Bakırhan’dan “Yeni Anayasa” Yorumu: İktidara Güvenmiyoruz

Yeni anayasa tartışmalarına ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye’de bir anayasa yapılacaksa, yurttaşlığın, ulus tanımının, merkez ve yerel arasındaki ilişkilerin özgürlükçü olması, laikliğin, ekonomik eşitliğin, doğa ve kadın haklarının ihtiyaca uygun bir şekilde tartışılması gerekiyor” dedi ve ekledi:

“Var mı böyle bir tartışma, biz göremedik. Biz parti olarak demokratik bir anayasayı yıllardır savunan bir partiyiz. Heyetimiz bizim anayasa çalışmamızı belirli bir aşamaya getirdi. Biz demokratik bir anayasaya karşı değiliz. Ama biz Türkiye’yi daha çölleştirecek, Kürdün iki kelimesini susturacak, Alevinin ibadet merkezini yok sayacak, AİHM ve AYM’nin kararlarını tanımayacak, ekonomik eşitliğin olmadığı, kadın ve eko kırımın yoğun olduğu bir süreçte, mevcut iktidarın anayasa samimiyetine güvenmiyoruz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında Mersin’deydi. İlk olarak yerel basın temsilcileriyle bir araya gelen Bakırhan burada anayasa ve seçim tartışmaları dahil olmak üzere soruları cevapladı.

Anayasa tartışmalarına ilişkin soruyu cevaplandıran Bakırhan, Türkiye toplumunun yıllardır darbe anayasasından kurtulmaya çalıştığının altını çizerek, şu ifadeleri kullandı: “İktidar ve küçük ortakları sürekli darbe anayasasına bir gönderme yapıyor. Yargıda darbe dönemlerini arar hale geldik. Darbe dönemlerinde AYM kararları dikkate alınırdı, AİHM ihlal kararları istenmese bile darbe dönemlerinde yerine getirilmek zorunda kalınırdı. Yargının kalmadığı, siyasi erkin denetimine geçtiği, Türkiye’deki bütün halkların ve inançların renklerinin soldurulmaya çalışıldığı, Kürtçenin ve halayın bile yasaklandığı bir süreçte, iktidar ‘askeri anayasadan kurtulalım’ diyor.

Anayasayı herkes yapar, Kenan Evren bile yaptı. Anayasanın yapılmasından çok nitelikleri önemlidir. Demokratik midir, toplumun dinamikleri ile mi yapılmış, kapsayıcı mıdır? Toplumun bütün dinamiklerinin yer aldığı, herkesin kendisini içinde bulduğu bir anayasa mıdır? Böyle olmayan bir anayasa bir öncekilerin devamı ve kötü bir tekrarı olacak.

Mevcut anayasa farklı kimlikler, kültürler ve inançların yaşadığı bir ülkeye uymuyor. Alevinin eşit yurttaşlık hakkını tanımıyor. Kürdün dilini, kimliğini, halayını ve kültürünü tanımıyor. Süryaninin, Asurinin, Arabın kültür ve inançlarını içerisinde barındırmıyor. Yeni bir anayasa olmalı ama demokratik olmalı. Toplumun katılımı ile olmalıdır. Bu konuda bir samimiyet olmalı. Samimiyet nasıl olur, bir yol temizliği ile olur. Selahattin Demirtaşların, Figen Yüksekdağların, Can Atalayların, onlarca seçilmişin ve belediye eş başkanlarının, gazetecilerin, twit atan insanların cezaevine atıldığı, kapısı kırılarak ters kelepçe ile gözaltına alınıp ceza aldığı bir ülkede anayasa yapım sürecinin samimi olduğunu kim söyleyebilir? Buna kim inanır? Bir yol temizliğine ihtiyaç var eğer samimilerse.

“Toplumun katılmadığı bir anayasa anayasa olmaz”

En önemlisi de sizin aracılığınızla soruyorum. Recep Tayyip Erdoğan kendi yetkilerinden ne kadar vazgeçecek? Buyursun önce o açıklasın. Var mı böyle bir şey? Susturun, kimse konuşmasın, sosyal medya yasası çıksın, tasarruf tedbirleriyle yoksullar daha yoksullaşsın. Vergi yoksula, zengine rant ve peşkeş. Konuşanın dayak yediği, işinden olduğu bir süreçte bir samimiyet görmüyoruz. Bu süreç olacaksa, bu süreçte STK’lar, akademisyenler ve etkili kesimlerle bir araya gelinmesi gerekiyor. Anayasa mecliste 3-5 partinin bir araya gelerek yapacağı bir şey değil. Toplumun katılmadığı bir anayasa anayasa olmaz. Adı anayasa olur ama demokratik olmaz.

Türkiye’de bir anayasa yapılacaksa, yurttaşlığın, ulus tanımının, merkez ve yerel arasındaki ilişkilerin özgürlükçü olması, laikliğin, ekonomik eşitliğin, doğa ve kadın haklarının ihtiyaca uygun bir şekilde tartışılması gerekiyor. Var mı böyle bir tartışma, biz göremedik. Biz parti olarak demokratik bir anayasayı yıllardır savunan bir partiyiz. Heyetimiz bizim anayasa çalışmamızı belirli bir aşamaya getirdi. Biz demokratik bir anayasaya karşı değiliz. Ama biz Türkiye’yi daha çölleştirecek, Kürdün iki kelimesini susturacak, Alevinin ibadet merkezini yok sayacak, AİHM ve AYM’nin kararlarını tanımayacak, ekonomik eşitliğin olmadığı, kadın ve eko kırımın yoğun olduğu bir süreçte, mevcut iktidarın anayasa samimiyetine güvenmiyoruz.”

Seçimlere ilişkin de bir soruyu yanıtlayan Bakırhan, seçmen taşımalara, hilelere rağmen toplumun halen seçimlere güvendiğini dile getirdi. DEM Parti’nin seçimlere önem atfettiğinin altını çizen ve ’31 Mart seçimleri bu iktidara büyük bir ders verdi, değişim mesajı verdi. İktidara “politikalarını değiştir’ dedi, muhalefete ‘ortak hareket et'” dedi. “İktidar ve muhalefete rağmen halk demokratik tercihlerde bulundu” diyen Bakırhan, seçimlerin tek başına çözüm olmadığını esas çözümün toplumun ortak örgütsel birlikteliği olduğunu söyledi.

Paylaşın

DEM Parti: Barışı İnşa Etmekten Başka Şansımız Yok

“1 Eylül Dünya Barış Günü” nedeniyle mesaj yayınla DEM Parti Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, “Artık barışı inşa etmekten başka şansımız yok” dedi ve eklediler:

“Buna gücümüz de var, inancımız da. Savaşa, tecride, ırkçılığa, darbelere ve hukuksuzluğa karşı 1 Eylül’de milyonların barış talebini ve sesini yükseltmeye devam edeceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla bir mesaj yayınladı. Bakırhan ve Hatimoğulları’nın mesajı şöyle:

“Ortadoğu’da başta Filistinliler ve Kürtler olmak üzere halklar ağır saldırı altındayken, Ukrayna-Rusya arasındaki savaş derinleşerek devam ederken, dünyanın pek çok yerinde çatışmalar artarken, şimdi yapılacak en anlamlı şey barış mücadelesini her zamankinden çok yükseltmektir.

Kendi geleceklerini çocukların, kadınların, milyonların sömürülmesine bağlayanlara en güzel cevap, eşit olarak barış ve kardeşlik içinde yaşanacak yeni bir dünya yaratmaktır. İçinde bulunduğumuz karanlık tabloya rağmen insanlık bunu yapabilir.

Herkesin kendi dili, dini ve rengiyle özgürce ve eşit yaşadığı bir dünya yaratmak mümkündür. Çıkar çevreleri, çatışmalardan beslenen odaklar faşizmi körüklüyor ve savaş tamtamları çalıyorken; milyonların sessiz çığlığında barış ve kardeşlik var, eşitlik ve özgürlük var.

Bugüne kadar çok bedel ödendi, çok acı çekildi. Artık barışı inşa etmekten başka şansımız yok. Buna gücümüz de var, inancımız da. Savaşa, tecride, ırkçılığa, darbelere ve hukuksuzluğa karşı 1 Eylül’de milyonların barış talebini ve sesini yükseltmeye devam edeceğiz.”

Paylaşın

Bakırhan: AKP – MHP İktidarını Göndereceğiz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Erdoğan’ın Ahlat’ta yaptığı konuşmasına verdiği yanıtta, Hey Maşallah! Sanırsın, her gün insanlar Kürtçe şarkı söylediği ve halay çektiği için tutuklanmıyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Sanırsın bir takımın formasını giydiği için lince uğramıyor, tutuklanmıyor. Sanki, Siirt’te bir düğünde anneye ev hapsi, 3 kızına tutuklama kararı Kürtçe şarkı eşliğinde halay çektiği için değil, bir banka soygununda yakalandığı için verilmiş.”

Bakırhan, ayrıca, “Ama Erdoğan merak etmesin. Bu söylediklerini hayata geçirecek tek parti DEM Parti’dir. Demokratik, eşit, özgür bir ülke için AKP-MHP iktidarını göndereceğiz. Birlikte yaşamı kuracağız” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Erdoğan’ın Bitlis’teki konuşmasıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Bakırhan sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan Bitlis’te adeta BM İyi Niyet Temsilcisi gibi konuşmuş. ‘İnsanımızın kökeninden, inancından, dilinden dolayı ötekileştirildiği günler artık geride kalmıştır’ demiş.

Aman dikkat! Bu sözleri söyledikten sonra küçük ortağından bir subliminal mesaj daha gelebilir. Kendisine önerimiz var. Ülkeye bir ayna tutsun ve ülkedeki sokağın sesini dinlesin, ırkçı – ayrımcı siyaset sahiplerinden kendini kurtarsın!

Erdoğan öyle bir tablo çizmiş ki sanırsın, 2028 yılındayız. AKP – MHP iktidarı yok. Kürt meselesi demokratik temelde çözülmüş, Alevilerin eşit yurttaşlık talebi yerine getirilmiş ve ibadet sorunu çözülmüş, herkes anayasal olarak eşit yurttaş kabul edilmiş.

Erdoğan ve ortağının siyasette tek fonksiyonu var: Hakikati inkâr etmek! Bu söyledikleri, gerçeklikten kopuş değil, bilinçli şekilde ülkeyi yoğun bakımda tutmaktır!

Hey Maşallah! Sanırsın, her gün insanlar Kürtçe şarkı söylediği ve halay çektiği için tutuklanmıyor. Sanırsın bir takımın formasını giydiği için lince uğramıyor, tutuklanmıyor. Sanki, Siirt’te bir düğünde anneye ev hapsi, 3 kızına tutuklama kararı Kürtçe şarkı eşliğinde halay çektiği için değil, bir banka soygununda yakalandığı için verilmiş.

Ama Erdoğan merak etmesin. Bu söylediklerini hayata geçirecek tek parti DEM Parti’dir. Demokratik, eşit, özgür bir ülke için AKP – MHP iktidarını göndereceğiz. Birlikte yaşamı kuracağız.”

Erdoğan ne demişti?

Erdoğan bugün Ahlat’ta yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı: “Bu topraklardaki kardeşlik hukuku tarihimizin hiçbir döneminde mezhebe, meşrebe, etnik kökene göre belirlenmedi. Birlik, beraberlik ve kardeşlik hukukumuzu ortak kadere, ortak imana, ortak geçmiş ve geleceğe göre şekillendirdik.

Bin yıllık yol, mücadele ve kader arkadaşları olarak şimdi de istikbale yürüyoruz. Herkes şunu anlasın, ay yıldızlı al bayrağın gölgesinde 85 milyon biriz, beraberiz. Türk, Kürt, Arap, Zaza, Laz, Çerkez, Sünni, Alevi, hepimiz bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz.”

Paylaşın

Bakırhan’dan Bahçeli’ye Yanıt: Ferdi Tayfur Dinle İyi Gelir

Partilerini hedef alan Devlet Bahçeli’ye yanıt veren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bahçeli biraz efkarlı… Ferdi Tayfur dinlesin bence. Ona daha iyi gelir” dedi.

Bahçeli’nin ‘DEM Parti milletvekillerinin maaşları kesilsin’ sözlerine de dikkat çeken Bakırhan, “Meclisten at, belediyesini gasp et, halayını yasakla; partiyi kapat, idam sehpasını kur. Hitler bile öyle değil. Sen kimsin? Bin yıllardır bu coğrafyada yaşamış, kadim halklardan birisi. Ayıptır. ‘Devletin maaşını alıyor’ diyor. 30 milyon Kürt, devlete vergi ödüyor” diye konuştu.

Tuncer Bakırhan, ayrıca, AK Parti’nin kurucu kadrolarının bile MHP’den rahatsız olduğunu belirterek, “MHP, AKP’ye atanmış kayyımdır. İktidar, seçim için bunları söylemiyorum. MHP’nin ipi ile inilen kuyuda kalınır” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, t24’ten Gökçer Tahincioğlu ve Namık Durukan’ın sorularını yanıtladı. Bakırhan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, partisini hedef alan açıklamalarına ilişkin şunları ifade etti:

“MHP gerçekten Türkiye’de oyun kurma peşinde değil. AKP, ‘ikinci yüzyıl inşası diye başladı’ ama MHP ile bir inşanın, bir demokrasinin, daha rahat nefes alınacak bir zeminin oluşmasının imkânı yok. Sürekli kendisini sahip gören, üstenci, hakaret ve küfürlerle başta partimiz olmak üzere muhalefeti sindirmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Bizi sanırım bu toprakların parçası olarak görmüyor. Biz buradayız, bin yıllardır buralardayız, buralarda olmaya devam edeceğiz.

MHP muhalefetin, mevcut iktidar politikalarına eleştirilerini sindiremiyor. MHP’nin yaklaşımına dikkat ederseniz bugüne kadar Türkiye’deki herhangi bir meselenin çözümüne dönük olumlu tek bir programı, planı yok. Sürekli eleştireni tehdit eden, eleştiriler karşısında kendisini konumlayan ve aslında siyasete ait olmayan bir dili kullanmaya çalışıyor. Türkiye’de bugüne kadar siyaset dili böylesine dibe düşmemişti.

Biz Türkiye halklarına olan saygımızdan dolayı böyle bir dili kullanmayı düşünmüyoruz. Hakaret eden bu faşist zihniyet, anlayış karşısında söyleyeceğimiz tek bir şey var. Biz bunu tanıyoruz, bu dil bizim mücadelemizi engelleyemeyecek. Çetelerle, mafyalarla günün her dakikası, her saati poz veren, fotoğraf veren; onlar için yasal düzenlemeler çıkaran ve bunu aleni, açık bir şekilde yapan bir siyasi partinin bu ülkeye, bu ülkenin geleceğine, halklarına verebileceği bir şey yoktur.

Asıl bağımsız, tarafsız bir yargı olsaydı kapısına kilit vurulacak partinin hangisi olduğunu bence çok iyi görürdük. Sinan Ateş cinayeti… Güpegündüz çakarlı araçlarla bir insan katlediliyor. Her şey açık, aleni bir şekilde ortada. Böylesine pervasızca bir akılla karşı karşıyayız. Biz bu toprakların gerçek bileşenlerinden birisiyiz.

Bölgede işlenen her olay aslında, biraz kazınırsa, arkasındaki bence aktörler çok bellidir. Bu toprakları zehirliyor. MHP’nin dili halkları uzun vadede karşı karşıya getirecek bir zemin yaratıyor. Kavgadan, gürültüden, parmak sallamadan, kapatmaktan başka bir şey bilmiyor. Kirli işlerde büyük, ortaklıkta küçük, insanlık adına herhangi bir katkısı olmayan bir dille bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız. Bu zehirli dil halkları karşı karşıya getirmek istiyor ama zaten tam da biz onun için varız. Bizim varlığımız içeride çıkabilecek olumsuzları engelleyecek bir duruştur.

“Ferdi Tayfur dinlesin”

Bence Bahçeli biraz efkârlı. İktidarını kaybetmesinden kaynaklı, bizim Türkiye sathındaki bütün zemin ve alanlara son süreçte özellikle yoğun bir şekilde girip onların sorun alanlarında buluşmamız, sahiplenmemizden kaynaklı çok efkârlı ama efkarını küfürlerle bizim üzerimizden dağıtma yerine Ferdi Tayfur dinlesin bence. Ona daha iyi gelir.

Bugüne kadar AKP ile MHP’nin ya da başka siyasi partilerin kurmuş olduğu ortaklık ya da ilişki, bunlarla hiç böyle bir ilişki kurmadık. Sürekli eleştirel bir noktadaydık. Şunu da söyledik; demokratik bir anayasa, Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda bir irade varsa, bir irade ortaya çıkarsa biz bu iradenin işlerinin kolaylaştırılmasını sağlarız. Çözüm sürecinde geleneğinden geldiğimiz partinin takındığı tutum da buydu.

Türkiye’nin geleceğine, halkın lehine, demokrasinin, özgürlüklerin lehine atılacaksa bir adım, varsa olumlu bir atmosfer buna katkı sunmak üzerine kuruluydu. Ama bu denendi. Burada bir kez daha gördük ki aslında AKP de meselenin çözümü konusunda sağlam bir iradeye sahip değilmiş, böyle bir perspektifi de yok. Eğer öyle olsaydı devam ettirirdi. Çeşitli gerekçelerle bu havayı bulandıran kimi pratiklerin karşısında sağlam durabilirdi. AKP’yi biraz MHP’ye iten aslında arka plandaki düşünceleriydi. Bizimle alakalı bir durum değil. Kürt meselesi, demokratikleşme, yeni anayasa biraz iktidarlarını devam ettirmek için kullandıkları bir argüman gibi duruyor.

Öyle olmasaydı bu karanlık ittifak bunca yıl devam etmezdi. Bahçeli racon kesiyor AKP yapıyor. Emin olun bakın AKP’nin kurucu lider kadrolarının birçoğu ile ben, partimiz çeşitli zeminlerde karşılaşıyoruz, sohbet ediyoruz dönem dönem, çok rahatsızlar. AKP-MHP arasındaki bu ilişkiden sanırım rahatsız olmayan sanırım sadece saray ve çevresidir. AKP’nin kendi kurucu zemini bence büyük oranda buna karşıdır.”

Tuncer Bakırhan’ın açıklamalarının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Mücadele Etmeye Devam Edeceğiz

Hacı Bektaş-ı Veli anma etkinliklerinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “DEM Parti olarak, cemevlerinin yasal statüye bir an önce kavuşması için çalışmaya, sizinle birlikte bu talebin gerçekleşmesi için mücadele etmeye varız” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Alevi çocuklarını asimile eden, onlara başka bir inancı dayatan bu anlayışa karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Alevilerin ısrarla yıllardır mücadelesini verdikleri eşit yurttaşlık haklarının gerçekleşmesi için, DEM Parti olarak, hayatın her alanında Alevi canlarla birlikte mücadele etmeye varız. Aleviliği Saray’a bağlamaya çalışan Kültür ve Turizm Bakanlığının, Alevilere dayattığı bu koruculuk anlayışı ve sistemi karşısında bütün katliamlara rağmen inancından, duruşundan vazgeçmeyen Alevi yurttaşlar ve canlarla birlikte olmaya devam edeceğiz.”

Nevşehir’de Hacı Bektaş-i Veli anma etkinliği düzenlendi. Etkinliğe Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş ile birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisi de katıldı.

Etkinlikte Bakırhan bir konuşma yaptı. Bakırhan, konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Sayın genel başkanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, çok kıymetli canlar, Alevi kurum temsilcileri, STK temsilcileri, hepinizi DEM Parti adına sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Bugün burada Hacı Bektaş-ı Veli Diyarında siz Alevi canlarla olmaktan mutluyum, gururluyum. Çünkü bu topraklar 800 yıl önce barışın, kardeşliğin, insanca bir arada yaşamanın tohumlarının ekildiği ve halen de devam ettirildiği kutsal topraklardır. Bu topraklarda aslında ilk kayyım, Hacı Bektaş-ı Veli Dergahına atanmıştır. 200 yıl önce Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı, Nakşi şeyhlerine devredilmiştir.

Bugün halkın iradesine yapıldığı gibi Alevi halkının inancına, Hacı Bektaş-ı Veli öğretisine de kayyım atanmıştır. Dün Hacı Bektaş-ı Veli Dergahına atanan kayyımları nasıl ki Alevi canlar kabul etmeyip bütün fiziki ve kültürel kırımlara ve asimilasyon politikalarına rağmen inançlarını 200 yıldır yaşatarak bugünlere getirdilerse, bugün halkın iradesine atanan kayyımları da bizler Alevi yurttaşlarımız gibi, Alevi canlar gibi bu coğrafyada kabul etmeyeceğiz. Atanan kayyımları kabul etmeyerek Hacı Bektaş-ı Veli öğretisine sahip çıkacağız.

30 milyon Alevi yurttaşımızın ibadethanelerini yasaklıyorlar, bugün 30 milyon insanın ibadet ettiği Hacı Bektaş Veli Dergahı gibi müzeye çeviriyorlar. Bu dergah müze değildir; Alevi yurttaşlarımıza açılmalıdır, Alevi yurttaşlarımıza bırakılmalıdır. Alevi canlarımız bu dergahta özgürce kendi inançlarını yaşamalıdır. Bunu savunuyoruz, savunmaya devam edeceğiz. Alevi yurttaşlarımıza kapatılan bu dergahın kapılarını hep birlikte açacağımız günler çok uzak değildir.

Türkiye’de ikili hukuk Kürtlere ve Alevi canlara uygulanıyor. Dergahın içinde hem cami var hem de cemevi var. Cami ibadete açık, cemevi ise kapalı. İşte biz bu ikili hukuka itiraz etmediğimiz müddetçe camiler açık, cemevleri kapalı kalacak. Onun için Hacı Bektaş-ı Veli inancına sahip siz değerli canlarla birlikte, cemevlerinin yasal statüye kavuşması için birlikte omuz omuza mücadele edeceğimiz günler bugünlerdir.

Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada savaş ve çatışmalar var. Eğer 200 yıl önce dergahına kayyım atanan Hacı Bektaş-ı Veli’nin düşünceleri bugün bu ülkede, bu coğrafyada egemen olsaydı bu savaşlar ve sömürü düzeni olmayacaktı; iktidarlar için, egemenler için, emperyalistler için insanlar birbirini katletmeyecekti. Tam da bugün savaşların, çatışmaların, inkar ve asimilasyon politikalarının sürdüğü bu coğrafyada Hacı Bektaş-ı Veli fikriyatını yaşatma, büyütme, ona sahip çıkma günlerinin içinde olduğumuzu belirtmek istiyorum. Bu dergah gerçek sahiplerine iade edilmelidir, Alevi yurttaşlara iade edilmelidir.

Hacı Bektaş Veli Dergahı içindeki cemevi açılmalıdır. Seçimler geldiği zaman, yeri geldiği zaman “Aleviler kardeşimizdir” diyorlar ama sıra Hacı Bektaş Veli Dergahı içindeki cemevine gelince açmıyorlar, müze yapıyorlar. İşte biz Alevileri, Kürtleri yok sayan bu riyakar anlayışla mücadele ediyoruz. Meclis’te, sokakta, Hacı Bektaş’ta, Türkiye’nin dört bir yanında Alevi yurttaşlarımızın cemevlerinin resmi olarak ibadetgah olması için mücadelemize devam edeceğiz.

Alevilerin, Alevilikle ilgili hiçbir hakkı tanınmıyor. Alevilerin ne yasal ne de anayasal hakları var. 30 milyon insanın inancının yasal bir güvencesi olmaz mı? Demek ki onlar Hacı Bektaş Veli fikriyatını yok sayıyorlar ama onlara hatırlatma zamanı geldi. Bugün burada olduğu gibi Kürt’üyle, Türk’üyle, Alevi’siyle, genciyle, kadınıyla birlikte Alevilerin eşit yurttaşlık hakkının yasal statüye kavuşması için ortak mücadele edeceğimiz günler içindeyiz.

“Aleviler asla yaratılmaya çalışılan koruculuk anlayışını kabul etmeyecektir”

Utanmadan başka bir şey daha yapıyorlar; 30 milyon Alevinin inancını, Kültür ve Turizm Bakanlığının bir müdürlüğüne bağlamaya çalışıyorlar. Alevilik inancı, 30 milyon Alevi Kültür Bakanlığının içine sığmaz, sığmaz. 30 milyon Alevi’yi bir müdürlük içine sığdıramazsınız. Aleviler rızalığı siz canlardan alır. Aleviler asla ve kata Saray’dan rızalık almazlar.

Onun için Kültür ve Turizm Bakanlığının bu beyhude yaklaşımlarından bir an önce vazgeçmesi gerekiyor. Alevi yurttaşlarımızın özgürce kendi örgütlenmesi içinde kendi inancını yaşayabileceği bir zemin yaratılması gerekiyor. Dün Kürt coğrafyasında koruculuk dayatılıyordu; bugün dedelerimizi, pirlerimizi, analarımızı maaşlara bağlayarak Alevi yurttaşlarımızın içinde korucular yaratmak istiyorlar. Ama şunu çok iyi bilsinler ki Aleviler asla Kültür ve Turizm Bakanlığının yaratmaya çalıştığı bu koruculuk anlayışını kabul etmeyecektir. Aleviler asla paraya pula, mevki ve makama fikriyatını satmayacaktır.

DEM Parti olarak, cemevlerinin yasal statüye bir an önce kavuşması için çalışmaya, sizinle birlikte bu talebin gerçekleşmesi için mücadele etmeye varız. Alevi çocuklarını asimile eden, onlara başka bir inancı dayatan bu anlayışa karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Alevilerin ısrarla yıllardır mücadelesini verdikleri eşit yurttaşlık haklarının gerçekleşmesi için, DEM Parti olarak, hayatın her alanında Alevi canlarla birlikte mücadele etmeye varız. Aleviliği Saray’a bağlamaya çalışan Kültür ve Turizm Bakanlığının, Alevilere dayattığı bu koruculuk anlayışı ve sistemi karşısında bütün katliamlara rağmen inancından, duruşundan vazgeçmeyen Alevi yurttaşlar ve canlarla birlikte olmaya devam edeceğiz.

ÇEDES adı altında Alevi çocuklarını asimile etmeye çalışan bu anlayışı kınıyoruz. Alevi çocuklarına başka bir inancı dayatan bu anlayışın bir an önce okullardan kaldırılarak Alevi çocuklarının kendi inançlarını öğrenebilecekleri bir müfredat yaratılması için mücadele edeceğiz. Buraya gelmeden önce sizlere bir selam iletildi. Biraz önce Erkan Başkan da söyledi; bu sömürü, savaş ve rant düzeni karşısında direnenler cezaevlerindedir. Ben de sizlere cezaevinden Selahattin Demirtaşların, Figen Yüksekdağların selamlarını getirdim. Onlar içeride ama yürekleri bugün Hacı Bektaş-ı Veli’de Alevi canlarla birliktedir. Haklı mücadelenizi ve duruşunuzu saygıyla selamlıyoruz.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: AKP, Türkiye Halklarının Başına Beladır

Partisinin “Ekmek ve Adalet Buluşmaları”nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “AKP gerçekten bu toprakların; Denizlerin, Mahirlerin, Mazlumların yaratmış olduğu direniş mevzisi olan Türkiye halklarının başına beladır. Bunlar gitmeden işçi ve emekçinin belini düzeltme, rahat yaşama şansı yoktur” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Önümüzdeki günlerde bu savaş, sömürü ve sermaye sistemine hep birlikte dur dememiz gerekiyor. Kürtler anadilini konuşmasın, statü sahibi olmasın diye bu ülke 40 yılda 3 trilyon dolar para harcadı. 3 trilyon dolar demek; Türkiye’nin dünya ekonomisi içerisinde ilk 5’e girmesi demektir, işsizliğin ve yoksulluğun ortadan kalkması demektir, geçim sıkıntısının olmaması demektir. Ama onlar işçi ve emekçiyi düşünmüyorlar. Tek dertleri var: Kürtler anadilini konuşmasın, statü elde etmesin, kendi kimliğini ve kültürünü yaşatmasın. Hakkımızı almak istiyorsak savaşa, Saray’a, sermayeye harcanan bu bütçeye karşı çıkmamız, bu savaş düzeni karşısında hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında Kocaeli’de işçi ve emekçilerle bir araya geldi. Toplantıda bir konuşma yapan Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Tuzla, Gebze, Yalova ve İzmit’in dört bir yanından buraya gelen işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri, halklarımızı saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Sadece Kürt’ü değil aynı zamanda emekçiyi inkar eden, hakkını ve hukukunu yok sayan bu sistem karşısında yılmadan greve giden Mersen işçisi arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Onların direnişlerini selamlıyor, başarılar diliyorum.

İzmit bir işçi ve emekçi havzasıdır. İzmit Türkiye’de emekçilerin aynasıdır. Türkiye’de eğer emeğin gündemi nedir, emek hangi haldedir, emek vermiş olduğu çalışmanın karşılığını alabiliyor mu, emeğin hakkı var mı diye bakacaksanız İzmit’e bakmanız lazım. İzmit’te Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi büyük bir emek sömürüsü var. Emekçiler ve işçiler yok sayılıyor, güvencesiz çalıştırılıyor, sendika kurmaları engelleniyor. İşçileri görmeyen, ne yaşadıklarını bilmeyen, bilse dahi bunun için kılını kıpırdatmayan işçi düşmanı, Kürt düşmanı, halklar düşmanı bir iktidarla karşı karşıyayız. 22 yılda AKP-MHP iktidarı ne yaptı? Ciddi bir ekonomik kriz yarattı; işçileri, emekçileri büyük bir krizle ve kaosla karşı karşıya bıraktı. 22 yıldır emeği sömürdükçe sömürüyor.

Emeğin hakkını sermayedarlara peşkeş çekmeye devam ediyor. Ne oldu 22 yıl içinde? Yoksullaştık, emeğimizin karşılığını alamıyoruz. 17 bin lira asgari ücrete mahkum edildiğimiz, 12 bin lira emekli maaşıyla geçinmek zorunda kaldığımız bir Türkiye’de AKP iktidarı döneminde sermaye karına kar katıyor. İşçiler emeğinin karşılığını almıyor ama AKP iktidarı döneminde sermaye yüzde 500 oranında kar elde ediyor. Onun için diyoruz ki AKP işçi, emekçi düşmanıdır. “AKP nedir?” diye sorarlarsa; AKP’nin sermaye dostu, yandaş dostu, emekçi düşmanı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz.

Sadece geçen Haziran ayında 137 işçi emekçi arkadaşımız güvenli koşullarda çalışmadıkları için iş kazalarında yaşamını yitirdi. Kendileri gitti, aileleri perperişan kaldı. Çocukları ekmeğe muhtaç kaldı. 6 ayda 878 işçi, Haziran ayında 137 işçi yaşamını yitirdi. 22 yıldır AKP iktidardır ve bu 22 yılda 40 bin işçi çalışırken yaşamını yitirdi. 40 bin ancak savaşlarda yaşanabilecek bir kayıptır. Ama bu iktidar işçi dostu olmadığı için, sermayeyi koruyup kolladığı için, yoksul Kürt ve Türk çocukları iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için inşaattan düşürüyor, zehirleniyor. Bu 40 bin insanımız yaşamını yitirdi ama tek bir sermayedar hesap vermedi. İktidar iş kazalarında yaşamını yitirenler için fıtrattır diyor. İşte biz DEM Parti olarak işçinin ölümüne fıtrat diyenlerin karşısındayız, biz DEM Parti olarak Mersen işçilerinin yanındayız.

Bu sömürü çarkı ve düzeni karşısında emeğini arayan, demokrasi isteyen, insanca yaşam mücadelesi veren emekçi ve işçilerin yanındayız. DEM Parti olarak başta Meclis olmak üzere tarlalarda, sokaklarda, fabrikalarda nerede bir işçi direnişi varsa oradayız. Nerede işçiler, emekçiler, KHK’liler ve kadınlar emeğinin karşılığını arıyorsa oradayız. Halklarımız nerede direniyorsa DEM Parti oradadır. AKP sermaye dostu ise biz işçilerin, emekçilerin dostuyuz. AKP sermaye ile yol arkadaşlığı yapıyorsa, bizim yol arkadaşlarımız işçilerdir, emekçilerdir, emeklilerdir. Bu böyle olmaya devam edecektir. Bizim partimizin mayasında emek vardır. Emek bizim mücadele gerekçelerimizden biridir. DEM Parti’nin olduğu her yerde emek savunusu vardır.

22 yılda Türkiye’yi sermayeye cennet yaptılar. Ama 22 yılda Türkiye’yi işçi ve emekçiler için cehenneme çevirdiler. İşçiler, emekçiler çocuklarına yiyecek götürmek için bazı geceler uyumuyor. 17 bin liralık asgari ücretle yaşanılan, kiranın en düşüğünün 15-20 bin olduğu bir ülkede işçilerin ve emekçilerin nasıl çabalayıp didindiklerini siz bilirsiniz. Çünkü hep birlikte yaşıyorsunuz. Nazım Hikmet, “Gündüzleri sömürülmeyen, geceleri aç yatağa girilmeyen günler için mücadele ediyoruz” diyordu.

DEM Parti olarak, işçilerin ve emekçilerin sömürülmediği demokratik bir Türkiye mücadelesini daha büyük bir kararlılıkla devam ettireceğiz. Kürt emekçiler ile Türkiye’deki emekçiler bir araya gelmedikçe bu sermaye dostları iktidarlarına devam edecektir. 31 Mart’ta Türkiye’deki emekçiler, yoksullar ilk defa bir araya geldiler, aynı duyguyu taşıdılar. 31 Mart’ta bu sermaye düzeni kaybetti. Birlikte omuz omuza mücadelemizden sonra da AKP-MHP iktidarı önümüzdeki dönem daha büyük kaybetmeye mahkumdur.

“Adalete ve ekmeğe ulaşmak için mücadele etmemiz gerekiyor”

İşçiler uzun çalışma sürelerine mahkum ediliyor. Güvence yok, sigorta yok. Bu havzada çalışan işçilerin yüzde 90’ı taşeron işçisidir. Dünyanın hiçbir yerinde çalışan işçilerin yüzde 90’ı taşeron işçisi değildir. Taşeron düzenini getiren de bu işçi düşmanı iktidardır. Taşeron sistemi demek sermayenin daha fazla kazanması, işçi ve emekçinin daha az ücret alması demektir; sendika hakkının yok sayılması, güvencesiz çalışma demektir. Onun için DEM Parti olarak önümüzdeki günlerde bu taşeron sistemi karşısında da güçlü bir mücadele yürüteceğiz. Adalet yoksa ekmek yok. Adalete ulaşmak için, ekmeğe ulaşmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin yüzde 80’i emekçidir, yoksuldur, ezilendir ama Türkiye’nin kaymağını yiyen yüzde 10 Türkiye’nin 80-90’ını yönetiyor.

Bu tablo karşısında kendimizi sorgulamalıyız. Bu kadar çoğunlukta olmamıza rağmen 17 bin lira asgari ücretle çalışıyorsak, suçun büyüğü iktidarındır ama birazı da bizimdir. Bu sömürü düzenine karşı fabrikalarda, sokaklarda, caddelerde hep birlikte Kürt, Türk, Arap demeden bir araya gelip omuz omuza mücadele edebilirsek; çocuklarımız için daha iyi bir Türkiye, geleceği olan bir Türkiye, umudu olan gençlerin yaşadığı bir Türkiye olabilir. Sermaye vahşidir. Sermayede vicdan yoktur, sermayede ayıp yoktur. Sermaye daha fazla karına kar katmaya çalışır, cebimizde olanı daha fazla almaya çalışır. Onun için bu sermaye düzenine, bu sömürü düzenine, savaş düzenine karşı mücadele boynumuzun borcudur.

Saray’ın bir dakikalık gideri ne kadar? 3 tane emekli maaşı kadar. Saray’ın bir saatlik masrafı 180 tane emeklinin maaşı kadar. 365 günde Saray ne kadar masraf ediyor? Saray’a tasarruf yok, Saray’da bütçeyi kısmak yok ama emekçiye 17 bin lira ila geçinin diyorlar. Çocuklarına şatafat, çocuklarına gelecek ama emekçilere ve yoksullara baskı, zor, zulüm ve taşeron sistemi. İşte Mersen işçilerinin bundan dolayı desteklenmesi gerekiyor. Mersenleri çoğaltabilirsek, bu sömürü düzenine karşı örgütlü ve güçlü mücadeleler ortaya koyabilirsek emeğimizin hakkını alabiliriz, alın terimizin hakkını alabiliriz. 17 bin liraya razı olursak, 12 bin 500 lirayla geçinmek için didinirsek vallahi AKP iktidarı yıllarca devam eder ve bu sömürü düzeni bizi ezdiği gibi çocuklarımızı, torunlarımızı da ezmeye devam eder.

“Hakkımızı TÜİK’e helal etmiyoruz”

Dün Ankara’da bir emekçi tişört giymişti; önünde “AKP’ye hakkımı helal etmiyorum”, arkasında da “TÜİK elini cebimden çek” yazıyordu. İşte o emekçinin tişörtüne yazdığı slogan milyonların sloganıdır. Hakkımızı bu iktidara helal etmiyoruz. Hakkımızı sermayenin dostu olan, sermaye düzenine rant taşıyan bu iktidara helal etmiyoruz. Hakkımızı 3 kuruş daha az maaş alalım diye enflasyon rakamı ile oynayan TÜİK’e helal etmiyoruz, etmeyeceğiz.

12 Eylül Darbesi olduğunda TUSİAD Genel Başkanı Halit Narin şunu söylemişti işçilere: “Şimdiye kadar siz güldünüz, bundan sonra gülme sırası bizde.” Yani ne demek istemişti? Darbe işçileri ezmek için yapıldı. Sermayeyi koruyup kollamak ve zenginleştirmek için yapıldı. Peki, Recep Tayyip Erdoğan ne dedi? “Bizimle birlikte grev denilen olaylar ortadan kalktı”. 12 Eylül mantığı ile 22 yıllık AKP-MHP iktidarının mantığı aynıdır. Grev olmayacak, işçinin ve emekçinin maaşı kısılacak. İşçi ve emekçilere tasarruf tedbirleri uygulanacak ama sermayeye vergi muafiyeti ve teşvikler verilecek. AKP’nin bir milletvekili çıkıp itiraf etti, “Birçok büyük şirketten vergi almıyormuşuz” dedi. Çocuk mamasından vergi almasını biliyorlar, çocuk bezinden vergi almasını biliyorlar ama kaymaklı büyük rant ihaleleri alan sermayeden vergi almıyorlar.

AKP gerçekten bu toprakların; Denizlerin, Mahirlerin, Mazlumların yaratmış olduğu direniş mevzisi olan Türkiye halklarının başına beladır. Bunlar gitmeden işçi ve emekçinin belini düzeltme, rahat yaşama şansı yoktur. Önümüzdeki günlerde bu savaş, sömürü ve sermaye sistemine hep birlikte dur dememiz gerekiyor. Kürtler anadilini konuşmasın, statü sahibi olmasın diye bu ülke 40 yılda 3 trilyon dolar para harcadı. 3 trilyon dolar demek; Türkiye’nin dünya ekonomisi içerisinde ilk 5’e girmesi demektir, işsizliğin ve yoksulluğun ortadan kalkması demektir, geçim sıkıntısının olmaması demektir. Ama onlar işçi ve emekçiyi düşünmüyorlar. Tek dertleri var: Kürtler anadilini konuşmasın, statü elde etmesin, kendi kimliğini ve kültürünü yaşatmasın.

Hakkımızı almak istiyorsak savaşa, Saray’a, sermayeye harcanan bu bütçeye karşı çıkmamız, bu savaş düzeni karşısında hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Diyarbakır’da insanların halay çektiği için tutuklanmasına ses çıkarmadığımız müddetçe bizim Mersen işçilerimiz daha çok grev yapmak zorunda kalacak. Demokrasi sadece Gebze’de kurulmaz, demokrasi sadece Tuzla’da, Kocaeli’de kurulmaz. İşçiler sadece haklarını fabrikalarda almaz. Alsa bile Türkiye’deki kanayan yara kanamaya devam edecektir.

O nedenle hakkımız, hukukumuz ve geleceğimiz için savaşa karşı çıkacağız. Kürtler anadilini konuşmasın diye harcanan 3 trilyonluk bütçenin emekçiye, yoksula, Alevi’ye, Kürt’e, Arap’a, gence harcanması için birlikte mücadele etmemiz artık bir zorunluluktur. Birlikte mücadele etmediğimiz sürece 5’li çeteler büyüyecektir. Birlikte mücadele etmediğimiz müddetçe hakkımız, hukukumuz, grev hakkımız, güvenceli çalışma hakkımız gasp edilmeye devam edecektir.

Biz burada durmayacağız. Kızıltepe’den başladık, ekmek ve adalet mücadelesini her yere götürüyoruz. Kızıltepe’deydik, Hatay’daydık, Ankara’daydık. Yarın Karadeniz’de olacağız, İstanbul’da olacağız. Türkiye emekçileri ve yoksullarıyla, tarımla ve hayvancılıkla geçinenlerle buluşmaya devam edeceğiz. Ekmek ve Adalet Kampanyamız kadar hiçbir kampanyamız bu hükümeti korkutmadı. Çünkü ekmek ve adalet sadece Kürtlerin ihtiyaç duyduğu bir şey değil. Karadenizli de Tekirdağlı da ekmeğe ve adalete ihtiyaç duyuyor. Cezaevlerinde yatan KHK’liler de ekmek ve adalete ihtiyaç duyuyor. Onun için Ekmek ve Adalet Kampanyasına nerede olursa olsun sahip çıkmanızı bekliyoruz. Ekmek ve adalet talebini iktidarın duyabileceği şekilde büyütmeye katkı sunmanızı bekliyoruz.

İşçi sağlığı ve güvenliği, taşeron işçilerin durumu, güvencesiz çalıştırılma, iş kazaları, ücretlerin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesi ve grev ve toplu sözleşme hakkı için bugün olduğu gibi bugünden sonra da bu çalışmayı Türkiye’nin dört bir yanına yayacağız. Bu buluşmalarla Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Meclis’te de iktidarın bu yalan yanlış politikalarını teşhir edeceğiz ve halkların önümüzdeki günlerde daha güçlü bir şekilde bu zulüm ve savaş düzeni karşısında ayakta durması için büyük bir çaba içerisinde olacağız. Sizleri saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan: Bu Faşizan Zihniyeti Kabul Etmiyoruz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Caddelerdeki Kürtçe yazılamaların silinmesi ve halay avıyla başlayan Kürt düşmanlığının bir devamı olan bu haksız, hukuksuz girişimler derhal son bulmalıdır. Arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır. Bu faşizan zihniyeti asla kabul etmiyoruz” dedi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise, “Van başta olmak üzere birçok ilde Kürt diline, kültürüne, kimliğine yönelik ırkçı pratiklerin sonucu olarak gelişen bu girişimleri asla kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, partilerinin Van il eşbaşkanlarının da aralarında olduğu çok sayıda kişinin gözaltına alınmasına tepki gösterdiler.

Tuncer Bakırhan, sosyal medya hesabından açıklamada, “Dün Van İl binamıza yapılan saldırı, gece ev baskınları ile devam etti. İl Eşbaşkanlarımız Veysi Dilekçi ve Gülşen Kurt’un da aralarında olduğu çok sayıda arkadaşımız gözaltına alındı. Caddelerdeki Kürtçe yazılamaların silinmesi ve halay avıyla başlayan Kürt düşmanlığının bir devamı olan bu haksız, hukuksuz girişimler derhal son bulmalıdır. Arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır. Bu faşizan zihniyeti asla kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.

Saldırıların sadece DEM Parti’ye veya bir gruba yönelik olmadığını söyleyen Bakırhan, “Bu saldırılar, demokratik siyasete, farklı düşüncelere ve kimliklere yöneliktir. Bu saldırılar Van halkının iradesine yöneliktir. Bu saldırılar, Kürt düşmanlığına ve toplumsal ayrışmaya hizmet etmektedir. Bu saldırılar, bizi yıldırtamaz, bizi susturamaz! Bizler, haklı davamızdan asla vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Gözaltılara tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise, “Van başta olmak üzere birçok ilde Kürt diline, kültürüne, kimliğine yönelik ırkçı pratiklerin sonucu olarak gelişen bu girişimleri asla kabul etmiyoruz. Arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın” dedi ve ekledi:

“Halay suç değildir, Kürtçe uyarı yazısı suç değildir, basın açıklaması suç değildir. Tüm bunlar asgari demokratik haklardır. Bu akıl tutulmasından vazgeçin. Buradan sağduyulu tüm kamuoyu çevrelerine sesleniyorum: Bu keyfiyet politikaları ve aleni düşman hukukunun karşısında duralım, sesimizi yükseltelim.”

Ne olmuştu?

Van’da, sabah saatlerinde yapılan ev baskınlarında DEM Parti Van İl Eşbaşkanları Veysi Dilekçi ile Gülşen Kurt, DEM Parti Edremit İlçe Eşbaşkanı Cemil Baydar, Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Dayanışma Birlik ve Kültür Derneği (MEBYA-DER) Eşbaşkanı Hanım Kaya, Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktivisti Aynur Sarıca, Barış Anneleri Sarya Süer, Hazal Süer ile Münife Kaçak, Adem Onat, Fazıl Numaş, Tahir Artim ve Selma Cintan gözaltına alınmıştı.

DEM Parti Van İl Örgütü’nden edinilen bilgiye göre, gözaltı sayısı ile ilgili net bir bilgi bulunmuyor. Öte yandan, gözaltında tutulanlara 24 saatlik avukat görüş yasağı da getirildi.

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan: Biz Ekmek Diyoruz Onlar Savaş Diyor

DEM Parti Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, DEM Parti Parti Meclisi toplantısında yaptığı konuşmada, “Biz ekmek diyoruz onlar savaş diyor. Biz adalet diyoruz onlar daha fazla imtiyaz diyor. Biz eşit adil düzen diyoruz onlar itaat edin diyorlar” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Parti Meclisi (PM), yeni dönem mücadele hattını belirlemek ve planlama yapmak üzere partinin genel merkezinde toplandı. Toplantının açılış konuşmasını yapan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Değerli arkadaşlar hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoşgeldiniz. Verimli bir toplantı geçireceğimize inanıyorum. Geçen perşembe günü Eş Genel Başkanımızla birlikte Sincan Cezaevi’ndeydik. Kobanî Kumpas Davasında yargılanıp ceza verilen Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci, Aynur Aşan, Dilek Yağlı, Pervin Oduncu, Leyla Güven, Selver Yıldırım ve Ayşe Gökkan’la görüştük. Hepinize çok selamları vardı. Dayanışmanızdan dolayı sizlere teşekkürlerini ilettiler. Moralleri yerindeydi, gelişmeleri yakinen takip ediyorlar. Onlar da orada direniyorlar.

Bizimle birlikte olduklarını belirtmek istiyorum. Yine dün Türkiye halklarıyla Rojava halkları arasında bir dayanışma köprüsü oluşturmak için yola çıkan 33 düş yolcusunun Suruç’ta katledilmelerinin üzerinden 9 yıl geçti. 33 düş yolcusunu saygı ve minnetle anıyorum. Onların halklar arasında kurmaya çalıştığı barış, demokrasi, özgürlük ve dayanışma köprüsünü büyüterek devam ettireceğimizin sözünü arkadaşlarımıza veriyoruz. Bu katliamı yapanları, katliamın alt yapısını oluşturanları da buradan kınadığımızı belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, çok önemli bir süreçten geçiyoruz. Dünyada yine hepimizin takip ettiği gibi çatışmalar, savaşlar derinleşerek devam ediyor. Bir türlü de çözüme kavuşturulmuyor. Çünkü savaş bölgelerinde dünyanın hegemonik güçleri var. Onların orada paramiliter güçler aracılığıyla bazen direkt kendilerinin müdahil olduğu bir savaş devam ediyor. Yine takip ediyorsunuz. Dünyanın birçok ülkesinde seçimler oldu, yönetimler değişiyor, yönetimler yenileniyor. Çok sıcak bir gündem var. Fransa, İngiltere ve İran’daki seçimleri hep birlikte izledik. Dünyada ve bölgemizde iki temel başlık göze çarpıyor. Bir savaş başlığı, bir de siyasi karmaşa.

Bu siyasi boşluğu, kapitalist neo liberal politikalarla doldurmaya çalışan otoriter iktidarlar var. Bizim boş bıraktığımız, bizim örgütlü olmadığımız, halkların örgütsüz olduğu, güçlü bir mücadele yürütmediği yerde işte Suriye’de olduğu gibi, Lübnan’da olduğu gibi, Libya’da olduğu gibi ekonomik güçler orada boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Yine sıcak çatışmaların olduğu yerler çin Rusya, Türkiye, körfez ülkeleri olmak üzere bu çatışma yerlerinden kendilerine güç ve çıkar devşirmeye çalışıyorlar. Buralardaki dengelerde güçlü yer almak için o bölgelerde bulunmaya devam ediyorlar.

“Türkiye’nin Afrin’de, İsrail’in Gazze’de ne işi var?”

Savaş bölgelerinde bu savaşı közleyen ve derinleştiren güçlere de sormak istiyoruz. Kiminle, kimin için, niye o savaş bölgelerinde bulunuyorsunuz? Aslında sesli bir şekilde sormak lazım. Afrin’de Türkiye’nin ne işi var? Afrin’de Türkleri ilgilendiren ne var? İsrail devletinin Gazze’de, Filistin topraklarında ne işi var? İran’ın, Rusya’nın, ABD’nin bölge ülkelerinde ne işi var? Ukrayna’da hegemonik güçlerin ne işi var?

Bu savaş bölgelerinin tamamı bu ekonomik güçlerin çıkar ve paylaşım savaşlarının yürütüldüğü ve enerji hatlarının geçtiği yerler, bu güçlerin kendi ülkelerine refah ve daha fazla rant sağlamak ama orada yaşayan halkları açlığa, yoksulluğa, sefalete mahkum etmek isteyen siyasetleri var. DEM Parti bu siyasetin karşısında durmaya çalışıyor. Savaş karşıtı mücadeleyi büyütmeye çalışıyor. Bu savaşların derinleşmemesi için, halkların iradesi ile çözülmesi için mücadeleye devam ediyor.

Bu savaşları isteyenler Suriye’deki veya Irak’taki halklar değil. Bu savaşı isteyenler Ukrayna’daki halklar değil, Lübnan’daki halklar değil. Savaşı iktidarlar istiyor. Savaşı iktidarlarda bulunan otoriter mantığa sahip bireyler istiyor. İktidarlarını korumak için Afrin’in demografik yapısını değiştirmeyi göze alıyorlar. İnsanların perişan olmasını, katledilmesini, oranın kültürünün ve doğasının talan edilmesini çok rahatlıkla isteyebiliyorlar. Dolayısıyla bu savaş isteyen halklar değil, emekçiler ve kadınlar değil, biz hiç değiliz. Bu savaştan zarar görenler, bu savaşın mağdurları, savaş isteyenlere karşı durmak ve itiraz etmek durumundadır.

Değerli arkadaşlar Türkiye’nin de önemli gündemleri var. Türkiye’de dikkat ediyorsak 2015 sonrası siyaset tekrar güncellenerek devreye geçirilmeye çalışılıyor. İktidar her kaybettiğinde, her kaybedeceğini anladığında başta Ortadoğu’da ve coğrafyamızda savaş ve çatışma peşinde koşuyor. Kendi iktidarını devam ettirmek için savaş ve çatışma arıyor. Tam da 2015’ten sonra yaşanan bir durumla karşı karşıyayız. Üçüncü dünya savaşı diyorlar, güvenlik meselesi diyorlar, Rojava’da halkların demokratik bir şekilde yaşamasını tehdit olarak görüyorlar.

Ne alakaları ve işleri varsa Federe Kürdistan Bölgesi’nde, Amediye’de, oradaki dağlarda, kırlarda, ovalarda üsler, kalekollar kurmaya devam ediyorlar. Belli ki bunu belli bir süre daha devam ettirmeye çalışacak bu iktidar. Halk açlık ve sefalet içinde. Emekliler geçim derdindeyken, ülkede büyük bir yoksulluk yaşanırken iktidar dün Rojava’da, bugün Federe Kürdistan Bölgesi’nde bir çatışma bir savaş peşinde koşuyor. Buna itiraz ediyoruz, kabul etmiyoruz.

Bu savaş ve çatışmalı anlayışa muhalefetin de destek olmaması ve bu oyuna gelmemesi gerektiğini buradan belirtmek istiyorum. Çünkü savaş AKP-MHP iktidarının savaşıdır, Türkiye halklarının savaşı değil. Kürtler tehdit değil, Federe Kürdistan Bölgesi’nde yaşayan insanlar Türkiye’nin  güvenliği için tehdit değil. Sadece bir şey var: İktidarın kendisini devam ettirmek için orada bir düşman yaratmaya ve orayı bir savaş alanı haline getirmek istiyor. Dolayısıyla biz, bizim olmayan bu savaş karşısında dün olduğu gibi bugün de durmaya devam edeceğiz.

Biraz önce söyledim. Derin bir yoksulluk var. Ama Türkiye’nin ana gündemi savaş ve çatışmadır. Siz de dün izlediniz. Aslında cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar büyük bir yoksulluk, derin bir kriz var. Darbe dönemlerinde bile bu ülke böylesine derin bir ekonomik kriz yaşamamıştır. İnsanlar topraklarını ekemedikleri, üretemedikleri, biçemedikleri için mevsimlik işçi olup yollara düşüyorlar. En son dün Viranşehir’den Bursa’ya giden tarım işçileri, çalıştıkları tarlaya giderken traktör devrildi. 15 yaşındaki Esmanur ve ablası traktörün altında kaldı.

Lanet olsun savaş ve çatışma isteyenlere! Türkiye’nin ekonomisini, bütçesini, Kürtler demokratik özgürlüklerine, statüye kavuşmasın diye, Rojava’ya, Federe Kürdistan Bölgesi’ne döken, bütçesinin büyük bir bölümünü Kürt karşıtı politikalar için örgütleyen, planlayan bu iktidar Esmanur’un katilidir. Esmanur, Viranşehir’de geçinebilseydi, ailesi Viranşehir’de yaşamını devam ettirebilseydi bugün aramızda yaşayacaktı.

Sadece savaşlarla insanlarımızın canını almıyorlar. İşte bu ekonomi politikalarıyla da, bu savaşa giden bütçeyle de bir çok insanımızın yolda katledilmesine sebep oluyorlar. Evet bu iktidarın tek bir derdi var, Türkiye halklarını aç bırakmak, yoksul bırakmak, sermayeyi daha fazla güçlendirmek ve sermayenin karını arşa çıkarmaktır. Artık bu çok iyi biliniyor. Bu iktidar gözünü Kürt kazanımlarına dikmiş durumdadır. Kürt anasını görmesin diye yapmadıkları şey yok, söylemedikleri şey yok. Emin olun üçüncü dünya savaşı diyorlar değil üçüncü dünya savaşı 10 defa da savaş çıksa bu iktidarın tüfeği Kürtlere dönük, elleri emekçilerin, yoksulların cebinde olmaya devam edecektir.

Bunların amacı da siyaseti de budur. Sadece Ortadoğu’daki Kürtler hedef alınmıyor. Ortadoğu’ya istikrarın gelmesini de önlüyorlar. İstikrarın önündeki engeldir bunlar. Ortadoğu halklarının bir arada yaşaması önünde de engeldirler. Bu işgalci akla soruyoruz: Nereye kadar Kürt düşmanlığı? Ne kazandıracak size Kürt düşmanlığı? Türkiye’deki ekonomik felaketle ilgilenmek yerine, Kürt dağlarında, Kürt coğrafyasında Türkiye’nin emekçi yoksul gençlerini çocuklarını savaşa göndermek, üstler kalekollor kurmak nereye kadar? Bu soruları sormaya devam edeceğiz.

Dün birlikte izledik. Kıbrıs’ta bir konuşmada şöyle diyor Erdoğan; ”müzakereye, görüşmeye Kıbrıs’ta kalıcı barışı ve çözümü sağlamaya hazırız” diyor, ”çözüm yolunda uzatılan hiçbir elin bugüne kadar boş çevirmedik” diyor. Peki Şam’a çözüm eli, Irak İran’a çözüm eli, Yunanistan’a çözüm eli. Olsun tabi her yerde olsun ama Kürde gelince Federe Kürdistan Bölgesi’nde Rojava’da olduğu gibi tank top niye? Çözüm niye Kürtler için yok? Uzatılan çözüm eli neden Kürtlerin elini tutmuyor? Kürtler o kadar mı düşman?

Malazgirt’ten bugüne kadar ortak bir kader birliği yapmış, en zor günlerde birlikte yan yana durmuş ve yaşamış, birbirine komşu, yüz yıllardır birlikte yaşayan Kürtlere çözüm eli yok, müzakere yok, el uzatmak yok, elini tutmak yok ama dünyanın her yerindeki kendisine karşıt belirlediği güçlerle çözüm ara! Biz bu mantığı eleştiriyoruz. Bu mantık bir yere gitmez. İşte tam da değerli arkadaşlar bu politikayı teşhir etmek lazım. Esad’la barışabilirsiniz, çözüm eli uzatabilirsiniz. Ama Afrin’deki Kürdün ne suçu var?

Kürdistan Federe Bölgesi’nde, Amediye’de yaşayanların ne suçu var? Daha bir kaç gün önce İsrail’in Gazze’ye attığı bombaların on misli büyüklüğündeki bombalar Amediye köylerine ve çevresine atıldı. Ormanlar yakılıyor, doğa tahrip ediliyor. İnsanlar katlediliyor. 90’larda olduğu gibi Kürdistan’da boşaltılan köylerin aynısı bugün Federe Kürdistan Bölgesi’nde yapılıyor. Sen kimsin, ne arıyorsun, hangi hakla ordasın? Senin sınırların içinde olmayan bir coğrafyada Kürt köylerini boşaltma, orada kalekol yapma hakkını sana kim verdi?

Tam da bu noktada Federal Kürdistan Bölgesi yöneticilerine de çağrı yapmak istiyoruz. Allah aşkına bir yönetim mi var orada? Böyle bir yönetim mi olur? Başka bir ülke başka bir ülkenin, kendisinin olmayan, sınırlarının ötesindeki bir bölgede 80 tane üst kuruyor. Amerika’nın Suriye’de kurduğu üstlerden daha fazla. Onlarca kalekol kuruyor. Oradaki yonetim bu üstler, bu tanklar, bu toplar ne için, kimin için sorusunu ne zaman soracak? Bi zahmet sorsunlar. Biz o üstlerin, oradaki askeri güçlerin neden orada olduğunu çok iyi biliyoruz.

Türkiye emekçileri ve ezilenleri de bunu çok iyi biliyor. 60 milyon Kürt, bu iktidarın orada ne gezdiğini çok iyi biliyor. Bunu sadece Federe Kürdistan Bölgesi yönetimi bilmiyor. Onlara çağrımızdır: Lütfen bu işgal politikalarına alet olmayın. Lütfen bu işgalin orada derinleşmesine, burada olduğu gibi Kürdün evini, köyünü, yaylasını yakmasına, köyleri boşaltmasına, orada yaşayan insanları perişan etmesine alet olmayın.

Kürtlerin bu yaklaşımdan dolayı vicdanları sızlıyor. Buruk bir şekilde izliyorlar. Kürtler kendi aralarında ne zaman diyalog kurduysa, ne zaman konuştuysa, birlikte hareket ettiyse kazanımlarını büyüttüler. Rojava’da olduğu gibi. IŞİD saldırılarına karşı bir çok yerde ortak mücadele ettikleri gibi. Şimdi Kürtleri 70’lerde, 90’larda, 2000’lerde yaşanan kardeş kavgası yerine, acıların tekrar etmesi yerine diyalogla, kendi aralarında müzakereyle bu işgalci politikalara karşı durmaya çağırıyoruz.

“Toplumu savunmak için demokratik ittifakları büyüteceğiz”

Bugün PM üyelerimizle toplandık. En acil görevlerden biri AKP-MHP iktidarının topluma yönelik saldırıları karşısında güçlü bir mücadele yürütmektir. Siz de izliyorsunuz. Milyonlarca emekli aç ve yoksul. Asgari ücret açlık sınırının altında. Yoksulluk sınırının dörte biri kadar insanlar ücret alamıyorlar. Ama Türkiye devletinin, iktidarının tankları topları bütçesi işte kendilerinin olmayan bir savaşta, çatışmada, Türkiye sınırlarının ötesinde duruyor. Bunlar bizim mücadele gerekçelerimizdir.

Yetmiyor on bin liraya mahkum etmiş, iki bin lira emeklilere zam yaparak büyük bir şey bahşetmiş gibi, devrim gibi lanse ediyorlar, sanki 12 bin lirayla emekliler geçinebilecek, yaşamını sürdürebilecek. O kanallarda anlatılıp duruyor. Sanki 12 bin lira 12 trilyon gibi anlatılıyor. Neler alınmıyor, neler yapılmıyormuş. Meğer çok şey yapılıyormuş. Bu parayla sadece kuru soğan ve ekmek, zeytin ve peynir alabiliyor, bu bir ay geçinmek için yeterli olmayan bir ücret. Buna da karşı duracağız. Bunlar yetmiyor gibi yeni vergi paketleri açıklıyorlar. Nefes vergisi alacaklar. Emin olun bu çok uzak değil. Nefes ölçer takacaklar. Çünkü başka vergi koymadıkları kalem kalmadı.

Bunlar bizim mücadele gerekçelerimizdir. Emekçilerle, ezilenlerle, geçinemeyenlerle, insanca yaşayamanlarla, adalet ve özgürlük arayan ama copla cezaeviyle yargıyla terbiye edilmeye çalışılan milyonlarla bizim mücadelemiz sürecektir. Hepimiz mücadele yoldaşıyız. Onun için PM’deki arkadaşlarımızın hiç olmadığı kadar bu dönem daha duyarlı, daha yoğun, daha çalışmalara kendisini katan, daha koşturan, giden, örgütleyen, partiyi büyüten bir anlayışa ve çalışma tarzına sahip olmaları gerektiğini belirtmek istiyorum.

Bu zorba düzeni bir gün mutlaka yenilgiye uğratacağız. Bu zorbalık sür git değil, bu zorbalık karşısında DEM Parti ve geçmiş geleneğimizdeki partileri de çok iyi biliyorsunuz, bugüne kadar diz çökmedi, boyun eğmedi. Bu zorbalığı kabul etmeyeceğiz. 31 Mart’ta bu zorbalığa karşı Türkiye halkları çok önemli bir cevap verdi. İşte tam da bu süreçte 31 Mart’ta bu zorba, zulüm, sömürü ve zam düzenine karşı iradesini ortaya koyan halklarla buluşma ve onları örgütleme, mücadele ederek bu iktidarı gönderme gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız.

Örgütlenmemizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Örgütlenmemizi büyütmeliyiz. Örgütlenme yoksa mücadele de yok. Örgütlenme yoksa bu zorba düzen karşısında başarıya ulaşma da yok. Önümüzdeki temel görevlerden biri de örgütlenmedir. Eğitim yoksa bir parti yok. Bir partinin paradigmasının, bir partinin mücadelesinin başarıya ulaşmasının en önemli adımı eğitimdir. Örgütlenme gibi önümüzdeki dönem eğitime de çok büyük bir önem vereceğiz. Toplumu savunmak için demokratik ittifakları büyüteceğiz, toplumu savunmak için mücadele ortaklığını büyüteceğiz, sahada hiçbir dönem olmadığı kadar mücadele edeceğiz.

Dün Kadın Meclisimiz ‘Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Örgütleniyoruz’ kampanyasının startını verdi. Biliyorsunuz biz de Ekmek ve Adalet Buluşmalarımızın startını verdik. Önümüzdeki günler hem kadın meclisimizin hem de bizim  başlattığımız Ekmek ve Adalet Buluşmalarının başarıya ulaşması için elimizden gelen bütün çabaları ortaya koyacağız. Bu kampanyaları Türkiye halklarıyla, emekçileri, ezilenleriyle buluşturacağız, büyüteceğiz. Aş arayan, iş arayan özgürlük arayan, demokrasi arayan bütün çevrelere dokunacağız. Önümüzdeki dönem bu konuda büyük bir çaba ve çalışma içinde olacağız.

Önceki gün Mardin’deydik. Orada kampanyamızın startını verdik. Büyük bir sahiplenme vardı. Oradaki emekçiler, tarım üreticileri geldiler, katıldılar, seslerini yükselttiler, sözlerini dile getirdiler. Çok ilginç şeyler söylediler. Kızıltepe biliyorsunuz Mezopotamya Bölgesi’nin en verimli toprakları üzerinde bir ilçemizdir. 400 bine yakın insan yaşıyor, tarımla geçinen bir ilçemiz. Bir kilo buğdayın çiftçiye maliyeti 10 TL. Açıkladıkları taban fiyatı 10 TL’nin altında bir fiyat. Ekmeyin diyor, tarımla uğraşmayın diyorlar, taban fiyat maliyetin altında ama üç buçuk milyar dolar para harcayarak buğday ithal ediyorlar, böyle bir mantık olabilir mi? Bir soru sormak lazım.

Gerçekten toplumun geçinmesini, ekmesini, biçmesini mi istiyorsunuz yoksa üç beş AKP’li gıda ithal eden rantçıyı zenginleştirmek mi istiyorsunuz? O kadar gözleri kara. Elektriğe yüzde yüz zam, devlet su işlerine bağlı sulama birliklerinin verdiği suya yüzde 60-400 arasında zam. Mazota yüzde 100 zam. Buğdayın taban fiyatına ise sadece yüzde 10 zam. İşte bu iktidar çiftçi, köylü, emekçi düşmanı bir iktidardır, bu somut örnekler de bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Biz ekmek diyoruz onlar savaş diyor. Biz adalet diyoruz onlar daha fazla imtiyaz diyor.

Biz eşit adil düzen diyoruz onlar itaat edin diyorlar. İtaat onların kültüründe var ama dün Garip Dede Dergahı’ndaydık. Bizim kim olduğumuzu da unutuyorlar. 1340 yıldır Hüseyni bir direnişin, bir geleneğin, bi mücadelenin devamı olduğumuzu bilmiyorlar. Onlar itaat edin diyorlarsa biz de Hüseyni direnişi toplumun her sahasında, her zeminde hayata geçirmeye çalışan bir hareketiz. Derdimiz ortaktır. Edirnelinin de Amedlinin de Samsunlunun da ortak bir derdi var. Ekmek ve adalet.

Dolayısıyla bizim ekmek ve adalet zemininde, Türkiye’nin dört bir yanında emekçilerle, tarımla uğraşanlarla buluşma zorunluluğumuz olduğunu belirtmek isterim. Yeni dönemde en büyük görev de sizlere düşüyor. Dün olduğu gibi bugün de yarın da layıkıyla güçlü bir şekilde yerine getireceğinize inanıyorum. Kimsenin şüphesi olmasın. Halklarımızın hiç şüphesi olmasın. Umudumuz tam, inancımız tam, mücadele edecek bu zam, zulüm ve sömürü düzenini değiştireceğiz. Türkiye’de halkların insanca yaşadığı, barış ve kardeşlik içinde yaşadığı demokratik bir ülke yarattığımızı belirtiyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan Özgür Özel’e “Suriye” Tepkisi

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Özgür Özel’in Esad ile Erdoğan arasında arabulucu olabileceğine ilişkin, “Sayın Özel, Erdoğan’la Esat Kürt karşıtlığı üzerinden bir ittifak yapmaya çalışıyor. Sen bu arabulucukla Kürt karşıtı bir siyaseti mi örgütlemeye çalışıyorsun?” dedi ve ekledi:

“Bunun sana da bize de Türkiye halklarına da bir faydası yok. Senin yapman gereken Rojava’da, Suriye’de insanların kendi geleceğine kendilerinin karar verebileceğini sağlayacak bir dış politikayı savunmaktır. Size mi, kalmış iki Kürt düşmanı arasında arabuluculuk yapmak?”

Tuncer Bakırhan, konuya ilişkin açıklamasının devamında, “Bu CHP’ye de size de uygun bir duruş değildir. Arabuluculuk istiyorsanız İran, Irak ve Suriye’de barış siyasetini hayata geçirmek için arabulucu olun. Biz Türkiye’nin Esad ile görüşmesine karşı değiliz. Bu doğru bir görüşme olmalıdır. Çözüm için olmalıdır. Oradaki halkların çatışması yerine barışçıl bir siyaset için tabii ki görüşme ve arabuluculuk olabilir” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisini haftalık Meclis toplantısında gündeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Fransa seçimleri: Bu hafta Fransa’da parlemento seçimlerinin ikinci turu yapıldı. Beklentilerin dışında bir sonuç ortaya çıktı. Fransa’daki demokrat, sol, sosyalist güçler bir araya gelerek ortak bir ittifak oluşturdular. Yükselen aşırı sağ ve faşizm dalgasına karşı bir araya gelince, Fransa’daki gibi çok önemli sonuçlar alınabiliyormuş. Fransa’daki sonuçlar bizlere umut oldu.

Fransa’daki seçim sonuçları aslında bizlere de çok önemli bir ders verdi. Evet eşitsizlik, adaletsizlik var. Türkiye’de milyonlarca insan bu hukuksuz sistemden olumsuz etkileniyor ama bir türlü bir araya gelip dayanışma içerisinde ortak bir mücadele zemini öremediğimiz için bugünkü sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Umarım Fransa’daki bu dayanışma, güç birliği, iş birliği önümüzdeki dönem başta Türkiye olmak üzere dünyanın bir çok yerinde de hayata geçmesine vesile olur.

Kayyım: Hakkâri belediyemize kayyım atandığından bu yana ayaktayız. Haftalardır, Kürt halkı ve Türkiye’nin demokratik kamuoyu, kadınlar, sol-sosyalist güçler kayyım gaspına karşı alanlarda ve yollarda direniyor. Kayyımın atandığı ilk günden itibaren belediyelerimizin önünde nöbet tuttuk. Her yerde halkımızla birlikte irademize saygı gösterin diye sesimizi yükselttik.

İradeye Saygı Yürüyüşü ile ülkenin dört bir yanından demokrasi savunucusuyla Van’da buluşarak Hakkari’ye yürüdük. Başta kadınlar olmak üzere genç yaşlı demeden kilometrelerce yürüyerek Van’dan Hakkâri’ye ulaştık. İradeye Saygı Yürüyüşü kayyım gaspına karşı mücadelemizin sadece bir ayağıdır ve mücadelemizi gün geçtikçe daha da büyütmeye kararlıyız.

Şeyh Bedreddin bir gün kervanı ile yolda giderken önü kesilir ve ‘nereye gidersin’ diye sorulur. Bedreddin bu soruya ‘Hakikate gideriz’ diyerek cevaplar. İşte bizim yürüyüşümüz de hakikate yürüyüştür. Kayyım coğrafyamızın hakikatine ve ruhuna aykırıdır. Kayyım rejimi iflas etmiştir. Sanmayın ki gün geçer, kayyım gaspı olağanlaşır. Kayyım rejimini asla kabul etmeyecek, kanıksamayacağız.

Kısa zamanda belediyelerimiz binlerce derde deva oldu. Halkın sorunlarını bir bir çözüyorlar. Birkaç örnek vermek istiyorum. Şanlıurfa Halfeti Belediyemiz biz aldığımızda 460 milyon TL borcuyla borç batağındaydı. Sadece üç ayda talanı, haramı, israfı kestik ve 856 bin TL kasada kaldı.

Ergani Belediyemiz, çocuklara Kürtçe boyama ve hikaye kitapları dağıtıyor. Sırtköy belediyemiz sadece üç ayda alt yapı sorunlarını bitirmek üzeredir. Balveren beldesinde yaşayan halk, geçimini hayvancılıkla sağlıyor. Halkın geçim kaynağı sürsün diye belediyemiz ücretsiz hizmet vermek üzere çoban istihdamı yaptı.

Siirt Belediyemiz açlık ve yoksullukla mücadele için 4 çeşit yemeğin 100 TL’den verileceği Kent Lokantası’nı hizmete açtı. Diyarbakır, Mardin, Van Büyükşehir Belediyelerimiz sadece kadınlara yönelik JİNKART uygulaması başlattı. Tatvan Belediyesinin önceki yönetimi kenti çöp yuvasına çevirmişti. Hep diyoruz ve Tatvan’da bir daha gördük. Daha önce de söylediğimiz gibi AKP belediyeciliği çöp ve moloz belediyeciliğidir.”

TÜİK’e tepki: Enflasyon farkı vermemek için çeşitli hilelere başvuruyorlar. TÜİK, emekçiye işçiye düşmandır. Bu rakamları belirleyenler akşam nasıl başlarını yastığa koyuyorlar? Büyük bir vicdansızlık yapıyorlar. Hani bu yıl emeklilerin yılı olacaktı?

TÜİK, Saray’ın isteğiyle enflasyonu düşük göstererek 20 milyon emekli ve emekçinin alacağı zammı gasp etti. TÜİK eliyle asgari ücretliye, memura, emekliye hile yapıldı, kumpas kuruldu. Yazıklar olsun size. 20 milyon emekli ve emekçiye hile yapıp, işiyle, aşıyla oynadınız.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, her gün yeni zamlar açıklanıyor. Temmuzda asgari ücretliye zam yok ama çaya, benzine, otogaza ve köprü ücretlerine zam var. 21. yüzyılın başında bir ülke düşünün; barınma ve beslenme sorunu var ve bunu çözemiyor. İşte bu iktidarın gerçeği budur.

Ekmek ve adalet kampanyası: Ama merak etmeyin, biz buradayız. DEM Parti var. Bu sömürü düzenine karşı partimiz ‘Ekmek ve Adalet’ kampanyası başlatıyor. Kampanyamızın startını 19 Temmuz’da Mardin’de yapacağımız “Tarım Mitingi” ile vereceğiz.

DEM Parti olarak diyoruz ki: eşitsizliğe, yoksulluğa, irade gaspına, kadın katliamlarına, haksızlığa ve hukuksuzluğa mecbur ve mahkûm değiliz. Emek bizim, ekmek bizim, iş-aş-yaşam bizim. Bizim olanı geri alacağız. Ekmek ve adalet mücadelemizi birlikte yürüteceğiz.

“Bozkurt” tartışmaları: Milyonlarca insanımız açlıkla mücadele ederken ve işsizlik giderek artarken, bazı çevreler ırkçılık ve milliyetçilikle yapay gündemler yaratıp halkın gerçek sorunlarını zehirlemeye çalışıyor. Bu kişiler, açlığı, yoksulluğu ve yargıdaki rüşvet ile kadrolaşmayı sembollerin arkasına saklamak istiyorlar. Deniz Poyraz, Hrant Dink gibi isimlerin katledilmesi, Madımak’ta işlenen insanlık suçları da hep aynı sembollerle örtülmeye çalışıldı.

Emin olun, milliyetçilik ve ırkçılık maskesi altında halkın sorunlarını gizlemelerine asla izin vermeyeceğiz. Katliamların, adaletsizliklerin üstünü örtmelerine müsaade etmeyeceğiz. Vatan, millet, sakarya edebiyatıyla halkı soyanların gerçek yüzlerini çok iyi biliyoruz ve bunu herkese göstereceğiz. Bu sahte milliyetçiler için vatan, mülk gaspı; bayrak, suç örtme aracı; marş ise hukuksuzluk yapma biçimidir. Gerçek yüzleri bu ve biz bu gerçekleri açığa çıkarmaya devam edeceğiz.”

Suriye: Bildiğiniz üzere, uzun süredir en çok savrulan dış politikaya sahip ülke Türkiye’dir. Suriye politikası bunun en önemli örneğidir ve ileride kitaplarda ders olarak okutulacak; dersin adını da biz önerelim: “Kürt düşmanlığının ağır bilançosu!”

AKP iktidarı, Suriye’de Kürt halkına karşı önce İŞİD’le muhatap oldu, sonra ÖSO’ya sarıldı, şimdi ise Esad’ı davet edeceğim diyor. Hep söyledik, söylemeye de devam edeceğiz; Tahran’da, Bağdat’ta ve Şam’da muhatap arayarak ne Kürt sorununu çözersiniz ne de bölgesel barışa katkı sunarsınız.

Ana muhalefetin de AKP’nin Suriye politikasına ortak olmaya eğiliminin arttığını yakından takip ediyoruz. Sayın Özel, “Esad’la Erdoğan arasında arabulucu olabiliriz” dedi. Buradan bütün kamuoyu önünde soruyoruz; Erdoğan’ın Esad’la “Kürt karşıtlığı” üzerinden kurmaya çalıştığı ortaklığa mı arabulucu olacaksınız? Yoksa ana muhalefet olarak Türkiye’de, Suriye’de ve tüm Ortadoğu’da Kürt halkının haklarını da savunacak mısınız?

Suriye’de bugün yaşanan ve Türkiye’yi doğrudan etkileyen krizlerde AKP’nin 4 payı varsa, ana muhalefetin de 1 payı vardır. Hatırlayın, önceki dönem genel başkanlarının “Afrin’de güzel şeyler oluyor. İyi hizmetler götürülüyor” dediği; ancak Türk bayrağı yakılınca mı Afrin’de yaşananlar dikkatinizi çekti? 2019’da Demirci Kawa’nın heykelini yıktıklarında anlamadınız mı günü geldiğinde bu suç örgütleri toplumun değerlerine dair ne varsa saldıracaktır diye.

Bu sebeple muhalefete tavsiyemiz, hem Suriye hem de Rojava politikasını yeniden gözden geçirip iktidarın arkasına takılmaması yönündedir. Aksi takdirde bataklığa saplanan AKP-MHP’nin yanında siz de yer alırsınız. Toplum Suriye’de Kürtleri tasfiye etmenizi istemiyor, suç örgütlerini desteklemenizi istemiyor. Toplum, Türkiye’de yaşamaya çalışan milyonlarca Suriyelinin özgür bir şekilde topraklarına dönmesini sağlayacak siyaseti istiyor.

Biz ilkesel olarak, Kuzey-Doğu Suriye halklarının ve Türkiye’nin, Esad’la görüşmesine karşı değiliz. Türkiye, Kuzey-Doğu Suriye halklarıyla kalıcı barışı sağlayacak siyaset üretmelidir. Ortadoğu’da barışı sağlamanın ilk adımı budur. Bu olmadığı sürece, Şam’la da, Tahran’la da Kürt karşıtlığı temelinde kuracağınız ittifak er ya da geç çökecektir.

Çözüm; Ankara, Şam, Bağdat ve Tahran’da savaş mekiği yürütmekle değil, Diyarbakır, Kobani, Hewler ve Kirmanşah’ta barışı aramakla olur. Çözüm Kürt halkının iradesini tanımaktan geçer. Çözüm yıllardır Ortadoğu’nun barışını ve halkların bir arada yaşamasını savunan Sayın Öcalan ile görüşmekten geçer. Sayın Öcalan sadece Kürt meselesinin değil, bölge barışının da gerçek adresidir.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Vergi Paketi” Tepkisi: Kazık Paketi

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Yeni paket hazırlıyorlar… Reklamını yaptıkları şey vergide reform paketi değil. Buna emin olabilirsiniz. Bir kazık paketi hazırlıyorlar” dedi ve ekledi:

“Bu kazık paketinde her şeyden vergi alacaklar. Şimdi gözlerini neye diktiler biliyor musunuz? Restoranlarda çalışanların aldıkları bahşişe. Nasıl vergilendirecekler onu da bilmiyorum. Moto kuryelerden vergi alınmıyormuş. Ne kadar yaratıcılar? Saray medyası moto kuryelerden nasıl vergi alınacağını tartışıyor. Vergi de vergi! Nasıl alacaklarını çok iyi tartışıyorlar. Vallahi helal olsun! İnşallah halkımız bunları görüyor ve gereğini de yapacak. Ben de onlara bir şey hatırlatayım, yazıktır. Türkiye ekonomisi bence biraz daha vergi toplasın da rayına girsin. Bugüne kadar sadece oksijenden vergi almadılar, şimdi akıllarına düşürdük yarın öbür gün aldığımız nefesten de vergi alırlarsa hiç şaşırmayın? Kusura bakmayın, özür diliyorum, bunun sebebi de biz olacağız.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Konuşmasına Mardin – Diyarbakır sınırında çıkan ve 15 kişinin hayatını kaybettiği yangından bahsederek başlayan Bakırhan, şunları söyledi:

“Birkaç gün önce çok büyük bir felaket yaşadık. Diyarbakır’ın Çınar ilçesi ile Mardin’in Mazıdağı ilçesinde yangın felaketi yaşadık. Yangında 15 canımızı yitirdik. Yine yangında hayvanlar, canlılar yaşamını yitirdi, ürünler yok oldu. Yangında yaşamlarını yitiren canlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Ailelerinin başı sağ olsun. Halkımızın başı sağ olsun. Biz de yangından hemen sonra eş genel başkanımız, milletvekillerimiz ve belediye eş başkanlarımızla bölgede bulunduk. Bir DEDAŞ belası var, aslında bu defalarca dile getirildi.

DEDAŞ bölgede DEHAQ olarak anılıyor. Kimse ona DEDAŞ demiyor, Dehaq diyor. Bölge halkının aşına, işine, ekmeğine el koyuyor. Bu felaketin baş sorumlusu DEDAŞ’tır. Elektrik faturasını ödeyemeyen çiftçiye ve köylüye anında icra gönderen, malına tarlada el koyan DEDAŞ, elli yıllık odun direklerle hizmete üretiyor. 50 yıldır özellikle Kürt illerinde alt yapı için tek bir yatırım yapmamış, tek bir harcama yapmamış. DEDAŞ da bölgeyi sömürge olarak gördüğü için sürekli artı değerini alarak daha fazla karına kar katmaya çalışmış.

DEDAŞ hizmet üretmiyor. Bölge halkının başına bela olmuş, Kürt halkının başına bela olmuş bir şirkettir. DEDAŞ ile bölgeye atanan kayyımların zihniyeti aynıdır. Bölgeyi ekonomik ve siyasi olarak sömürge olarak gördükleri için aynı anlayışla yaklaşıyorlar: Rantını elde et ama hizmet üretme! Rantını elde et ama orada felakete sebebiyet verecek altyapıyı düzeltme. Bu ikili hukuk maalesef sadece iktidar tarafından bölge halkına uygulanmıyor. Oradan ihale alan şirketler de iktidarın bölgeye yaklaşımına benzer bir yaklaşım ortaya koyuyor.

Köylere gittiğimizde insanlar feryat figan ediyordu. Bölgede oksijen tüpüne bağlı yüzlerce insan var. Bu, raporlarla da tespit edilmiş. Bir anda oksijen tüpüne bağlı olduğu yerde elektrikler kesiliyor. Bazen saatlerce, günlerce elektrik gelmiyor. Bu zulüm değil de nedir? DEDAŞ zulmü dediğimiz zaman birileri DEDAŞ’a arka çıkıyor. Neden arka çıktıklarını da çok anlamadım. Onların uyguladıkları yöntemleri kendileri de uyguladıkları içindir.

Mardin, Amed ve Urfa il-ilçe örgütlerimiz, Genel Merkezimiz ve Meclis Grubumuz DEDAŞ zulmünün sona ermesi için çağrılarda bulundular, soru önergesi verdiler, araştırma önergeleri verdiler ama maalesef bu konuda bir ilerleme yok, tek bir düzenleme yok. DEDAŞ, başta Urfa ve Mardin’deki halkımız olmak üzere bölgedeki tüm insanların yaşamına kastediyor. Çiftçiye verilen hibelere bile el koyuyor. Hizmet etmiyor, insanlara eziyet ediyor. En son olarak da bu katliamda DEDAŞ’ın ihmalinden dolayı insanlarımızı yitirdik, mal kaybı yaşadık.

Bu büyük felaketin tek sorumlusu var, o da DEDAŞ’tır. Yangının hemen ikinci günü Amed Mühendisler Odasından bir heyet olay yerine incelemeye gitti. O incelemede, yangının iktidara yakın medya organlarının dediği gibi bir anız yangını olmadığını raporlarında tespit ettiler. Yine Diyarbakır Başsavcılığı, evet bu da şaşırtıcı, Diyarbakır Başsavcılığı yaptığı ön incelemede yangının elektrik tellerinden çıktığının, DEDAŞ’ın aslında buna sebebiyet verdiğinin raporlarını açık bir şekilde ortaya koydu. Umarım savcılık bu can ve mal kayıpları konusunda raporlarına uygun davranır ve DEDAŞ hakkında gerekli soruşturma ve araştırmaları tamamlayarak katliama sebebiyet verenlerin doğru bir şekilde yargılanmasını sağlar.

Mardin Tabip Odası yangından sonra bölgede incelemelerde bulundu. Mardin’de yanık tedavi ünitesi yok. Yani bir büyükşehirde, 21’inci yüzyılda yanık tedavi edilemiyor. Yangınların sık sık çıktığı bir il. Bölge her anlamda, ihtiyaçları konusunda büyük bir yaptırım altındadır. İşte bunun hesabını vermeyenler, bu yangına sebebiyet verenlerden hesap sormayanlar, yangının anız yakılmasından çıktığını söylüyorlar. Bugün bir siyasi partinin lideri de ısrarla anız yangını diyor. Yerine gitmeden, incelemeden, yangının ilk çıktığı noktayı görmeden anız olduğunu nereden biliyorlar?

DEDAŞ özel bir şirket. Ayıptır, milliyetçilik yapıyorsunuz ama bari şirketin hatalarını görün. Bunları dile getirin. Bilmiyorsanız da sessiz kalın. Anız yangını diyenlere şunu söylemek istiyorum. Tarlanın biri biçilmiş, diğerinde ekinler yerinde duruyor. Nasıl ekinler yerde dururken komşusu anızını yakacak? Böyle bir şeye şahit oldunuz mu? Bizim bildiğimiz bütün ürünler biçilir, ürün ortadan kaldırılır, daha sonra köylüler anızını yakar. Böyle bir durum yok. Mesele Kürt olunca DEDAŞ’ı korumak ve kollamak için anız yangını diyorlar.

Köylüleri suçlu göstermeye çalışıyorlar. Nasıl bugüne kadar işlemiş oldukları günah ve suçların faturasını mağdur olanlara kestilerse, şimdi bu katliamda da yine DEDAŞ’ı aklamaya çalışıyorlar. İlk andan itibaren Mardin Büyükşehir Belediyemiz, Amed Büyükşehir Belediyemiz, Van Büyükşehir Belediyemiz ve il-ilçe belediyelerimiz araçlarıyla gereçleriyle birlikte yangın yerindeydi. Kayyımların satmadığı, diğer kurumlara peşkeş çekmediği, araç parkında kalan araçların tamamını bölgeye yığdılar. Belediyelerimiz bu felaketin, bu yangının durması için ellerinden geleni yaptı.

Ağıtlar Kürtçe olunca birileri maalesef bu sesi duymuyor. Hatta zil takıp oynayanları gördük, insanlıktan nasibini almayanları gördük. Yanan Kürt’ün evi olunca, helikopterle müdahale etmemek için bu ülkeyi yönetenlerin gözlerini ve kulaklarını kapattıklarına bu yangında şahit olduk. 2022 yılında yine Türkiye’nin birçok yerinde yangınlar çıktığında hükümet bir müjde vermişti. 10 tane gece görüşlü helikopter aldıklarının müjdesini vermişlerdi.

Ama bu 10 tane gece görüşlü helikopter Kürt illerinde yok, bölgede yok. Bölgedeki orman yangınlarında yok, bölgedeki tarla yangınlarında yok. Onlar başka yerlerde hizmet veriyorlar. Yanan Kürt’ündür çünkü. Ama bölgede başka bir şey var; başınızı kaldırdığınızda, üç beş kişi bir araya geldiğinde İHA’lar, SİHA’lar, F16’lar, helikopterler var. Yani zulüm etmek için havada bütün araçları kullanıyorlar, yok etmek için envai çeşit araç gökyüzündedir ama yangın çıktığında yangını söndürecek helikopter yok.

“Yangının olduğu yerler afet bölgesi ilan edilmelidir”

Alın size düşmanlık, alın size ikili hukuk. Böyle deyince de kardeşiz, ümmetiz, düşmanlık yapmıyoruz diyorlar. Kayyım atamak için 7-24 tetikte bekliyorlar. Cumhurbaşkanının resminin olduğu kimi salonlarda arkadaşlarımız esas duruşa geçtiler mi, selama durdular mı diye bakanlar, bir soruşturma açalım belki kayyım atarız diye tetikte bekleyenler; yangında 15 canımızı yitirirken orada değillerdi, oradaki felaketin karşısında müdahale etmediler, sessiz kaldılar, tek bir adım atmadılar.

Sizin huzurlarınızda Meclis çatısı altında bir kez daha yinelemek istiyoruz: Bir an önce yangının olduğu yerler afet bölgesi olarak ilan edilmelidir. Bu bir rica değildir, bu bir talep değildir; bu, ülkenin halkı için yapacağı bir zorunluluktur, bir sorumluluktur. Bir an önce Meclis’te hükümet dahil olmak üzere tüm siyasi partiler afet bölgesi ilan etmelidir. Yangından zarar gören yurttaşlarımızın mağduriyetleri acilen giderilmelidir.

Böylesine bir felaket yaşanırken, partili cumhurbaşkanı bu felakete ilişkin tek bir laf söylemedi. Bu ülkenin 15 yurttaşı canını yitirdi, onlarcası hastanelerde yoğun bakımda, dünya kadar insanların malı ve ürünü yanmış, yok olmuş, ortada ciddi bir felaket var. Oradan çıkan dumanlar neredeyse Urfa’dan, Antep’ten görülüyor ama bu ülkeyi yöneten cumhurbaşkanı bu meselede sessiz kalmıştır, izlemiştir. Birçok siyasi partinin de liderleri ve merkezleri sessiz kalmışlardır. Evet, bilerek ve isteyerek. Yanan Kürt olduğu için, yanan bölgedeki tahıl olduğu için. Arpanın milliyeti yok, buğdayın milliyeti yok, ay çiçeğinin milliyeti yok.

Hepsi aynı fabrikada işleniyor. Mardin’deki buğdayı Trabzonlu da Samsunlu da tüketiyor. İnsana düşmanlık yapıyorsunuz ama bari ürüne düşmanlık yapmayın. Biraz vicdan. Kimse bize bu saatten sonra gittik, yerinde inceledik kardeşlik edebiyatı yapmasın. Zaten nasıl kardeş olduğumuzu yaşadıklarımızdan hepimiz çok iyi biliyoruz. En son kardeşlik Mardin ve Amed’deki çıkan yangınlarda ortadan kalkmıştır. İkili hukuku devam ettiğini yine bir kez daha gördük. Sessiz kalmak aynı zamanda bu felaketi onaylamaktır. Hiç şüphe yok ki bu halk bu felaketi onaylayan sessizliği asla unutmayacaktır, bir yere not edecektir. Bunun ne anlama geldiğini Amed halkı da Mardin halkı da bizler de çok iyi biliyoruz. Bunu asla unutmayacağız, onaylamayacağız.

Yangından sonra sosyal medyadan kimi paylaşımlar yapıldı. Yapılan bu paylaşımları hep beraber gördük. Alçaklar sürüsü, evet alçaklar sürüsü, böyle bir felakette bile oh diyebiliyor. Ülkeyi ne hale getirdiler görüyorsunuz. Ülkenin bir bölgesinde bir halkın yaşadığı acılara oh çeken bir toplumla karşı karşıyayız. Bu ülkeyi yönetenler bunu görmüyor mu, utanmıyor mu? Kürt’ün, muhalifin attığı tweete anında müdahale edenler, sabah 4:30’da kapısına polis gönderenler, anında gözaltına aldıranlar “oh iyi oldu, daha fazla olsun” diyen bu alçak sürüsüne tek bir soruşturma dahi açmadılar.

Bunu da unutmadık, bunları da not edeceğiz. Bunlar acımıza, gözyaşımıza, ölümlerimize güldükçe iflah olmayacaklardır. Bizler bu ayrımcılığa, bu düşmanlığa, bu ırkçılığa karşı belediyelerimizle, Türkiye’deki halklarla ve ezilenlerle birlikte ortak mücadeleyi yükselteceğiz. Devlet orada yok, biz varız o yaraları sarmak için. Türkiye halklarıyla dayanışarak en kısa sürede yaşanan acılara merhem olacağız. Halkımız emin olsun ki biz yaralarını sarma konusunda 7/24 aktif bir çalışma içerisinde olacağız. Zaten birçok yerden oraya katkı sunmak isteyen insanlarımız harekete geçtiler bile.

Evet yangın felaketi böyleyken, ekonomideki durum da zaten ortada. Her biriniz yaşadığınız için çok detaylarına girmek istemiyorum. Bize uygulanana bu zulümden dolayı Türkiye bir sefalet, yoksulluk, aşsızlık, işsizlik içerisindedir. Bize uygulanan bu zulmü ortadan kaldırmadıkça da bu sefalet, bu açlık, bu yoksulluk devam edecektir. Yaşadığımız bu sefaletin tek bir sorumlusu vardır: AKP-MHP iktidarı. 22 yıldır bıkmadan, usanmadan, utanmadan her gün ekonomi düzelecek diyorlar. 22 yıldır düzeltemediğiniz ve artık düzeltemeyeceğiniz bu ekonomi konusunda bari açık olun, özeleştiride bulunun. Hiç olmazsa sonrasında söyleyeceğiniz sözün, atacağınız adımın insanlarda biraz karşılığı olsun.

Bizimle alay ediyorlar. Son bir yılda enflasyon yüzde 39’dan yüzde 75’e çıktı. İki katı. Faiz haram diyorlardı, Nas Suresini işaret ediyorlardı. Faizi yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye çıkardılar. Benzin bir yıl önce 21 liraydı, 41 liraya yani iki katına çıkardılar. Peki, AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde kaç milyon icralık dosya var biliyor musunuz? 13 milyon. Bu bir dünya rekoru. Hiçbir söze gerek yok. Bir ülkede 13 milyon icralık dosya varsa, o ülkenin nasıl yönetildiğini herkes çok rahatlıkla anlar. 13 milyonluk icralık dosya ne demek? Demek ki insanlar alıyor, ödeyemiyor. Demek ki insanlar borçlanıyor, ödeyemiyor. Demek ki insanlar almış olduğunu ödeyecek bir gelire sahip değil. 13 milyonluk icra dosyası olan bu ülkede hala bakanlar çıkıp ekonomiyi düzelteceğiz diyorlar. 13 milyon icra dosyası bu ülkenin ekonomisinin ne halde olduğunun en iyi göstergesidir.

Kasayı doldurmak için trafikte radarları öyle yerlere bırakıyorlar ki şaşırırsınız. Üzerine örtü örtüyorlar, ağaç dallarıyla kapatıyorlar ki o geçinemeyen yoksula, bayramda anne babasının elini öpmek isteyen insanlara ceza kessinler. Biz bunlara boşuna “pusu iktidarı” demiyoruz. Vatandaşına pusu kuran dünyada başka bir devlet var mı? Trafikte bile pusu kuruyorlar. Bakın 2024 Mayıs’ında kesilen trafik cezaları ile 2023 Mayıs’ında kesilen trafik cezaları arasında 5 misli fark var. Bir yılda kurdukları pusularla 5 kat daha fazla trafik cezası kestiler.

Halkına pusu kuran, halkını bununla borçlandıran bir iktidarla karşı karşıyayız. Meral Vekilimiz Karayazı’da bir kaza geçirmişti. Yılmaz Hun bir yeğenini yitirdi. Meral Hanımın kaza geçirdiği aynı noktada genç arkadaşımız kaza geçirip yaşamını yitirdi. Pusu kuruyor ama sürekli aynı yerde yapılan kazalarda yolları onarmıyor, kaza olmasın diye bir çaba içerisine girmiyor. İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Ekonomi düzeliyor diyorlar. Soruyoruz; kimin ekonomisi düzeldi?

Biz Hakkari’deydik. Hakkari halkının iradesi gasp edildiği için arkadaşlarımızla Hakkari’de bulunuyorduk. Hakkari’de sadece bir ayda yüz esnaf kepenk kapattı. Ankara değil Hakkari. Küçük bir ilimiz. 100 tane esnaf orada çok önemlidir. Ekonomi iyidir diyorlar ama Edirne’deki esnaf feryat figan ediyor. Türkiye’deki esnaf siftah yapamıyor, asgari ücretli geçinemiyor, emekli geçinemiyor. İnsanlar intihar ediyor. Yoksulluk almış başını gidiyor. Ama onlar ekonomi iyidir diyor. Hangi ülkede yaşıyorlar, nerede yaşıyorlar, ne yiyorlar, ne içiyorlar bilmiyorum.  Hilvan’da tarlada emekçileri ziyaret etmiştik. Tarlada çalışan emekçilerin yarısından çoğu 13-18 yaş arası çocuklardan oluşuyordu. Madem ekonomi iyidir, okula gitmesi gerekenler inşaata ve tarlaya neden gidip çalışıyor? Ekonomisi iyi olan çocuğunu okuldan alıp tarlaya ve inşaata neden göndersin?

Sadece geçen yıl iş cinayetlerinde 54 çocuk, 18 yaş altı insanımız yaşamını yitirdi. Alın size ekonominin fotoğrafı! AKP iktidarı döneminde artık insanlar beslenemiyor. Dikkat ediyor musunuz bilmiyorum ama çocuklar beslenemediği için boyları bile uzamıyor. Öğün sayısı birçok ailede ikiye düştü. Ana öğünde özellikle bölgede, metropollerde bulgur, makarna, patates bulanlar kendisini şanslı sayıyor. Ekonomi iyiymiş, ülke iyiye gidiyormuş! Utanmazlar! Bu iktidarın üzerinde yoksullaşan, bir yanı hep eksik ve yarım kalan insanlarımızın ahı ve bedduası var. İnşallah bu ah ve beddua bu tabloyu yaratanlardan çıksın.

Bir bardak suyun maliyeti 1 liradan fazla. 4 kişilik bir aile düşünün, 10 bardak su içtiklerini düşünün, sadece içme suyunun bir aileye maliyeti ayda 1200 lira. Hani eskiden “sudan ucuz” diyorduk ya, artık insanlar o deyimi kullanamıyor. Çünkü artık su bile ucuz değil. Ülkeyi bu hale getirdiler, sudan ucuz bile diyemeyeceğimiz bir noktaya getirdiler. Öyle bir enkaz yarattılar ki Türkiye’de yaşayan 25 milyon insan sosyal yardım almadan geçinemiyor.

Asgari ücrete yapılan son artıştan bugüne kadar her şeye zam geldi. 6 ayda ekmeğin ücreti yüzde 25 zamlandı. Patatesin fiyatı yüzde 30, pirincin yüzde 20 arttı. Aklınıza gelen her şey yüzde 30-40-50 artıyor ama emekçinin asgari ücretine artış yok. Yahu vicdansızlar bu toplum ne yesin, ne içsin, nasıl geçinsin? Bu insanlar çocuklarına ne yedirsin? Nasıl geçinsin? Lütfen Ekonomi Bakanı söylesin. 17 lirayla, 10 lirayla bir aile nasıl geçindirilir? Bari bir formül üretsinler biz de ona göre anlayalım, ona göre halkımız yemesine içmesine dikkat etsin.

Şimdi yeni paket hazırlıyorlar. AKP iktidarı döneminde o kadar çok yeni reform paketi var ki… Binlerce var. Ne reformun bir anlamı kaldı ne yeni dediklerinde insanlar heyecanlanıyor ne de paket dediklerinde insanlar heyecanlanıyor. Tam tersine korkuyor. Her yeni bize bir maliyet, bir külfet. Her yeni bize kelepçe, her yeni bize verilen cezaları artırıyor. Reklamını yaptıkları şey vergide reform paketi değil. Buna emin olabilirsiniz. Bir kazık paketi hazırlıyorlar. Bu kazık paketinde her şeyden vergi alacaklar. Şimdi gözlerini neye diktiler biliyor musunuz? Restoranlarda çalışanların aldıkları bahşişe. Nasıl vergilendirecekler onu da bilmiyorum. Moto kuryelerden vergi alınmıyormuş. Ne kadar yaratıcılar? Saray medyası moto kuryelerden nasıl vergi alınacağını tartışıyor.

Vergi de vergi! Nasıl alacaklarını çok iyi tartışıyorlar. Vallahi helal olsun! İnşallah halkımız bunları görüyor ve gereğini de yapacak. Ben de onlara bir şey hatırlatayım, yazıktır. Türkiye ekonomisi bence biraz daha vergi toplasın da rayına girsin. Bugüne kadar sadece oksijenden vergi almadılar, şimdi akıllarına düşürdük yarın öbür gün aldığımız nefesten de vergi alırlarsa hiç şaşırmayın? Kusura bakmayın, özür diliyorum, bunun sebebi de biz olacağız. Vergide reform bu değil. Dört kalem sayacağım. Bu dört kalemde gelsinler bir reform paketi çıkarsınlar biz de vekillerimizle destekleyelim. Ne yapsınlar mesela? Artan oranlı servet vergisi çıkarsınlar. Çok kazanandan çok, az kazanandan az. En önemlisi vergi kıyaklarına son versinler.

Hazine garantili firmalar var. Dolar-eurolarla iş yapan, geçmediğimiz yollardan ve hava alanlarından dolar-euro alan, şehir hastanelerini yapan Türkiye’de toplam 44 şirket var. Bu garantili para alan 37 şirketten tek kuruş vergi alınmıyormuş. Ama moto kuryeden vergi alarak ekonomiyi düzeltecekmişiz. Allah belanızı versin, ne diyelim. Üçüncüsü kamuda israftan ve lüksten vazgeçin. Bunlar kamudaki israf ve lüksten neyi anlıyorlar biliyor musunuz? Emekçilerin toplu taşımada kullandıkları araçları yasaklamayı anlıyorlar; buradaki Mercedesleri, Audileri, tek kişilik jetleri, şuraya buraya harcanan milyonları anlamıyorlar.

“3S’ye yani savaşa, Saray’a, sermayeye kaynak aktarmayı bıraksınlar”

Dördüncüsü ve en önemlisi yıllarca bunu söyleyip duruyoruz. 3S’ye, yani savaşa, Saray’a, sermayeye kaynak aktarmayı bıraksınlar. Peki, ne yaparız bu 4 maddeyle? Asgari ücret en az 32 bin TL olur. Yoksul ailelere temel gelir desteği ve güvencesi sağlarız. Temel gıdada KDV ve ÖTV’yi sıfırlarız. Emekli maaşlarına zam yaparız. Evi olmayana kira desteği sunarız. İhtiyaç sahibi hanelere elektriği, doğalgazı ve suyu bedava sağlarız. En önemlisi de çiftçiye ve emekçiye üretim için destek oluruz. Bakın 4 tane şey yapacaklar, çok kolay.

Karşılığında emin olun bu ülke çok rahat bir nefes alacaktır. İşte alın size formül. Ama tenezzül edip dinlemiyorlar. Ekonomiyi batırdılar, ülkeyi de batırdılar. Şimdi diyorlar ki bu batan enkazın altında emekçiler, yoksullar, işçiler kalsın, asgari ücretliler kalsın. Vallahi biz kalmayacağız! Bunu reddediyoruz. Önümüzdeki günlerde de bu zulmünüze, bu karanlık zam düzeninize itiraz edeceğiz. Bu enkazı yaratanlar bu enkazı kaldıracak, altında biz kalmayacağız. Buna söz veriyoruz. Bu karanlığı, bu zulmü, bu zam düzenini bize önerenlere de ezilenlerle ve yoksullarla birlikte enkazı ya kaldıracaksınız ya da gideceksiniz diyeceğiz.

Yine başka bir konu var. Belli bir süre izledik, anlamaya çalıştık. Bir müsamere oynanıyor. Yumuşama mı var, iyileşme mi var? O koltuk mu, bu koltuk mu? Ama artık bunun da bir sınırı olmalı. Artık bununla yitirecek zamanımız yok. Hepimizin durumunu ortadadır. Bu müsamereye başta ana muhalefet partisi olmak üzere herkes son vermelidir. Bu müsamere artık bitti. Ne yumuşaması, ne iyileşmesi? İşte Kobanî Kumpas Davasında ortaya çıkan cezaları gördük. Yumuşamayı zaten küçük ortak reddetti.

İstikamet doğru, daha sert bir şekilde devam edelim diyerek aslında AKP’ye de yol çizmeye çalıştı. Ekonomi düzeldi mi düzelmedi mi, yok bir heyet gönderelim Mehmet Şimşek’le görüşsün. Kardeşim, adamların çıkardıkları paketin içeriği ortada. Neyini düzeltecekler, neyin peşindesiniz.? Papatyayı eline almış yapraklarını kopararak düzelecek mi düzelmeyecek mi? Bizim papatya falına bakacak vaktimiz yok. Bizim bir saniye bile kaybetmeden aşa, işe, özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacımız var. Bunun için ortaklaşmaya, ortak mücadeleye ihtiyacımız var. Bu da aynı zamanda herkese çağrımızdır.

Karamsar bir tabloydu ama inşallah önümüzdeki dönmelerde daha mutlu sunumlar burada yaparız. Bölge yanıyor, herkes aç açıkta ama onlar 3 Haziran’da Hakkari’de halkın iradesini gasp etmek istediler. Hakkari’deyiz, Colemerg’deyiz, eş başkanlarla birlikte ilk günden beri oradayız. Bu arada Hakkari halkıyla dayanışmak için İstanbul’dan, Edirne’den, Türkiye’nin dört bir yanından oraya akan binleri de on binleri de saygıyla selamlıyorum. O dayanışma bize güç verdi. Biz de Hakkari Belediyesi tekrar halkın evi oluncaya kadar bu mücadeleyi kararlı bir şekilde yürüteceğiz. Dün Mardin Valisi bizden sonra taziye çadırlarını dolaştı, halk çok büyük tepki gösterdi.

Hükümeti kayyım atama utancından vazgeçmeye çağırıyorum”

Ne dedi oradaki amcalar, ağıt yakan gençler, kadınlar? Dediler ki bu felakette bizim yanımızda bir tek belediyemiz vardı. Bakın “belediyemiz” diyorlardı. Ya artık utanın! En zor günlerde halkının yanında olan, halkının yarasına merhem olmaya çalışan belediyeleri gasp ederek halkı yalnızlaştırmak ve çaresiz bırakmak istiyorlar, cezalandırmak istiyorlar. 21’inci yüzyılda böyle bir şey var mı? Oy atacağız, o beş yılda da irademiz gasp edilmesin diye gece gündüz nöbet tutacağız. Bu büyük bir utançtır. Sandık kurmuşsun sonuçları ortaya çıkmış.

Niye biz 24 saat belediyelerin önünde belediyelerimizi koruyalım? Böyle bir ülkede demokrasi var diyebilir misiniz? 21’inci yüzyılda hükümeti bu utançtan vazgeçmeye çağırıyorum. Sandık sonuçlarına saygı göstermesini istiyorum. Öyle kayyıma mayyıma geçmişte olduğu gibi kimsenin izin vereceği yok. Bak bunu iyi yazın. Neye mal olursa olsun o belediyeleri koruyacağız. Hem de Türkiye’deki ezilenler ve yoksullar ve emekçilerle birlikte. Bu zam zulüm düzenine, bu karanlık düzene itiraz edenlerle koruyacağız.

Bunun için de 29 Haziran’da İstanbul’da Emek ve Demokrasi Güçleri öncülüğünde “Emeğimiz ve Özgürlüğümüz İçin Kayyıma Geçit Vermeyeceğiz” sloganıyla bir miting düzenlenecek. Biz de buna katılacağız. Bu vesileyle İstanbul ve bölgede bulunan ve bu karanlık sisteme itiraz eden bütün halklarımızı, en başta kadınları ve gençleri bu mitinge katılmaya, güç ve destek vermeye çağırıyoruz. Bu dayanışmayla İstanbul’dan Hakkari’ye oluşturmaya çalıştığımız dayanışma köprüsünü büyüteceğiz.

Yarınlarımızın tek teminatı emin olun ki dayanışmadır. Herkesi bu dayanışmayı büyütmeye çağırıyorum ve inanıyorum ki bu çağrımıza cevap verecekler. Yine durmayacağız. Önümüzdeki günlerde hemen mitingden sonra Türkiye’nin dört bir yanından Hakkari’ye, iradeye saygı yürüyüşü gerçekleştireceğiz. Onlar saygı duymuyor, sesimizi de duymuyorlar ya; Türkiye’nin dört bir yanından Hakkari halkının, Kürt halkının iradesine saygı duyun diye Hakkari’de olacağız. Artık iflas eden kayyım rejimini Hakkari’den ve Kürdistan’dan gönderinceye kadar emekçilerle birlikte mücadelemizi devam ettireceğiz. Hepinizi bu mücadeleye sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları ile birlikte iki heyet halinde belediyelerimizi ziyaret ettik. 36 belediyemize gittik. Belediye eş başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz, çalışanlarımız, halkımız ve kentin dinamikleriyle bir araya geldik, sohbet ettik, süreci değerlendirdik. Birkaç ayda bu kadar mı o kent değişir? Temizlik, düzen, hizmet… Halkın sempatisi, sevgisi bu kadar mı net ve açık bir şekilde görülür? 36 belediyemizin neredeyse tamamında aynı sevgiyi ve gülen gözleri gördük. Sanki her vatandaşımız kendisi kazanmış, kendisi belediye eş başkanı olmuş gibi bizi karşıladı. Bu vesileyle gözleri ışıl ışıl parlayan ve belediyelerine sahip çıkan halkımızı da buradan istiyorum.

Büyük bir talan var, yıkım var, büyük bir usulsüzlük var ama ona rağmen hizmet üretiliyor. Hizmet üretilmeye de devam edecek. Bu konuda kuşkunuz olmasın. Tekrar ediyoruz: Belediyelerimiz bizim can damarımızdır. Bu can damarlarımızı kimseye gasp ettirmeyeceğiz. Bunu herkes böyle bilsin. Bu can damarlarımızı gaspçı kayyımlara ve rantçı şebekelere asla kaptırmayacağız. Bunu herkes çok iyi bilsin. Belediyeler halkındır, halkın olmaya devam edecektir. Kendisine güvenenler, projesine güvenenler, belediyecilikte örnek çalışmalar yaptıklarını söyleyenler beklesin seçim sandığı kurulduğu zaman kayyımıyla, güvendikleri herkesle beraber yarışalım. Ortaya çıkan sonuçlara da saygı duyalım.

Son olarak bir yanımız yangınla, milliyetçilikle, ırkçılıkla mücadele ediyor; diğer yanımız açlık ve sefalet içerisinde ayakta kalmaya çalışıyor. Bu karanlık sömürü düzeninden, bu ırkçı ve ayrımcı zihniyetten kurtulmak için birbirimize sarılmaktan, omuz vermekten başka bir şansımız yoktur. Bunu yapacağımıza eminiz. Güçlerimiz birleştirirsek bu uğursuz ampule, bu ölüm hilaline son vermek mümkündür. Son vereceğimize olan inançla hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın