IMF, Türkiye’nin Büyüme Oranını Aşağı Çekti

Uluslararası Para Fonu (IMF), Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle bu yıla ilişkin küresel büyüme tahminini yüzde 4,4’ten yüzde 3,6’ya indirdi. Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme tahmini ise bu yıl için yüzde 2,7 ve gelecek yıl için yüzde 3 olarak belirlendi.

IMF, Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nun Nisan 2022 sayısını “Savaş Küresel Toparlanmayı Geciktiriyor” başlığı ile yayımladı.

Raporda, Ukrayna’daki savaşın maliyetli bir insani krizi tetiklediği, çatışmadan kaynaklanan ekonomik hasarın 2022’de küresel ekonomik büyümede önemli bir yavaşlamaya katkıda bulunacağı aktarıldı.

Savaşın büyümeyi azaltacağı, enflasyonu ise artıracağına işaret edilen raporda, merkez bankalarının para politikalarını sıkılaştırmasıyla faiz oranlarının artmasının beklendiğini, birçok ülkenin ise savaşın ekonomileri üzerindeki etkisini yumuşatmak için sınırlı maliye politikası alanına sahip olduğu kaydedildi.

Küresel görünüme yönelik aşağı yönlü riskler hakim
Raporda, dünyanın birçok bölgesi için yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizinin akut aşaması geçiyor gibi görünse de özellikle aşılanmamış kişiler arasında ölümlerin yüksek seyrettiği, Çin’deki kilit üretim ve ticaret merkezlerindeki son dönemde uygulanan karantina önlemlerinin başka yerlerdeki arz kesintilerini artırabileceği ifade edildi.

Belirsizliğin yüksek, küresel görünümeyse aşağı yönlü risklerin hakim olduğuna dikkatin çekildiği raporda, Ukrayna’daki savaşın yüksek gıda ve enerji fiyatları nedeniyle daha geniş sosyal gerilimler yaşanması olasılığını artırdığı ve bunun da görünüm üzerinde daha fazla baskı oluşturacağı kaydedildi.

Enflasyon uzun süre düşmeyecek

Raporda, enflasyonun savaş kaynaklı emtia fiyatlarındaki artışlar ve genişleyen fiyat baskıları nedeniyle tahmin edilenden daha uzun süre yüksek kalmasının beklendiği aktarıldı.

Dünya ekonomisinin geçen yıl yüzde 6,1 büyüdüğü kaydedilen raporda, küresel ekonominin 2022 ve 2023’te yüzde 3,6’şar büyümesinin beklendiği bildirildi. IMF, ocak ayında yayımladığı raporda, küresel ekonominin bu yıl yüzde 4,4 ve 2023’te yüzde 3,8 büyüyeceğini öngörmüştü.

2022 büyüme tahmini: ABD yüzde 3,7’ye, Avro Bölgesi yüzde 2,8’e indirildi

ABD: IMF raporuna göre, geçen yıl yüzde 5,7 büyüdüğü tahmin edilen ABD ekonomisinin 2022 yılı büyüme tahmini yüzde 4’ten yüzde 3,7’ye indirildi. Ülke ekonomisinin 2023 yılı büyüme tahmini de yüzde 2,6’dan yüzde 2,3’e düşürüldü.

AB: Avro Bölgesi’ne yönelik büyüme beklentisi de 2022 için yüzde 3,9’dan yüzde 2,8’e çekilirken, 2023 için yüzde 2,5’ten yüzde 2,3’e düşürüldü. Bölge ekonomisinin geçen yıl yüzde 5,3 büyüdüğü tahmin edildi.

Almanya: Avrupa’nın önde gelen ekonomilerinden Almanya’nın 2022 yılına ilişkin büyüme tahmini yüzde 3,8’den yüzde 2,1’e, Fransa’nın yüzde 3,5’ten yüzde 2,9’a, İtalya’nın yüzde 3,8’den yüzde 2,3’e ve İspanya’nın yüzde 5,8’den yüzde 4,8’e düşürüldü.

Almanya’nın 2023 yılı büyüme tahmini ise yüzde 2,5’ten yüzde 2,7’ye çıkarılırken, gelecek yıl için Fransa’nın ekonomik büyüme tahmini yüzde 1,8’den yüzde 1,4’e, İtalya’nın yüzde 2,2’den yüzde 1,7’ye ve İspanya’nın yüzde 3,8’den yüzde 3,3’e indirildi.

İngiltere: ekonomisi için de 2022 yılı büyüme tahmini yüzde 4,7’den yüzde 3,7’ye ve 2023 tahmini yüzde 2,3’ten yüzde 1,2’ye çekildi.

Söz konusu revizyonlarla gelişmiş ülkeler grubuna yönelik büyüme beklentisi 2022 yılı için yüzde 3,9’dan yüzde 3,3’e indirilirken, 2023 için yüzde 2,6’dan yüzde 2,4’e düşürüldü.

Rusya ekonomisi için yüzde 8,5’lik daralma beklentisi

Yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin büyüme tahminlerine de yer verilen rapora göre, Çin ekonomisinin 2021’de yüzde 8,1 büyüdüğü tahmin edildi.

Çin: Bu yıla ilişkin olarak Çin’in ekonomik büyüme beklentisi yüzde 4,8’den yüzde 4,4’e düşürülürken, gelecek yıla ilişkin beklenti yüzde 5,2’den yüzde 5,1’e çekildi.

Rusya: Rusya ekonomisinin ise bu yıl yüzde 8,5 ve gelecek yıl 2,3 küçüleceği öngörüldü.

Türkiye: Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme tahmini ise bu yıl için yüzde 2,7 ve gelecek yıl için yüzde 3 olarak belirlendi. IMF’nin ocak ayında yayımladığı tahminlerinde, Türkiye ekonomisinin bu yıl ve gelecek yıl yüzde 3,3’er büyümesi öngörülüyordu.

Bu revizyonlarla yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülke ekonomilerine yönelik büyüme beklentisi, 2022 için yüzde 4,8’den yüzde 3,8’e düşürülürken, 2023 için yüzde 4,7’den 4,4’e çekildi.

Paylaşın

Türkiye, Konut Fiyat Artışında Avrupa’yı Katladı

Türkiye’de konut ve kira fiyatlarındaki artışın önüne geçilemiyor. Ev sahiplerinin mevcut kiracıları çıkararak daha yüksek fiyattan yeniden kiraya vermek istediklerine dair sosyal medya paylaşımları dikkat çekiyor.

Euronews’ta yer alan habere göre, Türkiye Avrupa’da konut fiyatlarının en çok arttığı ülke. 2021 yılının son çeyreğinde 2020’nin aynı dönemine göre Türkiye’de yıllık artış yüzde 60 olurken, Avrupa Birliği (AB) ortalaması yüzde 10’da kaldı. Kirada ise Türkiye Avrupa’da en çok artışın yaşandığı ikinci ülke durumunda.

AB İstatistik Ofisi (Eurostat) 2021 yılı 4. çeyreğine dair konut ve kira fiyatları verilerini açıkladı. Eurostat bu verileri ülkelerin ulusal istatistik ofislerinden alıyor. Türkiye’den verileri Türk İstatistik Ofisi (TÜİK) paylaşıyor. Veriler 2020 ile 2021 yılları son çeyreğindeki yıllık değişimi yansıtıyor.

Buna göre 2020 yılı 4. çeyrek ile 2021 senesi 4. çeyrek arasını kapsayan 1 senede Türkiye’de konut fiyatları yüzde 60 arttı. Türkiye’nin ardından ikinci sıradaki Çekya’da artış yüzde 26’da kaldı. AB genelinde ise konut fiyatları ortalama yüzde 10 yükseldi.

Konut fiyat artışında son sırada ise Kıbrıs var. Bu ülkede konut fiyatları yüzde 5 düşüş gösterdi. Bu dönemde diğer bazı ülkelerdeki artış oranı ise şöyle: Hollanda yüzde 19, Almanya yüzde 12, Bulgaristan yüzde 9, Fransa yüzde 7 ve İtalya yüzde 4. Fiyat değişimi konut fiyat endeksi üzerinden hesaplanıyor.

Kiralar ne kadar arttı?

Eurostat’ın Harmonize Tüketici Fiyatları Endeksine (HICP) göre 2020-2021 4. çeyrekleri arasında kiralar yüzde 15 ile en çok Slovenya’da arttı. Türkiye yüzde 12 ile ikinci sırada yer alıyor. AB ortalaması ise sadece yüzde 1,3. Son sırada ise Avusturya var. Bu ülke kiralar bu dönemi kapsayan 1 yılda yüzde 1,7 düşüş gösterdi.

Kiralar diğer bazı ülkelerde ise şu kadar arttı: Estonya yüzde 12, Romanya yüzde 3, Bulgaristan yüzde 2, Almanya yüzde 1,3; Hollanda ve Fransa yüzde 0,8 ve Yunanistan yüzde 0,3.

Eurostat verileri konut fiyatlarını çeyrek dönemlerde gösterirken kirayı ise aylık olarak görmek mümkün. 2021-2022 Şubat ayları arasını kapsayan son 1 yılda kiralar yüzde 18,2 ile en çok yine Slovenya’da arttı. Türkiye yüzde 15,5 ile ikinci sırada bulunurken AB ortalaması yüzde 1,4 oldu.

Şubat 2022 itibariyle son 1 yılda kiralar Bulgaristan’da yüzde 4,5; Belçika’da yüzde 2,5; Almanya’da yüzde 1,4 ve Fransa’da yüzde 0,4 arttı.

Türkiye’de Şubat itibariyle son 1 yılda konut fiyat artışı yüzde 96

Eurostat verileri konut fiyat artışını aylık olarak göstermiyor ancak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası aylık verileri açıklıyor. Merkez Bankası verilerine göre Şubat 2021 ile Şubat 2022 arasını kapsayan son 1 yılda Türkiye’de konut fiyatları yüzde 96,4 artış gösterdi.

Konut fiyatları döviz krizinden sonra patladı

Türkiye’de konut fiyatlarının son 4-5 aylık dönemde hızla artması dikkat çekiyor. Ocak 2011-Şubat 2021 arasında yıllık artışa bakıldığında son döneme kadar yüzde 10-15 civarında seyrettiği görülüyor. Ocak 2011’de yıllık artış oranı sadece yüzde 6,4 idi. Hatta bu oran Mayıs 2019’da yüzde 1,5’a kadar düşmüştü. Mayıs 2020’de ise son 10 yılda yıllık artış ilk kez yüzde 20’yi aştı.

Bu tarihten sonra yüzde 25-30 arasında seyreden yıllık artış oranı Ekim 2021’de ilk kez yüzde 40 bandını aştı. Kasım 2021’de yüzde 51 olan yıllık artış, Aralık 2021’de yüzde 60, Ocak 2022’de yüzde 78 ve son olarak Şubat 2022’de yüzde 96’yı gördü.

Konut fiyatlarının TL’nin döviz karşısında değer kaybının hızlandığı Ekim-Kasım 2021’den sonra hızla artışa geçmesi dikkat çekti.

Paylaşın

Belirsizlik Gıda Güvenliğini Riske Atıyor

Tüm dünyada gıda güvenliği daha yüksek sesle konuşulmaya devam ederken Türkiye’den sektör temsilcileri üretim konusunda uyarılarda bulunuyor. Tarımda günübirlik politikalar yerine uzun dönemli ve üreticiyi merkeze alan planlar talep eden sektör temsilcilerine göre bu şartlar sağlanmazsa önümüzdeki süreçte gıda arzında ve fiyatlardaki sorun artarak devam edecek. Buna göre bu süreçte belirsizlik üreticinin topraktan uzaklaşmasına neden oluyor.

Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), gıda güvenliği konusunda acil eylem çağrısında bulundu. Yapılan çağrıda savaş, bölgesel çatışmalar, iklim değişikliği ve yakın dönemde tüm dünyayı etkileyen pandeminin gıda güvenliğini tehlikeye attığı vurgulandı. Ayrıca gelinen noktada temel gıda arzındaki soruna dikkat çekilirken fiyat artışlarının tüm dünyayı etkilediği belirtildi. Bu nedenle ülkelerden de gübre ve gıda ürünlerin ihracatında kısıtlamalardan kaçınmaları istendi.

Peki Türkiye’de durum ne? DW Türkçe’ye değerlendirmelerde bulunan uzmanlara göre sorunun kaynağı üretimde başlıyor. Türkiye’nin uzun yıllardır üretimde doğru ve sürdürülebilir bir sistemi oturtamadığını belirten uzmanlara göre bu durum önümüzdeki yıllar için büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor.

Tüm dünyanın gıda üretiminde ve tedarikinde yeni sorunlarla karşılaşmaya devam ettiğini söyleyen Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, “Yaşanan sıkıntılar ülkeleri kendi önlemlerini almaya zorluyor. Bunun ilk adımı da ihracat kısıtlamaları olabiliyor. Böylece kendi iç piyasalarını dengede tutmaya çalışıyorlar. Ancak bir ülkede belli bir ürünün ihracatına ve ithalatına kısıtlama getirilmesi diğer ülkelerde yeni sorunlar oluşturabiliyor. Yakın dönemde savaş yüzünden buğday ve yağ fiyatlarında yaşananları gördük” diyor.

Sektör temsilcileri burada temel ürünlerdeki yerli üretim oranına dikkat çekiyor. Demirtaş, buğday gibi temel bir üründe bile kuraklık etkisiyle yeterlilik oranının düştüğünü belirtiyor. Buna göre iç piyasada düşen fiyat, ithalata yönelimi arttırıyor. İhracatçı ülkeye aniden gelen talep artışı ise o ürünün hem fiyatını arttırıyor hem de bulunabilirliğini azaltıyor.

Özel sektörün kontrolünde

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez ise gıda güvenliğini sağlamanın en önemli yolunun uzun yıllara dayanan sürdürülebilir tarım politikaları olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin bugün, yıllar önce uygulamaya başladığı yanlış politikaların sonucunu yaşadığını anlatan Suiçmez, “Her ülke kendi tarım politikası doğrultusunda dönem dönem ithalatta ve ihracatta kısıtlamalara gidebilir. Bu yanlış bir adım değil. Sadece artık tehlikenin ne kadar büyüdüğünün çok önemli bir işareti. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı ve Dünya Ticaret Örgütü’nün bu çağrısı yeni değil. Hatta Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların merkezinde de bu uluslararası örgütlerin planlı önerileri var. Türkiye, yıllar önce bu örgütlerin tavsiyeleri doğrultusunda tarım politikalarını şekillendirdi. İç piyasayı kontrol eden kamu iktisadi teşebbüslerinin etkinliğini azalttı ve üretimi tamamen özel sektörün kontrolüne bıraktı. Şimdi bu kurumların yokluğunun eksikliğini çekiyor. Her fiyat artışından etkileniyor” ifadelerini kullandı.

Kamu artık güçlü değil

Uluslararası kuruluşlar özellikle gübre ihracatındaki kısıtlamaların gıda güvenliği için çok önemli riskleri de beraberinde getirdiğini açıkladı. Gübrenin her ürünün üretiminde çok stratejik bir rolü olduğunu anlatan Baki Remzi Suiçmez, şöyle devam etti: “Türkiye’nin gübrede kendine yeterlilik oranı yüzde 80 seviyesinde. Oysa geçmiş dönemde Türkiye kamu girişimleri ile gübre piyasasını kontrol edebiliyordu. Şu an öyle bir imkân yok. Küresel düzeydeki doğalgaz zamları amonyak fiyatlarını, o da azotlu gübre fiyatlarını arttırıyor. Geçen yıla göre gübrede yüzde 300 ila 600 arasında bir zam var. Bu şartlarda bizim iç üretimimizi devam ettirmemiz zorlaşıyor. Oysa bu alanda kamu güçlü olsaydı ve çiftçi kamu aracılığıyla henüz üretime başlanmadan desteklenseydi bu alandaki artıştan kısmen daha az etkilenecekti. Şimdi gübre ithalatı yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Türkiye kısır döngüde

“Gelinen noktada bir kriz anında artık paranız olsa da bir ürünü alamıyorsunuz” diyen Hüseyin Demirtaş, gıda güvenliğini sağlamanın tek yolunun doğru tarım politikaları olduğunu söylüyor. Küresel olarak yaşanan kısıtlamalardan hem üreticinin hem de tüketicinin etkilenmemesi için acil olarak tarıma ve çiftçiye doğru destek verilmesi gerektiğini anlatan Demirtaş’a göre bu alandaki destekler yanlış veriliyor. Buna göre Türkiye, bitmiş ürüne destek vererek fiyatları kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu durumun bir kısır döngü yarattığını ifade eden Demirtaş, “Siz çiftçiye önünü görebileceği bir ortam sunmuyorsunuz. Üretim aşamasında destek vermeyip raftaki ürünü sübvanse etmeye kalkıyorsunuz. Bunun başarılı olma şansı yok” diyor.

Demirtaş, önce girdi maliyetlerinin sabitlenmesini, motorin, gübre ve elektrik girdilerine destek verilmesini ve uzun süreli desteklerin önceden açıklanmasını talep ediyor.

Baki Remzi Suiçmez de bu alanda yapılan en büyük yanlışlardan birinin desteklerinin yetersizliği ve yanlış zamanda verilmesi olduğunu dile getiriyor. Çiftçinin üretimi tamamladıktan bir yıl sonra desteğe ulaşabildiğinden bahseden Suiçmez, bu durumun çiftçiye bir yarar sağlamadığını ve üreticiyi küstürdüğünün altını çiziyor. Desteklerin ekim sürecinden önce başlaması gerektiğini anlatan Suiçmez, “Hollanda’da şu anda çiftçiler önümüzdeki 7 yıl ne olacağını biliyor. Ürünün maliyetini hesaplayabiliyor. Alacağı destek belli. Ancak bizde böyle bir durum yok. Bazı seneler ürünler boşa gidiyor. Çiftçi küsüyor. Üretimi bırakıyor. Gıda güvenliği için en büyük tehlike budur. Bizim her maddesi düşünülmüş en az 3-5 yıllık üretim planlarına ihtiyacımız var” diye konuştu.

Gıda güvenliği noktasında buğday, ayçiçeği, arpa ve diğer yem bitkilerinde üretimin hızla desteklemesi gerektiğini aktaran Suiçmez, bu ürünlerdeki eksikliğin fiyat artışlarına neden olduğunu belirtiyor. Suiçmez, dengeli ve sürdürülebilir bir üretim eksikliğinin altını çiziyor.

Tüketim sürekli artıyor

Artan gıda fiyatlarının önüne sadece üretimle geçileceğini söyleyen Hüseyin Demirtaş ise, “Halkın alım gücü düşüyor. Küresel bir sorun var. İkisi birleşince gıdaya ulaşım daha da zorlaşacak. Bunun tek çaresi üretim kapasitemizi doğru kullanmak. Türkiye, kendisi gibi iki ülkeye yetecek üretim kapasitesine sahip. Tüketimimiz sürekli artıyor. Bu tehlikeyi görmemiz lazım” diyor.

Paylaşın

Türkiye’nin Yeni Çevre Sorunu: Geri Dönüşüm

“Türkiye Avrupa’nın plastik çöplüğü değil” eleştirisi, Türkiye’de son zamanlarda sık sık duyuluyor. Nedeni ise Türkiye’ye Avrupa’dan her yıl binlerce ton plastik atık ithal edilmesi.

Avrupa İstatistik Kurumu (Eurostat) verilerine göre Türkiye 2019’da 580 bin ton, 2020’de 660 bin ton, 2021’de 580 bin ton Avrupa’dan atık ithal etti. Bu rakamlar Avrupa’nın atık ihracatının yaklaşık yüzde 30’larına denk geliyor.

Türkiye, atık ithalatında üç yıldır üst üste birinci sırada yer alırken geri dönüşüm konusunda ise Avrupa’da son sıralarda. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) rakamlarına göre Türkiye’nin geri dönüşüm oranı sadece yüzde 12.

Peki Türkiye geri dönüşümde geride olmasına rağmen neden bu kadar çok atık ithal ediyor?

Türkiye neden plastik atık ithal etmeye başladı?

Plastik atık ithalatı, Türkiye’nin gündemine Çin’in 2017’de ithalat yasağı kararı almasının ardından girdi. Bu tarihe kadar tüm dünyadaki plastik atıkların yüzde 80’ini ithal eden Çin, ithalatını önemli ölçüde kısıtlama kararı aldı. Çin hükümetinin bu kararı almasının başlıca nedeni, atık plastikten elde edilen geri dönüşüm malzemesinin kalitesiz olmasıydı.

“Kalitesiz ürün” imajından kurtulmak isteyen Çin, atıkların kontrolünü tam olarak sağlayamıyor, ayrıca merdivenaltı üretimlerle çevre kirliliği oluşuyordu. Nihayetinde getirilen yasaklar 2018’de uygulamaya konuldu.

Atıklar daha sonra Hindistan ve Endonezya gibi diğer Asya ülkelerine kaydı. Ancak bu ülkeler de bir süre sonra plastik atık ithalatına yasaklar koydu. Sonrasında ise atıklar büyük oranda Türkiye ve Vietnam gibi ülkelere gönderilmeye başlandı.

Ucuz hammadde temin edilmesi

Türkiye’de de atık ithalatıyla birlikte plastikten ucuz hammadde temini için geri dönüşüm konusunda bir sektör oluşmaya başladı.

Sayıştay’ın Ocak 2022 tarihli Plastik Atık Yönetimi raporuna göre Türkiye’nin son yıllardaki plastik atık ithalatındaki artış trendi de lisanslı atık işleme tesislerinin sayısındaki artış ve ucuz hammadde temin etme imkânının ortaya çıkmasından kaynaklanıyor.

Türkiye, plastik hammaddesinde dışa bağımlı. Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sedat Gündoğdu’nun verdiği bilgilere göre, Türkiye her yıl 8 milyon ton plastik hammaddesi ithal ediyor. Bu oranın yüzde 9’u ise artık ithal edilen atıklarla karşılanıyor.

Çöpler Türkiye’de kaynağından ayrıştırılmıyor

Çevre ve Orman Bakanlığı’nın çevreden sorumlu eski müsteşarı ve Çevre Mühendisi Prof. Dr. Mustafa Öztürk, görevde olduğu 2004-2007 yılları arasında yaptıkları araştırmaya göre Türkiye’deki tüm çöplerin toplamının 34 milyon ton civarında olduğuna dikkat çekiyor.

Bunların yaklaşık 4,5- 5 milyon tonunu da plastik oluşturuyor. Ancak bu çöplerin kaynağından ayrıştırılmaması sebebiyle geri dönüştürmenin zor olduğuna dikkat çeken Prof. Öztürk, Türkiye’deki geri dönüşüm sektörünün neden ithal plastik atığa yöneldiğini şöyle özetliyor:

“Kağıt, cam, plastik, organik atıklar birlikte atılıyor. Sonradan ayrıştırılan plastiğin içinde de yüzde 30’lara varan fireler veriliyor. Yani sadece geri dönüşebilir plastik olmuyor bu atıkların içinde. Geri dönüşemeyen ambalaj atıkları gibi plastikler de oluyor. Bunları tek tek insan gücüyle ayrıştırmak gerekiyor. Bu da çok maliyetli. O yüzden kaynağından ayrışarak Türkiye’ye ithal edilen plastikler daha değerli geri dönüşümcüler için.”

Çok sayıda Avrupa ülkesinde çöpler çoğunlukla kaynağından ayrıştırılıyor. Atıklar çöp kutusuna giderken plastik, cam ve kağıt olarak ayrılıyor. Türkiye’de ise kaynağından ayrıştırma işi belediyelere bırakılmış durumda. Belediyeler de çöp ayrıştırma işlemine yeterli kaynak ayırmıyor.

Doç. Dr. Gündoğdu’ya göre, belediyelerin kaynağından ayrıştırmaya ayırdığı bütçe sadece yüzde 2. Gündoğdu bunun nedenini şöyle yanıtlıyor: “Çöp altyapısına yatırım yapmak görünür değil. Bunun yerine asfalta yatırım yapmak daha görünür. Bu konuda sorun ulusal bir sistemin olmaması. Belediyeler bağımsız hareket ediyor. Kimi yapıyor, kimi yapmıyor.”

Bu yüzden Türkiye’ye Avrupa ülkelerinden gelen gelen atıklar hammaddeye dönüştürmesi daha kolay olduğu için “değerli” bulunuyor.

Greenpeace’in açıkladığı verilere göre Türkiye, 2019 ve 2020 yıllarında sırasıyla en fazla İngiltere’den (yaklaşık 360 bin ton), ikinci sıra Belçika’dan (yaklaşık 220 bin ton), üçüncü sırada Almanya’dan (yaklaşık 200 bin ton), dördüncü sırada İtalya’dan (yaklaşık 100 bin ton), beşinci sırada ise Hollanda’dan (yaklaşık 80 bin ton) plastik atık ithal etti.

İthal atıkların tamamı dönüştürülüyor mu?

Doç. Dr Gündoğdu’nun verdiği bilgilere göre, Türkiye’de şu anda yaklaşık 5 bin geri dönüşüm tesisi bulunuyor. Bu tesisler ithal edilen atıklardan dolaylı ve dolaysız kâr elde ediyor. Öncelikle geri dönüşüm şirketlerine devlet önemli miktarda teşvik ödüyor. Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre, sadece 2021 yılında geri dönüşüm işi yapan şirketlere toplamda 69 milyon TL teşvik verildi.

Geri dönüştürülen plastiğin ihraç edilmesi durumunda da KDV iadesi yapılıyor. Bankalar da geri dönüşüm şirketlerine düşük faizli kredi imkanları sunuyor. Ancak Türkiye’ye gelen atıkların tamamı geri dönüşemiyor.

Normalde yasa gereği bu atıkların yüzde 99’unun geri dönüşmesi gerekiyor. Geri dönüşüm konusunda çalışmalar yapan akademisyen Doç. Dr. Gündoğdu’ya göre, gerçekler yasalarla pek örtüşmüyor: İthal edilen plastik atıkların geri dönüştürülemeyen kısımları yakmaya gönderiliyor, bir kısmı da ormanların arasında gömülmüş ya da gelişigüzel sağa sola atılmış atılmış olarak karşımıza çıkıyor. Ne kadarının bu şekilde yakılıp ya da atıldığı ise tam olarak bilinmiyor.

Atılan plastik atıklar ıskartaya çıkanlar

Yaşanan bu sorunlar nedeniyle Türkiye’de Temmuz 2021’de kamuoyunun da baskısıyla plastik atık ithalatına yasak getirilmiş, geri dönüşüm sektörünün itirazları ve hammadde talepleri sonrası ise yasak kısmen kaldırılmıştı.

Öte yandan yasak gevşetilirken atıkların geri dönüşebilirlik oranına yüzde 99 olma şartı getirildi. Ayrıca geri dönüşüm şirketlerine kota, toplam kapasitenin yüzde 50’sine de ithal plastikten, yüzde 50’sine de yerli atıktan dönüştürme koşulu konuldu.

Prof. Mustafa Öztürk, yakılan ya da ormana ve boş araziye atılarak, gömülerek “vahşi depolanan” ithal plastiklerin ıskartaya çıkan kirli plastikler, geri dönüştürülemeyen ambalaj atığı gibi plastikler olduğunu belirtiyor. Prof. Öztürk, “İnceleme yaptım. Bu atıkların yüzde 80’i ıskarta malzeme. İthal ettikleri plastiği çöpe atmak geri dönüşüm tesislerinin de işine gelmez. Bundan para kazanıyorlar. Ancak ıskartaya çıkan ve vahşi depolanan kısım da önemli bir hacimde” diyor.

Veriler açıklanmıyor

Geri dönüşümle ilgili bir sorun da verilerin tam olarak açıklanması. Hangi şirketin ne kadar atık ithal ettiği, kotalara uygun davranılıp davranılmadığı, fire oranının ne olduğu gibi sorular yanıtsız.

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, bu soruların muhataplarının “verileri toplayıp açıklamayan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, bilgi edinme kapsamında verileri açıklamayan geri dönüşüm şirketleri ve bu konularda hiçbir istatistik açıklamayan TÜİK” olduğunu belirtiyor.

Prof. Dr. Gündoğdu’ya göre dillendirilen “sıfır atık” vizyonu ise yanlış anlamlandırılıyor: Sıfır atık vizyonu atığın sıfırlanması değil, atıkların kaynağından ayrıştırılması demektir. Atık demektir. Türkiye’de şu anda sadece poşetler ücretli satılıyor. Onun dışında cam şişeler için bir makine getirildi. O da pilot olarak Çevre Bakanlığı’nın binasında deneme aşamasında. Başka da bir uygulama yok.

Atık ithalatı yasaklanmalı

Prof. Dr. Gündoğdu, tüm mevzuatın doğru, şeffaf bir şekilde uygulanması durumunda dahi atık plastik ithalatının yapılmaması gerekiyor.

Greenpeace Biyoçeşitlilik Proje Sorumlusu Nihan Temiz de “Türkiye’nin sıfır atık vizyonu var ancak atık ithalatı olduğu sürece bunu başarmak mümkün değil” diyor. Temiz’e göre, sıfır atık ithalatı eylem planı hazırlanmalı ve yıl yıl atıkların nasıl ithal edileceği ile ilgili bir hedef koyulmalı. Sonunda da atık ithalatı sıfırlanmalı.

Türkiye’deki geri dönüşüm merkezlerinde Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün tahminlerine göre 1 milyon tondan fazla plastik atık geri dönüştürülüyor.

Ancak bu yapılırken Türkiye’nin suyu, havası, toprağı en önemlisi de insanı kirleniyor. “Bu tesislerde çalışan insanların ciğerlerinden mikroplastikler birikiyor” diyen Öztürk de bir an önce plastik atık ithalatından vazgeçilmesi konusunda da uyarıda bulunuyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

3 Ayda 29 Binden Fazla Esnaf İflas Etti

Esnaf ve Sicil Gazetesi verilerine göre 2022’in ilk 3 ayında iflas eden esnaf sayısı 30 bine yaklaştı. Konuya ilişkin değerlendirme yapan CHP’li Ağbaba, “Esnafın elinden ekmek teknesini alan siyasi iktidardır” dedi.

Son 15 ayda 131 binden fazla esnaf iflas ederken, bunun yaklaşık 30 bini, bu yılın ilk 3 ayında gerçekleşti. AK Parti iktidarının ekonomi politikalarının olumsuz Esnaf ve Sicil Gazetesi verilerine de yansıdı. Verilere göre 2022’nin ilk 3 ayında iflas eden esnaf sayısı 30 bine yaklaşırken, Mart 2022’de iflas edenlerin sayısı son 4 yılın mart ayına göre rekor kırdı.

Söz konusu verileri açıklayan ve bu yılın ilk üç ayında 29 bin 360 esnafın iflas ettiğini aktaran CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “Şubat 2022’de 8 bin 987 olan iflas sayısı martta 10 bin 226’ya çıktı. Ayrıca bu yıl martta yaşanan iflaslar son 4 yılın en yüksek mart ayı verisi olarak kayıtlara geçti. Örneğin geçen yılın mart ayında iflas eden esnaf sayısı 9 bin 310’du. Artan iflaslar, iktidarın elektrik faturalarında yaptığı düzenlemenin esnafın hiçbir sorununa çare olmadığını da gözler önüne serdi. Yine ilk üç aydakilerle beraber son 15 ayda iflas eden esnaf sayısı ise 131 bin 110’a yükseldi” dedi.

Ağbaba’dan iktidara çağrı

Cumhuriyet’ten Sarp Sağkal’ın haberine göre Ağbaba ayrıca “Esnafın elinden ekmek teknesini alan siyasi iktidardır” diyerek, “Salgın süresince kapalı olan, işleri azalan esnafımızın Mart 2020-Haziran 2021 arasında ödenmiş faturaları iade edilmeli. Salgın sürecinde esnafa verilen kredilerin faizleri silinmeli. Elektrikte esnafa özel tarife uygulanmalı” çağrısında bulundu.

Paylaşın

Cemal Kaşıkçı Dosyasının Suudi Arabistan’a Devrine İtiraz

Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’nın, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesine ilişkin 26 sanığın yargılandığı davanın dosyasının Suudi Arabistan’a devrine yönelik karara Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz itiraz etti.

Cengiz’in avukatı Gökmen Başpınar, davaya bakan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını üst mahkeme olarak değerlendirme yetkisi olan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz dilekçesi sundu.

Dilekçede, mahkemenin 7 Nisan tarihli duruşmasında verilen, kamu davasının durması ve dosyanın Suudi Arabistan adli makamlarına devredilmesi kararının yasaya ve usule aykırı olduğunu belitti.

Başpınar kararın, Anayasa başta olmak üzere 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na aykırılık teşkil ettiğini vurguladı.

Dilekçede, savcılık mütalaasıyla oluru sorulan Adalet Bakanlığının devir konusunda olumlu görüşünün hukuki dayanaktan yoksun olduğunu savundu.

Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanunu’nun ilgili maddesinde yer alan kovuşturmanın devri müessesesinin bu olaya yanlış, eksik ve hatalı uyarlandığı belirten Başpınar dilekçede, Suudi Arabistan’daki yargılamanın bittiği bilgisine yer verdi.

Dilekçede, yargılamanın devrinin fiilen mümkün bulunmadığını, yapılması gereken şeyin de sanıkların suçun işlendiği ülkeye yani Türkiye’ye iade edilmesi olduğunu belirterek, “Ancak Suudi Arabistan, Türkiye’nin iade talebini reddetmişken Türkiye’nin hangi hukuki ya da siyasi gerekçeyle yargılamayı Suudi Arabistan’a devretme kararı aldığı anlaşılamamaktadır.” dedi.

Mahkumiyet kararının dışında bir karar verilmesi durumunda kararın gerekçesi değerlendirilmek suretiyle kovuşturmaya devam edilebileceğini ifade eden Başpınar, dilekçede, Türkiye ile Suudi Arabistan arasında herhangi bir anlaşmanın ve mütekabiliyetin bulunmadığı bilgisinin bizzat Adalet Bakanlığının mahkemeye verdiği cevaptan anlaşıldığını kaydetti.

“Suudi makamlarca adil bir yargılama yapılmayacağı açık olup bizzat iddianamede dahi bu durumdan bahsedilmektedir.” Diyen Başpınar, dilekçede, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tesis edilen kamu davasının durması ve kovuşturmanın Suudi Arabistan’a devredilmesi kararının kaldırılmasına hükmedilmesi istedi.

Bozdağ kararın ‘kanuna uygun’ olduğunu savundu

İtiraz sonrası sosyal medyadan bir açıklama yapan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Kaşçıkçı davasında durma kararı vererek yargılamanın Suudi Arabistan adli makamlarına devrine ilişkin “Cemal Kaşıkçı davası olarak bilinen davada mahkemenin durma ve yargılamanın nakline karar vermesi kanuna uygundur, yargı yetkisinin devri değildir, davanın düşmesi değildir. Bu hakikati bilmelerine rağmen kimi siyasilerin aksi beyanı, siyasi hesapla yapılan çarpıtma yorumdur” dedi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den Türkiye İçin Borç Krizi Uyarısı

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) düşük ve orta gelirli 120 ekonominin borç kırılganlık göstergelerini inceleyerek hazırladığı raporu yayımladı. Raporuna göre, Türkiye, Yüksek Spekülatif kategorisinde yer aldı.

Dünya’dan Hilal Sarı’nın aktardığı rapor, 120 ekonomiden 19’u çok kritik düzeyde olmak üzere 72 ekonominin temerrüt riski açısından ‘kırılgan’ olduğunu ortaya koyuyor.

Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nın Borç Sürdürülebilirlik Değerlendirmeleri’nden, kredi notlarından ve diğer çeşitli ölçütlerden yararlanılarak hazırlanan raporun, çoğu düşük gelirli ekonomilerden oluşan temerrüt riski bulunan ülkeler listesinde Türkiye ve zaten temerrüte düşmüş olan Arjantin dışında G-20 ekonomisi yok.

Borç kırılganlık listesinde ülkeler üç kategoriye ayrılmış: Temerrütte/Temerrüte düşmek üzere; Temerrüt riski çok yüksek; Yüksek Spekülatif. Türkiye, Yüksek Spekülatif kategorisinde.

Düşük-orta gelirli ülkeler toplam borcun yüzde 49’unu (294,1 milyar dolar), Türkiye’nin de aralarında olduğu yüksek-orta gelirli ülkeler ise bu borcun yüzde 45’ini (268,1 milyar dolar) oluşturuyor. Yüksek-orta gelir grubundaki borcun büyük bir kısmı “zaten temerrütte ve temerrüte düşmek üzere” kategorisinde. Başta Arjantin olmak üzere, Venezuela, Lübnan ve Ekvador bu büyük ekonomiler arasında.

Dünya Bankası da 28 Mart tarihli “Borç krizi dalgasına hazır mıyız?” blog yazısında yüksek enflasyon, yavaş büyüme ve sıkılaşan finansal koşulların gelişmekte ve kalkınmakta olan ekonomilerde borç krizlerine neden olacağını öngörüyor.

”Kitlesel gösterilere neden olacak”

BM’nin Ticaret ve Kalkınma Örgütü UNCTAD ise 16 Mart tarihli raporunda savaşın ticaret ve kalkınma üzerindeki etkisinin küresel ekonomik görünümü hızla bozduğu ve özellikle Afrika ülkeleri ve en az gelişmiş ülkeler için alarm zilleri çaldığı vurgulanıyor.

Raporda gıda ve yakıt fiyatlarındaki artışın geçmişte de olduğu gibi kitlesel huzursuzluklara neden olabileceği öngörülüyor. Ayrıca Çin’den Avrupa’ya demiryolu taşımacılığının savaş nedeniyle aksaması durumunda navlun fiyatlarında da ciddi artışlar olabileceği uyarısı yapılıyor.

Paylaşın

Ankara’da ‘Baskın Seçim’ Hesapları

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Seçim Kanunu’nun bir yıldan önce uygulanamayacak olması nedeniyle erken seçim tartışmalarının kapandığını öne sürse de, muhalefet kulislerinde “baskın seçim” olasılığı çok daha fazla dillendirilmeye başlandı.

Özellikle AKP’nin son günlerde EYT düzenlemesi, 3600 ek gösterge ve asgari ücret zammı gibi konuları kamuoyunun gündemine getirmesi, muhalefet tarafından baskın seçime hazırlığın işaretleri olarak değerlendiriliyor. Muhalefetin büyük bir kesimi, sonbaharda erken seçime gidileceğini ve bunun da iktidar tarafından baskın seçim şeklinde yapılacağı görüşünü savunurken, bu konuda farklı görüşler de ön plana çıkıyor.

DW Türkçe’den Eray Görgülü’nün haberine göre; Baskın seçim iddiasını dile getiren muhalefet partilerinin temsilcileri, bu görüşü iki temel gerekçeye dayandırıyor. Bu gerekçelerden birincisi, önümüzdeki kışın ekonomik açıdan daha zorlu geçeceği ve AKP’nin 2023 Haziran’a daha fazla oy kaybetmiş şekilde girmeyi göze alamayacağı yönünde. İkinci gerekçe ise Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez seçilmesinin mümkün olmayacağı ve erken seçimle bu tartışmanın önüne geçilmek istenecek olması. Baskın seçim ihtimalinin ortadan kalktığını savunanlar ise, “Erdoğan, kesinlikle kaybedeceği seçime girmez” diyor.

Elitaş: Kesinlikle erken seçim düşüncemiz yok

Muhalefetin erken seçim çağrısı ile baskın seçim beklentilerine ilişkin değerlendirmede bulunan AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, “Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri 18 Haziran 2023 tarihinde yapılacaktır” dedi. TBMM Genel Kurulu’nda yakın zamanda kabul edilen Seçim Kanunu’na işaret eden Elitaş, “Biz anayasayı neden değiştirdik? Erken seçim olmasın diye değiştirdik” ifadesini kullandı. Anayasayı değiştirme sebebine aykırı hareket etmeleri durumunda vatandaşın buna tepki göstereceğini kaydeden Elitaş, “Muhalefetin baskın seçim iddiaları sizce nereden kaynaklanıyor?” sorusuna “Korkusundan” yanıtını verdi. Muhalefetin hazırlıksız olduğunu savunan Elitaş, “Yani endişe içinde muhalefet diyor ki, yani aniden seçim yaparlarsa ben perişan olurum diyor” ifadesini kullandı. Elitaş, kesinlikle erken seçim düşüncelerinin olmadığının altını çizdi.

CHP’li Özel: Sonuna kadar bekleyeceğini düşünüyoruz

Ana muhalefet partisi CHP’de ise farklı görüşler dile getiriliyor. Bazı CHP’li yöneticiler, iktidarın sonbaharda baskın bir seçime hazırlandığını öne sürerken, bazı partililer ise baskın seçim beklemediklerini dile getiriyor. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, baskın seçim beklemeyen isimlerden. Özel, “Çünkü Recep Tayyip Erdoğan, bugün şartlarında gireceği seçimi kaybediyor. Kaybetmek üzere bir seçime gitmeyeceğini, sonuna kadar bekleyeceğini ve seçimlerin zamanında yapılacağını öngörüyoruz” dedi. Buna karşın kendilerinin erken seçimi istediklerini vurgulayan Özel, “Biz dünden razıyız. Son anketlere baktığınızda seçimin iki tane kesin sonucu var. Bir, artık Recep Tayyip Erdoğan’ın 13. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi mümkün değil. İkincisi Cumhur İttifakının bugünkü şartlarda Meclis’te artık bırakın 330-340 milletvekilini, 250 milletvekili dahi toplamaları mümkün değil” diye konuştu. İktidarın seçimlere giderken para basıp, büyük bir geri dönüşe niyetleneceğini ifade eden Özel, buna karşın vatandaşın kararını verdiğini ve yönetimi değiştireceğini ifade etti.

CHP’li TBMM Başkanlık Divanı Üyesi Abdurrahman Tutdere de, iktidarın yaptığı açıklamaların her ne kadar seçim hazırlığı olarak değerlendirilse de anketlerde iktidarın seçimi kaybedeceğinin görüldüğünü ifade etti. Tutdere, “Dolayısıyla, iktidarın kaybedeceği bir seçime şu an girebileceğini ve erken seçim kararı alacağını düşünmüyorum” dedi. Tutdere, “24 saatin siyasette çok uzun bir zaman olduğunu” belirterek, “Erken seçim kararına karşı da hazırız” ifadesini kullandı.

İYİ Partili Tatlıoğlu: Bir kış daha çok büyük tahribat yapar

İYİ Parti cephesinde ise sonbaharda erken seçim beklentisi artmış durumda. İktidarın ekonomik önlemler açısından elindeki tüm imkânları tükettiğini belirten partililer, “AKP ve MHP’nin artık vatandaşa vereceği hiçbir şey kalmadı” diyor.

İYİ Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu, Yeni Seçim Kanunu’nun erken seçim ihtimalini ortadan kaldırmadığını savundu. Tatlıoğlu, “Eylül ayında veya sonbaharda bir seçim ihtimalini görüyorum” dedi. Önümüzdeki kış aylarının ekonomik olarak Türkiye için çok daha zor geçeceğini belirten Tatlıoğlu, “Türkiye ekonomisinde bir kış daha çok büyük tahribat yapar. O nedenle ne kadar önce olursa o kadar iyi olur, bizim düşüncemiz bu” diye konuştu. 28 aydır İYİ Parti olarak sahada olduklarını kaydeden Tatlıoğlu, “Çok etkin olarak sahada çalışıyoruz ve insanımıza dokunmaya çalışıyoruz. Ramazan’dan sonra da çok farklı programlarla devam edeceğiz. Onun için de her daim seçime hazırız” diye konuştu.

HDP’li Tiryaki: Erdoğan, adaylığını tartışmalı hale getirmek istemez

HDP’de de CHP gibi farklı görüşler dillendirilse de baskın seçimin sonbaharda olabileceği düşüncesi ön plana çıkıyor. AKP ve MHP’nin iki gerekçeyle erken seçime gitmek isteyeceğini belirten HDP Seçim İşleri Komisyonu Eş Sözcüsü Rüştü Tiryaki, “Birincisi AKP ve MHP’nin oylarında ciddi bir azalma var. Bu gidişatta hiçbir şekilde seçimin galibi olamayacaklarını ve daha erken dönemde girecekleri bir seçimde yarışın içinde olabileceklerini düşündükleri için erken seçim kararı alabileceklerini düşünüyorum” dedi. Tiryaki, ikinci gerekçe olarak ise Erdoğan’ın Anayasaya göre üçüncü kez seçilemeyecek olmasını gösterdi. Anayasa hükmünün çok açık olduğunu ifade eden Tiryaki, “Tek istisnası Meclis’in yeni bir erken seçim kararı alarak Cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesiyle yapılacak bir erken seçim” diye konuştu. Erdoğan’ın böyle bir tartışmanın içine girmek istemeyeceğini kaydeden Tiryaki, bu nedenle sonbaharda bir erken seçim kararının alınmasını beklediğini belirtti.

DEVA Partili Şahin: Şartlar ağırlaşırsa YSK inisiyatif kullanmaz

DEVA Partisi Sözcüsü İdris Şahin ise, Erdoğan’ın seçimi kazanacağını görmesi halinde hemen seçim kararı alınacağını belirtti. Şahin, “Şu anki veriler böyle bir imkanı gösteriyor mu diye soracak olursanız, şu anki şartlarda seçime gidebileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü ekonomide gerçek anlamda kötüye gidiş var. Çarşı pazar gerçekten yangın yeri” dedi. İktidarın bu şartlarda seçim kararı almayacağını belirten Şahin, ancak Anayasa’nın 101. maddesine göre Erdoğan’ın üçüncü kez seçilemeyecek olmasına dikkat çekti. Şahin, şartların ağırlaşması durumunda YSK’nın da Erdoğan’ın tekrar adaylığı noktasında inisiyatif kullanamayabileceğini vurguladı. Anayasa’nın 116. maddesine göre ise seçimlerin yenilenmesi halinde Erdoğan’ın bir kez daha aday olabileceğini vurgulayan Şahin, bu nedenle şartların da iktidarın lehine olması durumunda erken seçim kararı alınabileceğini kaydetti.

Şahin, “Tayyip Bey, sonbahara gelindiğinde şartları lehine çevirdiğini düşünürse erken seçim kararı alınabilir. Bu durumda sonbahar için bir erken seçim düşünülebilir. Yeni Seçim Yasasının da bu şartlarda uygulanabilme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum” diye konuştu. Şahin, diğer yandan muhalefet olarak derhal seçim yapılması gerektiğine inandıklarını da belirterek, seçimin önümüzdeki yıla kalması halinde ise bir erken seçime destek olmayacaklarının altını çizdi. Şahin, “Erdoğan’ın sadece kendini kurtarmak ve tekrar aday olabilmek için alacağı karara kimse bizden destek olmamızı beklemesin” ifadesini kullandı.

Paylaşın

İcradaki Dosya Sayısı 23 Milyon 500 Bine Çıktı

1 Ocak – 8 Nisan günleri arasında icra ve iflas dairelerine toplam 2 milyon 850 bin yeni dosya geldi. Yeni gelen dosya sayısı yüzde 28.8 oranında arttı. İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı bir yılda 1 milyon 702 bin adet artarak 23 milyon 500 bine çıktı.

Dolar kurundaki hareketlilik ve yıllık enflasyonun yüzde 61,14 bulması sonrası Türk lirasında yaşanan değer kaybı, geçim zorluğundaki yurttaşı icralık etti.

CHP TBMM Grubu’nun ekonomi raporuna göre, bireylerin bankalara ve finansman şirketlerine olan borcu, takiptekiler de dahil olmak üzere 1 Nisan itibarıyla 1 trilyon 77 milyar lira oldu. Yurttaşların bu borcunun 837 milyar lirası konut, otomobil, ihtiyaç gibi bireysel kredilerden, 239 milyar lirası da kredi kartlarından oluşuyor.

Cumhuriyet’ten Mustafa Çakır’ın aktardığı rapora göre, 1 Ocak – 8 Nisan günleri arasında icra ve iflas dairelerine toplam 2 milyon 850 bin yeni dosya geldi. Yeni gelen dosya sayısı yüzde 28.8 oranında arttı. İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı bir yılda 1 milyon 702 bin adet artarak 23 milyon 500 bine çıktı.

Şirketler KKM’ye sığındı

Raporda kur korumalı mevduatlardaki son duruma da yer verildi. 1 Nisan 2022 tarihli verilere göre kur korumalı mevduat kapsamında açılan hesapların bir önceki haftaya göre 85.3 milyar lira artarak 695.7 milyar liraya çıktığına işaret edilen raporda, “Tasarruf sahiplerinin çoğunun vadelerini yeniledikleri izleniyor. Bankalardaki mevduatın yüzde 11.7’si kur korumalı mevduat garantisine sığınmış bulunuyor. Şirketlerin vergi istisnası nedeniyle yoğun ilgi gösterdiği uygulamanın asıl büyük etkisinin ise ağustos ayı sonunda hissedilmesi bekleniyor.” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

Türkiye, Avrupa’nın Çöpünü Almada Birinci Sırada

Türkiye’nin plastik atık ithalatı sorunu tüm çabalara rağmen kangrene dönüşerek topraklarımızı geri dönüşü olmaz şekilde zehirliyor. İktidarın yasak yerine “denetim” yaklaşımının sonuç vermediği, 2021’de de Türkiye’nin plastik çöp atık ithalatında birinci olması ile ortaya çıktı.

Sözcü’den Özlem Ermiş Beyhan’ın haberine göre, Greenpeace raporu Türkiye’nin 2021 yılında sadece Avrupa’dan 518 bin 80 ton plastik atık ithal ederek bu sene de Avrupa’nın çöpünü almada birinci olduğunu ortaya koydu.

Bu rakamlara göre Avrupa plastik çöpünün üçte birinden fazlasını bu sene de Türkiye aldı. Bu çöpler, Türkiye’nin topraklarını kanserojen maddelerle zehirlerken, Çevre Bakanlığı’nın detaylarını vermediği ve şifahen “Adana’nın toprağında zehir yok” dediği açıklamanın aksine Greenpeace raporu, alınan toprak ve kül örneklerinde, kanser gibi ciddi sağlık problemlerine yol açtığı bilinen dioksin ve furanlara rastlandığını bilimsel olarak ortaya koyuyor. Türkiye’de yetkililer sıkı denetimler yoluyla plastik atık ithalatında önemli gelişme kaydettiklerini söylese de Eurostat ve UK Trade Info 2021 verileri ise tam tersini söylüyor.

400 bin katı

Greenpeace’in 2022 raporuna göre de Adana’da tespit edilen dioksin furan miktarı, kirletilmemiş toprak numunesinin 400 bin katı ve şimdiye kadar Türkiye’de toprakta rapor edilen en yüksek toksik düzey. Greenpeace Türkiye ve diğer sivil toplum örgütleri, bu sorunun çözümünün çöp ithalatının yasaklanmasında olduğunu vurguluyor.

29 Mart’ta gazeteci Kit Chellel’in Londra’daki 3 TESCO geri dönüşüm kutusuna 3 adet GPS cihazı yerleştirerek başlattığı araştırmanın sonunda bu plastik atık kutularından birinin Adana’ya geldiği haberi, tartışma yarattı.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından görüntülerin eski olduğu ve yaptıkları araştırmalarda çevre ve insan sağlığını tehdit eden herhangi bir unsura rastlanmadığı bildirildi. Oysa Greenpeace’in 2022 Şubat’ta yayınladığı “Atık Oyunları Raporu”nda Adana’da çöplerin döküldüğü alanlarda toprakta dioksin ve furanlara rastlandığı ortaya çıktı. Bakanlık ise araştırmasının bilimsel sonuçlarını henüz kamuoyu ile paylaşmadı.

Paylaşın