Ekonomide Bir Darbe De Yayıncılık Sektörüne

Döviz kurlarındaki artışla birlikte rekor kıran kağıt fiyatları basın sektöründe derin bir krize neden olurken, hurda kağıt fiyatlarının baskı altına alınması da yayıncıların gelir kaybına uğramasına neden oluyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 2021 yılında fiyatı en çok artan ürün yüzde 168 ile kağıt olurken, bu durum yayıncıları büyük bir baskı altına aldı. Artan hurda kağıt ithalatı yurt içinde basın sektörünün önemli gelir kalemleri arasında yer alan hurda kağıt fiyatlarının gerilemesine neden oldu.

İthal hurda kağıtla piyasada fiyatların düşürülmesi, maliyet baskısı altında faaliyetlerine devam etmekte zorlanan küçükten büyüğe çok sayıda işletmeyi zora soktu.

Hurda kağıtların önemli bir gelir kalemi olduğu yayınevleri ve gazeteler pahalıya aldıkları kağıdı, ucuza satmak zorunda kalıyorlar. Böylece kur baskısı, enerji başta olmak üzere maliyet artışlarıyla zor bir dönemden geçen sektör, önemli bir gelirini de kaybetmiş oldu. Satılmayan gazete, dergi, kitap gibi birçok yayın daha sonra geri dönüşüme gönderiliyor.

“Bu durum sürdürülemez”

Sözcü’den Taylan Büyükşahin’e konuşan sektör temsilcileri, durumun sürdürülemez olduğunu ve hurda kağıt ithalatına sınırlama getirilmesi gerektiğini söyledi. Hurda kağıt piyasasını belirleyen büyük oyuncuların ithalatı bilerek artırdığına dikkat çeken sektör temsilcileri, bunların fiyatları aşağı çekerek yayıncılık sektörüne büyük zarar verdiğini belirtti.

TÜİK verilerine bakıldığında hurda kağıt ithalatının hızla arttığı görüldü. Bu yıl ilk 3 ayında toplam 404,1 milyon dolarlık ithalat yapılırken, geçen yılın aynı döneminde bu rakam 237,3 milyon dolar oldu.

Ocak-mart dönemi ithalat artış oranı yüzde 70’i buldu. 2021’in tamamında 1,2 milyar dolarlık hurda kağıt ithalatı yapılırken, bu rakam tüm yılların rekoru oldu. 2021 yılındaki ithalat artışı yılın ortasından başladı. Şimdiki artış hızına da bakıldığında bu yılın sonunda en az 1,6-1,7 milyar dolarlık ithalat yapılması söz konusu.

Paylaşın

Avrupa Konseyi’nden Osman Kavala Hamlesi: Raportör Gönderiyor

Avrupa Konseyi’nin yasama organı Parlamenter Meclisi (AKPM), 18-20 Mayıs günlerinde İstanbul ve Ankara’da temas ve incelemelerde bulunmak üzere iki raportörünü gönderiyor. Raportörlerin, AKPM’nin Türkiye hakkında yürüttüğü denetim süreci ve Osman Kavala davasına ilişkin görüşmeler yapması öngörülüyor.

Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmesinin ardından gerçekleşecek temaslar, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce başlatılan ihlal süreci açısından da önem taşıyor. İngiliz parlamenter John Howell ve Letonyalı parlamenter Boris Cilevis, 18-20 Mayıs günlerinde İstanbul ve Ankara’da olacak.

AKPM’nin Türkiye’nin denetim sürecini yürütmek için atadığı iki raportör, 25 Nisan’da sonuçlanan Gezi Davası kapsamında iş insanı Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet ve diğer yedi sanığa 18’er yıl hapis cezasının verilmesinin ardından ilk kez Türkiye’de temaslarda bulunacak.

AKPM tarafından araştırma ve bilgi toplama amaçlı (fact-finding mission) kapsamında Türkiye’ye gönderilen raportörlerin, Adalet Bakanlığı temsilcileri, adli merciler ve cezaevleri ile ilgili birimler, baro ve avukatlar, sivil toplum temsilcileri ile bir araya gelmesi öngörülüyor. Bu incelemelere ilişkin ilk gözlemlerini 24 Mayıs’ta ilgili komisyona aktaracak olan gözlemciler, daha sonraki dönemde AKPM’ye raporlarını sunacak.

Raportörlerin ziyareti, Ankara ile Strasburg merkezli Avrupa Konseyi arasındaki ilişkilerin çok zorlu bir süreçten geçtiği bir dönemde olması açısından önemli.

Strasbourg’la iki ayrı süreç

Türkiye, kurucu üyeleri arasında olduğu Avrupa Konseyi ile iki ayrı sıkıntılı süreçten geçiyor. Birincisi AKPM tarafından 2017’den bu yana sürdürülen siyasi denetim süreci.

Diğeri de Türkiye’nin iş insanı Osman Kavala ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamaması nedeniyle konseyin siyasi organı Bakanlar Komitesi tarafından Şubat 2022’de başlatılan “ihlal prosedürü.”

Her iki süreci birbirine bağlayan temel unsur, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi ile ilgili olarak Avrupa Konseyi üyeliğinden kaynaklanan zorunluluk ve taahhütleri onurlandırmaması olarak görülüyor.

AKPM, Nisan 2017’de yaptığı bir oylama sonucunda Türkiye’ye karşı denetim prosedürünü başlatmıştı. Avrupalı milletvekillerinin büyük çoğunluğunun oyuyla başlatılan prosedürün nedeni olarak Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları konusunda ciddi gerileme içinde olması ve özellikle uygulanan olağanüstü hal kapsamında ciddi insan hakları ihlallerini saptanması olarak gösterilmişti.

Türkiye’nin siyasi denetimden çıkması için yerine getirmesi gereken sekiz koşul bulunuyor. Koşullar arasında OHAL’in kaldırılması, Meclis iradesini by-pass edecek OHAL kararnamelerinin yayımlanmaması, kamu görevlilerin kitlesel işten çıkarılmalarının sona erdirilmesi, tutuklu siyasetçi ve belediye başkanları ile gazetecilerin serbest bırakılması, medyanın ifade özgürlüğünün güvence altına alınması ve anayasal değişikliklerle ilgili olarak Venedik Komisyonu’nun tavsiyelerinin uygulanması yer alıyordu.

OHAL’in sona erdirilmesiyle bu koşullardan bazıları ortadan kalktı ancak geri kalan taleplerle ilgili somut ve anlamlı adım atılamaması, Türkiye’nin siyasi denetim sürecindeki süresini uzatan bir unsur olarak görülüyor.

Resmi ziyaret iptal edilmişti

AKPM’nin atadığı iki raportör, düzenli aralıklarla Ankara’ya yaptıkları temaslarla denetim sürecine ilişkin atılan ve atılacak adımları ele alıyor. Aslında Howell ve Cilevis, aynı görev kapsamında 24-25 Mayıs günlerinde Ankara’da resmi temaslarda bulunacaktı ancak Kavala kararının açıklanması üzerine bu ziyaret iptal edildi. Böylece AKPM, Türkiye’nin siyasi denetimden çıkmasına ilişkin diyalog sürecini devam ettirmeyeceği mesajını vermiş oldu.

Bunun yerine raportörleri daha çok Kavala davasını incelemek üzere Türkiye’ye gönderen AKPM Başkanı Tiny Cox, iş insanına verilen cezayı “şok edici” olarak nitelerken Bakanlar Komitesi’nin ihlal prosedürünün işlediği uyarısında bulunmuştu.

En son CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen yaklaşık 5 yıl hapis cezasına en çok tepki veren kurumlardan biri de AKPM oldu. Türkiye raportörleri Howell ve Cilevis, Kaftancıoğlu ile ilgili kararın açıklanmasından sonra yaptıkları ortak açıklamada, “Canan Kaftancıoğlu’nun yeri siyasi arenadır, cezaevi değil. Türk yetkilileri anti-demokratik uygulamalara son vermeleri için uyarıyoruz,” ifadelerini kullandı.

Raportörler, yargıyı kötüye kullanarak muhalif seslerin kesilmeye çalışıldığını kaydederken bu durumun Türk demokrasisi için ciddi bir tehlike oluşturduğunu da kaydetti. Bu gelişmeleri gelecek rapora yansıtacak olan raportörlerin görüşlerinin, hem denetim süreci hem de Kavala davası ile ilgili başlatılan ihlal prosedürünü yakından ilgilendireceği öngörülüyor.

Bakanlar Komitesi AİHM kararını bekliyor

Türkiye ile Avrupa Konseyi arasındaki en ciddi konu ise Bakanlar Komitesi tarafından başlatılan “ihlal prosedürü.” Konseyin siyasi organı konumundaki Bakanlar Komitesi, 2 Şubat 2022’de oy çokluğuyla aldığı karar sonrası Osman Kavala davasında AİHM’in aldığı kararı uygulamayan Türkiye’ye yaptırım yolunu açacak olan ihlal prosedürünü başlattı.

AİHM, Ekim 2017’de anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırmak suçlarından dolayı hapse atılan Kavala’nın başvurusunu kabul etmiş ve Kavala’nın tutukluğunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5.1, 5.4 ve 18. Maddelerine aykırı olduğunu saptamıştı. Mahkeme, Mayıs 2020’de kesinleştirdiği karar kapsamında Türkiye’den Osman Kavala’yı derhal serbest bırakma çağrısında bulunmuş ancak bu çağrılar karşılık bulmamıştı.

Bakanlar Komitesi, ihlal prosedürü uyarınca Türkiye’nin söz konusu davayla ilgili kararları uygulayıp uygulamadığını AİHM’e sorma kararı almıştı. Diplomatik kaynaklar, AİHM’in son gelişmeler kapsamında değerlendirmesini 6 aylık bir süre içinde tamamlaması ve kararı Bakanlar Komitesi’ne iletmesini beklediklerini kaydediyor.

Bakanlar Komitesi, AİHM’in “ihlal” olduğuna ilişkin değerlendirmesi ışığında Türkiye’ye uygulanacak yaptırımı kararlaştıracak. Daha önce ihlal prosedürü Azerbaycan aleyhine işletilmiş ancak Bakü yönetimi, yaptırım aşamasına gelmeden AİHM kararını uygulamıştı. Türkiye, Kavala’yı serbest bırakıp AİHM kararını uygulamazsa ihlal prosedürü kapsamında yaptırıma uygulayacak ilk üye olacak.

Gelişmeler Türkiye’nin aleyhine

Avrupalı diplomatik kaynaklara göre, Türkiye’nin Kavala davasındaki tutumu Batı ile son dönemdeki normalleşme çabalarına ve özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi kapsamında oluşturduğu imaja ters bir adım. Kaynaklar, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi oylamalarında ihlal prosedürü için gerekli üçte iki çoğunluğun sağlandığı; aynı çoğunluğun yaptırım kararında da görülmesinin sürpriz olmayacağı değerlendirmesini yapıyor.

Ukrayna’nın işgal girişimi nedeniyle Avrupa Konseyi’nden gelen tepkiler üzerine kendisi birlikten ayrılan Rusya’nın ardından Türkiye’nin de ihlal prosedürü sonucunda üyeliğinin askıya alınması gibi durumun ortaya çıkmasının Ankara’nın imajı açısından büyük bir olumsuzluk yaratacağı da diplomatik kaynaklarca yapılan değerlendirmeler arasında.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Erdoğan, Giderek Artan Tepkileri Yatıştırma Arayışında

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR), Türkiye’de sığınmacı karşıtı siyasi iklimin oluşturduğu “riskler” konusunda Avrupalı siyasetçileri uyardı. ECFR’nin yayımladığı “Türkiye’nin açık kapısı kapanıyor” başlıklı yeni analizde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 milyon Suriyeli sığınmacıyı ülkelerine geri gönderme projesi ve bunun gerisinde yatan nedenler mercek altına alınırken, çarpıcı tespitlere yer verildi.

Düşünce kuruluşu ECFR’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Program Koordinatörü Kelly Petillo tarafından kaleme alınan analizde, Erdoğan’ın projesinin uygulanmasının önünde hem hukuki hem siyasi engeller bulunduğu belirtildi.

Yazıda, Türkiye’de siyasi yelpazenin her kanadında, ekonomik krizin sorumluluğunu Suriyelilere yükleyen siyasetçiler bulunduğu, siyasetçilerin sığınmacı karşıtı söylemlerinin de nefret suçları ve şiddete yol açtığı aktarıldı.

Avrupalı siyasi karar alıcılara, “Türkiye’deki dinamikleri dikkate alma” ve “Erdoğan’ın geri gönderme planına proaktif tepki gösterme” çağrısı yapılan analizde, sığınmacıların geri gönderilmeye zorlanması halinde bunun hem Suriyelilerin ülkelerine güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşlerini sağlama hedefine zarar vereceği, hem de Avrupa’ya yeni bir sığınmacı akınını tetikleyebileceği aktarıldı.

ECFR uzmanı Kelly Petillo, analizinde yer verdiği tespit, uyarı ve çağrılarla ilgili olarak DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtladı.

Analizinizde, Türkiye iç siyasetinde tırmanan “Suriyeli sığınmacıları geri gönderme” tartışmalarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 milyon sığınmacıyı geri gönderme projesini, mercek altına alıyorsunuz. Bu projenin, yaklaşan seçimler öncesinde Erdoğan üzerinde artan baskının bir göstergesi olduğunu belirtiyorsunuz. Sizce son gelişmeler, AKP hükümetinin Suriye ve Suriyeli sığınmacılara yönelik tutumunda, “açık kapı” politikasında, değişikliğe gittiğinin bir göstergesi mi?

Ben Türkiye’nin Suriye politikasının genelinde bir değişikliğe gittiğini düşünmüyorum, bu hamlelerin daha çok içerideki baskıya bir yanıt vermenin bir gereği olarak görüldüğü kanaatindeyim. Erdoğan, bir yandan sığınmacıları geri göndererek Esad’a destek anlamına gelecek bir adım atmak istemiyor ama aynı zamanda, Türkiye’de önümüzdeki sene yapılacak seçimler öncesinde sığınmacılar konusunda giderek artan tepkileri yatıştırma arayışında. Erdoğan’ın, Türkiye’nin kuzey Suriye’de kontrolü altında bulundurduğu bölgelere Suriyelilerin dönmesi için destek sağlanacağı yönündeki duyurusu, işte bu iki akımı dengeleme arayışını yansıtıyor. Mevcut Türk hükümeti, Suriye politikasında kapsamlı değişime gitmemiş olsa da, 2023 seçimlerini göz önünde bulundurarak, güçlü bir mesaj vermek istedi. Ayrıca, 1 milyon Suriyeliyi kendi himayesi altındaki bölgelere göndermek aslında aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin diğer iki kilit hedefleriyle de örtüşüyor…

Nedir bu hedefler?

Türk hükümeti, Suriye’de güvenli bölge inşa etme politikasını aynı zamanda ‘sığınmacı derdine deva’ olarak sunmaya çalışıyor. 2016 yılında oluşturulan güvenli bölgeler, Türkiye’nin Suriye politikaları ile ilgili iki ana hedefine yanıt niteliği de taşıyor: Suriyeli Kürtlerle Türkiye arasında bir tampon bölge oluşturmak ve Suriyeli sığınmacıları bu bölgelere geri göndermek, ki Türkiye son beş yılda bunu belirli aralıklarla yaptı da.

Peki, 1 milyon Suriyelinin Türkiye’nin kontrolü altındaki bu bölgelere gönderilmesi planını hem hukuki hem siyasi bakımdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hukuka uygunluğu sorgulanması gerekiyor. Türkiye’nin, Suriyelilerin kitlesel geri dönüşlerini hayata geçirmesi, zorla geri gönderme kapsamına girer. Çünkü Suriye’deki mevcut koşullar, geri dönüşler için uygun değil.

“Zorla geri gönderme kapsamına girer” diyorsunuz… Size göre bu proje, uluslararası insan hakları hukukundaki “Geri göndermeme” ilkesinin ihlali, yani kimsenin işkence, insanlık dışı aşağılayıcı ceza ve muameleye maruz kalabilecekleri, telafi edilemeyecek zarar görebilecekleri ülkelere geri gönderilmemesini düzenleyen ilkenin ihlali anlamına mı gelir?

Suriye’nin kuzeyindeki ekonomik durum, ülkenin geri kalanından daha iyi olmasına rağmen koşullar geri dönüşlere uygun değil. İdlib Eyaleti’nde yaşayan 4 milyon kişinin dörtte üçü zaten yerinden edilmiş insanlardan oluşuyor. Bu ortama yeni bir sığınmacı dalgası, hem istikrarsızlığa, hem de insani sorunlara yol açar. Temel hizmetlerin eksikliği nedeniyle zaten bölge halkının büyük acılar çektiği İdlib’de ciddi güvenlik riski de var. Ayrıca Ukrayna savaşının bu bölgeye de Rusya kaynaklı olumsuz yansımaları olabilir, Rusya bu bölgeye insani yardım geçişlerini durdurabilir… Öte yandan bölgedeki başat güç, AB ve ABD tarafından halen terör örgütü olarak tanınan Heyet Tahrir el-Şam… Üstelik Suriye’nin farklı bölgelerinden Türkiye’ye sığınmış Suriyelileri, Suriye’nin kuzeyine göndermek, siyasi olarak da uygulanabilir değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın projesini neden siyasi olarak uygulanabilir bulmadığınızı açar mısınız?

Türkiye’deki Suriyelilerin bir bölümü kuzeyden değil. İzin verildiğinde, şartlar elverişli olduğunda, geldikleri bölgelere, ülkenin diğer bölgelerine dönmek isteyebilirler. Suriye’de uzun vadeli demografik değişikliklere de yol açabilecek bu proje kusurlu ve siyasi olarak da sürdürülebilir değil. Pek çok farklı lojistik sorun da var. Örneğin bu bölgelerde verilecek dokümanlar Suriye’nin başka bölgelerinde de geçerli olabilecek mi? Ayrıca Suriyeliler bu konutlar ve Türkiye tarafından sunulacak diğer hizmetler için nasıl ödeme yapacak? Bayramda Suriye’nin kuzeyine gidenler bile milisler tarafından kaçırılma riskiyle karşı karşıya kaldı. Bu nedenlerden ötürü Suriyelilerin bu bölgelerde nasıl yaşayabilecekleriyle ilgili çok önemli, ciddi tereddüt söz konusu.

Türk yetkililer, bölgede inşa edilen “briket evlerin”, Suriyelileri gönüllü geri dönüş konusunda ikna edebileceği görüşünde…

Suriyelilerin gerçek endişesi yeni bir ev değil, onlar için asıl önemli olan güvenlik ve iş bulmak, eğitime ve temel ihtiyaçlara erişim. Defolu, baştan kusurlu olan bu proje, Suriyelileri geri dönmeye teşvik etmeyecektir. Çünkü koşullar, güvenli ve onurlu bir yaşamı karşılamıyor.

Türk basınında, Erdoğan’ın Esad ile yeniden bir diyalog sürecini başlatmak istediği yönünde haberler yayımlandı. Hatta muhalefet de iktidara geldiğinde bu konuyu Esad ile çözebileceği iddiasında… Bu gerçekten de bir çözüm sağlayabilir mi?

Esad da Suriyelilerin ülkelerine dönmelerini istemiyor ki. Kitlesel geri dönüşlerle başa çıkamayacağı için bundan da bir sonuç çıkmayacaktır…

Peki, Suriyelilerin geri dönüşü için gerekli koşullar neler?

Suriyelilerin uluslararası tartışmalara katılmaları, geri dönmek için talep ettikleri koşulları açıkça dile getirmeleri kilit öneme sahip. Güvenlik, her şeyden önemli. Suriyeli erkeklerin büyük bir bölümü askere alınmaktan, hatta tutuklanmaktan korkuyor. Büyük bir bölümü mülklerine, topraklarına verilen zararın tazmin edilmesini ya da bir ödeme yapılmasını istiyor. Ayrıca gıda, elektrik, eğitim ve iş gibi temel hizmetlere erişim sorunu var… Suriye’deki ekonomik durum o kadar endişe verici ki, böyle bir dönemde kitlesel geri dönüş olabileceğini düşünebilmek bile saçma… Bazı olumlu gelişmeler olsa bile, herkes dönmek istemeyecektir, dolayısıyla sadece Suriye’de uygun koşulların yaratılmasına odaklanmamak gerek. Aynı zamanda, yeni bir ülkeye yerleşimlerini sağlamak, Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’ta yaşam koşullarının iyileştirilmesi gibi ilave çözüm yolları aranmalı.

Türkiye’de, Suriyelilerin kalıcı olmadıkları, ülkelerine dönecekleri düşüncesi hakim. Siyasi iletişim de bu şekilde yapılıyor. Oysa uzmanlar, uzun yıllardır bunun gerçekçi bir beklenti olmadığı, kamuoyuna bunun anlatılması ve uyum politikalarına odaklanılması gerektiği konusunda uyarılar yapıyorlar…

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar geçici koruma kapsamında “misafir” olarak nitelendiriliyor, büyük çoğunluğa uzun dönemli oturma izni alabilecekleri süreçleri kullanma fırsatı tanınmıyor. Suriye’deki ihtilafın uzun süreli doğasına rağmen, yıllardır geçici statüde, hatta turist vizesi ile yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Onların geçici süreyle kalacakları konusunda ısrar eden mevcut politikaların risk ve sonuçlarını, Türkiye’de artan sığınmacı karşıtı iklimde açıkça görülebiliyor. Ve bu pek çok vesileyle trajedilere yol açabiliyor, bu aynı zamanda sığınmacılar için de belirsizliği artırıyor…

Türkiye ekonomisindeki kötü gidişat aynı zamanda sığınmacı karşıtlığını da artırıyor. Siz de analizinizde, siyasetçilerin sığınmacı karşıtı söylemlerinin, nefret suçları ve şiddete yol açmakta olduğuna dikkat çekiyorsunuz…

Suriyelilere ev sahipliği yapan ülkelerde sığınmacılara yönelik şiddet ve nefret suçlarının artması riski kesinlikle mevcut. Bunu sadece Türkiye’de değil, siyasetçiler ve ana akım medyanın, dezenformasyon kampanyalarıyla ülkedeki ekonominin çöküşünün sorumlusu olarak Suriyeliler ve diğer göçmenlere işaret ettikleri Lübnan’da da görüyoruz. Ürdün’de durum biraz farklı, Türkiye ve Lübnan’a kıyasla Suriyelilere yaklaşım daha olumlu…

Yazınızda, Ukrayna’ya odaklanmış durumda olan Avrupalı siyasi karar alıcılarının Türkiye’deki dinamikleri gözden kaçırmamaları, gelişmeleri büyük bir dikkatle izlemeleri gerektiğini vurguluyor, Avrupa Birliği’nin (AB) yeni bir sığınmacı dalgasıyla karşı karşıya gelebileceği uyarısını yapıyorsunuz. Türkiye’deki bu gelişmeler, AB için de bir güvenlik sorunu oluşturur mu?

Gayet tabii ki. Yapılan araştırmalar şunu ortaya koyuyor: Suriyeliler bugün onlara ev sahipliği yapan bölge ülkelerinden ayrılmak durumunda kalmaları halinde ülkelerine dönmeyecek, Avrupa’ya ulaşmak için çabalayacaklar. Ve göç, Avrupa için önemli bir güvenlik sorunudur.

Sizce AB’nin atması gereken adımlar neler?

Türkiye gibi Suriyeli sığınmacılara ev sahipliği yapan ülkeler, mali ve siyasi bakımdan zaten sınırları zorlamış durumda. Biz Avrupa olarak bu sorumluluğu bu ülkelere yüklemeye, sorunu taşeronlaştırmaya devam edemeyeceğimizi kabul etmek zorundayız. Ayrıca Avrupa’dan daha tutarlı mesajlar göndermemiz gerekiyor. Şayet, Suriyelilerin ancak güvenli, onurlu ve gönüllü bir şekilde ülkelerine dönebilecekleri bizim gerçekten resmi politikamız ise ve Suriye şu anda güvenli değilse, o zaman Almanya’nın yaptığı gibi, Suriyelilerin oturumlarını iptal etme ya da Suriyeli sığınmacıların ülkelerine sınır dışı edilmelerini engelleyen yasaları askıya alma gibi baskı kurma taktiklerine girişmemeliyiz. Çünkü Suriyelilere ev sahipliği yapan ülkeler bizim ne yaptığımızı dikkatle izliyor ve “Şayet Avrupa yapıyorsa, o zaman biz neden yapmayalım?” diyorlar.

Türkiye’de AB karşıtlığı artıyor. AB’nin Mülteci Mutabakatı ile Türkiye’yi mültecilerin Avrupa’ya geçişini önleyen “tampon ülke” konumuna düşürdüğü belirtilerek sert eleştiriler yöneltiliyor. Bu tepki ve eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa’nın Suriye sığınmacı krizinin yükünü dışsallaştırdığı, yükü ev sahibi ülkelerin omuzlarına yüklediği kesinlikle doğru. Türkiye de, AB’den ciddi ölçüde para alacağı için bu mutabakatı kabul etti. Her iki taraf da hesaplarını, kısa vadeli kazanım için, uzun vadeli etkileri büyük ölçüde göz ardı ederek yaptı. Ve bunu Suriye halkının sırtından yaptılar…

Makalenizde AB’nin bu konuda daha uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini vurguluyorsunuz. Nedir Avrupalı siyasi karar alıcılarından beklentiniz?

Avrupalılar sığınmacılara yönelik yeni bir siyasi çerçeve geliştirmeli ve Türkiye gibi ev sahibi ülkeleri desteklemeli. Bunu salt kısa vadeli bir hedefe, sığınmacıları Avrupa dışında tutmaya indirgememeli. “Sürdürülebilir çözümlere” vurgu yapılmalı. Bu, uzun vadeli planlama ve Suriyelilerin yaşadıkları bölge halklarının, sivil toplum ve yerel hükümet dışı örgütler ile yardım kuruluşlarının desteklenmesi gibi yerel yaklaşımlar içermeli. Bu aynı zamanda, sığınmacıların başka ülkelere yerleştirilmesine imkan sağlayan fırsatları da kapsamalı. Suriyeliler ülkelerine daha yakın bir yerde yaşamak isteyebilecekleri için bu tercihen bölge ülkeleri olmalı. Sığınmacılara ev sahipliği yapan ülkelerle daha fazla dayanışma içerisinde olunmalı. Gelecekte üzerinde anlaşılacak yeni bir mülteci mutabakatı, sığınmacıların Avrupa dışında tutulmaları üzerine inşa edilmemeli. Yeni bir mülteci mutabakatı, Suriyelilerin onlara ev sahipliği yapan ülkelerde onurlu bir yaşam sürdürmeleri, istedikleri zaman, koşullar da uygun olduğu takdirde, ülkelerine dönebilmelerine imkan sağlamalı.

Paylaşın

Türkiye, İsveç Ve Finlandiya’nın Üyeliğini Engellemeyecek

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO Dışişleri Bakanları’nın Almanya’nın başkenti Berlin’deki toplantısında Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği ve Türkiye’nin konuya ilişkin yaklaşımı hakkında konuştu. 

Stoltenberg, “Türkiye’nin dile getirdiği endişeler üzerine üyelik konusunda nasıl hareket edeceğimize ilişkin bir anlaşmaya varacağımıza eminim” dedi. Stoltenberg, “Türkiye’nin niyeti Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini engellemek değil. Bunu açık açık söylediler” ifadesini kullandı.

Blinken: Fikir birliğine varacağımızdan eminim

Stoltenberg’in ardından ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de konuya ilişkin açıklamalarda bulundu. Blinken, “Türkiye, Finlandiya ve İsveç konusunda devam eden bir görüşme var. Sonuç şu ki, NATO’ya üyelik süreci söz konusu olduğunda, fikir birliğine varacağımızdan eminim” dedi.

Blinken, “Dışişleri bakanıyla (Mevlüt Çavuşoğlu) ya da NATO oturumlarında yaptığımız özel konuşmayı açığa vurmak istemiyorum, ancak şu kadarını söyleyebilirim: Neredeyse her kesimden çok güçlü bir desteğin (İsveç, Finlandiya için) katıldığını duydum” açıklamasında bulundu.

‘Yaptırımları sürdüreceğiz’

Öte yandan Blinken, tüm NATO üyelerinin “gerekli olduğu sürece” Rusya karşıtı yaptırımları yürürlükte tutmaya kararlı olduklarını söyledi.

“İttifakın her üyesi bu savaşı mümkün olan en kısa sürede sona erdirmek istiyor. Ukrayna’ya yönelik güvenlik yardımımızı, yaptırımlarımızı ve Rusya üzerindeki diplomatik baskımızı gerektiği kadar sürdürmeye açıkça kararlıyız” diye konuşan Blinken, ülkesinin ve NATO müttefiklerinin “Ukrayna’ya savaş alanında ve müzakere masasında mümkün olduğunca güçlü destek vermeye odaklandıklarını” da sözlerine ekledi.

Erdoğan’dan iki ülkeye ‘teröre destek’ suçlaması

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine olumlu bakmadıklarını söylemişti.

Erdoğan, “”Gelişmeleri takip ediyoruz ama olumlu bir düşünce içinde değiliz. Çünkü bizden önceki yönetimler daha önce Yunanistan ile ilgili bir yanlış yaptılar. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı NATO’yu da arkasına alarak takındığı tavrı biliyorsunuz. Bu konuda ikinci bir yanlışı Türkiye olarak işlemek istemiyoruz.” dedi.

İskandinav ülkelerinin terör örgütleri için misafirhane hale geldiğini ileri süren Erdoğan, PKK, DHKP-C’nin buralarda yuvalandığını belirterek bu ülkelerde örgüt üyelerinin parlamentoya milletvekili olarak girdiğini ifade etti ve “Bu noktada bizim olumlu bakmamız mümkün değil” dedi.

Paylaşın

NATO’da Uzlaşma İşareti: Türkiye Önemli Bir Müttefik

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasına yönelik endişe ve itirazlarının üstesinden gelebileceklerine inandıklarını açıkladı.

Geoana, “Türkiye önemli bir müttefik. Dostları ve müttefikleri tarafından ele alınacak endişelerini dile getiren bir üye devlettir” dedi. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, NATO’nun Finlandiya ve İsveç’in üyeliğini hızla onaylamaya hazır olduğunu söyledi.

NATO’ya üye 30 ülke dışişleri bakanları, Cumartesi ve Pazar günü iki günlük bir toplantı için Almanya’nın başkenti Berlin’de bir araya geldi. Dışişleri Bakanları toplantısının ilk gün yapılan çalışma akşam yemeğinde büyük ölçüde, tam üye olarak kabul edilmek için başvurmaları beklenen Finlandiya ve İsveç’e odaklanıldı. Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba, NATO ülkelerine Ukrayna’daki gelişmeler ve NATO’nun ülkeye verdiği destek hakkında bilgi vermek üzere Pazar günkü toplantılara davet edildi. Dışişleri bakanları ayrıca ittifakın temel askeri doktrini etrafında NATO için yeni bir “Stratejik Konsept’in” ilk taslağı hakkında konuşacaklar. Konsept’in, Haziran ayı sonunda Madrid’de yapılacak NATO zirvesinde kabul edilmesi planlanıyor.

Akşam yemeğinin ardından, ikinci gün toplantılar öncesi açıklama yapan Genel Sekreter Yardımcısı Geoana, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine itirazı konusunda, “Toplantımızın ilk turunda bu tartışmayı yaptık ve NATO’da her zaman olduğu gibi samimi ve yapıcı bir tartışma oldu. Türkiye önemli bir müttefik. Dostlar ve müttefikler, karşılıklı ele alınan ve tartışılan endişelerini dile getirdiler. Ve eminim ki, bu iki ülke önümüzdeki birkaç gün içinde NATO’ya üyelik başvurusu yapmaya karar verirlerse, NATO onları memnuniyetle karşılayabilecek ve uzlaşma için tüm koşulları bulabilecek durumdadır” diye konuştu.

Genel Sekreter Yardımcısı Geoana, “Türkiye’ye lisans ihracatı ne durumda?” şeklinde yöneltilen soruya da, “Müttefiklerin ulusal kararı hakkında yorum yapmıyoruz. Bunlar egemen bir şekilde alınan kararlardır. Söyleyebileceğim şey, İttifak’ın özellikle son birkaç ayda, tarihsel olarak zaman içinde, ancak özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana geçen bu son birkaç ayda ‘kusursuz’ olduğudur. Ve bu yaptığımız her şeyin gücünü gösteriyor. NATO ve G7 arasındaki kusursuz koordinasyona bakın, dün burada Almanya, AB, NATO ve G7 toplantıları yapıldı. Diğer ortaklara bakın, Ukrayna’yı desteklemek için koordine olan 40’tan fazla ülkenin bulunduğu Ramstein’a bakın. Yani sorunlar oluyor, ama bizler demokrasileriz, egemen kararlara saygı duyuyoruz. Ama birlik ruhunu ve ortak aidiyet ruhunu da yeniden vurguluyorum. Müttefiklerin ortak bir amaç etrafında bir araya gelmelerinden büyük gurur duyuyoruz” yanıtını verdi.

Çavuşoğlu, Fin ve İsveçli mevkidaşlarıyla görüştü

Toplantıya katılmak üzere Berlin’e giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, dün Finlandiya ve İsveçli mevkidaşlarıyla üçlü bir görüşmede bir araya geldi. Görüşme öncesi açıklama yapan Çavuşoğlu, yeniden Türkiye’nin “Müttefik bir ülkenin, açıkça terör örgütleri PKK/YGP’ye destek vermesinden duyduğu kaygıyı” dile getirdi. Toplantının ardından Twitter hesabından kısa bir mesaj paylaşan Çavuşoğlu, ” NATO Dışişleri Bakanları gayrıresmi toplantısı marjında İsveçli ve Finlandiyalı mevkidaşlarımla Berlin’de görüştük” demekle yetindi.

İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde de, Twitter hesabından aynı fotoğrafı paylaşarak, “Fin ve Türk meslektaşlarımla önemli görüşme. Kötüleşen güvenlik durumunu ve NATO’nun açık kapı politikasını ele aldık” ifadelerini kullandı.

Baerbock: “Finlanda’yı hızla almaya hazırız”

NATO Genel Sekreter Yardımcısı Geoana, “Dün akşam İsveç ve Finlandiya Dışişleri Bakanları bize katıldı. Bu iki canlı demokraside yer alan demokratik süreçleri biliyoruz ve buna tamamen saygı duyuyoruz ve üyelik aramaya karar verirlerse, Müttefiklerin bu İttifaka üyeliklerine yapıcı ve olumlu bakacağından eminim” dedi. Finlandiya ve İsveç’in zaten NATO’nun en yakın müttefikleri olduğunu vurgulayan Geoana, “Bu iki ülke canlı demokrasilerdir. Kusursuz hukuk kurallarına sahipler. Güçlü orduları var, zaten NATO güvenliğine katkıda bulunuyorlar ve ayrıca NATO’nun geri kalanıyla çok uyumlular” diye konuştu.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da, Almanya’nın bu iki ülkenin NATO’ya üyelik başvurusunu “hızlı, çok hızlı şekilde onaylayacağını” ifade ederek İsveç ve Finlandiya’nın başvurusunun ardından bir “kesinti” olmaması gerektiğini ifade etti. “NATO savunmaya dayalı bir ittifak ve öyle kalacak” diyen Baerbock, “Ancak aynı zamanda açık kapı politikası yürüten bir ittifak ve İsveç ile Finlandiya’nın parlamentolarının ve toplumlarının üyelik yönünde bir karar alması halinde biz de onlara hoş geldin deriz” şeklinde konuştu. Baerbock, bu iki ülkenin katılımıyla NATO’nun daha da güçlü olacağını savunarak, “Bu ülkelere güvenlik garantilerini hızlı bir şekilde sağladığımızı açıkça belirtmeliyiz. Durumlarının belirsiz olduğu hiçbir ara faz veya gri bölge olmaması gerekiyor” ded,.

“Rusya’nın acımasız işgali ivme kaybediyor”

NATO Toplantısının ikinci gününde Ukrayna’daki son gelişmelere odaklanacaklarını belirten Geoana, “Rusya’nın acımasız işgali ivme kaybediyor. Müttefiklerin ve ortakların milyarlarca dolarlık önemli desteğiyle, askeri destekte, mali destekte, insani destekte, Ukrayna halkının ve ordusunun cesaretiyle ve bizim yardımımızla Ukrayna’nın bu savaşı kazanabileceğini biliyoruz” dedi. Toplantının bir başka gündeminin de Haziran ayında Madrid’de yapılacak NATO zirvesine hazırlık olduğunu belirten Genel Sekreter Yardımcısı Geoana, Madrid’de NATO Stratejik Konsepti’nin görüşüleceğini, Stratejik Konsept ile, “Bugün Berlin’deki Dışişleri Bakanlarımız, Madrid’de NATO’nun birliğini, NATO’nun uygunluğunu ve NATO’nun uygunluğunu tekrar gösterecek sağlam, ileriye dönük bir belgeye sahip olduğumuzdan emin olmak için daha fazla siyasi rehberlik sağlayacaktır” dedi.

Ukrayna’nın Eurovision zaferi

Toplantı girişinde gazetecilerin de kısaca sorularını yanıtlayan Genel Sekreter Yardımcısı, “Eurovision şarkı yarışmasını Ukrayna kazandı. Putin’e bu konuda ne mesaj verirdiniz?” sorusu üzerine, “Ukrayna’yı Eurovision yarışmasını kazandığı için tebrik etmek istiyorum. Ve bu sıradan bir kutlama değil. Çünkü dün Avrupa’nın her yerinde ve Avustralya’da Ukrayna halkının cesaretine gösterilen büyük ilgi ve verilen desteği gördük. Elbette şarkı güzeldi. Çok güzeldi” dedi. Geoana, Putin’e gönderdikleri mesaj hakında da, “Sayın Putin’e göndermek istediğimiz mesaj, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en acımasız ve alaycı savaşı başlattıklarıdır. Muhtemelen kendisi de Ukrayna halkının cesaretine ve Batının birliğine içtenlikle şaşırmıştır. O yüzden yeniden söylüyorum; Birliğiz, güçlüyüz ve Ukrayna’nın bu savaşı kazanmasına yardım etmeye devam edeceğiz. Müttefiklerin ve ortakların milyarlarca dolar, askeri, ekonomik ve insani destek şeklinde önemli desteğiyle, Ukrayna halkının ve ordusunun cesareti ve bizim yardımımızla Ukrayna’nın bu savaşı kazanabileceğini biliyoruz” dedi.

Gürcistan Haziran zirvesine davet edildi

Geoana, soru üzerine, Haziran zirvesine Gürcistan’ın da davet edileceğini vurgulayarak, “Açık kapı politikası NATO için kutsal olmaya devam ediyor. Ve Gürcistan’ın çok önemli bir ortak olduğunu söyleyebilirim. Karadeniz daha önemli hale geliyor. Rusya’nın Ukrayna ekonomisini boğma ve dünyanın birçok yerinde gıda güvensizliği yaratma girişiminde Karadeniz’e yönelik ablukanın etkisini görüyoruz. Ayrıca Moldova, Bosna Hersek gibi ortakları desteklemek için yollar arıyoruz” dedi.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Borç Altındaki Çiftçi Üretimden Çekiliyor

Çiftçi zor bir dönemden geçiyor. Zam üste zam gelen mazot ve gübre fiyatlarına rağmen çiftçi ürettiğini değerinde satamıyor. Birçok çiftçi borç altında ya traktörü hacizli ya arazisi ipotekli. Ziraat Mühendisleri Odası’ndan (ZMO) alınan bilgiye göre, son 10 yılda çiftçinin ekmekten vazgeçtiği alan miktarı 4,2 milyon hektara ulaştı.

Çekilen çiftçi bir daha geri dönmüyor. Çiftçilerin bankalara 192, tarım kredi kooperatiflerine 13, tüccar başta olmak üzere özel sektöre de 50 milyar TL olmak üzeri toplam 255 milyar TL borcu var. Ayrıca son bir yılda kısa vadeli borçlar yüzde 58 arttı. Bu da çiftçinin borcunu ancak yeni borçla kapattığını gösteriyor.

Bugün Dünya Çiftçiler günü. Peki Türkiye’de çiftçiler ne durumda. Cumhuriyet’te yer alan habere göre güvenceli çiftçi sayısı bir yılda yüzde 13,2 azaldı. Türkiye’deki toplam çiftçi sayısında da belirsizlik var. Ziraat odalarına kayıtlı 4,5-5 milyon civarında çiftçi bulunuyor. Bunun sadece 495 bini primini ödeyebiliyor. Desteklerden yararlanabilmek için çiftçi kayıt sisteminde olmak gerekiyor. Yararlanabilen çiftçi sayısı ise 2 milyon civarında.

Bu da geriye kalan 2,5 milyon çiftçinin destek alamadığını ortaya koyuyor. Köyler büyükşehir yasası ile mahalleye dönüştürüldü. Buralarda ne kadar çiftçi olduğu bile tam olarak bilinmiyor. En fazla kadın istihdamı tarımda. Ancak onlar da büyük oranda ücretsiz işçi olarak çalıştırılıyor. Kayıt dışı istihdam çok yaygın. Kadın ve çocuk emeği sömürülüyor. Mevsimlik tarım işçileri çok zor şartlar altında, düşük ücretlerle çalıştırılıyor.

Çiftçi taban fiyatların gerçek maliyetler üzerine yüzde 20 kâr payı ile açıklanmasını istiyor. Ancak bu hiç gerçekleşmiyor. Örneğin ekmeklik buğdayda alım fiyatı ton başına 2 bin 250 TL olarak açıklandı. Oysa şu anda yurtdışından 6 bin 300 liraya buğday alınıyor. Çiftçi alım garantisi de talep ediyor. Tarım Yasası’na göre tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynağın gayrisafi milli hasılanın en az yüzde 1’i düzeyinde olması gerekiyor. Ancak bu da hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Çiftçinin araçları, ödenemeyen borçları yüzünden haczediliyor. Gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık fiyat artışı TÜİK verilerine göre yüzde 153,34, enerji fiyatlarında yüzde 101,14 oldu. Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin verilerine göre, tarımsal üretim fiyatları (Tarımsal ÜFE) yıllık bazda lifli bitkilerde yüzde 196,22, sebze meyvede yüzde 112,15, tahıllar, baklagiller ve yağlı tohumlarda yüzde 92 oranında arttı. Buna karşın çiftçinin eline geçen para ise düştü. Geçen yıl bir dekar buğdayın maliyeti 867 TL iken bugün bu rakam 2 bin 382 TL’ye çıktı.

‘2021, çiftçi intiharlarının yaşandığı bir yıl oldu’

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Önceki yıllarda çiftçiler bu özel günlerini buruk kutluyor demiştik. Ancak şimdi ekonomik kriz, yükselen fiyatlar, girdi maliyetleri, savaşın etkisi, taban fiyat açıklanmaması gibi nedenlerle çiftçi önünü göremiyor. Artık buruk kutlama değil de çiftçi ne olacağını endişe ile bekler halde” dedi.

Suiçmez, desteklerin yetersiz kaldığını, sonradan ödendiğini, tarımsal girdi maliyetlerinin de yüksek olduğunu söyledi. Suiçmez, çiftçinin borcunu borçla döndürdüğüne dikkat çekerek “2021, çiftçi intiharlarının yaşandığı bir yıl oldu. Çiftçinin kâr ederek üretmesi sağlanmalı” diye konuştu.

Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, bir zamanlar kendine yeterli olmakla övünen Türkiye’nin artık birkaç ürün dışında tüm ürünlerde ithalata bağımlı olduğunu belirtti. Demirtaş, “Çiftçiyi ‘asalak’ olarak gören, devletin yıllar boyu geliştirdiği tarımsal işletmeleri yok pahasına satan neo-liberal siyasetçiler ve ‘ekonomist’ geçinen akıl hocaları gelinen noktada seslerini kesmek zorunda kaldılar. Ancak 1980’li yıllardan bu yana verdikleri zararı telafi etmek artık çok zor” dedi.

‘Üretici iflas ediyor, tüketici gıdaya ulaşamıyor’

Eski Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve CHP Parti Meclisi üyesi Gökhan Günaydın, “Tarımın başladığı topraklarda üretici iflas ediyor, tüketici gıdaya ulaşamıyor” dedi. Günaydın, tarımda işlenen alan miktarının son çeyrek yüzyılda 37 milyon dönüm azalmasının ve 700 bin çiftçinin çiftçi kayıt sisteminden çıkarak tarımı terk etmesinin, tarımdaki kötü gidişin sonuçları olduğunu vurguladı. Köylerin boşaldığını, ortalama çiftçi yaşının 58’e çıktığını belirten Günaydın, nüfusun önümüzdeki dönemde daha da artacağını bildirdi. Günaydın, “86 milyonun gereksinimi için yılda 4 milyar dolar açık veren ülkenin, 120 milyon nüfus için ödemesi gereken ithalat faturasının boyutu ne olacaktır?” diye sordu.

Paylaşın

Enflasyon 3 Ayda Asgari Ücretlinin 325 Ekmeğini Yedi

Asgari ücret 1 Ocak 2022’de tarihi bir artışla 2 bin 826 liradan 4 bin 253 TL’ye yükseldi. Bu, yüzde 51 zam demekti. Ancak resmi enflasyonun giderek artması üzerine asgari ücretin alım gücü hızla düştü; düşmeye de devam ediyor. Sene ortasında zam beklentisi doğdu. Resmi veriler asgari ücretin nasıl eridiğini gösteriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Ocak 2022’de 1 aylık asgari ücretle 307 litre motorin alınırken bu miktar Nisan 2022’de 198 litreye düştü. Bu da yüzde 36 erime demek. Peki, gıda ve enerji fiyatları karşısında asgari ücretin alım gücü nasıl düştü?

TÜİK’in güvenilirlik karnesi tartışmalı iken resmi veriler de asgari ücretin alım gücünün enflasyon karşısında nasıl hızla eridiğini ortaya koyuyor. Türkiye’de en temel gıda maddesi ekmekten başlayalım: 1 kg ekmeğin ortalama fiyatı Ocak 2021’de 7,1 TL iken bu fiyat Ocak 2022’de 11,3 liraya; Nisan 2022’de 13,7 TL’ye çıktı. Aylık net asgari ücret 2021’de 2 bin 826 TL iken 2022’de 4 bin 253 liraya yükseldi.

Asgari ücretle alınan ekmek sayısı 3 ayda 325 azaldı

Buna göre Ocak 2021’de 1 aylık asgari ücret ile 397 kg ekmek satın alınırken bu miktar Ocak 2022’de 375 kg’ye; Nisan 2022’de ise 310 kg’ye kadar düştü. Ocak-Nisan 2022 arasını kapsayan son 3 ayda asgari ücretlinin satın alabileceği ekmek miktarı 65 kg azaldı.

Standart ekmek 200 gram olarak hesaplandığında Ocak 2022’de aylık asgari ücretle bin 875 ekmek alınırken bu sayı Nisan 2022’de bin 550 adete düştü. Enflasyonla birlikte 3 ayda asgari ücretli satın alabileceği ekmek miktarı 325 adet azaldı. Bu da 3 ayda yüzde 17 düşüş demek.

Enflasyon 3 ayda 43 kg ayçiçek yağını götürdü

Mutfağın temel ihtiyaçların ayçiçek yağında da benzer bir durum yaşanıyor. Ocak 2021’de 1 kg ayçiçek yağının fiyatı 16,5 TL iken bu fiyat Nisan 2022’de 34,7 TL’ye yükseldi. Ocak 2021’de asgari ücretle 171 kg yağ alınırken bu miktar Nisan 2022’de 123 kg’ye kadar geriledi. Ocak-Nisan arasını kapsayan son 3 ayda ise 1 aylık asgari ücretle alınabilecek ayçiçek yağı miktarı 43 kg azaldı. 3 aydaki bu azalma yüzde 26’ya karşılık geliyor.

Süt ne kadar azaldı?

TÜİK verilerine göre Ekim 2021-Nisan 2022 arasını kapsayan son 6 ayda sütün fiyatı yüzde 50 artış gösterdi. Bu durum asgari ücretle satın alınabilecek süt miktarını da etkiledi. Ocak 2021’de 477 litre süt alınırken bu miktar Aralık 2021’de 315 litreye kadar düştü. Asgari ücrete gelen yüzde 51 zamma rağmen Ocak 2022’de 1 aylık asgari ücretle alınan süt miktarı 437 litre oldu. Asgari ücretteki tarihi artışa rağmen Ocak 2022’de alınan süt miktarı Ocak 2021’den 40 litre eksik oldu. Nisan 2022’de ise asgari ücretle 408 litre süt alınabiliyor. Son 3 ayda düşüş oranı yüzde 7.

Asgari ücretin alacağı et 3 ayda yüzde 28 azaldı

Et fiyatlarındaki artış dikkat çekici. 1 aylık asgari ücret ile Ocak 2021’de 54 kg dana eti alınırken bu miktar Ocak 2022’de 53 kg oldu. Nisan 2022’de ise bu miktar 38 kg’ye kadar geriledi. Aralık 2021’de asgari ücretle alınabilen dana eti miktarı 36 idi. Bu şunu gösteriyor: Asgari ücrete gelen yüzde 51 zamma rağmen 3 ay sonra neredeyse aynı miktarda dana eti satın alınabiliyor.

Domates almak zorlaştı

Akaryakıt, gübre ve ilaca gelen zamlardan dolayı tarımda üretim maliyetlerinin artması sebze fiyatlarında keskin artışa yol açtı. Bunlardan birisi de domates. 1 aylık asgari ücretle Ocak 2021’de 522 kg domates alınırken bu oran Ocak 2022’de 452 kg’ye; Nisan 2022’de ise 230 kg’ye kadar geriledi. Asgari ücretin alabileceği domates miktarı son üç ayda yüzde 49 düştü. Sebze fiyatları mevsime göre değişiyor. Ancak önceki yılın aynı dönemi ile kıyaslandığında da düşüş ortada. Üstelik 2022 başında asgari ücrette zam yüzde 50’yi aşmıştı. Nisan 2021’de 392 kg domates alınabiliyordu. Bu da 1 sene içinde yüzde 41 düşüş demek.

Asgari ücretle alınabilecek motorin miktarı 3 ayda yüzde 35 azaldı

Asgari ücretin değerinin düşmesi akaryakıtta daha keskin ortaya çıkıyor. Ocak 2022’de 1 aylık asgari ücret ile 310 LT benzin veya 483 LT LPG veya 307 LT motorin alınırken Nisan 2022’de bu miktarlar 221 LT benzin, 371 LT LPG veya 198 LT motorine düştü. Yani aylık maaş ile satın alınabilecek benzin 88 LT; LPG 112 LT ve motorin ise 109 litre azaldı.

Oran olarak bakıldığında ise 1 aylık asgari ücretle satın alınabilecek benzin miktarı son 3 ayda yüzde 28, LPG yüzde 23 ve motorin yüzde 36 azaldı. Hesaplamalar 1 aylık maaş ile sadece bir akaryakıt türünün satın alınmasına dayanıyor.

Asgari ücret karşısında gıda ve enerji fiyatları nasıl seyretti?

Asgari ücretin satın alma gücünün nasıl düştüğünü endeks yöntemi ile de görmek mümkün. Buna göre asgari ücret ve diğer ürünlerinin fiyatı belirli bir tarihte 100’e eşitleniyor. Yine TÜİK verileri üzerinden asgari ücretin yanı sıra gıda ve alkolsüz içecek endeksini, ekmek, ayçiçek yağı, dana eti, doğal gaz, benzin, LPG ve motorin fiyatlarını Ocak 2022’de 100’e eşitliyoruz.

Asgari ücrete zam gelmediği için asgari ücret endeksi Ocak-Nisan arasında hep 100’de kalıyor. Nisan 2022’de gıda fiyat endeksi 129’a yükseldi. Bu şu demek: Ocak 2022’de 100 TL’ye alınan gıda sepeti Nisan 2022’de 129 TL’ye satın alınabilir. Oysa aynı dönemde asgari ücret hala 100 TL.

Nisan 2022’de ekmek fiyat endeksi 121’e, ayçiçek yağı fiyat endeksi 135’e, doğal gaz endeksi 135’e, benzin fiyat endeksi 140’a, LPG endeksi 130’a ve motorin fiyat endeksi 155’e yükseldi. Asgari ücret endeksi ise değişmeyerek 100’de kaldı.

Grafik asgari ücretin Ocak-Nisan 2022 arasında 100 puanda sabit kalırken diğer ürünlerin fiyatlarının nasıl arttığını gösteriyor. Tüm bu hesaplamalar TÜİK’in açıkladığı resmi verilere dayanıyor.

Uzun vadede gıda fiyatları

Alım gücünün değişimine uzun vadede bakmak da mümkün. Aylık asgari ücret ile gıda ve alkolsüz içecekler endeksini bu kez Ocak 2018’de 100’e eşitliyoruz. Nisan 2022’de asgari ücret 264 puana yükselirken gıda fiyat endeksi 338 puana çıkıyor. Bunun anlamı ise şu: Ocak 2018’de 100 lira olan asgari ücret Nisan 2022’de 264 liraya çıkıyor. Ancak Ocak 2018’de 100 liraya alınan gıda sepeti Nisan 2022’de 338 liraya alınabiliyor. Yani, asgari ücret ile aynı miktarda gıda almak mümkün değil.

Asgari ücret bu dönemde bin 613 liradan 4 bin 253 liraya çıkmasına rağmen aynı daha az gıda satın alabiliyor. Ocak 2018-Nisan 2022 arasında asgari ücret yüzde 164 artarken aynı dönemde gıda fiyatları yüzde 238 yükseldi.

Asgari ücretle çalışan oranı en yüksek Türkiye’de

Öte yandan, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre Türkiye’de 2020 yılında kayıtlı işçilerin yüzde 42’si asgari ücretle çalışıyor. SGK verilerine göre 2020 yılında Türkiye’de çalışan kayıtlı işçi sayısı 15 milyon 203 bin. Bunların 6 milyon 390 bini ise asgari ücretle çalıştı. Buna göre kayıtlı işçilerin yüzde 42’si asgari ücret alıyor. Asgari ücretin biraz üstünde kazananlar da eklendiğinde işçilerin büyük bir kısmı asgari ücret veya asgari ücrete yakın bir aylık alıyor.

AB Türkiye’nin alım gücünü yenide hesaplayacak

Bu arada, Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) Türk lirasının hızla değer kaybetmesi üzerine asgari ücretin satın alma gücüne dair daha önce açıkladığı 2021 yılı Türkiye verilerini sistemden kaldırarak yeniden hesaplama yapmaya karar verdi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Hazine’nin Borçlanma Maliyeti 3 Ayda Yüzde 65’e Yükseldi

Enflasyonun çift haneye çıktığı 2017 yılından bu yana devletin ‘enflasyon arttıkça artan’ faizlerle yaptığı borçlanma 3 kat birden yükseldi. Borçlanmanın vadesi kısalırken, maliyeti arttı.

Türkiye döviz ve enflasyondan etkilenmemek için faizle TL cinsinden borçlanma politikasından vazgeçerek, döviz cinsi değişken faizle ve TÜFE’ye dayalı borçlanmayı artırdı. Borçlanmanın TÜFE’ye endekslenmesi yüksek seyreden enflasyonun etkisiyle Hazine’nin borçlanma maliyetlerini fırlattı.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine bu yılın ilk 3 ayında Hazine’nin değişken faizli borçlanma oranı geçen yıla göre yüzde 53’ten yüzde 65’e çıktı. TÜFE arttıkça faizi de artan borçlanmanın payı yüzde 11.4’ten yüzde 28.8’e fırladı. Riske açık borçlanma yüzünden Hazine, enflasyon arttıkça rantiyeye daha çok para ödüyor.

Borçlanma vadesi kısaldı

Geleceğe yönelik güven azalınca borçlanmanın vadesi de kısaldı. Hazine 2017’de 71.2 ay, 2018’de 70.8 ay ortalama vade ile borçlanırken bu yılın ilk 3 aylık döneminde iç borçlanmanın ortalama vadesi 54.3 aya geriledi. Aynı şekilde 2017’nin mart ayında 77.6 ay vadeli borçlanan Hazine geçen martta 60.5 ay vadeyle borçlanabildi.

TÜFE, döviz ve altına endeksli borçlanmalar bir yana TL cinsi sabit faizli iç borçlanmanın maliyeti bile iki kattan fazla arttı. Yurt içinden aldığı TL borca Mart 2017’de yüzde 11.4, Mart 2021’de yüzde 15.4 faiz ödeyen Hazine, bu yılın aynı ayında yüzde 25.6 bileşik faiz ödemek zorunda kaldı.

Paylaşın

Türkiye’nin Kredi İflas Riski Son 14 Yılın En Yüksek Seviyesinde

Türkiye’nin kredi iflas riskini gösteren 5 yıllık CDS’leri dün 700 puanı aşarak 2008’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Dolar kuru bandının ise önümüzdeki haftalarda daha net seçilebileceği belirtildi.

Türkiye’ye ait varlıkların taşıdığı risk hakkında gösterge olan CDS’teki belirgin yükseliş Hazine’nin dolar borçlanma maliyetlerini yükseltirken,  bankacılar maliyetlerin çift haneye yaklaştığına dikkat çektiler.

CDS’ler son bir haftada 72 baz puan ile keskin şekilde yükselerek dün gün içinde 7 Mart’ta gördüğü 700 baz puan seviyesini aştıktan sonra günü 697/705 baz puandan kapattı. Böylelikle 2008’den bu yana en yüksek seviye aşılmış oldu.

Dolar kuru tahmini

Bu gelişmelerle birlikte dolar/TL bu sabah 20 Aralık’tan beri ilk kez 15.43’e yakın seviyelerden işlem görürken, bankacılar kurun 15.5’in altında denge bulabileceğini ifade ettiler.

Reuters’ın görüşlerine başvurduğu beş işlemciden dördü dolar/TL’deki yeni bandı 15-15.5 olarak tahmin ederken, bir bankacı ise 15.5-16 bandını öngördü. Bankacılar önümüzdeki haftalarda bandın daha net seçilebileceğini belirtti.

Paylaşın

Son 50 Yılın En Sıcak 5. Nisan Ayı

2022 nisan ayı, Türkiye’de 1971-2022 yılları arasındaki en sıcak 5. nisan ayı olarak kayıtlara geçti. Yarım asırda sıcaklıkların ortalamanın üzerine çıktığı beş nisan ayı yaşandı. Bunların 3’ü ise son 6 yılda gerçekleşti.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, nisan ayında en düşük sıcaklık -15,9 derece ile Kars-Sarıkamış’ta, en yüksek sıcaklık ise 35,9 derece ile Adana-Kozan’da tespit edildi.

Ölçümlere göre, nisan 2022’de sıcaklık ortalaması, uzun yıllar ortalamasının 2 derece üzerine çıktı. Türkiye’de son 50 yılda en sıcak nisan ayı 1989’da ölçülürken, bunu sırasıyla 2016, 2018, 2008 ve 2022 yılları takip etti.

Sıcaklık üç bölgede mevsim normallerinin üzerinde

2022 yılı nisan ayında ortalama sıcaklıklar, Marmara, Ege ve Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kesimlerinde mevsim normalleri civarında, Türkiye’nin diğer bölgelerinde ise mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti.

Bölgelerde sıcaklık artışı ortalaması 2 ile 3 derece arasında.

Mayıs ayı sıcaklıkları merak konusu

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de geçen yıl da son 51 yılın en sıcak mayıs ayı yaşanmıştı. 2021 mayıs ayındaki sıcaklık 19,3 dereceye çıkmıştı.

Daha önce 16,7 olarak ölçülen ortalama mayıs ayı sıcaklığı 2,6 derece artmıştı. 1971’den bu yana en yüksek ortalama sıcaklık ise 2007 yılının mayıs ayında kaydedilmişti.

2021 verileri neydi?

Avrupa Birliği (AB) Copernicus İklim Değişikliği Servisi raporuna göre dünyadaki veriler şöyleydi:

  • Küresel olarak, kayıtlara geçen en sıcak beşinci yıl olan 2021; 2015 ve 2018’e kıyasla çok az daha fazla sıcaktı.
  • 2021’de yıllık ortalama sıcaklık 1991-2020 referans dönemi sıcaklığının 0,3°C üzerinde, sanayi öncesi seviye olan 1850-1900 ortalamasının 1,1-1,2°C üzerinde gerçekleşti.
  • Son yedi yıl açık farkla kayıtlara geçen en sıcak yıllardı.
  • Dünya genelinde, 2021’in ilk beş ayında, çok sıcak geçen son yıllara kıyasla nispeten düşük sıcaklıklar görüldü. Ancak haziran ayından ekim ayına kadar aylık sıcaklıklar, kaydedilen en sıcak aylar arasında hep ilk dörtte yer aldı.
  • Son 30 yılın (1991-2020) sıcaklıkları sanayi öncesi seviyenin yaklaşık 0,9°C üzerindeydi.
Paylaşın