En Güçlü Pasaportlar Listesi Güncellendi: Türkiye 50. Sırada

Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği’nin (IATA) verilerine dayanarak hazırlanan The Henley Passport Index’e göre 199 ülkelik listede Türkiye 2021 yılına göre vizesiz seyahat edilebilen ülke sayısı değişmese de 7 basamak yükselerek 50. sırada yer aldı.

Euronews’ta yer alan habere göre; Dünyanın en güçlü pasaportları sıralaması güncellendi. Asya ülkelerinden Japonya ve Singapur ilk basamaktaki yerlerini korudu. İkinci sırayı Almanya ve Güney Kore paylaşırken, üçüncü basamakta İtalya, İspanya, Finandiya ve Lüksemburg yer buldu.

Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği’nin (IATA) verilerine dayanarak hazırlanan The Henley Passport Index’e göre 199 ülkelik listede Türkiye 2021 yılına göre vizesiz seyahat edilebilen ülke sayısı değişmese de 7 basamak yükselerek 50. sırada yer aldı.

Japonya ve Singapur vatandaşları geçen yıl olduğu gibi 192 ülkeye vizesiz ya da ülkeye giriş sırasında verilen vize ile seyahat edebiliyor. Güney Kore ve Almanya ikinci (190), İtalya, Finlandiya, İspanya ve Lüksemburg (189) ise üçüncü sırada yer aldı.

Sıralamanın en son sırasını ise 111. basamaktaki Afganistan aldı. 2010’dan beri son sırada bulunan ülke vatandaşları sadece 26 ülkeye vizesiz kabul ediliyor. Sondan ikinci sırayı 28 ülke ile Irak, üçüncü sırayı ise 29 ülke ile Suriye aldı.

ABD ve İngiliz pasaportları eski günlerinden uzak

2014 yılında listenin zirvesinde yer alan Amerikan ve İngiliz pasaportları bu yıl İsviçre, Norveç, Yeni Zelanda ve Belçika ile birlikte 6’ncı sırada yer alabildi. Endeks’te dikkat çeken bir diğer gelişme de sıralamanın tutulduğu 2006 yılından beri birçok Asya ülkesinin üst sıralara tırmanması oldu.

Paylaşın

Suriyeli Sığınmacılar Hakkında Dikkat Çeken Rapor

Sığınmacılar konusu ve kontrolsüz göç, hem Avrupa Birliği (AB), hem de Türkiye gündeminde en çok tartışılan konuların başında olmaya devam ediyor. Kamuoyunun yanıt aradığı birçok soru ise, belirsizliğini koruyor. Türkiye’deki sığınmacıların geleceği ne olacak? AB, Türkiye’ye yardımlarını artıracak mı? Yoksa AB-Türkiye işbirliğinde sona mı yaklaşılıyor?

Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Politika ve Bilim Vakfı (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin (CATS) yayımladığı yeni bir raporda, tüm bu konular mercek altına alınırken, dikkat çekici tespit, eleştiri ve çözüm önerilerine yer verildi.

AB’nin  bugüne kadar yürüttüğü politikanın artık sürdürülebilir olmadığına işaret edilen raporda, Türkiye’nin de yeni sınamalarla karşı karşıya bulunduğu uyarısında bulunuldu. Uzmanlar hem Avrupalı siyasetçilere hem de Türk yetkililere, bir dizi tavsiyede bulundu.

CATS’ın “Avrupa güvenliği için hem partner, hem sorun olarak Türkiye” adlı projesi kapsamında hazırlanan rapor, Türk-Alman Üniversitesi (TAU) öğretim üyesi Profesör M. Murat Erdoğan ile Atina’daki Panteion Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Markos Papakonstantis tarafından kaleme alındı.

Değer Akal’ın DW Türkçe’de yer alan haberine göre raporda, öncelikle devletlerin düzensiz göç konusuna bakışı, bu alandaki yaklaşımları ve yaşanan değişimler değerlendirildi.

Soğuk Savaş sonrasında devletlerin “güvenlik konseptinde” değişim yaşandığına işaret eden uzmanlar, yakın dönemde de kontrolsüz göç hareketlerinin, özellikle Batılı devletler tarafından en büyük sınamalardan biri olarak görülmeye başlandığına dikkat çektiler.

AB ile Türkiye  arasında 2016 yılında varılan Mülteci Mutabakatı’nda daha çok güvenlik kaygılarının belirleyici olduğuna işaret eden uzmanlara göre, bu mutabakatı bir “güvenlik anlaşması” olarak da nitelendirmek mümkün.

Raporda, “AB bu mutabakatla, 4 yıllık bir süre için 6 milyar euro karşılığında, ciddi bir tehdit olarak gördüğü kontrolsüz insan hareketliliğinin durdurulmasını sağladı” tespitine yer verildi.

AB’nin yaklaşımına ağır eleştiri

Bu mutabakat yoluyla Avrupa’nın sığınmacı  krizini bir anlamda kendi sınırları dışında tutmayı başardığını ancak bu politikanın sürdürülebilir olmadığını savunan uzmanlar, AB’nin Türkiye’ye salt mali kaynak sağlamakla yetindiği politikasında “sona gelindiğine” dikkat çekti.

Mülteci Mutabakatı’nın Türkiye-AB ilişkilerinde çelişkilere yol açtığına işaret edilirken, şu tespitlere yer verildi:

“Bir yandan AB’nin korunmasını sağlayan bir işbirliği zemini sağlandı, Türkiye de bu bağlamda güvenilir bir partner olduğunu ispatladı. Diğer yandan ise, her nasılsa, Türkiye-AB ilişkileri neredeyse sadece mülteci meselesine indirgendi ve Türkiye, bu sefer sığınmacı akınlarını önlemesi için, tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ‘Batıyı koruma’ işlevini üstlendi. Türkiye’nin AB tarafından adeta ‘ucuz bir tampon bölge’ olarak değerlendirildiği gerçeği, Türkiye’de Avrupa ve Batı karşıtı eğilimleri güçlendiriyor ve AB’nin sorunu dışarıya havale etme politikası, Türk siyasi çıkarları tarafından da araçsallaştırılıyor.”

CATS raporunda, Türkiye’ye yakın bölgelerdeki istikrarsızlıkların yakın bir zamanda son bulmasının çok gerçekçi görülmediği, mülteci akının süreceği, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin evlerine dönme ihtimallerinin de hızla kaybolmakta olduğuna işaret edildi.

AB’nin sadece Türkiye’ye mali destekte bulunarak, yükün bir bölümünü paylaşarak yetinemeyeceği uyarısında bulunan uzmanlar, daha gerçekçi bir zeminde, daha kapsamlı ve stratejik bir işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdiler.

Türkiye’nin sınırda inşa ettiği duvara rağmen, Afganistan ve Irak’tan geçişlerin sürdüğüne dikkat çekilen raporda, yakın coğrafyalardaki istikrarsızlıkların hem Ankara hem de AB başkentleri için riskler taşıdığına işaret edildi. “Bu Türkiye için sınır güvenliği bakımından ciddi bir sorun teşkil etmekte. Bu aynı zamanda AB için de sorun olabilir” tespitine yer verildi.

Türkiye için katlanılması zor hale geldi

Raporda, Türkiye’nin sığınmacı meselesinde karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, toplumsal sorunların artık katlanılması zor bir hale gelmeye başladığının altı çizildi.

AB’nin kendi güvenliği açısından Türkiye ile işbirliğini sürdürmek durumunda olduğu hatırlatılırken, bu işbirliğinin kapsamının gerçekçi bir şekilde genişletilmesi gerektiği vurgulandı.

Raporda, bu kapsamda bir dizi tavsiyeye yer verilirken, “Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi ve vize serbestisi gibi siyasi beklentilerde elle tutulur somut adımların atılması büyük önem taşıyor” denildi.

Ayrıca 18 Mart 2016’da varılan Mülteci Mutabakatı’nın kapsam ve süresinin yenilenmesi önerilirken, işbirliğine sadece Suriyelilerin değil, aynı zamanda diğer bölgelerden gelen göçmenlerin de dahil edilmesi gerektiği vurgulandı.

“Türk hükümeti gün be gün artan bir baskı altında” tespitine yer verilen bölümde, ülke ekonomisinin kırılgan bir süreçten geçmekte olduğu, bu nedenle Türkiye üzerindeki mali yükün hafifletilmesi gerektiği kaydedildi.

Raporda, sığınmacılara yönelik başarılı projelerin yaşama geçirilebilmesi için, AB mali kaynaklarından yerel yönetimlerin de yararlandırılması gerektiği belirtilirken, bunun özellikle uyum politikalarının yerelde başarısı açısından önem taşıdığı kaydedildi.

Öneriler bölümünde ayrıca, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının mali kaynakları doğru ve etkin bir şekilde kullanıp kullanmadığının da, oluşturulacak denetim mekanizmalarıyla kontrol edilmesi gerektiği belirtiliyor.

Raporun sonunda ise, “Sığınmacı sorunu önümüzdeki onlarca yıl boyunca devam edecek ve etkisi giderek yayılacaktır. Bu konu, Avrupa gündemindeki en kritik güvenlik meselesi olmaya da devam edecektir” tespitine yer verildi.

Raporu kaleme uzmanlardan Prof. Dr. Murat Erdoğan, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, Türkiye’de sığınmacılar konusunun günlük siyasetin bir konusu yapılmaması gerektiğini, sorunların çözümü için popülist söylemlerin bir kenara bırakılarak, gerçekçi politikaların geliştirilmesinin şart olduğunu, uyum politikalarına odaklanılmasının büyük önem taşıdığını vurguladı.

Bazı muhalefet partileri tarafından dile getirilen Suriyelileri ülkelerine gönderme söylemlerinin  yanlış algılara ve beklentilere yol açtığını, çözüme katkı sağlamadığı söyleyen Prof. Erdoğan, “Bu artık iktidarı da aşan, ortak sorumluluk gerektiren öneme haiz bir konu” dedi.

Suriye’de savaş ve istikrarsızlığın sürdüğünü, Suriyelilerin çok büyük çoğunluğunun Suriye’ye dönmesinin söz konusu olmayacağını söyleyen  Prof. Erdoğan, bazı muhalefet siyasetçileri tarafından bu tür beklentilerin oluşturulmasının “çok riskli” olduğunu kaydetti.

Kritik uyarı

“Bu beklentinin tırmandırılması, gerçekleşmeyecek olması nedeniyle toplumda ciddi bir hayal kırıklığı, hatta öfke yaratabilir” uyarısını dile getiren Prof. Dr. Murat Erdoğan, Türkiye’de yaygınlaşan nefret söyleminin de kaygı verici oldugunu dile getirerek,  “Bu öyle kolay kontrol edilebilir bir durum değil, çok riskli. Bu nedenle ‘davulla zurnayla geri gidecekler’ şeklinde, gerçekçi olmayan beklentiler yaratılmamalı. Kimseye faydası olmayan söylemlerden kaçınılması gerekiyor” dedi.

Toplumun kaygılarını, endişelerini anlamanın ve buna yanıt verecek politikaların geliştirmesi gerektiğini söyleyen Prof. Erdoğan, “Suriyeliler artık Türkiye’de kendi hayatlarını kurdu, 735 bin bebek doğdu, 750 bin çocuk Türk okullarına gidiyor, Türkçe eğitim alıyor… Ayrıca bugün bile Esad gitse, Suriye’de normal koşullara dönülebilmesi en az 20 sene alacak. İnsanlar niye uluslararası çatışma alanının bir sahnesine dönüşmüş olan Suriye’ye gidip kaosun içine girmek istesin? İnsanlar gönüllü geri gitmeyecek. İktidarlar ‘onlara mı kalmış, geçici korumalarını kaldırır gönderirim’ diyebilir ama günümüz dünyasında bunu yapamazsınız, yapmamalısınız da zaten” diye konuştu.

Paylaşın

Türkiye’den Avrupa’ya 2 Bin 500’den Fazla İltica Başvurusu

Avrupa Birliği İltica Ajansı’nın (EUAA) açıklamasına göre Avrupa ülkelerine iltica başvuruları Kasım 2021’de yeniden yüksek bir seviyeye çıktı. Kasım 2021’de Afganistan, Suriye ve Iraklılar başvurularda ilk sıraları alırken Türkiye’den de Avrupa ülkelerine 2 bin 571 iltica başvurusu yapıldı.

Malta’nın başkenti Valletta’da paylaşılan verilere göre 27 Avrupa Birliği ülkesi ile Norveç ve İsviçre’ye geçen yılın Kasım ayında 71 bin 400 iltica başvurusu yapıldı. Avrupa ülkelerine iltica başvuruları 2016 yılından bu yana en yüksek seviyeye Batılı güçlerin Afganistan’dan çekildiği Eylül ayında ulaşmıştı. Kasım ayında sayının Eylül ayından çok az düşük olduğu kaydedildi.

Kasım ayında yapılan başvurularda 13 bin 40 ile ilk sırada Afganistan uyruklular gelirken, onları Suriyeliler ve Iraklılar takip etti. Başvurularda bu ülkeleri Venezuela ve Pakistan takip ederken onların ardından da Türkiye geliyor. Türkiye’den Avrupa ülkelerine yapılan iltica başvurusu sayısı Kasım 2021’de 2 bin 571 oldu. Bu sayı tüm iltica başvurularının yüzde 3,6’sına tekabül ediyor.

Çocuk ve genç ilticacıların sayısı yükse

Yanında bir refakatçisi bulunmayan ve henüz reşit yaşta olmayanların iltica başvurularının miktarı da bir hayli yüksek. En son 2015 yılında 3 bin 300 çocuk ve genç iltica başvurusu yaparken geçen Kasım ayında bu sayının 3 bin 200 olduğu ifade edildi. Avrupa’ya gelen çocuk ve gençlerin hemen hemen yarısı Afganistan uyruklu.

Kasım 2021’de de yeni iltica başvurularının sayısı, sonuçlanmış başvuru sayısının önünde olmayı önceki dört ayda olduğu gibi sürdürdü. EUAA verilerine göre Kasım sonu itibarı ile halen 431 bin dosya sonuçlandırılmayı bekliyor. Kasım ayında sonuçlanan kararların yüzde 40’ının kabul yönünde olduğu kaydedildi. Afganistan uyrukluların iltica başvurularında kabul edilme oranı yüzde 92 iken, Suriyeliler de bu oran yüzde 91, Eritrelilerde yüzde 87 ve Filistinlilerde yüzde 72 düzeyinde.

Paylaşın

Doğalgaz Kısıtlaması Neden Kriz Yarattı?

Türkiye’nin enerji tüketiminde dışa bağımlılığı her yıl daha da artıyor. 2000’li yıllarda yüzde 67 olan enerjide dışa bağımlılık 2020 yılında yüzde 74’e çıkmış durumda. Bu nedenle yurtdışında yaşanan bir aksaklık ülkede krize neden oluyor. Türkiye’nin bir depolama sistemi olmaması da acil durumlarda çözümsüzlüğün bir diğer gerekçesi olarak gösteriliyor.

Bianet’te yer alan habere göre; İran’ın geçtiğimiz hafta “teknik arıza” gerekçesiyle Türkiye’ye gelen doğalgazı 10 günlük süreyle keseceğini açıklamasının ardından başlayan enerji krizi giderek büyüyor. TEİAŞ İran kesintisini gerekçe göstererek ilk olarak fabrikaların doğalgaz kullanımını yüzde 40 oranında kısıtladı.

Alınan son kararla da ülkedeki tüm Organize Sanayi Bölgelerinde (OSB) elektrik kısıntısı uygulaması yapılacak. Ülkede sanayi üretimi en az 3 gün süreyle tamamen dururken kısıtlamanın OSB dışındaki tesislerde de uygulanacağı iddialar arasında yer alıyor.

Kesintiye ilişkin detaylar

TEİAŞ açıklamayı OSB’lere yazı göndermeden, telefon aracılığıyla yaptı. Ancak OSB’ler durumu sanayicilere yazı ile duyurdu. Bursa Organize Sanayi Bölgesi (OSB) Müdürlüğü’nden konuya ilişkin OSB katılımcılarına giden yazıda da bu bilgi doğrulandı. Her türlü kayıp ve hasardan işletmenin sorumlu tutulduğu yazıda şu ifadeler yer aldı:

“Kısıntı/kesinti süreleri içerisinde firmanızın aydınlatma ve güvenlik hizmetlerinin karşılanabilmesi için firmanızın besleyen hatta enerji olacaktır. Ancak elektriğin üretim amaçlı kullanılması durumunda firmanızın bağlı olduğu hattın enerjisi kesilecek olup, aynı hattan enerji alan diğer firmaların mağduriyetine neden olunacak ve kesinti süresi boyunca tekrar elektrik verilmeyecektir. Bu nedenle oluşacak her türlü kayıp ve hasarda kurala uymayan işletmeler mesul olacaktır.”

Telefonla yapılan ilk bilgilendirmede kısıtlamanın Pazartesi, çarşamba, perşembe tam gün olacağı belirtildi. Sanayiciden gelen tepkiler üzerine Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in konuya müdahalesi sonucu kesinti günleri ardışık hale getirildi. Pazartesi, salı çarşamba tam gün olarak değiştirildi.

Alınan kararla tüm OSB’lerde aydınlatma ve ısınma amaçlı kullanılabilecek kadar enerji çekimine izin verildi. Belirlenen günlerde belirlenen rakamın üzerinde enerji çeken bölgelerin enerjisi TEİAŞ tarafından kesilecek ve cezai yaptırım uygulanacak.

Kesinti kimleri etkileyecek?

Elektrik kesintisi başta temel gıda üretimi olmak üzere otomotivden tekstile üretimde sürekliliğin sağlanması gereken demir-çeliğe kadar tüm ağır sanayi sektörlerini etkileyecek. Kesintilerin gıda fiyatlarını artıracağından endişe edilirken, yiyecek üreticileri ise 72 saat sürecek bir elektrik kesintisinin gıda güvenliği ve depolardaki ürünler için tehdit oluşturduğunu bildirdi.

Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği (ORGÜDER) ve Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) kesintilerden muafiyet talep etti. Bunun üzerine BOTAŞ dün ilaç, et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri işletmelerine uygulanan doğalgaz kesintisini sona erdirdi.

Gaz tüketimi en üst seviyedeydi

Gaz kesintisi söz konusuyken ülke genelinde gaz tüketimi ise kış koşulları nedeniyle 19 Ocak’ta rekor seviyeye yükseldi ve günlük 290 milyon metreküp düzeyine çıktı. Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi’nin (BOTAŞ) sanayi tesisleri ve elektrik santralleri için gaz kesintisi uygulamaya başlamasıyla günlük tüketim 225-226 milyon metreküpe çekildi ve 60-65 milyon metreküplük bir kısıntı olduğu açıklandı. BOTAŞ heyetinin Tahran’da birebir görüşmelerle İran yönetimini gaz kesintisi kararından vazgeçirmeye çalıştığı da konuşulanlar arasında.

Neden kriz yarattı?

Türkiye’nin doğalgaz ithalatında İran; Rusya ve Azerbaycan’ın ardından üçüncü sırada yer alıyor. 2021 yılının ilk 10 ayında Türkiye’de tüketilen doğalgazın yüzde 16’sı İran’dan karşılanmıştı.

Türkiye’nin birincil enerji tüketiminde dışa bağımlılığı ise her yıl daha da artıyor. 2000’li yıllarda yüzde 67 olan enerjide dışa bağımlılık 2020 yılında yüzde 74’ü çıkmış durumda. Bu nedenle yurtdışında yaşanan bir aksaklık ülkede krize neden oluyor. Türkiye’nin bir depolama sistemi olmaması da acil durumlarda çözümsüzlüğün bir diğer gerekçesi olarak gösteriliyor.

Ayrıca enerji ithalatı için harcanan para da sürekli artıyor. TMMOB’a bağlı Makine Mühendisleri Odası’nın (MMO) “Türkiye’de Enerji’nin Görünümü” raporuna göre Covid-19 salgınında gerek talep artışının yaşanmaması gerekse petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle, enerji ham maddeleri ithalat faturası 2020’de yüzde 30 azalarak 28,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmişti.

Ancak 2021’de petrol, doğalgaz ve kömür fiyatlarındaki hızlı artış eğilimi nedeniyle yılın ilk dokuz ayında 31,5 milyar doları aşan enerji ham maddeleri ithalatı faturasının yüksek olacağı ve 40 milyar doları geçeceği tahmin ediliyor.

Öte yandan 2020 yılında elektrik talebinin yüzde 43’ü ithal yüzde 57’si yerli kaynaklardan karşılandı.

Son yıllarda santrallarda büyük atıl kapasite oluştu. Kurulu güçte, 2010 ile 2020 arasında yıllık ortalama yüzde 7,2 artış oldu. En yüksek artış ise yüzde 12,2 ile 2013 yılında gerçekleşti. Bu dönemde toplam kurulu güç 1,94 kat artarken toplam üretim ise 1,45 kat arttı.

MMO’nun raporunda Türkiye’de elektrik enerjisinin kurulu gücü genellikle genç santralların oluşturduğuna vurgu yapılıyor. 2020 yıl sonu itibariyle toplam kurulu gücün yüzde 48,4’ünü 0-10 yaş arasındaki santrallar oluşturuyor. Bu denli genç bir yapıya sahip olan üretim tesislerinin, neden oldukça düşük kapasite oranlarına sahip oldukları açıklanması gereken bir konu olarak dikkat çekiliyor.

Geçmiş yıllarda enerji arzında meydana gelen aksaklık durumlarında kamunun elinde bulunan santrallar alternatif yakıt ile işletilerek üretimin devamlılığı sanılıyordu. Ancak Türkiye’de son yıllarda elektrik üretiminin neredeyse tamamı özel sektör tarafından yapılıyor. Üretiminde kamunun payı 1984 yılında yüzde 87,2’iken 2020’ye gelindiğinde yüzde 18,1’e düşmüş durumda.

Muhalefet ne dedi?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “İran ile ilgili girişimlerimiz devam ediyor” diyerek “sanayide iki grup halinde en fazla üç gün kesinti olacağını” savundu. Muhalefet cephesi ise, AKP hükümetinin doğalgaz kesintisine kararına sert tepki göstererek, asıl meselenin İran’ın tutumu değil kış ayları için planlama yapılmaması olduğuna dikkat çekti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu iktidar bu ülkeye bunu da yaşattı. Tabii daha önemli işleri var. Gece yarısı sanatçıların evine baskın yaptırmak, gazetecileri atasözü paylaştılar diye hapse attırmak, dil koparmak… Beceriksizler” diyerek tepkisini gösterdi.

Asıl sorunu “kış için doğalgaz depolaması yapılmaması” olarak vurgulayan Kılıçdaroğlu’nun verdiği bilgiye göre; 2021 Ekim ayında Türkiye’nin depolama kapasitesi yüzde 54, bugün yüzde 32 seviyesinde. 2018 Ocak ayında ise depolardaki gaz miktarı yüzde 73 iken, 2019’da yüzde 72 ve 2020’de yüzde 60 idi.

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Garo Paylan ise TBMM’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Fatih Dönmez’in yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, “Ülkeyi enerji krizine soktunuz. İstifa etmeyi düşünüyor musunuz? Konutlarda elektrik ve doğalgaz kesintisi yapmayacağınıza nasıl güveneceğiz” dedi.

Deva Partisi Lideri Ali Babacan da “Merkez Bankası depoları boşaltılırken enerji depolarımız da boşaltılıyormuş; bunu görmüş olduk. İran’ın doğal gaz sağlamamasıyla gerçekten doğalgaz depoları varken bu depoların tam kapasiteyle kullanılmamış olması affedilebilir bir hata değil. Şu andaki sistemin yürümediği, bu zihniyetin bu ülkeyi yönetemediğinin bir örneği daha” diye konuştu.

Paylaşın

Türkiye, İçerik Kaldırtma Taleplerinde Üçüncü Sırada

Dünya genelinde en çok kullanılan sosyal medya platformlarından biri olan Twitter, kullanıcıların paylaştığı içeriklerin kaldırılması için hükümetlerden gelen talep sayılarını açıkladı. Türkiye, en fazla talepte bulunan hükümetler sıralamasında üçüncü oldu.

2021 yılının Ocak-Haziran dönemine ilişkin verileri kamuoyuyla paylaşan Twitter, bu süre zarfında hükümetlerin 196 bin 878 hesaptan içerik kaldırılması için 43 bin 387 talepte bulunduğunu duyurdu.

Söz konusu hesap sayısının, Twitter’ın şeffaflık raporlarını yayımlaya başladığı 2012 yılından beri ulaşılan en yüksek sayı olduğu açıklandı. Şirket, içerik kaldırılması talebi sayısı bakımından da rekor kırıldığını belirtti.

Taleplerin yüzde 95’inin beş ülkeden geldiğini duyuran Twitter, ilk sırada Japonya’nın bulunduğunu bildirdi. Japonya’yı Rusya, Türkiye, Hindistan ve Güney Kore izledi. Twitter’a Çin ve Kuzey Kore dâhil bazı ülkelerde erişim bulunmuyor.

Twitter 2021’in ilk altı aylık dönemindeki taleplerden yüzde 54’ünde, bildirilen içeriğe belli ülkelerde erişimi durdurduğunu ya da kullanıcılardan bu içeriği kısmen veya tamamen kaldırmalarını istediğini belirtti.

“Son derece endişe verici”

Twitter’ın küresel kamu politikasından sorumlu başkan yardımcısı Sinead McSweeney, “Dünya genelinde hükümetlerin içeriklere müdahale etme ve kaldırma girişimlerinin giderek arttığı şu dönemde, daha önce görmediğimiz sayıda taleple karşılıyoruz” dedi.

McSweeney, “mahremiyet ve ifade özgürlüğüne yönelik bir tehdit” olarak gördüğü bu durumu, “tüm dikkatlerini vermeleri gereken, son derece endişe verici bir eğilim” diye tanımladı.

Twitter’ın bir önceki altı aylık verileri, 131 bin 933 hesaptan içerik kaldırılması için hükümetlerce talepte bulunulduğunu gösteriyordu. Açıklanan son sayı, geçen yılın ilk yarısında yaklaşık yüzde 50’lik bir artış olduğunu ortaya koydu.

Hükümetlerin talep sayısıysa 38 bin 524’ten 43 bin 387’e yükselirken yüzde 14’lük artış gösterdi. Talep sayısı yıllık bazda yüzde 2,8 arttı.

Twitter, kullanıcı hesabı bilgisi talep etme bakımındansa ilk sırada ABD’nin bulunduğunu belirtti. ABD’den Twitter’a ulaşan 3 bin 26 talep, toplam taleplerin yüzde 26’sını oluşturdu.

Twitter, hükümetlerin bilgi taleplerinin yüzde 64’ünde ya kısmen bilgi paylaştı ya da hiçbir bilgi paylaşımında bulunmadı. Şirket, bu oranda bir önceki döneme kıyasla yüzde 9’luk bir düşüş olduğunu ifade etti.

Paylaşın

Türkiye, İfade Özgürlüğü İhlallerinde Yine İlk Sırada

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) 2021 yılında karar için bekleyen davalar sıralamasında Türkiye, daha daha önceki yıllarda olduğu gibi yine Rusya’nın ardından ikinci sırada yer aldı.

Türkiye’den yapılan başvuruların önemli bir kısmını OHAL dönemindeki gözaltı, tutuklama ve adil yargılanmayla ilgili şikayetler oluştururken, geçen yıl AİHM’in verdiği kararlarda en fazla ifade özgürlüğünden mahkum olan ülke yine Türkiye oldu.

Strasbourg Mahkemesi’nde karar için bekleyen şikayetlerde, Rusya 17 bin 13 başvuruyla ilk sırada yer alırken, Türkiye 15 bin 251, Ukrayna 11 bin 372 ikinci ve üçüncü sıraları aldı. Romanya 5 bin 690 ve İtalya 3 bin 646 ile daha sonra 4. ve 5. sıralarda yer aldı.

OHAL davaları çoğunlukta

Türkiye’den gelen ve karar için bekleyen davaların önemli bir kısmını OHAL ilanıyla birlikte yapılan insan hakları şikayletleri oluşturuyor. OHAL ile birlikte Türkiye’den gelen şikayetlerin sayısı 11 bin civarında. Bu şikayetlerin önemli bir kısmını, makul kanıt olmadan gözaltı, uzun tutuklama süresiyle, adil yargılanma hakkından yapılan şikayetter oluşturuyor.

Türkiye ifade özgürlüğü ihlalinde ilk sırada

AİHM’de 2021’de açıklanan mahkeme kararlarında daha önceki yıllarda olduğu gibi Türkiye, ifade özgürlüğü alanında yine en fazla mahkumiyeti alan ülke oldu. AİHM, geçen yıl 31 davada Türkiye’yi ifade özgürlüğü şikayetinde insan hakları ihlalinden mahkum etti.

2021 yılında Türkiye ile ilgili 78 karar açıklayan AİHM, bunlar içinde 76 davada en az bir maddeden Türkiye aleyhine insan halkları ihlal kararı verdi.

AİHM Başkanı’nın basın toplantısı

AİHM Başkanı Robert Spano, yıllık verileri değerlendirmek için yaptığı basın toplantısında 2020 yılı sonu itibarıyla AİHM gündeminde olan dava sayısının 62 bin iken, 2021 yılı sonunda bu rakamın yüzde 13 artışla 70 binin üzerine çıktığı duyurdu. Spano, bu 70 bin davanını yüzde 70’ini Rusya, Türkiye, Ukrayna ve Romanya’dan gelen başvurular olduğunu söyledi.

Paylaşın

AİHM’den Türkiye’ye ‘Deniz Yücel’ Cezası

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Şubat 2017’de Türkiye’de 367 gün cezaevinde tutulan Die Welt gazetesinin eski Türkiye Temsilcisi Deniz Yücel‘in tutukluluğuna ilişkin ‘hak ihlali’ kararı verdi.

Mahkeme Yücel’in ifade ile özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiğine hükmederek Türkiye’yi 13 bin 300 Euro tazminata mahkum etti. Yüksek mahkeme kararında Yücel’in “örgüt propagandası” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçlamalarıyla Silivri Cezaevinde tutulmasına karşı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı başvuruyu ve AYM’nin 28 Mayıs 2019’da verdiği kararını hatırlattı.

Anayasa Mahkemesi’nin Yücel’in özgürlük ve güvenlik hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmettiğini, bu kapsamda da mahkemeden Yücel’e manevi tazminat verilmesi kararı çıktığını belirten AİHM, AYM’nin tazminat kararının yetersiz olduğuna karar verdi.

Bu nedenle de Yücel’in mağduriyetinin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 34. maddesiyle koruma altına alınan bireysel başvuru hakkının devam ettiği belirten AİHM Yücel’in başvurusunu karara bağladı.

Yücel’in AİHS’yle güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının (5. madde 1. paragraf), hukuksuz tutukluluk için tazminat hakkının (5. madde 5.paragraf) ve ifade özgürlüğü hakkının (10. madde) ihlal edildiğine hükmetti.

AİHM karar hükmünü beşe iki oy çokluğuyla kurdu. Yücel’e 1000 Eurosu mahkeme masraflarını karşılamak üzere 13 bin 300 Euro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

Bu kararla birlikte AİHM, 2021’den beri toplam 9 tutuklu gazeteci dosyasında Türkiye’yi mahkum etmiş oldu.

Ok: Tutukluluğun keyfi ve hukuksuz olduğu tescillenmiş oldu

Başvurunun 2017’de yapıldığını ve AİHM kararının gecikmiş bir karar olduğuna söyleyen Yücel’in avukatı Veysel Ok, kararın Yücel’in tutukluluğu sırasında verilmiş olması gerektiğini söyledi.

Ok, “Deniz Yücel’in gazetecilik faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklanmasının keyfiliği ve hukuksuzluğu AİHM tarafından tescillenmiş oldu. AİHM’in Deniz Yücel’in ifade özgürlüğünün ve hürriyet hakkının ihlal edildiği tespiti, Türkiye’de gazetecilerin işlerini yaptıkları için yargılanıp hapsedildiklerini göstermesi açısından önemli” dedi.

Yücel’in dosyasının Yargıtay’da olduğuna dikkat çeken Ok, “Yücel, AYM kararı çıktığında düşmesi gereken, hukuksuzluğu tescillenmiş ve dahası siyasi saiklerle bir gazeteciyi cezalandırmak amacıyla açılmış bir davada mahkum edildi. Dahası, bu davadan iki dava daha çıkarıldı. AİHM kararıyla birlikte Yargıtay, Yücel’e verilen mahkumiyet kararını bozmalıdır. Mahkemeler de diğer iki davada derhal beraat kararı vermelidir” diye konuştu.

Ne olmuştu?

Deniz Yücel, dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın özel e-posta adresinin RedHack tarafından hacklenmesine ilişkin kaleme aldığı haberiyle ilgili soruşturma ekiplerine ifade vermek üzere 14 Şubat 2017’de İstanbul’da gözaltına alındı. “Örgüt propagandası ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla sevk edildiği mahkemece 27 Şubat 2017’de tutuklandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuyla ilgili “Bütün bu olayların nedeni meğerse bu teröristmiş. Bu adam terörist, gazeteci değil ve Alman yönetimi ne yazık ki, benim bakanlarımı böyle bir teröristle aynı teraziye oturtuyor. Sıkıntı burada. Almanya Başbakanı Angela Merkel, bana ‘Serbest bırakırsanız memnun oluruz’ dedi. Dedim ki o gazeteci değil terörist. Deniz Yücel bir ay Almanya Başkonsolosluğu’nda saklandı. Bu adam terörist, gazeteci değil” açıklaması yaptı.

Yücel yaklaşık bir yıl tutuklu kaldı. Hakkında hazırlanan iddianame sonrası İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Şubat 2018’de Yücel’in tahliyesine karar verdi. Yücel tahliye olduktan sonra Almanya’ya gitti.

Tutuklu bulunduğu dönemde cezaevinden Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulunan Yücel’in dosyasını olaydan iki yıl sonra 28 Haziran 2019’de incelendi. AYM, Yücel’in tutuklu kaldığı bir yıllık süreyi hak ihlali saydı ve 25 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti ama yerel mahkeme Yücel’in Berlin’de alınan ifadesinin beklenmesine karar verdi.

13 Şubat 2020’de görülen duruşmada savcı, esasa ilişkin mütalaasını verdi. Yücel’in 15 yıl 3 aya kadar hapisle cezalandırılmasını talep eden savcı, Yücel’in 2016’da Welt gazetesinde yayımlanan çeşitli yazılarında PKK/KCK propagandası yaptığını öne sürdü.

16 Temmuz 2020’de görülen duruşmada da kararını açıklayan mahkeme, Deniz Yücel’in “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasından beraatine hükmederken, basın yayın yoluyla “PKK/KCK silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı” gerekçesiyle 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasına çarptırdı.

Mahkeme ayrıca, Yücel hakkında 2016’da Die Welt’te yayınlanan iki yazısı nedeniyle “Cumhurbaşkanına hakaret” ve TCK’nın 301. maddesinde düzenlenen “Türkiye Cumhuriyet Devletini, hükümetini, yargı organlarını ve devletin emniyet teşkilatını aşağılama” suçları uyarınca suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

Suç duyurusu sonrası Yücel’e yeni bir dava açıldı. Savcılık Deniz Yücel’in 6 aydan 2 yıla kadar hapsini istedi. Bu davanın görülmesine 12 Mayıs 2020’de başlandı.

Paylaşın

IPI’dan Sedef Kabaş Çağrısı: Serbest Bırakın

Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve IPI Türkiye Ulusal Komitesi, “cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ile tutuklanan gazeteci, yazar Sedef Kabaş’ın derhal serbest bırakılması için çağrı yaptı.

Bianet’te yer alan habere göre; Sedef Kabaş’ın bakanlar ve AKP’li siyasilerce hedef gösterilmesine ilişkin IPI Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Emre Kızılkaya “Suya sabuna dokunmayan haberler veya rahatsız edici olmayan yorumlar her ülkede yapılabilir. Gelişmiş demokrasilerin ayırt edici özelliği şudur: Bu ülkelerde basın ve ifade özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin deyişiyle ‘şoke edici ve huzur kaçırıcı’ haber ve yorumları kapsar. Bu demokrasilerde özellikle kamu yöneticilerinin eleştiriye tahammül sınırlarının daha da geniş olması beklenir” dedi.

“Susturarak demokrasi olmaz” diyen Kızılkaya, “IPI 72 yıldır Türkiye’de siyasetçilerin gazetecileri susturmaya çalıştığı sayısız basın özgürlüğü ihlali kaydetti. Gazeteciler ise susmadı, yılmadı. Kendi koltuğu için demokrasiyi ateşe atmaya kalkan siyasetçilerin hepsi bir gün gitti, yeni yetişen kuşaklarla gazetecilik aşkı bâki kaldı. Önemli olan gazetecilerin dayanışması ve okurlarla izleyicilerin ucuz siyasetin tuzağına düşmeyip nitelikli gazeteciliğin kıymetini bilmesi” ifadelerini kullandı.

“Cumhurbaşkanına hakaret suçu kaldırılmalı”

IPI Direktör Yardımcısı Scott Griffen da Kabaş’ın tutuklanmasını kınadı. Griffen, “Gazeteciler ve de tüm vatandaşlar eleştirinin içeriği rahatsız veya şoke edici olsa dahi, seçilmiş siyasileri eleştirme hakkına sahiptir. Demokrasinin çalışma şekli budur” dedi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzacısı olarak Türkiye’nin bu gibi yerleşik prensiplere saygı duymakla yükümlü olduğunu hatırlatan Griffen, “Sedef Kabaş’ın derhal serbest bırakılmasını ve kendisine yönelik tüm suçlamaların düşürülmesini talep ediyoruz. Ayrıca, Türkiye’yi uluslararası insan haklarına standartlarına uygun biçimde cumhurbaşkanına hakaret suçunu kaldırmaya çağırıyoruz” diye konuştu.

Griffen şu ifadeleri de ekledi:

“RTÜK’ün TELE1’i cezalandırmak için verdiği karardan da son derece rahatsızız. Bu karar, RTÜK’ün Türkiye’deki bağımsız, eleştirel yayıncılara yönelik orantısız cezalandırma tutumunun da davem ettiğinin bir göstergesidir. RTÜK de ifade özgürlüğü gibi temel haklara saygı göstermeli ve TELE1’e verilen cezaları gecikmeden kaldırmalıdır.”

Hak örgütleri bu konu üzerine temaslarda bulunmuştu

Dünyanın önde gelen gazetecilik örgütleri geçen yıl Ekim ayında IPI liderliğinde bir ortak basın özgürlüğü misyonu düzenlemiş, 6-8 Ekim’de İstanbul ve Ankara’da temaslarda bulunmuştu.

Heyette IPI, ARTICLE 19, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Osservatorio Balcani e Caucaso Transeuropa (OBCT), PEN International, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve Güney Doğu Avrupa Medya Örgütü’nden (SEEMO) temsilciler yer almıştı.

Heyet, tutuklu gazetecilerin yanı sıra, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) ve Basın İlan Kurumu’nun (BİK) eleştirel gazeteciliği cezalandıran uygulamalarına, dijital sansüre, merkez medya üstündeki siyasi tahakküme ve yayıncılık sektöründe yaygın otosansüre de dikkat çekmişti.

Ancak girişimlerden bir sonuç çıkmadı. Gazeteciler gözaltına alınmaya, tutuklanmaya, yargılanmaya devam ediyor. RTÜK ve Basın İlan Kurumu da kamu eliyle sansür uyguluyor.

Paylaşın

AİHM’de 15 Temmuz Davaları Dönemi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gündemindeki Türkiye davalarının 3’te 2’sini 15 Temmuz darbe girişimine bağlı tutuklama ve yargılamalarla ilgili hak ihlali iddiaları oluşturuyor.

DW Türkçe’den Kayhan Karaca’nın haberine göre; AİHM gündemine Türkiye’den taşınmış dava başvurularının yaklaşık 11 bini, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ortamıyla bağlantılı hak ihlali iddialarından oluşuyor. Bunların 5 bini gözaltı ve tutuklamalar, 6 bini ise yargılamalarla ilgili.

Türkiye’de yargı süreçleri tamamlanan bu başvurularla ilgili pilot davalarda kararlar açıklamaya başlayan AİHM, oluşan içtihat üzerine dosyaları gruplaştırarak Ankara’ya tebliğ etmeye başladı. AİHM gündemindeki 15 Temmuz sonrası hak ihlali iddiaları temelli dava başvurularıyla ilgili sürecin 2022 yılında daha da yoğunlaşarak hızlanması bekleniyor.

Bir Avrupa Konseyi organı olan AİHM’nin 2021 bilançosu bugün Strasbourg’da mahkeme başkanı İzlandalı yargıç Robert Spano tarafından düzenlenen basın toplantısıyla açıklandı.

İlk 5 değişmedi

İstatistiklere göre Mahkeme gündeminde Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkeye karşı hâlihazırda toplam 70 bin 156 dava başvurusu bulunuyor. Hakkında en fazla dava başvurusu bulunan ilk 5 ülke sıralaması bir önceki yıla oranla değişmedi. Rusya 17 bin 13 başvuruyla ilk sırada yer alıyor. Rusya’yı sırasıyla Türkiye (15 bin 251), Ukrayna (11 bin 372), Romanya (5 bin 690) ve İtalya (3 bin 646) izliyor. Bu 5 ülkeye yönelik dava başvuruları AİHM’nin iş yükünün yüzde 75’ini oluşturuyor.

Buna karşılık Fransa (660), Almanya (168), İspanya (136) ve Birleşik Krallık (118) gibi önemli nüfusa sahip ülkeler sıralamanın ortalarında bulunuyor.

Nüfusa orantılı klasman

AİHM’de geçen yıl işleme konulan dava başvuruları nüfusa orantılı ele alındığında ise az nüfuslu veya Balkan coğrafyasındaki ülkelerin başı çektiği görülüyor. Bu sıralamada Karadağ (10 bin kişiye 6.14 dava başvurusu) ilk sırada yer alıyor. Bu ülkeyi sırasıyla San Marino (5.29), Sırbistan (2.90), Bosna-Hersek (2.39), Lihtenştayn ve Monako (2.05), Kuzey Makedonya (1.90), Hırvatistan (1.73), Moldova (1.56), Romanya (1.55) ve Litvanya (1.53) izliyor.

Avrupa ortalamasının 0.53 olduğu bu sıralamada Türkiye 10 bin kişiye 1.14 dava başvurusuyla 47 ülke arasında 15’inci sırada yer alıyor. Nüfusa oranla en az dava başvurusu olan ülkeler ise Birleşik Krallık (0.03), Almanya (0.07) ve İrlanda (0.07).

AİHM 2021’de toplam bin 105 dava kararı açıkladı. Rusya, Ukrayna ve Romanya’dan sonra hakkında en fazla karar açıklanan devlet Türkiye oldu. 2020’de Türkiye hakkında 97 karar açıklayan AİHM, geçen yıl 78 karara hükmetti. Bu kararlardan 76’sında AİHS’nin en az bir maddesinin ihlal edildiği sonucuna varıldı, 2 davada ihlal bulunmadı.

Türkiye ve ifade özgürlüğü

Bir önceki yıl olduğu gibi geçen yıl da Türkiye hakkında açıklanan kararlarda ifade özgürlüğü başı çekti. Mahkeme 2021’de Avrupa geneli için AİHS’nin ifade özgürlüğü maddesinin 85 davada ihlal edildiğine hükmetti. Bu ihlal hükümlerinden 31’i Türkiye’ya karşı açılmış davalarda verildi. Türkiye böylelikle bir kez daha, hakkında en çok ifade özgürlüğü ihlaline hükmedilen Avrupa ülkesi oldu.

İfade özgürlüğünün ardından Türkiye hakkında en çok ihlal kararı AİHS’nin özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5’inci (29 ihlal), adil yargılanmayla igili 6’ncı (22 ihlal), özel ve aile hayatına saygıyla ilgili 8’inci (10 ihlal) ve mülkiyet hakkıyla ilgili ek protokol (10 ihlal) maddeleri temelinde hükmedildi.

2021 reform yılı oldu

Pandemiye rağmen 2021 AİHM için reform yılı oldu. Dava başvurularının ele alınmasında değişikliğe giden Mahkeme, davacılar ve davalı devlet açısından özellikle önemli görülen, “hassas” ve “karmaşık” nitelikli başvurular için “etki davaları” adlı yeni bir strateji geliştirdi. Yeni strateji söz konusu dava başvurularının hızla belirlenip işleme konulmasını hedefliyor. Kaynakları kısıtlı olan Mahkeme böylelikle önemli gördüğü davalara daha fazla zaman ayırmayı hedefliyor.

AİHM gündeminde şu anda bu kapsama giren yaklaşık 530 başvuru bulunuyor. Bu başvurular daha ziyade ifade özgürlüğü, adil yargılanma, telefon dinleme, gazetecilerin gizlice gözetlenmesi, pandemiyle ilgili sorunlar, cinsel azınlıklara yönelik ayrımcılık, haber edinme özgürlüğü ve çevre koruma gibi konuları içeriyor.

Mahkeme Başkanı Spano, 2021 bilanço raporunun sunumunda, Avrupa’nın eşi görülmemiş bir dönüşüm döneminden geçtiğini, Avrupa ülkelerinde uzun süredir görülmedik ölçüde kutuplaşma ve bölünmeye tanık olunduğunu ve Covid-19 salgınının bu durumu daha da yoğunlaştırdığını dile getirdi.

Paylaşın

Yabancılara Konut Satışı 2021’de Yüzde 44 Arttı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre yabancılar 2020 yılında Türkiye’de 40 bin 812 konut satın aldı. Bu sayı 2021’de 58 bin 576’ya çıkarak tüm zamanların rekorunu kırdı. Böylece yabancılara satılan konut sayısı son bir yılda yüzde 44 artmış oldu.

Türk lirası (TL) 2021 yılında Amerikan doları ve Euro başta olmak üzere döviz kurları karşısında hızla değer kaybederken yabancılara konut satışındaki artış dikkat çekiyor. TL, Dolar karşısında 2021 yılının başı ile sonu karşılaştırıldığında bir senede yüzde 75 değer kaybetti. Yabancılar Türkiye’de 250 bin dolar değerinde konut satın almaları durumunda Türk vatandaşı da olabiliyor.

Merkez Bankası verilerine göre 4 Ocak 2021’de 7,42 TL olan dolar kuru yılın son gününü 12,98 TL ile kapattı. Böylece sene başı ile sene sonu kıyaslandığında Türk lirası Amerikan doları karşısında tam yüzde 75 değer kaybetti. Dolar kuru 21 Aralık’ta 17,47 lirayı da görmüştü.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre yabancılar 2020 yılında Türkiye’de 40 bin 812 konut satın aldı. Bu sayı 2021’de 58 bin 576’ya çıkarak tüm zamanların rekorunu kırdı. Böylece yabancılara satılan konut sayısı son bir yılda yüzde 44 artmış oldu.

Bu artışta koronavirüs salgını sebebiyle 2020 yılında satışların etkilenmiş olabileceği düşünülebilir. Ancak 2019 yılında yabancılara 45 bin 483 konut satılırken bu sayı 2020’de sadece yüzde 10 düşüş ile 40 bin 812’ye gerilemişti. Bu veri pandeminin etkisinin sınırlı olduğuna işaret ediyor. Zaten Covid-19’dan önceki 2019 yılı ile 2021 yılları kıyaslandığında da yüzde 29’luk bir artış söz konusu.

Dövizdeki değişime yıllık ortalama dolar kurundan bakmak da mümkün. 2021’de ortalama dolar kuru 8,89 TL oldu. Bu sayı 2020’de 7,01; 2019 yılında 5,67 ve 2018’de 4,81 idi. Bu açıdan bakıldığında yıllık ortalama dolar kuru son 3 senede yüzde 85 artarken bu dönemde yabancılar satılan konut sayısı yüzde 48 artış gösterdi.

Yabancılara konut satışları son 8 senede 5’e katlandı

TÜİK’in verileri 2013 yılından bu yana olan yıllık satış toplamlarını gösteriyor. Buna göre 2013 yılında yabancılar 12 bin 181 konut satın aldı. Bu da 2013-2021 yıllarını kapsayan son 8 senede yüzde 381 arttığını gösteriyor. Yani son 8 senede yabancılara satılan konut sayısı neredeyse 5’e (tam olarak 4,81) katlandı.

Ülkelerine göre bakıldığında ise Türkiye’den en fazla konut satın alanlar İran ve Irak vatandaşları. 2021 yılında İranlılar 10 bin 56 konut alırken Irak vatandaşları da 8 bin 661 konut satın aldı. Satılan her 100 konuttan 17’sini İranlılar alırken Iraklıların oranı yüzde 15 oldu.

Bu ülkeleri Rusya (5 bin 379), Afganistan (2 bin 762), Almanya (2 bin 538), Kazakistan (2 bin 90) ve Kuveyt (bin 791) takip etti. Yabancıların konut alırken en fazla ilgi gösterdiği şehir hep İstanbul. 2021 yılında da satılan konutların yüzde 45’i İstanbul’da oldu. Yabancılar İstanbul’da 26 bin 469 konut alırken yüzde 21 paya sahip Antalya’da 12 bin 384 konut aldılar.

Yabancılar konutla birlikte Türk vatandaşlığı hakkına da sahip oluyor. En az 250 bin Amerikan doları veya karşılığı döviz tutarında taşınmazı tapu kayıtlarına 3 yıl satılmaması şerhi koyulmak şartıyla satın alanlar vatandaşlığa başvuru yapabiliyor. Yabancılara satılan konutların ortalama değeri 2021’in son çeyreğinde 187 bin 91 dolar olarak gerçekleşti. Bu sayı önceki çeyrekte 196 bin dolar civarındaydı.

Gayrimenkul Yurt Dışı Tanıtım Derneği’nin (GİGDER) AGS Global iş birliğiyle hazırladığı yabancıya konut satış endeksi GİGDEKS’in ekim-aralık dönemine ilişkin araştırmasının sonuçlarına göre kurdaki hareketlilik ve dolardaki yükseliş nedeniyle yabancılara satılan konutların ortalama değeri son çeyrekte 187 bin 91 dolara geriledi. Söz konusu rakam önceki çeyrekte 196 bin 37 dolardı.

Paylaşın