En Fazla Yoksul Diyarbakır Ve Şanlıurfa’da

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayımladığı İstatistik Araştırma Dergisi’nde yer alan “Türkiye’de Hanehalkı Yoksulluğunu Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi” başlıklı makalede en yoksul iller ve yoksulların oturduğu konut tipleri paylaşıldı.

Türkiye İstatistik Kurumu Uzmanı Onur Şentürk ve Gebze Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nuri Çelik imzasını taşıyan makaleye göre yoksulların yüzde 70,8’i müstakil evlerde oturuyor.

Cumhuriyet’in haberine göre; araştırmada en fazla yoksul hanenin yüzde 16 ile Urfa ve Diyarbakır’da, en az yoksul hanenin  ise yüzde 0,5 ile Zonguldak, Karabük, Bartın bölgesinde olduğu belirtildi.

Çalışmada kullanılan verilerde ayrıca yoksul hanelerin yüzde 70.8’i müstakil konutta, yüzde 15.1’inin 10 daireden az yerleşim yeri olan apartmanda, yüzde 9.4’ünün 10 daireden fazla yerleşim yeri apartman ve yüzde 4.6’sının ise ikiz ya da sıralı evde oturdukları ifade edildi.

“Yoksullar harcamalarını zor yapıyor”

Araştırmada yoksulların gerekli harcamaları nasıl karşıladıkları verisi  yer aldı. Yoksulların yüzde 65.5’inin hanelerinin genellikle gerekli harcamalarını zor yapabildiklerini, yüzde 33.7’sinin ne zor ne kolay ve yüzde 0.8’inin ise gerekli harcamaları kolay yapabildiklerini beyan ettikleri görüldü.

Yoksul hanelerin yüzde 60.3’ü dört ve daha fazla kişiden oluşurken, yüzde 18.6’sı üç ve dört kişilik hanelerden, yüzde 12.3’ü tek kişilik hanelerden ve yüzde 8.8’i ise iki kişilik hanelerden oluştuğu da makalede dikkat çeken istatistiklerden biri oldu.

“Yoksullar 50 yıllık binada yaşıyor”

Dergide yer alan detaylardan biri de yoksulların oturduğu konutların yaş analizi oldu. Makaleye göre yoksulların yüzde 48.7’sinin oturduğu konutun yaşı 20-49 yıllık iken, yüzde 21.6’sı 10-19 yıllık binalarda oturuyor. Yoksulların yüzde 15.5’i ise 50 yıl ve daha fazla yıllık binalarda ikamet ediyor. Yeni sayılabilecek 0-9 yaş arasındaki binalarda oturan yoksullar ise toplam yoksulların yüzde 14.2’sini oluşturuyor.

Araştırmada yoksul hanelerin yüzde 74.7’sinin yaşadığı çevrede; hava kirliliği, çevre kirliliği, toz, hoş olmayan koku, pis su veya diğer çevresel sorunlar görülürken, yüzde 25.3’ünde ise böyle bir problem yaşanmadığı belirtildi.

TÜİK’e göre yoksulluk

TÜİK’e göre yoksulluk ise insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaması durumu olarak özetleniyor. Yoksulluk kavramı kurum tarafından iki farklı şekilde ele alınıyor.

Dar anlamda yoksulluk: Açlıktan ölme ve barınmadan yoksunluk. Geniş anlamda yoksulluk: İnsan hayatının sürdürülebilmesini sağlayan gıda, giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçlara sahip olmasına rağmen yaşadığı çevrenin genel seviyesinin gerisinde kalmayı ifade ediyor.

Öte yandan TÜRK-İŞ mart ayı araştırması sonuçlarına göre, Türkiye’de açlık sınırı 4 bin 928, yoksulluk sınırı ise 16 bin 52 TL olarak belirlendi.

Paylaşın

Vatandaşın Takipteki Borcu 60 Milyar Liraya Ulaştı

Vatandaşların takipteki borçları varlık yönetim şirketlerine devredilenlerle birlikte 60 milyar lirayı buldu. Yılın ilk iki ayında, geçen yılın aynı dönemine göre bankaların karı ise yüzde 322 arttı.

Hayat pahalılığı karşısında vatandaşlar çözümü bankalar aracılığıyla ararken, veriler bankaların karını da katlayarak artırdığını gösteriyor. Ekonomik krizin yanı sıra iktidarın teşvik edici politikalarının da etkisiyle vatandaşların bankalara olan kredi borçları da her geçen gün artıyor.

Hayat pahalılığı karşısında vatandaşların bankalara talebi artarken, takipteki borçlar varlık yönetim şirketlerine devredilenlerle birlikte 60 milyar lirayı buldu. Yılın ilk iki ayında, geçen yılın aynı dönemine göre bankaların karı ise yüzde 322 arttı.

Bankalararası Kart Merkezi’nin verilerine göre, 2022 yılının ilk ayında kredi kartı sayısı bir önceki yıla göre yüzde 13 oranında artarak 86 milyon 209 bine çıktı. Bireysel kredi kullananlar da bir yılda 1,3 milyon kişi artarak 35,6 milyona ulaştı. Ortalama kredi borcu ise 30 bin TL olarak hesaplandı. Bireysel kredilerin yarısına yakını olan yüzde 45’inin ihtiyaç kredilerinden oluşması, yurttaşların daha çok yaşamını sürdürebilmek için bankalara başvurduğunu gösteriyor.

Bireylerin bankalara ve finansman şirketlerine olan konut, taşıt, ihtiyaç ve kredi kartı borcu takiptekilerle birlikte 1 Nisan itibarıyla 1 trilyon 77 milyar liraya çıktı. Bu borcun 837 milyar lirası konut, otomobil, ihtiyaç gibi bireysel kredilerden, 239 milyar lirası da kredi kartlarından kaynaklandı. Son hafta tüketici kredilerinde 5,1 milyar liralık, kredi kartı borçlarında ise 8,5 milyar liralık artış oldu.

Takipteki borçlar 28 milyar liraya çıktı

BirGün’den Nurcan Gökdemir’in haberine göre vatandaşların, bankalara, finansman şirketlerine, varlık yönetim şirketlerine ve TOKİ’ye olan toplam borcu ise son rakamlarla 1 trilyon 134 milyar lira olarak hesaplandı. Vadesi geldiği halde ödenemediği için bankalar tarafından icraya verilen takipteki borçları 28 milyar liraya çıktı. Varlık yönetim şirketlerine devredilenlerle birlikte takipteki borçlar ise 60 milyar lirayı buldu.

Bankalara olan borç ve ödeme güçlüğü yaşayanların sayısı sürekli artarken bankaların kredi kaynaklı kârlarında da rekor artışlar oldu. Vatandaşların mevduatlarına düşük faiz veren bankaların ve finansman şirketlerin kredi kartı ve krediler için belirledikleri faiz tutarı yüzde 30 dolayında belirleniyor.

Kur korumalı mevduat nedeniyle büyük kârlar elde eden bankacılık sektörünün bu yılın ilk iki aylık dönemindeki net kârı geçen yıla göre yüzde 322,8 oranında artarak 39 milyar lira oldu. Bankacılık sektörünün tüketici kredileri ve kredi kartlarından bu yılın ilk iki ayında toplam elde ettiği faiz geliri ise 28,1 milyar liraya ulaştı. Geçen yılın aynı döneminde 16 milyar 176 milyon TL olan kar, bir yılda 11 milyar 900 milyon lira arttı.

Paylaşın

Yoksulluk Gözler Önünde

MetroPOLL Araştırma Şirketi tarafından paylaşılan ankete göre, halkın yüzde 60’ı et tüketmeyi bıraktığını, yüzde 50’3’ü öğünlerini azalttığını, yüzde 31,9’u ise zaman zaman aç kaldığını söyledi.

Halkın ekonomik krizi günden güne şiddetlenirken, bu durum anketlere de yansıyor. MetroPOLL’ün, “Son yıllarda ekonomik durumunuzdan dolayı aşağıdakileri yaptığınız oldu mu?” sorusu üzerine yaptığı ankette çarpıcı sonuçlar elde edildi.

Katılımcıların soruya verdiği yanıtlar şöyle:

“Yemek öğünlerini azalttım” diyenlerin oranı yüzde 50,3; ‘azaltmadım’ diyenlerin yüzde 49. Cevap vermeyenlerin oranı yüzde 0,7.

“Zaman zaman aç kalıyorum” diyenlerin oranı yüzde 31,9; ‘kalmıyorum’ diyenlerin yüzde 67,2. Fikir belirtmeyenlerin oranı yüzde 0,9.

“Et tüketmeyi bıraktım” diyenlerin oranı yüzde 61,8, ‘bırakmadım’ diyenlerin yüzde 37,3. Fikir belirtmeyenlerin oranı yüzde 1.

“Kalın giyinip evi ısıtmıyorum” diyenlerin oranı yüzde 53,7; ‘ısıtıyorum’ diyenlerin yüzde 44,7. Fikir belirtmeyenlerin oranı yüzde 1,6.

“Daha az çamaşır yıkıyorum” diyenlerin oranı yüzde 57,9; değişmediğini belirtenlerin yüzde 40,5. Fikir belirtmeyenlerin oranı yüzde 1,7.

“Özel araç kullanımını bıraktım” diyenlerin oranı yüzde 62,5; ‘bırakmadım’ diyenlerin oranı da yüzde 34,9. Fikir belirtmeyenlerin oranı yüzde 2,6.

Paylaşın

JP Morgan’dan Dikkat Çeken Türkiye Raporu

Piyasa değeri açısından dünyanın en büyük bankalarından biri olan JP Morgan’un yayımladığı son raporda, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) politika faizini yüzde 14’te tutacağı ve yıl sonunda büyümenin yüzde 3.2 olacağı tahminine yer verildi.

Raporda, politikalar ve yüksek küresel emtia fiyatlarının enflasyonda sert yükselişe neden olduğu, TCMB’nin yüksek enflasyona karşı yanıt vermesini beklemediklerini ve asıl riskin yerel yatırımcı güveni olduğunu bildirdi.

Enflasyon yüzde 65

Bloomberg HT’nin aktardığı raporda, “Enflasyondaki yükselişi tetikleyen birçok faktör var: kur geçişkenliği, küresel emtia fiyatlarındaki yükseliş, kötü hava koşulları, güçlü iç talep, gevşek para politikası, ortodoks olmayan politika kararları, zayıf para birimi bunlardan birkaçı. Bu faktörlerden birkaçı gelecek aylarda ivme kaybedecek. Ancak küresel emtia fiyatları yüksek seyrini korutabilir ve tedarik zincirinde sıkıntılar devam edebilir. Enflasyonun yıl sonuna kadar yüzde 65 civarında seyretmesini bekliyoruz” değerlendirmesi yapıldı.

Büyüme beklentisi yüzde 3,2

Kurum, geçen sene yüzde 11 büyüyen Türkiye ekonomisinde büyümenin bu sene yüzde 3.2’ye gerileyeceğini öngördüğü raporda, “Yüksek ve volatil seyreden enflasyon reel büyüme tahmini yapmayı zorlaştırıyor. Negatif reel faizler ve fiyatlarda artış beklentisi özel tüketimi destekliyor. Ancak sıkılaşan küresel likidite ve Ukrayna savaşına dair belirsizlikler nedeniyle bu yıl yüzde 3.2 büyüme bekliyoruz” ifadesi kullanıldı.

Paylaşın

Türkiye, Rus Oligarklara Nasıl Kur Yapıyor?

Birleşik Krallık merkezli The Economist, dergisi “Türkiye Rus oligarklara nasıl kur yapıyor?” başlıklı yazısında Ukrayna Savaşı bağlamında Türkiye-Rusya ilişkilerini yorumladı. Ankara’nın dış politikasının eleştirildiği imzasız yazıda, Türkiye’nin “Rus sermayesine sıcak bakarken Ukrayna’ya silah sattığı” belirtildi.

Türkiye’nin Rusya’ya karşı net bir tavır almadığı suçlamalarının dile getirildiği yazı, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesinin üzerinden birkaç hafta geçmişken, İngiltere tarafından yaptırım listesine alınan Rus oligark Roman Abramoviç’e ait iki süper lüks yat Türkiye limanlarına demirledi” cümlesiyle başlıyor. Yazı şöyle devam ediyor:

“İki diğer oligark Andrey Molçanov ve Maksim Şubarev ile eski Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’le ilişkilendirilen teknelerin de görüldüğü bildirildi. 29 Mart’ta Abramoviç Türkiye’de ortaya çıktı ve barış görüşmeleri için İstanbul’a gelen Rusya ve Ukrayna müzakere heyetlerine katıldı.

“Türkiye bu savaşta birden fazla rol oynuyor. Bir NATO üyesi olarak Ukrayna’yı destekliyor ve ona çok sayıda Rus tankını enkaza çeviren silahlı insansız hava araçlarını (SİHA’lar) satmayı sürdürüyor. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya’nın işlediği suçlara yönelik eleştirileri hafifti. Daha da endişe verici olan, Türkiye’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları etrafından dolandığına dair işaretler olması.”

Economist daha sonra bu kuşkularını hangi açıklamalar ve tutumlarla desteklediğini sıralıyor:

“Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 26 Mart’ta, Rus oligarkların uluslararası hukuka saygılı oldukları sürece yatırımlarını Türkiye’ye getirebileceklerini söyledi. Erdoğan da ‘kapıları açık tutacağını’ söyledi. Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde, Türkiye ve Rusya arasındaki ticaretin ruble, Çin yuanı veya altın ile yapılmasını önerdi. Bir Rus hava savunma sistemi (S-400) satın aldığı için zaten Amerikan yaptırımlarıyla yüz yüze olan Türkiye, Rusya ile yeni silah anlaşmaları yapma ihtimalini reddetmemişti.

“Türklerin çoğu kendilerini Ukrayna’ya yakın hissediyor. Fakat Erdoğan’ın Batı’yı kışkırtma ve Rusya’ya taviz verme alışkanlığı da etkisini gösteriyor. Yakında yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre Türklerin yüzde 73’ü, ülkelerinin Ukrayna konusunda tarafsız kalmasını istiyor. Savaştan Rusya’nın sorumlu olduğunu düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 34. Yüzde 48, ABD ve NATO’yu suçluyor. Erdoğan, savaş suçları da dahil hiçbir şeyin Putin ile ilişkisini bozmasına izin vermemekte kararlı görünüyor.”

Economist bu noktada, “Rusya diktatörü” olarak nitelendirdiği Putin’in sözcüsü Dimitri Peskov’un 2 Nisan’da “Türkiye ile ilişkilerimiz harikulade” dediğini hatırlatıyor.

‘Zelenskiy, Erdoğan’dan hep övgüyle söz ediyor’

Economist, “Erdoğan’ın Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yapma teklifi övgüyle karşılandı” diyor ve ekliyor: Diğer liderleri Rusya konusunda fazla yumuşak davranmakla suçlayan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Türkiye liderinden hep övgüyle söz ediyor.

Yazıda ayrıca Carleton Üniversitesi’nin Çağdaş Türkiye Araştırmaları Merkezi’nden Yevgeniya Gaber’in görüşlerine de yer verilmiş. Gaber’e göre ,”Ukrayna’nın Türkiye’yi eleştirmemesinin nedeni Türk SİHA’ları olabilir.”

Economist’teki yazı şu satırlarla noktalanıyor: “Türkiye’nin Rusya’ya karşı ortak yaptırımlara katılmayı reddetmesi şaşırtıcı değil. Ülke geleneksel olarak yaptırımların bir dış politika aracı haline gelmesine her zaman karşı olmuştu. Fakat Erdoğan’ın fırsatçılığının Batı başkentlerinde yarattığı bıkkınlık büyüyor. Birçokları, Türkiye’nin sonuç getirmeyen barış görüşmelerini bir bahane olarak kullandığını düşünüyor.

“Bir Avrupa yetkilisi ‘Burada kimse müzakerelerin başarılı olacağına inanmıyori. Rusya Ukrayna’yı yok etmeye kararlı ve buna engel olmak Türkiye’nin çıkarına olmalı’ dedi.”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

‘Turizm Sezonu’ Başlamadan Bitti

AK Parti iktidarı turizm sezonu öncesi olumlu açıklamalar yapmasına karşın sektör can çekişiyor. Kovid 19 salgını ve ekonomik kriz yüzünden iki yıldır turizm sektörü dibe vurmuşken şimdi de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sektörü adeta durma noktasına getirdi. Turizmciler de işçiler de sezona kısa günler kala hazırlıklarını sürdürmesine rağmen umutları yok.

Birgün’den Aycan Karadağ’a açıklamada bulunan Bodrum Profesyonel Otel Yöneticiler Derneği Başkanı (BOYD) Serdar Karcılıoğlu, turizm sektörünü belirsiz bir sürecin beklediğini kaydetti. Karcılıoğlu, “Türkiye satın alan turist için öncelikle döviz kurlarının getirdiği olağanüstü farka dayalı olarak ülkesinde bir adet bira yerine ülkemizde belki de on bira içebilecek. Ülkesinde bir hafta yaşam için harcayacağı para ile burada bir ay yaşayabilecek avantaja dönüştü. Kısaca ucuz ülke bu kez neredeyse ‘bedava ülke’ imajına dönüşecek. En önemlisi bu kalıcı ve bizim bu sarmaldan çıkmak için çok uzun yıllara ihtiyacımız olacak” dedi.

Karcılıoğlu şunları kaydetti: “Kalkıp bu tür patlayan çatlayan rezervasyonlardan bir başarı hikâyesi çıkarmak ve bu yönde demeçler vermek ancak bilgisiz ve gafillerin işidir. Sektör can çekişiyor, büyük borç batağı içerisindedir. Otellerde yiyecek içecekte yüzde 128 diğer giderlerde yüzde 87 enflasyon olduğu açıklandı. Oteller geçen yılki fiyatlarına en az yüzde 100 ilave yapmaları durumunda başa baş noktayı yakalayabilecekler. Şimdi birçok tesis sıcak para imkânını kullanmak üzere maliyetlerinin altında satışlar yapabilirler ve yapacaklardır. İşte esas felaket de burada kopacaktır. Kısaca son 40 yılda elde ettiğimiz kazanımlarımızın hemen hepsini kaybetmek durumundayız. Bu konuya el atması gereken Ankara kafasını kuma gömmüş, bir anlamda da sadece bu mavi boncuk çığırtkanlarını dinlemekle yetiniyor.”

“İşçilerin birçoğu zorunluluk nedeniyle çalışıyor”

Turizm, Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası (TEHİS) Genel Sekreteri Ferhat Zorbay ise sezon öncesi işçilerin yaşadığı sorunları aktardı. Zorbay, “Turizm sezonunun açılmasıyla birlikte yurtiçinde 250-300 bin mevsimlik turizm işçisi Ege ve Akdeniz’e akın ediyor. Nisan, mayıs ayları ile birlikte başlayan sezon, ekim kasım ayında sonlanıyor. Bu süre zarfında binlerce iş yeri işçi arayışına giriyor. Hem ucuz iş gücü hem kayıt dışı çalıştırılmanın en yoğun yaşandığı alanların içerisinde yer alıyor bu sektör. Uzun mesai saatlerinin ve yoğun şekilde kayıt dışı çalıştırılmanın olduğu bir alan olması sebebiyle işçilerin birçoğu zorunluluk nedeniyle çalışıyor” dedi.

Zorbay şunları dile getirdi: “Otel işçileri 24 saatlik bir dilimde çalıştırılıyor, mesai saati gibi kavramlar geçersiz kalıyor. Bunun yanı sıra bütün sezon çalıştırılıp hakları verilmeyen binlerce işçi oluyor. Bütün bunların karşısında Turizm Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası olarak yeni döneme bütün bu süreci örgütlemek ve mevsimlik turizm işçilerinin insanca yaşam koşullarını kazanabilecekleri bir mücadele pratiği örgütlemeyi planlıyoruz.”

Paylaşın

Türkiye-ABD Arasında Diplomasi Trafiği: Masada Neler Var?

Bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirerek dış politikada bir “restorasyon dönemi” inşa çabası içinde olan Türkiye ile Türkiye-ABD ilişkilerinde Rusya-Ukrayna savaşının da etkisiyle diplomasi trafiğinin hızlandığı bir dönem yaşanıyor.

Türkiye ile ABD ilişkilerinin gündeminde Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ardından gelen Rusya’ya yönelik yaptırımlar, yeni işlerlik kazanan Stratejik Mekanizma, Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi ve Türkiye’nin ABD’den talep ettiği F-16 savaş uçaklarının olası satışı gibi konu başlıkları öne çıkıyor.

Rusya yaptırımları Türkiye’yi etkiler mi?

Rusya’ya bir dizi yaptırım uygulama kararı alan ABD ve Batılı ülkeler bunları giderek ağırlaştırırken, Türkiye ise bu yaptırımlara uymayacağını açıklamıştı.

Rusya ve Ukrayna ile yakın ilişkileri bulunduğunu ve ikisinden de vazgeçmeyeceğini belirten Ankara, Montrö Sözleşmesi’ni titizlikle uyguladığını, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklediğini ve barış için çabaladığını vurguluyor.

Washington ise bir yandan Ankara’nın kolaylaştırıcı rolünün önemli olduğunu söylerken, diğer taraftan Türkiye’ye Rusya’nın yaptırımları delmesine imkan vermeme konusunda dikkatli olma çağrısı yapıyor.

Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Çalışmaları Enstitüsü Direktörü Gönül Tol, Rusya’ya uygulanan yaptırımlarla ilgili ABD Hazine Bakanlığı’nın çok hassas olduğuna dikkat çekerek, izlenimlerini şöyle aktarıyor:

“Hazine Bakanlığı’nın bakış açısı şöyle; yeni yaptırımlar uygulamak önemli olabilir ama ondan daha önemli olan mevcut yaptırımların yüzde yüz uygulanmasını ve delinmemesini sağlamak.”

Tol bu nedenle Türkiye üzerindeki yaptırım baskısının bundan sonra artabileceğini belirtiyor.

German Marshall Fund Türkiye Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin eskiden beri prensip gereği Birleşmiş Milletler’in (BM) onaylamadığı yaptırımlara katılmadığını söyleyerek, şu ana kadar Türkiye’ye yaptırımlar için çok büyük bir baskı gelmediğini belirtiyor. Ünlühisarcıklı, bu konudaki hassas noktayı ise şöyle aktarıyor:

“Çok büyük baskı da gelmeyecek gibi ama Türkiye’nin diğer ülkelerin uyguladığı yaptırımları Rusya’nın delebilmesi için de fırsat sunmaması gerekiyor. Eğer hatırlarsak ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlarda Türkiye’nin biraz İran’ın yaptırımlarının çevresinden dolanmasına imkan sağlama gibi bir rolü olmuştu. Türkiye bunun için bedel de ödedi.”

ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Victoria Nuland’ın geçtiğimiz günlerde Ankara’da yaptığı görüşmelerde de bu konunun gündeme geldiği belirtiliyor.

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Sözcüsü Julie Eadeh, görüşmelere ilişkin soruya cevaben “Sayın Nuland’ın da dediği gibi, Türkiye’nin dikkatli olması ve topraklarının yaptırımlardan kurtulunmasına ya da Rus oligarkların kirli parası için havuz olmasına izin vermemesi çok önemli” ifadelerini kullanmıştı.

Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu ise ABD’nin yaptırımlarını giderek ağırlaştırdığına dikkat çekerek, Türkiye için asıl sıkıntı yaratabilecek olanın bundan sonra gelmesi muhtemel “ikincil yaptırımlar” (secondary sanctions) olabileceğine dikkat çekiyor.

ABD’li bazı senatörler tarafından zaman zaman dile getirilen ancak henüz karar verilmeyen “ikincil yaptırımların” uygulanması durumunda diğer ülkelerdeki şirketler ya da kişiler seçim yapmak durumunda bırakılacak ve sadece ya Rusya ya da ABD ile ticaret yapabilecek.

Stratejik Mekanizma ne kadar etkili olur?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın üzerinde anlaştığı “Stratejik Mekanizma” kapsamında iki ülke dışişleri ve ticaret bakanlıkları yetkilileri de ABD’den Türkiye’ye oligark mesajı: Kirli paranın havuzu olmayın geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir araya gelmişti.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu mekanizma çerçevesinde bakanlar düzeyinde görüşmeler yapmak için ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile 18 Mayıs’ta Washington’da bir araya geleceğini söyleyerek, “Bu mekanizmanın sonuç odaklı olmasını, verimli geçmesini istiyoruz” diye konuştu.

Ancak uzmanlara göre iki ülke arasında daha önce de ismi farklı da olsa buna benzer mekanizmalar kuruldu ancak çok sonuç getirmedi.

Loğoğlu, ilişkileri düze çıkarmak için daha önce de benzer oluşumlara gidildiğini hatırlatarak, şöyle konuşuyor:

“Bu kez adı çok iddialı ama farklı bir mekanizma değil. Fazla bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. Çünkü iki ülke arasındaki sorunların devamının nedeni sorunları ele alacak mekanizmaların yokluğu değil, bunlar daha önce de vardı. Asıl sorun karşılıklı güven ve örtüşen çıkarların gereğini yapmaktaki engeller.”

Loğoğlu’na göre yapısal olan bu engellerin başında S-400 konusu geliyor.

Loğoğlu: S-400 konusu ABD için kapanmadı

ABD’nin, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması nedeniyle Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar da devam ediyor.

Büyükelçi Loğoğlu CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası) yaptırımlarının bir yasadan kaynaklandığını ve yönetimin de yasanın gereğini uygulamak durumunda olduğunu belirterek, “Her ne kadar Türk tarafı ‘bu iş kapanmıştır, bitmiştir’ dese de hiçbir Amerikalı bu görüşe katılmaz. S-400’ler Türkiye’de bulunduğu sürece bu mesele ABD bakımından devam eder” diye konuşuyor.

German Marshall Fund Türkiye Direktörü Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin çelişkileri bir yana bu konuda ABD’yi de çelişkili bulduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Bir yandan ABD bütün NATO müttefiklerine askeri harcamalarını artırmaları, caydırıcılıklarını güçlendirmeleri yönünde telkinde bulunuyor. Ama öte yandan gerek CAATSA yaptırımları gerek bu F-16 gibi alım satımlarda ABD Kongresi’nin vetosu nedeniyle NATO’nun en büyük ikinci en büyük F-16 filosuna sahip Türkiye caydırıcılığını artıramıyor.”

Kongre’ye F-16 mektubu ne anlama geliyor?

İki ülke ilişkilerinin önemli bir başka gündem maddesi olan 40 adet yeni savaş uçağı ve 80 modernizasyon kitini kapsayan F-16 görüşmeleri ile ilgili de son günlerde önemli gelişmeler yaşanıyor.

Reuters’ın haberine göre ABD Dışişleri Bakanlığı Kongre’ye bir mektup göndererek, Türkiye’ye potansiyel F-16 savaş uçağı satılmasının ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarıyla uyumlu olacağını bildirdi. Satışla ilgili Kongre’deki süreç önemli görülüyor.

Türkiye-ABD ilişkilerini yakından takip eden Gönül Tol, Rusya’nın saldırısının ardından ABD bürokrasisinde Türkiye ile ilgili eskiye kıyasla daha ılımlı bir hava oluştuğunu, geneli yansıtmasa da ABD bürokrasindeki bir kanadın Türkiye ile ilişkilerin toparlanabileceğini düşünmeye başladığını belirterek, son mektubun bu kapsamda değerlendirilebileceğini söylüyor.

F-16 satışını aslında ABD’nin Türkiye’ye vereceği bir “taviz” olarak görmemek gerektiğini de belirten Tol, NATO’nun bir müttefikini askeri olarak zayıflatmanın doğru olup olmadığı tartışmalarının devam ettiğini söylüyor.

Bu arada bir süredir devam eden teknik görüşmelerin ardından gelen bu mektup Ankara’yı memnun ederken, F-16 satışına ‘tamam’ demek için henüz erken olduğuna işaret ediliyor.

Tol, Kongre üyelerinin Türkiye’ye karşı hâlâ pek olumlu bakmadığını söylerken, Ünlühisarcıklı da buna benzer süreçlerin geçmişte de yaşandığını anımsatıyor ve eski örnekleri şöyle anlatıyor:

“Dışişleri Bakanlığı Kongre’ye bu doğrultuda bir mektup gönderdikten sonra, hemen ardından Kongre de bakanlığa bunun neden olmaması gerektiğiyle ilgili karşı mektup gönderiyor. Şu anda maalesef ABD Kongresi’nde Dış İlişkiler Komisyonu’nda Türkiye aleyhtarlığı ile ilgili iki partili bir uzlaşı var.”

Büyükelçi Loğoğlu ise psikolojik bir etkisi olacağını söylediği mektubun sonuç verip vermeyeceği konusunda şüpheli. Loğoğlu şüphelerini şöyle açıklıyor:

“İki nedenden ötürü sonuç alınamaz. Birincisi bu mektupta F-16’ların satışı ile ilgili tam bir kararlılık ve takvim yok. İkincisi Kongre’nin onay vermesi gerekiyor. O bakımdan (bu mektubu) Türkiye’nin şu sıralarda Rusya tarafına kaymaması için bu tarafta tutmaya yönelik bir hamle olarak görüyorum.”

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Türkiye’de Hiperenflasyon Riski Ne Kadar Yakın?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre enflasyon martta yüzde 5,46 arttı, yıllık bazda yüzde 61,14 olarak gerçekleşti. TÜİK’in resmi enflasyon verilerine alternatif olarak çıkan bağımsız araştırma grubu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise tüketici fiyat endeksinin mart ayında %11,93’ ulaştığını, yıllık enflasyonun da %142,63 olarak gerçekleştiğini duyurdu.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “Kur stabil olduysa faiz de gündemden çıktıysa, enflasyonu da er ya da geç birlikte alaşağı edeceğiz.” dedi.

Fakat muhalefet partileri hiperenflasyon uyarıları yaptı. Peki hiperenflasyon riski ne kadar yakın, gelinen aşamada Merkez Bankası’nın elinde enflasyonu düşürmek için hangi reel seçenekler var? Türkiye’deki durumun nedenleri, küresel çapta enflasyon artışlarından farklı mı?

Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve Merkez Bankası eski başekonomisti Hakan Kara ve Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof.Dr. Şenol Babuşçu ile Ekonomi yazarı Barış Soydan euronews’e değerlendirdi.

Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve Merkez Bankası eski başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara’ya göre Türkiye uzun yıllar çok yüksek enflasyonla yaşayıp hiperenflasyona gitmemiş tek ülke.

Dolayısıyla tarihsel perspektiften bakınca hiperenflasyon riski düşük. Fakat mevcut politikalarda ısrar edilirse enflasyon sorunu giderek ciddileşebilir.

Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Kara, Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürebilmek için faiz ve iletişim aracını etkin bir şekilde kullanması gerektiğini düşünüyor.

“Merkez Bankası faiz ve iletişim aracını etkin bir şekilde kullanabilirse enflasyon dinamiklerindeki bozulmayı sınırlayabilir. Ancak gerçek anlamda fiyat istikrarına ulaşmak için artık merkez bankasının dışında tamamlayıcı tedbirlere de ihtiyaç var. Güven veren ve riskleri azaltan güçlü bir makroekonomik program uygulanmadan enflasyonu kalıcı olarak düşürmek mümkün olmaz.’’

Türkiye’deki enflasyon artışını para politikasının devrede olmamasına bağlayan Merkez Bankası eski başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara Türk parasının ‘sahipsiz kaldığını’ düşünüyor.

“Türkiye’de enflasyon yüzde 61, bize benzeyen akran ülkelere ortalama enflasyon 7-8. Aradaki fark tamamen bizim kendi yarattığımız enflasyon. Bizde enflasyondaki ilave bozulmanın temel sebebi para politikasının devrede olmaması. Merkez Bankası elindeki aracını kullanamadığı için paramız sahipsiz kalıyor. Sahipsiz kalan para satın alma gücünü kaybeder. Olay bu kadar basit.’’

Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof.Dr. Şenol Babuşçu’ya göre ise her ne kadar resmi rakamlara yansımasa da hiperenflasyon var. Ve TÜİK bu şekilde mücadele etmeyi bırakırsa gerçek anlamda enflasyon yüzde 100’ü bulabilir.

“Mücadele edilmezse enflasyonda üç haneli rakamları göreceğiz. Bununla birlikte enflasyondaki bozulmanın temel nedeni Eylül 2021’den itibaren atılan politika faiz kararındaki adımlar. Enflasyon, 23 Eylül’deki para politikası kararına kadar yüzde 19’du. Buradan yüzde 61’e çıktı. Yani tek nedeni faizlerin indirilmesidir.’’

Prof.Dr. Şenol Babuşçu, enflasyonla mücadele etmesi gereken Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı’nın sessiz kaldığını ifade ediyor.

“Merkez Bankası’nın beş altı aydır sesi çıkmıyor yani enflasyonla mücadelede politika uygulamıyor. Merkez Bankası’nın para politikası uygulaması gerekiyor. Hazine ve Maliye Bakanı ise sadece konuşuyor, maliye politikasını uygulamıyor. Bunun nedeni de hükümet tarafından dışlanmışlık ve kararlarını bağımsız alamaması. Örneğin Merkez Bankası’nın en önemli silahı faiz ama bunu kullanamıyor. Burada enflasyonla mücadele eden tek kurum TÜİK. TÜİK hiperenflasyon olmasın diye elinden gelen her çabayı gösteriyor. Olmaması da yine TÜİK’in başarısına bağlı. TÜİK’in açıkladığı rakamlara da güvenmiyorum çünkü enflasyon yüzde 100’ün üzerinde. ENAG verileri ve ÜFE ile market fiyatları bunu gösteriyor.’’

”Türkiye’nin yaşadığı enflasyon artışı küresel çapta enflasyon artışlarından farklı”

Kısa vadede bir toparlanmadan bahsedilemeyeceğini düşünen Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof.Dr. Şenol Babuşçu, uzun vadede faiz oranlarının arttırılmasıyla bir çıkış bulunacağı görüşünde.

“Türkiye’nin yaşadığı enflasyon artışı küresel çapta enflasyon artışlarından tamamen farklı. Politika faizini indirmesinden kaynaklı, uluslararası piyasaların etkisi kısıtlı. Kısa vadede bir adım atılacağını sanmıyorum ama uzun vadede faiz oranları arttırılırsa bir çıkış var. Bunu da çok büyük bir kur artışında kullanacaklar. Başka kullanmayacaklar.’’

Ekonomi yazarı Barış Soydan da hiperenflasyon riskine karşılık resmi enflasyon rakamlarının ne kadar gerçek olduğunu sormanın önemli olduğunu düşünüyor.

“İktidarın seçime kadar bu şekilde gideceklerini düşünüyorum. O nedenle enflasyonun daha da sert yükseliş riski var. Hiperenflasyon tanımı tartışmalı. Bana göre yüzde 100 oranı Türkiye için hiperenflasyondur. Ama iktisada baktığımızda yüzde 200 kabul ediliyor. Eğer yüzde 200’ü baz alacaksak Türkiye hiperenflasyona uzak hatta yıl sonunda daha da uzaklaşacak.’’

Başkanlık Sisteminin Merkez Bankası’nın tersine politika izlemesini engellediğini düşünen ekonomi yazarı Barış Soydan, acilen atılması gereken adımları şöyle sıralıyor:

“Bir ülkenin Merkez Bankası enflasyon altında bir politika faizi verirse bunun anlamı ben enflasyonla mücadele etmek istemiyorum demektir. Ne yapmalı? Merkez Bankası para politika faizinde arttırıma gitmeli. İkincisi yapısal sorunlar çözülmeli. Mesela en başta tarım geliyor. Ekili alanlar azalıyor, çiftçiler bırakıyor. Bu kolay bir iş değil ama önüne geçilmeli. Sonra maliye politikaları geliyor. Devletin kemer sıkması gerekiyor, daha az borçlanmalı ve daha az harcamalı. Mesela gösterişli projelerden vazgeçilmeli. Kanal İstanbul hala gündemde. En zoru ise enflasyon bekleyişlerini kırmak. Ki bunu kırmaya yönelik politikalar geliştirilmeli.’’

(Kaynak: Euronews)

Paylaşın

Prof. Veysel Ulusoy: Türkiye Hiperenflasyon Dönemine Girdi

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) resmi verilerine göre mart ayında tüketici enflasyonu yüzde 61’e yükselirken, üç haneli rakamlara demir atan üretici enflasyonu ise yüzde 114 oldu.

Mart ayı enflasyonunu yüzde 142 olarak hesaplayan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAGrup) kurucusu Ekonomist Prof. Dr. Veysel Ulusoy’a göreyse Türkiye hiperenflasyon sürecine girmiş durumda.

Hiperenflasyon tanımının yıllık yüzde 200’ün üzerine çıkan enflasyonda kullanıldığını hatırlatan Ulusoy, ancak yeni jenerasyon hiperenflasyon tanımında farklı unsurların yer aldığını anlattı.

Çift haneli işsizlik, gelirsizlik ve yıllık enflasyonun OECD ortalamasının 10 katı olmasının hiperenflasyon olarak tanımlanabileceğini aktaran Ulusoy, Sözcü’den Taylan Büyükşahin’e yaptığı açıklamada, bu şartlar altında Türkiye’nin hiperenflasyon sürecine girdiğini ifade etti.

Hükümetin aralık ayından itibaren baz etkisiyle enflasyonun düşmesine bel bağladığını söyleyen Prof. Dr. Veysel Ulusoy, bir program ve yapısal reform olmadan enflasyonun sadece baz etkisiyle düşürülmesinin acizlik olduğunu vurguladı.

Hükümetin baz etkisiyle seçime gitmek istediğini anlatan Ulusoy, “Hayat pahalılığı inanılmaz derecede artacak. Ortada bir ekonomik başarı yok. KKM gibi ek faiz uygulamaları ile dahi dövizi düşüremiyorsunuz. Reformlara şu an başlasak bile 3-4 yıl restorasyon sürer” dedi.

OECD ortalaması kaç?

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bölgesinde enflasyon, Türkiye’nin etkisiyle son 32 yılın en yüksek seviyesine çıkmıştı. OECD bölgesinde ocakta yüzde 7,2 olan yıllık enflasyon, şubat ayında yüzde 7,7’ye yükseldi.

Öte yandan söz konusu orandan Türkiye dışarıda tutulduğunda OECD enflasyonunun yüzde yüzde 6,3 seviyesinde olduğu açıklanmıştı.

Paylaşın

ABD’den Türkiye’ye F-16 Satışı İçin Yeşil Işık

Türkiye’yi F-35 programından çıkaran ABD, F-16 satışı için yeşil ışık yaktı. ABD Dışişleri Bakanlığı, Kongreye gönderdiği mektupta, Türkiye’ye F-16 satışına olumlu yaklaştığını belirterek, Washington açısından “ikili ilişkilerde savunma alanındaki ticari bağların desteklediği önemli çıkarlar olduğuna” vurgu yaptı.

ABD Dışişleri Bakanlığı, Kongre’ye gönderdiği mektupta Türkiye’ye olası F-16 savaş uçağı satışı konusunda görüş bildirdi.

Mektupta satışın yapılacağına dair herhangi bir teminat ya da zaman çizelgesi bulunmuyor ancak Türkiye’ye F-16 tedarik edilmesinin ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarıyla uyumlu olacağı ve uzun vadede NATO’nun bütünlüğüne hizmet edeceği belirtiliyor.

Reuters’ın haberine göre, 17 Mart tarihli mektup, ABD Temsilciler Meclisi üyelerinin 4 Şubat’taki mektubuna cevaben yazıldı. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partilerden 50’yi aşkın vekil, bu mektupta Biden yönetimine Ankara’nın F-16 talebini reddetmesi için çağrıda bulunmuştu.

Türkiye geçen Ekim ayında ABD’den 40 adet Lockheed Martin yapımı F-16 savaş uçağı ve 80’e yakın modernizasyon kiti satın almak için talepte bulunmuştu. Washington şu ana kadar olası satışla ilgili görüş bildirmekten imtina etmişti.

ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’ye silah satışı, Ankara’dan Rus S-400 hava savunma sistemleri almasının ardından tartışmalı hâle gelmişti. ABD bu alım nedeniyle Ankara’ya bir dizi yaptırım uygularken Türkiye F-35 programından da çıkarılmıştı.

Ukrayna vurgusu

ABD Dışişleri Bakanlığı Yasama-Kongre İlişkilerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Naz Durakoğlu’nun imzasıyla Kongre’ye gönderilen mektupta, Ankara-Washington ilişkilerinde yaşanan gerginliğin kabul edildiği ancak Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği desteğin ve bu ülkeyle olan savunma bağlarının önemine de vurgu yapıldığı görüldü. Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği bu desteğin “bölgedeki habis nüfuz karşısında önemli bir caydırıcı” olduğu belirtildi.

Washington’ın S-400’ler nedeniyle gerçekleştirdiği cezalandırıcı eylemlerin Ankara’ya “ciddi bir bedel ödettiğini” vurgulayan ABD Dışişleri Bakanlığı, “Bununla beraber yönetim, NATO ittifakının uzun vadeli bütünlüğü ve kapasitesine ilişkin çıkarların yanı sıra ABD ile Türkiye arasında savunma alanındaki ticari ilişkilerle desteklenen ABD ulusal güvenlik, ekonomik ve ticari bağlarına yönelik ikna edici çıkarlar olduğuna inanıyor” ifadesini kullandı.

Mektupta ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığının Türkiye’ye F-16 satışına onay vermesi durumunda bunu ilgili yasal süreç kapsamında Kongre’ye bildireceği hatırlatıldı.

Erdoğan – Biden görüşmesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden ile 10 Mart’ta yaptığı telefon görüşmesinde, Türkiye’nin ABD’den 40 yeni uçak alımı ve mevcut F-16’ların modernizasyonunu içeren talebinin en kısa sürede neticeye ulaştırılmasını beklediğini ifade ederek, savunma sanayii alanında Türkiye’ye yönelik tüm haksız yaptırımların kaldırılmasının zamanının da çoktan geldiğini dile getirmişti.

Yabancı ülkelere silah satışı nasıl işliyor?

ABD’nin yabancı ülkelere silah satışlarına onay veren Dışişleri Bakanlığı, resmi satış onayından önce Kongrenin satışa ilişkin talebi ya da sorusu olursa bunlara mektup ile yanıt vererek yönetimin yaklaşımını ortaya koyuyor.

Bakanlık, ilgili silah satışına onay verdiğinde bunu resmi bir bildirimle Kongreye iletiyor. Dışişleri Bakanlığının silah satış onayları ABD yönetimi açısından satışın bir mahzuru olmadığı anlamına geliyor.

ABD Kongresinin 30 iş günü içinde Bakanlığın kararına itiraz etmemesi durumunda, yönetim satışın yapılmasına onay verilen ülke ile satış paketinin içeriği için görüşmelere başlıyor. Bu görüşmelerin sonunda ABD, o ülkeye bir teklif mektubu sunuyor; teklife olumlu yanıt aldığı takdirde de tedarik işlemi gerçekleşiyor.

Paylaşın