Dikkat Çeken Rapor: Seçime Giderken Özgürlükler Geriliyor

Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği (P24) bünyesinde 2017 yılından beri çalışmalarını sürdüren Expression Interrupted platformu ‘İfade ve Basın Özgürlüğü Gündemi’ raporlarının altıncısını yayınladı.

Nisan, Mayıs ve Haziran aylarını kapsamakta olan rapora göre Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünde yaşanan gerileme, 2022’nin ikinci çeyreğinde gözle görülür biçimde hızlandı.

Rapordaki verilerden bazıları şöyle:

Söz konusu üç aylık dönemde, sosyal medya kullanıcıları, internet medyası ve sosyal medya platformlarına yönelik kapsamlı kısıtlama ve cezai tedbirler öngören 40 maddelik “dezenformasyon” yasa tasarısı Meclise sunuldu; gazetecilere yönelik baskılar Diyarbakır’da 16 gazeteci ve medya çalışanının tutuklanmasıyla derinleşti ve son yıllarda gazetecilere yönelik tutuklamalarda gözlemlenen düşüş trendi tersine döndü; uluslararası medya kuruluşları Deutsche Welle (DW) ve Amerika’nın Sesi (VOA) haber sitelerine Türkiye’den erişim Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) talebiyle engellendi.

İş insanı Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bağlayıcı kararına rağmen süren mahkumiyeti Türkiye’nin Avrupa kurumları ile ilişkilerini zehirlemeye devam ederken Avrupa Konseyinde Türkiye aleyhine başlatılan ihlal süreci ileri aşamalara ulaştı. Kavala davasıyla ilgili bir oturum düzenleyen Avrupa Parlamentosu, oturum sonunda aldığı kararda Türkiye’nin 1999’dan beri süren AB üyelik sürecini tamamen sonlanma aşamasına getirdiğini savundu. Kararda, “Osman Kavala davasında AİHM’nin bağlayıcı kararına açıkça meydan okuyan Türk hükümeti, AB üyelik sürecini yeniden başlatmaya veya yeni müzakere başlıkları açmaya ve açılmış olanları kapatmaya dayalı her türlü umudu kasten yok etmiştir” ifadelerine yer verildi.

Benzer sonuçlara Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu tarafından, 12 Mayıs 2022 tarihinde 7’ye karşı 54 oyla kabul edilen Türkiye raporunda da yer verildi. Türkiye’nin AB’ye katılım hedefiyle ilgili tekrarlanan açıklamalarına rağmen, son iki yılda taahhütlerini yerine getirmediği belirtilen raporda, “temel özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında önemli ilerleme olmaksızın Türkiye’yle katılım müzakerelerinin yeniden başlatılması öngörülemez” denildi.

Buna karşılık, hükümetin 2019’dan beri sürdürdüğü yargı reformu süreci ise rapora konu dönemde yasalaşan altıncı yargı reform paketine rağmen yargı bağımsızlığını sağlamak, adil yargılama hakkını güvence altına almak ya da ifade özgürlüğü önünde engel teşkil eden mevzuatı değiştirmek alanlarında herhangi bir ilerleme sunmaktan uzak kaldı.

Yasalaşması halinde ülkede sansürü görülmemiş boyutlarda yaygınlaştırması beklenen “dezenformasyon” yasa tasarısı ise muhalefetin itirazlarına rağmen kısa bir süre içinde Meclis Dijital Mecralar ve Adalet komisyonlarından geçti. Genel seçimlere az bir süre kala yapılmak istenen söz konusu düzenlemedeki en tartışmalı maddelerden biri “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı 29. madde. Maddeyle “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimseye” üç yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.

40 maddelik yasa tasarısını şiddetli bir biçimde eleştiren basın örgütleri ve muhalefet partilerine göre, böyle bir yasa hem sosyal medyada hükümetin hoşuna gitmeyen bilgi ve görüş ifade eden toplumun tüm üyelerini yargılanma ve hatta hapse girme tehdidiyle karşı karıya bırakacak, hem de son yıllarda varlıklarını giderek daha çok sadece internet üzerinde sürdürebilen medya kuruluşlarını hedef alan yeni ve kapsamlı kısıtlamalar getirecek. Tasarı ayrıca sosyal medya platformlarına da Türkiye vatandaşı olan ve Türkiye’de ikamet eden temsilci atamak gibi ek yükümlülükler getiriyor.

Rapora konu dönemde Danıştay, basın meslek örgütlerinin gazetecilerin görevlerini yerine getirmelerini engellediği ve basın özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle itiraz ettiği 27 Nisan 2021 tarihli Emniyet genelgesi ile Basın Kartı Yönetmeliği’ne dair kararlar aldı. Ayrıntıları bu raporun ilgili bölümünde görüleceği üzere, Danıştay, Emniyet Genel Müdürlüğünün eylemlerde görüntü alınmasını yasaklayan genelgesinin yürütmesini kesin olarak durdururken, Basın Kartı Yönetmeliği’nde 21 Mayıs 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren değişikliklerin iptali talebiyle basın meslek örgütleri tarafından açılan davada ise Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının itirazını haklı bularak yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına hükmetti.

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki en büyük kısıtlamalardan biri olan gazetecilere yönelik yargısal baskılar, 2022’nin ikinci çeyreğinde artarak devam etti. Diyarbakır’daki toplu tutuklamaların yanı sıra İstanbul’da da serbest gazeteci İbrahim Haskoloğlu “kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek ve yaymak” suçlamasıyla tutuklandı. Haskoloğlu sekiz günlük tutukluluğun ardından serbest bırakıldı.

Diyarbakır’da 15 gazetecinin tutuklanmasıyla cezaevindeki gazeteci sayısı, rapora konu üç aylık dönemde kayıtlara giren dört tahliyeye rağmen 67’ye çıktı. Önceki dönem sonunda bu sayı 56’ydı. Rapora konu dönemde, kapatılan Zaman gazetesi ve Cihan Haber Ajansı Düzce temsilcisi Beytullah Özdemir, Cihan Haber Ajansı eski Ankara haber müdürü Kazım Canlan ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfına (GYV) yönelik olarak düzenlenen operasyon sonrasında tutuklanan 8 ve Kasım 2017 yılından beri “örgüt üyeliği” suçlamasıyla cezaevinde bulunan gazeteci Nuh Gönültaş cezalarının infazının sona ermesi üzerine tahliye oldu. Ağustos 2016’dan beri cezaevinde bulunan Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Faruk Akkan’ın da Yargıtay’ın bozma kararıyla 2022 yılının başında tahliye edildiği öğrenildi.

Gazetecilere yönelik soruşturma ve yargılamalar ise hız kesmeden devam etti. Expression Interrupted tarafından yürütülen dava takip ve medya ve açık kaynak izleme çalışmalarından elde edilen sonuçlara göre, 2022’nin ikinci çeyreğinde gazetecilerin sanık olarak yargılandığı toplam 116 dava görülürken bu davalarda sekizi yabancı uyruklu 168 gazeteci hâkim karşısına çıktı. Karara bağlanan 22 davanın sekizinde toplam dokuz gazeteci hakkında 17 yıl 6 ay 12 gün hapis cezası, 210 bin TL tazminat ve 57 bin 980 lira adli para cezası verildi. 16 gazeteci beraat etti; bir gazeteci hakkında açılan tazminat davası reddedilirken bir gazeteciye açılan dava da zaman aşımından düşürüldü.

Yargılamalarda öne çıkan suçlamalara bakıldığında, terör suçlamalarının, özellikle “örgüt propagandası” ve “örgüt üyeliği” suçlamalarının önceki dönemlerde olduğu gibi başı çektiği görülüyor. Bu suçlamaların ardından en sık kullanılan suçlamalar ise “kamu görevlisine hakaret” ve “Cumhurbaşkanına hakaret” oldu. Aynı üç aylık dönemde 12 gazeteci hakkında 11 dava açıldı. 14’ü haber takibi esnasında olmak üzere toplam 38 gazeteci gözaltına alındı. Dokuz gazeteci hakkında ise soruşturma başlatıldı.

Gazetecilere yönelik saldırı ve engellemeler de bu dönemde devam etti. En az altı gazeteci sivil kişilerin fiziksel saldırılarına maruz kalırken çok sayıda gazeteci de 1 Mayıs, Gezi protestolarının yıldönümü ve Onur Haftası nedeniyle düzenlenen gösteriler esnasında polisin sert fiziksel müdahaleleriyle engellendi ve/ veya gözaltına alındı.

Rapora konu üç aylık dönemde bir yandan RTÜK ve Basın İlan Kurumunun (BİK) medya kuruluşları üzerindeki baskısı önceki dönemlerdeki gibi devam ederken bir yandan da Türkiye’deki medya kuruluşlarını hedef alan baskı ve denetim sistemi, uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servislerine genişletildi. RTÜK’ün lisans alma şartını yerine getirmedikleri gerekçesiyle yaptığı başvuru sonucu 30 Haziran 2022 tarihinde Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından alınan kararla, 32 dilde yayın yapan Almanya’nın uluslararası medya kuruluşu DW’nin bütün sayfalarına ve VOA’nın Türkçe internet sitesine erişim engeli getirildi.

HALK TV, Tele1, KRT ve FOX TV gibi hükümetin siyasi öncelikleri doğrultusunda yayın yapmayan kanallar önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de RTÜK’ün ceza kararlarının hedefi oldu.

RTÜK, 2022’in ilk yarısında eleştirel yayın çizgileriyle bilinen televizyon kanalları hakkında toplam 30 ceza verirken, aynı dönemde iktidara yakın kanallara ise sadece üç kez ceza verdi. Açıklanan verilere göre, RTÜK KRT TV’ye beş, Tele 1’e dokuz, Halk TV’ye sekiz, Flash TV ile FOX TV’ye de dörder kez ceza verdi. Beş kanala verilen idari para cezası 10 milyon TL’yi buldu. Üst Kurul aynı altı aylık süre içinde TGRT Haber, Beyaz TV ve ATV hakkında toplam 1,5 milyon TL’lik üç ceza kararı aldı. A Haber, Ülke TV, TV Net ve Kanal 7’ye ise hiç ceza verilmedi.

BİK’in Evrensel ve Yeni Asya gazetelerine uyguladığı ilan yasağı ise bu dönemde de devam etti. Evrensel gazetesine Eylül 2019’dan beri “toplu gazete alımı” nedeniyle uygulanan yasak 13 Haziran 2022 itibarıyla 1000. gününü doldurdu.

(Kaynak: Kısa Dalga)

Paylaşın

Türkiye İle ABD Arasında F-16 Görüşmeleri Sürüyor, Son Durum Ne?

Türkiye ile ABD arasında F-16 uçağı alımı ve modernizasyonu ile ilgili bir süredir devam eden teknik düzeydeki görüşmelerin dördüncüsü Pazartesi günü Washington’da yapılacak. Toplantı, ABD Temsilciler Meclisi’nde F-16’lar için konulan şartların ardından yapılacak ilk görüşme olması açısından önemli görülürken, ABD Senatosu’nun satışla ilgili tutumunun Ankara için zorlayıcı olabileceği değerlendirmeleri yapılıyor.

ABD’li Lockheed Martin tarafından üretilen 40 adet F-16 ve 79 adet F-16 modernizasyon kiti almak için ABD ile Ekim 2021’de başlatılan süreç kapsamında şimdiye kadar üç toplantı Türkiye’de gerçekleştirildi. Heyetler arasında, geniş çaplı ve teknik nitelikli toplantıların dördüncüsü ise Pazartesi günü ABD’de düzenlenecek.

Satışla ilgili ABD’deki hava nasıl?

F-16’larla ilgili gelinen durumu ve ABD’deki havayı DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e değerlendiren Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay, Joe Biden yönetiminin satışın gerçekleşmesini kesinlikle istediğini belirterek, geçmiş dönemde bazı durumlarda Türkiye aleyhine fikir beyan eden ABD Savunma Bakanlığı’nın da bu kez satışın arkasında durmasının önemli olduğuna işaret ediyor.

Çağaptay, Türkiye-ABD ilişkilerinin “savunma eksenli yapısına” ve satışın bu ilişkilerin sürmesi açısından önemine dikkat çekerek, “F-35 programının yokluğunda F-16’lar ilişkilerin ilerlemesi açısından bir bağ. Satış gerçekleşmez ise iki ülkeyi bir arada tutan bir nevi bu siyasi tutkalın varlığından bahsetmek zorlaşacak” diyor. Çağaptay’a göre satışı destekleyen ABD yönetimi de bunun farkında ve bakış açısı bu yönde.

Ankara’nın vurguladığı noktalardan biri F-16’ların satışının sadece Türkiye-ABD ilişkileri açısından değil NATO’nun caydırıcılığı için de önemli olduğu. Ukrayna savaşının çıkmasının ardından Türkiye’nin NATO için öneminin yeniden anlaşıldığına yönelik yorumlar yapılmıştı.

Alman Marshall Fonu Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı da Biden yönetiminin ilk başta AKP hükümetine karşı menfi bir tutum içinde olduğunu hatırlatarak, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile birlikte Türkiye’nin jeostratejik öneminin hatırlandığını, Rusya’nın Ukrayna işgali ile de artık bu önemin göz ardı edilemez hale geldiğini belirtiyor. Ühlühisarcıklı, ABD yönetiminin bu satışa stratejik açıdan yaklaştığına ve ABD çıkarlarının gereği olarak gördüğünü hatırlatıyor.

Bununla birlikte ABD’de son dönemde önce “anti-AKP ve anti-Erdoğan” olarak başlayan atmosferin yavaş yavaş “anti-Türkiye’ye” doğru evrildiğine ve bunun da kendisini Kongre’de hissettirdiğine işaret eden Ünlühisarcıklı, Kongre’nin konuya yönetimin tersine iç siyasi dinamiklerle yaklaştığını ve oluşan atmosfer ile Türkiye karşıtı lobilerin etkisinin gözlendiğini belirtiyor.

Bu arada İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyelikleri ile ilgili müttefiklerin yavaş yavaş tamamladıkları parlamento onay süreci Türkiye’de henüz başlatılmadı.

F-16’lar konusunda Menendez engeli aşılabilir mi?

Ancak ABD yönetiminin desteğine, Ankara’nın da ihtiyatlı iyimserliğine karşılık Biden yönetimi ile Kongre’nin satışla ilgili farklı tutumlar içinde olduğu hatırlatılıyor ve Senato aşamasının zorlayıcı olabileceği belirtiliyor.

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Bob Menendez’in Türkiye’ye F-16 savaş uçağı satışına karşı olduğunu pek çok kere belirtmesi büyük engellerden biri olarak görülüyor.

Menendez, geçen ay Atina-Makedon Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada “Ankara’nın davranış ve tutumunu değiştirmesi gerektiğini” söyleyerek, tutum değişikliği beklediği alanları ‘Rusya’dan S-400 satın alınması, Yunan adaları üzerinden uçuşlar, Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkileri ve gazetecilerle avukatların hapsedilmesi dahil insan hakları ihlalleri’ olarak sıralamıştı.

Soner Çağaptay, Senato aşamasının çok incelikli olduğuna ve tek bir senatörün satışı bloke etmesinin mümkün olduğuna dikkat çekerek, “Menendez pek çok kereler bu satışa karşı olduğunu açıklamış bir isim. Tek başına bu satışı engelleyebilir ve bulunduğumuz nokta da şu anda bu” diyor.

Çağaptay, Biden’ın satışı engellememesi için Menendez’i araması gerektiğini ancak şu anda siyasi açıdan Menendez’e diğer pek çok tasarı ile ilgili ihtiyacı bulunması sebebiyle, Başkan’ın nüfuzunu F-16’lar için kullanacağından şüpheli olduğunu belirtiyor. “Bu nedenle maalesef konu muhtemelen Senato aşamasında tıkanacak görünüyor” diyen Çağaptay, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Senato’daki komitelerin başkanları ara seçimlerle değişebilir. Eğer böyle olursa Cumhuriyetçiler komite başkanlığını alabilir ve Menendez başkanlıktan gidebilir. Ancak böyle olsa bile Menendez komitenin ‘kıdemli üyesi’ (ranking member) olacak ve yine tek başına satışı veto edebilir.”

Çağaptay, son tahlilde “F-16 satışının bir Senato ve Menendez sorunu haline dönüşmesini” beklediğini belirterek, “Ankara’nın bu sorunun etrafından dolanabileceği bir yol şu an için göremiyorum” yorumu yapıyor.

Ünlühisarcıklı da ABD yönetimi ile Kongre’deki yaklaşımların farklı olduğunu söylerken, bununla birlikte istenirse Kongre’nin itirazına rağmen satışı mümkün kılacak “kestirme bir yol” bulunabileceğine inanıyor. Türkiye’nin üstüne çizmenin bu konjonktürde ABD yönetimi için çok kolay olmayacağını belirterek, şöyle konuşuyor:

“Bence ABD yönetimi zamana oynayacaktır. İngilizce bir tabir vardır; ‘kick the can down the road’ (sorunu ötelemek) diye. Ama ABD siyasal sisteminde Kongre’nin itirazlarını baypas etmek için kestirme, kısa yöntemler vardır. Yeter ki istesin yönetim.”

Ünlühisarcıklı, bu nedenle yapılacak olan teknik görüşmeleri önemli bulduğunu söyleyerek, “Teknik açıdan konu olgunlaştıktan sonra siyasi bir fırsat bulunabilir” diyor.

Süreç nasıl gelişmişti?

Uzun yıllardır füze savunma sistemini geliştirmek isteyen Türkiye, 2017’de ABD’nin ve diğer NATO müttefiklerinin çekincelerine rağmen Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi satın almıştı.

Rusya’dan satın alınan S-400 füze savunma sisteminin ilk parçaları Haziran 2019’da Türkiye’ye ulaşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Washington, Rus sistemlerinin NATO ile uyumlu olmadığı ve gizli askeri bilgilerin Rusya’nın eline geçebileceği gibi gerekçelerle Ankara’ya tepki göstermiş, Temmuz 2019’da yeni nesil savaş uçağı F-35 üretim sürecinden Türk ortaklarını çıkartmıştı.

Türkiye, hava savunması için çok önemli olan F-35 programından Eylül 2021’de resmen çıkartılmasının ardından F-35 savaş uçakları için ödediği 1,4 milyar doların geri ödenmemesi ihtimaline karşı alternatif arayışına girmişti. Ankara, Ekim 2021’de ABD’li Lockheed Martin tarafından üretilen 40 adet F-16 ve 79 adet F-16 modernizasyon kiti almak için ABD’ye başvurmuştu.

Bakan Akar bu süreci Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada şöyle anlatmıştı:

“(F-16’ların ömrü doluncaya kadar F-35’lerle boşluğu doldurur, daha sonra da milli muharip uçağımız ile ihtiyaçlarımızı karşılarız) diyorduk. Fakat F-35’lerde çıkan sıkıntıdan dolayı durumu yeniden değerlendirdik. Yıllardan beri kullanmakta olduğumuz, eğitim, bakım ve ikmalinin yanı sıra araç gereçlerimizle uyumu itibariyle F-16 ile devam etmenin uygun olacağı noktasına geldik.”

ABD Dışişleri Bakanlığı da bu satışa yönetimin siyasi desteğini göstererek, Mart ayında Kongre’nin satışa karşı çıkan üyelerine mektup yazdı ve “uygun ABD savunma ticareti bağlarının ülke çıkarlarına hizmet edeceğini” kaydetmişti.

Mitsotakis’in ziyaretinin etkisi

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşanan egemenlik tartışmaları da satışta rol oynayan etmenlerden.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis Mayıs ayında ABD Kongresi’ne hitap ederek, isim vermeden Türkiye’nin Yunan hava sahasını ihlal ettiğini iddia etti ve Kongre’den Türkiye’ye yapılacak muhtemel silah satışlarında Doğu Akdeniz’deki durumu göz önünde bulundurmasını istedi.

Ancak ABD Temsilciler Meclisi, Temmuz ayı ortasında ABD Başkanı Joe Biden’ın Türkiye’ye F-16 savaş uçağı satma planıyla ilgili engel oluşturabilecek bir karar aldı ve F-16 satışı için Türkiye’nin Yunanistan hava sahasını ihlal etmemesi ve satışın ABD’nin çıkarına olacağı yönünde garanti istedi.

Bu gelişmenin ABD Başkanı Joe Biden’ın Haziran ayı sonunda Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi sırasında Türkiye’ye F-16 satışına sıcak baktığını söylemesinin üzerine gelmesi Ankara’da tepkiyle ancak ihtiyatlı bir şekilde karşılandı.

Ünlühisarcıklı, iki üke yönetimlerinin bu satışın yapılmasını gerçekten istemesi durumunda Yunanistan hava sahası ile ilgili getirilen tartışmalı şart engelinin de aşılabileceğini ve bir formül bulunabileceğini düşünüyor.

Temsilciler Meclisi’nden geçen metinle ilgili yasal süreç ise henüz sona ermedi. Senato’nun da tasarının kendi versiyonunu onaylaması gerekiyor. Ardından Kongre üyelerine savunma harcama yetkisi veren tasarının her iki versiyonu üzerinde uzlaşılan ortak bir metinde birleştirilecek ve bu metin tekrar Kongre’nin her iki kanadında oylanacak.

Milli Savunma Bakanı Akar, El Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada, Temsilciler Meclisi’nin bu adımının arkasında Yunanistan’ın olduğunu belirterek, “ABD Kongresi bu uçakların kullanımı ile ilgili kanun ve şartlar yayınladı. Biz de Türkiye’nin egemen bir devlet olduğunu ve şartlı bir şekilde uçak almayı kabul etmeyeceğimizi söyledik. ABD’nin hatasından geri döneceğini umuyoruz” diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da 27 Temmuz’da TV 100’de ABD ile F-16 müzakerelerinin iyi gittiğini ve yönetimin yaklaşımının olumlu olduğunu söylerken, ABD Kongre’sindeki sıkıntının hatırlatılması üzerine “Elbette F-16’ları almak isteriz, müzakereler iyi gidiyor ama elimizi kolumuzu bağlayacak bir sürecin içinde de olmayız. Biz ABD’yle diğer müttefiklerimizle görüşmelerimizi sürdürüyoruz” dedi.

Bu arada Türkiye çıkartıldığı F-35 programının yerini tam olarak doldurmasa da kendi milli muharip uçağı gelene kadar F-16’ları almak için çalışmalarını sürdürürken, diğer taraftan satışın gerçekleşmeme ihtimali nedeniyle alternatiflere baktığını da belirtiyor.

Paylaşın

Ekonomik Kriz Siyasi Partileri De Vurdu!

Türkiye yaklaşık 1 yıldır çok zor bir ekonomik süreçten geçiyor. Geçtiğimiz yılın sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuç” tezi doğrultusunda arka arkaya faiz indirimleri döviz kurunu patlattı. Artan kur enflasyonu tırmandırdı. Üstüne küresel ekonomik gelişmeler de eklenince enflasyon 8 ayda yüzde 20’den yüzde 80’e çıktı.

Yapılan zamlara karşın ücretleri eriten yüksek enflasyon kısa sürede düşeceğe de benzemiyor. İktidar temsilcileri de kısmi düzelme için ancak 2023 yılının ilk çeyreğini işaret ediyor. Halkı zor durumda bırakan ekonomik tablo, politikaları eleştiren, sorunları çözeceği iddiasını ortaya koyup seçmenin oyuna talip olan siyasi partileri de zorluyor.

Gazete Duvar’ın Duvar Arkası bölümünde yer alan haberde, ekonomik sıkıntıların arttığı dönemde ülke genelinde çalışmalarını yoğunlaştıran siyasi partilerin saha faaliyetleri, mitingler ve ziyaretler için yaptığı harcamalar da 2’ye hatta 3’e katlanmış durumda. Hazine yardımı alan partiler dahi bu süreçte zorlandıklarını ifade ederken yeni kurulan partiler çok daha büyük bir eşitsizlik içinde seçime hazırlandıklarına dikkat çekiyor.

MHP’den Yeni Yasama Dönemi İçin Af Hazırlığı

Öte yandan MHP’nin cezaevlerinde doluluğu gerekçe göstererek Meclis’e sunduğu “şartlı ceza indirimi” teklifinin AK Parti’nin de oylarıyla kabul edilip yasalaştırılmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Cezaevlerinde 100 bin kadar kişiyi etkileyen düzenleme çıktı ama beklentiler bitmedi.

Bugün de yeni bir ceza indirimi, hatta af beklentisi dile getiriliyor. Buna gerekçe olarak yine ‘cezaevlerindeki yoğunluk’ gösterilirken arka planda işleyen seçim sürecine de dikkat çekiliyor. AK Parti’nin kritik bir seçime giderken çok sayıda kişinin istediği bu talebe yanıt vermesi gerektiğini dile getirenler var.

Seçimlerin yapılacağı 2023 yılının Cumhuriyet’in 100. Yılı olduğuna dikkat çeken bazı siyasetçiler de böyle bir dönüm noktasında dünyanın birçok ülkesinde yapıldığı gibi simgesel adımlar atılabileceğine dikkat çekerek af konusunun gündeme alınması gerektiğini söylüyor. Bu beklentiler ışığında kulislerde MHP’nin 1 Ekim’de başlayacak Meclis’in 6. Yasama Yılı’nda cezaevleriyle ilgili yeni bir yasa teklifi sunmasının sürpriz olmayacağı konuşuluyor.

Paylaşın

Rusya’nın Varlık Fonu, Türk Lirası Almayı Planlıyor

Rusya Merkez Bankası’ndan Cuma günü yapılan açıklamaya göre Rusya Ulusal Varlık Fonu için Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ‘dostane’ ülkelerin para birimlerinin satın alınması planlanıyor.

Kurumun açıklamasına göre bu kararın arkasında yaptırımlar dolayısıyla daha fazla dolar ve euro satın alınamamasının etkisi var.

Reuters’ın haberine göre ruble için halen serbest piyasa koşullarının hakim olduğunu vurgulayan Rusya, petrol gelirlerinin zor günlerde değerlendirilmek üzere bir fona aktarılmasına ilişkin bütçe kuralı getirilmesinin mühim olduğunu ifade etti.

Rusya Merkez Bankası’nın 2023-2025 için öngürdüğü para politikasına ilişkin yayımladığı raporda yeni maliye politikasının nasıl uygulanması gerektiğine yönelik çalışmaların yapıldığı aktarıldı.

Rusya Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Alexei Zabotkin, para politikası raporuna dair Cuma günü gerçekleştirdiği sunumda Çin yuanı ve ruble arasındaki ticaret hacminin Moskova’daki piyasada neredeyse euro-ruble hacmine denk geldiğini ifade etti.

Daha önceki bütçe kuralına göre Rusya, ulusal varlık fonu için dolar ve euro satın alıyordu; diğer para birimlerini alamıyordu.

Ancak kurum döviz alımlarını 2022’nin başında rubledeki yüksek oynaklık dolayısıyla durdurdu.

Ancak Reuters’a konuşan uzmanlara göre açıklanan bu para birimlerinde yeterli likiditenin bulunmaması sıkıntı olabilir.

Türkiye’de enflasyonun yüzde 80’e dayanması uzmanlara göre bu engellerden biri.

Rusya Ulusal Varlık Fonu, Maliye Bakanlığı tarafından yönetilse de ülkenin merkez bankası döviz rezervlerinin bir parçası.

Şubat ayında merkez bankası döviz rezervlerinin miktarı 640 milyar dolara ulaştı; bu miktarın yarısı Batı’nın uyguladığı yaptırımlar dolayısıyla dondurulmuş durumda.

Rusya Merkez Bankası aynı zamanda 24 Şubat’ta başlatılan sermaye kontrollerini uygulamak için artık bir neden görmediğini de açıkladı.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Suriye’de Binlerce Muhalif, Türkiye’yi Protesto Etmek İçin Sokaklara Çıktı

Suriye’de muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde yaşayan binlerce kişi Cuma günü Türkiye’yi protesto etmek için sokaklara çıktı. Protestolar, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun son açıklamalarının ardından geldi.

Çavuşoğlu, geçen hafta içinde Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile Ekim 2021’de görüştüğünü duyurmuş, “Muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerektiğini, Türkiye olarak böyle bir durumda buna destek olabileceğimizi söyledik” açıklamasında bulunmuştu.

AFP’nin haberine göre Çavuşoğlu’nun bu sözlerini Türkiye’nin muhaliflere verdiği desteğin azalması ve Esad rejimine karşı daha yumuşak bir tutum takınılması olarak algılayan Suriyeli muhalifler, Azez, El Bab ve Afrin’de protestolar düzenledi.

BBC İzleme Servisi’nin (BBC Monitoring) aktardığına göre protestolarda birkaç kişi gözaltına alındı. Türk askerlerin kontrolündeki Cerablus’ta gösterileri başlatmakla suçlanan lider konumundaki bir kişinin gözaltına alındığı belirtildi.

AFP’ye konuşan ve El Bab’da yaşayan Suriyeli muhalif Yasin El Ahmed, “Devrimciler olarak biz burada rejimle herhangi bir uzlaşmaya karşı olduğumuzu göstermek için toplandık; çünkü bu milyonlarca Suriyeli’nin yerinden olması ve bir yıkım anlamına gelecektir” dedi.

Suriyeli muhaliflerin bayraklarını taşıyan protestocuların, “Uzlaşma yok, devrim devam ediyor” pankartları taşıdığı görüldü.

Dışişleri’nden yeni açıklama: Suriye halkıyla dayanışmamız sürecek

AFP fotoğrafçısının gözlemlerine göre kimi yerlerde Türk bayrağının yakıldığı görüldü.

Çoğu gösteri, Cuma namazının ardından yapıldı. İngiltere merkezli İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre Suriye’nin kuzey ve kuzeybatısındaki 30 noktada protestolar gerçekleştirildi.

El Kaide ile ilişkili cihatçı örgüt Heyet Tahrir Şam (HTŞ) kontrolündeki İdlib’deki kimi yerlerde de gösteriler düzenlendi.

İdlib’in Mastuma kasabasındaki Türk ordusunun kontrol noktası önünde toplanan onlarca kişi, “Suriye rejimi bitmeli” diye bağırdı.

Sana El Ali adındaki protestocu, “Şehitlerimizi, acılarımızı ve katliamları unutmayacağız” dedi.

Reuters’ın haberine göre Perşembe geceden başlayan gösterilerde emniyet ve yerel yönetim merkezlerindeki Türk bayrakları söküldü.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç ise Cuma günü yaptığı açıklamada, “Suriye halkıyla dayanışmamız sürecektir” dedi:

“Türkiye, uluslararası toplumun tüm paydaşlarıyla işbirliği içinde bu ihtilafa Suriye halkının beklentileri doğrultusunda kalıcı bir çözüm bulunmasına yönelik çabalara güçlü katkı sağlamaya devam edecektir.”

Türkiye bugüne kadar Suriye’nin kuzeyine çok sayıda askeri harekat düzenledi.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Halkın Yalnızca Yüzde 4,3’ünün Bir Tarikat Ya Da Cemaatle Bağı Var

Kamuoyu araştırma şirketi Metropoll’ün yaptığı yoklamada, halkın yalnızca yüzde 4,3’ü Türkiye’de bir tarikat veya cemaatle bağlantısı olduğunu belirtti. Bağlı olanların en yüksek olduğu seçmen grubu Saadet Partisi, ikinci parti ise Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oldu.

Metropoll’ün araştırmasında “Herhangi bir tarikat ya da cemaatle bağlantınız var mı?” sorusuna katılımcıların yüzde 4,3’ü ‘evet’ yanıtını verirken, yüzde 93,5’i ‘hayır’ diye yanıtladı. Katılımcıların yüzde 2,2’i de ‘fikrim/cevabım yok’ cevabını verdi.

Araştırmanın sonuçlarını sosyal medya hesabından paylaşan Metropoll Araştırma’nın kurucusu ve yöneticisi Özer Sancar “Bir tarikat veya cemaatle bağlantısı olanları %4.3 olarak bulduk. Bağlı olanlar az bulunabilir ama toplumda ve kamudaki etki alanlarının çok daha geniş olduğunu biliyoruz” dedi.

Devrim Kanunları kapsamında 30 Kasım 1925’te kabul edilen ve 13 Aralık 1925’ten bu yana yürürlükte olan 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile ilgili Unvanların men ve İlgasına Dair Kanun ile “tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik,halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası” yasaklanmış durumda.

Partilere göre dağılım

Cemaat ve tarikata mensubiyetle ilgili yoklamada “Bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna göre dağılımı da araştırıldı.

Buna göre Saadet Partisi’ne oy vereceğini söyleyenlerin yüzde 13,3’ü bir tarikat ya da cemaat le bağı olduğunu belirtti. Bu oranla Saadet Partisi tarikat ve cemaat mensubiyetini doğrulayan kesimin en fazla tercih ettiği parti olduğu görüldü.

İkinci sırada ise AKP yer aldı. AKP seçmeni olduğunu belirtenlerin yüzde 6,1’i bir tarikat ya da cemaatle bağı olduğunu ifade etti.

Tarikat ya da cemaatle bağı olanların yüzde 3,7’si Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP), yüzde 3,6’sı İyi Parti’ye, yüzde 3,2’si ise Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) oy vereceğini, yine yüzde 3,2’lik bir kesim de “Protesto oyu” kullanacağını belirtti.

Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) oy vereceğini belirtenlerin yalnızca 0,9’u bir tarikat ve cemaatle bağı varken, DEVA Partisi seçmeninin yüzde 98,2’si ‘bir tarikat ya da cemaatle bağı olmadığını’, yüzde 1,8’i ise bu konuda ‘fikrinin ya da cevabının olmadığını’ yaıtını verdi.

Hangi partiye oy vereceği konusunda “Kararsızım” diyen tarikat ve cemaat üyesi oranı ise yüzde 6,9 oldu.

Tarikat nedir?

Tarikat, veya tarik kelimesi “yol” tarikat “yollar” anlamına gelir, “Allah’a ulaştıran yol” manasında kullanılmaktadır. Tarikatlar Selçuklu ve Osmanlı’ya özgün düşünce ve inanç hareketleri olarak değerlendirilmektedir.

Birçok tarikatın menşei Hicri 5./Miladi 11. asırda Abdülkadir Geylani’nin yolundan gidenler tarafından oluşturulan Kadiri Tarikatıdır. Ebu Salih Muhyiddin Abdülkadir Geylani, neseben hem Hasanî ve hem de Hüseynîdir. Abdulkadir Geylani’nin soyundan gelen evlat ve torunları da yaşadıkları muhitlerde “şerif”, “şurefa”, “seyyid” olarak anılmışlardır.

Tarikat, Allah’a ulaşma ve onu tanıma yollarından her biridir. İslamiyet’te, İslamiyet’in kalbi boyutu üzerinde duran ve “kalbin fıkhı” diye nitelenen tasavvuf öğretisinin (terbiyesinin) uygulandığı düzenli kurumsal yapılar olarak tarif edilir.

Türkiye’de çeşitli halk sınıfları ve tipleri arasında farklı sufi tarikatları gelişmiştir. Örneğin Bektaşi tarikatı daha çok köylülere ve askerlere hitap ederken Nakşibendi tarikatı ilahiyatçı ve bilim insanları; Mevlevi tarikatı müziği ve şiirleriyle sanatsal eğilime sahip olanları; Halveti tarikatı ise tarikat fabrikası olarak bilinen kendi içinden birçok içtihat çıkaran sultanlar, generaller, önemli hükumet adamları ve yöneticileri içinde barındırmıştır.

Cemaat nedir?

Cemaat veya Cemaat, dinde bir fikir , kitap , şeyh , imam , veli , alim veya ibadet için bir araya gelen topluluklara denir. İslam’da ayrıca tasavvuf ve benzeri hareketlerde, belli bir görüş ve inanca sahip gruplar için de kullanılır. Tasavvuf cemaatine tarikat denmektedir.

Sosyoloji literatüründe ise cemaat kavramı, cemaatin üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları bir şeye (genellikle ortak bir ideolojiye ya da bir kimlik duygusuna) dayanan, özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal ilişkiler bütünüdür.

Paylaşın

Moody’s Türkiye’nin Kredi Notunu Düşürdü

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “B2″den “B3″e düşürdüğünü, not görünümünü ise negatiften durağana çevirdiğini açıkladı.

BloombergHT’nin aktardığına göre Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “B2″den “B3″e düşürdüğünü, not görünümünü ise negatiften durağana çevirdiğini duyurdu.

Moody’s, Türkiye’nin ödemeler dengesi üzerinde artan baskıları ve Döviz rezervlerinin daha da düşme riskini, kredi notunun düşürülmesine neden olarak gösterdi. Kuruluş ayrıca, Türkiye’nin cari açığının muhtemelen önceki beklentileri büyük bir farkla aşabileceğini kaydetti.

Kuruluş, Türkiye’nin cari işlemler açığının bu yıl gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 6’sına yakın olacağını ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce beklenenden üç kat daha fazla olacağını tahmin ediyor.

Analist Kathrin Muehlbronner ve Alejandro Olivo yaptığı açıklamada, yetkililerin para birimini istikrara kavuşturmak ve döviz tamponlarını yenilemek için giderek alışılmışın dışında önlemlere başvurmak zorunda kaldığını belirtti.

Analistler açıklamada, “Giderek artan karmaşık düzenleyici, mali ve makro ihtiyati tedbirlerin makroekonomik istikrarı geri getirmede etkili olması pek olası değil.” ifadelerini kullandı.

Kuruluş, 27 Mayıs’ta yaptığı duyuruda, Türkiye’nin kredi notuna ilişkin güncelleme yapmadığını açıklamıştı.

Paylaşın

Türkiye, Suriye Politikasını Değiştiriyor Mu?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ankara’da düzenlenen 13. Büyükelçiler Konferansı’nın son gününde düzenlediği basın toplantısında, özellikle Suriye ile ilişkiler ve uzun süredir hazırlıkları süren yeni askeri operasyona ilişkin değerlendirmelerde bulundu ve yeni bilgiler verdi.

Çavuşoğlu’nun açıklamaları arasında en dikkat çeken unsur Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile Ekim 2021’de görüştüğünü kamuoyuna duyurması oldu.

Diplomatik kaynaklar ise son günlerde Ankara-Şam arasında siyasi diyalog kurulacağına ilişkin iddiaların gündeme geldiği bir dönemde yapılan açıklamanın Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirdiği anlamına gelmediğini kaydediyor. Çavuşoğlu’nun Mikdad’a, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının Suriye’nin egemenliğine karşı olmadığı, tersine toprak bütünlüğünü koruma amaçlı olduğu mesajını verdiği belirtiliyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad’la 10 ay önce yaptığı görüşmeyi şu ifadelerle aktardı:

“Bağlantısızlar Toplantısı’nda, Belgrad’da ayaküstü diğer bakanlarla sohbet ederken Suriye Dışişleri Bakanıyla da ayaküstü kısa bir sohbetim oldu. O toplantı marjında, yemekten önce…

Sonuçta orada da biraz önce söylediğimi söyledim. Suriye’nin tek çıkar yolu siyasi uzlaşı. Teröristlerin temizlenmesi lazım. Kim olursa olsun, adı ne olursa olsun…Diğer taraftan muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerektiğini, Türkiye olarak böyle bir durumda buna destek olabileceğimizi de söyledik.”

Çavuşoğlu bu açıklamayı, gazetecilerin, basında çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında bir telefon görüşmesi gerçekleştirileceğine ilişkin haberleri anımsatması üzerine yaptı.

Rusya, Ankara-Şam diyaloğu için uzun zamandır çalışıyor

Bu iddialar, Erdoğan’ın 5 Ağustos Cuma günü Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmenin öncesi ve sonrasında Türk ve yabancı basında çıkan haberlerde yer almış ancak Ankara tarafından doğrulanmamıştı.

Çavuşoğlu, Moskova’nın uzun zamandır Ankara ile Şam arasında diyalog kurulması için çalıştığını ancak Türkiye’nin sadece istihbarat kurumları üzerinden temas kurmayı tercih ettiğini kaydetti.

İstihbarat kurumları arasındaki temasların bir süre önce kesildiği ancak şimdi yeniden kurulduğu bilgisini de veren Çavuşoğlu, “Sonuçta bu istihbaratlar arasındaki görüşmede birçok önemli konular gündeme geliyor” değerlendirmesini yaptı.

Çavuşoğlu, Şam’ın Ankara’nın “terör örgütü” olarak tanımladığı YPG’ye karşı mücadele etmesi durumunda destek verileceği mesajını da “Yanı başımızda olan bir ülkenin sınır bütünlüğü, toprak bütünlüğü ve barışı bizi doğrudan etkiliyor olumlu anlamda. Tersine gelişmeler bizi ne kadar etkiledi görüyoruz. Sonuçta bölücü terör örgütlerine karşı verilecek mücadeleyi de biz her zaman destekleriz. Sonuçta bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok” sözleriyle aktardı.

‘Topraklarının her köşesine hakim bir Suriye’

Bakan Çavuşoğlu, aynı açıklamasında Suriye rejimi ile muhalefet arasında uzlaşma çağrısını yinelerken, “Muhalefetle Suriye’deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım. Aksi takdirde kalıcı bir barış olmaz, bunu hep söylüyoruz” ifadelerini kullandı.

Ankara’nın “PKK’nın Suriye kolu” olarak gördüğü YPG’nin amacının Suriye’yi bölmek olduğunu kaydeden Çavuşoğlu, “Suriye’nin bölünmesini engellemek için Suriye’de güçlü bir yönetimin olması lazım, topraklarının her köşesine hakim olabilecek bir irade ancak birlik ve beraberlikle olur. Hep bunu söylüyoruz. Kendileriyle (Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’la) o zaman, özel bir görüşme değil, ayaküstü bir sohbet olmuştu. Onun dışında herhangi bir temas olmadı” değerlendirmesini yaptı.

‘Suriye’nin egemenliğine karşı değil’

Edinilen bilgilere göre Çavuşoğlu, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile yaptığı kısa görüşmede de benzer görüşleri yineleyip, “Türkiye’nin terörle mücadelesinin Suriye’nin egemenliğine karşı bir amaç taşımadığı”, tam tersine Suriye’nin siyasi ve toprak bütünlüğünü koruma hedefine uygun olduğu mesajını verdi.

Çavuşoğlu’nun da dile getirdiği gibi, Türkiye ile Suriye arasında istihbarat kurumları dışında başka herhangi bir temas kurulmuyor.

Türkiye ile Suriye arasında dışişleri bakanları düzeyinde daha önce son görüşme, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’de dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ağustos ayındaki Şam ziyareti sırasında gerçekleşmişti.

Davutoğlu, Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in yanı sıra Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile de bir araya gelmişti. Görüşme sonrası Türkiye ve Suriye arasında siyasi diyalog kesilmişti.

Politika değişikliğini konuşmak için erken

Ankara’da yapılan değerlendirmelerde, Türkiye ve Suriye dışişleri bakanlarının geçen yıl görüşmesine ve istihbarat kurumlarının yeniden birlikte çalışmaya başlamasına karşın, Ankara’nın Suriye politikasında keskin bir değişime gittiği yorumları yapmak için erken olduğu görüşü öne çıkıyor.

Bunun en temel nedenleri arasında Rusya, İran, ABD ve Batı ülkelerinin açıkça karşı olduklarını açıklamasına karşın, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde belirlediği hedeflere yeni bir operasyon yapma kararlılığında olduğunu saklamaması gösteriliyor.

Son olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da konferans için toplanan Türk büyükelçilere hitaben yaptığı konuşmada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırda oluşturulan güvenlik kuşağındaki son halkaların birleştirilerek tamamlanacağını kaydetmişti.

Türkiye’nin yeni bir operasyon yapmasına hem Astana Süreci ortakları Rusya ve İran, hem de IŞİD’le mücadele etmesi için Suriye Demokratik Güçleri adı altında YPG ile ortaklık ilişkileri süren ABD ve önde gelen diğer Batı ülkeleri karşı çıkıyor.

Suriye yönetimi de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendi topraklarında devam eden operasyonlarına ve varlığına tepki gösteriyor.

Ankara ile Şam arasında siyasi bir sürecin önündeki engeller arasında Suriye içinde rejim ve muhalifler arasında uzlaşmanın henüz sağlanmamış olması, “terörle mücadele” konusunda Ankara ve Şam arasında fikir birliğinin olmaması ve Türkiye’de yaşayan 3,7 milyon Suriyeli mültecinin geri dönüşüne ilişkin belirsizliğin sürmesi gibi unsurlar yer alıyor.

Türkiye, 2011’de başlayan iç savaşın ilk döneminde Esad yönetimini devirmek için Suriye muhalefetine güçlü destek sağlamış ancak Rusya’nın askeri olarak devreye girdiği 2015 sonrasında bu politikasından vazgeçmişti.

Astana Süreci’nin başladığı 2017’den bu yana “Esad gitmeli” söylemini tamamen bırakan Türkiye, artan güvenlik ve mülteci sorunu ile mücadele etmeye odaklanmıştı.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

İsveç’ten Türkiye’ye İlk Sınır Dışı

İsveç devlet televizyonu SVT, Türkiye ile İsveç arasında imzalanan mutabakat zaptının ardından Türkiye’ye ilk sınır dışı işleminin gerçekleşeceğini duyurdu. 30’lu yaşlarda olduğu açıklanan adam, Türkiye’de 14 yıl hapis cezası almıştı.

Reuters’a yazılı bir mesaj gönderen İsveç Adalet Bakanı Morgan Johansson da “Bu rutin bir işlem. Söz konuşu kişi bir Türk vatandaşı ve Türkiye’de 2013-16 yıllarında işlenen dolandırıcılık suçlarından hüküm giymiş” dedi ve ekledi:

“Yüksek Mahkeme durumu inceledi ve iadesine herhangi bir engel olmadığına karar verdi.”

30’lu yaşlarda olduğu açıklanan adam, Türkiye’de 14 yıl hapis cezası almıştı.

Şahıs İsveç’te gözaltına alındığında ise “Hristiyanlığa geçtiğim, Kürt olduğum ve askerlik yapmayı reddettiğim için cezalandırıldım” demişti.

Türkiye, İsveç ve Finlandiya ile imzalanan mutabakat zaptından sonra, PKK’lı olduğunu öne sürdüğü kişilerin hâlâ iade edilmemiş olmasını eleştiriyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki kuzey ülkesinin bu konuda adım atmaması durumunda NATO üyeliklerinin TBMM tarafından onaylanmayacağını söylemişti.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, üç ülkeden temsilcilerin bu ay bir araya gelerek mutabakat zaptı sonrasında iletilen taleplerin durumunu inceleyeceğini açıklamıştı.

Paylaşın

İktidarın Tüm Hesapları Seçime Odaklı

İçeride çıkmaza giren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dışarıdan nefes almanın yollarını arıyor. Seçim takvimi yaklaşırken iktidarının ömrünü uzatmak adına yapılan hamlelerle dış politikada zikzaklar çiziliyor. Soçi Zirvesi, Suriye krizi, Şanghay’daki görüşme trafiği, Rusya ile artan temaslar gerek Batı’da gerekse iç siyasette, Ankara’nın seçimi kurtarmak adına bir eksen değişikliğine gittiği tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Batı medyasında çıkan haberler, bu tartışmalara kapı aralarken dün de Finansial Times’ta ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye ‘yasadışı Rus sermayesi veya işlemleri için güvenli bir liman haline gelmeme çağrısında bulunduklarını’ bildiren açıklaması dikkat çekti. İktidara yakınlığı ile bilinen Türkiye Gazetesi’nin önceki gün manşetinde yer alan, ‘Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Esad ile telefonda görüşeceği’ haberi bir başka önemli gelişme oldu. Suriyeli kaynaklar haberi yalanlasa da konunun yandaşlar tarafından tartıştırılıyor olması önemli. Öte yandan iktidara desteğiyle öne çıkan Aydınlık gazetesinin önceki günkü, iktidarı “Atlantik Sistemi’ne uyum gösterip Üretim Devrimi’ne yan çizmekle” suçlayan manşeti de bir diğer ayrıntı oldu.

Konuya ilişkin Birgün’den Mehmet Emin Kurnaz’a değerlendirmelerde bulunan uzmanlar, son dönemki gelişmelerin Türkiye’nin eksen kayması yaşadığı şeklinde yorumlanmasının abartılı ve gerçek dışı olduğu yorumunu yaptı. Uzmanlara göre iktidar içeride sıkıştı. Batıdan ve NATO çizgisinden çıkmaya niyeti de yok. Sıcak para bulabileceği, kendine alan açabileceği her fırsatı değerlendirme gayreti içinde. Seçime kadar günübirlik gel git politikalarına devam ederek ayakta kalmaya çalışacak.

Bir yıl boyunca gelgitler artacak

“İktidarın son dönemki hamleleri konjonktürel oynamalardır” diyen emekli Büyükelçi Engin Solakoğlu, “Türkiye’nin eksen değiştirmesinden ziyade AKP’nin iktidara tutunma çabaları olarak değerlendirilmesi gereken eylemler. Bunların kökü yok, bu konulara dair daha çok batıda Finansial Times gibi yayınlarda çıkan haberler var. Türkiye NATO zirvesine katıldığında da ‘geri döndü’ diyorlar. Sonra Soçi’de görüşme yapılıyor, bu sefer ‘ekseni değişti’ filan diyorlar. Böyle eksenler kolay değişen eksenler değildir” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin NATO’nun çok uzun yıllardır üyesi olduğunu söyleyen Solakoğlu şu değerlendirmeyi yaptı: “Bütün altyapısı NATO’ya uyarlanmış. Yani önümüzdeki on ay içerisinde, seçime kadar AKP bu gelgitleri yapacaktır ama bunlar sonuç olarak öze ilişkin eylemler değildir. Bunlar kısa vadede AKP’nin iktidarda kalmak için birtakım çıkarlar elde etmeyi umduğu eylemlerdir. Bunlar ekonomik çıkarlar olabilir. Batıyla pazarlıkta elini yükseltme amacı olabilir. Yani bunların hepsini birden deniyor şu anda AKP Genel Başkanı. Yani burada tek tek olaylar üzerinden Türkiye’nin yönünü çevirdiği yorumu yapmak mümkün değil. Gerçekçi de değil. Batının zaman zaman başvurduğu bir tür gözdağı verme yöntemi de diyebiliriz. AKP de neticede Batı’nın iktidara getirdiği bir partidir. Dolayısıyla AKP’nin zaten böyle bir niyeti de yok.”

Kendine alan açmaya çalışıyor

Eksen tartışmalarını abartılı bulduğunu söyleyen Uluslararası İlişkiler Uzmanı Soli Özel ise “Tabii benim bunu abartılı bulmam Türkiye’nin izlediği politikanın mantığını tam olarak anladığım anlamına da gelmiyor. Türkiye gene dünya sistemindeki boşluklardan yararlanarak kendine alan açmaya çalışıyor. Fakat açıkçası ben bugünkü uluslararası ortamın Türkiye’nin arzu ettiği genişlikte bir alanın önünü açmış olduğu kanısında değilim. Ama şunu da kabul etmek lazım. Tahıl koridoru anlaşması çok önemli bir anlaşma. Herkes Türkiye’nin bunun gerçekleşmesindeki payını kabul ediyor. Zaten Türkiye bu işlerin içinde olmasa o koridorun açılabilmesi mümkün değil. Çünkü yolu Türkiye kontrol ediyor. O anlamda son derece olumlu bir katkı yaptı ve bu şekilde sadece Ukrayna’ya destek veren Batılı müttefiklerinin değil bir bakıma Rusya’nın da hayır duasını alıyor” diye konuştu.

Çizgiyi aşmaması yönünde uyarıyorlar

Bu anlaşmayla Rusya’nın da kendi mallarını gönderebilmesinin yolunun açıldığını vurgulayan Özel, “Şimdi buradan yola çıkarak Türkiye’nin Rusya’ya doğru yöneldiğini söylemek mümkün değil. Çünkü buradan asıl yararlanması beklenen ülke de Ukrayna. Buna karşılık şunu hatırlatayım. Amerikan Hazine Bakan Yardımcısı bir buçuk ay önce Türkiye’ye gelmişti ve Türkiye’yi özellikle finansal konularda yaptırımları delme yoluna girmemesi konusunda uyarmıştı. İran’ın ambargosunun delinmesine benzer bir şeye belli ki bugünkü kritik ortamda hiç de sıcak bakılmayacak, daha doğrusu göz yumulmayacak. Bu arada tabii Türkiye’ye Rus vatandaşlarının sermayesi geliyor. Bunların içinde oligarklar var mıdır yok mudur onu bilmiyorum. İşte dört yüz bin dolar veren, Türkiye vatandaşı olabiliyor. İnce bir çizgi var ortada, Türkiye’nin o ince çizgide ters tarafa kaymaması konusunda uyarılar yapılıyor. Ben Financial Times’daki yazıyı da bu şekilde değerlendiriyorum” dedi.

Krizler pansumanla düzelecek gibi değil

Erdoğan’ın bir buçuk ay önce NATO Zirvesi’nde Rusya’yı düşman ilan eden bir belgenin altına imza attığını hatırlatan Özel, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ondan sonra biz denge politikamıza devam edeceğiz demek açıkçası normal sayılmaz ve o denge politikasının devam ettirme alanının ne kadar var olduğu açıkça tartışılabilir. Yönetim, para bulabildiği her yerden para bulmak için uğraşıyor. Güya Suudi Arabistan’dan da on milyar dolar gelecekmiş. Akkuyu nedeniyle Rusya’dan yedi milyar dolar gelmiş. Bu şekilde rezervler yukarı çekilmiş. Ama bugünkü iktisat politikası devam ettikçe Türkiye’nin kendini dertten kurtarabileceğini açıkçası pek sanmıyorum. Yani bu meseleler pansumanla geçiştirilecek gibi bir durum değil. Ama seçime kadar bulunabilecek her yerden para bulma işine yöneticiler her şeyi yapacaklar gibi gözüküyor.”

Görüşme iddiasına yalanlama

Üst düzey Suriyeli kaynaklar, Türkiye medyasının “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında bir telefon görüşmesi olabileceği” yönündeki haberleri kesin bir dille yalanladı. Türkiye gazetesinde dün yayınlanan bir haberde, İran ve Rusya ile yapılan Tahran ve Soçi görüşmelerinde “Suriye sahasına yansıyacak önemli kararlar alındığı” belirtildi. Haberde, “Ankara’nın ‘Henüz erken’ dediği Erdoğan ile Esad görüşmesinin bir telefon düzeyinde de gerçekleşebileceği” iddiası da yer almıştı.

Paylaşın