“Pandemi Bitmedi, Tehlikeli Yeni Varyantlar Kaçınılmaz”

Türkiye’de ilk Kovid 19 vakasının açıklanmasının üzerinden tam iki yıl geçti. Resmi verilere göre; ilk vakanın açıklandığı 11 Mart 2020’den bugüne kadar Türkiye’de 14,5 milyon vaka görüldü. Yaklaşık 96 bin insan hayatını kaybetti.

Salgınla geçen bu iki yılda virüs binlerce kez mutasyon geçirdi. Beta, Delta, Delta Plus, Omicron gibi her yeni varyant Türkiye’de de kendini gösterdi. Omicron varyantı nedeniyle vaka ve ölüm sayıları yine tepe noktaya çıktı.

Ancak 50 binin üstünde vakanın, 130-150 arasında ölümlerin yaşandığı bir dönemde Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu tedbirleri kaldırma kararı aldı.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca,  2 Mart’ta tedbirlerin kaldırıldığını açıkladı. Bakan Koca, tedbirlere artık bireysel olarak devam edileceğini, açık alanlarda maske takma  zorunluluğunun kaldırılacağını ifade etmişti.  Kapalı alanlarda ise mesafe ve havalandırma uygunsa maske çıkartılabileceğini belirtmişti. Ayrıca stadyumlara giriş de dahil olmak üzere HES kodu sorulması uygulamasına son verilmişti.

“Yeni varyantlar çıkabilir”

“İki yılın sonunda tedbirler kaldırıldı, pandemi bitti mi, Türkiye süreci tamamladı mı?” Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri İmmunoloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Bulut,  pandemi ile geçen iki yılı ve tedbirlerin kaldırılmasını bianet’e değerlendirdi.

Prof. Dr. Bulut, pandeminin sona ermediğini, hatta daha tehlikeli yeni varyantlar ortaya çıkabileceğini söyledi.

Dünyadaki aşılama oranına dikkat çeken Prof. Dr. Bulut, “Şu an dünya nüfusunun sadece yüzde 54’ü aşılanmış durumda, bu nedenle önümüzdeki aylarda ve yıllarda yeni varyantlar ortaya çıkacak, bu kaçınılmaz. Eğer aşı patenti kaldırılsaydı ve aşıya erişim sağlanmış olsaydı şu an tüm dünyada pandemi sorunu ortadan kalkmış olacaktı. Bunu yapabilmenin koşulu da vardı ancak yapılmadı ve hala pandemiyle yaşamaya devam ediyoruz” dedi.

“Yoksul ülkelerde aşılama düşük”

Prof. Dr. Bulut, özellikle yoksul ülkelerdeki aşılama oranının çok düşük olduğunu söyledi ve ekledi: “Afrika veya diğer yoksul ülkelerde yeni varyantlar çıkabilir. Yoksul ülkelerde aşılama yapılmadığı için aşılama oranını en üst seviyeye çıkaran ülkelerde de virüs sürekli kendini gösteriyor bumerang gibi tekrar ediyor.  Mesela Suudi Arabistan aşılamayı yüzde 99’a çıkardı, Kanada yine aşılamanın çok yüksek olduğu bir ülke ama buna rağmen hastalık görülebiliyor.”

“Risk hâlâ devam ediyor”

Omicron’un  son varyant olmadığını özellikle vurgulayan Prof. Dr. Bulut, Türkiye’nin tedbirleri kaldırmasıyla ilgili ise; “Risk hâlâ devam ediyor, aşılamada da yeterli seviyeye ulaşılamadı durum böyleyken tedbirlerin kaldırılması Türkiye’yi büyük bir risk altına sokmak demektir” tespitini yaptı.

Türkiye’nin yanılgıya kapıldığını ifade eden Prof. Dr. Bulut, şöyle devam etti: “Omicron’un bulaş hızı çok yüksek ve hemen herkes hastalığa yakalandı. Hasta olanların tamamını izole etmek büyük bir iş gücü kaybına neden olacaktı.

“Hastalık zaten hafif atlatılıyor gibi bir algı da yaratıldı ve tedbirler kaldırıldı. Aslında kapitalizm Omicron’a diyebiliriz. Ama hâlâ her gün 140-150 insanın öldüğünü unutmamamız gerekiyor. Bu kadar insan ölürken hastalık yokmuş gibi davranmak insanların hayatını hiçe saymak anlamına geliyor.

Ayrıca Türkiye bu şekilde toplumsal bağışıklık sağlayabileceğini düşünüyor. Ama şu unutuluyor; hastalığı geçirenlerde oluşan antikor sadece o varyanta karşı koruyor, bu durum aşılamada da böyle oluyor. Yani yeni bir varyant geldiğinde ona karşı bağışıklık sağlamada ya da korumada daha yetersiz kalıyor. Moderna, Pfizer, Sputnik aşılarının tamamında koruyuculuk yeni çıkan varyantlarda düştü. Aşıları geliştirme yoluna gittiler.  Yani tedbirler kaldırılarak bağışıklık sağlanmış olmayacak.”

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Kovid 19 Kaynaklı Can Kaybı Resmi Verilerin 3 Katından Fazla

Araştırmacılar, dünya çapında Kovid nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının, resmi verilerin üç katı olan 18 milyondan fazla olduğunu değerlendiriyor. Araştırma, ABD’deki Washington Üniversitesi bünyesindeki ‘Kovid 19 ek ölümler ekibi’ tarafından yapıldı.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre; 191 ülkeyi kapsayan çalışmaya, küresel gerçek ölüm verisi adı verildi. Çalışmada direkt virüs kaynaklı ölümler kadar ve enfeksiyona bağlı ölümler dikkate alındı. Bunun nedeni olarak da, mevcut hastalıkların Kovid nedeniyle kötüleşebilmesi gösterildi.

Araştırma, salgın öncesi yılların ölüm ortalamaları ile salgın dönemindeki ölüm ortalamalarının karşılaştırılması üzerine kuruldu. Bu hesabı yapabilmek için ekip, Dünya Ölüm Veritabanı, Avrupa İstatistik Kurumu gibi resmi kurum verilerini kullandı.

Elde edilen veriler ülke ve bölge bazlı olarak dramatik farklılıklar gösterse de, küresel olarak ölüm oranı, 100 bin kişide 120 kişi olarak tespit edildi. Bu, 2020’nin başından 2021’in sonuna kadar olan iki yıllık sürede 18.2 milyon kişinin Kovid nedeniyle hayatını kaybettiğini gösterdi.

Açıklanan resmi veriler küresel çapta, 5.9 milyon kişinin hastalık nedeniyle öldüğünü ortaya koyuyordu. Lancet dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, en yüksek ölüm oranları, daha düşük gelire sahip Latin Amerika ülkeleri, Avrupa ve Sahra altı Afrikasında kaydedildi.

Ek ölümlerin en fazla tespit edildiği 5 ülke şunlar

  • Bolivya
  • Bulgaristan
  • Esvatini
  • Kuzey Makedonya
  • Lesotho

Ek ölümlerin en az olduğu ülkeler

  • İzlanda
  • Avustralya
  • Singapur
  • Yeni Zelanda
  • Tayvan

İngiltere için ise elde edilen ek ölüm verileri, resmi verilerle paralellik gösteriyor. 173 bin ölüm açıklanan İngiltere’de, ek ölüm ortalaması 100 bin kişide 130 olarak hesaplanıyor. Araştırmayı yapan ekibin başı olan Doktor Haidong Wang, ölüm verilerinin doğu açıklanmasının kamu sağlığı kararlarının etkili olarak alınmasında önemli olduğunu kaydediyor.

24 Eylül 2020 tarihinde yayımlan bir araştırma haber de 2020’deki ölüm artışlarında koronavirüs salgınının önemli rol oynadığını gösteriyordu. Epidemiyolojide, ek ölüm kavramı, normal veya kriz dışı koşullar altında beklenenden daha fazla gerçekleşen ölümleri tanımlıyor.

Bunun hesaplaması da geçmiş yılların ölüm ortalamalarına ve yıllık beklenen artışlara bakılarak yapılıyor. En yaygın kullanılan basit yöntemlerden birisi de belli bir tarih aralığında mevcut yılın ölüm sayısı ile son beş yıllık ortalama arasındaki farka bakmak.

Paylaşın

Antalya’daki Zirve Sonuçsuz Tamamlandı

Türkiye’nin arabuluculuğu ile Antalya’da düzenlenen Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov ve Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba’nın yanında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da katıldığı üçlü dışişleri bakanları toplantısı sona erdi. 

Haber Merkezi / Antalya’daki zirve Rusya ile Ukrayna arasında savaşın başlamasından bu yana hükümet düzeyinde ilk görüşme olma niteliği taşımakta. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile üçlü dışişleri bakanları toplantısı öncesinde görüştü. Çavuşoğlu, ayrıca zirve öncesi Ukraynalı mevkidaşı Dmitro Kuleba ile de bir araya geldi.

Toplantı sonrasında basına açıklama bulunan Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba Mariupol’den insani koridor açılması ve 24 saatlik ateşkes anlaşması sağlanması konusunda bir anlaşmaya varamadıklarını söyledi.

Toplantıya iki ana amaçla geldiğini belirten Kuleba, bunlardan birincisinin kuşatma altındaki Mariupol’den sivillerin çıkışını sağlamak için insani koridor oluşturulmasının sağlanması, ikincisinin ise yine sivillerin korunması amamcıyla 24 saatlik ateşkes sağlanması olduğunu belirtti, ancak Rus mevkidaşının bu iki konuda da yetkisinin olmadığını söylediğini ve bu nedenle Moskova’daki makamlarla istişare etmesini umduğunu ifade etti.

Kuleba “Çabaları sürdürme konusunda mutabık kaldık. Böyle bir formatta tekrar görüşmeye hazırım. İnanıyorum ki iki dışişleri bakanı buluştuğı zaman barışı ve güvenliği konuşur. Savaşı bitirmek, halkın, sivillerin ızdırabını bitirmek ve topraklarımızı Rus işgal gücünden kurtarmak için sonuç verecek yeni görüşmelere hazırım” mesajını verdi.

Kuleba’nın ardından ayrı bir basın toplantısında konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Türkiye’nin inisiyatifiyle genel olarak insani konuları ele aldıklarını ve sivillerin zarar görmemesi için ne tür tedbir aldıklarını açıklamaya çalıştıklarını kaydetti.

Sivillerin gönüllüler ve bölgesel savunma güçleri tarafından kalkan olarak kullanıldığına dikkat çeken Lavrov “Bu olaylar gayet iyi biliniyor” diye konuştu.

Rusya tarafının günlük olarak insani koridor önerisini tekrarlladıklarını ve hala geçerli olduğunu belirten Lavrov “Güzergahlar durumu kontrol edenler tarafından belirleniyor ve en etkili ve güvenli yollarını amaçlıyoruz” dedi.

Lavrov ayrıca Belarus topraklarında yapılan müzakerelerin yalnızca kağıt üzerinde kalmadan, ciddi sonuç vermesini ve ukrayna krizinin bütün tarafların ve Avrupa ülkelerinin de çıkarları ele alınarak, topluca çözüme kavuşturulmasını istediklerini vurguladı.

Ukrayna’da bugün sivillerin tahliyesi için 7 koridor açılıyor

Rusya’nın işgali altındaki Ukrayna’da bugün sivillerin tahliyesi için yedi koridor açılması kararlaştırıldı. Ukrayna Başbakan Yardımcısı İrina Vereşçuk koridor açılacak olan kentler arasında Rus güçlerinin ablukası altındaki Mariupol’ün de olduğunu bildirdi.

Bu arada Polonya sınır muhafızı, Rusya işgalinin başlamasından sonra Ukrayna’dan Polonya’ya kaçanların sayısının 1 milyon 430 bini geçtiğini açıkladı. Sadece Çarşamba günü yaklaşık 117 bin 600 kişinin sınırı geçtiği aktarılıyor.

Mariupol’deki hastaneye saldırıda en az 3 kişi hayatını kaybetti

Rusya’nın Mariupol’de bir çocuk hastanesi binasına düzenlediği saldırıda en az üç kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Kent belediyesinin Telegram hesabından yapılan açıklamada, “Ukrayna’nın işgal altında olan Mariupol kentinde bir çocuk ve doğum hastanesine dün düzenlenen saldırıda aralarında bir kız çocuğunun da olduğu üç kişi hayatını kaybetti” denildi. Ukrayna yetkilileri daha önce saldırıda 17 kişinin yaralandığını açıklamıştı.

“Enformasyon terörizmi”

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova Ukrayna’nın Mariupol kentinde bir çocuk hastanesinin vurulmasıyla ilgili haberlere dair “enformasyon terörizmi” nitelemesini kullandı. Rusya’dan daha önce yapılan açıklamada hastanenin bir süredir askerler tarafından kullanıldığı ve ateş edildiği belirtilmişti. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov da hastanenin vurulmasıyla ilgili olarak ordudan bilgi istendiğini duyurdu.

“Hastane uzun süredir askerler tarafından kullanılıyordu”

Rusya, Ukrayna’nın Mariupol kentinde bir çocuk hastanesi vurduğu haberini “sahte haber” olarak nitelendirdi. Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilci Birinci Yardımcısı Dimitri Polyanskiy, eski doğum hastanesinin uzun süredir askerler tarafından kullanıldığını söyleyerek, “Sahte haberler işte böyle doğuyor” diye konuştu. Polyanskiy Rusya’nın 7 Mart tarihinde hastanenin askeri bir unsur haline geldiği uyarısı yaptığını ve Ukraynalıların binadan ateş ettiklerini öne sürdü.

“Hastanenin vurulması soykırımın kanıtı”

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Rus güçlerinin Mariupol’de çocuk hastanesi vurmasının, “Ukraynalılara yönelik soykırımın kanıtı olduğunu” söyledi. Zelenskiy, “Rusya Federasyonu nasıl bir ülkedir ki hastanelerden, doğum kliniklerinden korkuyor ve onları tahrip ediyor” dedi. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov ise Reuters’e, “Rus silahlı kuvvetleri sivil hedeflere ateş etmez” açıklamasında bulundu.

Rusya’ya yaptırımların yeterli olmadığını vurgulayan Zelenskiy, Batılı şirketlerin hala çeşitli bahaneler altında Rusya pazarında kalmaya devam ettiklerini savundu. Zelenskiy, Rusya’ya yönelik yaptırımların daha da sıkılaştırılması gerektiğini ifade ederek “Bu şimdi olmazsa, Baltık devletlerini, Polonya’yı, Moldova’yı, Gürcistan’ı ve diğer tüm Rus komşularını işgalden korumak için daha fazlasını yapmanız gerekir. Yaptırımlar daha sıkılaştırılmalı” şeklinde konuştu.

Paylaşın

Bloomberg’den Dikkat Çeken ‘Erdoğan’ Analizi

Petrol fiyatlarındaki sert artış Türkiye ekonomisini olumsuz etkilerken, ABD merkezli finans ajansı Bloomberg’de “2023 seçimleri öncesinde Erdoğan’ın oy dertlerine petrol şoku eklendi” başlıklı bir analiz yayımlandı.

Artan petrol fiyatlarının zayıf TL’nin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkisini derinleştirdiğine dikkat çeken ajans, Erdoğan’ın enflasyonun yüksek, ücretlerin ise durgun olduğu bir ortamda zor bir seçime hazırlanırken petrol şokuyla karşı karşıya kaldığını vurguladı.

Hükümetin 2022’ye cari fazla hedefiyle girdiği ancak artan enerji fiyatlarının cari açığı artırarak bu hedefi ulaşılamaz kıldığı belirtilen analizde, dış ticaret açığındaki artışın TL’de ek değer kaybına neden olabileceğine dikkat çekildi.

“Erdoğan’ın hesaplarını zorlaştırdı…”

Halihazırda G20 ülkeleri içinde yüzde 54 ile en yüksek enflasyona Türkiye’nin sahip olduğunu hatırlatan ajans, petrol fiyatlarının bir yılda TL cinsi olarak iki kattan fazla artmasıyla enflasyonun daha da yükseleceğine işaret etti.

2023’teki seçimlere 14 aydan az bir süre kaldığı, Erdoğan’a desteğinin yüzde 40 civarında olduğu ve bunun 20 yılın en düşük seviyesi olduğu aktarılan analizde, ekonomide görünümün kötüleşmesinin Erdoğan’ın hesaplarını zorlaştırdığı yazıldı.

Erdoğan’ın istihdamı artırmak için Merkez Bankası’nı faizleri indirmeye zorladığını ancak artan enerji fiyatlarının döviz kurlarındaki artışla birlikte Türkiye’yi giderek derinleşen bir ücret-fiyat sarmalına soktuğunu vurgulayan ajans, petrol fiyatlarındaki artışın ekonomideki yansımalarını sıraladı.

“Petrol fiyatlarındaki artış enflasyonunu artırabilir”

Türkiye’nin günde ortalama 900 bin varil petrol ithal ettiğini, petrol fiyatlarına kur artışlarının da eklenmesiyle akaryakıta bir haftada 6 kere zam yapıldığını, bu durumun tüketici güveninde daha fazla düşüşe neden olabileceğini belirten ajans, muhalefetin enflasyondaki artışın küresel emtia fiyatlarındaki artıştan çok hükümetin kötü yönetiminden kaynaklandığını söylediğini aktardı.

Türkiye’de üretici enflasyonunun şubatta yüzde 105’e ulaştığı, bunun da yüzde 54 ile halihazırda 20 yılın zirvesinde tüketici enflasyonunda yükselişin süreceğinin sinyali olduğu vurgulanan analizde, petrol fiyatlarındaki artışın 2022 sonu enflasyonunu 4,8 puan artırabileceği tahminine yer verildi.

Paylaşın

Ukrayna Krizi Türkiye’de İç Politikayı Nasıl Etkiler?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yaklaşık iki haftayı geride bıraktı. İki ülke arasında dengeli bir politika yürütmeye çalışan Türkiye’nin savaşa kötü bir ekonomi ile yakalanmasının iç politikaya ve seçimlere de yansımaları olabilir.

Cumhur İttifakı’nın seçim ve siyasi partiler kanun teklifini bu hafta ya da en geç gelecek hafta TBMM’ye sunması beklenirken, savaşın ve yol açacağı gerek psikolojik gerekse ekonomik sonuçlarının seçmen davranışında etkili olacağı belirtiliyor. Siyasi analistlere göre zaten kötü olan ekonominin daha da bozulması iktidar için olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Rusya’nın işgalinin iç politikayı ve erken olmayacaksa Haziran 2023 olarak belirlenen seçimleri nasıl etkileyeceği sorusunun yanıtı için farklı etkenlere bakmak gerekiyor.

Şu anda belirsiz bir ortam olduğunu ve savaşın iç politik sonuçlarını anlayabilmek için erken olabileceğini belirten siyasi analistler, savaşın ve Rusya’ya uygulanan yaptırımların ne kadar devam edeceği, Türkiye’nin denge politikasını ne kadar sürdürebileceği, ekonomik göstergelerin daha ne kadar bozulabileceği gibi çok sayıda hususun belirleyici olacağına dikkat çekiyor.

Kilit nokta: Ekonominin gidişatı

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e konuşan gerek siyasi analistlere gerekse iktidar içindeki farklı kesimlere göre savaşın Türkiye’deki iç politikaya etkisi en çok ekonomi açısından olacak.

Kamuoyu araştırmaları yapan Türkiye Raporu’nun Direktörü Can Selçuki, “Rusya-Ukrayna savaşının siyasi açıdan Türkiye’deki seçmene çok bir etkisi olmayacaksa da ekonomik sonuçları bakımından hükümeti çok zorlayacaktır. Şu anda zaten son derece memnuniyetsiz olan seçmeni daha da memnuniyetsiz hale getirecektir” diyor.

Savaş öncesindeki dönemde bile enflasyonun çok yüksek seyrettiği Türkiye şu anda ekonomik açıdan kırılgan durumda. Yaz aylarında gelecek olan turistlerden elde edilecek gelir beklentisindeki Ankara’yı savaşın uzun sürme ihtimali ve turizm açısından zor günler bekliyor olabilir.

Konsensus Araştırma Başkanı Murat Sarı da ekonomideki şartların seçim sonuçlarında başat etken olacağını düşünüyor ve şunları belirtiyor:

“İktidar, Türkiye’deki işsizlik sorununu, gelir dağılımındaki adaletsizliği, enflasyon ve hayat pahalılığı sorununu çözmediği sürece, ki bunlar Türkiye’de seçimleri en çok etkileyen etmenler, kolay kolay bir daha seçim kazanamaz.”

Seçmen “güvenli liman” tercihi yapar mı?

Seçmenlerin savaş ya da çatışma ortamları gibi olağanüstü koşullardaki eğiliminin çoğunlukla “güvenli limanları” tercih etmek olduğuna ilişkin araştırmalara dikkat çekilirken bu savaşın böyle bir etki doğurup doğurmayacağı da şu an için belirsiz.

Bazı siyasi analistler, “güvenli liman” örneği olarak bazı açılardan Türkiye’de 7 Haziran-1 Kasım 2015 arasındaki dönemi işaret ediyor. 7 Haziran seçimlerinde tek başına hükümeti kuramayan AKP, 1 Kasım 2015’te saldırılar ve katliamların gölgesinde gidilen seçimde güvenlik kaygısının da ön plana çıkmasıyla yüzde 49,5 oyla tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşmıştı.

İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz ise seçmenin güvenlik kaygılarını daha çok ekonominin kötü olmadığı dönemlerde öncelediğini söyleyerek “Ancak toplum bence artık güvenlikten ziyade ekonomik kaygılarını ön plana çıkarmış durumda. Kirasını, faturasını ödeyemeyen bir toplum var. Bu nedenle güvenlikle ilgili kaygıların biraz daha bu tabloda geri planda kalacağını düşünüyorum” yorumunu yapıyor.

Selçuki’ye göre ise artan güvenlik endişesi ortamlarında seçmen genelde daha “güvenli limanları” tercih edebilir, ancak Rusya-Ukrayna savaşı Türkiye’deki seçmenler için bu duruma tam olarak karşılık gelmiyor. Dış politikada olan bitenlerin Türkiye kamuoyunu en azından oy verme tercihi bakımından artık çok etkilemediğini söyleyen Selçuki, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Bizim aslında ekonomide kullandığımız bir tabir var; azalan getiri eğrisi. Fayda sağladığınız bir alanın eğrisinin giderek daha az getiri sağlaması. Yani bu tip olaylar, 7 Haziran-1 Kasım arası gibi ya da sınır ötesi operasyonlar gibi olaylar ardı ardına olduktan sonra iktidarlar için getirisi azalan bir araç haline dönüşüyor.”

Selçuki, bu nedenle Rusya-Ukrayna savaşının 7 Haziran sonrası dönemdekine benzer bir sonuç doğurmayacağı görüşünde.

Muhalefetin görünürlük sorunu

Bu arada savaş ortamının ve artan ekonomik sıkıntıların muhalefetin görünürlüğü ve son dönemde yakaladığı söylenen ivme açılarından sorun yaratıp yaratmadığı da tartışılıyor.

Altı muhalefet partisinin aylardır üstünde çalıştığı güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi geçen hafta Pazartesi açıklanmış ancak savaş haberlerinin gölgesinde kalmıştı.

Selçuki bu önerinin zaten kendi içinde “heyecansız” olduğunu ve savaş olmasa bile durumun çok değişmeyeceğini belirtirken, Korkmaz gündemde sürekli savaş haberlerinin olmasının muhalefetin görünürlüğünü etkilediğini düşünüyor. Korkmaz, şunları söylüyor:

“Savaşın başladığı andan itibaren bütün medyada savaşla ilgili konuları tartışmaya başladık. Muhalefetin parlamenter sistem önerisi dahi gölgede kaldı. Dolayısıyla muhalefet için basın ve ifade özgürlüğü olmayan bir ortamda gündemi savaş ve güvenlik konularının kaplaması Erdoğan için fırsat, muhalefet için ise risk diyebiliriz.”

Muhalefet partileri Rusya-Ukrayna savaşında hükümete yönelik çok sert tutum almaktan kaçındığı gözleniyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye tarafsızlığını korumalı, taraf olmamalı” derken, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise daha keskin bur tutum sergileyerek “Putin haddini aşmıştır. Vakit boş laf değil, yaptırım vaktidir. Vakit çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir” demişti.

Korkmaz muhalefetin bu konuda manevra alanının dar olduğuna vurgu yaparak “Bu süreçte kim çok daha aktif bir politika yönetirse yani Erdoğan mı riskleri iyi kullanacak muhalefet mi, Türkiye’deki seçimin kaderini biraz da bu belirleyecek” diyor.

Paylaşın

Kovid 19 Kaynaklı Can Kaybı 6 Milyonu Aştı

Yaklaşık 220 ülkeye yayılan yeni tip koronavirüs (Kovid 19) salgınında hayatını kaybedenlerin sayısı 6 milyonu aştı. Sağlık bakanlığının açıkladığı verilere göre ise Türkiye’de can kaybı 95 bin 549.

Yeni tip koronavirüs (Kovid 19) pandemisine dair verilerin derlendiği Worldometers internet sitesine göre, dünya genelinde hayatını kaybedenlerin sayısı 6 milyon 21 bini geçti. En fazla can kaybı 984 bin 20 ile ABD’de kaydedildi.

ABD’yi 652 bin 207 ile Brezilya, 515 bin 133 ile Hindistan, 356 bin 281 ile Rusya, 319 bin 859 ile Meksika, 211 bin 108 ile Peru, 162 bin 8 ile İngiltere, 155 bin 887 ile İtalya, 150 bin 172 ile Endonezya, 139 bin 275 ile Fransa, 139 bin 91 ile Kolombiya, 137 bin 948 ile İran izledi. Türkiye’de resmi olarak bildirilen can kaybı ise 95 bin 549.

446 milyondan fazla vaka

Yeni tip koronavirüs (Kovid 19), ilk kez Çin’de Aralık 2019’da tespit edilmiş, kısa sürede 200’den fazla ülkeye yayılmıştı. Dünya genelinde şu ana kadar 446 milyon 721 bin 728 vaka tespit edilirken, virüs bulaşan 379 milyon 869 bin 871 kişi sağlığına kavuşmuş durumda. Halen 60 milyon 831 bin 275 hastanın ise tedavileri sürüyor.

Türkiye’de son 24 saatte 27 bin 671 vaka, 170 can kaybı

Türkiye’de son 24 saatte 348 bin 146 Kovid 19 testi yapıldı, 27 bin 671 kişinin testi pozitif çıktı, 170 kişi yaşamını yitirdi. İyileşenlerin sayısı ise 50 bin 241 oldu. Öte yandan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 19-25 Şubat 2022 tarihleri arasında illere göre her 100 bin kişide görülen korona virüsü vaka sayılarının haritasını paylaştı.

Buna göre, 19-25 Şubat haftasında 100 binde Kovid 19 vaka sayısı İstanbul’da 646,49, Ankara’da 1275,52, İzmir’de ise 662,39 oldu. Vaka yoğunluğu bir önceki haftaya göre en çok artan 10 il ise şöyle: Kırşehir, Aksaray, Eskişehir, Bolu, Bilecik, Ardahan, Sivas, Ankara, Isparta, İstanbul.

Paylaşın

Erdoğan / Herzog Görüşmesiyle İlgili Çarpıcı Analiz

2003’ten beri ilk kez bir İsrail Cumhurbaşkanı bu çarşamba Türkiye’ye geliyor… İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve eşiyle birlikte İsrail’den bir heyet Türkiye’de temaslarda bulunacak. İki günlük ziyarette Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşecek Herzog’un bu ziyareti İsrail kamuoyunun gündeminden düşmüyor.

Sözcü’nün aktardığına göre; İsrail’in çok okunan gazetelerinden Jerusalem Post, bir dönem Türkiye’de de görev alan deneyimli diplomat Dr. Alon Liel’in iki ülke arasındaki normalleşme sürecini mercek altına aldığı yorumları okurlarıyla paylaştı.

Liel, 2008’den beri Türkiye’ye ziyaret edecek ilk İsrailli lider Herzog’un ziyaretinin kritik bir önemi olduğunu söyledi. Liel, Türkiye’nin son bir buçuk yıldır İsrail’le yakınlaşma çabası içinde olduğunu söylerken, “İsrail yönetimi Erdoğan’ın attığı bazı adımlara basitçe inanmadı. Fakat Herzog’un geçen yılın Temmuz ayında göreve gelmesiyle bu durum değişti” yorumunu yaptı.

“Erdoğan, izolasyondan kaçması gerektiğini hissetti”

Geçen yıl Türkiye’de gözaltına alınan İsrailli turistlerin serbest bırakılmasıyla birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerde yumuşama sinyalinin verildiğine dikkat çeken Liel, “Son birkaç ayda Herzog, normalleşmeye ikna olmaya başladı ve denemeye karar verdi. Şimdi de durum bu noktada” derken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı bölgesel ve küresel hatalar yaparak bölgede yalnızlaştığına da dikkat çekerken, “Bölgesel yalnızlık da ekonomiyi kötü etkiledi. Erdoğan, bu izolasyondan kaçması gerektiğini hissetti. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in yakınlaşmasının Erdoğan’ın ülkesinin kapılarını Herzog’a açmasında rol oynadı” dedi.

“Erdoğan fark etti”

Deneyimli diplomat, “Erdoğan bölgesel olarak geriye düşerken İsrail de ilişkileriyle yükselmeye başladı. Erdoğan Orta Doğu piramidinde İsrail’in Türkiye’nin üstünde olduğunu fark etti ve birinin yakalaması umuduyla bir halat fırlattı” yorumunu yaptı. İsrail’in bu ziyaretten kaybedecek bir şeyi olmadığını dile getiren Liel, “Kazanç sağlanabilecek bazı alanlar var. Sonuçta Türkiye halen ekonomik açıdan büyük bir ülke. Ekonomi alanında ve Suriye konusunda kazanç elde edebiliriz. Ayrıca ilişkiler normalleşirse Orta Doğu’da diplomatik açıdan büyük atılımlar da elde edilebilir. Türkiye, İsrail tarafına katılırsa İran-Katar ekseninin karşısında büyük bir etki yaratabilir” dedi.

Liel sözlerini, “Bence bizim kaybedecek bir şeyimiz yok. Şu anda elimiz muslukta. Erdoğan bize yakınlık gösterdi, biz de musluğu açtık. İsrail şimdi Türkiye’nin yakınlığındaki ciddiyeti test edecek. Eğer Erdoğan bizim beklentimizi karşılamazsa ya da sözlerini tutmazsa bu musluğu kapatırız” diyerek sonlandırdı.

Paylaşın

Turizmde Savaş Korkusu: Rusya Ve Ukrayna’dan Talep Durdu

Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgalinden itibaren Ukraynalılar ve Ruslar seyahat rezervasyonlarını iptal etmeye başladı. Bu, pandemi öncesinde turizmin, GSYİH’nın yüzde 10’unu oluşturduğu Türkiye için yeni bir sıkıntı anlamına geliyor.

Turizmin canlanması için 2022’ye büyük umutlar bağlanmıştı. Keza geçen yıl Türk lirasının önemli ölçüde değer kaybetmesi ve enflasyonun şubat ayında yüzde 50’nin üzerine çıkmasıyla sektör hareketlenmeyi bekliyordu.

Turizm Bakanlığı rakamlarına göre, Ukrayna ve Rusya’dan gelen ziyaretçiler, geçen yıl Türkiye’ye gelen tüm turistlerin dörtte birinden fazlasını oluşturuyor ve genellikle Akdeniz ve Ege’deki turkuaz plajları tercih ediyor.

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Yönetim Kurulu Üyesi Hamit Kuk, “Rusya ve Ukrayna bizim için çok önemli pazarlar.” diyor.

Geçen yıl yaklaşık 4 buçuk milyon Rus ve iki milyon Ukraynalı turist Türkiye’yi ziyaret etmişti. TURSAB bu yıl 7 milyon Rus ve 2 buçuk milyon Ukraynalı bekliyordu, ancak Kuk ‘bu rakamların muhtemelen yeniden gözden geçirilmek zorunda kalacağını’ söylüyor.

“Hem insani hem de ticari açıdan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş buradaki herkesi tedirgin ediyor.” diyen Kuk, “Normalde mart ayında, yaz rezervasyonlarında yoğunluk olurdu ancak talep durdu.” ifadelerini kullanıyor.

TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya da “Böyle devam ederse çok ciddi bir sorun olacak” uyarısında bulunuyor. Ayrıca Bağlıkaya, “Olabildiğince sakin bir şekilde beklemeye çalışıyoruz.” sözleriyle sektörün ‘beklemede’ olduğuna işaret ediyor.

Turist olarak gelip mülteci konumuna düştüler

Bu arada Ayasofya Camii’nin önünden geçen Rus turistler ise rehberlerini takip ediyor, başlarını öne eğiyor ve röportaj taleplerini reddediyor. Hatta aralarında Kiev’den gelen genç bir çift de dahil olmak üzere birkaç Ukraynalı da bulunuyor.

‘Turist olarak gelip mülteci durumuna düşen’ ve gözyaşları içerisinde şimdi üçüncü bir ülkeye gitmek istediklerini belirten genç çift, “Belki de ABD olur” diyor. Gençler, isimlerinin açıklanmasını istemiyor.

Ruslara uygulanan yaptırımlar Türk acenteleri etkiledi

Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar nedeniyle durum, İsmail Yitmen’in olduğu gibi Türk seyahat acenteleri açısından oldukça zor. Ayasofya’nın karşısında bulunan ofisinde konuşan Yitmen, kapıldığı umutsuzluğu şu sözlerle ifade ediyor:

“Benim gibi Rusya ile çalışan seyahat acenteleri şu anda gerçekten sıkıntı çekiyor. Oteller için ödediğim depozit miktarını hesaba katarsak, şu ana kadar zararım 12 bin dolardan fazla.”

Eğer daha fazla grup rezervasyonunu iptal ederse Yitmen’in kaybı 75 bin dolara kadar çıkabilir. Yitmen, “İki ay sonra bir grubun Türkiye’ye gelmesi gerekiyordu ama SWIFT transferleri durdurulduğu ve parayı alamadığımız için iptal edildi. Otellerin parasını çoktan ödemiştik.” diye konuştu.

Bazı Rus bankaları, bankalararası işlemlerde hızlı ve güvenli bir şekilde iletişim kurulmasını sağlayan SWIFT mesajlaşma sisteminden de çıkarıldı. Ankara, NATO üyesi olmasına rağmen Rusya’ya yaptırım uygulamadı ve diğer birçok ülkenin aksine Türkiye hava sahasını Rus uçaklarına kapatmadı.

Koronavirüs pandemisi başlamadan önce turizm sektörü, 2015 ve 2016 yıllarında meydana gelen terör saldırıları nedeniyle yara almıştı. Ayrıca Türkiye’nin turizm endüstrisi, güneydoğu sınırındaki Suriye ve Irak’taki savaşların etkisinden uzun süre kurtulamadı.

“Rus füzeleri sizi de vurabilir”

Arkadaşlarıyla birlikte halı dükkanının hemen arkasında oturan Hasan Düzen, “Irak ve Suriye’de savaş başladığında çok yakın olduğumuzu düşündükleri için Avrupalı ve Amerikalı turistler gelmez oldu.” diye konuştu.

Aynı durumun Rusya’nın, Ukrayna işgalinden sonra da olacağına inandığını söyleyen Düzen, “Haritaya baktıklarında Karadeniz’i görecekler ve çok yakın olduğumuzu düşünecekler. Neden risk alsınlar ki?” sorusunu yöneltiyor.

Kendi ülkelerindeki savaşın Türkiye’ye de sıçramasından korktuklarını belirten Ukraynalı çift, endişelerini şu sözlerle anlatıyor: Burada kalamayız, burası güvenli değil, çok yakın. Rusların füzeleri sizi de vurabilir.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

Türkiye, Avrupa’da En Az Kırmızı Et, Tavuk Ve Balık Tüketen Ülke

Türkiye’de halkın yüzde 37’sinin etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmiyor, Avrupa’da durum ne? Türkiye’de ardı ardına gelen zamlar, yüzde 50’yi aşan resmi enflasyon ve Türk lirasının değer kaybetmesi hayatı derinden etkilerken Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) Türkiye’de asgari ücretin satın alma gücünü yeniden hesaplama kararı aldı.

Eurostat verileri Türkiye’de halkın üçte birinden fazlasının “doğru dürüst yemek yiyemediğini” gösteriyor. 2020 yılı verilerine göre, “iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler” listesinde Türkiye yüzde 37,3 ile zirvede yer aldı. AB ortalaması ise sadece yüzde 8,6.

Eurostat Avrupa ülkelerinde alım gücüne dair araştırma sonuçlarını açıkladı. Eurostat’ın “doğru dürüst yemek” başlığıyla duyurduğu 2020 yılı verileri “iki günde bir etli yemek, tavuk, balık veya muadili vejetaryen yemek yemeye maddi imkânı olmayanları” gösteriyor. Buna göre 36 Avrupa ülkesi içinde ilk sırada Türkiye var. Türkiye’de halkın yüzde 37,3’ünün “iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye” imkanı yok.

Türkiye’yi Balkanlar ülkeleri takip ediyor: Kuzey Makedonya yüzde 36,8; Arnavutluk yüzde 34,3 ve Bulgaristan yüzde 25,9. Bu ülkelerinin ardından oran yüzde 15’e düşüyor.

Almanya 5. sırada

Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya’da “iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler”in oranı yüzde 15,1. Almanya listede 5. sırada yer alıyor. Bu oranın en düşük olduğu ülkeler ise yüzde 1,1 ile Kıbrıs, yüzde 1,5 ile İrlanda ve yüzde 1,8 ile İsviçre.

“İki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler”in oranı diğer bazı ülkelerde ise şöyle: Yunanistan yüzde 12,4; İtalya yüzde 9,9, AB ortalaması yüzde 8,6; İspanya yüzde 5,4; İngiltere yüzde 4,8 ve Hollanda yüzde 2.

Türkiye’de yoksullarda yüzde 63

“İki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler”in oranı yoksulluk riskinde yaşayanlarda daha da yukarı çıkıyor. Bu alanda ilk sırada yüzde 68 ile Arnavutluk bulunurken Kuzey Makedonya yüzde 63 ile ikinci. Türkiye yine yüzde 63 ile üçüncü sırada yer alıyor. AB ortalaması yüzde 22’de kaldı.

Bu alanda en düşük oran ise yüze 4 ile Kıbrıs ve İrlanda’da. Bu oran Yunanistan’da yüzde 46, Almanya’da yüzde 31 ve Fransa’da yüzde 20.

Yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinde Türkiye 6. sırada

Öte yandan, Türkiye’de sosyal yardım alan hane sayısı son 1 yılda ikiye katlandı. Cumhurbaşkanlığı’nın açıkladığı verilere göre, 2019 yılında 3,28 milyon kişi sosyal yardımlardan faydalanırken, bu sayı 2020’de 6,63 milyona yükseldi.

Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi’nin verilerine göre de 2015-2019 arasını kapsayan 4 yıllık süreçte Avrupa’da yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinin en fazla arttığı ülke Türkiye oldu. Yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinde Türkiye yüzde 33 ile 6. sırada yer alıyor.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

‘Ukrayna Krizi’nin Maliyeti Raflara Yansımaya Başladı

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi tüm dünya ekonomilerinde kendini hissettiriyor. Enerji fiyatları hızla yukarı tırmanırken değerli madenlerde ve gıda fiyatlarında da önemli yükselişler söz konusu. İki ülke ile toplamda 40 milyar doları aşan ticaret hacmine sahip olan Türkiye de bu krizden en fazla etkilenen ülkeler arasında.

İlk olarak enerji ve turizm gibi sektörler akla gelse de iki ülke Türkiye’nin gıda ithalatı ve ihracatı için de önemli konumda. Zira Türkiye, iki ülkeden önemli miktarda hububat ve yağ ithal ediyor. Ayrıca Türkiye’nin yaş sebze ve meyve ihracatında da Rusya çok önemli bir pazar.

Rus işgalinin devam ettiği her gün Türkiye’nin gıda tarafındaki endişeleri artıyor. Özellikle ham yağ, yağlı tohum ve buğday gibi ürünlerde Türkiye, Rusya ve Ukrayna’dan önemli ölçüde ithalat yapıyor.

Geçtiğimiz hafta gıda sektörü temsilcileri yaptıkları açıklamalarda buğday gibi ürünlerde Türkiye’nin kendi üretimini karşılayabilecek kapasiteye sahip olduğunu ancak krizin uzaması halinde gıda fiyatlarında bir artış yaşanacağını kaydetmişti.

Ancak gelinen noktada özellikle yağ ithalatında yeni sıkıntılar ortaya çıktı. Rusya ve Ukrayna’dan Türkiye’ye yağ getiren gemilerin limanlardan çıkışına Rusya tarafından izin verilmemesi bu konuda arz sorunu ortaya çıkardı. Geçtiğimiz ay 110-120 lira arasında satışa sunulan 5 litrelik sıvı yağ fiyatları market raflarında 160-170 lira bandını aştı.

Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile savaşın ayçiçeği tedarikinde oluşturacağı sorunların önüne geçmek amacıyla 30 Haziran gününe kadar soya, palm yağı, ayçiçeği tohumu, aspir veya pamuk tohumu yağları, hep, kolza, hardal yağı gibi ürünlerde gümrük vergisi sıfırlandı.

Belirsizlik ortamı oluştu

DW Türkçe’den Emre Eser’in haberine göre; Piyasada oluşan belirsizlik ortamının girdi fiyatlarındaki artışla birleşmesi ile ani fiyat artışlarının yaşandığını söyleyen Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil, “Rusya tarafından gemilerimizin çıkışına izin verilmemesi de bir şok etkisi yarattı. Biz aslında arz tarafında bir sorun yaşayacağımızı düşünmüyorduk. Bu konuda iç pazarın ihtiyacı olan miktarda ürün, hasat döneminin de yaklaşması ile kısa sürede temin edilecektir ama tedarik tarafında beklenmeyen gelişmeler fiyatlara yansıyabiliyor. Bu krizin uzun sürmesi fiyatlar üzerinde baskıyı artıracak ama bir orta yol bulunursa fiyatlar da normal seviyesine geri döner. Bizim gemilerimizin Türkiye’ye yağ getirmesi de bu panik havasını dağıtacaktır” ifadelerini kullandı.

Büyükhelvacıgil, uluslararası piyasalarda yağın ton fiyatının 1400 dolar seviyesindeyken önce 1900 dolara, ardından 2 bin dolara tırmandığı bilgisini verdi.

Bu noktada fiyatların hızla tırmanması Türkiye’nin de ithalatını etkileyecek. Zira Türkiye tükettiği ayçiçeğinin yaklaşık yüzde 35’ini ithal ediyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verilerine göre dünyadaki toplam ayçiçeği ithalatının 3’te birini de Türkiye gerçekleştiriyor. Bu ithalatın yarısı tek başına Rusya’dan yapılıyor. En büyük ayçiçeği üreticisi ise yüzde 30,4 ile Ukrayna, onu yüzde 26,4 ile Rusya ve yüzde 18,2 ile AB ülkeleri takip ediyor.

Tedirgin olanlar mal vermeyebilir

Şu an itibari ile piyasada bir panik havasının görülmediğini anlatan İstanbul Ticaret Odası (İTO) Hububat Bakliyat Meclisi Üyesi Tevfik Dinçer ise asıl problemin belirsizlik olduğunu vurguluyor.

Piyasadaki tüm aktörlerin şimdiye kadar istedikleri tüm ürünleri rahatça tedarik edebildiğini belirten Dinçer’in altını çizdiği konu bu belirsizliğin fiyatlama üzerindeki etkisi oluyor. Dinçer’e göre bu krizin ne kadar devam edeceğini kimse öngöremiyor, tedarikçiler bir süre sonra fiyatların daha da artacağı ve arzda sorunlar yaşanacağı düşüncesi ile piyasaya ürün vermekten kaçınıyor. Bu da yavaş yavaş market raflarında tüketicinin karşısına zam olarak çıkıyor.

Gıda sektörü çok hızlı etkileniyor

İstanbul Perakendeciler Derneği (PEDDER İstanbul) Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Güzeldere de raflardaki etikette yazacak olan fiyatın ne olacağı konusunda kimsenin bir şey bilmediğini söylüyor.

“Gerçekten büyük bir belirsizlik içerisindeyiz. Bazı ürünler hakkında yüksek fiyatları duymaya başladık. Ancak şu an ciddi bir artıştan söz edemeyiz. Böyle diyoruz ama pazartesi ne olacağını da bilmiyoruz. Gıda sektörü bu belirsizliklerden en hızlı etkilenen sektör” diyen Güzeldere, fiyatların ne olacağına savaşın gidişatı karar vereceğini söylüyor.

Özellikle bitkisel yağlarda ve hububat tarafında krizden kaynaklı fiyat artışlarının yaşanabileceğine dikkat çeken Güzeldere, aynı zamanda Türkiye’nin Rusya’ya ihraç edemediği yaş sebze ve meyvenin iç piyasaya sürülmesi ile bu ürünlerde de ciddi bir ucuzlama yaşandığını kaydediyor.

Fiyatlara çözüm üretime destekten geçiyor

Burada daha çok direkt olarak yaşanan bir arz sorunundan bahsedildiğini ifade eden Büyükhelvacıgil, savaşın enerji ve diğer girdi maliyetleri üzerindeki olumsuz etkisinin de fiyatlarda önemli ölçüde etkili olduğunu dile getiriyor. Diğer yağ gruplarındaki ithalat vergisinin sıfırlanmasının kısa vadede önemli bir çözüm olduğunu vurgulayan Büyükhelvacıgil, şöyle devam ediyor:

“Savaşın uzaması gıda tarafında hem arz hem fiyat sorunu yaratacaktır. Maalesef tüm dünya gibi Türkiye de bundan etkilenecektir. Umarız savaş kısa sürede biter. Ama bizim önceliğimiz kendi iç üretimimizi arttırmak olmalı. Bu konuda üreticiye verilen desteklerin arttırılması, teşvik mekanizmalarının daha verimli olması bizim gıda tarafında bu süreci daha az hasarla atlatmamıza neden olur.”

Ekilen ürünler değişir mi?

Önümüzdeki süreçte yaşanan sıkıntılara bağlı olarak üreticilerin de ekim alanlarındaki tercihlerini değiştireceğini söyleyen İTO Hububat Bakliyat Meclisi Üyesi Tevfik Dinçer’e göre geçtiğimiz yıllarda pirinç üretimine ayrılan alanların yarısı önümüzdeki dönemde ayçiçeği ekim alanı olarak kullanılabilir. Üreticilerin bu tercihlerinde piyasada oluşan ihtiyaç temek etken olacak.

Sektör temsilcilerinin ortak görüşü yağ ve hububat tarafında Türkiye’nin büyük bir kriz yaşamayacağı yönünde. Ancak burada açılan ortak bir parantez var. O da ne olursa olsun savaş devam ettiği sürece Türkiye’nin de dünyadaki fiyat artışlarından çok fazla etkileneceği. En çok vurgulanan konu ise akaryakıt fiyatlarının neredeyse her gün artış eğiliminde olması. Nakliye giderlerinin katlanması da fiyatlara hızla yansıyor.

Vadeler düştü, nakit isteniyor

Ticaret borsalarında 3 gün önce 4 lira 90 kuruştan satılan buğdayın fiyatının bugün 5 lira 50 kuruşa çıkmasını örnek gösteren Tevfik Dinçer, “Bu fiyat artışları, arz tarafındaki belirsizlik yeni sorunlar oluşturdu. Evet henüz biz ürün temin etmekte zorlanmıyoruz ama güçlenen bir belirsizlik var. Önceden 45 gün vadeli çalıştığımız ticari partnerler artık 10 gün vadeli çalışmak istiyor. Bazı firmalar sadece nakit çalışmaya döndü. Bunun en büyük sebebi savaşın getirdiği endişeler. İnsanlar ödeme alamamaktan korkuyor” diyor.

Paylaşın