AB Ve NATO’nun Türkiye’ye İhtiyacı Var

“Euobserver” haber sitesinde Koert Debeuf tarafından kaleme alınan bir analizde, AB ve NATO’nun kendi güvenliği için Türkiye’ye ihtiyacı olduğu yorumu yapıldı. Yazıda, AB ve Türkiye arasında stratejik ilişkilerin son yıllarda kötüleştiği hatırlatıldı.

Balkanlar, Suriye, Afganistan, Karadeniz bölgelerinin istikrarı ve göç konusunda AB ve NATO’nun Türkiye’ye mutlaka ihtiyacı olduğu ifade edilen analizde, “Avrupalıların, Türkiye’nin cumhurbaşkanından daha fazlası olduğunu kabul etmesi gerekiyor.” denildi.

Türkiye olmadan Suriye sorunu nasıl çözülecek?

Ankara’nın Suriyeli göçmenlere kapısını açıp en fazla göçmeni ağırlayan ülke olduğu kaydedilen analizde Türkiye’nin Suriye’nin içindeki göçmen kamplarına yine en fazla insani yardım yapan ülke olduğu hatırlatıldı.

AB ve ABD’nin hala Suriye ile ilgili barış sürecine taraf olamadığı, buna karşılık AB’nin ‘ortağı’ Türkiye’nin müzakere masasında olduğu kaydedilen yazıda, Suriye’den gelecek göçün ve bu ülkedeki katliamın durdurulması için AB’nin mutlaka Türkiye’ye ihtiyacı olduğu uyarısı yapıldı.

Batı Balkanlar ve Türkiye

AB’nin Batı Balkanlarda itibarının son yıllarda giderek azaldığı değerlendirmesi yapılan yazıda, Makedonya, Kosova, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te yaşanan son krizlere atıfta bulunuldu.

AB’nin Balkanlar‘daki genişleme sürecinin durmasıyla bu bölgedeki etkisinin azaldığı hatırlatılan yazıda, bununla birlikte tarihi ve kültürel bağları olan Türkiye’ye buradaki halkların daha fazla güvendiği ifade edildi.

Analizde, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Kosova’daki krizlerin aşılmasında AB’nin Türkiye’nin uzmanlığına daha fazla ihtiyacı olabileceği yorumu yapıldı.

Karadeniz bölgesindeki istikrara Türkiye’nin katkısı ne olur?

İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla Brüksel’in askeri kapasitesi ve stratejisinin azaldığı hatırlatılan yazıda, son dönemde Türkiye ve Fransa arasında Doğu Akdeniz, Libya ve Ermenistan konusunda yaşanan krizlere atıfta bulunuldu.

Yazıda bu görüş ayrılıklarının bir tarafa bırakılarak, Türkiye’nin Karadeniz’de bir ortak olarak görülmesi gerektiği yorumu yapılırken, Brüksel ve Ankara arasındaki stratejik iş birliğinin Rusya’nın genişlemesinin önündeki tek yol olduğu vurgulandı.

Yazıda, göç dalgasının güvenlik sorunu olmadığı, güvenlikten doğan bir sorun olduğunun anlaşılması gerektiğinin altı çizilerek, “Suriye’de savaş olmasıydı, IŞİD gücünü artırmasaydı, Esad rejimi halkını bombalamasıydı, 2015 yılındaki göç krizi yaşanmazdı” dendi.

Libya’dan örnek verilen yazıda, “Libya siyasi olarak 2013 yılında çökmeseydi, binlerce göçmenin Akdeniz’i aşarak Avrupa’ya geldiğini görmezdik” ifadelerine yer verildi.

“Suriye ve Libya’daki krizler önlenebilir, uçuşa yasak bölgeler binlerce insanı kurtarabilir, IŞİD’in Suriye’nin önemli bir bölümünü ele geçirmesiydi bu kaos ortamı olmazdı” denilen yazıda, bu hatalarla ilgili Batı ülkelerinin de kendilerini sorgulamasın zamanın geldiği yorumu yapıldı.

Son olarak Türkiye’nin Afganistan’da da önemli rol oynadığı, çatışma riski olan Irak’ın Türkiye’nin komşusu olduğu hatırlatılan yazının sonuç bölümünde, AB ve Türkiye için stratejik işbirliğinin geliştirilmesinden başka çözümün olmadığı uyarısı yapıldı.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

HRW: Türkiye Uluslararası İnsan Hakları Hukukunu Hiçe Sayıyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün yayınlanan 2022 Dünya Raporunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Türkiye’nin insan hakları sicilini onlarca yıl geriye götürdüğünü ve uluslararası insanları hukukunu açıkça hiçe saydığını belirtti.

Raporda, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile AİHM’in Kavala kararının tanınmaması yer aldı: Türkiye, 2021 yılında, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilen ilk ülke oldu.

Aralık ayında insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın serbest bırakılmasının reddedilmesi üzerine, Avrupa Konseyi hükümetin Kavala’nın serbest bırakılmasını gerektiren bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını ısrarla hiçe saymasına karşı yaptırım sürecini başlattı. Avrupa Konseyi tarihinde böyle bir yaptırım süreciyle karşı karşıya kalan ikinci ülke Türkiye oldu.”

“Keyfi ve hukuka aykırı tutukluluk”

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz yıl Türkiye’yi uluslararası insan hakları hukukunun sunduğu çerçevenin dışına çıkaran bir rota izledi” dedi.

Williamson “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadın hakları ve aile içi şiddetle mücadele çabalarında önemli bir gerileme anlamına geliyor; Osman Kavala’nın keyfi ve hukuka aykırı tutukluluk haline son vererek onu serbest bırakmaktansa, Avrupa Konseyi tarafından yaptırıma tabi tutulmayı tercih etmek ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne itaatsizliğin açık bir göstergesidir,” şeklinde konuştu.

“Kısıtlayıcı bir ortam hüküm sürüyor”

Raporda, Türkiye ile ilgili şu tespitler sıralandı:

  • Türkiye’de medya, insan hakları savunucuları, LGBTİ+ toplumu, Kürt siyasal aktivistler ve hükümetçe muhalif olarak algılanan diğer kişiler açısından kısıtlayıcı bir ortam hüküm sürüyor.
  • Mecliste yer alan, muhalif Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önde gelen eski siyasetçileri beş yıldan beri tutuklu olarak cezaevinde bulunuyorlar, partinin tamamı hakkında ise Anayasa Mahkemesi’nde açılmış bir kapatma davası var.
  • Mahkemeler üzerinde tesis edilmiş siyasi kontrol, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin uğradığı derin erozyonunun merkezinde yer alıyor.
  • Kolluk güçlerinin faili olduğu hak ihlali ve zorla kaybetme vakalarında, hala bir cezasızlık kültürü hüküm sürüyor.
  • Türkiye, diğer ülkelerden gelen sığınmacılara ilaveten, ülkedeki tahminen 3,7 milyon Suriyeli mülteci ile beraber hala dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke. 2021’de İran ile doğu sınırı boyunca bir duvar inşa etmeyi sürdürdü ve sınırı geçmeye çalışırken yakalanan Afganistanlı ve başka ülkelerden sığınmacıları, sorgusuz sualsiz geri itti.

Dünyada “demokrasinin cazibesi”

İnsan Hakları İzleme Örgütü bu yıl 32. yayınlanan 752 sayfalık Dünya Raporu 2022’de yaklaşık 100 ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor.

Direktör Kenneth Roth, otokrasinin yükselişte olduğuna ilişkin yaygın kabul gören kanaate karşı çıkıyor: “Çok sayıda insan tutuklanma veya vurulma riskini dahi göze alarak, farklı ülkelerde, art arta sokağa döküldüler ki bu demokrasinin hala güçlü bir cazibeye sahip olduğunu gösteriyor. Bu arada otokratlar da seçimleri kendi lehlerine manipüle etme konusunda daha büyük güçlükler yaşıyorlar.”

Roth, buna rağmen, ulusal ve küresel zorlukların üstesinden gelmek ve demokrasinin vaat ettiği kazanımların edinilmesini sağlamak için, demokratik liderlerin daha iyi bir iş çıkartmaları gerektiğini ifade etti.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Batık Krediler 200 Milyar Liraya Yaklaştı

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre, izlemedeki krediler 450 milyar liraya yükselirken bu kredilerin bir bölümünün gelecek 3-4 ayda donuk alacağa dönüşeceği ve bu miktarın 200 milyar liraya doğru gideceğine dikkat çekiliyor.

BDDK verilerine göre, Kasım 2021’de bankaların sektörlere kullandırdığı toplam nakdi kredi miktarı bir önceki yıla göre yaklaşık 1 trilyon 170 milyar TL artışla 4 trilyon 944 milyar liraya yükseldi. Bankaların batık kredi oranı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 6 artışla 150 milyar 305 milyon liradan 159 milyar 943 milyon liraya yükseldi.

Cumhuriyet’ten Şehriban Kıraç’ın haberine göre, yakın izlemedeki krediler 450 milyar liraya yükselirken bu kredilerin bir bölümünün gelecek 3-4 ayda donuk alacağa dönüşeceği ve bu miktarın 200 milyar liraya doğru gideceğine dikkat çekiliyor.

BDDK’nin verilerine göre en fazla kredi batıran sektörler ise şöyle:

Perakende ikinci oldu

Miktar olarak en fazla krediyi son bir yılda inşaat sektörü batırdı. Toptan ve perakende ticaret, motorlu araçlar servis hizmeti sektöründe takipteki kredi miktarı 23 milyar 774 milyon lira oldu. Geçen yıl aynı dönemde bu miktar 24 milyar 110 milyon liraydı. Perakende sektörü takipteki kredinin en fazla olduğu ikinci sektör oldu.

2020 Kasım döneminde imalat sanayisinde takipteki kredi miktarı 27 milyar 832 milyon lirayken geçen yılın aynı döneminde bu miktar 23 milyar 417 milyon liraya indi. Bu rakamla imalat sanayisi en fazla takipteki kredi miktarı olan sektörler arasında üçüncü oldu.

Turizm sektöründe son bir yılda batık kredi miktarı 785 milyon liralık artışla 8 milyar 262 milyon liraya yükseldi. Bu dönemde taşımacılık, depolama ve haberleşme sektöründe takipteki kredi miktarı 6 milyar 901 milyon lira olurken tarım sektöründeki batık miktarı ise 4 milyar 416 milyon liraya çıktı.

Paylaşın

CHP, Katarla İlişkiler İçin Araştırma Komisyonu İstedi

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye ile Katar arasında geliştirilen ilişkilerin, “Türkiye’nin çıkarlarını zedelediği” gerekçesiyle Meclis tarafından incelenmesi için Araştırma Komisyonu kurulmasını istedi.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre; CHP Grup Başkanvekilleri Engin Altay, Özgür Özel ve Engin Özkoç tarafından hazırlanan araştırma önergesi TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

TBMM Genel Kurulu’nda bugün görüşülmesi istenecek önergede, Türkiye-Katar ilişkisinde iktidarın attığı adımların, Katar’ın Türkiye’deki çıkarlarını korumaya yönelik olduğu vurgulandı.

Önergede,“İktidarın yıllardır uygulamaya koyduğu kimi siyasi ve ekonomik karar ve tercihlerin, Katar’ın Türkiye’deki çıkarlarını korumaya yönelik olduğu açıkça görülmektedir” denildi.

Önergede araştırılması istenen bazı iddialar şöyle ifade edildi:

  • Türkiye’nin ulusal tank projesinin, tank üretimi konusunda hiçbir birikimi olmayan Katar Ordusunun ortak olduğu bir şirkete teslim edilmesi ve bu projeyle ilgili olarak Tank Palet Fabrikasının ihalesiz ve bedelsiz olarak devredilmesi,
  • Katarlıların da işletmecisi olduğu limanların işletme hakkı sürelerinin 49 yıla uzatılması,
  • Hiçbir geçerli gerekçesi ve ihtiyacı olmadığı halde Katarlıların arsa topladığı Kanal İstanbul Projesiyle ilgili anlamsız ısrarlar,
  • Katar’ın Exxon Mobil-Katar Petrolleri Ortaklığı aracılığıyla, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminden, bir bölümü Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı içinde kalan bir bölgede ve Ada’nın ortak sahibi Kıbrıs Türklerinin haklarını ihlal ederek doğalgaz arama izni almasına sessiz kalınması,
  • Türkiye’de de maç yayınlarını alan Katar merkezli medya kuruluşunun, spor kulüplerine yapması gereken 300 milyon liralık ödemenin Devlet tarafından yapılması,
  • Bir rekabet ortamı oluşturulmadan Borsa İstanbul’un yüzde 10 hissesinin Katara satılması.
Paylaşın

18-24 Yaş Cumhurbaşkanlığı Sistemini ‘Başarısız’ Buluyor

Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi, gündemdeki gelişmeler ve seçmen eğilimine dair ülke genelinde araştırmanının sonucu açıkladı. Araştırma 28 Aralık 2021-2 Ocak 2022 tarihleri arasında İstanbul, İzmir, Ankara, Konya, Samsun, Trabzon, Bursa, Muğla, Antalya, Adana, Mersin, Erzurum, Ağrı, Kars, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Van ve Siirt’te yapıldı.

Araştırmaya katılanlara ilk olarak, “Sizce Türkiye’nin En Önemli Sorunu Nedir?” sorusu yöneltildi. Ankete katılanların 65,6’sı “Ekonomik Kriz/İşsizlik”, yüzde 12,5’i “demokrasinin olmayışı”, yüzde 9,9’u “Cumhurbaşkanlığı sistemi”, yüzde 5,6’sı “Hukuk Sisteminin Mevcut Durumu”, yüzde 5,3’ü “Kürt sorunu” yanıtını verdi.

Görüşmecilerin yüzde 60’ı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini Başarılı Buluyor Musunuz?” sorusuna “başarısız bulduğu” cevabını verdi.  Yüzde 24,3’ü “başarılı bulduğunu” söylerken, yüzde 15,7’si ise “kararsız” olduğunu belirtti.

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin başarısız” bulanların yüzde 72.8’i erkek görüşmecilerden oluşuyor. Kadın görüşmeciler, erkek görüşmecilere oranlar “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini başarılı” buluyor. İlk defa oy kullanacak olan 18-24 yaş grubu da diğer yaş gruplarına oranla daha “çok başarısız” bulduğunu belirtiyor.

“Hükümetin Son Ekonomi Politikasının Ülkeyi Ekonomik Krizden Çıkaracağına İnanıyor Musunuz?” sorusuna görüşmecilerin yüzde 25,9’u “İnanıyorum”, yüzde 20’si “Kararsızım” ve yine yüzde 54,1’i “İnanmıyorum” dedi. Hükümetin ülkeyi krizden çıkaracağına inanmayanlar oranı en çok  “erkek katılımcılar ile 18-24 yaş grubundan” oluşuyor.

“Türkiye’nin İçinde Bulunduğu Mevcut Koşulları Göz Önünde Bulundurduğunuzda, Erken Bir Genel Seçime Gidilmesi Gerektiğini Düşünüyor Musunuz?” sorusuna katılımcıların; yüzde 56,9’u “Evet” derken, yüzde 24,2’si “Hayır” yanıtını verdi.

“Mevcut Durumda Var Olan İttifaklara Oy Verir Misiniz?” sorusu yöneltilen katılımcıların; yüzde 33,3’ü “Cumhur İttifakına Oy Veririm”, yüzde 32,7’si “Millet İttifakına Oy Veririm” derken, yüzde 13,2’si “Kararsızım” yüzde 12,5’i “Oy Verdiğim Parti İçinde Olursa Ancak Oy Verebilirim”, yüzde 8,3’ü “Hayır, Hiçbir Koşulda Oy Vermem” dedi.

“24 Haziran 2018’de Gerçekleşen Genel Seçimlerde Hangi Partiye Oy Verdiniz?” sorusuna araştırma grubunun yüzde 37’si “AKP”, yüzde 22,9’u “CHP”, yüzde 13,2’si “Oy Kullanmadım” yüzde 9,1’i “İYİ Parti”, yüzde 8,5’i “HDP”, yüzde 7,3’ü “MHP cevabını verdi.

“Bu Pazar Bir Genel Seçim Olursa Hangi Partiye Oy Verirsiniz?” sorusuna ise; yüzde 27’si “AKP”, yüzde 22,9’u “CHP”, yüzde 11,9’u “Kararsızım”, yüzde 10,3’ü “İYİ Parti”, yüzde 9,4’ü “HDP”, yüzde 6,3’ü “MHP”, yüzde 5,7’si “Oy Kullanmayacağım”, yüzde 2,9’u “DEVA Partisi”, yüzde 2,1’i “Gelecek Partisi”, yüzde 0,7’si “Saadet Partisi” dedi.

Sonuç

Araştırmaya göre; AKP’ye daha önce oy verenlerde 10 puanlık bir düşüş var. Ayrıca en çok kararsız seçmen de  AKP’de yer alıyor.

Yine cinsiyete karşılaştırmasında geçen seçimde AKP’ye ağırlıklı kadınlar oy verirken, bu pazar seçim olsa AKP’ye yine kadınların erkeklerden daha fazla oy verdiği görülse de  önemli bir düşüş de yaşanıyor. İlk defa oy kullanacakların içinde yer aldığı 18-24 yaş grubu içinde de CHP’nin öncelikli olarak tercih ediliyor.

“Oy kullanmayacağım” ve “kararsızım” yanıtları oransal olarak dağıtıldığında  AKP yüzde 32,8,  CHP yüzde 27,8,  İYİ Parti yüzde 12,5, HDP yüzde 11,5,  MHP yüzde 7,6, DEVA Partisi yüzde 3,5,  Gelecek Partisi yüzde 2,5,  Saadet Partisi yüzde 0,8. oldu.

Ankette, “kararsızım” yanıtını veren katılımcıların yüzde 38,1’i kararsız olma nedenini “Partilerin Politikalarını Görmek Lazım” sözüyle tariflerken, yüzde 22’si “Siyasi Partilere Güvenmiyorum”, yüzde 20,2’si “Partiler Hakkında Bilgim Yok”, yüzde 19,7’si ise “Ekonomik Krizden Dolayı” şeklinde açıkladı.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Yargıda ‘Eğitimsiz Hakim Ve Savcı’ Krizi

Turgutlu Cumhuriyet Savcısı Nusreddin Saltabaş’ın üstü çıplak şekilde spor yaparken çektiği videoyu TikTok hesabından paylaşması tartışma yaratırken, gözler bir kez daha hâkim ve savcıların eğitimine çevrildi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaklaşık 14 bin yeni hâkim ve savcı alındı.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre; Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, bu hâkim ve savcıların kıdeminin 5 yılın altında olduğunu belirterek, “Herkes meslek içi eğitimden geçirilmeli” çağrısında bulundu. Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde 12 yaşındaki iki çocuğun “sarkıntılık” suçundan tutuklanması talebini reddeden ve savcının “meslek içi eğitime alınmasını” öneren hakim Ahmet Çakmak, kendisini görevden alan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu (HSK) “Bu mudur tarafsız ve bağımsız yargı?” diyerek eleştirdi.

Eski Yargıçlar Sendikası Başkanı, emekli yargıç Mustafa Karadağ, 2016 yılından sonra alınanların staj yapmadan mesleğe başladığını, liyakatin gözetilmediğini, başarılı adayların mülakatta elendiğini belirterek, hâkim adayı alım yönteminin değiştirilmesi gerektiğini vurguladı.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaklaşık 4 bin yargı üyesi meslekten ihraç edildi. Darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hal kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle hakim adaylarının eğitildiği Türkiye Adalet Akademisi lağvedildi.

Bu arada, yazılı sınavda aranan en az 70 puan şartı da kaldırıldı. Alımları doğrudan yapan Adalet Bakanlığı, oluşan boşluğu gidermek amacıyla avukatlara da kontenjan ayırdı. Bu nedenle büyük çoğunluğu avukat olmak üzere yargıya 14 bin yeni hâkim ve savcı alındı. Bu isimler arasında, AKP teşkilatlarında görev yapan çok sayıda avukatın da yer alması tartışma yaratmıştı.

Kıdemsiz hâkim ve savcıların yeterli eğitim almadan göreve başlamaları yargıda gözle görünür sorunlara yol açmaya başladı. Bunun son örneği, Turgutlu Cumhuriyet Savcısı Nusreddin Saltabaş’ın üstü çıplak şekilde spor yaparken çektiği videoyu TikTok hesabından paylaşması oldu. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Saltabaş’ı açığa almak zorunda kaldı.

Akçakale’de tutuklama tartışması

Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde görevli savcının 12 yaşındaki iki çocuk hakkında sarkıntılık suçundan tutuklama istemesi de adliyede kriz yarattı. Tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimi Ahmet Çakmak, HSK’ya yazı yazarak savcının meslek içi eğitime alınmasını önerdi. Ancak HSK, savcıyı eğitime vermek yerine Çakmak’ı görevden aldı.

Hâkimden HSK’ya eleştiri

Hâkim Çakmak, görevden alınmaya sessiz kalmadı. HSK’ya yazı gönderen Çakmak, “Bir hâkim olarak her zaman insan hak ve hürriyetini, özgürlüklerini ve yaşam hakkını savunacağım” dedi. Eski Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın düğününden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmesine karşın Yargıtay üyesi yapılmasını eleştiren Çakmak, şunları kaydetti:

“Yargı erkinin tam bağımsız ve tarafsız olması ile birlikte böyle de görünmesi gerekmektedir. Daha önceden Ankara Cumhuriyet Başsavcısı olan Yüksel Kocaman’ın düğünden sonra eşini de gelinlik kıyafetiyle alıp Cumhurbaşkanını ziyarete gitmişti. Şimdi sormak isterim. Bu mudur tarafsız ve bağımsız yargı? Daha sonra HSK tarafından Yüksel Kocaman Yargıtay üyeliğine seçilmiştir.”

Akçakale’deki savcının bu üçüncü hatası olduğunu savunan Çakmak, aynı savcının daha önce hazırladığı bir iddianamede, satırla mağdurun kafasına vurup mağdurda kafatası kemik kırığı oluşmasına sebebiyet verecek şekilde hayatını tehlikeye sokan sanık hakkında herhangi bir adli kontrol veya tutuklama talebinde bulunmadığını kaydetti. Çakmak ayrıca, savcının öldürmeye teşebbüse girme ihtimali bulunan bu dosyayı ağır ceza yerine asliye ceza mahkemesinde açtığına dikkat çekti.

Yargıda adli vakalar arttı

Yargıda benzer vakalar yalnızca bu iki olayla sınırla kalmadı. 15 Temmuz’dan sonra birçok hâkim ve savcının adı “FETÖ borsasına” karıştı. AKP’li Burhan Kuzu’nun devreye girmesiyle hâkim Cevdet Özkan’ın, uyuşturucu baronu Zindaşti’yi tahliye ettiği iddiası uzun süre gündemden düşmedi.

Antalya’da “dolandırıcılık” ve “tefecilik” suçlarından örgüt lideri olarak yargılanan kişi hakkında beraat kararı veren mahkeme başkanı Ö.İ.’nin, daha sonra aynı sanıkla yemek yediği fotoğraf ortaya çıktı. Bu hâkim, HSK tarafından açığa alındı.

Yine hâkim ve savcıların, özellikle özel hayatlarında yargı yetkisini keyfi şekilde kullandıkları görüldü. Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde halı saha maçına çıkan savcı Mehmet Kıran, tartıştığı 14 öğretmeni gözaltına aldırdı. HSK, Kıran’ın görev yerini değiştirdi.

Osmaniye’de görev yapan savcı Mehmet Bülbül, muayene olmak için gittiği Osmaniye Devlet Hastanesi Ortopedi Servisi’nde tartıştığı doktor Kemal Gökhan Günel’i gözaltına aldırdı.

İstanbul’da hâkim Mehmet Yoylu, duruşma sırasında kadın avukatın etek boyunu ölçmeye çalıştı. Görevden alınan Yoylu, bu nedenle Yargıtay tarafından hakaret suçundan 1 yıl 1 ay 18 gün hapis cezasına çarptırıldı.

‘Stajsız alımlar, liyakatsiz atamalar…’

Peki, yargıdaki bu sorunun tam olarak kaynağı ne? Eski Yargıçlar Sendikası Başkanı, avukat Mustafa Karadağ, hâkim ve savcı alım yöntemini eleştirerek, “Yargı düzeni içinde yargıç ve savcı alımlarında mevcut yöntem devam ettiği sürece ne yazık ki biz yargıç ve savcıların kendilerine yaraşır şekilde davranmadıklarını çok göreceğiz” dedi. Karadağ, özellikle 2016 yılından beri mesleğe stajsız alınanlar olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Gerekli eğitimi almadan mesleğe başlatılanlar, liyakatin gözetilmediği, yazılı sınav notlarının yüzde 55’e düşürüldüğü, sınavda dereceye giren başarılı adayların ne yazık ki mülakatta elenmesi gibi liyakatsiz davranışları gördükçe ne yazık ki bu tür anılan davranışları, anılan hâkim savcı tipolojisini çok göreceğiz.”

Hâkim-savcı stajının çok önemli olduğunu belirten Karadağ, “Mesleği öğrenme, mesleği sindirme ve davranış şekillerini öğrenme bakımından önemi var. Gerek Bangalor Yargı Etiği, gerekse bizim söylediğimiz Mecelle’deki hâkim ve savcıların niteliğine ilişkin kuralların bir şekilde öğrenilmesi gerekiyor. Eğer sen mesleğine dair bir şeylerini bilmezsen, kendini başka şekilde ifade etme gereği duyarsın” dedi.

“Tahammül sınırlarını aşan bilgisizlik örnekleri”

Karadağ, Akçakale Adliyesi’ndeki hâkimin “Bu savcının eğitime alınması gerekir” demesinin ciddi bir örnek olduğunu vurguladı. “Son 5 yılda alınan yaklaşık 14 bin hâkim ve savcının içinde mutlaka iyileri var ama gerçekten artık tahammül sınırlarını aşan bilgisizlik örnekleri de var” diyen Karadağ, bunun Türkiye açısından çok tehlikeli olduğunu kaydetti. Karadağ, “Hem yargıdaki adalet sisteminin düzeltilmesi hem de insan hak ve özgürlükleri bakımından çok önemli” dedi.

Yargıtay Başkanı da eleştirdi

Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, 6 Ocak’ta Yargıtay’da gazetecilere yaptığı açıklamada, hâkim ve savcıların eğitimsiz olmasından şikâyetçi olmuştu. Yargıda yaklaşık 23 bin hâkim ve savcı olduğunu belirten Akarca, şöyle konuşmuştu:

“En büyük sorun, kaliteli hâkim, savcı, avukat yetiştirememek. En önemli sebeplerinden bir tanesi de hiç kuşkusuz FETÖ’nün Türk yargısına verdiği zarar var. Hukuku bir silah gibi kullandılar. 14 bin hakim savcının kıdemi 5 yılın altında. Hukuk fakültelerinin fazlalığı ortada. Hakim ve savcı yardımcılığı müessesesi getirilmeli. Herkes meslek içi eğitimden geçirilmeli.”

Paylaşın

Latin Amerika’nın Türkiye’ye İhracatı Yüzde 25 Arttı

Latin Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı ihracat geçen yıl Ocak-Kasım döneminde yüzde 25 oranında artarak 7,97 milyar dolara ulaştı. Bir önceki yıl olan 2020 yılının Ocak-Kasım döneminde bu rakam 6, 39 milyar dolardı.

Amerika’nın Sesi’nde yer alan habere göre; Arjantin Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CAEI) uzmanı Ariel González Levaggi bölge ülkelerinin Türkiye’ye ihracatının ağırlıklı olarak hammaddeye dayandığını belirtiyor.

Latin Amerika’nın yaptığı toplam ihracatta son iki yıldır yüzde 3,3’lük bir paya sahip olan Türkiye’ye en fazla ihracat yapan beş ülke sırasıyla Brezilya, Kolombiya, Meksika, Arjantin ve Venezuela.

Geçen yılın ilk 11 ayında 3,5 milyar doları aşan ihracat geliriyle Türkiye’ye en çok ihracat yapan Latin Amerika ülkesi olan Brezilya’yı, Türkiye’ye ihracatını yüzde 51,7 artırarak ihracat geliri 1,4 milyar doları aşan Kolombiya ve 874 milyon dolarla Meksika izliyor.

Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye ihracatı en çok artan Latin Amerika ülkesi Venezuela oldu. 2020 yılının Ocak-Kasım döneminde Türkiye’ye 45 milyon 832 bin dolarlık ihracat yapan Venezuela, geçen yıl bu rakamı yüzde 921 artırarak 422 milyon 225 bin dolara çıkardı.

Bu ülkeler arasında Türkiye’ye ihracatı azalan tek ülke yüzde 0,7 düşüşle Arjantin oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Latin Amerika ülkelerinin geçen yıl (Ocak-Kasım döneminde) Türkiye’den yaptığı ithalatsa yaklaşık 5,5 milyar dolar olarak kaydedildi ve Türkiye, Latin Amerika ile ticaretinde yaklaşık 1,5 milyar dolar dış ticaret açığı verdi.

“İhracat gelirinin artmasının ana nedeni fiyat artışı”

Amerikalılar Arası Kalkınma Bankası’nın (Inter-American Development Bank) yayınladığı rapora göre Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde 2020’de yüzde 9,1 azalan ihracat geliri, geçtiğimiz yıl yüzde 24,8 ila 27,8 arasında arttı.

Raporda ihraç edilen ürün miktarındaki artışın yüzde 10,9 olduğu ancak ihracat gelirlerindeki artışın ana nedeninin 2019 yılına nazaran yüzde 13 ila 16 arasında artan fiyatlar olduğu ortaya konuyor.

Rapora göre ihracatı en çok artan ülkeler yüzde 98’le Panama ve yüzde 78’le Venezuela ve yüzde 66,7 ile Bolivya oldu. IDB yetkilileri dış talepte artan yavaşlama risklerine rağmen Latin Amerika’daki ihracatın büyüme eğiliminin önümüzdeki aylarda da devam edeceğini tahmin ediyor.

Paylaşın

JP Morgan, Türkiye’de Yüzde 50 Enflasyon Bekliyor

Uluslararası yatırım bankası JP Morgan, Türkiye’de Aralık ayındaki enflasyondan sonra 2022 ve 2023 için enflasyon beklentilerini revize ederek Mayıs ayında enflasyonun yüzde 55 seviyesine ulaşmasını ve Kasım ayına kadar yüzde 50 civarında seyredeceğini öngördü.

Bloomberg HT haberine göre, JP Morgan yayımladığı bir araştırma raporunda, heterodoks politika yapıcıların görüşlerinin, önden yüklemeli ve erken yapılan faiz indirimlerinin, enflasyon beklentilerindeki bozulmanın ve kurdaki değer kaybının Aralık ayında enflasyonda keskin bir yükselişe neden olduğunu belirtti.

Aralık ayındaki sürpriz enflasyondan sonra 2022 ve 2023 için enflasyon beklentilerini revize ettiklerini belirten banka, Mayıs ayında enflasyonun yüzde 55 seviyesine ulaşmasını ve Kasım ayına kadar yüzde 50 civarında seyredeceğini öngördü.

2022’nin sonunda enflasyonun yüzde 35 seviyesine düşebileceğini söyleyen JP Morgan, 2023 yıl sonu enflasyon beklentilerini de yüzde 15 olarak revize ettiklerini duyurdu.

“Politika yapıcılardan hiçbir pişmanlık işareti görmüyoruz ve bundan dolayı gelecek aylarda sıkı para politikası izleneceğini düşünmüyoruz” diyen JP Morgan, buna rağmen daha fazla parasal genişlemenin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası için bile gerçek üstü olacağını söyledi.

Goldman ilk çeyrek için Türkiye enflasyon beklentisini açıklamıştı

JP Morgan’dan önce Goldman Sachs da Türkiye’ye ilişkin enflasyon beklentilerini açıklamıştı.

Goldman Sachs müşterilerine gönderdiği notunda “Mevsim etkisinden arındırılmamış aylık enflasyonun sürpriz biçimde yüzde 13,6 seviyesine yükselmesiyle Türkiye’de enflasyonun birinci çeyrekte yüzde 40 seviyesini aşacağını ve yılın büyük bölümünde o seviyede kalacağını tahmin ediyoruz” ifadesi yer almıştı.

Reuters’ın haberine göre Goldman Sachs notunda “TL’deki volatilite dikkate alındığında enflasyon tahminlerindeki belirsizlik olağandışı şekilde yüksek ve yukarı yönlü. İdari ve kısmi mali önlemlerle desteklenen yüzde 14 seviyesindeki politika faizinin TL’yi sürdürülebilir biçimde dengeleyebilme konusunda başarılı olamayacağına yönelik görüşümüzü sürdürüyoruz” denildi.

Notta ayrıca, “Yetkililerin TL’ye istikrar kazandırmak için seçtiği olağandışı politika tercihlerini sürdürdükleri göz önüne alındığında bunun gerçekleşeceğine yönelik inancımız güçlü olmasa da, tahminlerimiz ikinci çeyrekte faiz oranlarının sert biçimde yükseleceği yönünde” denildi.

Paylaşın

2022 İçin Ekonomi Kehanetleri

Yeni Kovid varyantından enflasyona kadar, küresel ekonomi yeni yılda bazı göz korkutucu risklerle karşı karşıya. Son iki yıldaki çalkantıdan sonra, ekonomi uzmanları 2022’nin daha sakin olacağı yönünde hem fikir.

Ancak 2019’un sonlarında, yeni bir koronavirüs tipinin ilk vakaları Çin’deki Wuhan’dan gelmeye başladığında, birkaç ay içinde dünya ekonomisinin bir pandemi tarafından dümdüz olacağı öngörülmemişti. Peki önümüzdeki yıl için büyük riskler neler?

Guardian için yeni yılın ekonomi öngörülerini yazan Larry Elliott, Türkiye’yi de inceledi. İşte 2022 için ekonomi kehanetleri…

1 – Omicron varyantı ne yapar?

Virüsün Omicron varyantının ne kadar ciddi olacağını söylemek için henüz çok erken, ancak hayatın pandemi öncesi normale dönmek üzere olduğuna dair umutları çoktan boşa çıkardı.

Tüketicilerin kısıtlamalara uymaları için talimat ihtiyacı yok; çoğu zaman böyle anlarda eğilim olarak kendi davranışlarını yumuşatırlar Tam ölçekli karantinalara dönüşün çok daha ciddi sonuçları olabilir.

BCA Research’te ekonomist olan Dhaval Joshi, giderek daha fazla varyantın ortaya çıkacağını ve bunlardan birinin sorun çıkaracağını söylüyor.

“Bir varyanttan kaynaklanan tehlike şu üç özellikten gelir” diyen uzman şöyle açıklıyor:

Bulaşıcılığı, aşılardan ve doğal bağışıklıktan kaçma yeteneği; ve neden olduğu hastalığın şiddeti. Burada büyük sorun Omicron varyantının bir ‘süper varyant’ olup olmadığı değil. En büyük sorun, eninde sonunda yeni bir varyantın bir ‘süper varyant’ haline gelme ihtimali.

2 – Enflasyon uçuşa geçebilir

Fiyat baskılarındaki beklenmedik artış, 2021’in önemli gelişmelerinden biri oldu. İngiltere Merkez Bankası, ABD Federal Rezervi ve Avrupa Merkez Bankası, artan enerji fiyatlarının birleşiminden kaynaklanan enflasyondaki keskin artışa hazırlıksız yakalandı.

Yıl, artan fiyatlar, işgücü kıtlıkları ve arz yönlü darboğazlarla geçti. İngiltere Merkez Bankası, yaşam maliyetindeki yıllık artışın önümüzdeki Nisan ayına kadar %5’in üzerinde olmasını, ancak daha sonra düşmeye başlamasını bekliyor.

Ancak enflasyonun tahmin edilenden daha fazla kök salması durumunda merkez bankaları bazı zor kararlarla karşı karşıya kalacak.

Noel’den hemen önce, Saxo bankası, 2022 için olası olmayan ancak yeterince takdir edilmeyen olaylara ilişkin 10 “çirkin” tahminini ortaya koydu ve bunlardan biri, dünyanın en büyük ekonomisinde enflasyonu %15’in üzerine çıkaran ABD’de bir ücret-fiyat sarmalıydı.

Çok daha mütevazı bir artış bile Fed’in agresif bir şekilde politika sıkılaştırmasına neden olabilir.

3 – Çin toslaması

Yıllardır dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin ciddi bir ekonomik gerileme yaşamak üzere olduğuna dair spekülasyonlar yapıldı ve bu hiç gerçekleşmedi.

Ancak eski sorunlar, şimdi mükemmel bir fırtınayı kanıtlayabilecek şeyleri kamçılamak için mevcut zorluklarla birleşmeye başladı.

Geçmişten gelen sorunlar, Pekin’in emlak şirketi Evergrande’nin başarısızlığını yönetme ve sorunlarının tüm ekonomiye bulaşmasını önleme girişimleriyle örnekleniyor.

Sektördeki diğer birçok şirketle birlikte Evergrande, Pekin politikasını gevşettiği anda büyüdü ve yetkililer ekonominin aşırı ısınmasıyla başa çıkmak için adımlar attığında ise başı belaya girdi.

Çin, Covid-19’a risksiz bir yaklaşım benimsedi ve küresel ekonominin arz yönlü sorunlarının merkezinde yer aldı. Ekonomi soğudukça, Xi Jinping’in milliyetçi söylemi, özellikle Tayvan’a doğru hızlandı. Ekonomi ve jeopolitika, 2022’de çarpışma riskiyle karşı karşıya

4 – Gelişmekte olan piyasalarda kriz

Sadece Kasım ayında Türk lirasındaki %30’luk düşüş, finans piyasalarını gelişen piyasalardaki bir krizin tehlikeleri konusunda alarma geçirdi.

Aslında, Türkiye’nin sorunlarının çoğu, Türkiye’nin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın para politikasına alışılmışın dışında yaklaşımından kaynaklanan ülkeye özgü bir durum.

Döviz satıcıları, Erdoğan’ın yükselen enflasyonla başa çıkmanın yolunun faiz oranlarını düşürmek olduğu konusundaki ısrarından etkilenmedi. Yüksek riskli olarak görülen diğer büyük yükselen piyasa ekonomisine olan inanç da Arjantin örneğinde olduğu gibi yetersiz durumda.

Bununla birlikte, daha sistemik bir sorun var ki, birçok yükselen piyasa, genellikle gelecekteki ihracat kazançlarını teminat olarak kullanarak ABD doları cinsinden ağır borç aldı.

ABD Federal Rezervinin politikayı sıkılaştırması durumunda, doların güçlenmesi ve daha yoksul ülkelerin borçlarını ödemesini daha zor hale gelmesi muhtemel.

Küresel ekonomi de yavaşlarsa, çifte darbeyle karşı karşıya kalınabilir. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun zaten artan borç sıkıntısı konusunda uyarılar yaptığını da hatırlatalım.

5 – Finansal bir çöküş

Varlık fiyatları -hisseler, tahviller ve mülkler- pandeminin başlangıcından bu yana arttı.

Sektörün, en düşük faiz oranları ve finansal piyasaların niceliksel genişleme programları tarafından yaratılan parayla dolup taşması, ev değiştirmeyi ve spekülatif faaliyetler için borç para almayı daha kolay hale getirdi.

Merkez bankalarından herhangi bir sıkılaşmanın sınırlı ve kademeli olacağı mesajı da varlık fiyatlarını yükseltti.

Ancak, karantinaların ardından büyümeyi yakalayan bir dönemin ardından ekonomiler yavaşlamaya başladı.

Burada risk, merkez bankalarının, beklenenden daha yüksek enflasyon oranları nedeniyle daha sert para politikaları için zorlanmaları ve böylece değerli varlıklar için desteği ortadan kaldırmaları.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Kitap Satın Almak Artık Bir ‘Lüks’

Türkiye’de geride bıraktığımız yılda TL’de yaşanan değer kaybı ve enflasyonda görülen artış kağıt sektörünü de etkiledi. Türkiye’nin ithal kağıda bağımlılığı artarken, artan maliyetler nedeniyle basın-yayın sektörü zor bir dönemden geçiyor.

Geçtiğimiz günlerde TBMM Başkanlığına araştırma önergesi veren CHP Milletvekili Abdurrahman Tutdere’ye göre “bazı kitaplar basılamayacak duruma geldi” ve birçok basımevi, yayınevi ve yerel gazeteler faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldı.

Kağıt krizi ulusal basından yerel basına kadar tüm yazılı basında etkisini hissettiriyor. Bu durum ülkede kitap fiyatlarının yükselmesine neden oluyor ve akademik kariyer yapmak isteyen veya roman meraklıları için kitap satın almayı bir ‘lüks’ haline getiriyor.

Doktora talebesi Gülfer Ulaş, tezini bitirmek için satın almak zorunda kaldığı kitap fiyatlarındaki artışla ilgili AFP haber ajansına yaptığı açıklamada, “Fiyatlar patladı. Ben uluslararası ilişkiler okuyorum ve her ay yaklaşık bin lira (75 euro), asgari ücretin üçte birisi kadar harcama yapmak zorunda kalıyorum.” diyor.

Romanlarda fiyat artışına dikkati çeken İbrahim Olcay ise “Benim en büyük tutkularımdan birisi roman okumak, şu elimde tuttuğum Alman yazar Thomas Mann’ın kitabının ilk baskısı 33 liraydı şimdi yaklaşık 70 lira oldu” diyerek tepkisini dile getirdi.

Daha önce daha fazla kitap alarak arkadaşlarına da hediye ettiğini söyleyen Olcay, artan fiyat artışlarıyla birlikte bu tür jestler yapmasının artık imkansız hale geldiği şikayetinde bulundu.

Yayınevleri, kağıt fiyatlarındaki artıştan şikayetçi

“Kırmızı Kedi” yayınevi sahibi Haluk Hepkon ise “Bir yıl içinde, ton başına kağıt fiyatı 700 ila 800 dolardan 1.500 dolara yükseldi, bu artış kitapçılara da yansıdı” diyerek içinde bulundukları durumun ciddiyetini özetledi.

Vatandaşların geçim sıkıntısıyla birlikte kitap yerine yaşam için mutlak gerekli mallara yönelik önceliklerine dikkate çeken Hepkon görüşlerini şu şekilde dile getirdi: “30 liraya mal olan bir kitap yayınladığınızı varsayalım. İyi satarsa ve bir hafta sonra yeniden yayınlanırsa fiyat 35 liraya kadar çıkabilir. Üçüncü ya da dördüncü baskıdan sonra ne kadara mal olacağını yalnızca Allah bilir. Sonunda, insanlar kitap almayı bırakıp, temel ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyor.”

AFP haberinde, krizle birlikte Türkiye’de yayınevlerinin de daha az kitap basma tehlikesi yaşayabileceği belirtildi.

Türkiye yılda 3 milyar dolar kağıt ithal ediyor

İstanbul Ticaret Odası tarafından 2018 yılında yaptırılan bir araştırmaya göre Türkiye, yılda 3 milyar dolar kağıt ithal ediyor. Hamur kağıt fiyatı dünyanın her yanında artarken, Türkiye’de bu artışlardan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer alıyor.

Türk Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kacatürk ise SEKA’nın önce 2000’li yıllarda özelleştirilip sonra dağıtılmasının ardından kağıt krizinin daha da arttığı düşüncesinde; “Türkiye’de kağıt fabrikaları satıldı, sadece ikisi üretime devam ediyor. Diğerlerinde makineler hurda fiyatından satıldı”

(Kaynak: euronews)

Paylaşın