Bakırhan’dan “Soruşturma” Tepkisi: Geçmişten Ders Alınmadığını Gösteriyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İçişleri Bakanlığı tarafından hakkında başlatılan soruşturmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Ne yazık ki geçmişten ders alınmadığını gösteriyor” dedi.

Haber Merkezi / Tuncer Bakırhan, açıklamasının devamında “Eğer bir inceleme başlatacaksa, yalan ve iftiralarla toplumu yanıltan ve manipüle eden kişiler hakkında başlatmalıdır. Geçmişten bugüne kadar benzer hedef göstermelerin Türkiye halklarına neler kaybettirdiğini biliyoruz. Acı deneyimlerin bir kez daha yaşanmasına müsaade etmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İçişleri Bakanlığı tarafından hakkında başlatılan soruşturmaya ilişkin açıklama yaptı. Bakırhan açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerimize 4 Kasım’da atanan kayyımlar sonrası Mardin’de yaptığım konuşma nedeniyle İçişleri Bakanlığı tarafından hakkımda yasal işlem başlatıldığı açıklandı. Bu gelişme, kayyım uygulamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde ne yazık ki geçmişten ders alınmadığını gösteriyor.

Konuşmamda hukuksuz uygulamaların altını çizdim ve halkın bu saldırılar karşısında boyun eğmeyeceğini ifade ettim. Tarihsel bir mücadele belleğine atıfta bulunarak, geçmişte katledilen önemli şahsiyetleri hatırlattım ve bu şiddet politikalarının çözüm getirmediğine vurgu yaptım. Bu bağlamda, Seyid Rıza’nın “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu; ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!” sözünü de paylaştım. Hazmedilemeyen ve çarpıtılan bu konuşmam bugün başka bir hukuksuzluğa vesile edilmek isteniyor.

İçişleri Bakanlığı yetkisini aşıp kendisini yargı yerine koyarak, yaptığım bu konuşma üzerinden kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor. 30 yıldır demokratik siyasette ısrar eden, türlü oyunlara, işkencelere ve hapislere rağmen vazgeçmeyen bir siyasetçi olarak ifade ediyorum: Bu hukuksuzluktan geri dönülmeli, kayyım uygulamalarına son verilmeli ve halkın iradesine saygı gösterilmelidir. Kürt sorununda barışa yönelik adımlar bir an önce atıl- malı, savaş ve şiddet politikalarına son verilmelidir.

Diyalog ve müzakere süreci yeniden başlatılmalı, çatışmasız ve demokratik bir Türkiye inşa edilmelidir. Kürt sorununun demokratik çözümüne niyeti olanlar sağduyulu bir yol izlemelidir. İçişleri Bakanlığı başlattığı hukuksuz uygulamadan derhal vazgeçmelidir. Eğer bir inceleme başlatacaksa, yalan ve iftiralarla toplumu yanıltan ve manipüle eden kişiler hakkında başlatmalıdır. Geçmişten bugüne kadar benzer hedef göstermelerin Türkiye halklarına neler kaybettirdiğini biliyoruz. Acı deneyimlerin bir kez daha yaşanmasına müsaade etmeyeceğiz.”

İçişleri Bakanlığı, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve DEM Parti Mardin İl Başkanı Mehmet Mihdi Tunç hakkında soruşturma başlatıldığını açıklamıştı.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanılmıştı: “Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına Başkan vekilleri görevlendirilmesiyle ilgili olarak; Siirt Milletvekili ve DEM Partisi Eş Genel Başkanı Tuncer BAKIRHAN’ın 04.11.2024 tarihinde yapmış olduğu konuşma ve DEM Parti Mardin İl Başkanı Mehmet Mihdi TUNÇ’un 04.11.2024 tarihinde yapmış olduğu açıklama nedeniyle haklarında yasal işlem başlatılmıştır.”

Tuncer Bakırhan ne demişti?

DEM Partili Mardin Büyükşehir, Batman ve Şanlıurfa’nın Halfeti ilçe belediyesine kayyım atanmıştı. Kayyım atamalarına tepki gösteren Tuncer Bakırhan, Mardin’de yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı: Bunlar bir taraftan çözüm beklentisi yarattılar, ‘yeni bir süreç’ dediler, ‘normalleşme’ dediler; fakat tam 8 yıl önce 4 Kasım’da yapmış oldukları siyasi soykırımı tekrar ettiler. Bunlar yalancıdır, bunlar riyakardır, bunlar ikiyüzlüdür. Bunlar çözüm dediklerinde zulüm, normalleşme dediklerinde kayyım, adalet dediklerinde adaletsizlikle karşı karşıya kalıyoruz.

Kürt’ü ve Türkiye halklarını reddedenler zannediyorlar ki Kürtler bu kayyımcılara, bu talancılara baş eğecek. Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır. Ne onların kayyımı ne zulüm politikaları ne yalanları ne de hileleri bizlere diz çöktüremeyecektir. Seyid Rıza, ‘Yalan dolanlarınızla bize diz çöktüremezsiniz’ diyordu.

Biz de diyoruz ki ne yalan ne talan ne de zulüm Mardin’de, Amed’de, Kürt coğrafyasının hiçbir yerinde bizleri yıldıramayacak, bizlere diz çöktüremeyecektir. Üçüncü dönemdir kayyım atıyorsunuz. Demek ki kayyım politikalarınız karşılık bulmadı. Demek ki seçimde bu kayyım politikalarınız, bu inkar politikalarınız kaybetti. Seçimde kaybettiğiniz bu yerleri şimdi hileyle, yalan dolanla, yalan yanlış yargı kararlarıyla gasp etmeye çalışıyorsunuz.

Değerli halkımız, size söz veriyoruz: Bu kayyımcı anlayışa, sizin iradenizi yok sayanlara asla geçit vermeyeceğiz. Sokakta, Meclis’te, yaşamın her alanında emekçilerle, yoksullarla ve ezilenlerle birlikte bu talancı, bu savaş sever kayyımcı zihniyeti el birliğiyle göndereceğiz. Sizler yanımızda olduğunuz müddetçe, burada olduğu gibi iradenize sahip çıktığınız müddetçe ne talan ne yalan ne kayyım ne de zulüm Kürdistan topraklarında asla karşılığını bulmayacaktır.

Mardin’den çağrımızı yineliyoruz: Bu kayyım sisteminden vazgeçin. Bu kayyım sisteminin kimseye yararı yok, bu kayyım sistemi iflas etti. Tekrar Mardin halkının iradesinin tecelli etmesi için bu yalancı, talancı ve kayyımcı anlayışı bırakın. Eş başkanlarımız yönetimiyle bu kenti yönetsin. Bizler durmayacağız, mücadele edeceğiz, direneceğiz. Bu topraklara barış ve adalet gelinceye kadar, halkımız kendi kimliğiyle eşit yurttaş oluncaya kadar hep birlikte mücadele edeceğimizin sözünü veriyoruz.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan Hakkında Soruşturma Başlatıldı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan hakkında, Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına kayyum atılmasının ardından yaptığı açıklamalar nedeniyle, soruşturma başlatıldı.

Haber Merkezi / Tuncer Bakırhan, “Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır” demişti.

İçişleri Bakanlığı, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve DEM Parti Mardin İl Başkanı Mehmet Mihdi Tunç hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına Başkan vekilleri görevlendirilmesiyle ilgili olarak; Siirt Milletvekili ve DEM Partisi Eş Genel Başkanı Tuncer BAKIRHAN’ın 04.11.2024 tarihinde yapmış olduğu konuşma ve DEM Parti Mardin İl Başkanı Mehmet Mihdi TUNÇ’un 04.11.2024 tarihinde yapmış olduğu açıklama nedeniyle haklarında yasal işlem başlatılmıştır.”

Tuncer Bakırhan ne demişti?

DEM Partili Mardin Büyükşehir, Batman ve Şanlıurfa’nın Halfeti ilçe belediyesine kayyım atanmıştı. Kayyım atamalarına tepki gösteren Tuncer Bakırhan, Mardin’de yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı: Bunlar bir taraftan çözüm beklentisi yarattılar, ‘yeni bir süreç’ dediler, ‘normalleşme’ dediler; fakat tam 8 yıl önce 4 Kasım’da yapmış oldukları siyasi soykırımı tekrar ettiler. Bunlar yalancıdır, bunlar riyakardır, bunlar ikiyüzlüdür. Bunlar çözüm dediklerinde zulüm, normalleşme dediklerinde kayyım, adalet dediklerinde adaletsizlikle karşı karşıya kalıyoruz.

Kürt’ü ve Türkiye halklarını reddedenler zannediyorlar ki Kürtler bu kayyımcılara, bu talancılara baş eğecek. Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır. Ne onların kayyımı ne zulüm politikaları ne yalanları ne de hileleri bizlere diz çöktüremeyecektir. Seyid Rıza, ‘Yalan dolanlarınızla bize diz çöktüremezsiniz’ diyordu.

Biz de diyoruz ki ne yalan ne talan ne de zulüm Mardin’de, Amed’de, Kürt coğrafyasının hiçbir yerinde bizleri yıldıramayacak, bizlere diz çöktüremeyecektir. Üçüncü dönemdir kayyım atıyorsunuz. Demek ki kayyım politikalarınız karşılık bulmadı. Demek ki seçimde bu kayyım politikalarınız, bu inkar politikalarınız kaybetti. Seçimde kaybettiğiniz bu yerleri şimdi hileyle, yalan dolanla, yalan yanlış yargı kararlarıyla gasp etmeye çalışıyorsunuz.

Değerli halkımız, size söz veriyoruz: Bu kayyımcı anlayışa, sizin iradenizi yok sayanlara asla geçit vermeyeceğiz. Sokakta, Meclis’te, yaşamın her alanında emekçilerle, yoksullarla ve ezilenlerle birlikte bu talancı, bu savaş sever kayyımcı zihniyeti el birliğiyle göndereceğiz. Sizler yanımızda olduğunuz müddetçe, burada olduğu gibi iradenize sahip çıktığınız müddetçe ne talan ne yalan ne kayyım ne de zulüm Kürdistan topraklarında asla karşılığını bulmayacaktır.

Mardin’den çağrımızı yineliyoruz: Bu kayyım sisteminden vazgeçin. Bu kayyım sisteminin kimseye yararı yok, bu kayyım sistemi iflas etti. Tekrar Mardin halkının iradesinin tecelli etmesi için bu yalancı, talancı ve kayyımcı anlayışı bırakın. Eş başkanlarımız yönetimiyle bu kenti yönetsin. Bizler durmayacağız, mücadele edeceğiz, direneceğiz. Bu topraklara barış ve adalet gelinceye kadar, halkımız kendi kimliğiyle eşit yurttaş oluncaya kadar hep birlikte mücadele edeceğimizin sözünü veriyoruz.”

Paylaşın

Bakırhan: Kürt Coğrafyasında Ayrı Bir Hukuk Uygulanıyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, kayyım atanan Halfeti Belediyesi önünde yaptığı konuşmada, “Emin olun askeri darbe dönemini aratan bir süreçle karşı karşıyayız. Ne demek sen seçemezsin. Ne demek sen seçilmezsin. Batıda ayrı bir hukuk uyguluyor, Kürt coğrafyasında ayrı bir hukuk uyguluyor” dedi ve ekledi:

“Sizlere çok net ve öz taleplerimizi iletmek istiyoruz: Kürtler çözüm istiyor. Kürtler demokrasi istiyor. Kürtler seçtikleri iradenin kendisini yönetmesini istiyor. Kürtler kavga istemiyor. Kürtler çatışma istemiyor. Şimdi siz karar verin, bu sınav sizin sınavınızdır. Çözüm diyorsanız buradayız. Çözüm istiyorsanız İmralı orada. Barış diyorsanız kayyım politikanızdan vazgeçin.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, Halfeti Belediyesine kayyınm atanmasını protesto için ilçeye gitti. Bakırhan ve Hatimoğullarına, DEM Parti Milletvekilleri Meral Danış Beştaş, Sezai Temelli, Ömer Öcalan, Ferit Şeyaşar Dilan Kunt Ayan, Zülküf Uçar, Mithat Sancar, Ayten Kordu, DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, EMEP Genel Başkanı Seyit Arslan, EMEP Antep Milletvekili Sevda Karaca ile yerlerine kayyım atanan Halfeti Belediye Eşbaşkanları Saniye Bayram ve Mehmet Karayılan eşlik etti.

EHP, TÖP, TİP, EMEP, SMF, SYKP, SODAP, KKP, PİA, Devrimci Parti, ESP, İHD, Alevi Bektaşi Federasyonu, KESK’ten çok sayıda isim de ilçeye geldi. DEM Parti heyeti polis ablukasına alınan belediyenin önüne gitti.

Kayyım atanan Halfeti Belediyesi önünde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bu iktidar bize Kürt oy kullanamaz diyor. Kürt seçemez, seçilmez diyor. Anadilini konuşmaz diyor. Kürt dilini kullanmazsa, Kürt yerel seçimlerde, genel seçimlerde kendi temsilcilerini seçemiyorsa, Kürdün iradesine kayyım atanıyorsa, Kürdün iradesi cezaevine gönderiliyorsa bu iktidara Halfeti’den ‘Kürt ne yapsın’ diye sormak istiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir darbe biçimi yok. Emin olun askeri darbe dönemini aratan bir süreçle karşı karşıyayız. Ne demek sen seçemezsin. Ne demek sen seçilmezsin. Batıda ayrı bir hukuk uyguluyor, Kürt coğrafyasında ayrı bir hukuk uyguluyor. Sanki barışı onlar istiyor sanki çözümü onlar istiyor da Kürtler istemiyor gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar” dedi.

İktidara tepkisini sürdüren Bakırhan, “Sizlere Kürtler inanmıyor, emekçiler inanmıyor. Çünkü sizler gerçek bir programa, gerçek bir siyasete sahip değilsiniz. Sizler sıkıştığınız zaman kayyıma başvuran, kolluğa yapışan, yargıyı bir sopa gibi kullanan bir anlayışın sahipsiniz. Sizlere çok net ve öz taleplerimizi iletmek istiyoruz: Kürtler çözüm istiyor. Kürtler demokrasi istiyor. Kürtler seçtikleri iradenin kendisini yönetmesini istiyor. Kürtler kavga istemiyor. Kürtler çatışma istemiyor. Şimdi siz karar verin, bu sınav sizin sınavınızdır. Çözüm diyorsanız buradayız. Çözüm istiyorsanız İmralı orada. Barış diyorsanız kayyım politikanızdan vazgeçin” diye konuştu.

Hattimoğulları: Faşizmin ta kendisidir

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hattimoğulları da “Kayyım seçimleri ortadan kaldırmak demektir. Bu iktidarın şu an büyük amacı yerel yönetimlerde seçimleri ortadan kaldırmaktır. Atadığı vali ve kaymakamlarla yeni bir düzen kurmak istiyorlar. Bu faşizmin ta kendisidir. Bu iktidar bir yandan Kürt sorununu çözelim dedi, iç barış diye el uzattı ama diğer diğer eliyle sopayla başta Kürtlerin ve bu ülkede yaşayan bütün halkların tepesine o sopayı indiriyor. Buna biat etmeyenleri de yargı yoluyla, şu an yaptıkları gibi bütün toplumu böyle işgal etmek istiyorlar. Türkiye işgal etmek istiyorlar. Yalandır bunların Türkiye partisi oldukları. Yalandır bunların iş barış dedikleri. İç barış isteyen kayyım atamaz” dedi.

HDK Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş, “.Bu darbeyi kabul etmedik, etmeyeceğiz. Hakkari’de olduğu gibi burada büyük bir direniş var. Direnişinizi selamlıyoruz. Sopalar ile sandıktan çıkamadılar. Yine kaybettiler, yenildiler. Kaybetmeye mahkumlar. Burası Sayın Öcalan’ın memleketi. Bir yandan çağrı yapılıyor, bir yandan disiplin cezaları veriliyor. Çağrı değil adım atın, Özgürlük koşullarını oluşturun. Tecrit demokratik gösterilerek saldırı ile bir yere varamazsınız. Siz darbecisiniz. Sonuna kadar direneceğiz. Herkesi ortak mücadeleye çağırıyoruz” diye konuştu.

EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, “Bir ellerinde hançer varken el uzatıyorlar. Bu koşullarda barış nasıl olacak? Kürt halkına büyük değer veriyoruz. Türkiye’nin her yerinde kardeşleriniz var. Eğer birlik olursak, tek vücut olursak bu iktidarı da kayyımları da göndeririz” dedi.

Nebiye Merttürk: Diktatörleri koltuklarında indireceğiz

Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk, “Halkı kandırmak istiyorlar. Barış maskesi yüzlerinde durmuyor, o kadar yüzsüzler. Sadece 7 aydır kayyımın borcu ödensin diye büyük bir mücadele verilmiş. 7 ayda bu küçük ilçede büyük bir birikime imza atılmış. Bu mücadeleyi saygı ile selamlıyoruz. Bütün politikaların karşısında direndik. Diktatörleri koltuklarında indireceğiz. Omuz omuza mücadele edeceğiz” diye konuştu.

EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, “Kürt ve Türk işçiler olarak ortak bir mücadele kuramadığımız sürece bu vahşi uygulamalar devam edecek. Kayyımları biran önce geri çekin. Kürt halkının çıkarları ve sorunları aynı zamanda Türk halkının da talep ve çıkarlarıdır. Güçlerimizi birleştirmek zorundayız” dedi.

Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı, “Daha önce de dayanışma için buralara geldik. Türkiye halkları ile devrimcilerin kader birliği var. Kayyıma karşı da bir kader birliğimiz var. Direnişinizi selamlıyoruz. Biz kazanacağız” diye konuştu.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Asla Baş Eğmeyeceğiz

Partisinin Mardin Büyükşehir Belediyesi önünde gerçekleştirdiği grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, kayyım atamalarına tepki göstererek, “Asla boyun eğmeyeceğiz, asla baş eğmeyeceğiz” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), bu haftaki Meclis grup toplantısını İçişleri Bakanlığı tarafından kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi önünde gerçekleştirdi.

Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, TÖP Sözcüsü Juliana Sözen, EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, SYKP Eş Genel Mertcan Titiz Feray Mertoğlu ve TİP Genel Başkanı Erkan Baş, ESP Eş Genel Başkanı Murat Çepni ve EMEP Milletvekili Sevda Karaca toplantıya katıldı.

Grup toplantısında DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan açıklama yaptı. Hatimoğulları sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye 2015 yılından bu yana demokratik siyasette kesintisiz bir darbe süreci yaşandı. Bu kayyımın amacı Kürde sen seçemezsin, seçilemezsin demektir. Kayyım demek demokrasiye darbe demektir. Kayyım demek Kürt halkının siyasi iradesini tanımamak demektir. Bu kayyımcı anlayış sanmayın ki sadece Kürtlere zarar veriyor.

Belediyeler bizim için dört duvar demek değildir, belediye bizim için kentin ta kendisidir, halktır. Yüzlerce kayyım atadılar, seçmenimizle bağımızı koparabildiler mi? Hayır. En son seçimde belediye sayımızı artırarak, büyük bir başarıya imza atmadık mı? Kayyımı bizlerin üzerinde kılıç gibi kullananlar, bilsinler ki bunlar sadece size değil, uluslararası mahkemelere de hesap verecekler.

Buradan çağrımızı yineliyoruz: Meclis göreve. Çözüm parlamentodadır. Asıl samimiyet testi bu olacaktır. Bir diğer çağrımız, bütün muhalefet partilerine, demokrasi güçlerine, adalete inanan yurttaşlaradır. Bu haklı davaya gelin, hep beraber sahip çıkalım. Biraz daha geç kalırsak, batıdaki diğer belediyelere de kayyım atanacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Kayyım aynı zamanda kadınları hedef alır. Ne zaman kayyım atasalar, önce kadın örgütlerine saldırı düzenlediler. Bakın kadının soyadını silmek istiyorlar, bizleri yaşamın her alanından silmek istiyorlar. Bugün Türkiye’de en yüksek oyu Batman Belediye Başkanımız Gülistan Sönük almıştır. Kadınlara saldırılar devam ettikçe, biz kadınlar 12 Eylül darbesine boyun eğmedik. Bizler kadın-yaşam-özgürlük şiarıyla mücadelemize devam edeceğiz. Kesintisiz darbeye karşı, kesintisiz mücadeleye devam edeceğiz. Bu irade kıyımını asla tanımıyoruz, herkesi bu darbe karşısında demokratik mücadeleye, dayanışmaya, örgütlenmeye devam ediyoruz. Mardin’e sahip çıkmaya devam edeceğiz.”

“En büyük Kürt düşmanı koalisyon”

Hatimoğulları’ndan sonra kürsüye gelen diğer eş genel başkan Tuncer Bakırhan ise şunları söyledi: “Bu siyasi darbeniz Mardin, Batman, Esenyurt ve Halfeti halkları için bir hiçtir. Kimsenin şüphesi olmasın; nasıl Mardin halkı 1994’te Çiller’in öncülük yaptığı DEP’lilere dönük darbeyi unutmadıysa, nasılsa Çiller ve Nusret Demiral da tarihin kara sayfalarına yazıldıysa, bu siyasi darbeciler de tarihin kara sayfalarında yerini alacaktır.

Açıkça söylüyoruz,kayyum demokrasiye bir kıyımdır. Bugün Türkiye’de iki hat var, bir kayyumcu cumhuriyet isteyenler, bir de bizim gibi demokratik cumhuriyet isteyenler. Diyorlar ki, iktidar ve onuru midesi kadarolan saray kalemşörleri diyorlar ki terör nedeniyle kayyum atandı. Bütün hırsızlıklarını, yolsuzluklarını terör maskesinin arkasına sakladıar. Bölücü arıyorsanız, pratikleriniz bakacaksınız. İstanbul’da başka hukuk, bölgede başka hukuk uygulamak asıl bölülcülüktür. Terör arıyorsanız, 2015’ten beri uygulamalarınıza bakacaksınız.

Ne yapmış Ahmet Türk? Daha dün Cumhurbaşkanı yardımcısıyla iki aileyi barıştıran Ahmet  Türk’e şimdi terörist diyorsunuz. Yazıklar olsun size. Bu ikiyüzlü tutumunuzdan vazgeçin, kimse size artık inanmıyor. Cumhuriyet kurulduğundan beri en büyük Kürt düşmanı koalisyonla karşı karşıyayız. 2015’ten beri kurdukları şeytan ittifakı ile bize yapmadıkları zulüm kalmadı, mezarlarla uğraştılar, cenazelerimizi kaldıramadık, katledilen çocukların cenazeleri buzdolaplarında kaldı.

İktidar bir yandan elimi uzatıyorum derken, diğer eliyle yok sayıyorlar, zulüm yapıyorlar. Bu halk size nasıl güvensin? Soruyoruz, dün elini uzatanlar bugün kayyum atayanlar değil mi? Uzattıkları elleri tuttuk, bize uzatılan her eli de tutarız, reddetmeyiz. Ama siz de gördünüz, uzatılan el meğer kayyım atamak içinmiş.

Kayyum barış ve çözüme giden yolu dinamitleyen bir yoldur. Kürt sorunu, sabahın 5’inde Ahmet Türk’ün kapısını çalarak, seni belediye başkanlığından aldık demektir. Kürt sorunu, Kürt sorunu yoktur demektir. Kürt sorunu, Fırat’ın suyu akarken, onun yanı başında kuruyan ağaçtır. Kürtler, siyaset yapmasın diyorsanız, Kürtler oy da kullanmasın diyorsunuz, Kürtler dilini de kullanmasın diyorsunuz. O zaman size soruyoruz, Kürtler ne yapsın be vicdansız herifler? Bu soruya sizin cevap vermeniz lazım. Sayın Bahçeli, Kürtler ne yapsın? Sayın Erdoğan, Kürtler ne yapsın bu saatten sonra? Kürt sorunu, İmralı’da, DEM Parti’yi siyaseten tecrit etmektir. Bu, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür.

Ne kadar AKP’de siyaset yapan Kürt varsa, hepsini istifaya davet ediyoruz. Kayyım atadığı Kürtler, Erdoğan’ın kardeşi değildir. Onlar ne istiyorlar, biliyor musun? Onlar bizim tarihimizdeki Bekoları itiyorlar, ama Kürt halkı Memu Zin’dir, Kürtler Bekoları geçti.

Müzakereden kaçıyorlar, çünkü müzakere kimin sahici odluğunu gösteren en önemli merhalelerden biridir. DEM Parti olarak çözüme hazırız, elimizde hançer değil, barış güvercinleri var. Ama sizin bir elinizde kayyum, diğer elinizde zulüm var. Ama bu toprakların ferasetine inanıyoruz, bir gün bu feraset halkların birlikte yaşadığı bir ülkeyi yaratacaktır.

Sayın Bahçeli’nin grup toplantısını izledim. Bize uzattığın eli biz tuttuk, ama diğer elini ortağın baltaladı, diğer elini baltalayan ortağında sorun var. Madem bir çözüm istiyorsun, önce kayyumdan vazgeç, önce tecridi kaldır, madem çözüm istiyorsun önce hukuku uygula. Kimse bize Ortadoğu’da tehdit var, iç cepheyi gücendirelim demesin, iç cepheyi güçlendirmek kayyum atamak mıdır? Kayyum rejimiyle iç barışla sağlayamazsınız… Son olarak; asla boyun eğmeyecğiz, asla baş eğmeyeceğiz.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Kayyım” Tepkisi: Bunlar Yalancı, Riyakar Ve İkiyüzlü

Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atamalarına tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bunlar bir taraftan çözüm beklentisi yarattılar, ‘yeni bir süreç’ dediler, ‘normalleşme’ dediler; fakat tam 8 yıl önce 4 Kasım’da yapmış oldukları siyasi soykırımı tekrar ettiler” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bunlar yalancıdır, bunlar riyakardır, bunlar ikiyüzlüdür. Bunlar çözüm dediklerinde zulüm, normalleşme dediklerinde kayyım, adalet dediklerinde adaletsizlikle karşı karşıya kalıyoruz. Kürt’ü ve Türkiye halklarını reddedenler zannediyorlar ki Kürtler bu kayyımcılara, bu talancılara baş eğecek. Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır. Ne onların kayyımı ne zulüm politikaları ne yalanları ne de hileleri bizlere diz çöktüremeyecektir.”

Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atamalarına tepkiler devam ediyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel Mardin’de halka seslendi. Bakırhan, şunları söyledi:

“Merhaba gelê Mêrdînê, gelê têkoşer me ev roj pir dît lê înşelah em ê bi ser bikevin. Ji ber ku hûn hene, hûn heya li cem îradeya xwe û partiya xwe bisekinin ew jî dizanin ku nikarin bi ser bikevin.

Bunlar bir taraftan çözüm beklentisi yarattılar, ‘yeni bir süreç’ dediler, ‘normalleşme’ dediler; fakat tam 8 yıl önce 4 Kasım’da yapmış oldukları siyasi soykırımı tekrar ettiler. Bunlar yalancıdır, bunlar riyakardır, bunlar ikiyüzlüdür. Bunlar çözüm dediklerinde zulüm, normalleşme dediklerinde kayyım, adalet dediklerinde adaletsizlikle karşı karşıya kalıyoruz.

Kürt’ü ve Türkiye halklarını reddedenler zannediyorlar ki Kürtler bu kayyımcılara, bu talancılara baş eğecek. Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır. Ne onların kayyımı ne zulüm politikaları ne yalanları ne de hileleri bizlere diz çöktüremeyecektir. Seyid Rıza, ‘Yalan dolanlarınızla bize diz çöktüremezsiniz’ diyordu.

Biz de diyoruz ki ne yalan ne talan ne de zulüm Mardin’de, Amed’de, Kürt coğrafyasının hiçbir yerinde bizleri yıldıramayacak, bizlere diz çöktüremeyecektir. Üçüncü dönemdir kayyım atıyorsunuz. Demek ki kayyım politikalarınız karşılık bulmadı. Demek ki seçimde bu kayyım politikalarınız, bu inkar politikalarınız kaybetti. Seçimde kaybettiğiniz bu yerleri şimdi hileyle, yalan dolanla, yalan yanlış yargı kararlarıyla gasp etmeye çalışıyorsunuz.

Değerli halkımız, size söz veriyoruz: Bu kayyımcı anlayışa, sizin iradenizi yok sayanlara asla geçit vermeyeceğiz. Sokakta, Meclis’te, yaşamın her alanında emekçilerle, yoksullarla ve ezilenlerle birlikte bu talancı, bu savaş sever kayyımcı zihniyeti el birliğiyle göndereceğiz. Sizler yanımızda olduğunuz müddetçe, burada olduğu gibi iradenize sahip çıktığınız müddetçe ne talan ne yalan ne kayyım ne de zulüm Kürdistan topraklarında asla karşılığını bulmayacaktır.

Mardin’den çağrımızı yineliyoruz: Bu kayyım sisteminden vazgeçin. Bu kayyım sisteminin kimseye yararı yok, bu kayyım sistemi iflas etti. Tekrar Mardin halkının iradesinin tecelli etmesi için bu yalancı, talancı ve kayyımcı anlayışı bırakın. Eş başkanlarımız yönetimiyle bu kenti yönetsin. Bizler durmayacağız, mücadele edeceğiz, direneceğiz. Bu topraklara barış ve adalet gelinceye kadar, halkımız kendi kimliğiyle eşit yurttaş oluncaya kadar hep birlikte mücadele edeceğimizin sözünü veriyoruz. Ji me hemûyan re serkeftin.”

Özgür Özel: Bu mu eşit vatandaşlık?

CHP Lideri Özgür Özel ise şöyle konuştu: “Ahmet başkanımı aramıştım. En kısa zamanda bu ziyaretimi yapacağımı ifade etmiştim. Bu ziyareti yapmayı planlarken bugün sabah Mardin halkının iradesini tanımayan, Mardin’i seçimlerle alamayan bir akıl, Mardin Belediyesi’ne üçüncü kez kayyum atamaya kalktı. Ben haberi televizyonda gördüğüm anda yanımdaki arkadaşım dedi ki ‘Tüh, Ahmet Başkanı ziyaret edemeden Ahmet Başkanı görevden aldılar’. Ben de ona dedim ki ‘Hayır, Ahmet Başkanı gidip bugün ziyaret edeceğim. Mardin Büyükşehir Belediye başkanın kim olduğuna Recep Tayyip Erdoğan değil, Mardinliler karar verir.’ Ben 1974 doğumluyum.

Ahmet Başkan ben doğduğumda Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekiliydi. Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da il başkanlığı yapıp Beyoğlu Belediye Başkanı olmak istediği dönemlerde Ahmet Başkan SHP’den iki dönem milletvekiliydi. 23’üncü, 24’üncü dönemde Ahmet Başkanın ikinci döneminde bir aradaydık. Bugün DEM Parti’nin geçmişte kapatılan siyasi partilerden Meclis’te görevliydi. 50 yıldır Mardinliler, Kürtler kendi iradelerini temsil etmek üzere her sandık önlerine konulduğunda Ahmet Türk’ü seçiyorlar. Bu iradeyle inatlaşılmaz.

Ey Recep Tayyip Erdoğan, ey Türkiye’nin iradesine müdahale eden kötü akıl, burada bu akla ‘devlet aklı’ diyorsanız bu ne devletin aklıdır, her kimin aklı olursa olsun bu akıl kötü bir akıldır. Milletin vicdanında bu akla yer yoktur. Memleketim Manisa’da neredeyse 100 yıla yakın bir süredir, Manisalılar kimi seçerlerse 80 yıldır yarışlar olduğundan beri o kişi belediye başkanı oluyor. Devlet Beyin Osmaniye’sinde Osmaniyeliler belediye başkanlarını seçebiliyorlar.

Tayyip Beyin Rize’sinde Rizelilerin dediği oluyor. Ama Ahmet Türk’ün Mardin’inde Mardinliler belediye başkanını seçiyorlar. Eğer Tayyip Beyin aday gösterdiğini seçseler görev yapacak, sizin istediğiniz seçilince kayyum atıyorlar. Peki bu mu eşit vatandaşlık? Ben diyorum ki Türkiye Cumhuriyetinde her Kürt kendini Manisalı, Osmaniyeli, Rizeliler kadar eşit hissedene kadar demokrasi mücadelesi vereceğiz. Bunun için illa da eşitlik, illa da kardeşlik, illa da barış demeye geldim.”

Efendim, biz ‘Kürt meselesi’ deyince yokuz, ‘Kürt meselesi yoktur’ diyeceğiz ama bir takım pazarlıklarla kendimiz için bir avantaj sağlayacağız. Bakın Ahmet Türk, 50 yıl önce ben doğmadan siyasette olan bu kişi siyasette Türkiye siyasetinde diyaloğu temsil eden, barışı temsil eden, kardeşliği temsil eden, çatışma yerine barışı savunan, hepimize bu konuda önderlik eden bir barış güvercinidir.

Bugün sen kayyum atama meselesinde nereye atarsan ata, Hakkari’de de yanlıştı, Esenyurt’ta da yanlış, Halfeti’de de yanlış, Batman’da da yanlış, burada da aynı yanlış. Ama be Allah’ın adamı ‘devlet aklı, devlet aklı’ diyorsun. Bütün Türkiye’ye kayyum atasan buna aklın öyle kesse, buna hakkın olsa ki hiçbirine yok, Ahmet Türk’e gelince duracaksın. Ahmet Türk kayyum atanacak biri değil. Mardin Devrim Başkanı seçmiş, görev vermiş. Sen bu iradeye karşı çıkarsan, bu Mardin’in tarihini, bu Mardin’in kardeşliğini, bu Mardin’in kutsallığını, bu Mardin’in kadim medeniyet anlayışını hiç anlayamamışsın demektir.

O yüzden hem bir yandan dönüp adına ‘sorun’ demediğin bir şeye çözüm arayacağına ikna edeceksin, hem ‘Türkiye’de siyasette barışı kim savunur?’ dendiğinde akla gelen ilk ismin, halkın neredeyse yüzde 60 iradesiyle verdiği kararına, desteğine rağmen orada kayyum siyaseti yapacaksın. Burada o dediği akıl da yok, burada vicdan da yok. Burada bir oyun var ama o oyundan ne bize hayır var, ne bu millete hayır var. Emin olsun kendisine de hayrı yok.”

Paylaşın

Bakırhan: Türkiye’nin Toplumsal Barışını Sağlaması Gerekiyor

Halkların Demokratik Kongresi’nde (HDK) konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ortadoğu’da sistemin ciddi bir kriz içinde olduğunu söyledi. Bakırhan, Türkiye’nin bundan ne kadar etkileneceğini hep birlikte tartışmak gerektiğini ifade etti.

Haber Merkezi / Tuncer Bakırhan, “Mevcut durum fırsatlar da riskler de ortaya çıkarabilir. Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için öteden beri savunduğumuz gibi Türkiye’nin toplumsal barışını sağlaması gerekiyor. En başta Kürt meselesini diyalogla, müzakereyle, demokratik yöntemlerle çözmesi gerekiyor” dedi.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 13’üncü Genel Kurulu İstanbul Sancaktepe’deki Dr. Kadir Topbaş Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştildi.

Genel Kurul’a, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır da dahil siyasi parti temsilcileri ile HDK bileşenleri katıldı.

Genel kurulda konuşan Bakırhan, şunları söyledi: “Merheba hevalino hûn bi xêr hatin, ez we hemûyan bi rêzdarî silav dikim. Min îro li vê salonê pir dostên xwe yê berê dît û ez gelek kêfxweş bûm. Înşelah em ê bi ser bikevin.

Değerli arkadaşlar hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Yıllardır mücadele eden, emek veren, bedel ödeyen birçok dostumu, arkadaşımı, yoldaşımı bugün burada görmekten büyük mutluluk duydum. Mücadele devam ediyor,  birlikteyiz, başarıya ulaşacağımıza inanıyorum. Bu dileklerimle HDK’nin 13. Olağan Kongresi’ni kutluyorum, başarılar diliyorum. Cengiz ve Esengül başkan ve yönetiminin emeklerine sağlık. Birlikte önemli bir süreç ürettik. Zorlu bir süreçte çalışmalar yaptık, eksiği ve fazlasıyla kendi partisi olan DEM Parti’ye büyük katkılar ve emekler sundular. Bundan sonra seçilecek yeni yönetimin de daha da büyüterek ve güçlendirerek bu sürece katkı sunacağına eminim.

Değerli arkadaşlar, HDK nedir diye sorarsanız, HDK mücadele ederek öğrenmektir. Gerçekten dünyada HDK’ye benzer başka bir örgütlenme var mı çok emin değilim ama hem mücadale ediyorsun hem de öğreniyorsun. Bundan dolayı HDK’yi kutluyorum mücadele içerisinde öğrettiği için, değiştirdiği için. Cengiz başkan söyledi hem burada oturan yoldaşlarımız hem bugün mücadelenin en aktif olanları HDK’nin suyunu içtiler, benim de içinde olduğum binlerce arkadaşlarımızı değiştirdi dönüştürdü. Değiştirip dönüştürmeye devam edecek. Değiştirip dönüştürerek daha güçlü bir mücadele yaratacağına eminim.

HDK toplumun yok sayılanlarını örgütlüyor, toplumun ötekilerini özne olarak ortaya koyuyor. Bildiğimiz formların dışında öznenin kendisini en tabandan yukarı doğru örgütlüyor. Bildiğimiz yukarıdan aşağı doğru bir örgütlenme değil. Bunun için çok kıymetli ve değerlidir. Bugüne kadar yaratılan pratikler içerisinde en kıymetli pratiklerden birisi budur. Farklı olan herkesin temsilini sağlayan, farklı olanın kendi dilini, kimliğini, inancını, sınıfını özgürce yaşayabileceği, kendisini ifade edebileceği bir zemindir.

Bu zemini yeterince değerlendirebildik mi, bu kıymetli fikriyatı yeterince örgütleyebildik mi? Bu kıymetli fikriyat bahsettiğimiz bütün alanlara yeterince ulaşabildi mi? Tabii ki bu sorunun cevabını Cengiz başkan verdi, özeleştiri de verdi. Bundan sonra HDK’nin yaptıkları ve mücadeleye kattıkları olumlulukları alacağız ama Cengiz başkanın dile getirdiği eksiklerimizi, yetmezliklerimizi gidererek HDK fikriyatını toplumda örgütleme gibi bir zorumluluğumuz var. Umut burasıdır. Gerekli olan noktada olmayabilir, şu anda fikriyata uygun bir kapsayıcılıkta olmayabilir ama bu HDK’nin önümüzdeki dönem güçlenerek fikriyatına uygun bir noktaya gelmeyeceği anlamına gelmiyor.

Ben HDK’nin büyüyeceğine, umut olmaya devam edeceğine, sorun alanlarındaki bütün zeminlerde ciddi örgütlenerek onların taleplerini temsil edeceğine, demokratik bir Türkiye, demokratik bir ulus, eşit yurttaşlar olarak yaşadığımız ülke mücadelesine büyük katkılar sunacağına inanıyorum. Bugün HDK’nin meclis tipi örgütlenmesine ne kadar büyük ihtiyaç olduğunu hep birlikte gördük. Türkiye’de ciddi bir ekokırım, kadın kırım var, ciddi bir göçmen karşıtı anlayış var, ciddi bir kriz var.

HDK eğer gerçekten kendisini bu alanlarda meclis şeklinde yeterince örgütleyebilseydi, bu sistemin böylesine pervasızca kadını, çevreyi, göçmeni, ötekiyi yok sayarak ezmesine, zulüm etmesine izin vermeyebilirdik. HDK’yi önemsiyorum, HDK’yi büyütmemiz lazım. HDK’nin önemli bir ayağı olan DEM Parti adına bunları söylüyorum. Önümüzdeki dönem HDK’nin hak ettiği yere gelmesi için, bugüne kadar yaptığımız çalışmalardan daha olumlu, daha büyük bir mücadele ortaya koymamız lazım.

Son günlerde ciddi tartışmalar var. Ortadoğu’yu anlatmayacağım arkadaşlar biraz önce anlatılar. Ortadoğu aslında kapitalist emperyalist krizin yaşandığı, kendisini gösterdiği önemli bir merkezdir. Sadece Ortadoğu’da sistem kriz yaşamıyor dünyanın her tarafında kriz yaşanıyor. Ama yanı başımızda durduğu için Ortadoğu merkezli değerlendirmeler yapıyoruz. Sistem bir türlü doymak bilmiyor, kana, cana, sermayeye, doğal kaynaklara, artı değere… Dolayısıyla sömürdükçe de geldiği noktada kendisini devam ettiremiyor.

Kendisini devam ettiremediği için savaş, şiddet ve çatışmayı örgütlüyor. Savaşla, şiddetle, çatışmayla kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Bunun en önemli göstergesi Ortadoğu’dur. Sistem ciddi bir kriz içerisinde, ciddi bir kaos içerisinde. Türkiye’yi ne kadar ve nasıl etkiler, Türkiye halkları bunlardan nasıl etkilenir hep birlikte tartışmalı ve bunun yanıtını vermeliyiz. Çünkü biz de Ortadoğu’daki girdabın yanı başında duruyoruz. Yarının ne olacağını herkes gibi bizler de merak ediyoruz. Mevcut durum fırsatlar da riskler de ortaya çıkarabilir.

Mevcut durumu takip etmek, ona uygun bir duruş ve örgütlenme ortaya koymak en başta HDK’nin görevidir, DEM Parti’nin görevidir, bileşenlerinin ve Emek Özgürlük İttifakı dostlarının görevidir. Çok olumsuz tablolarla karşılaşabiliriz. Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için bizim öteden savunduğumuz Türkiye’nin toplumsal barışını sağlaması gerekiyor. En başta Kürt meselesini barışla, diyalogla, müzakereyle, toplumsal uzlaşıyla çözmesi gerekiyor. En başta Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılarak Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin, fikirlerinin Türkiye halklarıyla, Türkiye emekçileriyle, kendi arkadaşları ve yoldaşlarıyla buluşmasını sağlamak gerekiyor.

Belli ki egemenler ve yönetenler de bu durumu kendilerine göre okuyorlar. Son günlerde bir tartışma sürecini hep birlikte izliyoruz. Bu tartışmalar nereye evrilir, bu tartışmalardan ne çıkar, bu tartışmalar halklara bir şeyler kazandırır mı, yoksa daha güçlü bir tasfiye sürecini mi başlatır buna da bakmak gerekiyor. Olası olumlu ve olumsuz sonuçları karşısında en başta HDK örgütlü ve duyarlı olarak kendi tavrını ortaya koyabilecek bir örgütlülüğe ve güce sahip olmalı.

Türkiye de kritik bir süreçten geçiyor. Sanki yeni bir süreç başlamış gibi bir algı oluşturulmaya başlanıyor. Süreçler taraflar arasında başlar, bir süreç varsa bu sürecin tarafları vardır. Bir süreç devam ettirilecekse sadece tek taraflı yorumlar ve açıklamalarla bu süreç yürümez. Sürecin diğer taraflarının da meseleye ilişkin ne dediklerini, ne düşündüklerini, nasıl gördüklerini, ne önerdiklerini Türkiye toplumu halkları ve emekçileri bilmek durumundadır. Ama işte herşey Türk tipi olduğu için bu tartışmalar da Türk tipi yürüyor.

İktidara mensup siyasi partiler açıklamalar yapıyor, yorumlar yapıyor, bir şeyler konuşuyor ama bu sorunun en önemli tarafları bu meselenin içerisinde değil. Dolayısıyla bu tartışmaların bir süreç olmadığını görüyoruz ama bir sürece evriltebiliriz. Bu tartışmaların bir sürece evrilmesini önemsiyoruz. Bu tartışmaların müzakere ile, diyalog ile yaşadığımız en önemli meselelerden biri olan Kürt meselesini çözmesini istiyoruz. Biz bunun için varız, HDK bunun için var.

“Şimdiye kadar kullanılan dil terk edilmelidir”

Bizler bir taraftan mücadele ederken öte yandan başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’deki diğer meselelerin müzakere ve diyalogla tartışılarak bir çözüme kavuşturulmasının mücadelesini de yürütüyoruz. Ama bu süreç o süreç mi maalesef bu konuda açık net bir şey diyemiyorum. Ama bildiğim net bir şey var hükümetler, iktidarlar hiçbir zaman hak mücadelesi ve hakikat mücadelesi yürüten, alınteri mücadelesi yürüten taraflarla doğrudan bir temas içine girmiyor, onun mücadelesini kabul etmiyor.

Dolayısıyla tek taraflı konuşarak bu süreci yürütüyor. İşte bu tartışmaların bir süreç olabilmesi için sürecin taraflarının da bu tartışmaların bir tarafında oturarak düşüncelerini halklarla buluşturması en fazla bizim görev ve sorumluluklarımızdır. Biz bunun için varız, onun için tekrar ediyorum. Bir Sayın Öcalan’ın fikirlerinin halklarla, emekçilerle buluşmasını sağlayacak koşulların oluşturulması gerekiyor.

İki bugüne kadar kullanılan dilin terk edilmesi gerekiyor, çünkü yine üstenci, tehdit eden bir dille karşı karşıyayız. Bu dil kesinlikle bu tartışmalara katkı sunmuyor. Bu dilin en başta da iktidar mensupları tarafından terk edilmesi  toplumu zehirleyen bu dil yerine daha siyasi, daha olgun, daha kapsayıcı, daha karşıdakini dikkate alan, saygın bir dile dönüşmesi gerekiyor, aksi  halde bu tartışmalar süreç olmadan bitmek durumunda kalabilir.

Evet değerli arkadaşlar Türkiye barışı diyorlar, bir süreçten bahsediyorlar ama diğer taraftan da dolu dizgin bir şekilde baskılar, zulüm politikaları devam ediyor. Çok ciddi çelişkiler var. Tartışmaların yürüdüğü bir süreçte halkın iradesiyle seçilen Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanması bu ne perhiz ne lahana turşusu dedirtiyor. Gerçekten bunlar bu tartışmaları yöneteceklerse bundan bir şey çıkmaz.

Esenyurt’ta ne oluyor sorusunu bu tartışmaları yapan iktidara bizler bugün bu kongre salonundan sormak istiyoruz. Böyle mi tartışacaksınız, bu süreci böyle mi yöneteceksiniz? Halkın iradesini cezaevine atarak, tutsak ederek, iradesine bir kayyım atayarak mı bu süreci yürüteceksiniz? Bu politikalarla kesinlikle bu tartışmaları bir yere evriltemezsiniz, bu toplum artık sözlere kanacak bir toplum değil.

En başta da Kürtler ve onun dostlarının yürüttüğü mücadele asla ve kata sözlere kanacak, bu kandırmaca politikalarına inanacak bir noktada değil. Burada oturan her bir arkadaşımız büyük bedeller ödeyerek, büyük mücadele ederek buralara geldiler. Dolayısıyla hükümeti bir kez daha uyarmak istiyoruz. Bu tartışmaları neden başlattınız, bu zulüm politikaları neden yürüyor, Esenyurt’a neden kayyım atadınız? Halkın iradesini yok sayacaksanız bu tartışmaların bir yere evrilmeyeceğini şimdiden belirtmek istiyorum.

Evet değerli arkadaşlar biz de HDK’nin, bir kongrenin partisiyiz. Kongreyle birlikte önümüzdeki dönem daha güçlü bir mücadele yürütmemiz gerektiğini benden önce konuşan arkadaşlarımız söylediler. Zorlu bir süreçteyiz, ya büyük kazanımlarla bu süreçten çıkacağız ki bunun zemini hiçbir dönem olmadığı kadar güçlü. Hiçbir dönem olmadığı kadar insanlar şu anki iktidarın uygulamalarından rahatsız. Hiçbir dönem olmadığı kadar emekçiler, işçiler, çalışanlar bu sistem karşısında direniyor, greve gidiyor, hakkını arıyor, Ankara’ya yürüyor, çekinmeden kendi taleplerini ortaya koyuyorlar.

Hiçbir dönem olmadığı kadar büyük bir zemin bizleri bekliyor. Şimdi bu zemini, bu itirazları örgütlemek ve bir sonuca ulaştırmak, bu itirazlarla birlikte mevcut kötü gidişatı halklar, emekçiler ve Kürtler lehine, Aleviler, kadınlar lehine çevirmek bizim elimizdedir. Daha fazla örgütleneceğiz, daha fazla büyüyeceğiz, daha fazla ittifaklarımızı geliştireceğiz, sokakta olacağız, daha fazla mücadele edeceğiz, daha fazla bu süreci yakinen takip edip süreç için yapılması gerekenleri, adımları çekinmeden cesurca ortaya koyarak bir sonuca ulaşacağımızı düşünüyoruz.

Bu duygularla kongreye başarılar diliyorum. Yeni seçilecek yönetimin de önümüzdeki dönem bu çalışmalarımıza, mücadelemize büyük katkılar vereceğine, şu ana kadar varolan eleştiri ve eksikleri gidereceğine, var olanın üzerine büyük katkılar sunarak HDK’yi hak ettiği örgütlülüğe ve güce ulaştıracağına inanıyorum. Hepinize selam ve saygılarımı sunuyorum.”

Paylaşın

Bakırhan: DEM Parti Olarak Çözümden Yanayız Çözüme Hazırız

Yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Henüz bir süreç yok. Kimi kanalları açtığımızda, maşallah, her şeyi konuşuyorlar, çözülüyorlar. Bizim olmadığımız ortamlarda yapıyorlar. Türkiye’de böyle bir gelenek de var. Muhatabının dahil olmadığı tartışmalarla sorunlar tartışılıyor. Muhatabın kendisi orada yok, muhatabın ne dediği orada yok ama birileri onun üzerine defalarca yorum yapıyor. Henüz bir tartışma düzeyindedir. Bir sürece evrilir mi evrilmez mi bu konuda çok emin değiliz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Karşımızda iktidar ve ortakları var. Ne kadar tutarlılar, samimiler, Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için samimi bir şekilde meseleyi masaya yatırıp diyalog ve müzakereyle çözmeye çalışacaklar mı bilmiyoruz. Basında yazıldığı gibi kapalı kapılar arkasında bir diplomasi yok, bir görüşme yok. Basın üzerinden iktidar ve ona bağlı aktörlerin sözleriyle değerlendirmeye çalışıyoruz. Biz nerede miyiz? Biz bu tartışmaların bir sürece evrilmesini canı gönülden istiyoruz. Biz müzakere için varız. DEM Parti diyalog için var, müzakere zeminini büyütmek için var. DEM Parti çözüme dair toplu iğne ucu kadar bir ışığı görse dahi bunu değerlendirmek için bütün örgütleri ve seçmenleriyle birlikte çalışır. İşte bunun için bu tartışmaları yakinen takip etmemiz gerekiyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı “Çand Amed Kongre Merkezi”nde halk buluşması düzenledi. Toplantıya çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi de katıldı. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, burada yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:

“Çok önemli bir süreçte önemli bileşenimizle bir arada olmaktan mutluluk duydum. Bu tür süreçler başta olmak üzere biz çalışanlarımızla, örgütümüzle, mücadele eden arkadaşlarımızla birlikte oturur, uzun uzun değerlendirmeler yaparız. Nasıl yol alacağımıza hep birlikte karar veririz. Yaptığımız tartışmalar sonucunda da birlikte kararlaştırdığımız düşünceleri hayata geçirmeye çalışırız. DEM Parti ve geleneğinden gelen bütün siyasi partiler böyle çalışır. Bugüne kadar zulüm ve baskıya rağmen hala Türkiye’nin en önemli siyasi zemininin sahibi olmamızın bir sebebi de birlikte tartışıp karar almamız ve birlikte hayata geçirmemizdir. Bu kıymetli ve değerli geleneği bugün de önümüzdeki günlerde de hayata geçireceğiz.

Çok önemli gelişmeler oluyor. Dünya kapitalist emperyalist sistemi büyük bir bunalım içinde, ciddi bir kriz yaşıyor. Ciddi bir belirsizlik var. Uzun uzadıya sistemin yaşadığı krizlerin üzerinde durmayacağım ama bu krizlerin en önemli göstergelerinden biri de gelir dağılımı. Dünya hiç olmadığı kadar çok adaletsiz bir anlayışla karşı karşıya. Birkaç büyük şirketin elde etmiş olduğu kar bile bir kıtada yaşayan insanların bütün gıda ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydedir. Birkaç insan, birkaç yüz milyon insanın tüketeceği gıda kadar kar edebiliyor. Bu kardan da taviz vermeden, daha da fazlasını elde etmeye çalışıyor. Bu da ciddi bir krize sebebiyet veriyor. Kapitalizmin krizi aşmak için yıllardır başvurduğu bir tek yöntem var. Krizi şiddetle ve çatışmalarla ötelemeye çalışıyorlar.

Rusya’daki devrimden sonra, kendi içlerindeki krizlere ilişkin ittifak sağladılar ama Sovyet sistemi çözüldükten sonra kapitalizm daha büyük bir bunalım içine girdi. Çünkü artık pay edecekleri yerler kalmadı. Vekalet savaşlarıyla ve doğrudan savaşlarla, elde edecekleri rantı ve karı düşünerek pervasızca bir yönelim içine giriyorlar. Bu krizin, bu çatışmaların merkezinde de Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyası bulunuyor. Türkiye bu krizin hemen yanı başında, göbeğinde bulunuyor. Ortadoğu’ya baktığımız zaman bir savaş alanına benziyor. Sadece İsrail-Filistin arasında bir çatışma yok; Suriye’nin durumu ortada, Irak ortada, İran’ın durumu ortada, Türkiye’nin son 40 yılda yaşadıkları ortada. Savaşın neredeyse her yere sıçrama ihtimali var. Biz de hem Kürdistan coğrafyası olarak hem de Türkiye olarak bu savaş girdabının tam merkezinde yaşıyoruz.

Kaos, kriz ve ciddi bir girdap var. Bulaşanı içine alan, değiştirip dönüştüren; bulaşanın yıkıldığı, yakıldığı bu süreçte Türkiye bu girdabı atlatabilir mi? Biraz son süreçte yaşanan tartışmalar bunun üzerinedir. Evet, tehlikeli bir girdap var ve bu girdaptan kurtulmanın tek yolu- hangi ülke olursa olsun- kendi toplumsal barışını sağlamaktır. Kendi toplumsal barışını sağlamayan, kendi içindeki farklılıkları yok sayan, klasik inkar anlayışıyla devam eden ülkeler bu girdaba kapılabilir.

Sonuçları da bütün ülkelerde yaşayan halkları, emekçileri etkileyeceği için bu mesele hepimizi, en başta da yönetenleri ilgilendirmektedir. Bir noktada karar vermek lazım: Ya bu çatışmalı sürecin içinde yer alınacak ya da bu çatışmalı süreçte en güvenli olan seçenek tercih edilecek. Güvenli olan toplumsal barışı sağlamaktır, Kürtlerle barış sağlamaktır. Rejimin bugüne kadar reddettiği, yok saydığı, yok etmeye çalıştığı halklarla ve inançlarla toplumsal barışı sağlamaktır. Daha adil olmaktır, ekonomik adaleti sağlamaktır. Daha fazla demokrasi ve özgürlüğü hayata geçirmektir.

Dolayısıyla Ortadoğu’daki bu gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Bizlere de büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Maalesef iktidarlar bu konuda çok gözü kara, güçlü gözüküyor. Yarını hesaplamadan, bunun ülkesini ne kadar etkileyeceğini bilmeden ya da bilse dahi iktidar koltuğunu korumak için bu süreçlere kendi ülkesinin halkını sürüklüyorlar. Biz hem Ortadoğu’daki bu çatışma ve kaosa hem de Türkiye’deki iktidar ve muhalefet arasındaki kutuplaşmaya Üçüncü Yol fikriyatını öneriyoruz. Ortadoğu’daki bu çatışmalara ne kapitalist-emperyalist sistemin enerji ve ticaret yollarını denetime alması ne de kendi ülkelerindeki halkları, inançları ve emekçileri yok sayan tekçi otoriter sistemler çözüm getirir. Ortadoğu’da halklar ve inançlar özgürce kendilerini yaşatmalılar, kendilerini yaşatacakları zeminlerin güvencesi verilmelidir.

Türkiye’de de öten beri DEM Parti’nin tutumu bellidir. Biz bu ülkenin en temel meselelerinden birinin Kürt sorunu olduğunu defalarca dile getirdik. Bu salonda oturan bütün arkadaşlarımız çok büyük bedeller ödedi, emek verdi. Bütün yönelimlere rağmen, hala burada olmanın, bu meseleyi sahiplenmenin, çözümü için mücadele etmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya gerek yok ama bu salonun savunduğu düşüncelerin bugün hayata geçme sürecidir. Biz diyoruz ki Türkiye’de yüz yıldır yok sayılan en başta Kürtler olmak üzere halklar ve inançlarla toplumsal barış sağlanmalıdır. En büyük güvenlik SİHA’lar, İHA’lar, sınırlardaki yüz binlerce elinde tüfekle bulunan kolluk kuvvetleri değildir; bir ülkenin en büyük güvenliği kendi içinde sağlamış olduğu barışıdır.

Şimdi yönetenlere soruyoruz: Gerçekten böyle bir ülke güvenli bir ülke midir? Oturup bunun üzerine tartışmak gerekiyor. Kendi sorununu çözen hiçbir ülke ne girdaba girer ne de uluslararası hegemonik güçlerin hayata geçireceği oyunlara gelir. İç barışını, toplumsal barışını sağlayan hiçbir ülkenin güvenlik sorunu olmaz. Güvenlik sorunu olan ülkeler kendi içinde sorun yaşayan ülkelerdir. Güvenlik kaygısı duyan ülkeler kendi içindeki sorunları çözemeyen ülkelerdir. Onun için Türkiye’nin önünde tarihsel fırsatlar bulunuyor. Tarihsel fırsat demişken de Türk-Kürt ilişkileri Türklerin Anadolu’ya geldiği günden bu yana yeniden mercek altına alınmalıdır.

Türklerin Kürtlerle kurmuş olduğu doğru temeldeki ilişkiler, her zaman tarihte yeni atılımlara ve yeni süreçlerin başlangıçlarına sebebiyet vermiştir. Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşına kadar tarihe iyi bakarsak Kürtlerle doğru temelde kurulan saygın ilişkiler her zaman Türkiye’de yaşayan halkların ve inançların lehine sonuçlar yaratmıştır. Ama birileri bunu görmemiştir, görmek istememiştir. Kürt-Türk tarihsel ilişkilerini kendi iktidarı için araçsallaştırmışlardır bugüne kadar. Ancak önümüzdeki günlerde artık ya bu ilişkileri reddedecekler ya da demokratik bir temelde Kürt-Türk ilişkilerini yeniden bir zemine oturtacaklar.

“DEM Parti olarak çözümden yanayız, çözüme hazırız”

Biz nerede miyiz? Biz buradayız ve bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir zaman değişmedi. Kürt-Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine oturmasını savunuyoruz, destekliyoruz. Yakın zamanda bunun için çok önemli bir fırsat da ortaya çıktı. 43 aydır ailesi ve avukatlarıyla hukuksuzca görüştürülmeyen Sayın Öcalan’ın Milletvekilimiz Ömer Öcalan’la görüşmesi hem bizlerde hem de emekçilerde, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlarda, geçimini sağlayamayan esnafta büyük bir umut yarattı. En son Bursa’da bir etkinliğe katılmıştım. Görüşmeden sonra, Kürtlere negatif bakan insanlar dahi ‘Artık bu mesele bir biçimiyle çözülsün, önemli bir zemin var’ dediler. Evet, Sayın Öcalan çok net bir şey söyledi. ‘Bu çatışma ve şiddet zemininden çıkılması için elimden gelen bütün katkıyı sunmaya hazırım. Bu konuda kendime güveniyorum’ dedi. Ne büyük bir şans ortaya çıktı.

Sayın Öcalan bu meselenin diyalog ve müzakere ile çözülmesini istiyor. Onun kurmuş olduğu parti olan KCK de üst düzeyde açıklamalar yaparak Sayın Öcalan’ı işaret etti. Kürtler, emekçiler, bileşenlerimiz, ittifaklarımız işaret ediyor. Bu zeminin doğru değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu toplantıları da tam da Türkiye’de yapılan son tartışmalar için yapıyoruz. Sizden bir şey kaçırdığımız yok. Halkımıza her zaman açığız, açık olmaya devam edeceğiz. Bu bizim için büyük görev ve sorumluluktur. Onun için bu tartışmaları birlikte yapacağız.

Henüz bir süreç yok. Kimi kanalları açtığımızda, maşallah, her şeyi konuşuyorlar, çözülüyorlar. Bizim olmadığımız ortamlarda yapıyorlar. Türkiye’de böyle bir gelenek de var. Muhatabının dahil olmadığı tartışmalarla sorunlar tartışılıyor. Muhatabın kendisi orada yok, muhatabın ne dediği orada yok ama birileri onun üzerine defalarca yorum yapıyor. Henüz bir tartışma düzeyindedir. Bir sürece evrilir mi evrilmez mi bu konuda çok emin değiliz. Karşımızda iktidar ve ortakları var. Ne kadar tutarlılar, samimiler, Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için samimi bir şekilde meseleyi masaya yatırıp diyalog ve müzakereyle çözmeye çalışacaklar mı bilmiyoruz.

Basında yazıldığı gibi kapalı kapılar arkasında bir diplomasi yok, bir görüşme yok. Basın üzerinden iktidar ve ona bağlı aktörlerin sözleriyle değerlendirmeye çalışıyoruz. Biz nerede miyiz? Biz bu tartışmaların bir sürece evrilmesini canı gönülden istiyoruz. Biz müzakere için varız. DEM Parti diyalog için var, müzakere zeminini büyütmek için var. DEM Parti çözüme dair toplu iğne ucu kadar bir ışığı görse dahi bunu değerlendirmek için bütün örgütleri ve seçmenleriyle birlikte çalışır. İşte bunun için bu tartışmaları yakinen takip etmemiz gerekiyor.

Bizim bugün burada sizinle paylaşacağımız şeyleri sizin de halkımızla, halklarımızla kendi yerelinizde paylaşmanız gerekiyor. İnsanlar yalan yanlış bilgi almamalıdır. Hem Saray medyasında hem de onun dışındaki ulusalcı ve ırkçı tartışmalardan etkilenerek yanlış düşünceye sevk edilmemelidir. Gidip halklarla, emekçilerle konuşacağız. Siirt’teki Araplarla, Kars’taki Terekemelerle, Azerilerle konuşacağız. Türkiye emekçileriyle konuşacağız. Bu toplantıları Türkiye’nin dört bir yanına yayarak da aslında partimizin duruşunu hep birlikte ortaya koyacağız.

“Bu tartışmaların bir sürece evrilmesi kıymetlidir ama ortada bir süreç yoktur”

Büyük bir potansiyelimiz var. Eğer bu potansiyeli doğru örgütleyebilir ve doğru harekete geçirebilirsek, bugün bu tartışmaları yürütenlerin meseleye nasıl baktıklarının bir anlamı olmaz. Eğer gerçekten halkları, emekçileri, bu gidişattan memnun olmayanları ve bu sorunun müzakere ve diyalogla çözülmesini isteyenleri örgütleyebilirsek hiçbir sistem istesin istemesin bu talebin karşısında duramaz. Bu barışı toplumsallaştırmak gerekiyor. Asıl barışı yapacak olanlar Türkiye halklarıdır. Asıl barışı getirecek olanlar bu salonda oturanlar ve bu salonda oturanların ulaşacağı milyonlardır. Basınç oluşturmadan, kendi taleplerimizi duru bir şekilde ortaya koymadan kendi partimize ve bu müzakere konusunda rol oynayacak aktörlere güçlü bir destek veremezsek, iktidarın iki yetkilisinin ağzından çıkanlarla yetinmek durumunda kalırız.

Onun için bir sürece evrilmesi değerlidir, kıymetlidir ama bir süreç yoktur. Bu süreci yaratacak olan bizim kendi gücümüz ve örgütlülüğümüzdür. Gücünüz, sözünüz ve örgütünüz kadardır. Eğer örgütünüz güçlü değilse sözünüzün de bir kıymeti harbiyesi yoktur. Sözünüz ne kadar doğru olursa olsun, maalesef günümüzde ve dünyada siyaset böyledir. Gücün örgütün kadardır, sözün örgütün kadar dikkate alınır. Dolayısıyla örgütümüzü büyütüp güçlendireceğiz. İttifaklarımızı geliştireceğiz. Yerelde barış isteyen partilimiz olsun olmasın bütün çevrelerle bir araya gelerek bu tartışmaları yapmamız gerekiyor.

Barış Türkiye halkının aleyhine bir durum değil. Barış sadece Kürtlerin lehine bir sonuç oluşturmuyor. Kars’ta hayvan yetiştiren Terekemeleri de ilgilendiriyor. Siirt’teki Arapları da Karadenizlileri de ilgilendiriyor. Amed’de ve Mardin’de yaşayan Süryani’yi, Ermeni’yi de ilgilendiriyor. Barış en çok da kadınları ve gençleri ilgilendiriyor. Barış hepimizi ilgilendiriyor, hepimizin lehine bir sonuç ortaya çıkarıyorsa demek ki bizim örgütlenme sahamız biraz önce saydığım Türkiye’nin yüzde 80’ine tekabül ediyor. Emekçidir, büyük çoğunluğu yoksuldur, ötekidir. Alın terinin hakkını alamıyor, dilini konuşamıyor. Memleket demokratik değil, özgürlükler yok. Dolayısıyla tam da bu meseleyi anlatabileceğimiz büyük bir kesim var. Onun için bizlere büyük sorumluluk düşüyor.

‘Barış herkese kazandırır’ sözünü en ücra köye ve köşeye ulaştırmak ve barışı herkesin ortak talebi haline getirmek bizim en temel meselemizdir. Bugün de toplanma gerekçemizin en önemli ayaklarından biri budur. Siz buna dahil olacaksınız, siz götüreceksiniz, siz örgütleyeceksiniz. Siz Türkiye’nin dört bir yanında, “Bu böyle gitmez. 3 trilyon dolar Kürtler demokratik haklarını kullanmasın diye harcanmasın, emekçiye ve çiftçiye harcansın” diyebilirseniz bu tartışmalar bir sürece evrilebilir. Aksine rehavete kapılırsak, bir süreç varmış da arka kapılar arkasında trafik yürüyormuş gibi davranırsak 2013-15 tarihindeki Çözüm Süreci gibi yine devletin jopuyla ve mahkemeleriyle karşı karşıya kalabiliriz. Sistemler hiçbir zaman kendileri istediği için çözüme gelmemiştir. Kurumlar, topluluklar ve halklar istediği için bir çözümü benimsemek zorunda kalmıştır.

Bütün örgütsel yapımız bu salondadır. Biz zorlayacağız. İyi niyetli olsalar da olmasalar da biz zorlayacağız. Sayın Öcalan çok net söyledi. Bundan daha kıymetli bir şey olmaz. ‘Buyurun, hukuki ve siyasi zemini oluşturun, ben varım’ dedi. O zaman buyurun o zemini oluşturun, oluşturalım. Devlet aklı ve iktidar burada nerede duruyor, ne kadar samimidir emin olun onu bilmiyoruz ama hep birlikte önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.

Bu tartışmalar bir taraftan yürüyor. Ancak bir taraftan zulüm, ekonomik kriz, eko-kırım, kadın kırımı, gençlerin yaşadığı sorunlar devam ediyor. Gün yok ki gençler uyuşturucu batağına batmasın, kadınlar katledilmesin. Gün yok ki eko-kırım olmasın. Buraya gelmeden önce okuduğumuz haberlerde, yine iktidara yakın firmaya ağaçları keserek 5 yıldızlı oteller yapma izni verdiklerini gördük. Bir taraftan tartışmaların bir sürece evrilmesi için yoğun çalışmalar yürüteceğiz ama öbür taraftan da bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyi ve direnişi büyüterek devam edeceğiz.

Nerede bir fabrikada grev varsa orada olacağız, nerede bir haksızlık varsa orada iktidarın politikalarını eleştireceğiz. Nerede bir insanımızın haksız ve hukuksuz yere hakkı gasp ediliyorsa onun yanında duracağız. Tekirdağ’da işçinin yanında duracağız. Karadeniz Hopa’da ovasını, suyunu, toprağını savunan Reşit’in yanında olacağız. Haksızlık hukuksuzluk karşısında geçmişten daha çok duracağız. Yani ‘bir tartışma var oturup izleyelim’ demek en başından halkın aleyhine çevirebilir. Onun için rehavete kapılmadan, bu tartışmaların bir sürece ve toplumsal barışa evrilmesi için anahtarın halklarımız olduğu bilinciyle hareket edeceğimiz önemli bir döneme girdik.

“Çözüme evet ama eğer onurlu bir barış olacaksa”

Bu konuda belki daha sonra konuşacağız. Yetkili organlarımızın bu konuda tartışmaları var. Orada dile getirilen düşüncelerimizi izlemenizi öneririm. Çünkü bu süreç hassas bir süreçtir. Bu süreçte daha çok yetkili kurullarımızın ne dediği, hangi açıklamaları yaptığı çok önemlidir. Çünkü yerellerimiz de bu yapılan tartışmaları kendi yerellerinde yapmak ve oradaki bütün kesimlere ulaşmak durumundadır. Kısaca şunu söylemek istiyorum: Çözüme biz varız, elimiz çözüm ve müzakere için her zaman açıktır ama kimse bu süreci iktidarı için, koltuğu için araçsallaştırmasın. Çözüme evet ama tasfiyeye hayır. Çözüme evet ama eğer onurlu bir barış olacaksa. Çözüme evet ama gerçekten demokratik bir Türkiye olacaksa, demokratik bir cumhuriyet olacaksa. Çözüme evet ama ezilen-ezen ilişkisinin pervasızca ezilenin aleyhine işlediği, ekonomik adaletin olmadığı bir Türkiye olsun istemiyoruz.

Umutlu olun; güçlüyüz, diz çökmedik ve mücadelemizi bugüne getirdik. Herhalde bu salonda devletin sillesini yemeyen, hücresini görmeyen tek bir arkadaşımız yok. Sanırım bu 40 yıllık süren çatışmalarda bedel ödemeyen tek bir insanımız yok. Bunu bir sonuca ulaştırmanın önemli bir arifesindeyiz. Sonuca ulaştıracak olanlar bu bedeli ödeyenlerdir, emek verenlerdir. İşinden ve aşından fedakarlık yaparak gece gündüz halkın içinde olan, halkını örgütleyen, vazgeçmeyen sizlersiniz. Bu vazgeçmez tutumunuzun bizi olumlu bir noktaya götüreceğine olan inançla hepinizi tek tek saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Esenyurt” Açıklaması: Kayyım Darbesini Tanımıyoruz

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasına tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye halkları 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıklara giderek kayyım uygulamasının iflas ettiğini ilan etmişti” dedi ve ekledi:

“Buna rağmen AKP-MHP iktidarı tarafından İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanarak darbeci anlayış bir kez daha hayata geçirilmiştir. Bu apaçık bir darbe ve halklara karşı komplodur. Biz bu darbeci ve gaspçı zihniyeti Hakkari’den, Diyarbakır’dan, Van’dan ve Kürt halkının iradesine atanan tüm kayyım pratiklerinden biliyor, tanıyoruz.”

Tuncer Bakırhan, “Cumhuriyet herkesindir diyenler, kent uzlaşısıyla kazanılan Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atayarak halk iradesini tanımadıklarını göstermiştir. Demokrasinin ve hukukun asgari gerekliliklerini dahi ortadan kaldıran kayyım darbesini tanımıyoruz. Bu darbeci zihniyete karşı bütün demokratik kamuoyunu halk iradesine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bugün Esenyurt Belediyesi’ne sahip çıkmak, halk iradesine, ortak yaşam idealine sahip çıkmaktır” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, gündeme ilişkin Yeni Yaşam Gazetesi’nden Selman Çiçek‘e değerlendirdi. Tuncer Bakırhan’ın açıklamaları şöyle:

Devlet Bahçeli’nin ilk olarak Meclis’te vekillerinizin elini sıkması ardından grup toplantısında ‘Öcalan Dem Parti grubunda konuşsun’ çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahçeli ve partisi, Kürt meselesine yaklaşım konusunda geçmişten bu yana hep en uçta yer aldı ve yok saydı. Böylesi bir ismin baş müzakereci olarak Sayın Öcalan’ı işaret etmesini ve muhataplığını kabul etmesini önemli görüyorum.

Bahçeli’nin Kürt meselesini çözme yaklaşımı ve yöntemi konusunda aramızda uçurumlar var. Bu yüz yıllık köklü meselenin çözümü konusunda yıllarca Sayın Öcalan’ın tarihsel ve toplumsal rolüne hep dikkat çekiyorduk. Bu nedenle hep siyasi linçlere maruz kaldık, hakkımızda davalar açıldı, birçok arkadaşımız tutuklandı. Ama tarih bizi haklı çıkardı. Bir meseleyi ancak muhataplarıyla çözebilirsiniz. Bahçeli’nin de niyetini tam bilmemekle beraber bu noktaya gelmesi kayda değerdir.

İktidarı ve Bahçeli’yi bu açıklamaya iten nedir?

Türkiye Ortadoğu’da artan gerilimlerle ilgili ciddi bir riskle karşı karşıya. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a saldırılarının İran ve Suriye ile devam edeceğini düşündüğümüzde, önümüzdeki dönem Ortadoğu’da köklü değişimlerin olabileceğini öngörmek zor değildir. Yüz yıl önce kurulan Sykes-Picot düzeni değişerek, yeni bir siyasal, idari düzen kendisini dayatacak. Dışarıdaki bu gelişmeler Türkiye için hesap-kitap yapma zorunluluğu doğuruyor. Ortadoğu kaynaklı risklere ve tehditlere karşı Türkiye içeride ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel boyutları olan çoklu krizlerle boğuşuyor.

Ortadoğu’da değişim için çanlar çalarken, Türkiye çoklu krizler içerisinde. Dolayısıyla devlet rasyonalitesi gereği bu duruma dair hesap-kitap yapmak gerekirdi. Türk devlet geleneği her bölgesel ve küresel dönüşüm döneminde, hamle yapıp konum almıştır. Bu bağlamda iktidarın ve Bahçeli’nin açıklamalarını bölgesel riskler ve tehditlere karşı içerinin çok boyutlu durumu arasındaki denge üzerinden okumak gerekir.

DEM Parti uzun bir süredir ‘Muhatap Öcalan’dır’ söylemini kullanıyor. İktidar, uzun yıllar bu gerçekliğe gözünü kapatırken Bahçeli’nin sözleri ile değerlendirirsek Öcalan’ın rolü ve misyonunu nasıl değerlendirmek lazım. Partinizin bu konudaki tutumu nedir?

Muhataplık meselesine dair şunu hatırlamakta fayda var. Bu yeni bir tartışma değildir. 1994 yılında Öcalan’ın çözüm tartışmalarına dair ‘Bir Muhatap Arıyorum’ kitabı dahi bulunuyor. Tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri kendimize göre eğip bükemeyiz. Bu açıdan ‘Muhatap Öcalan’ derken bizim değil, 93’ten bu yana somut olarak başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Geçtiğimiz hafta kendisinden alınan mesajda da ifade ettiği üzere şartlar oluşursa sorunu çözecek teorik ve pratik güce sahibim dedi. Muhataplık budur. Çözüm yoluna sahip olan, siyasal ve ideolojik çerçevede kabul gören, irade ortaya koyan tarafı tarif eder. Öcalan yine Özal dönemindeki ilk ateşkes sürecinde karşı tarafta muhatap bulamıyorum demişti.

Parti olarak kısa vadede iki yüz yılı, uzun vadede daha uzun bir süreyi kaplayan Kürt sorununun gelip dönüştüğü Gordion düğümünde bizler demokratik siyaset ayağında elimizden geleni yapmak istiyor ve buradan çözüm tartışmalarına güç vermek istiyoruz.

Sorun sadece siyasi değil bugün, birçok veçhesi var ama en önemli veçhesi Öcalan’ın dahil olduğu çerçevedir. Öcalan’ın Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme konularında oyun kurucu bir aktör olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca Ortadoğu’daki somut etkisi ve fikri gücünün Türkiye halkları için ön açıcı olduğunu yakından takip eden herkes biliyor. Bunu devletin kendisi de kabul ediyor.

Geçmiş deneyimlerimizden de hareketle, barış talebini toplumsallaştırmak, iktidarı ve devleti çözüme zorlamak için mücadele edeceğiz. Sorunun çatışma ve şiddetten hukuk ve siyasi zemine geçmesi olarak formülize edilen durum, bizim tam da rolümüzü tarifliyor.

43 aydır ağır bir tecrit var, devlet kurumları ‘tecrit’ kelimesini asla kullanmazken Bahçeli’nin ‘tecrit’ kavramını kullanması bu politikanın itirafı olarak mı okumak gerekiyor?

Bu çok aleni bir itiraftır. Yıllarca tecrit kavramının kendisine dair tecrit uygulandı. Ana akım siyasi çevre ve medyada hiçbir şekilde Sayın Öcalan üzerindeki tecridin konuşulmasına izin verilmedi, yok sayıldı.

Bütün hukuki hakları elinden alınan, ailesi ve avukatlarıyla görüşülmesine izin verilmeyen Sayın Öcalan üzerindeki tecride dikkate çeken herkes AKP-MHP iktidarının polis ve yargı eliyle hışmına uğradı. Kürtler başta olmak üzere partimiz ve demokratik kamuoyu ısrarla tecridin kalkması için eylem ve etkinlikler düzenledi. Hakkari’den, Van’dan, Amed’ten, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere birçok kentten insanlar tecridi duyurmak ve kırmak için Gemlik’e aktı. Milyonların ‘tecrit kalksın’ talebi görmezden gelindi. Bu itiraf, hukukun iktidar eliyle nasıl araçsallaştırıldığını da çok iyi gösteriyor.

Tüm bu gelişmeler karşısında partinizin tutumu ve mesajı nedir?

Partimizin tutumu nettir. Biz sorunların muhatapları esas alınarak demokratik müzakereyle çözümünden yanayız. Konjonktürel ve taktiksel yaklaşımların Türkiye’yi bir süre sonra daha riskli denklemlerin içerisine sokacağı hususunda netiz. Mesajımız şudur: Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi iktidarı ve siyasi kişileri aşan tarihsel bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu ne kadar erken yerine getirirsek, Türkiye halklarına o kadar iyilik yapmış oluruz. Biz müzakereye de mücadeleye de hazırız.

Yine Bahçeli konuşmasında ‘umut hakkının’ pazarlık konusu yapılabileceğini söyledi. Oysaki ‘umut hakkı’ temel bir haktır. ‘Umut hakkı’ konuda düşünceleriniz nelerdir?

Amasız fakatsız, umut hakkı pazarlık konusu edilemez diyoruz. Umut hakkı temel bir haktır ve hukuk buna imkân vermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2014 yılında Abdullah Öcalan’ın umut hakkına dair “ihlal” kararı verdi. Türkiye hukukunda da bunun uygulanması gerekiyor. Çünkü uluslararası anlaşmalara taraftır ve uygulamakla yükümlüdür.

İktidar cephesinde bu gelişmeler konuşulurken CHP Lideri Özgür Özel, önce Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti, ardından 6 Kürt ilini dolaşmaya çıktı. Ancak gezi kesintiye uğradı. CHP’nin bu adımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt meselesinin çözümünü tek başına iktidarın insafına bırakmamalıyız. Bu konuda CHP başta olmak üzere bütün toplumsal muhalefetin, emek ve meslek odalarının, demokrasi güçlerinin, aydın, yazar ve sanatçıların daha fazla sorumluluk alması gerektiğini düşünüyoruz. Çözüm ve barış yanlıları müştereklerini daha da arttırmalı.

Özgür Özel’in ve CHP’nin  insiyatif alması Kürt sorununun demokratik çözümünde katalizör etkisi yaratabilir. Sayın Özgür Özel’in son günlerde Kürt meselesinin çözümüne dönük olumlu yaklaşımları ve açıklamalarını önemli görüyoruz. CHP’nin Kürt sorununun demokratik çözümü ve onurlu barış konusunda güçlü bir programla kamuoyunun önüne çıkması iktidarı ve devleti çözüm konusunda ileri bir noktaya götürebilir. Cumhuriyetin kurucu partisi CHP’nin sembolik ve siyasi önemi Türkiye’nin tarihsel ve siyasal sorunu olan Kürt sorununda demokratik çözüme katkı sağlayacaktır.

Türkiye’de demokrasiye gidecek yol Kürt kavşağından geçer. Yıllarca bu tarihi ve toplumsal kavşağı görmezden gelenler, inkar edenler çözüldü, görenler ise büyüdü, kritik eşikleri aştı. Tarihte de yakın dönemde de bu gerçekliğe şahitlik ettik. CHP’nin Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik bir karaktere kavuşması konusunda daha cesur adımlar atmasına ihtiyaç var.

İktidarın söylemleri ile eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yandan ‘Barış’ söylemleri telaffuz edilirken Amed mitingi yasaklandı, cezaevlerinde tutsaklar ağır şartlarda kalıyor ve tecrit devam ediyor. Söylemlerin samimi olması için hükümetin acil olarak ilk yapması gereken nedir?

AKP-MHP iktidarını bir araya getiren Çöktürme Planı’nın çöktüğü apaçık ortada. Peki yerine ne konacak? Bu konuda iktidarın kafası karışık görünüyor. Bu sebeple biz defalarca hem muhalefet partilerinin hem de toplumsal kesimlerin toplumsal barış konusunda insiyatif alması, iktidarı barışa zorlaması gerektiğini söyledik. İktidarın önünde iki yol var. Ya demokratik çözümün gereğini yapacaklar ya da 31 Mart 2024 seçimlerinde aldıkları yenilginin katmerli halini bir hezimet olarak yaşayacaklar. Kendilerinden öncekiler gibi tarihin kaybedenler sayfalarında yer alacaklar. Bu kapsamda, eğer demokratik çözüm niyeti varsa iktidarın ilk yapması gereken şey, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması ve Kürt meselesinin demokratik çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacağı koşulların oluşturulmasıdır.

Parçası olduğunuz demokrasi güçlerinden, toplumsal kesimlerden, sol güçlerden beklentiniz nedir, bu süreçte nasıl bir rol oynamalı?

Bugün küresel siyasetteki gelişmeler uluslararası sistemde fırtınalara yakalanmış durumda. Dünyanın her yerinde hâkim ruh hali ‘belirsizlik’ olarak karşımıza çıkıyor. Çatışma ve savaşlar gün geçtikçe geniş bir alana yayılıyor. Böyle bir tablo içinde düzen sarsılıyor, kutuplaşmalar artıyor. Başta ekonomi olmak üzere her şey türbülansa yakalanıyor. İstikrarsızlık ve kaos derinleştikçe geleneksel yapılar, ortaklıklar dağılıyor; yerini daha esnek ve stratejik ittifaklara bırakıyor. Herkes bu iklimden en az zararla çıkmak için alternatif politikalar üretmek, en iyi birlikteliği sağlamak istiyor. Çaresiz ve örgütsüz kalmak istemeyen halklar, demokratik bir çatı aramaya devam ediyorlar.

Tam da böylesi bir tablodan bakında Türkiye’de mücadele eksenin ne olması gerektiği de beliriyor. Türkiye’de derin bir kriz vardır ve krizin vardığı boyut, tüm toplumu her yönden kuşatmakla kalmayıp, yaşamın irili ufaklı tüm alanlarında somut olarak görülmektedir. Bu kriz ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, askeri, kısaca yaşamın her alanında büyüyerek sürüyor.

DEM Parti’nin gövdesini oluşturan Kürt demokratik hareketi ile Türkiye’nin devrimci, sosyalist güçleri, Kürdistanî siyasal güçleriyle yapılan seçim ittifakları hep olageldi ve bundan sonra da olacaktır. Ancak asıl olan seçim süreçleriyle sınırlı olmayan, uzun vadeli bir mücadele birliğidir. Bu ittifakın esas güçleri ise iktidar ve kurulu sömürü ve baskı düzeni karşısında konumlanmayı benimseyen güçlerdir.

İnanarak ifade ediyorum. Tam da bugün sol sosyalist siyaset çok daha fazla kenetlenmelidir. Daha kapsamlı birliklerin, ittifakların bugün her zamankinden daha zorunluluk haline geldiği ve aynı zamanda daha elverişli koşullara sahip olduğumuz gerçeği ile karşı karşıya bulunduğumuzun bilinciyle hareket etmek durumundayız. Bu bakımdan az olsun benim olsun anlayışı veya bir alanla sınırlı kalma, hedefi yüksek tutmama hepimize kaybettiren bir sürece dönüşür. İktidarı yeni hamleler yaparken devrimci, demokratik muhalefet yetersiz kalmamalıdır. Sürecin ve dönemin ruhuna denk daha kapsamlı bir demokrasi çatısına ihtiyaç var. Tarihsel sorumluluğumuz var, herkes üzerine düşeni yapmalıdır.

Ömer Öcalan Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz. Öcalan ne gibi mesaj verdi?

Yıllar sonra Sayın Öcalan ile bir görüşme yapılması barış ve çözümden yana herkeste bir umut ve heyecan uyandırdı. Çünkü, İmralı’dan çıkan her ses durgun suya atılan taş gibidir. Bir anda siyaset hareketleniyor, çözüm ve barış imkânı konuşuluyor. Bu sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu ve dünyada birçok devlet ve kesim Sayın Öcalan’ın ne dediğini merak ediyor.

Sayın Öcalan, tarihi Kürt ve Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine kavuşması için yoğun bir çaba içerisinde olduğunu belirtmiş. Türkiye’de sağlanacak olası bir çözümün Ortadoğu’daki kaosun da önüne geçilebileceğini paylaşmış. Hem Ortadoğu sahasını çok iyi bilmesi ve teorik yetkinliği birçok çevrenin görmediği riskleri ve imkanları görmesini sağlıyor. Gelişmeleri yakından takip ediyor. Demokratik siyasette kuru kavga yerine müzakere ruhunun büyütülmesi ve siyasetin ciddi bir uğraş olduğu, buna göre davranılması gerektiğini aktarmış.

2 saate yakın yapılan değerlendirmenin özeti, Ömer vekilimizin kamuoyu ile paylaştığı mesajdır. Bu mesajın başta devlet olmak üzere herkese tarafından doğru okunması ve anlaşılması gerekiyor.

Ahmet Özer tutuklandı ve Esenyurt’a kayyım atandı. Bu konudaki görüşleriniz nedir?

Türkiye halkları 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıklara giderek kayyım uygulamasının iflas ettiğini ilan etmişti. Buna rağmen AKP-MHP iktidarı tarafından İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanarak darbeci anlayış bir kez daha hayata geçirilmiştir. Bu apaçık bir darbe ve halklara karşı komplodur.

Biz bu darbeci ve gaspçı zihniyeti Hakkari’den, Diyarbakır’dan, Van’dan ve Kürt halkının iradesine atanan tüm kayyım pratiklerinden biliyor, tanıyoruz. Cumhuriyet herkesindir diyenler, kent uzlaşısıyla kazanılan Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atayarak halk iradesini tanımadıklarını göstermiştir. Demokrasinin ve hukukun asgari gerekliliklerini dahi ortadan kaldıran kayyım darbesini tanımıyoruz.

Bu darbeci zihniyete karşı bütün demokratik kamuoyunu halk iradesine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bugün Esenyurt Belediyesi’ne sahip çıkmak, halk iradesine, ortak yaşam idealine sahip çıkmaktır.

1 Ekim’den bu yana yürüyen tartışmalarda sessizliğini koruyan Erdoğan, çarşamba günü grup toplantısında konuştu. Bu grupta “Kürt kardeşlerime sesleniyorum” dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Konuşmayı dinledik. Kendi grup toplantısı konuşmamızda da kısmen fikir belirttik. Erdoğan’ın konuşmasını iki eksende değerlendirebiliriz. Birincisi Cumhuriyet’e dair söylediklerinde önemli vurgular vardı. 2015 sonrası ilk defa farklı şeyler ifade etti. Cumhuriyet’e dair söylemleri teorik düzeyde önemliydi. Cumhuriyetin tek bir etnik grubun değil, azın değil çoğun cumhuriyeti olmalıdır sözleri önemli. Fakat söylem ve tutarlılık aynı değil. Cumhuriyet’e dair dediklerinin gecesinde Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atandı. Bu pratiğe bile bakıldığında halen azın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmaya devam ettiğini görüyoruz. Böyle olunca sözün pek bir önemi kalmıyor.

İkinci ekseninde Kürt meselesi vardı. Adını koymadığı, muhatabını belirsiz hale getirdiği bir tanım ve niyet beyanında bulundu. “Rabbim ömür ve fırsat verirse bu meseleyi ülkemizin gündeminden tamamen çıkartarak, millete hizmetle geçen 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz” dedikten sonra Kürt meselesinin adını ve muhataplarını ifade etmekten kaçan bir anlayış çözümü nasıl getirecek? Muhatapları ayrıştıran, sorunu tanımlamaktan kaçan bir yaklaşım yüz yıllık sorunu nasıl çözecek? Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki, bu yöntem denendi. Başarısız oldu. Halihazırda yüz yıllık mesele orta yerde durmaya devam ediyor.

Paylaşın

Bakırhan’dan Erdoğan’a Yanıt: Kimse Bize Rota Çizmesin

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Erdoğan’ın MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısına ilişkin sözlerine yanıt verdi:

“Sayın Erdoğan’ın ne düşündüğünü biz de merak ediyorduk. Tarihi bir sınavla yüz yüzesiniz. Bugün söylediğiniz sözleri önemli buluyoruz. Adım atma sorumluluğu Cumhurbaşkanı olarak sizdedir. Sizden önceki cumhurbaşkanlarından farklı bir sayfada yer alın. DEM Parti olarak söylediğimiz, yazdığımızı çarpıtmasın. Bizim elimiz müzakere için hazırdır. Yumruklarımız sıkılı değildir. Bunun için bu Meclis çatısı altında değiliz. Ama kimse bize rota çizmesin, tehdit, hakaret etmesin.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin grup toplantısında konuştu. Bakırhan’ın açıklamalarından başlıklar şöyle:

“Halkın iradesiyle seçilen Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer bugün gözaltına alındı. Özer, Kent uzlaşısıyla seçilmişti. Ahmet Özer demokratik toplumcu bir belediyeciliği hayata geçirdiği için rahatsız olmuşlar. Bunu defalarca gördük, yeter artık. Bu oyunları bırakın, bu yanlıştan dönün, halkın iradesine saygı gösterin, Ahmet Özer’i de derhal serbest bırakın. Herkesin çekinmeden, birlikte konuştuğu bir sürece ihtiyaç var.

Türkiye’nin demokratik geleceği için intikam duygusundan artık vazgeçilmelidir. Halkları yok sayan ve kutuplaştırarak geçmiş Türkiye Yüzyılına karşı çözüm ne inkar ne de geçiştirme siyasetidir. Sahici çözüm yolları bulmak yeni yüzyılda hepimizin görevidir. Farklılıkları zenginlik sayan demokratik bir ulusun inşasına ihtiyaç var. Sayın Cumhurbaşkanı da kardeşleştiğimiz bir zemin yaratalım diyor, bunun bugün koşulu var.

Başta iktidar partisi olmak üzere Türkiye’deki tüm partiler bunu dile getiriyor. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile taçlanmış bir devletten yanayız. Ahmet Özer’in uyduruk gerekçelerle gözaltına alınması çözüm değil. Demokratik bir Cumhuriyet demokratik bir anayasa ile olur.

Tek tipçi anlayışı terk etmek zorundayız. Kadınlardan, gençlerden, emekten, yerel demokrasiden yana, gizlisi saklısı olmayan bir devletten bahsediyoruz. İstikrarsızlaşan Türkiye, Ortadoğu kardeşliğine kapılabilir. Dün fırtına ekenler bugün rüzgar biçiyor. Kürtler ne istiyor deyip duruyorlar. Kürtler ne istediğini bin bir defa açıkladı. Kürtler yüzyıldır ellerinden alınan kimlik ve iradelerini istiyorlar.

Bundan anlaşılmayacak bir şey yok. Kürtler eşit yurttaşlık, onurlu bir barış istiyor. Kürtler artık boş laf değil, anayasal güvence istiyor. Birinci yüzyıl Kürt inkarı üzerine kuruldu. Madem imkanı var ikinci yüzyıl barış saati olsun. Bunun için de tekçi, buyurgan, tehdit eden siyasi dili terk etmek gerekiyor. Biz hiçbir zaman tehdit eden, karşısındakini yok sayan bir dil kullanmıyoruz. Hem çözümün zemini var diyorsanız, kullandığınız dilin de buna uygun olması gerekir.

Barış deyince hemen bir taviz olarak değerlendiriliyor. Barış bir zaaf değil, cesaret ve zarafettir. Büyük bir cesaretle barışın konuşulmasını istiyoruz. Biz de Kürtlerin ve Türklerin birbirini sevmesinin farz olduğuna inanıyoruz ama esas farz birbirinin hakkına, hukukuna girmemektir. Erdoğan da grup toplantısında söyledi; hiçbir zaman olmadığı kadar bunu zemini var dedi. Buyurun o zaman barışı hep beraber inşa edelim. Bütün siyasi parti ve öznelere düşen göre, tarihin doğru tarafında yer almaktır.

Dervişoğlu gibi düşünenlere de sesleniyorum; oy için barış ihtimaline pusu kurmayın. Kürt’ün mutlu olmadığı bir ülkede kimse mutlu olamaz. 3-5 y gelip geçicidir. Önemli olan çocuklarımıza bırakacağımız barış içinde bir ülkedir. Bu ülkeye yazık etmeyin, barışa katkı sunun. Kürt yok deyince Kürt yok olmuyor. Bu ülkede 50 milyon Kürt yaşıyor. Buyurun siz çözüm önerinizi söyleyin. Bu sorunu nasıl çözeceksiniz.

“Kimse bize rota çizmesin”

Barışın tartışıldığı bir dönemde 44 aydır görüş yapılmayan Abdullah Öcalan, milletvekilimiz Ömer Öcalan ile bir görüşme yaptı. Sadece bu görüşme bile umut yarattı. Ancak gelen ilk mesaj tecridin devam ettiği idi. Sizin de muhatap olarak gördüğünüz Öcalan’ın üzerindeki tecridi kaldırın, özgür çalışma koşullarını yaratın. Öcalan ‘varsanız, ben varım, hazırım’ diyor. Bunu bizden iyi iktidar biliyor. Tarihi bir çağrı var, bunu değerlendirelim. Biz de çatışma ve şiddetten hukuki ve siyasi zemine geçilmesi için elimizden geleni yapmaya hazırız. Gelin zorun rolünü kaldıralım, diyalog ve müzakerenin önünü açalım. Devlet aklı gerçekten barışa hazır mı, bir planı, programı var mı? Bunu görmek istiyoruz.

Sayın Erdoğan’ın ne düşündüğünü biz de merak ediyorduk. Tarihi bir sınavla yüz yüzesiniz. Bugün söylediğiniz sözleri önemli buluyoruz. Adım atma sorumluluğu Cumhurbaşkanı olarak sizdedir. Sizden önceki cumhurbaşkanlarından farklı bir sayfada yer alın. DEM Parti olarak söylediğimiz, yazdığımızı çarpıtmasın. Bizim elimiz müzakere için hazırdır. Yumruklarımız sıkılı değildir. Bunun için bu Meclis çatısı altında değiliz. Ama kimse bize rota çizmesin, tehdit, hakaret etmesin.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Süreç Falan Yok Ortada

Çeşitli gazetecilerin ortaya attığı “Abdullah Öcalan ABD’nin garantör ülke olmasını istedi” iddialarına ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Şaşkınlıkla izliyoruz. Garantör, güvenilir ülke vb. açıklamaları” dedi ve ekledi:

“Bize böyle bir şey aktarılmadı. Böyle bir şey söylendiğini, talep edildiğini de duymadık. Milletvekilimiz (Ömer Öcalan) de bize hiç bunlardan bahsetmedi. Kendisine böyle bir şeyin iletilmediğinden de bahsetti. Tam tersine ‘süreç falan ortada yok. Tecrit halen devam ediyor.'”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, olası yeni çözüm sürecini Halk TV canlı yayınında değerlendirdi.

Bakırhan, çeşitli gazetecilerin ortaya attığı “Abdullah Öcalan ABD’nin garantör ülke olmasını istedi” iddialarını yalanladı: “Şaşkınlıkla izliyoruz. Garantör, güvenilir ülke vb. açıklamaları. Bize böyle bir şey aktarılmadı. Böyle bir şey söylendiğini, talep edildiğini de duymadık. Milletvekilimiz (Ömer Öcalan) de bize hiç bunlardan bahsetmedi. Kendisine böyle bir şeyin iletilmediğinden de bahsetti. Tam tersine ‘süreç falan ortada yok. Tecrit halen devam ediyor.’

Tecridin devam ettiği koşulda oradan garantör ülke, güvence vesaire gibi şeylerin talep edilmesi zaten diyalektik olarak mevcut sürece aykırıdır. Sadece bir görüşme oldu. Sayın Öcalan’ın sağlık durumu hakkında bilgi edindik. Sağlıklı olduğu, iyi olduğu, süreci kendisinin de takip ettiğini, henüz bir ‘süreç’ olmadığını, kendisiyle doğrudan ya da dolaylı bir görüşme olup olmadığı bize aktarılmadı.

Ama eğer hukuki ve siyasal zemin oluşturulursa çatışma ve silahları ortadan kaldıracak bir iradeye sahip olduğunu sayın Öcalan belirtti. Bizim için kıymetli, önemli olan buydu. Ve hemen biz de Ömer vekilimizle görüştükten sonra bir çağrı yaptık. Eğer gerçekten çatışmalar sonlansın isteniyorsa Öcalan’ın toplumla, kendi örgütüyle görüşmesini sağlamak gerekiyor.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, DEM Partisi’nin önceki gün paylaştığı bildirideki şu kısma tepki gösterdiği hatırlatıldı:

“Türkiye ve Kürdistan bu coğrafyanın ve çoklu denklemin tam ortasında yer almaktadır. Halkların kendi kader ve geleceklerini belirleme haklarını egemenlerin elinden söküp almaya en çok ihtiyaç duydukları şu günlerde, bu potansiyeli açığa çıkaracak olanlar ise ideolojik-politik ufku ve örgütlü gücüyle sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelenin en önünde yürüyen Kürt halk hareketi başta olmak üzere devrimci hareketler, kadınlar, sosyalistler, ezilenler, yoksullar, emekçiler ve onların ittifaklarıdır.”

Bakırhan’a Bahçeli’nin bu bildiri nedeniyle DEM Partisi’ne “Türk milletinin uzanan müşfik ve hoşgörülü elini hala idrak edememiş, manasını kavrayamamış, maksadını anlayamamış siyasi güruhun provokatif açıklamaları, hiçbir değer hükmüyle izah edilemeyen sakat pozisyonları yapıcı olmadığı gibi, tam tersine sorumsuz ve yıkıcı mahiyetlidir” sözleriyle yüklendiği hatırlatıldı.

Bakırhan, DEM Parti’nin el sıkışma meselesinden sonra gayet sürece katkı sunan bir dil kullandığını ve üzerine düşen sorumluluklarını yerine getireceğini açıkladığını hatırlatarak, şu ifadeleri kullandı: “Bir sonuç bildirgesinde kimi kelimelerin cımbızlayarak, bunu bir sürecin önüne engel olarak koymayı anlamakta güçlü çekiyoruz. Kaldı ki böyle bir süreç olmaz. süreç omuz hizasında, göz hizasında olur. Sürekli tehdit eden, parmak sallayan, yol-doğrultu gösteren bir anlayışı, yeni bir süreç istenmiyor biçiminde okuruz.

Biz yeni yüz yıla Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmüş bir şekilde girmesi gerektiğini defalarca belirttik. Biz en üst düzeyden bu süreci önemsediğimizi, bu tartışmaların bir sürece dönüşmesi için elimizden gelen her şeyi yaptık.

Biz tam bu süreci toplumsallaştıralım dediğimiz zaman bir sonuç bildirgesinden iki tane kelime cımbızlanarak bir tehdit biçiminde bize karşı kullanılmasını kabul etmiyoruz. Bu doğru değil. Eğer bu tartışmalar bir sürece evrilecekse bu yaklaşımla bir şey olmaz. Biz Bahçeli’yi aslında sağduyuya davet ediyoruz. Eş başkanlarımız birinci dereceden partimiz adına açıklama yapıyorlar.

Eş başkanlarımızın ne dediğini okumak, ne söylediklerine bakmak gerekiyor. Bir iyi niyet varsa, bir samimiyet varsa emin olun… Sizin aracılığınızla söylüyorum DEM Parti bu sürecin en başat aktörlerinden birisi olmayan dünden beri var. Biz kesinlikle uzatılan eli sıkılı bir yumrukla karşılamayız. Bizim elimiz hep havada, bizim elimiz hep müzakere etmek için açıkta bulunuyor ama bize yumruğu gösterenler karşısında da kendimizi savunuruz.”

Paylaşın