Bakırhan’dan Bahçeli’nin “Türk Ve Kürtler’in Birbirini Sevmesi Farzdır” Sözlerine Destek

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin dün söylediği “Türk ve Kürtler’in birbirini sevmesi farzdır” sözlerine de atıfta bulunarak şu ifadeleri kullandı:

“Biz de Türk ve Kürtler’in birbirini sevmesinin, birbirlerinin haklarına ve hukuklarına saygı duymasının farz olduğunu söylüyoruz. Biz de buna inanıyoruz. Biz de geçmişte defalarca şahitlik yaptığımız gibi Türk ve Kürtler’in tarihsel işbirliklerinin çok önemli süreçlere sebebiyet verdiğini ve Türkiye halklarına kazandırdıklarına defalarca şahitlik yaptık.”

Tuncer Bakırhan toplumun Kürtler’e tanınacak her hakkın Türkler’in kaybı olacağı endişesinden kurtulması gerektiğini ifade ederek, “Tarihsel Kürt ve Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine, demokratik bir anlayışa kavuşmasını belirtmek istiyoruz. Kürtler’e tanınacak her hakkın Türklerin kaybı olacağı endişesinden artık kurtulmamız gerekiyor. Kürt kazandıkça Türk kazanır, Kürt kazandıkça Türkiye halkları, emekçileri kazanır. Türk kazandıkça Kürtler kazanır. Türk kazandıkça Türkiye emekçileri kazanır. Her iki halk kazandıkça Türkiye halkları, emekçileri, Türkiye kazanır” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin (ESP) 4’üncü Olağan Genel Kongresi’nde konuştu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi: “Merheba ez ji we yek bi yek silav dikim. Hûn bi xêr hatin, li ser seran li ser çavan hatin. Değerli arkadaşlar, değerli konuklar, ESP’li yoldaşlar hepinizi selamlıyorum. Kongrenize başarılar diliyorum. Kongrenizin hem Türkiye hem de dünyanın ve Ortadoğu’nun içerisinde bulunmuş olduğu kaosa, krize bir yol haritası çıkaracağını bekliyor ve umuyorum.

Çok önemli tartışmaların olacağını ve bu tartışmaların önümüzdeki dönem birleşik mücadelemize büyük katkılar sunacağına eminim. Şimdiden başarılar diliyorum. Ayrıca Hasan Ocak, Polen Ünlü, Ezgi Sadet’in yoldaşlarıyla bir arada olmaktan büyük bir mutluluk ve onur duyduğumu belirtmek istiyorum. Bu vesileyle Suruç’ta yaşamları elinden alınan, katledilen 33 düş yolcusunu da saygı ve minnetle anıyorum. Yine Özlem  başkan söyledi ama ben de üzerinden geçeyim. Rojava’da, Kobanî’de, Suruç ve Gazi’de yaşamını yitiren yoldaşlarımızın, canlarımızın da anıları önünde saygıyla eğiliyor, mücadelelerini bir gün mutlaka başarıya ulaştıracağımızın sözünü ben de tekrar etmek istiyorum.

Değerli dostlar, yakın zamanda hem Figen Başkan hem de Selahattin Başkan ile görüştük, Tülay Başkan ile birlikte gitmiştik. Çok selamları vardı her ikisinin de, kongrenize başarı dileklerini ilettiler. Yine Selçuk Mızraklı, Semra Güzel ve diğer arkadaşların tamamının hepinize çok selamları vardı. Ben de bu arkadaşlar şahsında şu anda cezaevinde bulunan binlerce siyasi tutsağı da tekrar selamlıyor, onların onurlu mücadelesinin başarıya ulaşacağı sözünü onlara yenilemek istiyorum.

Evet değerli arkadaşlar hem ülkemizde dünyada sistem ciddi bir kriz yaşıyor, ciddi bir kaos var. Biraz önce eş başkanlar bunu dile getirdi. Dünyayı tek kelimeyle tanımlar mısınız derseniz bir belirsizlik diye tanımlayabilirim. Ciddi bir belirsizlik var. Kapitalist, emperyalist sistem kendisini artık devam ettiremiyor. Ciddi bir kriz içindedir. Bu krizi örtmek, pastadan yine en büyük payını almak için başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın dört bir yanında çatışmalarla, savaşlarla kendilerini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Yanı başımızda Ortadoğu’daki savaşı hep birlikte izliyoruz.

İsrail’in Filistin karşısındaki katliamlarını, Gazze’yi işgalini hep beraber canlı yayınlarda izlemek durumunda kaldık. İsrail-Filisin savaşı Lübnan’a, Suriye’ye, İran’a da sıçradı ve yarın neyle karşılaşacağımızı kestirmek zor olmasa gerek. Belli ki Ortadoğu çatışma, savaş ve kaos iklimi içerisinde belirli bir süre daha devam edecek. Tabi ki bunun  bir amacı kapitalist emperyalist sistemin kendi içerisinde bulunduğu krizi ötelemek içinse diğer bir sebebi de hepinizin bildiği gibi enerji ve ticaret yollarını kontrol altına almak istiyorlar. Buranın  en önemli merkezlerinden birisi Ortadoğu’dur. O önemli merkezin en önemli coğrafyası da Kürdistan’dır, Ortadoğu coğrafyasıdır.

Dolayısıyla buradaki gelişmeleri yakınen takip etmek gerekiyor. Ortadoğu’daki emekçileri, ezilenleri, halklarımızı yakınen ilgilendirecek ve etkileyecek bir durum içerisinde olduğumuz için bugün ESP kongresinde de büyük bir ihtimalle bu kriz ve kaos karşısında emekçilerin, halkların, Kürtlerin, ezilenlerin nasıl zafer ve başarıyla çıkabileceklerini başta ESP kongresi olmak üzere her bir bileşenimiz Türkiye’deki her bir ittifakımız, ezilenlerden yana olan herkesin yoğunca tartışması ve yol haritasına bir cevap bulması gerektiğini belirtmek istiyorum.

Bu kriz ve kaos içerisinde Türkiye iktidarı da rahat durmuyor. Bir taraftan farklı şeyler tartışılırken bir tarafta dün Rojava’da onlarca sivil, saldırılar sonucunda yaşamını yitirdi. Bu saldırıya, bu katliama artık dur diyoruz. Bu saldırı ve katliamlarla yol alınmadığının en iyi örneği Rojava’daki gelişmelerdir. Eğer bu saldırılarla bir yol alınsaydı bugün Ortadoğu’nun en mutlu ve huzurlu ülkesi olurdu. Dünyanın en zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip bölgenin böylesine açlık ve yoksulluk içerisinde yaşaması, özgürlük ve demokrasiden yoksun olmasının sebebi Rojava’ya yapılan saldırı gibi tekçi, milliyetçi, ötekini, farklı olanı kabul etmeyen anlayıştır.

Bu saldırıların kimseye yararı yok. Orada öyle tırnak içinde terör örgütü de yok. Onlara dönük bir saldırı da yok. Hastaneler bombalanıyor. Peynir ve çocuklara süt üreten fabrikalar yerle bir ediliyor. Bu da bir zafer olarak sunulmak isteniyor. Buradan Kongreniz aracılığıyla iktidarı uyarmak istiyorum. Bu yol değil. Bu çözüm değil. Bu eğer bir çözüm olsaydı bugün milyonlarca taraftarı ve sempatizanıyla, çalışanıyla kader birliği yapmış halklar bir arada olmazdı. Bu saldırılardan vazgeçmeye çağırıyorum iktidarı.

“Demokratik bir Ortadoğu yaratmanın mücadelesini Üçüncü Yol ile birlikte vereceğiz”

Değerli arkadaşlar evet bir taraftan emperyal hegemonik güçler orayı dizayn etmek istiyor. Diğer taraftan Ortadoğu’da ulus devletler, tekçi, mezhepçi, inkarcı sistemlerle karşı karşıyayız. Arkadaşlarımız söyledi ben de kısaca tekrar edip geçiyorum. Biz ne hegemonik, emperyalist sistemin orada oluşturmaya çalıştığı sistemi destekliyoruz ne de tekçi mezhepçi, otoriter, faşist, kadını, halkları, inançları yok sayan bu rejimleri destekliyoruz. Tam da Üçüncü Yol dediğimiz anlayışımız, fikriyatımız budur. Biz ezilenlerin, halkların, kadınların, Rojava’da olduğu gibi bir arada birlikte, onurluca, demokratik bir şekilde yaşamasının mücadelesini veriyoruz.

İşte Rojava bu tekçiliği reddeden, sömürmek isteyen sistemler karşısında dünyadaki ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin bir umut kaynağıdır. Bu umut kaynağını büyütmeye, yaşatmaya ve demokratik bir şekilde mücadelemizi devam ettireceğimizi, birliğimizi güçlendireceğimizi bir kez daha belirtmek istiyorum. Evet bir kaos var ama bu kaostan çıkacağız. Bu kaostan çıkış yolunu bu salonlarda, sokaklarda, fabrikalarda direnen, mücadele eden halklarla, emekçilerle birlikte çözüm önerilerimizi ortaya koyarak, daha demokratik, herkesin kendi kimliği ve inancıyla, cins kimliğiyle, kardeşçe bir arada yaşadıkları bir Ortadoğu yaratmanın mücadelesini Üçüncü Yol ile birlikte vereceğiz.

Değerli arkadaşlar yine yakinen takip ediyorsunuz. Türkiye’de de kimi tartışmalar oluyor, hep birlikte izliyor ve takip ediyoruz. AKP ve özellikle Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve yöneticileri her gün çağrılar yapıp duruyorlar. Tabi bu tartışmaların birçok nedeni var. En önemli nedeni bugün buradaki birliğimiz ve mücadelemizdir. Birçok neden sayabilirim. İç dış nedenlerini sıralarsak bir saat sürebilir ama kısaca hepsinin toplamının çözülmeyen Kürt sorunu olduğunu ve Kürt sorununun artık Türkiye’de mevcut anlayışın yürütemeyecek bir noktaya geldiğini belirtmek istiyorum. Asıl sebebi Kürt sorunudur.

Dolayısıyla bu kriz ve kaostan çıkışın en önemli yolu Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesidir. Bakın Kürt meselesi, bugüne kadar 42 başbakan gördü, 13 cumhurbaşkanı gördü. Dünya kadar içişleri, dışişleri bakanı ve bürokrat gördü. En önemlisi de 3 trilyon doların heba edilmesine neden olan bir sorun haline geldi. İşte emekçilerin, ezilenlerin, insanca geçinebilecekleri bir ücreti alamamalarının sebebi 3 trilyon dolarının Kürtlerin başına top, mermi olarak yağmasıdır.

Dolayısıyla bu tartışmalarda bizim ortaya koyacağımız en önemli duruşlardan birisi artık bu ülkenin ekonomisini, siyasetini, yaşamını zehirleyen, çürüten bu anlayışı bir kenara bırakarak bu sorunun demokratik yollarla, müzakereyle, diyalogla çözülmesini savunmalı ve bunun mücadelesini yürütmektir. Ülkeyi yönetenlerin bir karar vermesi gerekiyor. İkinci Yüzyıla Türkiye halkları ve emekçileri ayaklarında prangalarla mı girecek ya da Cumhuriyetin ikinci yüzyılında çözümle mi, demokratik bir cumhuriyetle mi gireceğiz sorusuna bu tartışmayı başlatanlar bir cevap bulmalı. Bulmuş oldukları cevapları da halklarımız ve emekçilerle paylaşmaları gerekiyor.

“Kürt ve Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine kavuşmasını istiyoruz”

Biz  de Türk ve Kürtlerin birbirini sevmesinin, birbirlerinin haklarına ve hukuklarına saygı duymasının farz olduğunu söylüyoruz. Biz  de buna inanıyoruz. Biz de geçmişte defalarca şahitlik yaptığımız gibi Türk ve Kürtlerin tarihsel işbirliklerinin çok önemli süreçlere sebebiyet verdiğini ve Türkiye halklarına kazandırdıklarına defalarca şahitlik yaptık. Şimdi bu tarihsel Kürt ve Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine, demokratik bir anlayışa kavuşmasını belirtmek istiyoruz. Kürtlere tanınacak her hakkın Türklerin kaybı olacağı endişesinden artık kurtulmamız gerekiyor.

Kürt kazandıkça Türk kazanır, Kürt kazandıkça Türkiye halkları, emekçileri kazanır. Türk kazandıkça Kürtler kazanır. Türk kazandıkça Türkiye emekçileri kazanır. Her iki halk kazandıkça Türkiye halkları, emekçileri, Türkiye kazanır. Bu konuya ilişkin bizim düşüncelerimiz bunlardır. Biz barışı ve çözümü kimseden beklemiyoruz. Barışı da çözümü de getirecek, bir yüzyıldır çözülmeyen Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünü sağlayacak olan bu salondaki birlikteliğimiz, renklerimizdir. Bu salondaki gençlerin, kadınların, emekçilerin mücadelesidir. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu meseleyi siyasal iktidarları, ikballeri için araçsallaştıran anlayışa karşı barışı toplumsallaştırma gibi büyük bir görev ve sorumluluk önümüzde duruyor.

Önümüzdeki günler barışın toplumsallaştığı, kadınların, gençlerin, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, ezilenlerin demokratik bir barışa ulaştıkları bir zemini önümüze çıkardı. Bunu layıkıyla yerine getireceğimize inanıyorum. Barışı toplumsallaştırmak için hiçbir dönem olmadığı kadar daha güçlü bir şekilde; Kars’tan Edirne’ye kadar Samsun’dan Hatay’a kadar ortak mücadelemizi, ittifaklarımızı, güçlerimizi bir araya getirerek sonuç alacağımıza inanıyorum.

Geçen gün Sayın Öcalan ile milletvekilimiz Ömer Öcalan bir görüşme gerçekleştirdi. Aslında çok önemli şeyler de ortaya çıktı. Sayın Öcalan, hukuki ve siyasi zemin oluşursa Kürt meselesinin diyalog, demokratik bir yolla çözülmesi için her türlü rolü üstleneceğini belirtmişti. Biz de  burada iktidara bu tartışmaları yapan ama ne yapacakları belli olmayan, ne dedikleri belli olmayan, sadece söz kuran, pratikte herhangi bir değişmeye, gelişmeye sebebiyet vermeyen bu anlayışa diyoruz ki bu meselenin en önemli çözüm ayaklarından birisi başmüzakereci Sayın Öcalan’dır.

Açın İmralı kapılarını, Sayın Öcalan’ın düşünceleri, fikirleri halklarla, Türkiye emekçileriyle, yoksullarla, Kürtlerle, kendi partisi ve yoldaşlarıyla buluşsun. Madem çözümden bahsediyorsunuz, çözüm diye bir şeyin henüz ortada olmadığını belirterek buyurun açın Sayın Öcalan’ın yolunu. Çözüm konusunda eğer hukuki ve siyasi zemini oluşturursanız biz de büyük bir rol oynayacağını, yüzyıldır bir pranga olarak Türkiye halklarının ayağına vurulan bu sorunun demokratik yollarla çözüleceğine inanıyoruz.

Çok sıkıntılı bir süreçteyiz. Emin olun kendimize inanıyoruz, güveniyoruz. Bütün zulümler karşısında sinmeden, durmadan mücadele ettik. Özlem başkan gibi, Şahin başkan gibi ESP’nin 5 yıldır yönetiminde olan yönetimi gibi asla pes etmedik. Emekçilerle birlikte fabrikada olduk, inançları yok sayılan Alevilerle birlikte Hacı Bektaş’ta olduk, katledilen kadınların katliamlarını önlemek için kadın yoldaşlarla birlikte olduk. Ekokırım karşısında ekolojistlerle birlikte olduk. Toplumun ezilenleriyle, sömürülenleriyle birlikte bütün sorun alanlarında bir araya geldik, bir araya gelmeye devam edeceğiz. Emin olun çok önemli bir zemin var. Daha örgütlü, daha disiplinli, daha güçlü güçlerimizi bir araya getirip ittifaklarımızı büyütebilirsek Türkiye’nin demokrasiye, özgürlüklere kavuşmaması için hiçbir sebep olmadığını belirtmek istiyorum.

“ESP İstanbul’daki fabrika işçileridir”

Ayrıca son olarak ESP’ye de bir parantez açarak konuşmamı bitirmek istiyorum. ESP gerçekten sadece bir bileşenimiz değil. ESP Suruç’ta 33 düş yolcusudur, Rojava’daki örgü saçlı direngen, çölü vaha yapan kadındır, İstanbul’daki fabrika işçileridir, katledilen gençlerdir. ESP tüm zulüm ve faşizme rağmen cezaevlerinde direnen siyasi tutsaklardır. Onun için ESP’nin kongresine çok büyük değer ve kıymet verdiğimizi belirtmek istiyorum. Büyük ve güçlü bir bileşenimiz olmaya devam edecek ESP. Omuz omuza yaşamın her alanında yine birlikte mücadele edeceğimiz çok önemli günleri beraber karşılayacağımızı belirtiyorum.

5 yıl boyunca bileşenimiz olan bizlere büyük katkı ve emekler sunan şu andaki ESP yönetimini ben de kutluyorum. Çok değerli düşünceler, fikirlerle bizi zenginleştirdiler, geliştirdiler. Emin olun onların varlığı bize umut ve güç verdi. Öyle olmaya devam edecek. Yeni seçilecek yönetim de eminim ki 5 yıldır seçilen arkadaşlarımızla birlikte işlettiğimiz hukuku fazlasıyla yerine getirerek mücadelemize büyük katkılar sunacaktır. Yeni seçilecek yönetime de başarılar diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: DEM Parti’den “Kandırılma” Açıklaması

Yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin açıklamada bulunan Tuncer Bakırhan, DEM Parti’nin yeniden “kandırılabileceği” yönündeki eleştirilere ilişkin, “Bizim kandırıldığımızı söyleyenler oluyor. Biz geçmişte yaşananları biliyoruz, değerlendirdik, hatalarımız için özeleştiri yaptık” dedi ve ekledi:

“Ama biz de yaşananları yetkili organlarımız ile tartışıyoruz. Olmadı bir kandırmacadan ibaret çıktı, mücadelemiz sürüyor. Biz yine buradayız. Cezaevleri bizimle dolu. AYM kararları, AİHM kararları uygulanmıyor. Kobanê ve Gezi tutukluları bırakılmalı. İnsanların infazı yakılıyor, 30 yılı dolduranlar 32 yıl, 35 yıl tutulmak isteniyor, bu değişmeli.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, gazetecilerle buluşmalarında soruları yanıtladı ve “Bir süreç mi var, bilmiyoruz” diye konuştu.

Hükümetle bir temaslarının olmadığını söyleyen Tuncer Bakırhan, “Henüz bir görüşme yok, şimdi olan bir süreç mi değil mi onu da bilmiyoruz. Bu işi başlatanlarla bir temas olmadı, resmi de gayrı resmi de olmadı. Yazılan çizilenleri hayretle izliyoruz. Onaylayacak ya da reddedecek durumda değiliz. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz” dedi.

AK Parti ve MHP’nin sürece yaklaşımının belirleyici olacağını söyleyen Hatimoğulları da şu ifadeleri kullandı: “Eğer barış isteniyorsa bir yol temizliği gerekir. Yol temizliği nedir? İmralı tecridinin kalkması, AİHM kararlarının uygulanması, cezaevlerinin rahatlatılması bir yol temizliğidir. Bugün bir müzakere başlıyor, sonra kapatılıyorsa biz mücadelemize kaldığımız yerden devam ederiz. Bu süreç bizi asla rehavete sürüklemeyecek. Barışın toplumsallaşması için sahada olacağız.”

DEM Parti’nin yeniden “kandırılabileceği” yönündeki eleştirilere ise Tuncer Bakırhan şu yanıtı verdi: “Bizim kandırıldığımızı söyleyenler oluyor. Biz geçmişte yaşananları biliyoruz, değerlendirdik, hatalarımız için özeleştiri yaptık. Ama biz de yaşananları yetkili organlarımız ile tartışıyoruz. Olmadı bir kandırmacadan ibaret çıktı, mücadelemiz sürüyor. Biz yine buradayız. Cezaevleri bizimle dolu. AYM kararları, AİHM kararları uygulanmıyor. Kobanê ve Gezi tutukluları bırakılmalı. İnsanların infazı yakılıyor, 30 yılı dolduranlar 32 yıl, 35 yıl tutulmak isteniyor, bu değişmeli.”

“Muhatap kim?”

Basın toplantısında “muhatap kim olacak” sorularını da yanıtlayan Bakırhan, şöyle konuştu: “Çatışan taraflar barışı kurar, demokrasi güçleri katkı sunar. Çatışmanın tarafları, devlet ve PKK/Öcalan’dır. PKK’ye talimat verecek bir konumda, bir yerde değiliz, bizim işimiz de değil. Silah bırakılsın deniliyor. Silah bizde değil. Bunu sağlayabilecek tek kişi Öcalan. Tabii ki parlamentoda grubu bulunan, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi, hareketiyiz, tabii ki aktörüz. Çatışmanın bitmesine demokrasi gücü olarak en büyük katkıyı veririz. Birilerini iktidara getirme götürme durumunda değiliz, çözüm için çalışıyoruz.”

Sırrı Süreyya Önder’in Devlet Bahçeli’ye teşekkür ettiğini hatırlatan Tuncer Bakırhan; kendisinin de Özgür Özel’e teşekkür ettiğini belirterek “Ben de sizin aracılığınızla Özgür Özel’e teşekkür ediyorum, bu konuyla ilgili tutum ve açıklamalarını önemli buluyorum” diye konuştu.

Eş genel başkanlar umutlu olup olmadıklarına dair soruyu ise şöyle yanıtladı: “Umarız bir sürece dönüşür. Bir süreç olursa, bir samimiyet görebilirsek, bizim misyonumuz, varlık gerekçemiz görüşmektir, konuşmaktır, barışa bir yol bulmaktır. Bir barış girişimini, kimden geldiğine bakarak peşinen reddetme lüksüne sahip değiliz. Tuzu kuru değiliz. Ülke yararına, toplum yararına, halklar yararına olan ve samimi her şeye varız. Anayasa değişikliği tartışmaları buna dahil. Biz bugün, barışı ve demokrasiyi hapishanede konuşuyoruz, anayasa ihtiyacını da barış ihtiyacını bunda daha iyi anlatan bir durum olabilir mi? İHA’ya, SİHA’ya yapılacak yatırımdan daha önemlidir Kürtlerle barış. Kürt meselesi, topla, tüfekle, karakolla, kalekolla çözülmez, hasım değil hısım olmalıyız.”

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın mesajları

Eş genel başkanlar, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın olası yeni ‘çözüm süreciyle’ ilgili mesajlarını aktardı. “Medyada kimileri Öcalan – Demirtaş ikiliği üretmeye çalışıyor” diyen Hatimoğulları, Demirtaş’ın bu konuda şu mesajı gönderdiğini söyledi:

“Kimse böyle bir ikilem yaratmaya kalkmasın, benim de olası bir süreç için söyleyeceğim şey, ilk refleks tecridin kaldırılmasını istemektir. Hatimoğulları, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın özetle şunları ifade ettiğini aktardı: “Dışarıda olsak elbette barışa katkı sağlarız. Ama içeride bile kalsak yine elimizden geleni yapmaya devam ederiz.”

Hatimoğulları, Demirtaş’ın ayrıca Recep Tayyip Erdoğan’ın Kobanê davası nedeniyle özeleştiri yapılması isteğine şu cevabı verdiğini söyledi: “Özeleştiri vermesi gereken, suç işleyenlerdir. Yani bize bu kadar cezayı yağdıranlardır.”

Çözüm süreci: Çözüm süreci, 2013-2015 yılları arasında PKK ile devlet arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı. Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı. Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor. PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın

DEM Parti’den Selahattin Demirtaş’a Ziyaret: Onurlu Bir Barış İçin…

Yeni çözüm süreci tartışmaları gündemdeki yerini korurken, DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etti.

Haber Merkezi / Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, dün de Figen Yüksekdağ’ı ziyaret etmişlerdi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı, tutuklu bulunduğu Edirne’deki cezaevinde ziyaret etti.

Hatimoğulları ve Bakırhan’ın Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştirdikleri ziyaret, yaklaşık 4 saat sürdü.

Hatimoğulları ve Bakırhan, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı ile de görüştü.

Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, ziyaret sonrası yaptıkları açıklamada şu ifadeleri kullandılar: “Tutsak yoldaşlarımızı çok iyi gördük. Cezaevindeki arkadaşlarımız, partimizin izlediği politikayı olumlu bulduklarını ve desteklediklerini söylediler.

Onurlu bir barış için hem kendilerinin hem de diğer siyasi mahpusların her türlü katkıyı sunmaya hazır olduklarını teyit ettiler. Sürece ilişkin henüz atılan bir adım olmadığını, bu konuda somut adımlar atılmasına ihtiyaç olduğunu ifade ettiler.

Özellikle de bu sürecin başlamasının en önemli ve öncelikli yolunun İmralı tecridinin kaldırılması olduğunu ifade ettiler. Bu nedenle tecridin önemli bir gündem olarak ele alınması gerektiğini söylediler. Onurlu bir barış için katkı verebilecek bütün herkese de katkı sunma çağrısında bulundular.”

Hatimoğulları ve Bakırhan, demokratikleşme ve barışı hapishanelerde konuşuyor olmanın ciddi bir sorun olduğuna işaret ederek şunları söylediler:

“Her şeye rağmen yoldaşlarımız, ödedikleri bedellerin barışa katkı sunmasını temenni ediyor. Bizler de arkadaşlarımıza bu değerli görüşleri için çok teşekkür ediyoruz. Önümüzdeki süreçte siyasi tutsak arkadaşlarımızın dışarıda katkı sunacak bir pozisyonda olmalarını hem önemsiyoruz hem de bekliyoruz.”

Selahattin Demirtaş, 31 Mayıs’ta 14 Mayıs seçimlerinin ardından, aktif siyaseti bıraktığını ancak mücadelesini cezaevinden sürdüreceğini açıklamıştı.

Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, dün de Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda Figen Yüksekdağ’ı ziyaret etmişti. Ziyarette Hatimoğulları ve Bakırhan, eski HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ile de görüşmüştü.

Çözüm süreci: Çözüm süreci, 2013-2015 yılları arasında PKK ile devlet arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı.

Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı.

Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor.

PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın

Bakırhan, Ekonomi Üzerinden İktidara Yüklendi

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye koca bir sefalet ve suç meydanına dönmüşken, iktidar vergi ve ihale vurgunu peşinde koşuyor” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Partisinin 1 yaşına girdiğine dikkati çeken Bakırhan, “Yaşımız civan (genç) olabilir ama mücadele tarihimiz yüzyıllar öncesine dayanıyor. DEM Parti halklarımıza ve bize hayırlı olsun. İyi ki DEM Parti var. DEM Parti adaletin, barışın ve insanca yaşamın teminatıdır. Öyle olmaya ve kalmaya devam edecek. Bir yıllık süreç içerisinde dokunmadığımız, birlikte olmadığımız, omuz omuza mücadele etmediğimiz ne bir sınıf ne bir kimlik ne bir inanç kalmadı” dedi.

“DEM Parti bir Türkiye partisidir” diyen Bakırhan, şunları söyledi: “DEM Parti ezilen Kürt halkının yanında olduğu gibi yine ezilen kimliği yok sayılan Uygur Türklerinin, mazlum Filistin halkının, Şengal’de katliam tehdidi altına bulunan Êzidîlerin, Ermenilerin, katledilen kadınların, Alevilerin, doğa hakkını savunan halkların ve inançların hakkını savundu, savunmaya devam edecek. Köklerimiz Türkiye’de ama mücadele ruhumuz bütün dünyadadır.

Bizim yolumuz cumhuriyet diyerek oligarşiyi kuranların yolu değil, bizim yolumuz mazlumuz deyip zalimlik makamını işgal edip insanları perişan edenlerin yolu değil. Bizim yolumuz daha önce de belirttiğimiz gibi üçüncü yoldur. Emekçilerin, ezilenlerin bu ülkede yaşayanların eşit ve adil bir şekilde bir arada yaşayacakları demokratik bir cumhuriyet yoludur. DEM Parti, Kürtçe bir şarkıda geçtiği gibi ‘Me gelek ba û bager dît, lê em neşikestin (Birçok fırtına gördük ama kırılmadık)’ tanımına en iyi uyan partilerden biridir. DEM Parti, bir lotus çiçeği gibidir. Toz tutmaz, kir tutmaz, pas tutmaz.”

Bakırhan, şöyle devam etti: “Bu ülkede insanlar artık umudunu yitiriyorlar. Yoksul yoksulluğuyla baş başa kalmış, adalet arayanlar biçare bir şekilde ne yapacaklarını bilmiyorlar. Emekliler zaten çoktan açlığa mahkum edilmiş, çeteler başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanını esaret altına almış. Kadınlar sokağa çıkamıyor. Her gün kadınlar katlediliyor. Gençler katlediliyor. Artık çocuklarımız güvende değil. Emin olun her sabah uyandığımızda bu haberleri okuduğumuzda, izlediğimizde neredeyse insanlığımızdan utanır hale geldik.

Ama asıl utanması gerekenler, bu çürümüşlüğe, yoksulluğa, adaletsizliğe bir şey diyemiyorlar, bir şey yapmıyorlar. Biz dün olduğu gibi bugün de Kulp’un Kasor havzasında günlerdir doğası için direnen köylülerin yanındayız. Çıplak ayaklarıyla bugün Meclis’e yürüyen emekçilerin, işçilerin yanındayız. Sokaklarda kadınların katledilmesini engellemek için onları sesi, soluğu olan kadın yoldaşlarımızın yanındayız. Hep birlikte bu çürümeye, insanı yok sayan düzene karşı durmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bu ülke bizim, herkes bunu böyle bilsin. Biz Kürtler, emekçiler, ezilenler, bu ülkenin asıl sahipleriyiz. Bu ülke milliyetçilik yapan ama çürümeye göz yumanların ülkesi değil. Bu emin olun yaşadığımız, bizim olan bu ülkenin demokrasiyle buluşması için, bu çürümenin önlenmesi için elimizden gelen bütün mücadeleyi çabayı ortaya koyacağız. Bakın Türkiye koca bir sefalet ve suç meydanına dönmüşken iktidar vergi ve ihale vurgunu peşinde koşuyor.

“Bu dahiyane buluşa Nobel ödülü verilmeli!”

Onların derdi sokakta her gün katledilen kadınlar değil. Uyuşturucu belasının Kars’tan Edirne’ye kadar esir aldığı gençler değil. Geçinemeyen emekliler değil. İhale ile uğraşıyorlar, yandaşlara ihale vermeye ve yeni yeni vergiler koymakla uğraşıyorlar. Emin olun bazen biz de şaşırıyoruz. Öyle olaylar oluyor ki insan anlamakta güçlük çekiyor. Daha geçen hafta dünyada eşi benzeri olmayan hiçbir ülkede uygulanmamış bir vergi hayata geçirdiler. Traji komiktir ama bu iktidar kredi kartı limitinden bile vergi alma fikriyatını ortaya koyan bir iktidardır.

Çok dahiyane bir buluştur. Kredi kartı limitinden vergi almayı buldukları için. Aslında Nobel ödüllerini boşuna dağıtıyorlar. Yahu bu dahiyane buluşu bulanlara aslında Nobel ödülü vermeleri gerekiyordu. Ama en kötüsünü bulduğu için bir Nobel ödülünü bence ekonomi bakanı hakmetmiştir. Neymiş kredi kartı limitinden aldıkları vergi ile çelik kubbe kuracaklarmış. Çelik kubbeyi emekçinin yoksulun 750 lirasıyla zaten kurmayacağını zaten hepimiz çok iyi biliyoruz. O rant verdiğin, ihale verdiğin, vergi indirimi yaptığın sermayeden alabilirsen belki çelik kubbeyi kurabilirsin.

Cezaevinde sağlığa ulaşamayanlar, haksız yere yatıp yaşamını yitirenler, cezaevinde kalan yüz binlerce insanın karnını bile doyuramıyorlar, su bile veremiyorlar, doktor bile bulundurmuyorlar. Ama yandaşa habire ihale ve peşkeş çekiyorlar. Adalet arayanların adalet çağrısına cevap vermiyorlar. Yani bu ülke her anlamıyla çökmüş, çürümüş, siyasal ve toplumsal anlamda en dipleri yaşıyor. Değişim artık Türkiye için bir zorunluluktur. Hiç kimse Türkiye’nin ikinci yüzyılda halkı adaletten demokrasiden, aştan yoksun bırakmaya hakkı yoktur.

Biz buradan iktidara ve ortaklarına sesleniyoruz. Tek bir alanda yapılan haksızlık bile zehir gibi bütün topluma yayılıyor. Onun için bu zehrin topluma daha fazla yayılmaması için bir an önce bu iktidarın, muhalefetin, Meclis’in barış ve adaletin sağlaması için acilen bir adım atması gerekiyor. Adaletin olmadığı, barışın olmadığı, denetleme sisteminin olmadığı bir yerde 100 milyonluk liralık bir ihaleyi 3,5 milyara verirler. Emekçinin, yoksulun cebinden 750 lira çalmak için kredi limitine vergi koyarlar.

Hepimize büyük görevler düşüyor. Ey Türkler, ey Kürtler, Aleviler, Sünniler, muhafazakârlar, farklı inançta olanlar artık buna bir dur diyelim hepimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Biz izledikçe yarın öbür gün evimizde oturuyoruz diye de vergi koyabilirler. Bunlar uzak günler değil, onun için bir an önce hep birlikte sorumluluk alıp bu değişmesi gereken ama değişmemekte ısrar eden bu sistem karşısında değişimi zorlamalı ve değişimi sağlamak için bir araya gelip mücadele etmeliyiz.

Türkiye, bu günlere empati yoksunluğundan dolayı geldi. Onun için seküler yaşam sürdüren ve bu konuda kaygısı olan arkadaşlarımız da geçmişin ve şimdinin vesayeti arasında bir seçim yapma yerine daha fazla adalet, daha fazla demokrasi için kardeşçe ikinci yüzyılda yaşamamızı savunmak durumundadırlar. Bugün barışı savunmak, demokratikleşmeyi savunmaktır. Onun için vesayeti savunmak yerine, barışı ve demokrasiyi savunacağız, savunmamız gerekiyor.

Bugün sizin de mağdur olduğunuz bu ülkede ilk Meclis ruhunu esas alarak Kürt’ün hakkını, hukukunu tanıyarak demokratik bir cumhuriyete ulaşabiliriz. İlk Meclis’te Türkiye’nin bütün renkleri o çatı altında vardı. Herkes geleneksel ulusal giysileri ve kendi diliyle o Meclis’te oturdu. Sonrasında tek renge, tek inanca büründürülen ve zorla dayatılan bir vesayetle her birimiz karşı karşıya kaldık.

Bu vesayeti savunanlara Çanakkale’deki mezarlığı hatırlatmak isterim. Çanakale mezarlığına belki içinizden giden arkadaşlar var, o mezar taşlarında Amed’ten Muş’a kadar Siirt’ten Kars’a kadar Kürt yurttaşların da ismi var. En önemlisi bugün ‘teröristan’ dediğiniz Kobanêli yurttaşların isimleri de o şehitlikte mezar taşlarında bulunuyor.”

CHP’ye “Kürt Sorunu” Çağrısı

Demokratik bir cumhuriyet için ana muhalefet partisine önemli görev ve sorumluluklar düştüğünü belirten Bakırhan, CHP’nin Kürt sorununun demokratik çözümünde önemli bir rol oynayabileceğini ifade etti. Bakırhan, “CHP statükoya sığınmadan çözüm karşıtı bir yere savrulmadan ve bu ülkede Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin temel meselelerinin demokratik bir şekilde çözülmesi için karşı bir yerde durmamalıdır. Çözümün yanında yer almalıdır.

CHP, eğer böyle davranmazsa sadece ülkemize değil, aslında geleceğimize de büyük bir zarar vermiş olur. En fazla da statükoyu savunarak Kürt meselesinde bir çözüm programı ortaya koymayarak kendisine büyük kötülük yapar, kendisine büyük kaybettirir. Değerli arkadaşlar yine parlamentoda bulunan bütün siyasi partilere çağrı yapmak istiyorum. Gelin bu Meclis çatısı altında barışı, demokrasiyi, hak talep edenlerin haklarını bu yasa dönemi içinde beraber bir arada tartışarak müzakereyle, diyalogla hayata geçirelim diyoruz” dedi.

Bakırhan, “Kürt kiminle konuşur, kiminle oturur, kimin elini tutar, kendisi buna karar verir. Kaldı ki kimse ile oturduğumuz, konuştuğumuz, kapalı kapılar arkasında bir şeyler çevirdiğimiz ve pişirdiğimiz yok. Dolayısıyla en başından ‘Kürtler iktidarla anlaştı’ diyenler oluşabilecek diyalog zeminine bariyer koyarak bu ülkenin çözümsüz bir şekilde bu şekilde devam etmesini istiyorlar. Yine siyasi partilere, feministlere, ekolojistlere, işçilere, emekçilere, emek ve meslek örgütlerine STK’lara, işçi sınıfına çağrımızdır.

Gelin barışı ve demokrasiyi adaleti muktedirlerin insafına bırakmayalım. Emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin bir araya gelmediği, birlikte taleplerini yükseltmediği her yerde işte muktedirler bizim geleceğimiz hakkında karar verirler. Onların verdiği karar taleplerimizi kapsamıyor. Gelin o için gelin barışı biz toplumsallaştıralım. Gelin elimizi taşın altına koyarak bu ülkenin temel sorunlarını çözmek için omuz omuza mücadele edelim” diye kaydetti.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bugünkü grup toplantısında mutlak tecrit altındaki PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı “örgütünü tasfiye et” çağrısına değinen Bakırhan, “43 aydır Sayın Öcalan ile avukatlar aile görüşemiyor. Sayın Bahçeli, Öcalan ne söyleyeceğini, nasıl bir çağrı yapacağını biz de merak ediyoruz senin gibi. O zaman tecridi kaldırın, Sayın Öcalan’ın kendi örgütüne, kendi arkadaşlarına ne dediğini hep beraber izleyip görelim. 43 aydır kuş uçmayan, kervan geçmeyen bir adaya böyle boşu boşuna çağrı yapılır mı? Bir an önce İmralı kapılarının açılmasını, sizin sorduğunuz soruya Sayın Öcalan’ın nasıl cevap vereceğini merak ediyoruz. Kapıları açın dinleyelim, görelim” çağrısı yaptı.

Bakırhan, şöyle devam etti: “Türkiye’de bir taraftan barış kelimeleri ortalıkta dolaşıyor, tartışılıyor. Biz yokuz yine onlar tartışıyor. Bizi yok saydıklarında da yine bizim adımıza tartışıyorlar. Barış dedikleri zaman el uzattıkları zaman da DEM Parti tartışılıyor ama DEM Parti’li muhataplar maalesef o platformlarda yok.

Bizim adımıza tartışmaya hüküm vermeye ahkam kesmeye devam eden bu anlayıştan gerçekten insan ne beklesin? Barış ancak bir Kürt bir Alevi bir Ermeni bir Süryani bir kadın bir yoksul kendini içinde hissederse barış olur. Aksine bir taraftan barış öte yandan kelepçe, açlık ve yoksullukla barış olmayacağını hepimiz öğrendik. Biz de öyle yabani atılacak bir gelenekten gelmiyoruz. İkincisi öyle bu ülkenin sahibi olarak mekanın sahibi olarak bizlerle konuşamazsınız.

Biz bu ülkenin kadim halklarından biriyiz. Bu üstenci dili, kendisini sahip bizi öteki kabul eden dili kabul etmiyoruz. Barış böyle gelmez. Kimmiş mekanın sahibi: mekanın sahibi emekçilerdir, üretenlerdir, ezilenlerdir. Çanakkale’de yaşamını yitirenlerdir. Malazgirt’te kapıları açarak sizlerin Anadoluya girmenizi sağlayanlardır. Bu topraklarda sizden önce Pir Sultanlar Hacı Bektaşlar vardı, Seyit Rızalar vardı.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Parti’den “Yeni Çözüm Sürecine” Yeşil Işık

Diyarbakır’da konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye halkları artık neredeyse yaşayamayacak bir noktaya geldi, sebebi Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür, uluslararası komployu devam ettirmektir, tecrit politikalarının devam etmesidir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Gençler iş bulsun diyorsak, yaşadıkları yerlerde doysunlar istiyorsak, barış istiyorsak, gençler yaşamını yitirmesin istiyorsak, Ortadoğu’daki ateşin ülkemize sıçramasını istemiyorsak biraz daha titiz, bu işin muhataplarıyla birlikte 21. yüzyılda Kürt meselesini çözmemiz gerekiyor. DEM Parti Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için üzerine düşen bütün sorumlulukları layıkıyla yerine getirmeye hazırdır. Türkiye barışı için DEM Parti, Kürt halkı, Türkiye emekçileri hazırdır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın da içinde bulunduğu bir grup “Tecride Karşı Özgürlük Mitingi” için Diyarbakır’da toplandı.

DEM Parti Eş Genel Başkanlarının yanı sıra DEM Partili Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Serra Bucak Küçük, DEM Partili milletvekilleri, DEM Parti ilçe ve ilçe belediye eş başkanları, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ve diğer katılımcıların yer aldığı grup, mitingin yapılacağı İstasyon Meydanı’da yaklaşık bir kilometre mesafede bulunan Sanat Sokağı’na geldi. Polis toplanan grubun etrafında çember oluşturdu. Polis daha sonra kalabalığın dağılması için uyarı anonsları yapmaya başladı.

Kalabalığın beklemeye devam etmesi üzerine alana gelen emniyet yetkilileri DEM Partililerle görüştü. Bir süre devam eden görüşmeler sonucunda İstasyon Meydanı’na yürünmesine izin verilmezken Sanat Sokağı’nda basın açıklaması yapılmasına müsaade edildi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan, burada yaptığı basın açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Merhaba gelê Amedê, gelê Kurd, ez we bi rêzdarî silav dikim, han li ser seran li ser çavan hatin. Değerli halklarımız bugün karşılaştığımız tablo aslında “Türkiye barışını sağlayacağız” diyenleri ters köşe yapan bir tablodur. Türkiye barışı böyle sağlanmaz. Türkiye barışı bir devlet memurunun Eş Genel Başkanımızın konuşmasına müdahale etmesiyle sağlanamaz.

O devlet memuruna sesleniyorum; işini yap. Bu ülkede savcılar var. Mahkemeler var. Kimin suç işlediğine onlar karar verir, soruşturma açar. Bizim muhatabımız siz değilsiniz. Bizim muhatabımız Türkiye siyasetidir, bu ülkeyi yönetenlerdir. Bizim muhatabımız olanlar bize cevap verir. Rica ediyorum, oradan konuşmama müdahale etmeyin, ortamı provoke etmeyin. Bırakın bu halk demokratik, özgür bir şekilde açıklamasını yapsın.

Bakın Türkiye’nin dört bir yanında on binlerce insan bu komployu kınamak için, bu tecrit sistemini kınamak için yollara düştüler, Amed’e gelmeye çalıştılar. Zannetmeyin ki buradaki binleriz, şu anda on binlerce insan Amed’in girişinde, kentlerinin girişinde engellendiler, bırakılmadılar. Sizlere sesleniyorum; komployla, bu tecritle nereye vardı bu ülke, önce bunu düşünün.

22 yıldır iktidarda olan bu iktidara sesleniyorum; tecrit uyguladınız, İmralı’nın kapılarına kilit vurdunuz. Bu kilit aslında İmralı’ya vurulan bir kilit değildi. Türkiye halklarının ayaklarına pranga vurdunuz. Ekonomi çöktü, toplum çürüdü, toplumsal gerginlikler had safhaya çıktı. Eğer komplo başarılı olsaydı, eğer komplo uygulamış olduğunuz tecrit başarılı olsaydı bugün Türkiye’nin dört bir yanından buraya tecridi kınamak için, komployu kınamak için binler, on binler seferber olmazdı.

Politikanız iflas etti, bunu artık kabul edin. Türkiye hem içeride hem dışarıda ciddi bir sıkışmışlık içindedir. Bizler bu ülkenin geleceğini düşünenler, bu ülkenin demokrasisini düşünenler, bu ülkede eşit adil bir yaşam sürmesini isteyenler onun için komploya karşıyız. Onun için tecride karşıyız. Lütfen devlet memuru da araya girmesin, kolluk kuvveti de ondan çok üstün değil, hepsi aynıdır. Ben size cevap vermeyeceğim, ortama müdahale etmeyin.

Biz mecliste konuşuruz, burada da konuşuruz. Biz mecliste yokken de burada konuşurduk. Mecliste konuştuklarımızın aynısını Türkiye halklarına, emekçilerine konuşmaya devam edeceğiz. Değerli halklarımız siz beni dinleyin. Bu komplo sistemi aslında Türk ve Kürt halkını kavga ettirmek için, çatıştırmak için uluslararası güçler tarafından uygulanan bir yöntemdir. Bakın bu komplo nerede boşa çıktı? İmralı’da boşa çıktı.

Tarihsel Türk ve Kürt ittifakı, Kürt ve Türk halkının bir arada yaşaması için, demokratik bir cumhuriyette demokratik bir ulus şeklinde yaşaması için bu komployu boşa çıkardı. Sizler bu uygulamalarla, yasakçı tutumunuzla İmralı kapılarına kilit vurarak aslında Türkiye’nin demokratik geleceğine kilit vuruyorsunuz, Türkiye’nin geleceğine kötülük yapıyorsunuz. Bu komplo Türkiye’yi bitirdi, batırdı, çürüttü. Emekçiler geçinemiyor, insanlar aç, işsiz, bu ülkenin 3 trilyon dolarını Kürt anadilini konuşmasın diye harcadınız.

Bu ülkenin geleceğini tecride harcadınız. Barış elini uzatan, “birlikte demokratik bir şekilde yaşayalım, Türkler ile Kürtler arasında kavga çıkmasın” diyen Sayın Öcalan’ın sesini kısamazsınız. Sayın Öcalan, Kürt halkının barış ve gelecek umududur. Sayın Öcalan’ı bir hücreyi sığdıramazsınız, Sayın Öcalan’ın düşüncelerini İmralı’da bir odaya sığdıramazsınız. Sayın Öcalan İstanbul’daki emekçidir, Amed’teki kadın yoldaşlardır, gençlerdir, Türkiye halklarıdır.

Türkiye’nin toplumsal bir barışa ihtiyacı var. Toplumsal barışın sağlanmasının da bir adresi İmralı’dır, diğer adresi de Ankara’da TBMM’dir. İmralı kapılarını açın. Sayın Öcalan’ın Türkiye’nin demokratik geleceğine dönük düşüncelerinin Türkiye halklarıyla buluşmasının önünü açın. Biz komplo politikaları, tecrit politikaları karşısında durmaya devam edeceğiz. Şu an bizi provoke edenlere sesleniyoruz; biz barışı Türkiye’de mi sağlayacağız yoksa kapı kapı mı dolaşacağız?

İşte DEM Parti Türkiye’nin toplumsal barışının Türkiye’de sağlanmasına inanan, bunun mücadelesini veren bir partidir. Bizler Ortadoğu’daki savaşlardan bu ülkenin en az etkilenmesi için, demokrasi, barış, diyalog ve müzakere için bütün yasaklarınıza rağmen halklarımızla bir arada olmaya devam edeceğiz. Sayın Öcalan’ın uzattığı barış eli tutulmalıdır. Sayın Öcalan’ın Türkiye’nin umudu olan düşüncelerinin Türkiye emekçileriyle, halklarıyla buluşmasının zamanı geldi geçti. Buradan meclise de sesleniyoruz. Meclis bu sorunu bir güvenlik sorunu olarak artık değerlendiremez. Yeter, yetti!

“DEM Parti Kürt sorununun çözümü için üzerine düşen sorumluluğu layıkıyla yerine getirmeye hazırdır”

Türkiye halkları artık neredeyse yaşayamayacak bir noktaya geldi, sebebi Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür, uluslararası komployu devam ettirmektir, tecrit politikalarının devam etmesidir. Gençler iş bulsun diyorsak, yaşadıkları yerlerde doysunlar istiyorsak, barış istiyorsak, gençler yaşamını yitirmesin istiyorsak, Ortadoğu’daki ateşin ülkemize sıçramasını istemiyorsak biraz daha titiz, bu işin muhataplarıyla birlikte 21. yüzyılda Kürt meselesini çözmemiz gerekiyor.

DEM Parti Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için üzerine düşen bütün sorumlulukları layıkıyla yerine getirmeye hazırdır. Türkiye barışı için DEM Parti, Kürt halkı, Türkiye emekçileri hazırdır. Ama bu barış tecrit politikalarıyla olmaz, İmralı’ya vurulan kilitle olmaz. Biz ısrarla, inatla, bütün bedellere rağmen, bütün acılara ve zulümlere rağmen Türkiye’de barış diyoruz. Çözüm Türkiye’de diyoruz, çözümü uluslararası kapılarda aramayalım diyoruz. Türkiye artık barış istiyor, son yapılan yerel seçimlerde de hükümetin tecrit politikasına Türkiye halkları hayır dedi.

Değerli halkımız emeğinize sağlık, hûn her bijîn, her hebin. Sizler barış mücadelesinin yanında durduğunuz sürece, bu ülkenin demokratik geleceği için partinizle birlikte mücadele ettiğiniz müddetçe bu tecridi kırmayı, bu komployu boşa çıkarmayı, demokratik bir ülkede Türkü Kürdü Alevisi Sünnisi eşit yurttaşlar olarak yaşayacaklardır. Bu duygularla dört bir yandan bütün engellemelere rağmen Amed’e gelen, burada sözünü söyleyen, burada düşüncelerini dile getiren siz değerli halkımız karşısında saygıyla eğiliyorum. Ji me hemûyan re serkeftin.”

Paylaşın

Bakırhan: Retçi Ve İnkarcı Rejimlerin Ayakta Kalma İmkanı Yok

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ortadoğu ve Türkiye’de ciddi bir kırılma yaşandığını ve 100 yıl önce bölgede hegemonik güçler tarafından bir düzen oturtulduğunu hatırlatarak, “Avrupa kendi meselelerini çözdü büyük oranda ama yaşadığımız coğrafya için masa üstünde sınırlar çizildi, tekçi inkarcı bir düzen oturtuldu” dedi ve ekledi:

“Artık bu sistem çözüldü ve sistemi oluşturanlar da bu gerçekliği çok iyi görüyorlar. İnkarcı ve retçi sistemi sürdürenler de bunun farkındadır. Suriye, Yemen, Irak, genel olarak Ortadoğu bu haldeyse inkarcı ve retçi zihniyet yüzündendir. Artık bu retçi ve inkarcı rejimlerin ayakta kalma imkanı yok.”

Türkiye’yi üç kez sıfırdan inşa edebilecek kadar bir paranın Kürtler dillerini kullanmasın, Kürt inkarı sürsün diye savaşa harcandığını ifade eden Bakırhan, “Yeniden düzen kuruluyor. Klasik sömürge anlayışı artık yok. Güçlü olanın, direnenin hakkını alabileceği bir sürece girdik. Artık ret ve inkarın sona ereceği bir döneme giriyoruz. Dünya değişiyor, güçlü olan, örgütlü olan kazanıyor” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Alevi kurumlarının başkanları ve temsilcileriyle Ankara’da bir araya geldi.

DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Mutlu ve Milletvekili Celal Fırat’ın da hazır bulunduğu buluşmaya Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Seher Şengünlü, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Cuma Erçe, Alevi Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Zeynel Abidin Koç, Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Eş Genel Başkanları Zeynel Kete ve Kadriye Doğan, Hacı Bektaş Veli Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Başkanı Mustafa Aslan ve Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Nurullah Esat Ünsal katıldı.

Buluşmada konuşan Hatimoğulları, Ortadoğu’da yaşanan savaşlarda halklar ve inançların hedeflendiğini belirterek, “Zaman içinde siyasal İslam çizgisi emperyalist güçler tarafından örgütlendi ve ön plana çıkarıldı. El Kaide ve IŞİD hala tehdit ve tehlike olmaya devam ediyor” dedi. Alevilere yönelik saldırılara dikkat çeken Hatimoğulları, Aleviliğin Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlanması ve ÇEDES gibi projelerle içeride de Alevilere yönelik asimilasyonun sürdüğünü ifade etti.

Hatimoğulları, mevcut gelişmeler ışığında birleşik demokratik bir güç birliğine acilen ihtiyaç olduğunu belirterek, “Alevi örgütleriyle ortak ne yapabiliriz, nasıl ortak hareket edebiliriz? Bunu konuşmak istiyoruz” dedi. Hatimoğulları, Emek ve Özgürlük İttifakının kalıcı ve stratejik bir ittifak olarak düşünüldüğünü ancak seçim öncesine denk geldiği için seçim ittifakı gibi algılandığını dile getirdi.

Bakırhan ise buluşmadan duyduğu memnuniyeti dile getirerek konuşmasına başladı. Ortadoğu ve Türkiye’de ciddi bir kırılma yaşandığını ve 100 yıl önce bölgede hegemonik güçler tarafından bir düzen oturtulduğunu hatırlatan Bakırhan, “Avrupa kendi meselelerini çözdü büyük oranda ama yaşadığımız coğrafya için masa üstünde sınırlar çizildi, tekçi inkarcı bir düzen oturtuldu. Artık bu sistem çözüldü ve sistemi oluşturanlar da bu gerçekliği çok iyi görüyorlar. İnkarcı ve retçi sistemi sürdürenler de bunun farkındadır. Suriye, Yemen, Irak, genel olarak Ortadoğu bu haldeyse inkarcı ve retçi zihniyet yüzündendir. Artık bu retçi ve inkarcı rejimlerin ayakta kalma imkanı yok” şeklinde konuştu.

Türkiye’yi üç kez sıfırdan inşa edebilecek kadar bir paranın Kürtler dillerini kullanmasın, Kürt inkarı sürsün diye savaşa harcandığını ifade eden Bakırhan, “Yeniden düzen kuruluyor. Klasik sömürge anlayışı artık yok. Güçlü olanın, direnenin hakkını alabileceği bir sürece girdik. Artık ret ve inkarın sona ereceği bir döneme giriyoruz. Dünya değişiyor, güçlü olan, örgütlü olan kazanıyor” dedi.

Kuzey ve Doğu Suriye’de oluşturulan çok kimlikli ve çok dilli sistemin bir çözüm modeli olduğunun altını çizen Bakırhan, Türkiye devrimci hareketinin de hayallerinin Rojava’da gerçekleştiğini söyledi. “Bahçeli’yi yok saymaya çalıştığı DEM Parti ile görüştüren koşulları en az onlar kadar, Erdoğan ve Bahçeli kadar iyi okumamız gerekiyor” diyen Bakırhan, muhalif ve devrimci güçlerin de mevcut koşulları iyi okuması ve değerlendirmesi gerektiğini söyledi.

ABF Başkanı Mustafa Aslan da konuşmasında Alevi kurumlarıyla DEM Parti ve öncülü partiler arasındaki diyalogun 7 Haziran seçimlerinde sıklaştığını ve bugüne kadar da ilerleyerek devam ettiğini belirtti. DEM Parti’nin söz kurduğunda Alevi toplumunun da sözcülüğünü yapmasını beklediklerini belirten Aslan, “Bir anayasa tartışması yapılacaksa Alevi toplumunun taleplerinin de dile getirilmesini bekliyoruz” dedi. Gelişecekse bir diyalog ve müzakere sürecinin mutlaka açık olması gerektiğini dile getiren Aslan, “Diyalog ve müzakereden kaçmamak lazım, kendi taleplerimizi dile getirmeliyiz” dedi. Aslan son olarak siyasal gelişmelerin daha sık ortak değerlendirmeye ihtiyaç olduğunu söyledi.

Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Genel Başkanı Ercan Geçmez ise görüşme ve diyalogun önemine işaret ederek, “Siyasetçileri bu konuda daha da cesaretlendirmek lazım” dedi. Alevi örgütlerinin inanç örgütleri olarak görülmesinin sorunlu bir yaklaşım olduğunun altını çizen Geçmez, Alevi kurumlarının Türkiye’nin sorunlarına duyarlı örgütler olduklarını söyledi. Asimilasyon politikalarına da dikkat çeken Geçmez, bunun topluma çok pahalıya mal olduğunu ve bu asimilasyon politikalarının önüne geçmek için ortak hareket etmek gerektiğini söyledi. Geçmez, DEM Parti’nin Hacı Bektaş Anma etkinliklerinde verdiği mesajların Alevi toplumunda karşılık bulduğunu da ifade etti.

Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Seher Şengünlü de konuşmasında sorunlara ortak çözüm üretilmesinin önemine işaret etti. Şengünlü, ana muhalefet partisinin değişim rüzgarıyla yerelde iktidar olduğunu ancak son dönemlerde iktidara karşı etkisiz hale geldiğini söyledi. Şengünlü, “Son dönemlerde yaşanan değişim ve diyalog girişimlerinin de herkes tarafından iyi değerlendirilmesi gerekiyor” dedi.

Alevi çocuklarının ve yeni neslin milliyetçi yapılardan etkilendiklerini ve buna önlem alınması gerektiğini belirten Şengünlü, Alevi toplumunun belki de kendi partisini kurması gerektiğini dile getirdi. Cuma Erçe ise Ortadoğu’da değişimin kendisini dayattığını dile getirerek, “Eğer emekçiler ve halklar değişimi zorlamazsa, bu değişim sermayenin ve egemenlerin istediği yöne doğru evrilir” dedi. Erçe, sorunların ortak olduğunun ve buna karşı mücadelenin de ortak olması gerektiğinin altını çizdi.

Alevi Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Zeynel Abidin Koç, Alevilerin 100 yıldır ağır saldırılara ve katliamlara maruz kaldığını vurgulayarak, “Siz Hacı Bektaş’ta yaptığınız konuşmada ‘Biz bundan sonra Alevi örgütlerinin yanındayız’ dediniz. Bu bizim için önemlidir. Çünkü şimdiye kadar siyasi partiler genel olarak bireyler üzerinden ilişkilerini yürüttüler. Bu kurumsal ilişkilenme çok önemlidir” dedi. Koç, iktidarın güç kaybediyor görüntüsünün rehavete yol açmaması gerektiğini belirterek, “Bu iktidar düşman yarattıkça kazanıyor, buna dikkat etmek lazım” dedi. Koç, ayrıca “Hedefleri ortak olanlarla ortak bir masada bir araya gelmek lazım” dedi.

DAD Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan ortak mücadeleye ihtiyaç olduğunu dile getirerek, “Bunun için geçmişle hesaplaşmamız ve oradan ders çıkarmamız lazım” dedi. DAD Eş Genel Başkanı Zeynel Kete de barışın toplumsal talep hale geldiğini ve bunun en önemli örneğinin katliamın yaşandığı 10 Ekim mitingi olduğunu söyledi. Kete, “Milli muhalefet bizimle Diyanet İşleri Başkanlığının ilişkilendiği gibi ilişkileniyor” dedi ve bu yapılara karşı Alevi toplumunun uyanık olması gerektiğini söyledi.

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Nurullah Esat Ünsal, Alevilerin herhangi bir partinin arka bahçesi olmadığını dile getirerek, Alevilerin nasıl bir anayasa istediğinin önemli olduğunu söyledi. “Anayasayı tartışacağız, ortaklaşmamız lazım. Meclis’te sizler bizi dile getireceksiniz” diyen Ünsal, ortaklaşmanın önemini dile getirdi. ABF Genel Sekreteri Özgür Kaplan ise gelişmeler üzerinden muhalefetin rehavete kapılmaması gerektiğini söyledi. Kaplan, “Sizin belediyelerinize kayyım atanıyor ama bizim de hayatlarımıza kayyım atanıyor. Bu bir ortaklaşmayı sağlayabilir” dedi.

Paylaşın

Bakırhan, Yeni Anayasa İçin Partisinin Şartlarını Sıraladı

Yeni Anayasa tartışmalarına değinen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Yeni ve sivil anayasaya hayır demiyoruz demokratik bir anayasa olsun ama kadın arkadaşımızın dile getirdiği talepleri içersin” dedi ve ekledi:

“Kürdün dilini içersin, emeklinin, emekçinin insanca yaşayabileceği ekonomik şartları sağlasın. Türkiye’nin bütün renklerini kapsayan alevinin inanç özgürlüğünü kapsayan bir anayasaya kim hayır diyebilir, hiçbirimiz demeyiz. Yerel yönetimlerin yetkilerinin geliştiği yerel demokrasinin geliştiği bir anayasaya yok demeyiz.

O zaman yeni anayasada eğer samimilerse önce AİHM ve AYM kararlarına uysunlar, önce Selahattin Demirtaş Figen Yüksekdağları bıraksınlar. Önce tecridi kaldırsınlar. Önce sermayeye yaptıkları milyonlarca liralık vergi indirimi yerine emeklinin asgari ücretlinin ücretini artırsınlar önce kadın haklarını, önce umudunu yitirmiş gençlere umut yaratsınlar.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Ekmek ve Adalet Buluşmaları” kapsamında Bursa’daki temaslarını halk buluşmasıyla sonlandırdı. Bursa’nın Osmangazi ilçesinde bulunan bir düğün salonunda gerçekleştirilen buluşmaya, sivil toplum örgütlerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.

Yeni anayasa tartışmaları hakkında konuşan Bakırhan, anayasaya konusunda olmazsa olmazlarını sıraladı: “Yeni ve sivil anayasaya hayır demiyoruz demokratik bir anayasa olsun ama kadın arkadaşımızın dile getirdiği talepleri içersin. Kürdün dilini içersin, emeklinin, emekçinin insanca yaşayabileceği ekonomik şartları sağlasın. Türkiye’nin bütün renklerini kapsayan alevinin inanç özgürlüğünü kapsayan bir anayasaya kim hayır diyebilir, hiçbirimiz demeyiz.

Yerel yönetimlerin yetkilerinin geliştiği yerel demokrasinin geliştiği bir anayasaya yok demeyiz. O zaman yeni anayasada eğer samimilerse önce AİHM ve AYM kararlarına uysunlar, önce Selahattin Demirtaş Figen Yüksekdağları bıraksınlar. Önce tecridi kaldırsınlar. Önce sermayeye yaptıkları milyonlarca liralık vergi indirimi yerine emeklinin asgari ücretlinin ücretini artırsınlar önce kadın haklarını, önce umudunu yitirmiş gençlere umut yaratsınlar.”

MA’nın aktardığına göre Bakırhan şöyle konuştu: “Bu ülkede adalet yok. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ Leyla Güven Ayşe Gökkanlardan biliyoruz. Nereden biliyoruz bu ülkede adaletin olmadığını? Seçilmiş milletvekili olan Can Atalay AYM kararı olmasına rağmen cezaevinde adalet yok. Kavala ve arkadaşlarını AİHM kararına rağmen içeride tutuluyorlar.

Adalet yok özgürlük yok, Kürt halay çekti diye tutuklanıyor. Yahu sanatçılar Kürtçe türkü söyledikleri için gözaltına alınan bir ülkede özgürlük var diyebilir misiniz? Onlar cezaevleri yaparak Türkiye’yi özgürleştirdiklerini düşünüyorlar. Geçen Adalet Bakanı ne diyor? Müjde diyor biz de diyoruz ki herhalde insafa geldiler içerideki siyasi tutsaklarla ilgili bir düzenleme yapacaklar. Neymiş müjde dünyanın en büyük adalet sarayını Ankara’da yapıyorlarmış. Yahu içerisinde adalet olmayan saray altından olsa ne yazar. Utanmazlar.

Bize dünyanın en büyük adalet sarayı gerekli değil bizim adalete ihtiyacımız var. Özgürlüğümüze ihtiyacımız var, kendi dilimizle okumaya yazmaya halay çekmeye ihtiyacımız var. Şimdi düğünleri izne bağlamışlar. Yahu kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz. 21’inci yüzyılda çocuğunuz evlenirken gidip validen kaymakamdan izin alacaksınız. Böyle bir ülkede özgürlük var diyebilir misiniz.

Şimdi yeni Anayasa diyorlar muhtemelen yetkilerini genişletecek Cumhurbaşkanı. Hepimizin sesini soluğunu kesecek ebedi saltanatını ortaya koyacak bir anayasa getirecekler. Yeni anayasa burada demokratik bir sivil anayasa olmasın diyen var mı, yok. Yeni anayasayı kimle yapacaksın meclisteki çoğunluğuna güvenerek yapacağın bir anayasa 22 yıllık iktidarın gibi olur.

Yeni ve sivil anayasaya hayır demiyoruz demokratik bir anayasa olsun ama kadın arkadaşımızın dile getirdiği talepleri içersin. Kürdün dilini içersin, emeklinin, emekçinin insanca yaşayabileceği ekonomik şartları sağlasın. Türkiye’nin bütün renklerini kapsayan alevinin inanç özgürlüğünü kapsayan bir anayasaya kim hayır diyebilir, hiçbirimiz demeyiz. Yerel yönetimlerin yetkilerinin geliştiği yerel demokrasinin geliştiği bir anayasaya yok demeyiz.

O zaman yeni anayasada eğer samimilerse önce AİHM ve AYM kararlarına uysunlar, önce Selahattin Demirtaş Figen Yüksekdağları bıraksınlar. Önce tecridi kaldırsınlar. Önce sermayeye yaptıkları milyonlarca liralık vergi indirimi yerine emeklinin asgari ücretlinin ücretini artırsınlar önce kadın haklarını, önce umudunu yitirmiş gençlere umut yaratsınlar. Böyle bir şey var mı?

Türkiye’de 16 milyon emekli var. 16 milyon emekli iktidar getirip iktidar götürür. 16 milyon emekli istediğini iktidara taşır, istediği sorunu çözer. Onun için iktidarın günahı 99 ise bizim de günahımız var. Bir araya gelmiyoruz birlikte değiliz ortak mücadele etmiyoruz. Kürdün ormanı yandığı zaman yöneticisi içeri atıldığı zaman belediyesine kayyım atandığı zaman Bursa’dan ‘bu adaletsizliktir, haksızlıktır eğer diyebilirsek’ emin olun biz bunları göndeririz. Bunların korktuğu tek bir şey var.

“Bunların gitmesini istiyorsak bir arada olacağız”

Ne İsrail’den korkuyorlar ki zaten ticaretleri devam ediyor ne de o emperyalist dedikleri ABD’den, Avrupa ülkelerinden korkuyorlar. Çünkü göbek bağıyla onlara bağlıdırlar. Çünkü çok büyük yüzdelerle, dolarla, faiz alan onlardır. Bunların tek korkusu Kürdün, Alevinin, emekçinin, ezilenin, Türkün, bu ülkede yaşayan ve yüzde 80 çoğunluğunu oluşturan bizlerin bir araya gelmemizden korkuyorlar. O zaman biz de bunların gitmesini istiyorsak bir arada olacağız.

Ortadoğu çatışma ve savaş içerisinde. Ortadoğu’yu bu hale getiren işte bu zihniyetlerdir, Ortadoğu’da milliyetçi, mezhepçi, ulus devletçi anlayışlar sorunu çözmedi. Türkiye’nin bu Ortadoğu’daki kaos ve çatışmadan en az etkilenmesinin bir yolu var. Türkiye de o önemli kavşakta bulunuyor. Nedir bu; Yüzyıldır inkar ettiği Kürt meselesiyle yüzleşecek. İnancı farklı olan Alevinin eşit yurttaşlık hakkını tanıyacak. Kadını eşit bir birey olarak görecek, başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere kadınların katledilmemesi için insanca özgürce yaşaması için gerekli düzenlemeleri yapacak.

Yapacağı anayasa Türkiye’deki bütün renkleri kapsayacak. Ne diyor hepimiz kardeşiz anayasada diyor herkes Türk’tür. Diğeri Arap’tır, Çerkez’dir, Kürt’tür. Dolayısıyla Türkiye’de yeni bir anayasa yapılacaksa bu konuda samimiyet bekliyoruz. Önce cezaevleri boşaltılsın tecrit kalksın sonra bu sermaye dostu iktidar biraz emekçinin işçinin dostu olsun ekonomide adalet olsun. En önemli Türkiye’deki bütün insanlar kendi renkleriyle yaşasınlar. Kendi dillerini öğrensinler dilleriyle eğitim görsünler. Türkiye’de yurttaşlık tanımı yeniden yapılsın.”

Paylaşın

Yeni Anayasa Tartışmaları: Bakırhan’dan “Köklü Değişim Kaçınılmaz” Açıklaması

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin, “DEM Parti olarak hiçbir kesimin sembolleriyle ve değerleriyle sorunumuz olmadı, ancak, biz herkesi tek bir etnik kimliğe indirgeyen bir Anayasa’ya karşı çıkıyoruz ve yurttaşlık tanımının cesurca yeniden ele alınması gerektiğini söylüyoruz” dedi ve ekledi:

“Ülkemizin başkenti veya resmi dili ile bir sorunumuz olmadığını, ancak her halkın kendi ana dilinde konuşma ve eğitim alma hakkının temel bir hak olduğunu vurguluyoruz. Ayrıca, tekçi ve inkarcı yaklaşımlarla bir yüzyıl daha yaşamamızı bekleyen bir Cumhuriyet anlayışına karşı çıkıyoruz ve gerçekten demokratik bir Cumhuriyet istiyoruz. Mevcut Anayasa’nın sadece kötü bir kopyası olarak sunulan yeni taslaklar, ne yeni ne de demokratik bir anayasa yazmak anlamına gelir. Anayasa’nın her maddesinde 12 Eylül’ün ruhu ve kokusu hissedilmekte.

Tuncer Bakırhan, konuşmasının devamında, “Muhalefete açık bir çağrı yapıyoruz: Değişim iddiasındaki bir muhalefet, tutucu olamaz ve ilk yüz yılın tekrarını yaşatma politikasını sürdüremez. Yeni ve demokratik bir Anayasa konusunda herkese açık çağrımızdır: Ön yargılarınızı bir kenara bırakın, gelin hep beraber demokratik ve özgürlükçü bir anayasa için çalışalım” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Bakırhan’ın gündeminde İsrail’in Lübnan’a saldırıları, Ortadoğu’nun durumu, Türkiye’deki ekonomik kriz, yeni anayasa tartışmaları, Narin Güran cinayeti ve Kürt meselesi vardı.

Bakırhan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle; “İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonucunda 40 binden fazla insan yaşamını yitirdi, binlerce kişi kayıp durumda. 2,5 milyona yakın insan ise daracık bir alanda İsrail ablukası altında yaşamlarını sürdürmeye zorlandı ve zorlanıyor. Son günlerde bu saldırılar Lübnan’a da sıçradı. Lübnan’ın hikayesi, Ortadoğu’nun genel hikayesi gibi; savaş, göç, yıkım ve soykırım ile dolu. Beyrut, Feyruz’un şarkılarındaki gibi hüzün ve kederle yüklüdür.

Ortadoğu, bir ateş çemberi içinde. Geçtiğimiz yıl bu kürsüden uluslararası hukukun bu savaşı durduramazsa savaşın Lübnan’a sıçrayabileceğini söylemiştik ve şimdi Lübnan’da devam eden savaşın bir sonraki adımının Suriye ve İran olabileceğini görüyoruz. Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler toplantısında gösterdiği iki haritadan birinde “nimet”, diğerinde “lanet” yazıyordu. Lanetlenen yerler savaşın yayılacağı bölgeler, nimetli yerler ise enerji koridorlarının geçtiği yerlerdi. Görünen o ki, halklar savaşa sürüklenecek.

Ortadoğu’da mezhepçi, milliyetçi rejimler ve kapitalist-emperyalist güçlerin oluşturduğu sistemler felaketten başka bir şey getirmedi. Her iki yolun sonunda da halklar adına, demokrasi ve özgürlükler adına bir kazanım bulunmuyor. Ancak, ısrarla savunduğumuz bir çözüm yolu var; o da üçüncü yol. Yeni bir ulus tanımı kaçınılmaz. Ulus, tüm halkları ve inançları kapsamalı, adı da Demokratik Ulus olmalı. Devletlerin halkların üzerinden ellerini çekmeleri gerekiyor. Bu savaşlar, devletlerin savaşı; halkların değil.

Ortadoğu yangın yeriyken, Türkiye ise çatışma, çeteleşme, açlık, yoksulluk ve adaletsizliklerle mücadele ediyor. Yasama dönemi kapandığından bu yana, “Ekmek ve Adalet Buluşmaları” adı altında Mardin’den Manisa’ya, Tekirdağ’dan Ağrı’ya kadar Türkiye’nin dört bir yanında işçilerle, çiftçilerle, gençlerle bir araya geldik. TÜİK “ekonomi güven veriyor” derken emeklilerle yaptığımız buluşmalar bize başka bir tablo sundu.

İzmir’deki bir emekli, “Eskiden alışveriş yaparken cebimizdeki paranın hesabını yapardık, şimdi ise faturalar yüzünden cebimizde para kalmıyor,” diyor. İşte TÜİK’in bahsettiği bu. Mersin’deki sebze halinde bir esnaf, “Eskiden geceye kalan çürük sebzeleri atardık, şimdi ise çürük sebze-meyve kuyruğu oluşuyor,” diye anlatıyor. İktidar, “Bizden önce yağ kuyrukları vardı” derken, şimdi halka çürük veya çürümeye yüz tutmuş meyve – sebze kuyrukları yaşatıyor.

Eş Genel Başkanımız Tülay Hatimoğulları ile birlikte kent kent, köy köy dolaştık. Burada sorumluluk Meclis’e düşüyor. Türkiye Saray’ın koridorlarında yönetildikçe ekmek teknesi daha fazla batıyor, adalet daha çok çürüyor. “Yerliyiz ve milliyiz” diye övünenlere soruyoruz; bu nasıl bir millilik ki milleti soyup soğana çeviriyorsunuz? Bu soygun ve talan düzeninden bu Meclis hicap duymalı, esas sorumluluğunu yerine getirmeli, yeni bütçe döneminde ekmek, adalet ve barışı esas almalıdır.

Ankara’nın karanlık dehlizlerinde yapılan pazarlıklarda, sadece 8 yaşındaki Narin değil, bu ülkenin vicdanı da katledildi. Tüm bürokrasi ve devlet mekanizmaları, masum bir çocuğun trajik ölümü üzerine sessizce anlaşmış gibi duruyor.

Unutulacağını düşünenler yanılıyor; Narin’in ölümüne dair sorumluların peşini asla bırakmayacağız. Bu cinayeti tüm boyutlarıyla aydınlatmak için Meclis’e çağrıda bulunacağız. İnsan hakları örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve çocuk kurumlarıyla birlikte, bu alçakça işlenen cinayetin hesabını sormak için bir araya geleceğiz. Narin’in sesi, adalet arayışımızla yankılanacak.

Yeni Anayasa tartışmaları

Bütün yaz boyunca Ankara’da Anayasa üzerine tartışmalar sürüyordu. Bu tartışmaların gölgesinde, ülkemizde AİHM kararlarının göz ardı edildiği, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin sürdüğü ve cezaevlerinin toplama kampına dönüştüğü bir gerçekliğe dikkat çekiyoruz. Bu koşullar altında, köklü bir değişimin kaçınılmaz olduğunu belirtiyoruz.

DEM Parti olarak hiçbir kesimin sembolleriyle ve değerleriyle sorunumuz olmadı, ancak, biz herkesi tek bir etnik kimliğe indirgeyen bir Anayasa’ya karşı çıkıyoruz ve yurttaşlık tanımının cesurca yeniden ele alınması gerektiğini söylüyoruz.

Ülkemizin başkenti veya resmi dili ile bir sorunumuz olmadığını, ancak her halkın kendi ana dilinde konuşma ve eğitim alma hakkının temel bir hak olduğunu vurguluyoruz. Ayrıca, tekçi ve inkarcı yaklaşımlarla bir yüzyıl daha yaşamamızı bekleyen bir Cumhuriyet anlayışına karşı çıkıyoruz ve gerçekten demokratik bir Cumhuriyet istiyoruz.

Mevcut Anayasa’nın sadece kötü bir kopyası olarak sunulan yeni taslaklar, ne yeni ne de demokratik bir anayasa yazmak anlamına gelir. Anayasa’nın her maddesinde 12 Eylül’ün ruhu ve kokusu hissedilmekte. Muhalefete açık bir çağrı yapıyoruz: Değişim iddiasındaki bir muhalefet, tutucu olamaz ve ilk yüz yılın tekrarını yaşatma politikasını sürdüremez. Yeni ve demokratik bir Anayasa konusunda herkese açık çağrımızdır: Ön yargılarınızı bir kenara bırakın, gelin hep beraber demokratik ve özgürlükçü bir anayasa için çalışalım.”

Paylaşın

Bakırhan: Tek Çözüm Bu İktidardan Kurtulmak

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Balıkesir’de düzenlenen “Balıkesir Ekoloji Konferansı”nda yaptığı konuşmada, “Balıkesir’i tamamen madene ve sermayeye açmaya çalışıyorlar. Bakın 155 şirket Balıkesir bölgesinde 279 ruhsat almış, 279 ruhsat. Bazı şirketler LİMAK gibi Siirt’te olduğu gibi Kürt coğrafyasını da tahrip ediyor. 155 şirket 279 ruhsat almış. 279 ruhsat 279 alanın videoda da gösterildiği tahrip edilmesi, yok edilmesidir, canlılardan arındırılmasıdır, köylülerin ve çiftçilerin aşına, ekmeğine el konulması demektir” dedi ve ekledi:

“Bir kadın arkadaş ne güzel söyledi ‘yahu biz hayvancılık yaparız, tarım yaparız, biz başka bir şey bilmeyiz, buraları enkaz haline getiriyorsunuz, insansızlaştırmaya çalışıyorsunuz, biz çöp mü karıştıralım, ne yapalım’ dedi. Ne yapsın gerçekten? Hayvancılık, tarım, meyve, sebze ile uğraşan bir ailemiz nereye gitsin, ne yapsın? Bu kimsenin umrunda değil, iktidarın hiç umrunda değil. O zaman bu iktidarın da bizim umurumuzda olmaması lazım. Umurumuzda olmayan, bizi uçuruma sürükleyen, Türkiye’yi yıkımın eşiğine getiren bu iktidardan kurtulalım.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Balıkesir’de düzenlenen “Balıkesir Ekoloji Konferansı”nda konuştu. Bakırhan şunları söyledi:

Merhaba hûn bi xêr hatin, ez we hemûyan bi rêzdarî silav dikim. Çok değerli arkadaşlar hepiniz hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bir pazar sabahı bize zaman ayırdığınız için mutlu ve gururluyum. 24 yıl önce yine Burhaniye’ye bir çalışma için gelmiştim. Emin olun o zamanki sıcaklığın aynısı devam ediyor, çok yaşayın, varolun. Bu dayanışma, bir arada ve birlikte olma halimiz bir çok kötülüğü yenecektir. Buna emin olabilirsiniz. 31 Mart’ta Türkiye halkları, kadını ve genciyle ekokırıma karşı direnen, doğa ve yaşam savunucularıyla birlikte bir araya gelmenin sonuçlarını ortaya koydu. Bu bir araya gelme durumunu ekokırıma karşı mücadelede olduğu gibi il eş başkanımız Songül başkanın da dediği gibi diğer sorun alanlarının muhataplarıyla bir araya gelerek sorunların çözümünde bir noktaya taşıyacağımıza inanıyorum.

Başlarken Reşit Kibar arkadaşımızı saygı ve minnetle anıyorum. Artvin Hopa’da biraz önce buradaki kadın arkadaşlarımızın Balıkesir ve Ege bölgesindeki halklarımızın dile getirdiği taleplere sahip çıktığı için, toprağına, suyuna, ormanına, ağacına, orada yaşayan canlara sahip çıktığı için katledildi. Katledenler çok yabancı değil. Sermaye ve onun işbirlikçileri daha fazla rant elde etmek için, doğayı tahrip etmek için, elde ettiği rant sonrasında enkazda bizim yaşadığımızı, ne yaşayacağımızı bilmesine rağmen bu kadar ısrarlı olması ve onu destekleyenler, onun gibi düşünen, doğa düşmanı, halklar düşmanı, inançlar düşmanı, emekçi düşmanı bir iktidarla ittifak halinde olmak için Reşit’i katlettirdi. Reşit’i unutmayacağız, bir demokrasi şehididir. Ekokırım mücadelesinin artık bundan sonra unutulmaz ve sürekli anacağımız çok değerli bir birikimidir.

Mevzu rant olunca sermaye iktidardan farklı değil. İktidar nasıl ki yeri geldiği zaman zor kullanıyorsa, tankını, topunu, copunu kullanıyorsa ona bağlı, onunla aynı zihniyete sahip sermaye de rantının önüne geçen birey, kişi, kurum kim olursa olsun vahşice saldırıyor, katletmeye kadar götürüyor. Bir gün bu günler geçecek, doğamızın, ormanımızın, canlıların, bulunduğumuz atmosfer ve coğrafyada tertemiz soluduğumuz havada yaşayacağı, çocuklarımızın, gençlerimizin güven içinde yaşadıkları, her şeyin sermayeye, neoliberal politikaların, hegemonik güçlerin rantına peşkeş çekilmediği bir ülke yaratma sözümüzü yeniliyoruz. Bir kaç aydır Türkiye’nin birçok bölgesinde buluşmalar yapıyoruz, Ekmek ve Adalet Buluşmaları. Biraz önce izlediğim video beni çok etkiledi. Hakan hocam hazırlamış çok teşekkür ediyorum. Bu 10-15 dakikalık videoyu bence Türkiye’nin her yerinde gösterime sokmak gerekiyor. Sadece ekokırım karşısında halkımız böyle değil.

Mardin Nusaybin’deki buğday üreticileri, Tekirdağ’daki ayçiçek üreticileri, esnafımız, balıkçılar, kadınlar, gençler, KHK’liler, adalet ve hukuk arayanların tamamı biraz önce buradaki halklarımızın dile getirdiği iktidar gerçekliğini her yerde ortaya koyuyorlar. Çok önemli. Demokrasi arayışı konusunda Kürtlerin ve dostlarının verdiği mücadele ayrı bir şey ama bu ekokırım karşısında bence Ege’nin, Balıkesir’in, Kaz Dağları’ndaki direnişçilerin ortaya koyduğu mücadele çok önemli ve değerlidir. Sadece demokrasi mücadelesinde değil bu alanda da en az onun kadar kıymetli bir mücadele ortaya koyduklarını, örnek olduklarını, buradaki mücadelelerin aynı zamanda başta Kürt illeri olmak üzere de yakının takip edildiğini belirtmek isterim. Bu mücadeleyi veren bütün arkadaşlara emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Evet toplum, halklarımız, emekçiler mutsuz ama bu ülkedeki büyük mutsuzluk içerisinde mutlu olanlar da var. Sermayedir, yandaş sermayedir. AKP sermayeyi bu mutsuzluktan azade tutmuş, onları muaf tutmuş. Sermaye dostu bir iktidar olduklarını zaten söylüyorduk. Herkes krizde, herkes geçim derdinde, öğrenciler okula aç gidip aç geliyorlar. Sabahları beslenme çantalarına ne koyacağını binlerce ailemiz düşünüyor. Emekliler kara kara günün ve ayın sonunu nasıl getireceğini tartıyorlar. Asgari ücretliler nasıl geçineceklerinin derdinde. Ekolojinin hali ortada. Memleket kriz içerisinde, mutsuzluk içerisinde ama maden şirketlerinin sahipleri çok mutlu.

Çünkü onlar gibi düşünen bir iktidar var. Biz de meclisteyiz, sürekli torba yasalar getiriliyor. Bu ekokırımı daha da kolaylaştırmak için sürekli o torba yasaların içerisinde birkaç madde geçiyor. İktidar sayısal çoğunluğuna güveniyor, kendisi gibi düşünen ortaklarına güveniyor. Güçlü ve ciddi olmayan muhalefete güveniyor. Onların işini kolaylaştıran bir muhalefetle karşı karşıya oldukları için herşeyi daha rahat yapabiliyorlar. Çok kibar bir muhalefetimiz olduğu için ekokırım da, demokrasi kırımı da, adalet kırımı da çok pervasızca devam ediyor. Bu aynı zamanda bizim de size bir özeleştirimiz olsun.

“AKP 22 yılda 32 kez orman yasasında değişiklik yaptı”

Yasaları değiştiriyolar, her gördükleri dağı maden sahası olarak kullanıyorlar. AKP dağı gördüğü zaman kime peşkeş çekeceğini, kime maden sahası olarak vereceğini düşünüyor. Nerede bir çay, dere, su görüyorlarsa bir baraj, nerede bir orman görüyorsa kesilmesi gereken, sermayeye dönüştürülmesi gereken bir rant aracı olarak görüyorlar. 22 yılda AKP 32 defa orman yasasında değişiklik yapmış. Neredeyse orman yasası yılda birkaç defa değişir hale gelmiş. Bu soruyu sormak gerekmiyor. Neden orman kanununda bu kadar sık sık değişiklik yapılıyor? Ormanlar yakılıyor -ki bazen doğal olarak da yanıyor ama o yakılan ormanların birilerine peşkeş çekilmesi gerekiyor.

Haydi o zaman meclisten bir yasa geçirelim, haydi meşrulaştıralım, ruhsatını da verelim, orayı da ranta açalım! Orman düşmanı, yeşil düşmanı, akarsu, nehir, dağ düşmanı, direnenin, Kürdün, kadının, Alevinin, kültürün düşmanı. İnsanlar iki kelime anadilinde konuşunca ona düşman bir iktidarla ve onun gibi düşünen pervasız, dünyanın hiçbir yerinde sermayeye benzemeyen bir sermaye ile mücadele ediyoruz. İşimiz zor ama Türkiye’nin yüzde 80’i biraz önce söylediğimiz konularda bizim gibi düşünüyor. Tek bir eksikliğimiz var. Onları örgütlemek, bir araya gelmek, bu vahşi sermayeye, saraya, savaşa çalışan ekokırımcı iktidar karşısında güçlü bir zemin örme gibi temel bir sorunumuz var. Bu sorunumuzu aşabilirsek bahsettiğimiz sorunları da ortadan kaldırabiliriz.

Bunu da ilk defa söylüyorum, bir kulis bilgi. Maden şirketleri için yeni bir yasa teklifi hazırlığı içindedirler. Maden şirketlerine bu yetmiyor, daha kolay ulaşmak, daha kolay ruhsat almak, daha fazla rant elde etmek için iktidara sürekli yasa teklifi vermeye çalışıyorlar. İstiyorlar ki önlerinde hiçbir idari engel kalmasın. Zaten kalanları bir biçimiyle aşıyorlar, engel yok ama onu da ortadan kaldırmak istiyorlar. Şimdiden hükümete sesleniyoruz. Daha bunca yaptıklarınızın hesabını vermediniz. Bunların hesabını vereceksiniz. Yerinizde durun. Bundan sonrasında da daha fazla doğamızı, nehirlerimizi katledecek, yok edecek, rantın ve sermayenin geleceğini düşünen yasa tasarılarını getirmeyin. İktidar madenciliğe kamu yararı kılıfını giydirmek istiyor.

Kamu yararı AKP ikitdarı ile birlikte değişti. Geçmişte toplumun yararına olarak kamu yararı deniliyordu. Hepiniz bizden daha iyi biliyorsunuz. Toplumun geleceğine, çocuklarımızın geleceğine katkı sunacak şeylere kamu yararı deniliyordu. Şimdi maden şirketlerinin çıkarına kamu yararı kılıfını uydurmaya çalışıyorlar. Buna uyanık olmak lazım. Buna karşı çıkmak lazım. Ruhsat vermeyi kolaylaştıracak bir yol ve yöntem bulmak istiyorlar. Buradan Erdoğan’a sesleniyorum. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan bari Murat Kurum’u da al, zaten bir şey yaptığını görmedik, duymadık. Onu al Bakanlığı Mehmet Cengiz’e ver, aradaki aracılar da kalksın, kendi kendine ruhsat alsın ruhsatını imzalasın. Biz de siz de kurtulalım, bu bürokrasi ortadan kalksın.

Biraz önce halkımızın feryat figanını duyduk. Diyorlar ki ÇED raporu alıyoruz, ÇED raporları da aynen TÜİK raporları gibidir, TÜİK sonuçları ne ise ÇED raporları da odur. ÇED raporlarını hazırlayanlar siz daha iyi biliyorsunuz bağımsız kurum ve kuruluşlar değildir. Bu ruhsatı alacak firmalarla ortak çalışan, onlardan biraz rant elde edecek özel şirketlerin aldığı raporlara ÇED raporları diyorlar. Hatta bazen öyle pervasız olabiliyorlar ki kimi yerlerde ÇED raporlarına da gerek yok diyorlar. Sadece geleceğimize, demokrasimize değil dilimize, kültürümüze, inancımıza değil aynı zamanda doğamıza da müthiş bir el koyma, göz koyma, orayı ranta peşkeş çekme gibi bir durum var. Asıl trajikomik olan TOBB’un madencilik meclisi başkanı varmış. Bakın nasıl örgütleniyorlar. İbrahim Halil Kırşan ne diyor biliyor musunuz? “ÇED raporları sürecinde birçok kurumdan görüş alınıyor ve süre uzuyor, tek elden bir sistem geliştirilmeli” diyor.

Yani “Mehmet Cengiz’i Çevre ve Şehircilik Bakanı yapın, onun önündeki idari engelleri kaldırın, Mehmet Cengiz’e gidip ruhsatımızı alalım, askeri ve polisi getirip köylüler ve emekçilerle, çiftçilerle aramıza koyun, güzel güzel rantımızı alalım, daha sonra onlara büyük bir enkaz bırakıp işimize gücümüze bakalım” diyor. Sadece bununla da yetinmiyor Kırşan. “Maden arama faaliyetlerini de kamu yararına yapılan bir faaliyet olarak değerlendirelim” diyor. Sermaye rant elde edecek, doğayı tahrip edecek, enkaz bırakacak, adına da kamu yararı diyeceğiz. Bir de “onları dokunulmaz kılalım. Sermayeyi koruyacak yasalar çıkaralım” diyor. Nerede bireylerin rantı kamu yararı olmuş? İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. İktidar böyle olursa TOBB Madencilik Meclisi Başkanı’nın söylemi de böyle olur. Zor bir süreçle karşı karşıyayız. Yani bunlar diyorlar ki “işimizi uzatmayın, kısa yoldan kısa sürede halledin, biz rantımıza bakalım”.

Balıkesir’e gelince anlatmaya gerek yok Madra Dağı bölgesi, Kaz Dağları, bütün ilçeler ve köyleri aynı durumdadır. Biraz önce Süheyla Doğan hocamızın burada dile getirdiği çok kıymetli düşünceleri vardı, ayrıca toplumu örgütlemek için böylesine fedakarca kendisini ortaya koyan, direnen, bu büyük büyük şirketlere ve onların hukuk kurumlarına karşı, bu iktidarın ekokırımcı anlayışına karşı bu bölgede insanları örgütleyen Süheyla Doğan hocamızı, buradaki aktivistleri selamlıyorum, başarılar diliyorum. Birlikte olacağız. Burayı gözlerine kestirmişler İzmir’i dünyanın çöp merkezi haline getirdiler. Aliağa nükleer atıkların merkezi haline getirildi. Dünyada hiçbir yerde parçalanmayan gemiler Bangladeş, Pakistan, Hindistan’dan Türkiye’ye geliyor. Orası nükleer atık çöplerin ayrıştırıldığı, çevrenin kirletildiği bir alan haline geldi.

O yetmiyor şimdi sıra Balıkesir’de. Balıkesir’i tamamen madene ve sermayeye açmaya çalışıyorlar. Bakın 155 şirket Balıkesir bölgesinde 279 ruhsat almış, 279 ruhsat. Bazı şirketler LİMAK gibi Siirt’te olduğu gibi Kürt coğrafyasını da tahrip ediyor. 155 şirket 279 ruhsat almış. 279 ruhsat 279 alanın videoda da gösterildiği tahrip edilmesi, yok edilmesidir, canlılardan arındırılmasıdır, köylülerin ve çiftçilerin aşına, ekmeğine el konulması demektir. Bir kadın arkadaş ne güzel söyledi ”yahu biz hayvancılık yaparız, tarım yaparız, biz başka bir şey bilmeyiz, buraları enkaz haline getiriyorsunuz, insansızlaştırmaya çalışıyorsunuz, biz çöp mü karıştıralım, ne yapalım” dedi. Ne yapsın gerçekten? Hayvancılık, tarım, meyve, sebze ile uğraşan bir ailemiz nereye gitsin, ne yapsın? Bu kimsenin umrunda değil, iktidarın hiç umrunda değil.

O zaman bu iktidarın da bizim umurumuzda olmaması lazım. Umurumuzda olmayan, bizi uçuruma sürükleyen, Türkiye’yi yıkımın eşiğine getiren bu iktidardan kurtulalım. İl eş başkanımız Songül başkan söyledi ekoloji mücadelesini demokrasi mücadelesinden, özgürlük mücadelesini adalet mücadelesinden bağımsız göremeyiz. Biz kendi cephemizde çok önemli örgütlenmeler, çabalar içerisinde olabiliriz ama tek başımıza, bir arada ve birlikte bir mücadele vermediğimiz müddetçe bir anlamı kalmıyor. Usta, gerçekten yol ve yöntemleriyle dünyayı şaşırtacak baskı politikalarıyla, Mussolini ve bilmem kimlere taş çıkaracak bir sistemle karşı karşıyayız.

Dolayısıyla bütün Balıkesir’in bütün ilçeleri aynı durumda, Kaz Dağları altın madenciliğin adeta merkezi haline getirildi. Birkaç yabancı ve yerli firma var. Yabancı yerli farketmez buradaki amaç ranttır. Bu firmalar o kadar pervasız ki, kapitalist sistemi tanımlarken söylüyorduk ya en az maliyetle, en düşük maliyetle en yüksek rantı elde etme, suyunu çıkarma diyorlar ya öyle çalışıyor. Kaz Dağları’ndaki altın madenciliği kesinlikle orta vadede burada doğayı ve yaşamı bitirecek, nefes almasını engelleyecek, bizim sağlığımızı etkileyecek bir noktada duruyor. Tahrip ediyorlar, zehir saçıyorlar, yüksek kar elde etmek için büyük enkazlar bırakıyorlar sonra çekip gidiyorlar.

Bakın bir maden ocağındaki bir işçi bir ara şöyle diyordu, yerin altında çalışan ve üreten biz, emek veren biz, sefasını süren sermaye. Şimdi doğa bizim, tarla bizim. Atalarımız yüzyıllardır o topraklarda yaşıyor, geçimini sağlıyor. Bir anda Ankara’da bir merkezden hiç tanımadığımız bir rantçı firmaya ruhsat veriliyor, geliyor burada suyun önünü kesip bilmem HES yapacam, JES yapacam, maden arayacağım diyor. Devlet zoruyla birlikte yapıyor da kimi yerlerde engelledik ama değerli arkadaşlar bizim olan, geleceğimiz olan, geçimimiz olan nefes aldığımız bu coğrafyayı bunlardan korumak gibi sorumluluğumuz var. Duyarlı olmamız, birikimli olmamız tek başına yetmiyor.

Cudi’de yanan ağaçla Kaz Dağları’nda maden için kesilen ağacı eşit gören, Gabar’da kesilen ormanlarla Madra Dağları’nda kesilen ormanı ya da ağacı kardeş gören, oraya da buraya da itiraz eden, itirazını sermaye ve sisteme karşı güçlü bir şekilde söyleyen bir mantıkla bunları önleyebiliriz. Kaz Dağları ve Madra bölgesinde bir direniş de var, biz de takip ediyoruz. Emin olun gıptayla sizlere bakıyoruz. Bu direniş büyümelidir. Bu direniş için bize düşen görev ve sorumlulukları yerine getireceğimizi belirtmek istiyorum. Bu kıymetli mücadeleyi veren arkadaşları selamlıyorum. Çok kolay değil buralarda direnmek, bu politikalara durmak.

Bu büyük firmalar karşısında ruhsatlarını iptal ettirmeye çalışmak ya da daha uygun koşullarda eğer önlenemiyorsa rant elde etmesi için mücadele etmek kıymetlidir. Emin olun sizin vermiş olduğunuz direniş olmasaydı Erzincan İliç’de yaşanan felaketlerin çoğu burada fazlasıyla yaşanabilirdi. Onun için kıymetli ve değerli bir mücadele yürütüyorsunuz. İzliyoruz, birlikteyiz. Yaptığınız her şeyi yakından takip ediyoruz. Elimizden geldikçe katkı sunuyoruz. Önümüzdeki günlerde de Ekmek ve Adalet Buluşmaları çerçevesinde sizlerle birlikte olacağız, birlikte mücadele edeceğiz. Şırnak’taki, Siirt’teki ormanla, ağaçla Kaz Dağları’ndaki, Hopa’daki nehri kardeşleştirmek, birlikte bir duyarlılık ortaya çıkarmak gibi siyasetin bir sorumluluğu var.

Siyaset, emekliler mitingi yapıp hadi eyvallah deyip New York’a  gidip rüşvetle yapılan bir konuk evinde konaklamak değildir. Siyaset başka bir şeydir. Siyasetin ilkeleri var. Siyasetin ilkesinde sermayenin sınırsız rantına karşı durmak var. New York’a binayı yapan iktidarla burada Limak’a, sermayeye, holdinglere alan açan akıl aynıdır, değişmiyor. Yurtdışına çıkınca bu iktidar gerçeği değişmiyor, aynı iktidardır. Yurtdışında övdüğümüz, lehine konuştuğumuz iktidarı burada eleştirirsek kimse bize inanmaz. İnsanların umutlarını boşa çıkarmış oluruz. Yerel seçimlerde kazanmış olduğumuz o havayı kaybederiz. İktidar iktidardır. Moskova’da da, Berlin’de de, Hewlêr’de de, Süleymaniye’de de olsak bu iktidar gerçekliği değişmez.

Onun için buna karşı durmak gibi bir sorumluluğumuz var.  Bu salon bu işleri benden çok daha iyi biliyor. Kirli bir oyun sahneleniyor ve bu kirliliğin farkındayız. Bize düşen yakınmak değil, mücadeleyi büyütmektir. Yakınırsak bir biçimiyle hallediyorlar. Birlikte durmak gerekiyor. Bizler bunları geçmişten beri yaşadık. Önce canımıza kıydılar ki hala kıymaya devam ediyorlar. Şimdi buralardaki doğa kıyımını artık sürekli hale getirdiler. Eskiden Kürt illerinden buraya her şey ihraç edilirdi. Şimdi bu doğa kırım buradan oraya ihraç ediliyor. Bu sefer tersten başladılar. Doğamıza kast edenlere karşı daha güçlü olmalıyız. Bu işi bilenler susmamalı, durmamalı. Bu kirliliğin farkında olanlar örgütlemeli, anlatmalıdır.

Biraz önce Burhaniye’de kaldığımız yerdeki sahili gördüm. İnsanlar girmekten çekiniyor. Bütün atıklar oraya akıyor. Bilenler büyük bir sorumluluk altındadır. Ya bilmeyecektik ya da öğrendiysek bunun gereklerini yerine getirmek lazım. En büyük acıyı, en büyük yükü, en büyük bedeli bilenler veriyor. Onun için bu salon bilenlerle dolu. Bu kırım karşısında sadece durmak değil, bunun farkında olmayanları uyarmak, karşı zemine çekmek, karşı zemini büyütmek gibi bir sorumluluğumuz var. Savaş sadece top ve tüfek değildir. Ağaç kırımı da bir kıyım değil mi?

Kaz Dağları’nın madenciliğe açılması, oksijen aldığımız havanın, nefes borularımızın madenciliğe açılması bir savaş değil mi? Buradaki çiftçi arkadaşlarımızın, kadın yoldaşlarımızın dile getirdiği sorunlar bir savaş değil mi? Dolayısıyla bize bir savaş açmışlar, bu savaşa karşı güçlü durmak lazım. En son Reşit yoldaşımıza yapılan saldırının bir benzeri yakın zamanda Diyarbakır’da yapıldı. Kulp’un Alpçetin köyü var, kollukla beraber oraya gittiler, bir maden şirketine verdiler, maden şirketi geldi. Başka yerlerde kolluk bulamıyorlar, kadınlar katledilirken kolluk yok, güvenlik yok, Narin cinayeti bir ayı geçti hakikat ortada yok, devletin örgütlü olduğu küçük bir yer ama Kulp Alpçetin köyüne bakıyoruz maşallah kolluk jandarma herkes orada.

Mesele sermayenin rantı olunca devletin bütün kolluk gücü, yer yer yargısı ordadır. Ama mesele kadınlar, çocuklar, istismar, ölüm, yolsuzluk, hırsızlık olunca maalesef kolluğunu, yargısını bulamıyoruz. Bu iktidarın aslında ne olduğu bu fotoğraflarla çok net bir şekilde ortaya çıkar. Reşit’i katledenler gibi Kulp’takilere de silah çektiler. Orada yapınca burada niye yapmasın, arkasında bir iktidar gücü var. Kim bilir belki Reşit yoldaşımız suçlu gösterilecek. Ekili alan olan her yerde şimdi GES yapıyorlar, GES verimli topraklara yapılmaz. Uygun bir mekan varsa yapılır ama bunlar hiçbir şeyin öncesini, arkasını, önünü düşünmezler o an orada elde edecekleri rantı düşünüyorlar.

Kusura bakmayın aslında sonuna kadar burada kalmayı düşünüyordum. O kadar hızlı gelişiyor ki her şey. Ortadoğu’daki gelişmelerden kaynaklı hem DEM Parti hem de DBP milletvekili grubunu topladık. Meclis de açılıyor, yeni bir dönem başlıyor. Daha güçlü bir direniş ve mücadele ortaya koymanın hattını birlikte tartışacağız. Yoksa akşam buradan karayoluyla ayrılacaktım. Ama milletvekili toplantımız devam ettiği için belki bir bölümüne yetişirim diye biraz öne almak zorunda kaldım.

Ama sizinle aynı duyguları taşıyorum, hissettiğiniz her şeyi hissediyorum. Burada konuşan arkadaşların söylediği her şeye katılıyorum, çok değerli ve kıymetli bir görüş birliği içerisindeyiz. Başörtülü annelerin, kadın yoldaşlarımızın böylesine direnişçi, toprağına, doğasına sahip çıkması bunca kötülük karşısında bizlere umut veriyor. Bu çok önemlidir. Direniş en kırsalda, işin en kenarında durduğunu düşündüğünüz yerlerden geliyor. Demek ki artık mızrak çuvala sığmıyor, halklarımız uyandı, emekçiler uyandı. Tek bir eksikliğimiz var, o da bütün bunları bir araya getirip ortak bir mücadele yürütmektir. DEM Parti bunun için var. Ekmek ve Adalet Buluşmaları bunun için var.

Kürdün çığlığı ile Kaz Dağları’ndaki kardeşlerimizin çığlığını bir araya getirebilirsek daha yüksek bir ses çıkaracağımıza inanıyorum. Bu sesin de birçok kötülüğü değiştireceğine inanıyorum. Onlar doğanın nefesini kesmeye çalışıyorlar, Kürdün, Alevinin, emekçinin, direnen kadının nefesini kesmek istiyorlar. Mücadelemizle bu iktidarın zulüm politikalarının, rantın, sermayenin nefesini keseceğimize olan inançla tek tek hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Emeği geçen Balıkesir il örgütümüze, Burhaniye ilçe örgütümüze, komisyonda yer alan bütün arkadaşlarımıza bir kez daha huzurunuzda teşekkür ediyorum. Hepimize kolay gelsin, başaracağımıza olan inancımı koruyorum.

Paylaşın

Erken Seçim Tartışmaları: Bakırhan’dan Muhalefete Sert Eleştiriler

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, erken seçim tartışmalarına değinerek, “Sorunlar sadece dile getirmekle, miting yapmakla çözülmüyor. Sorunları çözmek için de bir irade ortaya koymak gerekiyor” dedi ve ekledi:

“Allah aşkına muhalefet iktidarı ne kadar rahatsız etti? 31 Mart’ta ortaya çıkan o olumlu havayı, insanlara umut veren, göç yollarını durdurup ‘bu ülkede bir şeyler olabilir’ diyen insanların yine eski havasına dönmesinin sorumlusu biraz da muhalefetin kendisidir. Biz de bu konuda özeleştirimizi veriyoruz.”

Bakırhan, “Halk değişim istedi. Halk, ‘bunlar yönetemiyor’ dedi. Halk, ‘bunlar gitsin’ dedi. Halk iradesini onurlu bir şekilde sandığa attı. Biz de bekliyoruz ki Recep Tayyip Erdoğan’ın keyfi ne zaman seçim isterse o zaman seçime gideceğiz. O zaman muhalefet yapmayalım. Seçime kadar sokağa çıkmayalım, mücadele etmeyelim, bunun kavgasını vermeyelim, bekleyim, AKP ve MHP ne zaman isterse o zaman seçime gidelim. Böyle bir muhalefet olmaz” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, ‘Ekmek ve Adalet’ kampanyası kapsamında Mersin’in merkez Akdeniz ilçesindeki Park Kafe’de emeklilerle bir araya geldi. Bakırhan, emeklilerin sorunlarını ve taleplerini dinledi.

2017 Emekliler Derneği Başkanı Oktay Canpolat, 2021 Emekliler Derneği Başkanı Hüseyin Kurt ve emekliler sorunlarını ve taleplerini anlattı. Emeklileri dinleyen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Türkiye’deki 16 milyon emeklinin Bolivya, Belçika, Ürdün gibi ülkelerin nüfusundan bile fazla olduğuna dikkat çekti.

Artı Gerçek’ten Abidin Yağmur’un aktardığına göre; Bakırhan, “31 Mart’ta öyle bir ters köşe yaptınız ki siyasi partilere, emin olun 31 Mart’ın en önemli aktörleri bence 16 milyon emeklidir. Tercihleriyle aslında bütün siyasi partilere, başta iktidar partisi olmak üzere çok büyük bir ders verdiler. Adıyaman, Muş gibi iktidarın kalesi olan kentlerin düşmesinin en önemli sebebi emeklilerin örgütsüz olmalarına rağmen duyarlı davranmalarıyla ilgili bir durumdur” dedi.

Emeklilerin örgütlü mücadele etmesi gerektiğini vurgulayan Bakırhan, “16 milyon emekli tek çatı altında bir arada güçlü bir örgütlülük sağlayabilseydi emin olun hükümet belirlerdi. Hükümet götürür, hükümet getirirdi. Tüm siyasi partilerin ilgisinin, odağının olduğu merkezlerden birisi olurdunuz. Sözünüz karşılık bulurdu. Sözünüz çok kıymetli, çok değerli ama sözünüzü temsil eden henüz bir zemin yok. Sizden rica ediyorum önce sizin bir silkelenip mevcut dağınık örgütlülükten kurtulup daha büyük daha güçlü mücadele zeminleri yaratmanız gerekiyor” diye konuştu.

AK Parti iktidarının, ‘Emekli Yılı’ ilan ettiği 2024’te emeklileri daha yoksullaştırdığını dile getiren Bakırhan, şöyle konuştu: “Emekliler yılı ilan ettiler. Ne yapmışlar? Tatil yapmak isterseniz okullar tatil olduğunda okulların yurtlarında barınabilirmişsiniz. O yurtlara gitmek için mazot paranız var mı, aracınız var mı, orada ne yiyip ne içeceksiniz diye hesaba katmıyorlar.

Bir arkadaş söyledi; bir emekli maaşıyla 7 tane çeyrek altın alınıyordu, emekliler yılı ilan edenlerin geldiği yıl. Şimdi 2.5 çeyrek altın alamıyor emeklilerimiz emekli maaşıyla. Açlık sınırı 20 bin TL. O da TÜİK’in sahte raporlarıyla, sahte sonuçlarıyla oluşturulmuş bir rakam. Ama emekliye 12 bin TL veriyorlar. Çalışanlara 17 bin TL para veriyorlar. Bir de emekli yılı, emekçi yılı ilan ediyorlar. Utanmadan bir de diyorlar ki ’emeklileri enflasyona ezdirmeyeceğiz.’ Böyle bir şey olabilir mi? Emekli neredeyse zeytin alamıyor. Emekliler büyük neden yapıldığı belli olmayan beyaz peyniri 1-2 TL ucuza almak için market market dolaşıyor. Emekliler yılında emeklileri getirdikleri hale bak. Lanet olsun onlara.”

DEM Parti’nin en düşük emekli maaşının 32 bin TL olmasını önerdiğini hatırlatan Bakırhan, “Emeklinin emeklinin üç beş gün tatil yapacak, seyahat edecek, insanca, başı dik bir şekilde sokakta yürüyecek bir ücrete ihtiyacı var. Bunu önermeyen hiçbir siyaset bence samimi değildir. Mevcut, bizi sömüren, memleketi talan eden, uçurumun kenarına getiren siyasetin değirmenine rüzgâr taşıyor. Mehmet Şimşek’in ekonomi programının emekliye, emekçiye vereceği bir şey yok. Bu iktidar artık bir sorun haline gelmiştir. Hepimizi bir araya getiren ortak bir zemin var, bu iktidarı göndermek” diye konuştu.

“Böyle muhalefet olmaz”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan, erken seçim tartışmalarına da değindi. Muhalefeti eleştiren Bakırhan, şunları söyledi: “Sorunlar sadece dile getirmekle, miting yapmakla çözülmüyor. Sorunları çözmek için de bir irade ortaya koymak gerekiyor. Allah aşkına muhalefet iktidarı ne kadar rahatsız etti? 31 Mart’ta ortaya çıkan o olumlu havayı, insanlara umut veren, göç yollarını durdurup ‘bu ülkede bir şeyler olabilir’ diyen insanların yine eski havasına dönmesinin sorumlusu biraz da muhalefetin kendisidir.

Biz de bu konuda özeleştirimizi veriyoruz. Halk değişim istedi. Halk, ‘bunlar yönetemiyor’ dedi. Halk, ‘bunlar gitsin’ dedi. Halk iradesini onurlu bir şekilde sandığa attı. Biz de bekliyoruz ki Recep Tayyip Erdoğan’ın keyfi ne zaman seçim isterse o zaman seçime gideceğiz. O zaman muhalefet yapmayalım. Seçime kadar sokağa çıkmayalım, mücadele etmeyelim, bunun kavgasını vermeyelim, bekleyim, AKP ve MHP ne zaman isterse o zaman seçime gidelim. Böyle bir muhalefet olmaz.”

Paylaşın