FT: Türkiye’nin Rusya’ya İhracatındaki Artış, Batı’yı Kaygılandırıyor

Birleşik Krallık merkezli uluslararası iş gazetesi Financial Times, Türkiye’nin Rusya’ya ihracatının son üç ayda geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 46 arttığını ve bu durumun Batılı ülkeleri kaygılandırdığını yazdı.

Gazetenin Ticaret Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’ndan derlediği ihracat verilerine göre, Mayıs-Temmuz döneminde Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı 2 milyar doları aştı.

Sadece Temmuz ayında ise Rusya’ya yapılan ihracat geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 75 artışla 730 milyon dolara yükseldi. Rusya’nın Temmuz ayında Türkiye’nin toplam ihracatındaki payı geçen yıla göre yüzde 2,6’dan yüzde 3,9’a yükseldi.

Türkiye İhracatçılar Meclisi verileri, Rusya’ya yapılan ihracattaki artışta tekstil, elektrik ve mobilya ile birlikte kimyasallar, yaş meyve sebze ve diğer gıda ürünlerinin başı çektiğini gösteriyor.

Financial Times’taki haberde, “Ticaret hacmi, Türkiye’nin Rusya’dan enerji ağırlıklı ithalatı karşısında nispeten küçük kalsa da, iki ülke arasında artan ticaret Ankara ile Moskova arasındaki ekonomik işbirliğinin derinleşmesinden endişe duyan Batılı yetkilileri rahatsız edecek gibi görünüyor” yorumu yapıldı.

Gazeteye konuşan iki Avrupa Birliği (AB) yetkilisi, üye devletlerin Türkiye’nin Rusya ile artan ticaretinin, Avrupa’yla ticaretin yerini alması ihtimali nedeniyle giderek daha fazla tedirgin olduklarını söyledi.

Yetkililerden biri “İzliyoruz. Bu hoş değil ve AB tarafından iyi algılanmıyor. Rahatsız edici” yorumunu yaptı.

Financial Times, bazı AB ülkelerinin Türkiye’den, Rusya’yla ilişkisi hakkında bilgi istediğini yazdı.

Gazeteye göre “Batılı yetkililer Ankara’nın, Ukrayna’ya açtığı savaş nedeniyle Putin’i cezalandırmaya yönelik önlemleri benimsemeyeceğini büyük ölçüde kabul etti”. Türk Lirası’nın dolar karşısında bu yıl yüzde 25 değer kaybetmesi ve bu nedenle Türkiye’de üretilen ürünlerin nispeten ucuzlaması da ihracatın artmasında rol oynamış olabilir.

Türkiye Ticaret Bakanlığı’ndan bir sözcü gazeteye yaptığı açıklamada, Rusya ile ticaret hacminde “dikkate değer bir değişiklik olmadığını” söyledi ancak detay vermedi.

Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu, son üç ayda Rusya ile deniz yoluyla yapılan otomotiv ticaretinde yılın ilk dört ayına kıyasla yüzde 58’lik bir artışın, açık denizde “Türkiye’nin liderliğini” gösterdiğini söylemişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iki hafta önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Rusya’nın tatil beldesi Soçi’de bir araya gelmiş, görüşme 4 saat sürmüştü.

Görüşme sonrası, enerji ve ticaret alanında işbirliğinin artırılacağı açıklanmıştı.

Ukrayna’yı işgali sonrası Rusya’ya uygulanan AB yaptırımları; ileri teknoloji elektronik ve yazılım, makine ve ulaşım ekipmanları, petrol rafinerisi, enerji, havacılık ve uzay endüstrileri tarafından kullanılan mal ve teknolojilerin ihracatına yönelik yasakları içeriyor.

Financial Times, bazı Batılı yetkililerin, Ankara’nın, Batılı şirketlerin Rusya’dan ayrılmasını, Türk şirketlerin onların yerini doldurması için bir fırsat olarak görmesinden endişe duyduklarını yazdı.

Avrupa Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, “Avrupa, Ukrayna’ya karşı saldırganlığına yanıt olarak Rusya ile bağlarını azaltırken, Moskova ile bağları veya etkileşimi artırmak uygun değil” demişti.

Financial Times ise haberinde Türkiye’nin güçlü ve etkili bir NATO üyesi olduğunu ve yaklaşık 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaptığını hatırlattı.

Gazetedeki haber şu satırlarla noktalandı:

“Batılı yetkililer, Birleşmiş Milletler’in aracılık ettiği Ukrayna’nın deniz yoluyla tahıl ihracatını yeniden başlatmasına izin veren son anlaşmanın gösterdiği gibi, Erdoğan’ın Putin ile müzakere kabiliyetinin değerli olduğunu kabul ediyor.”

Konunun hassasiyeti nedeniyle adının açıklanmaması koşuluyla konuşan bir Avrupalı ​​yetkili ise ‘Türkiye’den bahsediyoruz, (AB’deki) herkesin şu ya da bu nedenle onlara ihtiyacı var” dedi. Aynı yetkili, ‘AB, Türkiye’nin kabiliyetlerinin farkında olmalı… (Erdoğan)’a sadece, bizim kurallarımıza uyması gerektiğini söyleyemeyiz’ diye konuştu”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Rusya’dan S-400 Açıklaması: Sözleşme Hayata Geçirilmeye Başladı

Türkiye’nin Rusya ile ikinci parti S-400 hava savunma sistemleri almak ve bazı parçaları üretmek üzere anlaşma imzalandığına dair Rus medyasında yayımlanan ve Savunma Sanayi Başkanlığı’nca yalanlanan habere ilişkin karmaşa sürüyor.

İlk açıklamayı yapan Rusya Federal Askeri ve Teknik İş Birliği Dairesi Başkanı Dmitriy Şugayev, yeni demecinde de “Rus S-400 uçaksavar füze sisteminin ikinci alayının tedarikine ilişkin sözleşmenin imzalandığını ve hayata geçirilmeye başladığını” söyledi.

Sputnik’e konuşan Şugayev, “Diğer hususların yanı sıra sistemin ayrı bileşenlerinin üretiminin yerelleştirilmesini sağlayan (ikinci S-400 alayının Türkiye’ye tedariki ile ilgili) sözleşme belgesi imzalanmış bulunuyor. Sözleşme şu anda hayata geçiriliyor” diye konuştu.

Türkiye’nin Rusya’nın önemli bir ortağı olmaya devam ettiğini söyleyen Şugayev, iki devletin yakın ticari ve ekonomik ilişkiler ile bağlı olduğunu, askeri-teknik işbirliği dahil olmak üzere ikili işbirliğinin birçok alanda geliştiğini vurguladı.

Şugayev, “Bu yıl gelişen zorlu politik durum, Rus tarafı ile ortakları arasındaki etkileşimin bazı yönleri üzerinde olumsuz etki yarattı. Bununla birlikte Türkiye ile askeri-teknik işbirliği, iki ülkenin liderleri arasında varılan anlaşmalar doğrultusunda gelişiyor. Türk ortaklarla şeffaf ve karşılıklı yarar temelinde çalışmaya devam etmeyi planlıyoruz” ifadelerini kullandı.

S-400 sistemlerinin benzersizliğine dikkat çeken Şugayev, “Önümüzdeki yıllarda herhangi bir devletin performans özellikleri açısından S-400 Triumf’a yaklaşabilecek bir sistem geliştireceğine inanmak için hiçbir neden olmadığını bundan emin olarak söyleyebilirim” dedi.

Ne olmuştu?

Şugayev’in ilk açıklaması, Türkiye’den bir heyetin yeni F-16 alımını ve mevcut filonun modernizasyonunu görüşmek için ABD’ye gitmesinin hemen sonrasında gelmişti.

ABD, Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak Rus yapımı S-400 hava savunma sistemleri almasına karşı yaptırım dayatmış, Türkiye üretim ortağı F-35 savaş uçakları programından çıkarılmıştı. Sonrasında ise F-35’ler yerine F-16’lar üzerine pazarlıklar başlamıştı.

Ankara’nın F-16 girişimlerine Joe Biden yönetiminden yeşil ışık gelse de, Kongre’den onay çıkıp çıkmayacağı henüz bilinmiyor.

S-400

S-400 S-300’den geliştirilmiş yeni nesil Rusya yapımı bir kısa-orta-uzun menzilli hava savunma füze sistemidir.

S-400, 1979’da S-300’ün ortaya çıkmasından hemen sonra 1980’lerin başında, o zamanki adıyla Almaz Merkezi Tasarım Bürosu tarafından (günümüzde Alman Bilimsel Endüstriyel Şirketi) Sovyetler Birliği’nde geliştirilmeye başlanmış ve gelişim süreci SSCB’nin dağılması nedeniyle uzun bir döneme yayılmıştır.

S-400’ün S-300 sistemlerinden en önemli farkı, daha fazla hedefi aynı anda takip edebilmesi ve gelişmiş elektronik karşı tedbirlere sahip olmasıdır. S-400’de kullanılan radarlar hafif radar izine sahip olan ve hayalet uçak tabir edilen hedefleri takip edebilme yeteneğine sahiptir.

S-400 sistemine şu ana kadar pek çok devlet ilgi göstermiş olmasına rağmen Çin ve Türkiye haricinde yabancı bir ülkeye satış gerçekleşmemiştir. 2017’de S-400, İngiliz The Economist gazetesi tarafından bir yazısında, “şu anda yapılan en iyi hava savunma sistemlerinden biri” olarak tanımlandı.

SIPRI Kıdemli Araştırmacısı Siemon Wezeman’a göre S-400, “mevcut en gelişmiş hava savunma sistemleri arasında yer almaktadır” demiştir. 2007’den beri Rusya Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanılmaktadır.

Paylaşın

ABD’de Türkiye’ye S-400 Tepkisi: Yaptırımların Açık İhlali Olur

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Senatosu’nun Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Bob Menendez Türkiye’nin Rusya’dan bir parti daha S-400 alacağına ilişkin Rus haber ajansı TASS’ta yayımlanan habere tepki gösterdi.

Menendez “Türkiye’nin Rus savunma sektörüyle ilişkilerinin genişlemesi büyük bir hata olur” dedi.

Demokrat Senatör Menendez, VOA Türkçe’nin aktardığı yazılı açıklamasında, “Türkiye’nin Rusya’dan bir başka S-400 füze savunma sistemi satın almayı değerlendirdiği haberleri konusunda son derece endişeliyim” diyerek, bunun Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası’nın (CAATSA) açık bir ihlali olacağını vurguladı.

Menendez, “Rusya Ukrayna’yı zalim ve yasa dışı şekilde işgal etmeye devam ederken Türkiye’nin Vladimir Putin gibi bir savaş suçlusuyla askeri işbirliğini tamamen reddederek, NATO’ya, bölgesel barış ve güvenliğe yönelik taahhüdünü güçlü şekilde gösterme sorumluluğu ve fırsatı var” ifadelerini kullandı.

‘Türkiye’nin rotasını değiştireceğini umuyorum’

Senatör Menendez, “Yunanistan’ın hava sahasında düşmanca ihlallerin devam etmesi ve İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin geciktirilmesinin gölgesinde, Türkiye’nin rotasını değiştirmesini ve bölgede yapıcı bir ortak olarak savunma ittifakına karşı sorumluluklarını yerine getirmesini umuyorum” dedi.

Menendez, “Amerika net olmalı. Türkiye’nin Rus savunma sektörüyle ilişkilerinin genişlemesi Avrupa’da NATO müttefiklerimiz ve ortaklarımızın güvenliğini tehlikeye atacak büyük bir hata olur” ifadelerini kullandı.

Rus haber ajansında böyle bir haberin yer alması, Amerika ve Türkiye arasında F-16 savaş uçağı alımı ve modernizasyonu konusunda teknik görüşmelerin dördüncüsünün Washington’da yapıldığı bir döneme rastladı.

Savunma Sanayi Başkanlığı ise Rus haber ajansında yer alan haberden yaklaşık beş saat sonra yaptığı iki cümlelik açıklamasında, ‘‘Yeni bir gelişme söz konusu değil. İlk gün yapılan anlaşmaya göre süreç devam etmektedir’’ ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Türkiye Ve İsrail’den İlişkileri Normalleştirme Kararı

Türkiye ve İsrail, diplomatik ilişkileri normalleştirme kararı aldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Türkiye olarak İsrail’e büyükelçi atama kararı aldık. Hayırlısı olsun. Bundan sonra isimlerin belirlenmesi süreci başlıyor” dedi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ankara’da Kırgızistan Dışişleri Bakanı Erlan Abdildayev ile görüşmesi sonrası ortak basın toplantısı düzenledi.

İki ülke arasında diyalog sürecinin cumhurbaşkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Isaac Herzog arasında Mart ayında yapılan görüşmeyle başladığını belirten Çavuşoğlu, “Yeni hükümet göreve geldikten sonra İsrail’de diyalog süreci başlamıştı. Sonuçta ilişkilerin normalleşmesi konusunda atacağımız adımlar içinde büyükelçileri atamak da vardı. Büyükelçilerin atanması konusunda çalışmaları başlattık diye açıklama yapmıştık. İsrail’den de olumlu adım geldi” diye konuştu.

Çavuşoğlu açıklamasında ayrıca “Filistin, Kudüs ve Gazze’yi savunmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Bu açıklamadan kısa süre önce İsrail’de de Başbakanlık, Türkiye’yle ilişkilerin tamamen normalleştirilmesi kararı alındığını açıkladı.

Başbakan Yair Lapid’in ofisinden yapılan açıklamada, iki ülkenin büyükelçilerinin göreve başlayacağı duyuruldu.

Açıklamada, “İlişkilerin iyileştirilmesi, iki ülke halkı arasında ekonomik, ticari ve kültürel bağların derinleşmesine ve bölgesel istikrarın güçlendirilmesine” katkı sağlayacaktır” denildi.

Yair Lapid ve Mevlüt Çavuşoğlu

Yakın dönem Türkiye / İsrail ilişkileri

1900’lerin ortasında İsrail devletinin kurulmasıyla başlayan başlayan ikili ilişkiler, 2000’lere kadar inişli çıkışlı geçti. Bu tarihten sonra ise Ankara-Tel Aviv arasında gerginlik dönemine girildi.

İkili ilişkilerdeki en önemli anlaşmazlık konularından biri Filistin meselesi…

İsrail’e karşı daha radikal bir tutum alan İslami Direniş Hareketi “Hamas”ın Filistin’de güçlenmesi, 2006’daki seçimleri kazanması üzerine İsrail’in de tavrı sertleşti.

Türkiye, Hamas’a desteğini hiçbir zaman gizlemedi. 2006’da Hamas lideri Halit Meşal’in sürpriz Türkiye ziyareti de iki ülke ilişkilerini etkileyen olaylardan biriydi.

2008’e gelindiğinde Gazze’de yaşananlar Türkiye ile ilişkilerde de krizin tırmanmasına neden oldu.

One minute krizine giden süreç

İsrail’in Gazze’den fırlatılan füzeleri gerekçe olarak göstererek Aralık 2008’de başlattığı “Dökme kurşun” operasyonu, Ankara ve Tel Aviv ilişkilerinde gerginliğe neden oldu.

Bu operasyonda çoğu sivil 1300’den fazla kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi de yaralandı.

Ardı ardına yaşanan krizler, iki ülke arasındaki tansiyonun daha da artmasına neden oldu.

Böyle bir ortamda iki ülkenin liderleri İsviçre’deki Davos zirvesinde karşı karşıya geldi. Erdoğan ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, “Gazze: Ortadoğu’da Barış İçin Model” konulu bir panele katıldı. Ancak panel sonunda Erdoğan’dan herkesi şaşırtan bir çıkış geldi.

Peres’in konuşmasının ardından oturumu kapatmak üzere olan moderatöre “One minute” diyerek karşı çıkan ve söz almak isteyen Erdoğan, sert açıklamalarda bulundu.

Erdoğan, Türk-İsrail ilişkilerinde tarih sayfalarına “One Minute” krizi olarak geçen bu olay sonrası yaptığı açıklamada tavrının Peres’e yönelik olmadığını, moderatöre yönelik olduğunu söyledi.

Alçak koltuk krizi ve Mavi Marmara saldırısı

Tansiyonun yüksek olduğu bir süreçte ardı ardına yaşanan krizler Ankara’nın diplomatik adımlar atmasına da neden oldu. “Alçak Koltuk” krizi ve ardından gelen Mavi Marmara baskını, ikili ilişkileri kopma noktasına getirdi.

Davos’tan tam bir sene sonra İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Danny Ayalon ile görüşen Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol’un alçak seviyedeki bir koltukta oturması tartışma yarattı.

Türkiye’den yazılı özür dilenmesiyle Çelikkol,  İsrail’de büyükelçilik görevine devam etti.

Bu özürle koltuk krizi de aşıldı. Ancak 31 Mayıs 2010 sabahı gelen bir haber, Ankara-Tel Aviv ilişkilerine derin bir iz bırakacaktı.

İsrail güçleri, Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda baskın yaptı. Olay sırasında dokuz Türk vatandaşı hayatını kaybetti. Bir süre sonra yaralanan bir Türk vatandaşı daha hastanede hayatını kaybedince, ölenlerin sayısı 10’a çıktı.

Türkiye’nin şartları: Özür, tazminat ve Gazze ambargosunun kaldırılması

Gemi saldırısının ardından Türkiye’nin, İsrail ile olan gerginliğin düşürülmesi ve normalleşmesi adına üç talebi olmuştu.

Özür, tazminat ve Gazze ambargosunun kaldırılması…

Beklenen özür 2013 yılında gelse de normalleşme adımlarının atılması 2016 yılını buldu.

Türkiye ve İsrail, 28 Haziran 2016’da 6 maddelik tazminat anlaşması imzaladı.

Anlaşmanın dördüncü maddesinde yer alan, “Her halükarda bu anlaşma İsrail’in, İsrail adına hareket edenlerin ve İsrail vatandaşlarının Türkiye Cumhuriyeti veya Türk gerçek veya tüzel kişileri tarafından konvoy hadisesi ile ilgili olarak, kendilerine yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye’de yapılmış ve yapılacak her türlü hukuki ya da cezai talebe ilişkin her türlü sorumluluktan tamamen muaf tutulmalarını sağlayacaktır” şartı uyarınca açılan davalar düşürüldü.

Mavi Marmara olayının yaşandığı dönem Başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan, 29 Haziran 2016’da yaptığı bir açıklamada “Siz böyle bir insani yardımı götürmek için günün Başbakanına mı sordunuz?” demiş ve tepki çekmişti.

Krizler döneminde son perde: ABD Büyükelçiliği’nin taşınması

2016 sonunda karşılıklı büyükelçi atamasıyla normalleşen ilişkiler kısa süre sonra yeniden gerildi.

Aralık 2017’de ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etmesi ve ABD Büyükelçiliği’nin Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması Türk-İsrail ilişkilerindeki bir diğer kırılma noktası oldu.

Filistinlilerin tepki protestolarında sivillere yönelik saldırılar nedeniyle çok sayıda insan öldü ve yaralandı. Bunun üzerine Türkiye 15 Mayıs 2018’de Tel Aviv büyükelçisini istişareler için merkeze çağırdı.

Birçok krizin ardından bugüne gelindiğinde ise Isaac Herzog’un cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Ortadoğu ile ilişkilerde normalleşme süreci

Geçtiğimiz dönemlerde Türkiye’de hükümete yönelik en büyük eleştirilerden biri dış politikada yalnızlaşılması olmuştu. Şimdi ise Doğu Akdeniz’e komşu ülkeler ve Körfez ülkeleriyle yeniden bir normalleşme sürecine girildi.

Paylaşın

ABD’den ‘İkinci S-400’ İddiasının Ardından Türkiye’ye Uyarı

Türkiye’ye Rusya’nın savunma sektörüyle daha fazla işbirliği yapmama çağrısında bulunan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, “Sürekli olarak vurguladığımız nokta şu ki, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı gaddar ve meşru olmayan savaşı, tüm ülkelerin Rusya’nın savunma sektörü ile alışveriş yapmamasını bazı açılardan her zamankinden daha hayati hale getirdi” dedi.

Türkiye’nin Rusya ile ikinci parti S-400 hava savunma sistemleri almak için anlaşma imzalandığına dair Rus medyasında yayımlanan ve Savunma Sanayi Başkanlığı’nca yalanlanan haber, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’a soruldu.

Price, günlük basın toplantısındaki açıklamasında Türkiye’ye Rusya’nın savunma sektörüyle daha fazla işbirliği yapmama çağrısında bulundu. Price, “Sürekli olarak vurguladığımız nokta şu ki, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı gaddar ve meşru olmayan savaşı, tüm ülkelerin Rusya’nın savunma sektörü ile alışveiş yapmamasını bazı açılardan her zamankinden daha hayati hale getirdi” dedi.

ABD Dışişleri Sözcüsü, “Ne olacağını bekleyip görmemiz lazım ama biz bu konuda yeni bir gelişmeden haberdar değiliz” dedi. Price, Türkiye’nin Rusya’dan yeni parti S-400 satın almasının, Biden yönetiminin yeni F-16 satışını gözden geçirip geçirmeyeceğine dair yorum yapmadı.

Rus basınındaki haber, Türkiye’den bir heyetin F-16 satışını ve mevcut F-16 filosunun modernizasyonunu görüşmek üzere ABD’ye hareket ettiği gün yayımlanmıştı. Haberde, Rusya Federal Askeri-Teknik İşbirliği Servisi Direktörü Dmitri Şugayev’in açıklamalarına dayanarak Rusya ile Türkiye arasında ikinci parti S-400’ler için anlaşmanın ‘çoktan’ imzalandığı ve bazı parçaların da Türkiye’de üretileceği belirtiliyordu.

ABD Dışişleri Sözcüsü Price’ın açıklamalarını aktaran Defense News sitesine konuşan Türk kaynaklar da, Rusya ile bazı S-400 parçalarının Türkiye içinde üretilmesi konusunda anlaşma yapılabileceğini savundu.

(Kaynak: Kısa Dalga)

Paylaşın

Erdoğan’ın Riskli ‘Beşar Esad’ Açılımı

AK Parti iktidarının, Beşar Esad ile yıllar sonra “siyasi diyalog” arayışına girmesi, Türkiye ve Suriye’de olduğu kadar, uluslararası alanda da yakından izleniyor. Erdoğan’ın sürpriz adımının, yaklaşan seçimler öncesinde taktik bir hamle mi olduğu, yoksa gerçekten de dış politikada büyük bir değişim anlamına mı geldiği, uzmanlar tarafından tartışılıyor.

2011 yılında başlayan iç savaşın ardından Esad rejimiyle ipleri koparan, Suriyeli muhalif gruplara her türlü desteği veren, geçmişte “kardeşim” dediği Esad’ı “terörist” ilan eden ve devirmeye çalışan Erdoğan’ın diyalog çabalarının başarılı olup olamayacağı, bunun siyasi çözüm çabalarına nasıl yansıyacağı merak ediliyor.

DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtlayan Suriyeli dış politika uzmanı Haid Haid, Erdoğan yönetiminin “diyalog açılımına” ihtiyatlı yaklaşılması gerektiğini söyledi.

Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’ın araştırmacılarından olan Haid’e göre son adımlar, yeni bir dış politika anlayışından çok, içeride artan kamuoyu baskısının bir sonucu.

‘Öncelikli hedefi seçimi kazanmak’

Türkiye’nin artık seçim sürecine girdiğini, ekonomideki kötü gidişatın Erdoğan üzerindeki baskıyı daha da arttırdığını belirten Haid, AKP liderinin bugün içeride en çok Suriye politikası ve sığınmacılar sorunu nedeniyle tepkiyle karşı karşıya kaldığına işaret etti.

“Erdoğan’ın öncelikli hedefi seçimleri kazanmak” diyen Suriyeli uzman, şöyle devam etti:

“Erdoğan Esad ile diyalog açılımıyla muhalefet partilerinin en büyük kozunu, seçmende karşılık bulan en güçlü söylemini ellerinden almayı hedefliyor. Çünkü muhalefet partileri, Esad ile diyalog kuracaklarını, sığınmacıların geri göndereceklerini söylüyorlardı. İşte şimdi Erdoğan bu söylemi kendisi de üstlenerek bu kozu ellerinden almayı hedefliyor. ‘Diyalogsa bunu Esad ile ben kurarım’ mesajıyla, muhalefetin elini zayıflatmayı, seçmenleri de kendisine oy vermeleri için ikna etmeyi hedefliyor.”

Ankara’da söylem değişikliği

Erdoğan’ın 5 Ağustos’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi buluşması sonrası verdiği mesajlar, iktidar cephesinden art arda yapılan açıklamalar, Haid Haid’in bu analizini destekliyor.

AKP yönetimi Esad ile diyalog açılımının ilk sinyallerini Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile Soçi’deki görüşmesi sonrasında verdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Soçi buluşmasından bir kaç gün sonra, aslında bundan 10 ay önce, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile Belgrad’daki Bağlantısızlar Toplantısı’nda ayaküstü kısa bir sohbet gerçekleştirdiğini ilk kez açıkladı.

Bu görüşmenin bunca zaman gizli tutulmuş olunması soru işaretlerine yol açmış olsa da kamuoyu, Türkiye ile Esad rejimi arasında, 2011 yılından sonra ilk kez bu düzeyde siyasi bir temasın gerçekleşmiş olduğunu böylece öğrenmiş oldu.

Çavuşoğlu’nun bu açıklamasının ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yazılı bir açıklamayla, Esad rejimi ile diyalog çabalarına güçlü destek açıklaması da dikkat çekti. Milliyetçi seçmenlerin Zafer Partisi’ne kaymasından rahatsızlık duyduğu bilinen Bahçeli mesajında, Türkiye’nin Suriye ile görüşme düzeyini “siyasi diyalog mertebesine” çıkarmasını, “ciddiyetle ele alınmaya değer” bir adım olarak nitelendirdi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı da, gündeme damgasını vuran açıklamalarıyla Esad rejimi ile doğrudan diyaloğun “çok doğru bir yaklaşım” olduğunu savundu, ihtilafların çözümünde diyaloğun anahtar öneme sahip olduğunu söyledi. Yazıcı, bir televizyon kanalında, “liderler düzeyinde bir görüşme olabilir mi?” sorusuna da, “Ben hiç olmaz diyecek durumda değilim. Bir yerden başlar, bunun düzeyi yükselebilir, inşallah” karşılığını verdi.

Esad, Erdoğan’a jest yapar mı?

Peki, Ankara-Şam hattında liderler düzeyinde diyalog yoluyla normalleşme sürecinin başlatılması gerçekten mümkün mü?

Suriyeli uzman Haid Haid, kısa vadede normalleşmenin mümkün olmadığı görüşünde.

Ankara’nın şu andaki diyalog sinyallerinin seçim vaadi niteliği taşıdığını, bu vaatlerin de seçimlerden sonra genelde unutulduğunu söyleyen Haid, “Türkiye’deki seçimlere kadar Esad’ın da ‘evet diyaloğu başlatacağız’ demesi olası görünmüyor. Çünkü bunu yaparsa, Erdoğan’ı seçimler öncesinde güçlendirecek muazzam bir jest yapmış olur. Bunu da yapmak istemeyecektir” görüşünü dile getirdi.

Suriyeli muhalifler ikna olur mu?

Türkiye’nin ihtiyatlı adımlarla da olsa, Esad rejimi ile diyalog arayışına girerken, diğer yandan yıllardır her türlü desteği verdiği Suriyeli muhalif grupları da gözardı edemeyeceği belirtiliyor.

Çavuşoğlu’nun geçen hafta “bizim bir şekilde muhalefet ile iktidarı, rejimi anlaştırmamız lazım” ve “muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerekiyor” şeklindeki açıklamaları üzerine Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde geniş katılımlı protestolar, bunu gözler önüne sermişti.

Haid Haid’e göre bu gösterilerle Suriyeli gruplar Ankara’ya “biz Esad ile uzlaşmayacağız, el sıkışmayacağız” mesajını vermiş oldu. “Kanımca Türk hükümeti, tepkinin bu kadar geniş bir alana yayılmasını ve bu sertlikte olmasını beklemiyordu” diyen Haid, Erdoğan’ın seçmenlerine mesaj verme kaygısıyla adım atarken, bunun Suriye ve Türkiye’deki Suriyelilerde yol açacağı tepkiyi hesaba katmadığı görüşünde.

Haid, “Ancak yaşananlar, Ankara’nın bu tür hamleler yaparken, iki kez düşünmesi gerektiğini gösteriyor” dedi.

Diyalog Türkiye’ye ne kazandıracak?

Türkiye’nin Esad ile diyalog arayışının, Suriye rejiminin politikalarında ne ölçüde değişiklik getirebileceği, Ankara’nın beklentilerine karşılık bulup bulamayacağı, uzmanların en çok yanıt aradığı sorular arasında.

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Heinrich Böll Vakfı’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümünün Başkanı Bente Scheller, Erdoğan’ın Esad ile diyalog yoluyla sorunları çözüme kavuşturmasının çok zor olduğu görüşünde.

“Esad rejiminin, PKK ile işbirliği konusunda oldukça kabarık bir sabıka dosyası var” diyen Scheller, Ankara ile Şam arasında normalleşme sağlansa bile Esad rejiminin geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de, PKK ve onunla irtibatlı yapılarla işbirliğinden vazgeçmeyeceğini söyledi.

Esad rejiminin komşularının içişlerine müdahale ettiğini, bu yolla onları zayıflatmayı amaçladığını, geçmişte de Türkiye’ye karşı PKK’yı bu amaçla araçsallaştırdığını aktaran Scheller, “Türkiye ile ilişkileri normalleşse bile Esad rejimi gelecekte de PKK’yı Türkiye üzerinde baskı aracı olarak kullanabilmek için muhafaza edecektir” görüşünü dile getirdi.

‘Esad, Suriyelileri geri kabul etmez’

Esad ile diyaloğun, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesini de sağlayamayacağını söyleyen Scheller, son dönemde Suriye ile ilişkileri normalleştirme yönünde adımlar atan Lübnan ve Ürdün’ün karşı karşıya kaldıkları sorunlara dikkat çekti.

“Lübnan hükümeti ve Hizbullah, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri gitmeleri için olağanüstü baskı kurdular. Ama gönüllü olarak geri dönmek isteyenleri bile Esad rejimi geri almadı. Aynı şeyi Türkiye de yaşayacaktır. Çünkü Esad Suriyelileri geri kabul etmeyecektir” diyen Bente Scheller, Esad rejiminin, Suriyelilerin geri dönüşleriyle oluşabilecek ekonomik külfete de katlanmak istemediğini söyledi.

Alman uzman, Ürdün’ün de Esad ile ilişkilerini normalleştirme yoluyla sorunlarını çözüme kavuşturamadığına dikkat çekerken, daha büyük sorunların yaşandığına işaret etti.

Scheller, “Çözüme kavuşturmak bir kenara, Suriye-Ürdün sınırındaki insan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı sorunu daha da büyüdü. Çünkü Esad rejimi, Ürdün’e uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini daha da arttırdı. Özetle, Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmek, onun yapıcı işbirliği ile karşılık vereceği anlamına gelmiyor. Çünkü Esad, herkesin ona borçlu olunduğuna inanıyor, el uzatanlara da müteşekkir değil. Bütün bunlar Esad ile normalleşme düşünen herkes için teşvik edici olmaktan çok, uyarı niteliği taşıyor” görüşünü dile getirdi.

ABD ve AB’nin geçiş süreci önceliği

Ankara’nın son hamleleri Batılı başkentler tarafından da yakından izleniyor.

Bente Scheller, ABD ve AB’nin Suriye’de iç savaşı sona erdirecek bir “geçiş süreci” başlamadan, Suriye ile bir normalleşmeye karşı olduklarını hatırlattı.

Alman uzman, “Bu barış sürecine de aykırı çünkü Esad ile bir gelecek inşa edilemez, bu nedenle geçiş süreci başlamadan normalleşme çabaları, aslında BM yükümlülüklerine de aykırı” şeklinde konuştu.

Bente Scheller, Türkiye’nin Esad rejimi ile normalleşmeye, diplomatik ilişkiler kurmaya yönelmesi durumunda, bunun hem kendi ulusal çıkarları ve öncelikleri, hem de uluslararası yükümlülükler açısından sıkıntılı bir durum oluşturacağını aktardı.

Türkiye’nin yumuşak gücü

Türkiye’nin Suriye’de kontrolü altında tuttuğu bölgelerde sunulan hizmet ve sağlanan imkanların, Esad’ın kontrolü altındaki pek çok bölgeden daha iyi olduğunu bunun da Esad rejimi üzerinde büyük baskı oluşturduğunu aktaran Scheller, “Bu Türkiye’nin yumuşak gücü. Ve Esad’ın aslında bundan büyük rahatsızlık duyduğu da biliniyor” şeklinde konuştu.

Ancak son günlerdeki açıklamaların, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde tedirginliğe yol açtığını hatırlatan Scheller, “Çünkü onlar Türkiye’ye güvendi, bulundukları bölgelerde kendilerini güvende hissediyorlardı. Şimdi ise hayal kırıklığına uğradılar. Türkiye, Esad ile işbirliği yaparsa onlar kendilerini nasıl güvende hissedecekler? Çünkü Türkiye’nin rejimle işbirliği, onların tehlikede oldukları anlamına gelebilir” görüşünü aktardı.

Erdoğan operasyon için düğmeye basar mı?

Ankara’nın Şam ile temaslarını etkileyen bir diğer önemli faktör, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG’nin de ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı atmak istediği adımlar.

Erdoğan, yaklaşık üç ay önce Suriye’nin kuzeyine yeni bir operasyon yapılacağını duyurmuştu. Ankara bu yolla, Suriye topraklarında 30 km derinliğinde oluşturmak istediği “güvenli bölgeyi” tamamlamayı hedefliyor.

Erdoğan geçen hafta yaptığı bir konuşmada, “Suriye’de terör örgütünün yuvalandığı son bölgeleri de temizleyerek, bu güvenlik kuşağının halkalarını inşallah yakında birleştireceğiz” demişti.

Ancak başta ABD ve Batılı ülkelerin itiraz ettikleri bu operasyona, Rusya’nın da vetosunu kaldırmaması, Erdoğan’ı zorlu bir tercihe zorluyor.

Operasyon büyük riskler içeriyor

Chattam House uzmanı Haid Haid, son gelişmeleri değerlendirirken, “Türkiye’nin şu anda önündeki tek seçenek Rusya’nın desteğini almaksızın hareket geçmek. Hava gücünü kullanamayacağı için bu daha büyük kayıp ve risk anlamına gelecektir” dedi. Suriyeli uzman şöyle devam etti:

“Erdoğan’ın şu soruya yanıt aradığını düşünüyorum: Böyle bir harekatın kendine sağlayacağı fayda aldığı risklere değecek mi? Faydanın daha ağır bastığını düşündüğü an harekete geçer. Bugün olmasa da yarın ya da üç hafta sonra… Zaten bu diyalog açılımından önceki önceliği bu operasyondu, bu yolla milliyetçi oyları kazanmayı hedefledi. Ama istediği desteği bulamadı.”

Alman uzman Bente Scheller ise, Türkiye’nin sınır bölgesinde daha geniş bir bölgeyi denetim altında tutmasının kolay olmayacağına işaret etti.

Bu tür operasyonların uluslararası hukuka uygun olmadığını, Türkiye’nin diplomatik baskıyla karşı karşıya kalabileceğini söyleyen Scheller, ancak mevcut uluslararası konjonktür nedeniyle kimsenin Ankara’yı engellemek için olağanüstü bir enerji de sarf etmeyeceğine işaret etti.

Scheller, “Dikkatler Ukrayna’ya ve çok tehlikeli ihtilaflara çevrilmiş durumda. Bu nedenle Erdoğan yeniden bir operasyon düzenlemesi halinde bu gayet tabii ki protesto edilir kınanır ama kimse bunu engellemeye çalışmayacaktır” dedi.

Güvenli bölge planı sorunları çözer mi?

Alman uzman, Türkiye’nin güvenli bölge planı için, bu alanı terörden arındırma hedefini öne sürdüğünü, ancak bunun da çok gerçekçi olmadığını söyledi. Scheller, değerlendirmesini şöyle tamamladı:

“Bizler silahlı grupların, terör örgütlerinin nasıl hareket ettiklerini görüyoruz. Kendilerini coğrafya ile sınırlamıyorlar. Zarar vermek isterlerse veriyorlar, bunun silahlı örgütlerin tarihinde görebiliyoruz. Bu nedenle güvenli bir bölgenin Türkiye’nin gerçekten kendisini teröristlerden koruyabileceği anlamına mı gelir bundan çok da emin değilim. Bu nedenle ilan edilen hedef ile elde edilebilecek sonucun pek de örtüştüğü kanaatinde değilim.”

Paylaşın

“Esad’ın Erdoğan’dan Beş Talebi Var” İddiası

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında bir telefon görüşmesi yapılabileceğini öne süren Türkiye gazetesi, Ankara-Şam hattındaki gelişmelere ilişkin iddialarını sürdürüyor.

Gazete, “Türkiye ile 11 yıl sonra komşu olmak isteyen” Şam yönetiminin Türkiye’den beş talebinin olduğunu iddia etti. Ankara’nın ise görüşmelerde önce “PKK ile YPG’nin temizlenmesini” ve Suriyelilerin güvenli dönüşünü talep ettiği belirtildi.

Esad sınırları geri almak istiyor

Gazetede Yılmaz Bilgen imzasıyla yayımlanan haberde, Şam yönetiminin öne sürdüğü iddia edilen şartlar şöyle:

1- İdlib’e Suriye yönetiminin kontrolünün geri dönmesi;

2- Reyhanlı-Cilvegözü Sınır Kapısı ile Kesep Gümrüğü’nün de Şam yönetimine devredilmesi;

3- Cilvegözü-Şam arasında ticari koridor;

4- Suriye’nin doğusundaki Deir el-Zor-Haseke ile Halep-Lazkiye hattında M4 adıyla bilinen stratejik ulaşım koridorunda (M4) Şam’ın tam kontrolü,

5- Avrupa ve ABD’nin Esad yönetimini destekleyen bürokrat, işadamı ve şirketlere dönük yaptırımları konusunda Türkiye’nin destek vermesi.

‘Türkiye PKK ve Suriyeliler için güvenli dönüş istedi’

Haberde, Türkiye’nin bu taleplere karşılık “PKK/YPG bölgelerinin tamamen temizlenmesini” istediği, bunun yanı sıra “muhalefet ile Şam arasında siyasi, askeri entegrasyon süreçlerinin sağlıklı bir biçimde tamamlanması” ile birlikte mültecilerin güvenli dönüşü ve yerleşim sonrası uygulamaları görmek istiyor.

‘Humus, Şam, Halep pilot bölge olsun’

Haberde, Ankara’nın “ilk aşamada Humus, Şam ve Halep’in güvenli ve onurlu dönüşler için pilot bölge olmasını ve daha sonra bu çerçevenin genişletilmesini” talep ettiği belirtildi.

Öte yandan, Suriye yönetiminin “Türkiye’nin terör ve Suriye petrollerinin merkezi yönetime devrine dönük işbirliği teklifine ek olarak baraj, otoyollar, elektrik, eğitim kurumları, su, ziraat gibi alanlarda da desteğin sürmesini” istediği belirtildi.

Paylaşın

Rusya’dan S-400 Açıklaması; Türkiye’den Yalanlama

Rusya Askeri İşbirliği Dairesi Başkanı Dmitri Şugayev, hava savunma sistemi S-400’lerin ikinci partisinin Türkiye’ye gönderilmesi için Ankara ve Moskova’nın anlaşma imzaladığını açıkladı. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı ise açıklamayı yalanladı.

T24’ün Rusya devlet haber ajansı TASS’tan aktardığına göre Şugayev, Army-2022 uluslararası forumunda gazetecilere yaptığı açıklamada, “Karşılıklı bir anlaşma zaten imzalandı. Birçok şeyin yanı sıra S-400’lerin bazı parçaları da bu anlaşma kapsamında Türkiye’de üretilecek” dedi.

“Yakın gelecekte hiçbir ülkenin S-400’e rakip olacak bir savunma sistemi geliştiremeyeceğinden emin olduklarını” belirten Şugayev, “Türkiye’yle imzalanan anlaşma şu an yürürlükte” dedi.

Türkiye yalanladı

Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı ise tedarik sürecinde yeni bir gelişmenin söz konusu olmadığını duyurdu ve açıklamayı yalanladı.

Yaptırımlar

Türkiye, 2017’de S-400 sistemlerini alarak, Rusya’dan hava savunma sistemlerinin yeni modelini alan ilk NATO ülkesi olmuştu. ABD ise Türkiye’nin S-400 alımına yaptırımlarla karşılık verilmişti.

S-400

S-400 S-300’den geliştirilmiş yeni nesil Rusya yapımı bir kısa-orta-uzun menzilli hava savunma füze sistemidir.

S-400, 1979’da S-300’ün ortaya çıkmasından hemen sonra 1980’lerin başında, o zamanki adıyla Almaz Merkezi Tasarım Bürosu tarafından (günümüzde Alman Bilimsel Endüstriyel Şirketi) Sovyetler Birliği’nde geliştirilmeye başlanmış ve gelişim süreci SSCB’nin dağılması nedeniyle uzun bir döneme yayılmıştır.

S-400’ün S-300 sistemlerinden en önemli farkı, daha fazla hedefi aynı anda takip edebilmesi ve gelişmiş elektronik karşı tedbirlere sahip olmasıdır. S-400’de kullanılan radarlar hafif radar izine sahip olan ve hayalet uçak tabir edilen hedefleri takip edebilme yeteneğine sahiptir.

S-400 sistemine şu ana kadar pek çok devlet ilgi göstermiş olmasına rağmen Çin ve Türkiye haricinde yabancı bir ülkeye satış gerçekleşmemiştir. 2017’de S-400, İngiliz The Economist gazetesi tarafından bir yazısında, “şu anda yapılan en iyi hava savunma sistemlerinden biri” olarak tanımlandı.

SIPRI Kıdemli Araştırmacısı Siemon Wezeman’a göre S-400, “mevcut en gelişmiş hava savunma sistemleri arasında yer almaktadır” demiştir. 2007’den beri Rusya Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanılmaktadır.

Paylaşın

İsveç: Türkiye’ye İadeler Hukuka Göre Devam Edecek

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen Kuzey Avrupa ülkeleri zirvesi kapsamında bir araya geldi.

Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka ve İzlanda liderlerini bir araya getiren zirve kapsamında bir araya gelen Olaf Scholz ve Magdalena Andersson, düzenledikleri ortak basın toplantısında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine başvurusunu ve Türkiye’nin tutumunu da ele aldı.

Konuşmasında Finlandiya, İsveç ve Türkiye arasında, İspanya’nın başkenti Madrid’de 28 Haziran’da düzenlenen NATO Zirvesi’ne değinen Andersson, “Madrid’deki NATO zirvesinde Türkiye’nin endişelerini gidermeye yönelik imzalanan üçlü memoradumun şartlarına uyacağız” dedi.

Söz konusu anlaşmanın şartlarından birinin de “Türkiye’ye iadeler” olduğunu hatırlatan Andersson, “İsveç’te işleme alınan iade davaları elbette İsveç hukuku uluslararası hukuka göre işlenecek” dedi.

Türkiye, her iki ülkenin NATO üyeliğine başvuru yaptığı 18 Mayıs öncesinden itibaren “terör” ile ilgili endişelerini dillendirerek İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşı çıkıyordu. Söz konusu anlaşmazlık, 28 Haziran’da imzalanan bir memorandum ile giderildi. Bu bağlamda Türkiye’nin taleplerinden biri de İsveç ve Finlandiya’da bulunan toplam 33 kişinin Türkiye’ye iadesiydi.

İsveç makamları, geçtiğimiz hafta yıllar sonra ilk kez Türkiye’den bir iade talebine onay vererek Türkiye’de kredi kartı dolandırıcılığından hüküm giymiş bir kişinin Türkiye’ye iade edileceğini açıklamıştı.

Scholz: Bu konuda çok iyimserim

İsveç Başbakanı Andersson ile ortak basın toplantısında konuşan Almanya Şansölyesi Olaf Scholz de İsveç ve Finlandiya’nın “NATO üyeliklerinin önünde önemli bir engel kalmadığını ve Türkiye’nin iki ülkenin üyeliklerini yakın bir zamanda onaylayacağını düşündüğünü” söyledi.

“Artık hızlı bir şekilde yol alınacağını düşünüyorum, bu konuda çok iyimserim” diyen Scholz, iki ülkenin üyeliği konusunda meclis kararını henüz çıkarmamış ülkelere atıfta bulunarak özetle şöyle konuştu:

“Türkiye dahil, meclis onayını henüz vermemiş NATO ülkelerinin bunu yakında yerine getireceğini bekliyorum.”

Türkiye ile birlikte yedi NATO ülkesi, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği için gerekli olan meclis onay işlemlerini henüz tamamlamadı.

Ne olmuştu ve bundan sonra ne olacak?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından 18 Mayıs’ta resmen NATO üyeliğine başvuran Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılım protokolleri dün (5 Temmuz) Brüksel’deki NATO Karargahında imzalandı.

30 üye ülkenin temsilcileri, İspanya’nın başkenti Madrid’de 29-30 Haziran’da yapılan NATO zirvesinde Türkiye’nin itirazlarını bir kenara bırakmasıyla iki ülkenin ittifaka davet edilmesi yönünde alınan karar doğrultusunda gerekli formaliteleri tamamlamak için karargahta bir araya geldi.

Bu bağlamda, 30 NATO üyesi ülkenin temsilcileri, İsveç ve Finlandiya’nın İttifaka katılım protokollerini imzaladı.

Söz konusu katılım protokollerinin NATO üyesi ülkeler tarafından kendi ulusal yasaları ve prosedürleri uyarınca onaylanması gerekiyor.

Tüm üye ülkeler, kendi onay süreçlerini tamamladıktan sonra Washington Antlaşması’nı saklayan Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) yeni üyenin katılımını öngören protokolleri kabul ettiklerine dair bildirim yapıyor.

Bütün aşamalar tamamlanınca NATO Genel Sekreteri, bu durumda Jens Stoltenberg, yeni üyeleri İttifaka katılmaya çağırıyor.

Son olarak yeni üyeler de kendi ulusal yasal sürecini tamamlayarak katılım belgesini ABD’ye teslim ediyor ve katılım süreci tamamlanıyor.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Ukrayna’dan Türkiye Ve Avrupa Birliği’ne Radyasyon Uyarısı

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, bölgedeki çatışmalar nedeniyle Zaporijya nükleer santralinde yaşanabilecek bir felaketin olası sonuçlarına dikkat çekerek uluslararası toplumdan Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar uygulamasını istedi.

Yayımladığı video mesajda “İşgalciler fabrika kisvesi altında çevredeki kentleri ve halkı bombalıyor” ifadesini kullanan Zelenskiy, Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya nükleer santralindeki “olası bir radyasyon vakasının Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye, Gürcistan hatta daha uzak bölgelerdeki ülkeleri bile etkileyebileceğini” söyledi.

“Her şey sadece rüzgarın yönüne ve hızına bağlı” diye ekleyen Ukrayna lideri, “Rusya’nın eylemleri bir felakete sebep olursa, sonuçları şu ana kadar sessiz kalanları da vurabilir” uyarısında bulundu.

Zelenskiy, uluslararası toplumu Moskova’nın “nükleer şantajına” boyun eğmemeye ve “Rusya’ya karşı yeni ve sert yaptırımlar” getirmeye davet etti. Ukrayna lideri, nükleer santral ve çevresindeki tüm Rus askerlerinin “derhal ve hiçbir ön koşul olmaksızın” bölgeden çekilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Bölgedeki çatışmalar yoğunlaştı

Ukrayna’nın Enerhodar kenti yakınlarında bulunan Zaporijya nükleer santrali, geçen Mart ayında Rus güçleri tarafından işgal edildi. Ancak santral hâlen Ukraynalılar tarafından işletiliyor.

Bölgede Temmuz ayının sonundan beri yoğunlaşan bombardımanlar, santrale yönelik endişeleri de artırdı. Enerhodar kenti geçen Pazar günü de top ateşine hedef oldu. Tarafların birbirini sorumlu tuttuğu bombardımanda bir sivil hayatını kaybetti.

Ukrayna, Rusya’yı, bu santrali kullanarak bölgedeki Nikopol ve Marhanez gibi küçük kasabaları vurmakla suçluyor. Rusya ise Ukrayna’nın santrali insansız hava araçları, ağır top mermileri ve roketatarlarla vurduğunu iddia ediyor.

Zelenskiy, geçen hafta sonu yaptığı açıklamada, “Zaporijya nükleer santraline ateş açan ya da bu santrali kullanarak etrafa ateş açan tüm Rus askerlerinin” Ukrayna güçlerinin “özel hedefi” hâline geleceğini belirtmişti.

Paylaşın