ILO’dan Türkiye’ye ‘KHK İhraçları’ Uyarısı

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Uzmanlar Komitesi Raporu, Türkiye’de Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamudan ihraç edilen yaklaşık 126 bin kişinin hukuki durumunu bir kez daha gündeme getirdi. Raporda, işe dönüş talebi ile açılan davaların yüzde 88’inin reddedilmiş olması ile ilgili, “Yüksek sayıdaki ret davaları kaygıyla not edilmekle birlikte üzüntüyle karşılanmaktadır” denildi.

Genel istatistikler kaydedilirken sendika üyeleri ve görevlilerinin sayısı hakkında bilgi verilmemesine ilişkin de “Üzüntüyle karşılanmaktadır” ifadesi kullanıldı. KHK ile ihraç edilen ve hukuk mücadelesi veren sendika üyeleri ise DW Türkçe’den Eray Görgülü’ye yaptıkları açıklamada, “Yıllardır neden ihraç edildiğimizi bilmiyoruz, savunma hakkımız bile elimizden alındı” diyor.

Ret davalarının oranı, “kaygıyla not edilmekte”

ILO’nun 2022 yılına ilişkin Uzmanlar Komitesi Raporu kamuoyuna duyuruldu. Raporun Türkiye ile ilgili kısmında OHAL kapsamındaki ihraçlar ile iktidarın sendikal faaliyetlere bakışına yönelik eleştirilerde bulunuldu. Raporun “Olağanüstü Hal kararnameleri kapsamında kamu sektöründeki toplu işten çıkarmalar” başlıklı kısmında kamu sektöründeki sendika üyesi ve görevlilerinin işten çıkarılma gerekçelerinin dikkatle incelendiği ifade edildi.

Raporda Türkiye hükümeti tarafından sunulan bilgiye göre KHK ile işten çıkarılan 126 bin 674 kişinin OHAL İnceleme Komisyonu’na başvuru yaptığı bunlardan 14 bin 72’sinin işe iadesinin kabul edildiği, 101 bin 58’inin ise reddedildiği ifade edildi. Bu kapsamda 11 bin 544 başvurunun da henüz kararlaştırılmadığı vurgulandı.

Raporda, hükümet tarafından verilen istatistiklerde sendika üye ve görevlilerinin sayısı hakkında bilgi verilmemiş olmasına ilişkin “Komite, üzüntüyle karışlamaktadır” ifadesi kullanıldı. Ret davalarının oranına ilişkin ise “Yüksek sayıdaki (mevcut durumda neredeyse yüzde 88) ret davalarını kaygıyla not etmekle birlikte, Komite, İnceleme Komisyonu’nun sendika üyeleri ve görevlileriyle ilgili olumsuz kararlarının sayısı ve sonucuna yönelik bilgi eksikliğini de üzüntüyle karşılamaktadır” denildi.

Raporda ayrıca OHAL İnceleme Komisyonu’nun ve onun kararlarını gözden geçiren idari mahkemelerin, sendika üyeleri ile görevlilerinin işten çıkarılma gerekçelerini dikkatle incelemesi ve sendika dışı nedenlerle işten çıkarılan sendikalıların işe iade emrini vermesi gerektiği hatırlatıldı.

İhraç edilen Eğitim-Sen üyelerinin yüzde 75’i işsiz

Raporda ayrıca kamu hizmetinden ihraç edilen Eğitim-Sen üyelerinin yaklaşık yüzde 75’inin halen işsiz olduğuna yönelik iddiaya da yer verildi. Hükümet tarafından yeterince bilgi sunulmamış olması da “Komite, Hükümet tarafından bu ciddi ithama ilişkin hiçbir bilgi sunulmamasını üzüntüyle karşılamakta ve Hükümet’in bu konuyla ilgili yorumlarını sunmasını bir kez daha talep etmektedir” ifadesiyle eleştirildi.

Sendikal faaliyetlerle ilgili ayrıca KESK’e ilişkin şu tespite de yer verildi: “Komite, sunduğu gözlemlerde KESK’in, üyelerinin transfer edildiği ve yerlerinin değiştirildiğine yönelik yeni iddialarda bulunduğunu kaydetmektedir. Komite, Hükümet’in, KESK’in söz ettiği tüm transferlerin hizmet gerekleri doğrultusunda zorunlu olarak yapıldığı ve sendikalaşma özgürlüğüne halel getirmeye yönelik ayrımcılıkların ulusal mevzuata aykırı olacağı yönündeki beyanını kaydetmektedir.” Raporda, komitenin Hükümet’ten, sendikalaşma özgürlüğüne halel getirmeye yönelik ayrımcılık uygulamaları konusunda sosyal taraflarla yakın ilişkiler kurmaya yönelik atılan somut adımlarla ilgili bilgi talep ettiği de dile getirildi.

“Sendikal faaliyetler suç kapsamında değerlendirildi”

Sendikal faaliyetleri nedeniyle kamudan ihraç edilenlerden Eğitim-Sen Merkez Yürütme Kurulu üyesi Ahmet Karagö, yaklaşık 6 yıldır hukuk mücadelesi veriyor. 29 Ekim 2016 tarihinde çıkarılan KHK ile ihraç edildiğini belirten Karagöz, “Halen neden ihraç edildiğimi bilmiyorum” dedi. Sendikal faaliyetlerini sürdüren Karagöz, “Hukukta en temel hak, savunma hakkıdır. Savunma hakkı dahi tanınmadan ihraç edildik. Tabii ki ihraç edilen sadece ben değilim. Bin 602 üyemiz farklı KHK’lerle ihraç edildi” dedi.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidarın Eğitim-Sen’e yönelik yönelimleri olduğunu dile getiren Karagöz, “Örgütümüzün sendikal faaliyetleri suç kapsamında değerlendirildi. Üyelerimiz, açığa alındı, ihraç edildi, sürgün edildi. Gözaltına alındı, tutuklanan üyelerimizin de olduğunu özellikle ifade etmek isterim” diye konuştu.

“OHAL Komisyonu, bizleri oyalıyor”

15 Temmuz sonrasında Eğitim-Sen’e üye 11 bin 400 kişinin idari işlem yapılmadan önce açığa alındığını sonrasında yürüttükleri mücadele sonucunda bu kişilerin büyük bölümünün göreve iade edildiğini belirten Karagöz, “Sonrasında benim de içinde olduğum bin 602 üye ve yöneticimiz ihraç edildi” dedi. İktidarın halen ihraç sebeplerini kendileriyle paylaşmadığını belirten Karagöz, “Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen Barış İmzacısı olarak bilinenlerden Eğitim-Sen üyesi 340 arkadaşımızın tamamına ret verildi” ifadesini kullandı. Bunun dışında 480’e yakın Eğitim-Sen üyesinin dosyasının halen komisyonda beklediğine dikkat çeken Karagöz, “OHAL Komisyonu, bizleri oyalıyor” dedi. Sendikal eylem ve faaliyetlerin her ilde farklı değerlendirildiğini de vurgulayan Karagöz, şöyle devam etti: “Bazı il milli eğitim müdürleri yaptığımız eylem ve etkinlikleri sendikal faaliyet kapsamında değerlendirirken, bazı il milli eğitim müdürleri ise suç kapsamında değerlendirip hakkımızda adli ve idari soruşturmalar başlattı.”

“Çok ağır süreçlerden geçiyoruz”

Türkiye’de KHK ile ihraç edilen on binlerce kamu görevlisinden birisi de Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayanlardan, KESK Uluslararası İlişkiler Uzmanı Osman İşçi. ILO Uzmanlar Komitesi’nin hükümete ihlallerle ilgili sorular yönelttiğini ve yanıtlarını aldıktan sonra raporu hazırladığına dikkat çeken İşçi, “Raporda, çalışma örgütü uzmanlarının duyduğu kaygılar ve hükümetten talepleri yer alıyor” dedi. KHK ihraçları ile kamu görevlilerinin savunma hakkının elinden alındığını savunan İşçi, “KHK ile ihraç edilen birisi, sadece çalışma hakkını kaybetmiyor. Aynı zamanda seyahat hakkını, sosyal güvence hakkını kaybediyor” dedi. Türkiye’nin içinden geçtiği kutuplaşma dönemi nedeniyle aynı zamanda etiketlendiklerini belirten İşçi, “Sosyal çevreden uzaklaşma, izole olma, ailevi ilişkilerinin kopması, kurulu düzen olarak nitelendirilebilecek evliliklerin bitmesi gibi sonuçlarla karşılaşılıyor” diye konuştu. İhraçlar sonrası intihar edenlerin de olduğunu hatırlatan İşçi, “Her birimiz çok ağır süreçlerden geçiyor. Sosyal güvenceniz yoksa, geçiminizi sağlayamıyorsanız, özel sektörde de iş bulamadığınızda süreçler ağırlaşıyor” ifadesini kullandı.

“Savunma hakkımız elimizden alındı”

120 binden fazla kamu emekçisinin ihraç edilmesinin kamu hizmetlerine olumsuz yansımasının olduğunu kaydeden İşçi, “10 binlerce öğretmenin bir anda işinden olması eğitimin niteliğinde, binlerce hakim ve savcının ihraç edilmesi yargının işleyişinde olumsuz sonuçlara neden oluyor” dedi. Kendisinin de binlerce kamu görevlisi gibi bir gecede isminin KHK listesinde yer almasıyla ihraç edildiğini kaydeden İşçi, şunları söyledi: “Suçluluğu kanıtlanana kadar herkes masumdur. Bizim durumumuzda biz suçsuzluğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz. Savunma hakkımız elimizden alındı. Başvuru ile ilgili de mekanizma yok. OHAL İnceleme Komisyonu’na belge sunmaktan başka bir durum söz konusu değil.” İhraçların bireyleri yaşamında ayrı ayrı yaralar açtığını da belirten İşçi, “Hem anne, hem de babası aynı ihraç edilen çocuklar var. Bu çocuklar sosyal güvenceden yoksun hale geliyor. Covid döneminde sağlık hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bir kişinin ilanihaye kamu hizmetinden çıkarılması evrensel hukuka da aykırı” diye konuştu.

Paylaşın

ABD, Türkiye’den S-400’leri Ukrayna’ya Vermesini İstedi

ABD’den bazı yetkililer Türkiye’ye Rusya yapımı S-400 hava savunma sistemlerini Ukrayna’ya gönderme konusunu gündeme getirdi. İddianın sahibi Reuters. Ajansın aktardığına göre ABD’li yetkililer geçtiğimiz ay Türkiye’yle yapılan görüşmelerde bu öneriyi ortaya attı.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın geçen ay Türkiye’ye yaptığı ziyarette gündeme geldi. ABD’li yetkililer Türkiye’ye bu konuda resmi bir talepte bulunmazken Türkiye tarafı görüşmelerde konunun gündeme geldiğini ama pek muhtemel görünmediğini aktardı.

Türkiye S-400’lerin Ukrayna’ya gönderilmesinin hem teknik zorluklar açısından hem de Moskova’dan gelecek tepkiye bağlı siyasi sebeplerle mümkün olmadığını söyledi.

S-400’ün özellikleri

Sovyetler Birliği döneminde S-300 füzelerinin üretilmesinden sonra geliştirilmeye başlayan S-400 sistemi, 2007’den bu yana Rusya’nın silah envanterinde yer alıyor. S-400, önemli siyasi, ekonomik ve askeri hedefleri “yüksek etkili koruma” için tasarlanan bir sistem olarak tanımlanıyor.

Dünyadaki en iyi hava savunma sistemlerinden biri olarak nitelendirilen sistem, savaş uçakları, radar tespit ve kontrol uçakları, keşif uçakları, stratejik ve taktik uçaklar, taktik, operasyonel-taktik balistik füzeler, orta menzilli balistik füzeler, hipersonik hedefler ve diğer gelişmiş hava saldırısı araçlarını imha etmek üzere tasarlandı. S-400 taburu, en az bir mobil operasyon komuta merkezi, 8 fırlatıcı ve 32 füzeden oluşuyor.

Kısa, orta ve uzun menzillerde füzeleri aynı anda kullanabilen S-400, 600 kilometre uzaklıktaki hedefi algılama özelliğine sahip ve saniyede 4,8 kilometre hızla füze gönderilebiliyor. Sistem, hedefe 10 saniyeden daha az sürede tepki veriyor.

S-400, çok uzun menzilli 40N6 model füzeyle 400 kilometre, uzun menzilli 48N6 model füzeyle 250 kilometre, orta menzilli 9M96E2 model füzeyle 120 kilometre ve kısa menzilli 9M96E model füzeyle de 40 kilometredeki hedefleri vurabiliyor.

Sistemin hedefleri arasında B-2 ve F-117 hayalet uçaklar, B-1, F-111 ve B-52H stratejik bombardıman uçakları, EF-111A ve EA-6 elektronik harp uçakları, TR-1 keşif uçağı, E-3A ve E-2C erken uyarı radar (AWACS) uçakları, F-15, F-16, F-35 ve F-22 savaş uçakları, Tomahawk füzeleri ve balistik füzeler yer alıyor.

Rus basınına göre, Rusya’da Moskova bölgesi, Güney Askeri bölgesi, Pasifik ve Baltık filolarında olmak üzere toplam 5 S-400 alayı bulunuyor. Her alayda sekizer fırlatma sisteminin bulunduğu 2’şer tabur yer alıyor. Rusya’daki S-400 tabur sayısının 2020’ye kadar 56’ya çıkarılması öngörülüyor.

Rusya, S-400 hava savunma sisteminin satışıyla ilgili şu ana kadar Türkiye dışında sadece Çin ile anlaştı.

Paylaşın

Rusya-Ukrayna Savaşı Türkiye-ABD İlişkilerini Nasıl Etkiledi?

Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgale başlaması, son yıllarda inişli çıkışlı bir süreç izleyen Türk-Amerikan ilişkilerinde dengeleri değiştirmişe benziyor. Ankara’nın net şekilde Rusya’nın işgal girişimini reddetmesi, Montrö Sözleşmesi uyarınca İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı kapatması, diplomatik çözüm için çaba göstermesi Washington’dan “takdir ve teşekkür” mesajlarını getiriyor.

Diplomatik kaynaklara göre, gelecek hafta düzenlenecek NATO Zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında bir görüşme olması sürpriz sayılmamalı. İki ülke arasında artan diyaloğun F-16 satışı ve S-400’ler sorununu nasıl etkileyeceği, tartışılan konular arasında.

Ukrayna krizinin Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine ve diyaloğuna olan olumlu etkisi hem Ankara hem de Washington’daki yetkililer tarafından dile getiriliyor. Rusya’nın NATO sınırlarına kadar genişleyen saldırıları, Avrupa’nın güvenliği açısından NATO’nun kurumsal olarak önemini ortaya koyduğu gibi, jeopolitik konumu ve Moskova ile ilişkisi de Ankara’nın ittifak içindeki kritik rolünün teyit edilmesini sağladı.

Hem Washington hem de diğer önemli NATO başkentlerinde yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin rolü açısından dört ana unsur öne çıktı. Birincisi, Ankara’nın Moskova ile derin ekonomik ve ticari ilişkilerine karşın Ukrayna’ya dönük askeri operasyonu kesin bir dille reddetmesi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki kınama oylamasında uluslararası toplumla birlikte hareket etmesi.

İkincisi, Ukrayna’nın Kırım dahil toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunmasına verdiği siyasi desteğin yanı sıra, başta silahlı insansız hava araçları (SİHA) olmak üzere, Kiev’e verdiği askeri destek. Türkiye’nin bu yöndeki desteğinin 24 Şubat sonrasında da sürdüğü uluslararası basında çıkan ve Ankara tarafından yalanlanmayan haberler arasında yer alıyor.

Üçüncü önemli gelişme, Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi uyarınca İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı askeri gemilere kapatması. Başta Ukrayna olmak üzere ABD ve diğer NATO üyeleri, Rus savaş gemilerinin Karadeniz’e geçişini engelleyen bu adımı takdir ettiklerini kayda geçirdiler.

Diğer bir önemli unsur da Türkiye’nin, ikisiyle de özel ilişkilere sahip olduğu Rusya ve Ukrayna arasında sorunun diplomatik yolla çözümüne yaptığı katkı oldu. Tarafların arasındaki görüş ayrılıklarının azaltılması ve sonunda bir anlaşmaya varılması açısından oynadığı rolü sürdüren Türk liderlerinin özellikle Rusya karşıtlarıyla temasta kalmaları önemli bir araç olarak değerlendiriliyor.

Bunlarla beraber Türk dış politikasında geçen seneden bu yana gözlemlenen normalleşme kapsamında İsrail, Ermenistan, Yunanistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle yeniden temasların kurulması ve gerilimden işbirliği sürecine geçiliyor olması da Washington’da olumlu yansıyan gelişmeler arasında.

Ankara-Washington temasları artıyor

Bu süreçte Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu yansıyan en somut gelişme, diyaloğun sıklığı ve düzeyindeki artış oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın 9 Mart’ta yaptıkları telefon görüşmesinin yanı sıra, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD’li mevkidaşı Anthony Blinken ile Savunma Bakanı Hulusi Akar da ABD Savunma Bakanı Austin Lloyd ile kriz sürecinde birden fazla kez temas kurdular.

Diplomatik kaynaklar, 24 Mart’ta Brüksel’de düzenlenecek olağanüstü NATO Liderler Zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden arasında yeni bir görüşme gerçekleşmesi olasılığının yüksek olduğunu kaydettiler. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 1-2 ay içerisinde ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve diğer yetkililerle görüşmek üzere Washington’a bir ziyaretinin planlandığı da öğrenildi.

Düzenli Stratejik Diyalog Mekanizması

Türk-Amerikan diyaloğunun önemli sonuçlarından biri de Stratejik Diyalog Mekanizması’nın aktive edilmesi kararı oldu. Ankara’nın uzun zamandan bu yana talep ettiği mekanizma için yeşil ışık, Erdoğan-Biden arasında geçen sene Roma’da yapılan görüşmede yakılmıştı.

Söz konusu mekanizmayı, ikili ilişkilerin tamamını, yaşanan sorunları ve işbirliği alanlarını yapısal bir bütünlük içinde ve düzenli aralıklarla ele alınması için isteyen Ankara, dışişleri bakanı ya da bakan yardımcısı düzeyinde işletilecek bu sürecin yararlı olacağına inanıyor.

Bu konuda ilk adım 4 Mart’ta Türkiye’de temaslarda bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın ziyareti sırasında atılmıştı. Bu sürecin önümüzdeki haftalarda ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Türkiye’ye yapılacak farklı düzeylerdeki ziyaretlerle daha da ileri taşınması bekleniyor.

Bu mekanizma kapsamında iki ülke arasında siyasi, ticari ve ekonomik ilişkilerin doğru ve stratejik bir düzlemde ele alınması, ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Kuzey Suriye’de YPG’ye sağladığı destek ve Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemlerinden kaynaklanan sorunların çözüme kavuşturulmaya çalışılması öngörülüyor.

Ankara’ya yaptırım baskısı yok

Ukrayna odaklı gündemde en çok merak edilen konular arasında Türkiye’nin Rusya’ya karşı başlatılan yaptırımlara katılması konusunda ABD’den bir telkin ya da baskının gelip gelmediği de yer alıyor. Ankara’nın bu yönde bir baskıyla karşılaşmadığını, hava sahasını açık tutmasının da anlaşılır karşılandığı kaydediliyor.

Ancak bu durumun Rusya’nın Suriye’den Ukrayna savaş alanına askeri ekipman ya da paralı savaşçı taşıdığı bilinen askeri uçakları kapsamamasına dönük bir beklentinin masaya gelme olasılığı Ankara’da dile getirilen konular arasında.

F-16 satışını ve S-400’leri nasıl etkileyecek?

Türkiye ile ABD arasında geçen senenin sonundan itibaren geliştirilen “pozitif gündemin” en önemli etkenlerinden bir tanesi Türk Hava Kuvvetleri’nin gereksinimi kapsamında 40 adet yeni nesil F-16 alım ve mevcut filoda yer alan 80 uçak için de modernizasyon kiti talebi oldu. S-400’leri konuşlandırdığı için beşinci nesil savaş uçağı F-35 programından çıkarılan Türkiye, bu adımla hava kuvvetlerinde zaafın önüne geçmeyi planlıyor.

Kaynaklara göre, geçen aylarda başlayan teknik görüşmeler yaz aylarında tamamlanabilir ve onay için ABD Kongresi’ne sunulabilir. Biden yönetimi, F-16’ların satışı konusunda Ankara’ya hükümet tarafından bir sorun çıkartılmayacağını ancak Kongre’de onayın güç olacağını kaydediyordu.

Ankara ise Ukrayna krizinin yarattığı büyük güvenlik riskinin sadece Türkiye değil tüm ittifakı etkileyebileceği, dolayısıyla Amerikan yönetiminin NATO’nun güneydoğu kanadının hava üstünlüğünü gözeterek F-16’ların satış onayı için Kongre nezdinde daha fazla baskı yapması gerektiğini kaydediyor.

Kaynaklar, son gelişmelerin Kongre nezdinde belli bir parça etkisi olduğuna dikkat çekiyor ve F-16’lar için onay sürecinin bundan olumlu etkilenebileceğini belirtiyor. Türkiye, NATO içerisinde ABD’den sonra en büyük F-16 filosuna sahip.

Ancak sayıları azalsa da Kongre üyeleri arasında Türkiye aleyhine konuşmaya devam eden üyeler de var. Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör Bob Menendez, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, F-16’ların satışa onay verilmesi için Türkiye’nin S-400’leri topraklarından çıkarması gerektiğini yinelemişti.

Ankara’daki diplomatik kaynaklar ise Türk-Amerikan ilişkilerinde en ciddi tıkanma noktalarından olan S-400 hava savunma sistemleri ile ilgili sorunun ikili diyaloğun normalleşmesine paralel olarak çözülme fırsatı olduğunu düşünüyorlar.

Türkiye, S-400’leri Rusya’dan 2019 yazında konuşlandırmaya başlamış ve bir kez test etmişti. Hava savunma sisteminin Ankara yakınlarındaki bir askeri üste bulundurulduğu ancak bir daha aktive edilmediği kaydediliyor. Amerikan yasaları, Türkiye’nin Rus silah sistemini elinde tutmaması hükmünü içeriyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Dünya Mutluluk Endeksi; Türkiye, 112. Sırada

Dünya Mutluluk Endeksi raporu onuncu yılını doldurdu ve bu sene de en üst sıraları İskandinav ülkeleri kimseye bırakmadı. Bir önceki raporda 104’üncü sırada yer alan Türkiye sekiz basamak gerileyerek 112’nci oldu.

Euronews’ta yer alan habere göre; Dünyada 150’ye yakın ülkede yapılan anketler aracılığıyla halkın kendi hayatlarını nasıl değerlendirdiğini ölçen rapora göre 2021 yılında insanların mutluluk algısındaki en büyük etken Covid-19 salgını ve bu süreçte yaşadıkları oldu.

Daha önceki yıllarda yapılan anketlerde de halkın devlete ve kurullara olan güveni arttıkça kriz zamanlarında daha mutlu olabildikleri ortaya konmuştu.

Raporun editörü Kanadalı Ekonomist John F. Helliwell, “2021 yılında Gallup Dünya Anketi’nde takp edilen her üç iyilik kategorisinde de ciddi bir artış olduğunu gördük. Yabancılara yardım etme, gönüllülük faaliyetleri ve bağışlar 2021 yılında dünyanın her tarafında arttı ve pandemi öncesi seviyelerin neredeyse yüzde 25 üzerine çıktı,” ifadelerini kullandı.

Finlandiya üst üste beşinci yılında zirvede

Mutluluk endeksinde İskandinav ülkelerin hakimiyeti artık tartışılmaz bir gerçek fakat Finlandiya bu yıl arayı daha da açarak zirvedeki yerini beşinci yılında da korudu.

Danimarka da ikinciliğini sürdürürken İzlanda bir sıra yükselerek üçüncülüğe yerleşti.

İlk 10

  1. Finlandiya
  2. Danimarka
  3. İsviçre
  4. Hollanda
  5. Lüksemburg
  6. İsveç
  7. Norveç
  8. İsrail
  9. Yeni Zelanda

İlk 10’u sırasıyla Avusturya, Avustralya, İrlanda, Almanya ve Kanada takip etti. Geçen yıl beşinci sırada yer alan Kanada için büyük bir gerileme oldu.

Amerika Birleşik Devletleri 16’ncı olurken onu İngiltere, Çekya ve Belçika izledi. Fransa yirminci olarak şu ana kadarki en iyi sıralamasını elde etti.

Türkiye 112’nci sırada

Bir önceki raporda 104’üncü sırada yer alan Türkiye sekiz basamak gerileyerek 112’nci oldu.

Liste değerlendirilirken ülkelerin kişi başına düşen gelir, özgürlük, sağlık ve sosyal yardım imkanları, yolsuzluk karnesi, eğitim ve alım gücü gibi kriterleri baz alındı.

Son 10

Mutluluk endeksinde son sıraları alan ülkeler ise şunlar:

137. Zambiya
138. Malawi
139. Tanzanya
140. Sierra Leone
141. Lesotho
142. Botswana
143. Ruanda
144. Zimbabve
145. Lübnan
146. Afganistan

Paylaşın

Hazine, Uluslararası Piyasalardan 2 Milyar Dolar Borçlandı

Hazine ve Maliye Bakanlığının dolar cinsinden 2027 vadeli tahvilinde ihraç miktarı 2 milyar dolar oldu. Tahvile 150’nin üzerinde yatırımcı, ihraç tutarının 3 katından fazla talep gösterdi.

Bakanlığın internet sitesinde yer alan duyuruya göre, 2022 yılı dış finansman programı çerçevesinde dolar cinsinden 2027 vadeli bir tahvil ihracı için 17 Mart’ta Citi, Goldman Sachs ve J.P. Morgan’a yetki verildi.

Söz konusu ihraç aynı gün sonuçlanırken, ihraç miktarı 2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhraç tutarı 24 Mart’ta hesaplara girecek.

Uzmanlar Fed’in faiz kararı ve enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle zaten zorlaşan borçlanma koşullarında kredi notu yatırım yapılamaz seviyeye çekilen Türkiye’nin bunun da üzerinde faiz ödemek zorunda kaldığını belirtti.

Bloomberg’e konuşan Aberdeen Asset Management’tan Edwin Gutierrez dalgalı piyasalarda istediğini alabilmek için bunu yapmak zorunda olduklarını vurguladı.

24 Eylül 2027 vadeli tahvilin kupon oranı yüzde 8,6, getiri oranı yüzde 8,625 olarak gerçekleşti.

Tahvilin yüzde 27’si Orta Doğu ülkelerindeki yatırımcılara satıldı

İhraca 150’nin üzerinde yatırımcı, ihraç tutarının 3 katından fazla talep gösterdi. Tahvilin yüzde 27’si Orta Doğu, yüzde 25’i Türkiye, yüzde 23’ü Birleşik Krallık, yüzde 18’i ABD, yüzde 6’sı diğer Avrupa ülkeleri ve yüzde 1’i diğer ülkelerdeki yatırımcılara satıldı.

Hazine geçtiğimiz ayda 3 milyar dolar değerinde sukuk ihracı gerçekleştirmiş ve bunun getiri oranları da benzer tahvillerin üzerinde kalmıştı.

Bu tahvil ihracıyla birlikte 2022 yılında uluslararası sermaye piyasalarından toplam 5 milyar dolar tutarında finansman sağlandı.

Paylaşın

Her On Kişiden Sekizi Kıt Kanaat Geçiniyor

Yeni yıl ile birlikte devreye giren enerji zamları, vatandaşın her alandaki tasarruf çabasını da boşa çıkarırken, 10 kişiden 8’i yoksulluğun pençesine düştü. İstanbul’da yaşayanların yüzde 83.9’u geçinemediğini veya kıt kanaat geçindiğini açıklarken, 2 kişiden 1’i ekonomisinin yakın dönemde daha da kötüleşeceğini düşündüğünü belirtti.

Sözcü’den Sayime Başçı’nın haberine göre; İstanbul’da yaşayanların yüzde 42’si kıt kanaat geçindiğini yüzde 19.4’ü geçinemediğini, yüzde 22.4’ü ise bazı ödemelerini yapamadığını ve borca girdiğini açıkladı. Gelirleri ile geçinebildiğini ve üstüne birikim yapabildiğini söyleyenlerin oranı ise yüzde 16.4’te kaldı. İstanbul Planlama Ajansı’nın hazırladığı İstanbul Barometresi’ne göre, halkın yüzde 47.9’u ise yakın dönemde Türkiye ekonomisinin kötüleşmesini bekliyor.

Katılımcıların yüzde 64.7’si fatura zamlarının, yüzde 7.6’sı Ukrayna-Rusya Savaşı’nın şubat ayında Türkiye’nin gündemi olduğunu belirtti. Katılımcıların yüzde 24.4’ü elektrik faturalarına gelen zamlar sebebiyle ütü, su ısıtıcısı, TV gibi elektrikli aletlerin kullanımını azalttığını belirtirken, yüzde 18.1’i ise aydınlatma kullanımını azalttığını ve TV ışığı ile aydınlatma yaptığını ifade etti.

Enflasyonla mücadele kapsamında gıda fiyatlarında uygulanan yüzde 8’lik Katma Değer Vergisi’nin (KDV) yüzde 1’e indirilmesini İstanbulluların yüzde 85.8’i enflasyonla mücadelede etkisiz kalacağını belirtti. Yine İstanbulluların yüzde 78.3’ü temel gıda fiyatlarında yapılan KDV indiriminin ürün fiyatlarına yansımadığını, indirimi yetersiz bulduğunu açıkladı.

‘Ekonomi kötüleşecek’

Her geçen ay yeni bir rekora imza atan enflasyonla birlikte toplumun gelecek kaygısı da yükseliyor. İstanbulluların yüzde 47.9’u yakın dönemde ekonominin kötüleşeceğini düşündüğünü belirtti. Ülke ekonomisine paralel olarak yüzde 42.9’luk kesim de kendi ekonomik durumlarının kötüleşeceğini düşünüyor. 5.000 TL ve altı gelire sahip katılımcıların yarısı kendi ekonomik durumlarının kötüleşeceğini düşündüğünü belirtti.

Araştırma kapsamında katılımcılara sorulan “Şubat ayında evde en çok ne konuşuldu” sorusuna verilen ana cevap ise yüzde 76.6 ile ekonomik sıkıntılar oldu. Ekonomik sıkıntılar içinde fatura zamları, akaryakıt zamları, gıda fiyatları ve kira ücretleri öne çıktı. İstanbul’da haneler içinde ailelerin ekonomik sıkıntılardan sonra gelen konusu ise Covid-19 oldu. Bu konuları ailevi olaylar, sağlık sorunları ve ulaşım problemleri takip etti. Şubat ayında İstanbul’da yaşayan 3 kişiden 1’i ise borç aldığını açıkladı.

Paylaşın

AİHM’e Başvurularda Türkiye Rusya’nın Yerini Aldı

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Rusya’yı bugün resmen üyelikten çıkartması, Moskova’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatına yönelik sorumluluklarının da sonunu getirdi.

Son yıllarda AİHM’e yapılan başvuru sıralamasında sürekli ilk sırada yer alan Rusya’nın üyeliğinin son bulmasıyla ikinci sırada yer alan Türkiye bu ülkenin yerini aldı.

Strasbourg Mahkemesi’nde 2021 yılı sonu itibarıyla karar için bekleyen şikayetlerde, Rusya 17 bin 13 başvuruyla ilk sırada yer alırken, Türkiye 15 bin 251, Ukrayna 11 bin 372 ikinci ve üçüncü sıraları aldı. Romanya 5 bin 690 ve İtalya 3 bin 646 ile 4. ve 5. sıralarda.

2021 yılı itibarıyla AİHM bekleyen yaklaşık 70 bin davanın yüzde 70’ini Rusya, Türkiye, Ukrayna ve Romanya’dan gelen başvurular oluşturuyordu.

AİHM’de 2021’de açıklanan mahkeme kararlarında daha önceki yıllarda olduğu gibi Türkiye, ifade özgürlüğü alanında yine en fazla mahkumiyeti alan ülke olmuştu. AİHM, geçen yıl 31 davada Türkiye’yi ifade özgürlüğü şikayetinde insan hakları ihlalinden mahkum etmişti.

AİHM, Rusya aleyhine açılan bütün davaların incelenmesini askıya aldı

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Rusya’nın resmen üyelikten çıkartılması yönündeki kararının ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bir açıklama yaptı. AİHM, Rusya aleyhine açılan bütün davaların incelenmesini askıya aldığını duyurdu.

Rusya’nın üyelikten çıkması ne anlama geliyor?

Rusya’nın komünizmin yıkılışının ardından doğu Avrupa ülkelerinde siyasi sistemlerin demokratikleştirilmesine yardımcı olan Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkması sembolik önem taşıyordu.

Ancak Moskova’nın üyelikten çıkmasının en somut sonucu 145 milyonluk Rus halkının bundan böyle konseyin yargı kolu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) korumasından yararlanma hakkının ortadan kalkması.

Rusya’nın üyelikten çıkmasıyla üye ülkelerdeki cezaevi ve karakolları haber vermeden teftiş etme hakkına sahip bağımsız uzmanlardan oluşan Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi, bir daha bu ülkeye ziyaret gerçekleştiremeyecek.

Üye ülkelerin anayasa ve yasalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluğunu denetlemekten sorumlu Venedik Komisyonu, yine Moskova hakkında bağlayıcı kararlar veremeyecek.

Öte yandan Rusya’nın üyelikten çıkması konseyin bütçesinde yılda yaklaşık 500 milyon euro yani yüzde 7’lik gibi önemli bir azalmaya sebep olacak.

Rusya’nın üyelikten çıkartılma süreci nasıl işledi?

Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik askeri saldırıları nedeniyle Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’nde ve Parlamenterler Meclisi’nde temsil hakkı 25 Şubat’ta askıya alınmıştı.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 10 Mart’ta konseyin tüzüğünün 8. maddesi kapsamında AKPM’den Rusya’ya yönelik alınabilecek yeni yaptırım kararlarını görüşmesini istemişti. Rusya, 28 Şubat 1996’da Avrupa Konseyi üyesi olmuştu.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

Türkiye, Avrupa’da Kömürü Bırakmayan Dört Ülkeden Birisi

Avrupa’da 23 ülke iklim krizine neden olan kömür santrallarını kapatma kararı aldı. Bu ülkelerden 10’u şimdiden kömür santrallarıyla vedalaştı. Bazı ülkeler ise önümüzdeki 18 yıl içinde santralları kapatacağını açıkladı. Avrupa’da kömürlü termik santralları ne zaman kapatacağına dair resmi bir tarih belirlemeyen sadece dört ülke var; Bosna Hersek, Polonya, Sırbistan ve Türkiye.

Elektrik üretiminde kömür kullanımı diğer elektrik üretimi yöntemlerine kıyasla çok daha fazla seragazı salımına neden olduğu için bilim insanları, iklim krizinden çıkış sürecinde öncelikle kömür santrallarının kapatılması gerektiğini vurguluyor. Avrupa’da birçok ülke kömür santrallarını kapatmaya başladı veya kömürden elektrik üretimini sonlandıracağı tarihi belirledi.

Bu konudaki bilgi kirliliğinin önüne geçmek isteyen Ekosfer Derneği, Avrupa’da kömürü bırakma kararı alan ülkelerin kömürlü termik santralları kapatma tarihlerini gösteren etkileşimli bir haritayı turkiyedekomur.org sitesine ekledi. Kömürün Ötesinde Avrupa’nın (Europe Beyond Coal) hazırladığı haritayı temel alan bu çalışma sürekli güncelleniyor ve resmi kararları esas alıyor.

Karar almayan dört ülkeden biri Türkiye

Ekosfer Derneği Kampanyalar Direktörü Özgür Gürbüz, haritanın işlevini şu sözlerle açıkladı:

“Avrupa’da kömürü bırakan ülkelerin sayısı hızla artıyor. Bazı ülkeler elektrik üretiminde kömürle çoktan vedalaştı, birçoğu da önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde vedalaşacak. Ukrayna’nın işgaliyle ortaya çıkan enerji krizinin bu kararları geciktirebileceğini belirten haberler var ama henüz resmi kararlarda bir değişme yok. Hazırladığımız harita bu spekülasyonların önüne geçecek ve güncel bilgilere herkesin ulaşmasını sağlayacak.”

Gürbüz, Avrupa’da kömür üretimini durdurma konusunda karar almayan dört ülkeden birinin Türkiye olduğuna da dikkat çekerek, yıl sonunda Mısır’da yapılacak iklim zirvesi öncesi emisyon hedeflerini güncelleyecek Türkiye’nin kömürle vedalaşmak için mutlaka bir tarih belirlemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Avrupa’da kömürden vazgeçen ülkeleri dört ayrı grupta toplamak mümkün.

Kömür santralı olmayan/kapatmış ülkeler: Arnavutluk, Avusturya, Belçika, Estonya, İsveç, İsviçre, Letonya, Litvanya, Norveç ve Portekiz halihazırda kömürden elektrik üretmeyen ülkeler.

2030 ve öncesinde kömür santrallarını kapatacak ülkeler: Fransa (2022), Birleşik Krallık (2024), Macaristan (2025), İtalya (2025), İrlanda (2025), Yunanistan (2025). Kuzey Makedonya (2027) Danimarka (2028), Finlandiya (2029 ortası), Hollanda (2029 sonu), Slovakya (2030), İspanya (2030).

2030’dan sonra kömür santrallarını kapatacak ülkeler: Karadağ (2035), Romanya (2032), Hırvatistan (2033), Bulgaristan (2038-2040), Almanya (2038), Slovenya (2033), Çekya (2033)

Kömür santrallarını kapatma kararı almamış ülkeler: Bosna Hersek, Polonya, Sırbistan ve Türkiye.

Haritayı incelemek için TIKLAYIN.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Ukrayna Savaşı, Türkiye’nin Stratejik Konumunu Hatırlattı

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, göreve gelmesinin ardından Türkiye’ye ilk ziyaretini gerçekleştirdi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile üç saati aşkın süren bir görüşme yaptı. Scholz’un ziyareti Alman basınında nasıl yorumlandı?

Alman gazetelerinde yer alan yorumlarda Türkiye ile Almanya arasındaki sorunların Ukrayna’daki savaş nedeniyle geri plana itildiği ancak çözüme kavuşmadığı fikri öne çıkıyor.

Frankfurter Allgemeine Zeitung’da yer alan yorum şöyle:

“Türkiye Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından önce dış politikasını yeniden şekillendirmeye başlamıştı. Rus saldırganlığı, bu süreci hızlandırdı zira Türkiye’ye Batı ile bağlantılı olmanın yararını hatırlattı. Başbakan Scholz’un Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyareti o nedenle doğru bir zamanda gerçekleşti. Türkiye, dış politikasını aylar önce düzeltti. Ankara, Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail ile ilişkilerini normalleştirdi, Ermenistan ile de (normalleşme) üzerinde çalışıyor.

Ukrayna’daki savaş, yeni yönelime güç veriyor. Batı’ya NATO üyesi Türkiye’nin stratejik konumunu hatırlatıyor; ayrıca son olarak Batı ile bağlantılı ve Rusya ile iyi ilişkilere sahip olan Türkiye ile İsrail’in yeni bir eksen oluşturabilecekleri belli oldu. […] Türkiye ne kadar güvenlik politikalarında önem taşısa da Ankara’nın yanılsamaya kapılmaması gerekir: Avrupa Birliği ile bir yakınlaşma Türkiye’deki insan hakları durumunun muazzam bir şekilde iyileşmesini şart koşuyor.”

Kölnische Rundschau’da yer alan “Yeni Alman-Türk Yakınlaşması” başlıklı yazıda ise şu ifadeler yer alıyor:

“Scholz Türkiye’de hukuk devletinin kaybolmasından çekingen bir biçimde söz etti. Almanya Başbakanı bu konu ve tutuklu Alman vatandaşları meselesinde Türkiye ile görüş farklılıkları olduğunu söyledi. İkili ilişkilerin ise iyi olduğunu belirtti. Erdoğan siyasi, ekonomik ve teknolojik işbirliğinin geliştirilmesini ümit ettiğini söyledi.

Uzlaşmayı ifade eden bu sesler Alman-Türk bağının daha az sıkıntılı olduğunu akla getiriyor. Türkiye’de demokraside gerilemeler, Erdoğan’ın Yunanistan kara sınırını açarak mülteci sorununda baskı yapması ve Doğu Akdeniz’deki saldırgan Türk politikası bu ilişkiyi gölgelemişti. Ukrayna Savaşı bu görüş ayrılıklarını gizliyor ancak çözüme kavuşturmuyor.”

Rheinpfalz gazetesinde de Scholz’ün Türkiye ziyaretinin iki ülke arasında kötüleşmiş olan ilişkilerde bir “ara nağme” olarak kalacağı yorumu yapılıyor:

“Saldırgan Putin konusunda ortak bakış açısının Almanya-Türkiye ilişkileri konusunda orta vadede yeni perspektifler doğurması muhtemel değil. Scholz Ankara’da Erdoğan’a oldukça dikkat gösterdi ve Cumhurbaşkanı’na bağlı hükümetin insan hakları ihlallerini sadece çekingen bir şekilde eleştirdi.

İnsan haklarını dış politikanın merkezine koyacağı iddiası ile göreve gelen bir Federal Hükümet, bu yumuşak politikayı tabanını öfkelendirmeden sürdüremez. Diğer tarafta Erdoğan da kendi milliyetçi seçmeninin takdirini kazanmak için Avrupa ve Almanya’ya severek eleştiriler yönelttiğini yeterince sık gösterdi. Scholz’un Türkiye ziyareti o nedenle iki ülke arasında son derece kötüleşmiş olan ilişkilerde bir ara nağme olarak kalacak.”

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Türkiye, Rusya Yaptırımlarına Katılır Mı?

Rusya’nın Ukrayna’daki işgali devam ederken, ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin çeşitli alanlarda Rusya’ya uyguladığı yaptırımlarda giderek ağırlaşıyor. Türkiye ise işgalin başlamasının ardından Rusya’ya uygulanan yaptırımlara katılmayacağını açıklamıştı.

Bu yöndeki bir mesaj en son Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın CNN’e verdiği demeç ile geldi. Kalın, “Şu anda Rusya’ya yaptırımlar uygulamayı düşünmüyoruz. Çünkü güven kanalını açık tutmak istiyoruz. Ruslarla iletişim hatlarını açık tutmak istiyoruz. Ve tabii ki ekonomimizin etkilenmesini istemiyoruz” diye konuştu.

Ankara, Rusya 2014’te Kırım’ı ilhak ettiğinde de AB ülkeleri ve ABD tarafından uygulanan yaptırımlara katılmamıştı. Şimdi ise 2014’e kıyasla çok daha ağırlaştırılan bu yaptırımlara Türkiye’nin bir noktada katılmak zorunda kalıp kalmayacağı ve Batı ülkelerinin bu konuyu bir baskı unsuru olarak kullanıp kullanmayacağı gibi çeşitli sorular mevcut.

Ünlühisarcıklı: Türkiye için şu an sorumluluk yok

Ankara, ilkesel olarak yaptırımların sorunu çözmeyeceğini düşünüyor ve daha önce başka örneklerde de olduğu gibi genelde başka ülkelerin aldığı yaptırım kararlarına uymak gibi bir politika takip etmiyor.

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’in haberine göre; Alman Marshall Fonu Türkiye Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, şu ana kadar zaten ortada Türkiye’nin uyması gereken bir yaptırım bulunmadığını söyleyerek şu saptamada bulunuyor:

“Çünkü gerek ABD gerekse AB’nin gerekse üçüncü ülkelerin empoze ettiği yaptırımlar; doğrudan yaptırımlar. Yani üçüncü ülkeler nezdinde bir sorumluluk yaratmayan yaptırımlar. Dolayısıyla Türkiye’den beklenen şey aslında Türkiye’nin bu ülkelerin yaptırımlarına uyması değil, kendi yaptırımlarını uygulaması.”

Türkiye’nin ise Rusya’ya özel bir yaptırım uygulayacağı yönünde herhangi bir işaret yok. Türkiye, Ukrayna ile ilişkilerinin devamlılığının ve savunma sanayi alanında verdiği desteğin yaptırımlara kıyasla daha önemli olduğu görüşünde.

Emekli Büyükelçi Oğuz Demiralp’e göre de Türkiye için yaptırımlara uyup uymama meselesinden daha önemli konu, yanı başında sıcak bir savaş durumunun olması.

Demiralp, Türkiye’nin yaptırımlara uyup uymamasının Ukrayna savaşı açısından ikincil bir sorun olduğunu, hatta Türkiye’nin yaptırımlara uyması açısından da bir ihtiyaç da bulunmadığını belirterek, “Kaldı ki öyle bir evrensel, herkes yaptırımlara uysun diye alınmış bir NATO ya da BM kararı da yok. Türkiye için önemli olan, iki Karadeniz ülkesi arasında kendi bölgesinde ortaya çıkan bir çatışma” diyor.

Türkiye-Rusya ilişkileri yaptırıma izin verir mi?

Türkiye’nin başka ülkelerden bağımsız olarak Rusya üstünde kendisinin yaptırım uygulayabilme seçeneği de Rusya ile olan ilişkilerinin her alanda çok iç içe geçmiş olması nedeniyle şu an için zor görünüyor.

Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin Rusya üstünde yaptırım uygulamamak için beş sebebi bulunduğunu belirterek, bunları şöyle sıralıyor:

“Ekonomik yaptırımların etkili olduğunun düşünülmemesi ve Türk dış politikasının yaptırımlara ilkesel olarak sıcak bakmaması, geçmişte Türkiye’nin uymak zorunda kaldığı bazı yaptırımların Türk ekonomisini kötü etkilemesi, yaptırım kararı alan ülkelerin bunu tek taraflı yapması ve Türkiye’ye danışılmaması, Türkiye’nin halen bazı ülkelerin açık ya da örtülü yaptırımları altında olması ve yaptırımlara karşı Rusya’nın alacağı karşı tedbirler.”

Türkiye’nin 2015 yılında kendi hava sahasında bir Rus jetini düşürdüğü zaman Rusya’nın izlediği tutumu hatırlatan Ünlühisarcıklı, “Türkiye Rusya’ya yaptırım uygularsa Rusya’nın da eli armut toplamaz. Türkiye ekonomisi şu anda bulunduğu durum itibariyle daha fazla risk alma lüksü olan bir ülke gibi görünmüyor” diyor.

Türkiye’nin şu anda Rusya ile enerjiden turizme çeşitli alanlarda bazı uzmanlarca bağımlılık olarak nitelendirilen ilişkileri bulunuyor.

Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin Rusya’ya yaptırım uygulaması durumunda Putin’in de 2015’tekine benzer tedbirleri yeniden devreye sokabileceğini söyleyerek, ayçiçek yağı gemileri haberlerine atıfta bulunuyor. Ünlühisarcıklı, “Eskiden Türkiye’nin Rusya’ya sadece enerji bağımlılığı olduğunu ve turizm açısından belli bir bağımlılığı olduğunu düşünürdük ama belli ki ayçiçek yağı açısından da bağımlılığımız varmış” yorumu yapıyor.

Türkiye’nin şu anda sıkıntılar yaşayan ekonomisinin durumu 2023 Haziran ayı olarak planlanan seçimin sonuçları için en belirleyici etkenlerden biri olarak gösteriliyor.

Demiralp: Batı’ya yaklaşmak için fırsat

Dış politika uzmanlarına göre Batı’nın uyguladığı yaptırımlar için Türkiye üzerinde şu anda çok yoğun bir baskı bulunmuyor. Ancak savaşın çok uzaması durumunda bu baskının artabileceği belirtiliyor.

Öte yandan Türkiye yaptırımlara uymasa da Batı ile ilişkilerini bu savaşın etkisiyle düzeltme yoluna girebilir.

Büyükelçi Demiralp, buna örnek olarak 1856’daki Kırım savaşını örnek gösteriyor ve Ukrayna savaşının Türkiye’nin Batı’ya yaklaşması açısından bir fırsat olabileceğini belirtiyor.

“Türkiye yaptırımlara uymayabilir ama Batı ile birlikte hareket ettiğini her zaman belli etmelidir. Bizim yerimiz Batı’dır. NATO’nun genel tavrını, Batı’nın genel saldırganlığa karşı tavrını desteklemeliyiz” diyen Demiralp, demokrasi ve insan hakları alanlarında atılacak adımların Türkiye’nin imajının restorasyonu için yararlı olacağını vurguluyor.

Ünlühisarcıklı da Türkiye için “hiçbir şey yapmıyor” demenin de doğru olmadığını ve Ukrayna ile sürdürülen ilişkilerin önemli olduğunu belirterek şunları kaydediyor:

“Siyaseten aslında bir denge politikası yok. Türkiye bu çatışmada Ukrayna’dan yana taraf. Bunu Türk yetkililer defalarca söylediler. Denge kelimesini belki şöyle kullanabiliriz; Türkiye Rusya’ya gösterdiği tepkiyi dengeli bir zemine oturtuyor. Ve aslında takdir de topluyor.”

Ancak hem sahadaki sıcak savaşın ve hem de yaptırımlara dayalı ekonomik savaşın daha uzaması ihtimali Ankara’yı zorlayabilir ve üstündeki baskı artabilir.

Ünlühisarcıklı, “Türkiye’nin Rusya’ya olan bağımlılığını ve Rusya kaynaklı kırılganlığını zaman içinde azaltıp kendisini ayrıştırması lehine olacaktır” diyor.

Paylaşın