamı artırıp enflasyonu düşüreceği görüşünde ısrar ettiği aktarıldı.

“Danışmanlar doğruları söyleyemiyor”

Erdoğan’ın iktidarı boyunca hükümet içinde kendisini eleştirenleri görevden aldığı kaydedilen yazıda, eleştirmenlere göre Erdoğan’ın etrafındaki kişilerin kendisine doğruları söylemekte zorlandığı yorumu yapıldı. Yine eleştirmenlere göre, Erdoğan’ın etrafını “evet efendimciler” sardı.

Erdoğan’ın kendisini dinlemeyen üç Merkez Bankası başkanını görevden aldığı hatırlatılan yazıda, etrafında “Sultanın üzerinde elbise yok diyecek kimse kalmadığı” yorumu yapıldı. Makalede, Erdoğan’ın önemli ölçüde oy kaybı yaşadığı ve rakiplerinin oylarını artırdığı belirtilerek, dünyada ekonomik krizle birlikte iktidarını kaybeden otokratik liderlerden örnekler verildi.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

BM Genel Sekreteri Guterres: Türkiye’den Gönderilen İnsani Yardımı Sıkı İzliyoruz

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Türkiye’nin Cilvegözü ile Suriye’nin Bab El Hava sınır kapısından BM ve ortakları tarafından yapılan insani yardım teslimatının sıkı bir şekilde izlendiğini, bunun “en kritik insani yardım operasyonu” olarak değerlendirildiğini söyledi.

Amerika’nın Sesi’nde yer alan habere göre; Çoğunluğu Suriye’nin İdlib vilayetindeki muhaliflere ulaşan insani yardımın uzatılması konusunda, geçen Temmuz ayında BM Güvenlik Konseyi’nin veto hakkı bulunan iki daimi üyesi Rusya ve Çin’in itirazları yüzünden konseyde uzun süren tartışmalar yaşanmıştı.

BM Güvenlik Konseyi üyelerinin çoğunluğu, Suriye’ye insani yardımın dört ayrı kapıdan yapılması için ısrarcı olsa da yardımın teröristlere gittiğini iddia eden Rusya, uzun süre Türkiye’nin Cilvegözü sınır kapısından Suriyeli muhaliflere yapılacak insani yardıma karşı çıktı.

Suriye’ye insani yardımın ulaştırılması için Rusya, uygulamayla ilgili konsey kararının süresinin dolmasına kısa süre kala ikna edilmiş ve yardımın süresi şartlı olarak bir yıl daha uzatılmıştı. BM Genel Sekreteri’nin yardım süreciyle ilgili altı ay sonra bir rapor yayınlaması ve otomatik olarak yardım sürecinin bir yılda tamamlanmasına karar verilmişti.

Amerikan haber ajansı AP, Guterres’in Türkiye’den Suriye’ye yapılan insani yardımla ilgili hazırladığı rapora ulaştı. BM’de ilgili kişilere dağıtılan rapordan AP’nin elde ettiği belgelere göre, Genel Sekreter Guterres yaşanan tüm güçlüklere rağmen Suriye geneline ilkeli ve şeffaf bir şekilde insani yardım ulaştırıldığını ve hizmetler sunulduğunu belirtti.

Guterres’in raporunda, sınır kapısından gönderilerin insani yardımın kontrol ve takibinin nasıl yapıldığını detaylandırdığını, bölgedeki insani yardım operasyonunu dünyanın en yakından izlenen operasyonlarından biri olarak nitelendirdiği belirtildi. Genel Sekreter Guterres’in, çatışma bölgesinden ulaştırılan yardımın sevk ve teslimatında açık bir ilerleme kaydedildiğini ifade ettiği ancak BM’nin altı aylık planı tam olarak uygulayabilse bile yapılan insani yardımın ihtiyaçları tamamen karşılamadığını ifade ettiği kaydedildi.

Paylaşın

A Milli Futbol Takımın, UEFA Uluslar Ligi’ndeki Rakipleri Belli Oldu

2022/23 UEFA Uluslar Ligi lig aşaması kura çekimi, UEFA’nın Nyon’daki merkezinde yapıldı. UEFA’ya üye 55 federasyonun tamamının katıldığı ve dört farklı klasmanda mücadele edeceği Uluslar Ligi’nde, Türkiye C Ligi 1. Grup’ta Lüksemburg, Litvanya ve Faroe Adaları ile eşleşti.

Haber Merkezi / Türkiye’nin kendi kategorisinde 1. torbada yer aldığı kura çekiminde takımlar, 2020/21 UEFA Uluslar Ligi’nde elde ettikleri puan ve derecelere göre farklı torbalara ayrılırken, Avrupa çapında COVID-19 vakalarında meydana gelen artış nedeniyle, seremoniye ulusal federasyonlardan davetliler katılmadı.

Maçlar Haziran ayında başlıyor

A Millî Takımımız, UEFA Uluslar Ligi’nde 2-14 Haziran 2022 tarihleri arasında dört, 22-27 Eylül 2022 tarihleri arasında ise iki karşılaşma oynanacak.

A Ligi’nde yer alan dört grup birincisi takım, Haziran 2023’te oynanacak final turnuvasında mücadele edecek.

B, C ve D liglerinde gruplarını birinci tamamlayan takımlar, bir üst lige terfi edecek.

A ve B liglerinde son sırayı alan takımlar bir alt lige düşecek. C Ligi’nde gruplarını son sırada tamamlayan dört ekibin Mart 2024’te kendi aralarında oynayacakları play-out maçları sonrasında, C Ligi’nde kalacak ve D Ligi’ne düşecek iki takım belli olacak.

2024 Avrupa Şampiyonası Elemeleri müsabaka formatı henüz UEFA tarafından ilan edilmediğinden, UEFA Uluslar Ligi’nde alınacak sonuçların EURO 2024’e katılımdaki rolü daha sonra belirlenecek.

Paylaşın

Türkiye, Basın Örgürlüğünde 153’üncü sırada

Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) 2021 yılı raporuna göre, 180 ülkeye yer verdiği 2021 basın özgürlüğü listesinde Türkiye 153’üncü sırada yer aldı. Raporda, Türkiye’nin artık en fazla gazetecinin hapsedildiği ülke olmasa bile hapsedilme riski, adli kontrole tabi tutulma veya pasaportun elinden alınması korkusunun her zaman bulunduğu vurgulanıyor. Raporda Türkiye’de medyanın yaklaşık yüzde 90’ının hükümet kontrolünde olduğuna da işaret ediliyor.

DW Türkçe’de yer alan habere göre; Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün dünyadaki basın özgürlüğü bilançosunu yansıttığı yıllık raporuna göre, dünya genelinde 488 gazeteci 2021 yılını hapiste geçirdi ve 46 medya mensubu da meslekleri nedeniyle öldürüldü.

Tutuklu gazetecilerin yaklaşık yarısının Çin, Myanmar ve Belarus’ta olduğuna dikkat çeken RSF sözcüsü Katja Gloger, “Bu üç ülkede keyfi şekilde tutuklanan gazetecilerin sayısının aşırı derecede yüksek olması, diktatörlük rejimlerinin işidir” şeklinde konuştu. Gloger, rakamların otoriter yöneticilerin acımasızlığını yansıttığına dikkat çekti.

Çin’de özel idari bölge statüsü bulunan Hong Kong’a dayattığı ve uzun süredir demokratik özgürlükleri baltalayan ulusal güvenlik yasası nedeniyle tutuklu gazetecilerin sayısının 127 olduğu aktarıldı. RSF’in raporuna göre Myanmar’da 53, Vietnam’da 43, Belarus’ta 32 ve Suudi Arabistan’da ise 31 gazeteci cezaevinde.

Örgütün açıklamasında Myanmar, Belarus ve Hong Kong’da medyaya yönelik baskılar nedeniyle sayının geçen yıla göre yüzde 20 artış gösterdiğine dikkat çekildi.

Gazeteciler için en tehlikeli ülkeler ise Meksika ve Afganistan. Raporda, bu yıl Meksika’da 7, Afganistan’da ise 6 gazetecinin öldürüldüğü kaydedildi. RSF, dünya genelinde öldürülen gazetecilerin yüzde 65’inin doğrudan hedef alınarak cinayete kurban gittiklerine de işaret etti.

Türkiye’de medyanın yüzde 90’ı hükümetin kontrolünde

Türkiye ise RSF’in 180 ülkeye yer verdiği 2021 basın özgürlüğü listesinde 153’üncü sırada bulunuyor. Raporda, Türkiye’nin artık en fazla gazetecinin hapsedildiği ülke olmasa bile hapsedilme riski, adli kontrole tabi tutulma veya pasaportun elinden alınması korkusunun her zaman bulunduğu vurgulanıyor.

Raporda Türkiye’de medyanın yaklaşık yüzde 90’ının hükümet kontrolünde olduğuna da işaret ediliyor.

En fazla tutuklu kadın gazeteci

Açıklamada, 2021 yılında basın özgürlüğü verilerinin tutulmaya başlandığı 1995’ten bu yana en yüksek tutuklu gazeteci sayısının kaydedildiği de vurgulandı. Öte yandan açıklamada tutuklu olanların 103’ünün profesyonel gazeteci olmadığı, sosyal medya ağlarında aktif ya da aktivist oldukları ifade ediliyor. Tutuklu profesyonel gazeteci sayısının 363 olduğu belirtildi.

RSF, daha önce hiç bu kadar çok sayıda kadın medya çalışanının da hapsedilmediğini, bu yıl 2020’ye göre cezaevinde olan kadın medya çalışanı sayısının üçte bir oranında artarak 60’a yükseldiğini kaydetti.

Paylaşın

Seçim Sonrası İçin Dikkat Çeken Analiz: Üç Senaryo

Analistler ve uzamanlar “Türkiye nereye gidiyor?” sorusunun cevabını ararken, Avrupa Birliği destekli Carnegie Europe da Türkiye’nin yakın siyasi tarihi ele alarak, seçim sonrası için üç farklı senaryo geliştirildi. Senaryolar; Erdoğan yönetiminin daha da güçlenmesi, muhalefetin kazanması ve seçim sonuçlarının belirlenememesini içeriyor.

Analize göre, ülke Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) on dokuz yıllık kesintisiz yönetimine ulaşırken, retorik soru Türkiye’nin geleceği hakkında canlı bir iç tartışmaya dönüştü.

“Türkiye’nin yönü, yabancı gözlemcilerin ne düşündüğüne veya ne arzu ettiğine değil, vatandaşlarının oylarına bağlı” vurgusu yapılan analizde şöyle deniyor:

Bununla birlikte, 2019-2021’de benzeri görülmemiş askeri ve diplomatik girişimlerde bulunan ülke liderliği, ortaklarından sert tepkilere ve kınamalara maruz kalıyor.

Bu tür tepkiler, siyasi yelpazede milliyetçi açıklamalara yol açarak, Türkiye’nin siyasi geleceğine ilişkin her türlü spekülasyonları biraz tehlikeli hale getiriyor.

Bu makale, son gelişmeleri gözden geçirdikten ve Türkiye’nin mevcut politikalarının ana itici güçlerini değerlendirdikten sonra, Avrupalı ​​ve Batılı liderlerin teorik olarak Ankara’dan kısa ve orta vadede bekleyebilecekleri üç senaryoyu, hazırlanmaları gereken senaryoları sunuyor.

Senaryolar ve Batı’ya etkileri

Analizde şu senaryolar yer aldı:

2023’teki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin bir sonraki turuna bakıldığında, Türkiye’nin Batılı ortakları üç teorik senaryo ile karşı karşıya kalacak: “mevcut olanın daha fazlası”, “bir devrin sonu” veya “sürpriz senaryo(lar)”.

İlk senaryo: Daha fazlası

Batılı politika yapıcılar her olasılığa hazırlıklı olmalı.

Muhalefete cömert bir liderlik sağlayan anketlerin yakın tarihli bir özetine rağmen, görevdeki cumhurbaşkanına yakın kaynaklar, Erdoğan/AKP’nin güçlü bir ihtimal olduğunu düşünüyor – sırf cumhurbaşkanı için risklerin çok yüksek olması sebebiyle.

Üçüncü bir seçim zaferi için ikinci gerekçe ise Erdoğan’ın Türk siyasetindeki son derece uzun kariyerinin tacı olacak ve onun merkezi otorite, kontrol ve dengenin olmadığı sandıkta demokrasi, kamu politikalarında sık sık dini referanslar, ve iddialı dış politika.

Buna ek olarak, Haziran 2023’te bir galibiyet, toplam cumhurbaşkanlığı görev süresini on dört yıla çıkaracak – on üç buçuk yıllık başbakanlığın ardından – ve Ekim 2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıl kutlamalarına başkanlık etmesine izin verecek.

Takipçileri için bu etkinlik, Erdoğan’ın itibarını 1923’ten 1938’e kadar iktidarda olan eski cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ünkine yükseltir.

Bu senaryoya göre Batılı ülkeler, Yunanistan, Kıbrıs ve Afrika ülkeleri de dahil olmak üzere muhtemelen daha iddialı dış ve askeri politikalarla karşı karşıya kalacaklar.

Ayrıca NATO içinde artan zorluklarla ve AB ile devam eden gerilimlerle karşı karşıya kalacaklar.

Daha da önemlisi, Türkiye’nin Rusya ile ikircikli ilişkisi ve S-400 füze sistemi konuşlandırması, daha önce sonlandırılmadığı takdirde, Türkiye’nin Batılı ortakları için önemli bir olumsuz faktör haline gelecek.

Bu senaryoda, ihtiyatlılık ve çevreleme AB tarafında anahtar kelimeler olabilir.

İkinci senaryo: Bir dönemin sonu

Bu varsayıma göre, muhalefet koalisyonunun öngörülen zaferi sandıklarda teyit edilecek, AKP-MHP koalisyonu mecliste azınlık haline gelecek, Erdoğan cumhurbaşkanlığından çekilecek, ekonomi politikası önemli ölçüde değişecek ve eski durumuna getirilecek bir anayasa reformu yapılacak.

Parlamenter sisteme geçilecek. Bu senaryoyu değerlendirirken dikkat edilmesi gereken önemli bir not, geçmişte Erdoğan’ın son derece olumsuz seçim beklentilerini altüst etmeyi başardığı – bugün anketlerin öngördüğüne benziyor.

Bu, örneğin benzeri, Haziran ve Kasım 2015’teki iki seçim turu arasında oldu.

Bazı analistler, “Erdoğan dönemi. . . bitiyor”. Güya bu senaryo, Ankara’nın son yıllarda uyguladığı yıkıcı politikaların sonunun habercisi olacaktır. Yeni bir rejimin tonu muhtemelen daha ılımlı olacaktır.

Ancak Rusya ile açık bir kopuş şöyle dursun, mevcut politikaların tamamen tersine çevrileceği üzerine bahse girmek tehlikeli olacaktır, çünkü bu politikaların altında yatan faktörlerin hala yerinde olacağı basit bir nedendir:

Batı karşıtı duygular devam edecek ve Rusya Türkiye ile yapılan çok sayıda anlaşmada güvence altına alınan stratejik kazanımlarının yeni bir yönetimin devreye girmesiyle aşınmasını kabul etmeyecektir.

Bu senaryoda, AB’den yoğun diplomatik angajman gerekli olur.

Sürpriz senaryo(lar)

Günümüz siyaset sahnesindeki gerilimler ve Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesiyle bağlantılı korkular düşünüldüğünde, bir takım beklenmedik gelişmelerin yaşanması imkansız değil.

Biri, görevdeki cumhurbaşkanının yüzüncü yıl kutlamalarına başkanlık etmesine izin vermek için seçimlerin birkaç ay ertelenmesi olabilir, ancak mevcut mevzuat ülke savaşta olmadığı sürece ertelemeye izin vermiyor.

Diğer bir belirsizlik, Türkiye’nin çevresindeki güvenlik gelişmeleri ile ilgili olabilir: Suriye’de Rusya ile bir çatışma, Ukrayna’da alevlenen bir savaş, Karadeniz’de Moskova ve Ankara’yı karşı karşıya getiren gerilimler veya Rusya’nın S-400 füze sisteminin operasyonlarına müdahalesi.

Gergin iç siyasi tartışma, mevcut anketlere göre AKP ile MHP arasında bir ayrılıkla sonuçlanabilir ve MHP’yi mevcut anketlere göre yaklaşık yüzde 30 oy alarak ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın zaferini imkansız hale getirebilir.

Son olarak, daha sıradan bir senaryoda, başa baş bir başkanlık yarışının, Yüksek Seçim Kurulu önünde bir davayla sonuçlanacağı ve kendisinin de görevdeki kişinin şansını artırmaya yönelik son bir çaba olarak iptal ve kısa aralıklarla seçimlerin tekrarlanmasıyla sonuçlanacağı görülebilir.

Bu prosedür, planlanan Haziran 2023 oylaması ile Ekim 2023 yüzüncü yıl kutlamaları arasındaki dört aydan fazla sürebilir.

Tüm bu senaryolarda, Türkiye’nin Batılı ortakları birden fazla belirsizlik, ekonomik ve finansal risk ve artan uluslararası gerilimlerle karşı karşıya kalabilir.

Yurtiçinde, seçmenlerin çoğunluğunun, seçimlerinin sonunda görmezden gelineceğini veya açıkça reddedileceğini hissedenlerin çaresizliği, AKP seçmenleri de dahil olmak üzere ciddi bir hüsrana yol açabilir. Bu ilk olmayacak.

Ancak 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden farklı olarak, kamuoyu yoklamalarının hepsi aynı yönde ilerliyor ve muhalefet şu ana kadar cumhurbaşkanının değiştirilmesi ve parlamenter demokrasiye dönüş lehinde güçlü bir şekilde birleşti.

AB, özellikle bazılarının ağır bir güvenlik ve dış politika boyutuna sahip olabileceğinden, bu tür beklenmedik senaryolara karşı tamamen hazırlıklı olmalıdır.

Analiz: 2013 çok önemliydi

Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklandığı Carnegie Europe’da misafir araştırmacısı Marc Pierini’nin kaleme aldığı ilk senaryo şöyle:

Birincisi, 2013 çok önemli bir yıldı. O yılın Mayıs ayında başlayan Gezi Parkı protestoları, hükümetin bir parkı ortadan kaldırma planına karşı oturma eylemi olarak başladı.

Hızla tüm ülkede eşi görülmemiş bir kitlesel gösteri dalgasına dönüştü. Hala Türk hükümetine karşı en büyük protesto hareketi olma özelliğini taşıyor.

Aylar sonra, 2013’ün sonunda bir yolsuzluk skandalı AKP’ye bağlı onlarca kişinin tutuklanmasına yol açtı.

O zamana kadar siyasi müttefiki olan İslami vaiz Fethullah Gülen’in düzenlediği siyasi bir saldırı olduğuna inanan, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bir dizi tasfiye emri verdi.

Freedom House, soruşturmaya dahil olan 45 bin polis memuru ile 2 bin 500 hakim ve savcının görevden alındığını tahmin ediyor.

2013’ten bu yana, demokratik erozyon süreci, kilit seçim anlarıyla birlikte gitti.

Ağustos 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2015’teki iki tur yasama seçimleri, Nisan 2017’deki anayasa referandumu ve Haziran 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde şu gelişmeler yaşandı: Muhalefetin hakları giderek arttı. Ülkeyi bayrak ve liderlik etrafında toplamak için giderek daha fazla milliyetçi anlatılar kullanıldı; Kürt azınlıkla uzlaşma süreci terk edildi; ve zaman zaman Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları kamuoyunu etkilemek, ülkenin moralini yükseltmek ve siyasi muhalifleri zayıflatmak için kullanıldı.

Temmuz 2016’daki başarısız darbe başka bir dönüm noktası oldu. Sadece ordunun siyasi etkisine kesin bir son verme fırsatı sağlamakla kalmadı, aynı zamanda hükümetin sözde düşmanlarına karşı kapsamlı tasfiyeleri tetikledi.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’deki insan hakları uygulamalarına ilişkin 2020 raporuna göre,

2016 darbe girişiminden bu yana, yetkililer 60 bin’den fazla polis ve askeri personeli ve yaklaşık 125 bin memuru görevden aldı veya askıya aldı, yargının üçte birini görevden aldı, 90 bin’den fazla vatandaşı tutukladı veya hapse attı ve bin 500’den fazla sivil toplum örgütünü terörle mücadele yasaları kapsamında kapattı.

Gerekçeler başta hükümetin darbe girişimini planlamakla suçladığı din insanı Fethullah Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddiasıyla ilgili gerekçelerdi.

Türkiye’nin kendi Olağanüstü Hal Tedbirlerini İnceleme Komisyonu’nun 28 Ekim 2021 tarihli son raporuna göre 125 bin 678 kişi kamu görevinden ihraç edildi.

Daha yakın zamanlarda, Mart 2019 yerel seçimleri siyasi bir dönüm noktası oluşturdu. Muhalefet adaylarının aralarında Ankara, İstanbul ve İzmir’in de bulunduğu dokuz büyük ilde aldığı büyük zaferler Türk seçmenlerine güçlerini hatırlattı.

İstanbul’da hükümet, Yüksek Seçim Kurulu tarafından dayatılan bir yeniden oylama yoluyla oylamayı tersine çevirmeye çalıştı, ancak sonuçta başarısız oldu – bu, liderliğin muhalefete karşı her türlü aracı kullanma istekliliğini ve sivil toplumun gücünü gösteren bir bölüm.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

AB Konseyi: Türkiye İle Müzakereler Donmuş Olarak Kalacak

Avrupa Birliği (AB) Konseyi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmuş olarak kalmasına karar verdi. Kararda, müzakerelerde yeni bir fasıl açılması ya da mevcut bir faslın kapatılmasının da söz konusu olmadığı belirtildi.

Yıl sonundaki Avrupa Birliği (AB) liderler zirvesine hazırlık toplantısında Türkiye ile ilerleme sağlanamayan tam üyelik müzakerelerinin dondurulmuş olarak kalmasına karar verildi. AB Genel İşler Konseyi’nde alınan kararda, “AB Konseyi, Türkiye’nin AB’den giderek daha fazla uzaklaştığını üzülerek not ediyor” ifadelerine yer verildi.

Kararda, müzakerelerde yeni bir fasıl açılması ya da mevcut bir faslın kapatılmasının da söz konusu olmadığı belirtildi.

Türkiye’nin dış politikası da eleştirildi

Türkiye’nin dış politikada AB çizgisinden giderek uzaklaştığı ve AB’nin öncelikleriyle bu konuda çatıştığı vurgulanan kararda, Libya örneği verildi. Türkiye’den Libya’daki hükümet güçlerine yasa dışı silah sevkiyatı yapıldığına dikkat çekildi. Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını ihlal etmesinin kınandığı kararda Türkiye’deki insan hakları ihlalleri de eleştirildi.

İnsan hakları, demokrasi ve temel hakların yanı sıra düşünce özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konularındaki gerilemelerin “derin endişe” yarattığı kaydedildi. Sivil toplum kuruluşlarının toplumun giderek zorlaşan bir ortamda baskı altında çalışmaya devam ettiği belirtildi.

AB ve Türkiye arasındaki müzakereler

Türkiye ile AB arasında 2005 yılında başlatılan üyelik görüşmeleri, son yıllarda yaşanan siyasi ve diplomatik krizler nedeniyle durma noktasına gelmiş durumda. Türkiye ve AB arasında yürütülen katılım müzakereleri teorik olarak 35 fasıl üzerinde yürütülüyor ve geçen 16 yılda katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açılırken bunlardan sadece bir tanesi geçici olarak kapatıldı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

AİHM, Nazlı Ilıcak’ın İfade Hürriyetinin İhlal Edildiğine Hükmetti

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın ifade hürriyetinin ihlal edildiğine hükmederek Türkiye’yi haksız buldu. Bire karşı 5 oyla alınan kararda Türkiye 16 bin euro para cezasına çarptırıldı.

Haber Merkezi / Gazeteci Ilıcak’ın 2017 yılında yaptığı başvuruyu bugün karara bağlayan AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvenlik ve özgürlük hakkıyla ilgili 5. maddesinin 1 fıkrası ile ifade ve düşünce özgürlüğüyle ilgili 10. maddenin Türkiye tarafından ihlal edildiğine hükmetti.

Gerekçeli kararda, “Ilıcak’ın terör örgütüne üye olma veya hükümeti devirmeye teşebbüs etme suçlarını işlemesinden şüphelenmek için hiç bir makul neden bulunmadığı” yorumu yapıldı.

Ilıcak’a yönelik suçlamalara eleştiri getirilen gerekçeli kararda, bu suçlamaların gazetecinin kaleme aldığı kamu yararına ve bilinen gerçekler ve olaylarla ilgili olduğu belirtilerek, gazetecinin hiç bir şekilde şiddeti övmediği ve desteklemediği ifade edildi.

Kararda uzun duruşma öncesi tutukluluk süresiyle gazetecinin yazma hakkı elinden alınarak, ifade ve düşünce özgürlüğünün de ihlal edildiği kaydedildi.

Nazlı Ilcak davasının geçmişi

Nazlı Ilıcak darbe girişiminin hemen ertesinde, 26 Temmuz 2016 tarihinde, “hükümeti devirmek, terör örgütü üyesi olmak ve terör örgütü propagandası” şüphesi temelinde Bodrum’da gözaltına alınmıştı. İstanbul’da çıkarıldığı mahkeme tarafından 22 Eylül 2016 tarihinde hakkında tutukluluk kararı verilen Ilıcak’ın bu kararlara mahkemeler önünde yaptığı itirazlar reddedilmişti.

Ilıcak, İstanbul Savcılığının 11 Nisan 2017 tarihli iddianamesinde, “FETÖ/PDY medya yapılanması”nın kolu olarak gösterilen Can Erzincan TV kanalında program yönetmek ve Twitter hesabından bu örgütlerin darbe girişimiyle ilgisi olmadığı mesajları yaymakla” suçlanmıştı.

Bu iddianame temelinde 16 Şubat 2018 tarihinde müebbet hapis cezasına mahkum edilen Ilıcak hakkındaki karar 5 Temmuz 2019 tarihinde Yargıtay tarafından bozulmuş, dava İstanbul 26’ıncı Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmişti. Ilıcak bu mahkeme tarafından, “örgüte üye olmamakla birlikte bilerek yardım” suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildi.

Ancak Yargıtay 14 Nisan 2019’da bu kararı da bozdu. Ilıcak’ın sürekli uzatılan geçici tutukluluğuna, tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak adli kontrol şartıyla 4 Kasım 2019 tarihinde son verildi. Hakkındaki yargı süreci ise hâlen devam ediyor.

Ilıcak bu süreçte “emniyet ve ifade özgürlüklerinin ihlali” temelinde 14 Kasım 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuruda da bulunmuş, ancak başvurusu  AYM tarafından geri çevrilmişti.

Paylaşın

Fitch, 13 Türk Bankasının Görünümünü Negatife Çevirdi

Fitch Ratings, 13 Türk bankasının görünümünü negatife çevirdi. Derece düşürmeyle ilgili bu uyarının geçen hafta ülke derecelendirmesindeki aşağı yönlü hareketi takiben atıldığı belirtildi.

Kredi derecelendirme kuruluşu Fitch bankaların derecelendirmesini “negatif görünüme” çevirme kararını duyuran notunda “Makro ekonomik ve mali istikrarsızlığın ve dış finansmanın hükümetin bankacılık sistemine müdahale ihtimalini arttıracağına inanıyoruz” denildi.

Notta ayrıca devlet desteğiyle işleyen bankaların negatif görünümünün devletin değişen görünümünü ve yetkililerin ihtiyaç halinde destek sunma kabiliyetinin daha fazla zayıflama riskini yansıttığı kaydedildi.

Türkiye’de yüzde 21’i aşan enflasyonun eylül ayından bu yana Türk lirasının yüzde 40’tan fazla değer kaybetmesini tetiklemesine rağmen Merkez Bankası üç kere üst üste faiz indirimi kararı almıştı.

Paylaşın