Bakırhan’dan Bahçeli’ye: Türkiye’nin Size İhtiyacı Var

Kalp kapakçığı ameliyatı geçiren Devlet Bahçeli’yi arayan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Bahçeli’ye “Barış ve kardeşlik çalışmaları konusunda Türkiye’nin size ihtiyacı var” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, kalp kapakçığı değişten Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye geçmiş olsun dileklerini iletti.

DEM Parti’den yapılan açıklamada, “Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, kısa süre önce ameliyat olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi telefonla arayarak geçmiş olsun dileklerini iletti. Bahçeli’nin sağlık durumunu soran Bakırhan, ‘Barış ve kardeşlik çalışmaları konusunda Türkiye’nin size ihtiyacı var’ dedi” ifadelerine yer verildi.

Devlet Bahçeli, geçtiğimiz perşembe günü Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nde kalp ameliyatı oldu. Bahçeli, iki gün sonra taburcu oldu.

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan: Tarihi Bir Süreçten Geçiyoruz

”Özgürlük İçin Demokrasi Mitingi”nde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Tarihi bir süreçten geçiyoruz. Tekçi ve mezhepçi rejimler, farklılıkları yok sayan otoriter rejimler birer birer çöküyor. Ortadoğu’daki bu kaos, kriz ve çatışmanın ortasında en güvenli şey kapsayıcı olmaktır, farklılıkları kabul etmektir, ötekileştirmemektir. İnançların ve kimliklerin kendi farklılıklarıyla adil ve eşit bir zeminde yaşamasını sağlamaktır. Sayın Öcalan ne yapıyor? Tam da bunu yapıyor” dedi ve ekledi:

“Amed özgür olsun, Amed’in iradesine kayyım atanmasın, Siirt’in Koçerleri kendi kimliği ve yaşam biçimiyle özgürce yaşasın diye bir yol haritası hazırlıyor. Sayın Öcalan barışın yol haritasını hazırlıyor, onurlu bir mücadelenin yol haritasını hazırlıyor. Sayın Öcalan sadece Kürtlerin değil, Türkiye’de yaşayan bütün etnik ve inanç gruplarının eşit olmasının yol haritasını hazırlıyor. Sayın Öcalan istiyor ki Türkiye demokratik olsun. Sayın Öcalan istiyor ki Kürtler özgürce anadilini konuşsun, anadilinde eğitim görsün. Sayın Öcalan istiyor ki Kürt halkının seçmiş olduğu iradeye kayyım atanmasın. Amed’i Amed’in iradesi yönetsin, Batman’ı Batman’ın iradesi, Siirt’i Siirt’in iradesi yönetsin.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat’ta yapması beklenen açıklamasından önce, Diyarbakır’da “Barış İçin Özgürlük Mitingi” düzenledi. Mitingde konuşan Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

Değerli Amed halkı, Vedat Aydın’ın yoldaşları, direnişin ve mücadelenin başkenti, sizleri saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Vazgeçmeyen, direnen, mücadele eden duruşunuz karşısında saygıyla eğiliyorum. Sizler öyle bir mücadele sahibisiniz ki sizi reddedenler, inkar edenler, yok sayanlar yeniden İmralı kapılarını açarak Sayın Öcalan ile görüşmeye başladı. Bu görüşmenin mimarı sizlersiniz, bu eser sizlerindir. Tekrar Kürt meselesinin Türkiye’de tartışılmasını sağlayan siz değerli halkımızsınız. Onun için sizlerle ne kadar gurur duysak azdır. Bugüne kadar mücadele eden, direnen, kimliğine ve diline sahip çıkan siz Amedliler, Batmanlılar, Siirtliler, Kürdistan coğrafyasında yaşayan tüm Kürtler; onurlu bir barış, diyalog ve müzakere için dün olduğu gibi bugün de bu sürece sahip çıkacak, Türkiye’de demokratik ve eşitlikçi bir zeminin oluşmasına katkı sunacaksınız.

“Öcalan barışın yol haritasını hazırlıyor”

Tarihi bir süreçten geçiyoruz. Tekçi ve mezhepçi rejimler, farklılıkları yok sayan otoriter rejimler birer birer çöküyor. Ortadoğu’daki bu kaos, kriz ve çatışmanın ortasında en güvenli şey kapsayıcı olmaktır, farklılıkları kabul etmektir, ötekileştirmemektir. İnançların ve kimliklerin kendi farklılıklarıyla adil ve eşit bir zeminde yaşamasını sağlamaktır. Sayın Öcalan ne yapıyor? Tam da bunu yapıyor. Amed özgür olsun, Amed’in iradesine kayyım atanmasın, Siirt’in Koçerleri kendi kimliği ve yaşam biçimiyle özgürce yaşasın diye bir yol haritası hazırlıyor. Sayın Öcalan barışın yol haritasını hazırlıyor, onurlu bir mücadelenin yol haritasını hazırlıyor. Sayın Öcalan sadece Kürtlerin değil, Türkiye’de yaşayan bütün etnik ve inanç gruplarının eşit olmasının yol haritasını hazırlıyor. Sayın Öcalan istiyor ki Türkiye demokratik olsun. Sayın Öcalan istiyor ki Kürtler özgürce anadilini konuşsun, anadilinde eğitim görsün. Sayın Öcalan istiyor ki Kürt halkının seçmiş olduğu iradeye kayyım atanmasın. Amed’i Amed’in iradesi yönetsin, Batman’ı Batman’ın iradesi, Siirt’i Siirt’in iradesi yönetsin.

Değerli halkımız, biliyorum tereddütleriniz ve kuşkularınız var. Çok zulüm gördünüz, çok baskı gördünüz. Bu tartışma sürecine de tereddütle yaklaşmanız gayet normaldir. Bu meydanda, bu surların dili olsaydı Amed halkının yaşadığı zulmü ve baskıyı anlatmaya kelimeleri yetmezdi. İşte siz, faili meçhullere, katliamlara ve yok saymalara rağmen bugün on binlerle bu alanda yine yeniden ve daha güçlü bir şekilde iradenize sahip çıkarak bu baskıcı rejime doğru yolu gösterdiniz! Sayın Öcalan istiyor ki Türkiye barışını sağlayarak Ortadoğu’da güçlü bir ülke olsun. Türkiye, barışını sağlayarak demokratik reformlarla bölgede örnek olsun. Sayın Öcalan istiyor ki savaşa ve çatışmaya ayrılan 3 trilyon dolar Siirt’in yoksuluna, Batman’ın emekçisine, Edirne’deki asgari ücretliye, Ankara’daki emekliye harcansın. Sayın Öcalan, kalkınmış, demokratik, refah içerisinde yaşayacağımız, herkesin kendi kimliğiyle özgürce yaşayacağı bir Türkiye’nin yol haritasını hazırlıyor. Şimdi soruyorum: Sizler Sayın Öcalan’ın yanında mısınız?

“Kürtler masada kandırılacak bir halk değil”

Sizler Sayın Öcalan’ın hazırladığı ve kısa süre içerisinde açıklayacağı demokratik çözümün yol haritasının yanında mısınız? Sizler baskılara inat, ret ve inkara inat, zulme inat barışı ve demokrasiyi savunmaya devam edecek misiniz? Emin olun ki sizin bu gür sesiniz, bize güç veren birliğiniz ve görüntünüz, önümüzdeki günlerde hepimize layık bir barış sürecine evrilecektir. Merak etmeyin, korkmayın. Kürtler 100 yıl önceki Kürtler değil. Kürtler masada kandırılacak bir halk değil. Kürtler Türkiye’nin ve bölgenin en dinamik, en güçlü, en örgütlü halkıdır. Siz var oldukça hiç kimse ama hiç kimse bizleri kandıramaz. Siz güçlü olduğunuz müddetçe bizi reddedenler, tıpkı bugün olduğu gibi çözüme ve müzakereye gelmek durumunda kalacaktır. Onun için güçlü olun, inançlı olun, umutlu olun. Kesinlikle sizlere layık, geçmişimize layık, bedellerimize layık bir süreç olacaktır.

İnşallah yakın zamanda Sayın Öcalan’ın bizlerle ve Türkiye halklarıyla paylaşacağı bu süreci hep birlikte göreceğiz. Me gelek ba û bahoz dît. Lê em newestiyan. Me dev ji doza xwe berneda diyordu bir şair. Evet, biz çok şey yaşadık ama mücadelemizden vazgeçmedik. Biz çok şey gördük ama mücadele etmekten, barışı savunmaktan geri durmadık. Şimdi bizlere daha büyük bir görev düşüyor. Beraber olacak mıyız? Birlikte olacak mıyız? Genciyle, kadınıyla hep birlikte bu ülkeyi demokratikleştirecek miyiz? Rojava’da yaşayan, Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan halklar için statü talep etmeye devam edecek miyiz? Her ne kadar bu iktidar Kuzey ve Doğu Suriye’ye İHA/SİHA’lar gönderse de oradaki kardeşleriniz, soydaşlarınız, yoldaşlarınız inşallah demokratik haklarını kazanacaktır. Sizin burada onlar için ortaya koyduğunuz bu dayanışmayı da unutmayacaklar. Türkiye’ye demokrasi, Türkiye’ye özgürlük, Rojava’ya statü demeye devam edecek miyiz?

Sayın Recep Tayip Erdoğan geçen gün “Diyarbakır’ın kaderi Türkiye’nin kaderidir. Diyarbakır’ın huzuru Türkiye’nin huzurudur” dedi. Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: Diyarbakır’ın kaderi Türkiye’nin kaderi, Diyarbakır’ın huzuru Türkiye’nin huzuruysa, o zaman Sayın Erdoğan, bu meydanda toplanan Diyarbakırlıların dediğine kulak ver. Diyarbakır ne diyor? Barış diyor, Kuzey ve Doğu Suriye’ye statü diyor. Diyarbakır ne diyor? Sayın Öcalan’a özgürlük diyor. Diyarbakır ne diyor? Sayın Öcalan’ın açıklayacağı yol haritasının arkasındayım diyor. Diyarbakır adalet ve eşitlik istiyor. Baskının ve zulmün son bulmasını istiyor. Sana katılıyoruz Diyarbakır. Diyarbakır’ın huzuru Türkiye’nin huzurudur. Onun için burada huzuru sağlayacak adımlar acilen atılmalıdır.

Değerli halkımız bir konu daha var. İktidar burada çözüm, Rojava’ya SİHA/İHA demeye devam ediyor. Türkiye’de çözüm, Rojava’da savaş olmaz. Türkiye’de barış tartışmaları, Rojava’da savaş planları olmaz. Türkiye’de barış olacaksa Rojava da bu kapsama alınmalı. Türkiye, Suriye’de Kürtlerin, Alevilerin ve diğer halkların kardeşçe ve eşitçe bir arada yaşadığı bir rejimin oluşması için oyun kurucu olmalıdır, bozucu olmamalıdır. Türkiye kendi tekçiliğini Suriye’ye ihraç etmek yerine, Suriye’yi Arap Cumhuriyeti olarak değerlendirmek yerine, oraya demokrasiyi ihraç etmelidir. Demokratik Suriye demelidir. Suriye’nin bütün halkları ve inançları kapsayacak bir noktaya gelmesini sağlamalıdır.

“12 metrekarede müzakere olmaz”

12 metrekareye milyonlarca insanın yüreğini sığdıramazsınız. Öcalan milyonların yüreğidir, umududur. Milyonların umudu bir hücrede izolasyon altında kaldığı müddetçe de biz sizin samimiyetinize güvenemeyiz. 12 metrekarede müzakere olmaz. 12 metrekarelik hücrede demokrasi olmaz. Öcalan’ın Amed halkıyla buluşmasını sağlayın, Amed halkının Öcalan’la buluşmasını sağlayın. Öcalan’ın toplumla, toplumun Öcalan’la buluştuğu reformları acilen yaparak bir yol temizliği yapın. Amedliler coşkunuzu biliyorum, inancınızı ve kararlılığınızı görüyorum. Emin olun ki güzel günler bizi bekliyor. Ölümün olmadığı, kanın akmadığı, canların yitmediği, adaletin ve demokrasinin olduğu, kendi iradenizin sizi yönettiği bir Türkiye’ye az kaldı.

Birlikte olursak ve güçlü örgütlenirsek güçlü barışı sağlayabiliriz. Bizim köklerimiz sizlersiniz. Sizler olduğunuz müddetçe ve biz bu kaynaktan beslendiğimiz müddetçe emin olun ki Kürtler, Türkiye’de yaşayan herkes güzel yaşayacaktır. İnsanların kimliğinden dolayı ötekileştirilmediği, gazetecilerin tutuklanmadığı ve katledilmediği, siyasi tutsakların serbest bırakıldığı bir Türkiye’yi oluşturuncaya kadar sizlere söz olsun ki Vedat Aydınlara, Apê Musalara, Mehmet Sincarlara, Sevê Demirlere layık bir mücadele ortaya koyacağız. Bugün burada ortaya koyduğunuz bu iradeyi ve duruşu, bu talepleri İmralı Heyetine aktaracağız; Amed’in, Batman’ın ve Siirt’in selamlarını da Sayın Öcalan’a ileteceğiz.

Değerli Amedliler, İmralı Adası idamlarla anılan bir adadır. İmralı Adası tecritle, 12 metrekarelik hücreyle anılan bir adadır. Biz istiyoruz ki İmralı Adası barışla anılsın. Biz istiyoruz ki İmralı Adası barış adası olsun. İmralı’yı barış adası yapıncaya kadar mücadele edeceğimize ve Kürt halkına, Türkiye’deki ezilenlere ve emekçilere onurlu bir barış ve gelecek hediye edeceğimize olan inançla hepinizi tek tek selamlıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Hepimize kolay gelsin.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Öcalan, Onurlu Bir Barışın Formülünü Hazırlıyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Sayın Öcalan tarihi bir açıklama için hazırlığını sürdürüyor. Açıklamanın içerisini net olarak bilmemekle birlikte; açıklamanın kendisinde Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yatıyor” dedi ve ekledi:

“Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Bu tarihi açıklamada Türkiye’nin demokrasisini ve demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor.”

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) “Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları” sürüyor. Diyarbakı’daki Çand Amed Kongre Merkezi’nde bu kapsamda halk buluşması gerçekleştirildi.

Buluşmada konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şunları söyledi: “Yeri geliyor bu ülkeyi yönetenler, ‘Kürt sorununun çözümü Diyarbakır’dan geçer’ diyor. Bazen birileri çıkıp ‘AB’nin yolu Amed’den geçer’ diyor. Amed sadece bizim gözümüzde değil, aynı zamanda bu ülkeyi yönetenler açısından da çok önemli bir kent. Biz de tekrar ediyoruz. Hem çözümün ve barışın yolu Amed’den geçer, aynı zamanda Ankara’dan da geçer. Biz de Amed’in yanına Ankara’yı ekleyelim.

Çünkü bu çözüm ve barış süreçleri aynı zamanda tarafların birlikte oturup istişare ettikleri, müzakere ettikleri ve bir sonuca vardıkları bir süreçtir. Amed ve Ankara bu tartışmaların bir çözüme evrilmesinin merkezleridir. Zaten Türkiye çözümü derken biz tam da bunu kastediyorduk. Yüz yıldır Türkiye’de devam eden, son 40 yıldır Türkiye’nin enerjisini, ekonomisini, toplumsal enerjisini emen, büyük bir sorundan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu sorun aynı zamanda ekonomiktir, sosyaldir, siyasaldır, toplumsaldır. Birçok yönü olan böylesine devasa böylesine önemli bir sorunun tartışıldığı bir süreci yaşıyoruz.

Bahçeli ile başlayan, İmralı’ya iki kez heyetimizin gitmesiyle birlikte Sayın Öcalan’ın sürece dahil olduğu çok önemli tartışmalar yürütüyor Türkiye. Bu tartışmalardan bir süreç çıkmasını umuyoruz, bu tartışmaların bir barış sürecine evrilmesini istiyoruz. Bunu istemek yetmiyor, aynı zamanda bunun altyapısını da oluşturmak gerekiyor. Aynı zamanda onurlu bir barışa dönüşmesi için bu meseleye sahip çıkmamız gerekiyor.

“Halkın dahil olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşmaz”

Bu meseleyi kendi meselemiz gibi görüp, biraz daha fazla ve güçlü yüklenmemiz gereken bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Sizin burada söyleyeceğiniz düşünceler bizim için de esastır. Çünkü bizim yolumuzu açan bizatihi halklarımızın kendisidir. Halkın dahil olmadığı, bedel ödeyenlerin söz hakkının olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşmaz. 40 yıldır bütün zulüm ve baskılara bugün Kürt meselesi tartışılıyorsa tam da sizin dahil olmanızdan, sizin bu meselenin ana aktörü olmanızdan ve bizim de öyle görmemizden kaynaklıdır. Emin olun bu partiyle halk arasındaki, Kürt hareketiyle Kürt halkı arasındaki bu ilişki takdire şayan bir ilişkidir. Halkın bizzat katıldığı, söz söylediği, düşüncesini ifade ettiği, yeri geldiği zaman eleştirdiği, önerileriyle mücadeleyi zenginleştirdiği başka bir mücadele yoktur.

Sayın Öcalan tarihi bir açıklama için hazırlığını sürdürüyor. Açıklamanın içerisini net olarak bilmemekle birlikte; açıklamanın kendisinde Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yatıyor. Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Bu tarihi açıklamada Türkiye’nin demokrasisini ve demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Bakırhan’dan “Öcalan” Açıklaması: Tarihi Çağrıya Hazırlanıyor

Partisinin Meclis grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yakın zamanda ‘tarihi bir çağrı’ yapacağını ifade etti.

Grup toplantısı sonrası gazetecilerin konuya ilişkin sorularını da yanıtlayan Tuncer Bakırhan, “Tarihi bir çağrıya hazırlanıyor. 15 Şubat mı olur biraz sonrası mı olur bilmiyorum ama evet tarihi bir çağrı yapılacak Sayın Öcalan tarafından” dedi ve ekledi:

“Tarihi bir çağrı birçok şey içerisinde barındırıyordur kesin. İçeriği bilmiyorum. Çünkü orada ne olduğunu çok bilmiyoruz. Gidip gelen heyetlerle, heyetlerden aldığımız bilgilere göre konuşuyoruz ama muhtemelen bu çağrı içerisinde benzer şeylerin olma ihtimali yüksek. Söyledim arkadaşlar çok kısa bir sürede. Bir hazırlık var, bir çalışma var. Tarihini belirtemiyorum. Yani 15 Şubat’ta olabilir biraz sonrası da olabilir.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin haftalık Meclis Grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Konuşmasında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın yakın zamanda ‘tarihi bir çağrı’ yapacağını ifade eden Bakırhan, çıkışta gazetecilere verdiği yanıtta da “15 Şubat’ta sonrasında da olabilir” dedi.

DEM Parti olarak geçtiğimiz günlerde Alevi örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geldiklerini hatırlatan Bakırhan “O toplantının gündemi de Alevilerin eşit yurttaşlık talebi olduğu gibi tabii ki çözüm tartışmalarıydı. Gördük ki Alevi canlar da tartışmaları destekliyorlar. Bir kez daha onlara teşekkürlerimi iletmek istiyorum” dedi.

6 Şubat depremlerinin 2. yıl dönümüne az kaldığını hatırlatan Bakırhan “Depremzede yurttaşlarımızla dayanışma içindeyiz. Onların taleplerinin bugün de yarın da sözcüsü olmaya devam edeceğiz.” diye konuştu.

Bakırhan şöyle devam etti: “İktidar deprem bölgelerinde çok iyi eserler yapıyorlarmış gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Emin olun Antakya toz duman içinde, insanların hala çadırlarda yaşadıkları bir Antakya ile karşı karşıya kaldık. Deprem bölgesindeki yurttaşlara söz veren iktidar yine sınıfta kaldı. Depremzedelerle dayanışma içinde olacağız.”

Konuşmasında iktidarı da hedef alan Bakırhan “Bu ülkeyi yönetenler yüz yıldır demokrasiden korkarak ülkeyi yönetiyorlar, hakkını arayan kimliğini arayan kesimlere karşı bu rejim hiçbir zaman demokratik olmadı. AKP iktidar da demokrasi iddiasıyla gelmişti ancak demokrasinin zerresi kalmadı, neredeyse geçmiş günleri aratacak hale getirdi ülkeyi. Bağımsız ve adil bir yargı için tek bir adım atılmadı. Yalnızca iktidar değil yandaş bir gazeteci bile şikayet etse insanlar tutuklanıyor” ifadesini kullandı.

Konuşmasının devamında Pınar Gültekin cinayetine değinen Bakırhan, “Adli tıp raporuna göre diri diri yakıldığı tespit edilen Pınar Gültekin davasında bu canice öldürmeye Yargıtay haksız tahrik indirimi istiyor, bu yargıya nasıl güveneceğiz. Bu karardan Yargıtay vazgeçmeli.

“Yandaş olmak tek geçerli sebep” diyen Bakırhan, bürokraside liyakatın kaybolduğunu vurgulayarak, şu ifadeleri kullandı: “Hiçbir zaman olmadığı kadar akademisyenin ihraç edildiğini görüyoruz. Gerçekleri yazan gazeteciler cezaevine giriyor. Kimse kimseyle dayanışmasın istiyorlar ama biz her yerdeki acıya ve haksızlığa ses çıkaracağız.”

Muhalefetin yönetimindeki belediyelere yönelik operasyonlar da Bakırhan’ın konuşmasında yer buldu. Bakırhan “Sadece bizimle yetinmiyorlar baskıcı kayyımcı zihniyeti batıya ihraç etmeye çalışıyorlar. Artık CHP’nin belediyelerine de kayyım atıyorlar. Yerel yönetimlere hangi partiden olmasına bakmaksızın sahip çıkmaya devam edeceğiz” dedi.

Basına yönelik baskılara tepki gösteren Bakırhan “Gazeteciler cezaevlerinin değişmez müdavimi oldular” dedi. Siirt Belediyesi’ne kayyım atanmasına tepki gösteren Bakırhan, şöyle devam etti: “Kayyım, cebinde isimliğiyle dolaşıyormuş. Kayyımcı anlayışı kınıyoruz. Siirt halkı da Türkiye halkları da kabul etmiyor. Siirt halkının iradesi yok sayıldı, bir halkın umudunu çalmak, ekmeğini çalmaktan daha büyük bir hırsızlık ve vicdansızlıktır.

Aslında cezalandırdıkları eşitlikçi hizmettir. Milletvekili olduğum Siirt’in bu cumhuriyetten çekmediği şey kalmadı. Bir kent düşünün, onlarca yılını olağanüstü hal ile geçiriyor. Kürtler vardır ama siyasi iradeleri yoktur yaklaşımından iktidarı vazgeçirmeye çalışıyorum. Kürtlere de iradesine de saygı duyacaksınız.

İster hoşunuza gitsin, ister gitmesin, kayyum atamaları Kürt düşmanlığıdır. Aynı zamanda modern sömürgeciliğin en karanlık yüzüdür. Kürt halkı büyük bedellerle ırk ayrımcılığına karşı mücadele etti. 90’ların karanlık faili meçhul cinayetlerini nasıl tarihe gömdüyse kayyımcı anlayışı da tarihe gömeceğine eminim. Bu kayyımcı anlayış, AKP’nin alnında kara bir leke olarak kalacak.

Hem silah bırakma çağrısı yapıp hem de gençlerin, kadınların olduğu yerde gösteri yapıp silah göstereceksin. Bu uygulamayı yapanların açığa çıkarılması çağrısı yapıyorum. Kimse bize süreç var, bu kayyım uygulamalarını görmezden gelin demesin, kimse süreç var size tokat atarız sesinizi çıkarmayın, her hukuksuzluğu yaparız sessiz kalın demesin. Bizim belediyemizi gasp edenler bilsin ki bu halkın iradesi fermanla teslim alınmaz. Biz buradayız, diz çökmedik, çökmeyeceğiz. Bu fermanlar vız gelir tırıs gider.

Türkiye’deki toplum bir barış sürecine evrilmesini istiyor. Bu tarih fırsatı bozmamak gerekiyor. Güvenlikçi bir perspektif ve zehirli bir dil bu süreci geriye götürür. Rasyonel bir çözüm arıyoruz Kürt sorunu için. Öcalan, çatışmaları fikri ve siyasi zemine çekme çağrısı yapmış iken iktidarın dili de buna uygun olmalıdır. Barış istemeyi güçsüzlük olarak algılamayı reddediyoruz.”

İmralı görüşmelerine değinen Bakırhan, “Sayın Öcalan Kürt sorunun köklü ve kalıcı çözümü için demokratik bir Türkiye’nin inşası için önümüzdeki günlerde bir tarihi çağrıya hazırlanıyor” diye konuştu.

“Çağrı 15 Şubat’ta olabilir”

Grup toplantısı sonrası gazetecilerin konuya ilişkin sorularını da yanıtlayan Bakırhan’a “Tarihi bir çağrıya hazırlanıyor. 15 Şubat mı olur biraz sonrası mı olur bilmiyorum ama evet tarihi bir çağrı yapılacak Sayın Öcalan tarafından” dedi ve ekledi:

“Tarihi bir çağrı birçok şey içerisinde barındırıyordur kesin. İçeriği bilmiyorum. Çünkü orada ne olduğunu çok bilmiyoruz. Gidip gelen heyetlerle, heyetlerden aldığımız bilgilere göre konuşuyoruz ama muhtemelen bu çağrı içerisinde benzer şeylerin olma ihtimali yüksek. Söyledim arkadaşlar çok kısa bir sürede. Bir hazırlık var, bir çalışma var. Tarihini belirtemiyorum. Yani 15 Şubat’ta olabilir biraz sonrası da olabilir.”

İmralı ziyareti olacak mı?” sorusuna da yanıt veren Bakırhan, “Henüz netlik yok. Çağrıyı bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

DEM Parti: Onurlu Olmayan Bir Barışı Kürt Halkı Kabul Etmez

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tulay Hatımoğulları, “Kürt halkı politik bir halktır, örgütlü bir halktır ve “kandırılma” kelimesini kabul etmeyen bir halktır. Bugün onurlu olmayan bir barışı, Kürt halkının onurunu ve haklarını öngörmeyen bir barışı DEM Parti de Kürt halkının bizatihi kendisi de kabul etmez. DEM Parti kabul etse de Kürt halkı kabul etmez” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tulay Hatımoğulları ve Tuncer Bakırhan, aralarında Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Kültür Dernekleri, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Türkiye Alevi Federasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonunun bulunduğu Alevi kurumlarının İstanbul’da düzenlediği “Aleviler Barışı Konuşuyor” adlı panele katıldı. Panelin açılışında konuşan Hatimoğulları ve Bakırhan, şunları söyledi:

Hatimoğulları: “Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ortadoğu ve Türkiye’de devam eden savaş, çatışmalar ve çözüm önerileri noktasında ve Türkiye’deki kimi gelişmeleri paylaşmak ve değerlendirmek üzere bugün Alevi canlarla bir aradayız. Alevilerin barışı konuşması çok önemli. Bu topraklarda geniş bir nüfusa sahip olan Alevi canlarla Türkiye ve Ortadoğu’yu konuşmak oldukça önemlidir. Suriye’ye de değineceğiz. Suriye’de çok önemli gelişmeler oluyor. Sizler de takip ediyorsunuz. Özellikle rejim değişikliğinden sonra yönetime gelen HTŞ tarafından Alevilere, Hıristiyanlara ve Dürzilere dönük katliamlar gerçekleşti.

Burada bulunan kurumların Suriye’deki Alevi canlarla dayanışma içinde olduğunu, bununla ilgili çok çalışma yürüttüğünü, hem Türkiye’deki hem Avrupa’daki canlarımızın bu konuda çok ciddi çalışmalar yürüttüğünü de biliyoruz. Alevi inancı için, Arap Alevileri için çok önemli bir değer olan El Xasidi’nin türbesi yakıldı Suriye’de. En son bir akademisyen kadının kaçırıldığı, hatta kimi haberlere göre katledildiği bilgisi geldi. Birçok Alevi şeyhinin katledildiğini biliyoruz. Hem Türkiye’deki hem Avrupa’daki canlar olarak, Suriye’de yaşanan bu katliamlara, savaş ve çatışmalara karşı yürüttüğümüz çalışmaları daha ileri taşımak, güçlendirmek ve Suriye’deki Alevi canlarımızın sesi olmak hepimiz açısından oldukça önemli. Bu konuda da çalışmalarımızı sizinle beraber sürdüreceğiz.

Değineceğim konulardan biri de Bahçeli’nin girişimiyle birlikte Kürt sorununun çözümüne dair oluşan umutlar. Kürt sorunu, 40 yılı aşkındır Türkiye’de Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesiyle birlikte önemli bir konu başlığı, çok önemli bir sorun oldu. Kürt halkının hem Türkiye’de hem Suriye ve İran’da verdiği özgürlük ve kimlik mücadelesi çok önemli ve anlamlı. Artık sadece bu bölgenin ve ülkenin gündemi değil, artık bütün dünyanın gündemi.

Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürt halkının oluşturmuş olduğu öz yönetim bugün bölgenin ihtiyacı olan ve biraz önce bahsettiğimiz katliamları bitirecek anlayışın ta kendisidir. Suriye’deki Kürtler, bütün Ortadoğu’da en seküler yapıyı, farklı halkların ve inançların bir arada yaşamasını savunan ve bunun anayasal güvence altına alınmasını sağlayan bir yapıyı oluşturmuştur. Özellikle geri plana itilmek istenen, hele de HTŞ yönetimiyle beraber neredeyse yok sayılan kadınların siyasetteki ve toplumdaki temsiliyetinde önemli bir taşıyıcı olmuş, bu konuda önemli bir model sağlamıştır. Eş başkanlık ve eşit temsiliyet her bakımdan önemli ve anlamlıdır.

Biz burada iç barışımızı konuşurken bunun, yanı başımızdaki Suriye’den bağımsız olmadığını, çok ciddi bir kader ortaklığı olduğunu biliyoruz. Bizler, DEM Parti olarak, hep şu noktada durduk: Umuda ve barışa dair en ufak bir umut varsa, bir kapı aralanıyorsa, biz o kapıyı ardına kadar demokrasiye güçleriyle ve muhalif olan bütün kesimlerle açalım istiyoruz. Birlikte örelim, örgütleyelim istiyoruz. Benden sonra konuşacak olan Eş Genel Başkanımız Sayın Tuncer Bakırhan Kürt sorununa bu dönemde nasıl yaklaştığımızı, barışla ilgili ne düşündüğümüzü daha detaylı ifade edecek.

Değerli canlar, bu iktidarın her şeyi kendine yontmaya çalışabileceğinin, bu rejimin kendini tahkim etmek için her yol ve yönteme başvurabileceğinin DEM Parti olarak farkındayız. Kürt halkı politik bir halktır, örgütlü bir halktır ve ‘kandırılma’ kelimesini kabul etmeyen bir halktır. Bugün onurlu olmayan bir barışı, Kürt halkının onurunu ve haklarını öngörmeyen bir barışı DEM Parti de Kürt halkının bizatihi kendisi de kabul etmez. DEM Parti kabul etse de Kürt halkı kabul etmez. İmralı görüşmelerinin devam ettiği bu süreçte, özellikle ikinci görüşmede Sayın Abdullah Öcalan şunu çok net ifade etti.

Muhalefetin olmadığı bir barış olmaz. Muhalefet yoksa bu iktidar her şeyi kendine yontar. ‘Demokratik zeminde bir barışın üzerinde çalışıyorum’ dedi. Dört saate yakın süren görüşmede, ‘Demokratik bir barış zemininin sadece Kürt sorununu çözmek için değil, bu ülkede tarih boyunca yaşanmış Alevi sorununu çözmek, eşit yurttaşlık hakkı temelinde bütün farklı halkların ve inançların temsil edilmesini sağlamak için çalışıyorum. Bunun sözde değil özde gerçekleşmesi ve demokratik bir anayasayla güvence altına alınması için çalışıyorum” dedi. Bunu da siz canlarımızla özel olarak paylaşmayı önemli buluyoruz.

Nasıl bir barış? Kafamızdaki soru işaretleriyle birlikte bunları çok detaylı konuşacağız. Ben sözlerime son verirken şunları belirtmek isterim. Barışa her şeyden fazla ihtiyacımız var. Halk TV’ye yönelik son operasyonda Fuat Toktaş’ın tutuklanırken, şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu mahkemede ifade verirken, Kartalkaya yangınını konuşmak isteyen basının sansürlenirken ve insanlar can pazarındayken barışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulması, içinde bulunduğumuz tabloyu açıkça gösteriyor.

İşsizliğin, yoksulluğun, açlığın, geçinememenin ve barınamamanın arttığı bir dönemde barışı her zamankinden daha fazla konuşmaya ihtiyacımız var. Siyasal İslam çizgisinin bölgede kökleşmeye çalıştığı bir dönemde, başta Alevi canlar olmak üzere bu coğrafyada yaşayan bütün halkların ve inançların daha fazla barışa ihtiyacı var. Hep birlikte toplumsallaştırmayı başarırsak ve sahiplenirsek barış olur.

Biz bu toplantıyı çok önemsedik. Alevi canlarımızla demokratik bir Türkiye tahayyülümüzü, özgürlükçü ve seküler bir Türkiye tahayyülümüzü, kadın özgürlükçü bir Türkiye tahayyülümüzü gerçekleştirmek için bu toplantıyı gerçekleştiriyoruz. Kayyımcı anlayışa karşı güçlendirilmiş yerel yönetimler anlayışının güçlenmesi için biz bu toplantımızı gerçekleştireceğiz. Emeği geçen bütün canlarımıza çok teşekkür ederim. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”

Hepimizin eşit haklara sahip olduğu bir Türkiye mücadelesi yürütüyoruz

Bakırhan: “Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Evet, Hızır günlerindeyiz. Tutulan oruçları Hak kabul etsin. Çok zor günlerdeyiz. Bu zor günlerde Hızır hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Tülay Başkan söyledi; örgütlü olmayanın kaybettiği, katledildiği, canına ve malına el konulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunun en son örneklerinden biri de Suriye’de yaşanıyor. Kendi halinde inancını yerine getiren; barışçıl, demokratik, kimsenin hakkına ve hukukuna karışmayan Alevi halkı Suriye’de çok zor günler yaşıyor.

Gün yok ki Aleviler katledilmiyor, kaçırılmıyor. Gün yok ki Alevi yurttaşlarımızın canına ve malına el konulmuyor. Biz bunu kınıyoruz. Bunun karşısında durmaya devam edeceğiz. Örgütlenmenin, ortak mücadele zeminini büyütmenin ne kadar önemli olduğunu bu yaşananlardan dersler çıkararak anlamış olduk. Bu organizasyonu düzenleyen çok değerli kurumlarımıza teşekkürlerimi iletmek istiyorum. 1 Ekim’den itibaren Türkiye, çok yeni bir gündemi tartışıyor.

Peki, gerçek, konuşulan ve yorumlanan gibi midir? Buna çok katılamayacağım. Tam da o gündemi tartışmak için buradayız. Aleviler bu tartışma gündeminin neresindedir? Bu tartışma gündeminin bir sürece evrilmesi halinde Aleviler kaybeden mi olacak, kazanan mı olacak? Bu tartışma gündeminde Aleviler nerede duruyor? Bu gündemde sadece Kürtlerin demokratik hakları mı tartışılıyor, sadece Kürtler mi gündem? Sadece Kürtlerle mi bir diyalog kuruluyor? Bu soruların tamamına cevaplar vereceğiz.

Biz ortak mücadele zeminiyiz. Biz, yüzyıl boyunca inkar edilen, asimile edilen, reddedilen, Kürtlerin ve Alevilerin, diğer etnik ve inanç gruplarının, emekçilerin ortak mücadele zeminiyiz. Biz, demokrasi talebi olan bütün toplulukların eviyiz. Biz, sadece Kürt değiliz; sadece Kürt coğrafyasındaki sorunları gündemine alan, diğerine gözünü kapatan, müdahale etmeyen, yüreğinde hissetmeyen bir parti değiliz. Nasıl ki Kürtler 100 yıldır inkar ediliyor, reddediliyor, asimile ediliyor; aynı şeyi Aleviler de yaşıyor. Hepimizin yaşadığı bu sorunlar karşısında ortak mücadele etmeyişimiz bu inkarı, bu reddi, bu asimilasyonu giderek büyütüyor, yıllara yayıyor. Dolayısıyla ortak mücadele zemininin ne kadar anlamlı ve önemli olduğunu anlatmaya gerek yok.

Bu süreç sadece Kürt’ü gündemine alan, Kürt’ün hakkını tartışan bir süreç değil. Biz eşit yurttaşlık derken, sadece Kürtlere eşit yurttaşlık demiyoruz. Sayın Öcalan’ın da son iki görüşmede en çok üzerinde durduğu mesele eşit yurttaşlıktır. Sayın Öcalan, ‘Kürt’e eşit yurttaşlık ama Aleviler reddedilsin’ demiyor. ‘Ezilenler ve emekçiler alın terinin hakkını almasın’ demiyor. ‘Kürt’e eşit haklar ama kadınlar katledilsin, demokrasiyi arayanlar cezaevine gönderilsin’ demiyor. Onun için Alevi canların bu sürece sahip çıkması önemlidir.

Tartışılan sadece Kürtler olmadığı için, eşit yurttaşlığın gerçekleşmesi halinde Alevilerin de eşit yurttaşlık hakları tanınacaktır. Bu nedenle Alevi yurttaşlarımızın bu sürece aktif şekilde katılması gerekiyor. Yazılanlar, çizilenler, yorumlar gerçeği yansıtmıyor.

Kürtler kimseyle oturup onun ikbali için bir anlaşma ve ittifak içinde değil. Kürtler Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir diyalog ve müzakere zemini aramaya çalışıyor. Bu İmralı’da da böyledir, DEM Parti’de de böyledir. Bizi yalnız Kürtlerle sınırlayanlar bizi tanımıyor. Biz Maraş’taki, Sivas’taki Aleviyiz, Hacıbektaş’ta yaşayan Alevilerin kendisiyiz. Bizim yaşadığımız, maruz kaldığımız bütün baskıları Hacıbektaş’takiler de yaşıyor. Dolayısıyla eşit yurttaşlık hakkını doğru anlamalıyız. Eşit yurttaşlık Alevileri, Kürtleri, emekçileri, kadınları kapsayan, hakkını hukukunu alamayanların mücadelesini kapsayan ortak talebimizdir.

Dolayısıyla bu süreç yürüyecekse, çözüme evrilecekse emin olun ki Kürt ne aldıysa Alevi de onu alacak. ‘Kürt haklarına evet ama Alevi bizi ilgilendirmez’ demeyeceğiz. Böyle bir dünya yok. Bizim zeminimiz öyle bir zemin değil. Bizim zeminimizin kendisi Alevi zeminidir. Aleviler partimizin temel direklerinden biridir. Alevileri öteleyen, görmeyen bir DEM Parti olamaz; bir çözüm, tartışma süreci olamaz. Kaygılarınızı anlıyorum. Dışarıdaki yalan ve yanlış tartışmaların Alevi toplumunu negatif etkilediğini çok iyi biliyorum. Kimse kimseden bir şey kaçırmıyor. Demokratik bir Türkiye, laik ve seküler bir Türkiye; hepimizin eşit haklara sahip olduğu bir Türkiye mücadelesi yürütüyoruz.

Onun için bu süreci enine boyuna ayrıntılı bir şekilde ikinci oturumda tartışacağız. Ama bir realite var asla inkar edilemez, asla es geçilemez, asla tali görülemez. İnkar edilenlerin hiçbir dönemde olmadığı kadar bugün bir arada olması gerekiyor, birlikte olması gerekiyor, birlikte mücadele etmesi gerekiyor. Demokrasi herkes içindir. Demokratik Türkiye hepimizin olacaktır. Demokratik Türkiye’nin bir köşesinde demokrasi, diğer köşesinde Sivaslar, Maraşlar ve Çorumlar olmaz. Demokratik olacaksa Kars’tan Edirne’ye kadar demokratik olacaktır. Olmayacaksa da birlikte bu inkar eden düzeni karşısında mücadele edeceğiz.

Alevilere dönük özellikle Suriye’deki saldırıları şiddetle kınıyorum. Sadece kınamıyoruz; hangi platforma, hangi kürsüye çıksak, hangi cadde ve sokakta üç yurttaşımızı bulsak Kürt’ün yanına Alevi’yi eklemeden, Kürtlerin demokratik haklarının yanına Alevilerin eşit yurttaşlık haklarını koymadan asla konuşmuyoruz. Çünkü birbirlerinden ayrılmaz. Zulüm düzeninin antidemokratik uygulamalarını iliklerine kadar yaşayan Alevi toplumunun hakları bizim haklarımızdır. Bunu savunmaya, bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz.

Eşit haklara sahip oluncaya kadar birlikte mücadele edeceğiz, birlikte mücadele etmeliyiz. Bu aynı zamanda bizim Alevi toplumuna da bir çağrımızdır: Bir arada olursak, birlikte olursak hiçbir dönem olmadığı kadar haklarımıza ulaşma şansını yakalamış durumdayız. Bugün hem Türkiye’nin hem bölgenin en dinamik gücü Kürtlerdir, Alevilerdir. En örgütlü gücü Kürtler ve Alevilerdir. Birlikte ortak bir zeminde bir araya gelirlerse emin olun ki ne inkar ne ret ne asimilasyon politikaları bu topraklarda yürütülemez. Bizi bugün siz değerli Alevi canlarla bir araya getiren Alevi kurumlarımıza da teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Toplantımızın başarılı geçmesini temenni ediyorum.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Kayyım” Tepkisi: Reddediyoruz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Siirt Belediye Eş Başkanı Sofya Alağaş’ın görevden alınarak yerine kayyım atanmasın ilişkin yaptığı açıklamada, kayyum atanmasını reddettiklerini belirtti.

Haber Merkezi / Tuncer Bakırhan, “Halk iradesi, gaspçı zihniyeti yenecek. Belediye Eş Başkanlarımız hakkında uydurma gerekçelerle soruşturma açıp ceza vererek kayyım hukuksuzluğunun yolunu açmak siyasi hiledir. Siyasi hilekarlıkla barış ve demokrasi yan yana olmaz” ifadelerini kullandı.

İçişleri Bakanlığı, “PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verilen Siirt Belediye Başkanı Sofya Alağaş’ın yerine Siirt Valisi Kemal Kızılkaya’nın Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirildiğini duyurdu.

Kayyım atanmasına DEM Parti eş başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları da tepki gösterdi. Tuncer Bakırhan da sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada kayyum atanmasını reddettiklerini belirtti.

“Halk iradesi, gaspçı zihniyeti yenecek. Belediye Eş Başkanlarımız hakkında uydurma gerekçelerle soruşturma açıp ceza vererek kayyım hukuksuzluğunun yolunu açmak siyasi hiledir. Siyasi hilekarlıkla barış ve demokrasi yan yana olmaz” ifadelerini kullanan Bakırhan, “Sandıkta kazanamadığı halkın kurumlarını yargı ve idare yoluyla gasp eden bu zihniyeti en güçlü şekilde reddediyoruz” dedi.

Hatimoğulları, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “kayyım darbesine direnecekleri” mesajını verdi. Hatimoğulları, “Barış kayyımcı anlayıştaki ısrarla değil; demokrasiyle, hakla, hukukla sağlanır. Barışın umudunu yeşertmeye çalıştığımız bugünlerde gerçekleşen bu irade gaspını kabul etmiyoruz. Kayyım darbesine direnmekten, onurlu bir barış için mücadele etmekten tek bir geri adım atmadık, atmayacağız” ifadelerini kullandı.

Kayyım atamaları

En son yine DEM Partili Mersin Akdeniz Belediyesi Eş Başkanları Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Arslan ile dört belediye meclis üyesi 10 Ocak’ta ev baskınlarıyla gözaltına alınmış ve yerlerine kayyım atanmıştı. DEM Parti yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Şanlıurfa’nın Halfeti belediye başkanlarının 4 Kasım Pazartesi günü görevden uzaklaştırılmasına karar verilmişti.

İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan ve Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük görevden alınmıştı. Kayyum kararına gerekçe olarak, üç belediye başkanının “silahlı terör örgütüne üye olma” suçunda aldığı cezalar ve süren davalar gösteriliyor.

Mardin Valisi Tuncay Akkoyun Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne, Batman Valisi Ekrem Canalp Batman Belediyesi’ne, Halfeti Kaymakamı Hakan Başoğlu Halfeti Belediyesi’ne kayyum olarak atandı. Bundan hemen önce de CHP yönetimindeki Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanmıştı.

Mart 2024’teki yerel seçimlerde CHP’den Esenyurt Belediye Başkanı olarak seçilen Ahmet Özer, 30 Ekim Çarşamba günü sabah saatlerinde evinde gözaltına alınmıştı. Özer, Çarşamba gece saatlerinde çıkarıldığı mahkemece “PKK/KCK terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklanmıştı.

22 Kasım’da ise DEM Partili Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve CHP’li Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün görevden uzaklaştırıldığı açıklanmıştı. İçişleri Bakanlığı, Tunceli Valisi Bülent Tekbıyıkoğlu’nun Tunceli Belediye Başkan Vekili olarak, Ovacık Kaymakamı Hüseyin Şamil Sözen’in ise Ovacık Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirildiğini açıkladı.

Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) Tunceli Belediye Başkanı Konak ile Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Ovacık Belediye Başkanı Sarıgül hakkında, “Silahlı terör örgütüne üye olmak” iddiasıyla ayrı ayrı dava açılmıştı ve Konak ve Sarıgül 6 yıl 3’er ay hapisle cezalandırılmıştı. Sanıklar hakkında yurt dışına çıkış yasağı da getirilmişti.

Son 10 yıl içinde toplamda 149 belediyeye kayyum atandı. Kayyım atamalarındaki gerekçelerde ağırlıklı olarak terörle iltisak veya terör örgütlerine destek verme suçlamaları öne çıkıyor. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde, 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yerel yönetimlerde ciddi değişiklikler meydana geldi.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde (OHAL) 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile hazırlanan kayyım düzenlemesi, 1988’de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Muhalefet partileri kayyım uygulamasının Anayasa’ya aykırı olduğunu savunurken, İçişleri Bakanlığı kayyum atamalarını Anayasa’nın 127’inci maddesine dayandırıyor.

“Mahalli İdareler” başlıklı Anayasa’nın 127’nci maddesi, İçişleri Bakanı’na “görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, geçici bir tedbir olarak kesin hükme kadar [görevden] uzaklaştırma” yetkisini veriyor.

Bu madde belediye başkanlarının görevden alınmasını sağlıyor ancak belediye başkanının yerine kimin atanacağına ilişkin bir düzenleme yer almıyor. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda belediye başkanlarının görevden alınmasına ilişkin koşullar düzenleniyor. İçişleri Bakanlığı, görevden almanın yasal dayanağı olarak bu kanunun 45. ve 47. maddelerine işaret ediyor.

“Belediye başkanlığının boşalması hâlinde yapılacaklar” 45. maddede düzenlenirken, 15 Ağustos 2016 tarihinde çıkarılan KHK ile bu maddeye bir “kayyum” fıkrası eklendi. Eklenen fıkraya göre; İçişleri Bakanı, belediye başkanlarını terör gerekçesiyle görevden alma durumunda valileri veya kaymakamları kayyım olarak atayabiliyor.

47. maddede belirtilen görevden uzaklaştırmalara dair koşullarda ise “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir” deniliyor.

Paylaşın

Bakırhan’dan “Barış Süreci” Açıklaması: Somut Bir Yol Haritası Yok

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “1 Ekim’den beri bir tartışma süreci başladı. Çözüm süreci demiyorum. Bir tartışma süreci. Çünkü kaç aydır tartışmanın ötesine geçen bir pratik yok, somut bir adım yok” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesi için ortaya konmuş bir yol haritası yok. Sadece meselesinin sonuçlarıyla ilgilenen, meselenin ortaya çıkarmış olduğu sonuçların ortadan kaldırılmasını isteyen, meselenin esasına girmeyen, tartışmayan bir tartışma süreci yürüyor. Bu tartışma süreci artık bir süreç olacaksa pratik somut adımlara dökülmesi gerekiyor. Önce ne yapılması gerekiyor? İmralı’nın kilidinin açılması gerekiyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Adana il örgütü tarafından düzenlenen halk buluşmasında konuştu. Bakırhan’ın konuşması şöyle:

“Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 2000 öncesinde ben de bir süre Adana’da bulundum. Aslında siyaseti Adana’da öğrendim. Adana’daki mücadele birikimi ve direnişten çok şey öğrendik. Adana mertliğin, direnişin, dayanışmanın ve ortak mücadelenin kentidir. Hep böyleydi, böyle kalmaya da devam edecek. Adana’ya ve Adana’nın mücadelesine çok büyük saygı duyuyorum. Kadri Bağdu’yu rahmetle anıyorum. Kadri arkadaşımız gazete dağıtıyordu; biz de şu an burada olan birçok arkadaşımızla birlikte mahalle mahalle, ev ev dolaşıyorduk.

Demokrasi mücadelesine, sistemin zulmüne karşı mücadeleye davet ediyorduk halkımızı. Bugün burada Adana’daki bu renklerle birlikte olmaktan büyük gurur ve onur duydum. Umarım daha güzel günlerde bir araya geliriz ve bu yaşadıklarımızı yad ederiz. Türkiye’de bunun zemini var. Hiçbir zaman olmadığı kadar umudumuz büyük, mücadelemiz büyük geleceğe dair. Başarıya ulaşmamız için çok önemli bir zemin ve fırsat yakalamış bulunmaktayız. Bunu hep birlikte mücadele ederek ve dayanışarak bir yere getireceğimize eminim. Kadri Bağdu’yu katledenleri unutmadık. Sistem Kadri Bağdu şahsında binlerce faili meçhul cinayeti bize unutturmaya çalışıyor. Benzer birçok dava cezasızlıkla sonuçlandı.

Ama bir gün mutlaka buradaki renkler yönetim olduğunda, demokratik bir yargı olduğunda; sadece yolsuzlukların ve talanın değil, bizden aldıkları yoldaşlarımızın da hesabını soracağız. Bunun sözünü, Kadri Bağdu şahsında bütün yaşamını yitirenlere ve ailelerine vermek istiyorum. Salonda çok kıymetli ve değerli arkadaşlarımız var. 30 yılını cezaevinde geçiren, pes etmeyip bugün aramızda olan arkadaşlarımıza da selam ve sevgilerimi iletmek istiyorum. Onlar bu mücadelenin yenilmeyeceğinin en güzel fotoğrafıdır. 30 yıl sonra tekrar bizimle birlikte oturmaları, mücadele etmeleri çok kıymetlidir. Arkadaşlarımıza, hevallerimize geçmiş olsun, hoş geldiniz diyoruz. Ödediğiniz bedellerin karşılığında fazlasıyla demokratik kazanımlar olacağını belirtmek istiyorum.

Ortadoğu’da çok ciddi çatışmalar ve savaşlar var. Çok çetin bir süreç yaşanıyor. 100 yıl önce bütün kimlikleri yok sayan tekçi ve vesayetçi rejimler birer birer çöküyor, ortadan kalkıyor. Bu rejimler sadece kendi halklarına kötülük yapmadılar, aynı zamanda Ortadoğu’yu da emperyalist güçlerin müdahalesine açtılar. Bugün Ortadoğu’da kanayan bir yara var, bir kaos var, içinden çıkılmaz bir durum var. Ama Ortadoğu’da başka bir şey daha var. 100 yıldır yenilmeyen, kimliğine sahip çıkan, otoriter ve tekçi rejimlere itiraz eden halklar da var. O halklar pes etmediler, direndiler ve bugün Ortadoğu’da bizim umudumuz olan bir sistem ördüler.

Kuzey ve Doğu Suriye’den, Rojava’dan bahsediyorum. Rojava, uğruna çok insanın bedel ödediği bir mücadelenin yarattığı bir sonuçtur. Orada halklar birlikte yaşıyor, orada hiçbir kimlik yok sayılmıyor. Orada hiçbir inanç yok sayılmıyor. Orada Hıristiyanlardan Ermenilere, Çerkeslerden Araplara Alevilere ve Kürtlere kadar birçok halk bir arada yaşıyor. Orada kadın özgürlükçü bir paradigma var. Seküler, diğerinin yaşamına karışmayan bir zemin var. Reel sosyalizmden sonra “bitti tükendi” denilen umudu yeşerten bir zemin var, bir yaşam biçimi var. Halkların, emperyalizme ve kapitalizme karşı demokratik bir şekilde bir arada kavga etmeden yaşayabileceğini kavradıkları için Kuzey ve Doğu Suriye’ye emek veren; bugün dünyanın umudu olan o zemini yaratan herkese saygılarımızı iletiyoruz.

“Rojava’yı tehdit olarak gören tek ülke Türkiye”

Ortadoğu’da kan akıyor ama bir yer var ki 13 yıldır tek bir Arap’ın burnu kanamamış, tek bir Hıristiyan inancından dolayı dışlanmamış. Yok sayılanlar yönetime gelmiş; kentini, ilçesini, köyünü, mahallesini yönetiyor. Kaynaklar oradaki insanlar arasında eşit bir şekilde paylaşılıyor. Orada emperyalist/kapitalist sistem karşısında olan bir yaşam biçimi var. Ama direnişlerinden dolayı, birlikteliklerinden dolayı bütün dünyanın sempatisini üzerlerine topluyorlar. Bütün dünya Rojava’yı örnek gösteriyor, oradaki yaşam biçiminden ilham alıyor. BM’ye bağlı 205 ülke var ve Türkiye dışındaki bütün ülkeler Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye statü elde etsin diyor.

Tek bir ülke var akışın tersine gidiyor. O ülke de maalesef Türkiye. Dünya, ‘Kürtler IŞİD barbarlığını yendi’ diyor, Kürtler ve birlikte yaşadığı halkların yarattığı bu zemine saygı duyuyor ama Türkiye orayı tehdit olarak görüyor. Ya Türkiye doğru yolda ya da 200’ün üzerindeki ülke doğru yolda. Sizce hangisi? Bence Türkiye’nin gözünü Kürt nefreti bürümüş ve yanlış yolda. Yanlış yolda gittiğini kabul etmiyor. Dünyaya umut olan, kadınlara umut olan, Ortadoğu karanlığında aydınlık bir gelecek inşa eden Kuzey ve Doğu Suriye yönetimiyle Türkiye’nin iyi ilişkiler geliştirmesi gerekiyor.

Türkiye HTŞ ile görüşüyor, Suriye’nin daha nasıl olacağını bilmediğimiz rejimiyle görüşüyor ama dünyanın saygı duyduğu Rojava’yı tanımadığı gibi bir taraftan da SMO adlı çetelerle bir karmaşa çıkarmaya çalışıyor. Türkiye’yi bu yanlış siyasetten vazgeçmeye çağırıyoruz. Türkiye’yi Kürtlerle diyalog ve müzakere kurmaya çağırıyoruz. Türkiye’yi 100 yıllık Kürt düşmanlığından, Kürt karşıtlığından vazgeçmeye çağırıyoruz. Gerçekten Türkiye’de bir barış istiyorlarsa ve bu konuda samimilerse Türkiye’de barış, Kuzey ve Doğu Suriye’de savaş olmaz. Orada da barış olmalıdır. Kürtleri Rojava, İran, Irak Kürtleri diye ayıramazsınız. Bir yerde el uzatmayı, diğer yerde namlu ucu doğrultmayı kimse kabul etmez.

Kürtler hiç kabul etmez. Kürtlerin dostları, devrimciler, sosyalistler, emekçiler, ezilenler hiç kabul etmez. Türkiyeli yöneticiler Suriye’nin valisi gibi konuşuyorlar. Suriye devleti Türkiye’ye bağlı bir vilayetmiş gibi konuşuyorlar. Bürokratlar ve bakanlar, Suriye’nin dışişleri bakanı gibi konuşuyor. Çeşitli halkların olduğu, kriz ve kaosun hüküm sürdüğü bir yerde demokratik bir rejimin kurulması için katkı sunması gereken Türkiye’yi, Suriye’nin valisi olmaktan çıkmaya davet ediyorum. Suriye Suriyelilerindir. Suriye Kürtsüz olmaz, Alevisiz olmaz.

Suriye, gerçekten Suriye olacaksa; Kürtler, Aleviler ve diğer etnik ve inançsal grupların eşit bir şekilde yaşayacakları bir zeminde olur. 100 yıl önceki tekçi, farklı kimlikleri ve inançları reddeden bu anlayıştan, bu anlayışı desteklemekten vazgeçmeye çağırıyoruz. Türkiye, Suriye’de yapıcı bir rol oynamalıdır; bozucu bir rol oynamamalıdır. Türkiye, Suriye’deki rejimin karakterinin demokratik olması için mücadele etmelidir. Aksi halde Suriye’ye büyük kötülük yapar. Esad’a olan hıncını Alevilerden alacak bir rejim olmasın istiyor insanlar. Kadınlar çalışamaz, kadınlar sokağa çıkamaz diyen bir rejimi kimse istemez. Suriye, demokratik ve kapsayıcı olmalı. Her kimlik özgürce yaşamalıdır.

1 Ekim’den beri bir tartışma süreci başladı. Çözüm süreci demiyorum. Bir tartışma süreci. Çünkü kaç aydır tartışmanın ötesine geçen bir pratik yok, somut bir adım yok. Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesi için ortaya konmuş bir yol haritası yok. Sadece meselesinin sonuçlarıyla ilgilenen, meselenin ortaya çıkarmış olduğu sonuçların ortadan kaldırılmasını isteyen, meselenin esasına girmeyen, tartışmayan bir tartışma süreci yürüyor. Bu tartışma süreci artık bir süreç olacaksa pratik somut adımlara dökülmesi gerekiyor.

Önce ne yapılması gerekiyor? İmralı’nın kilidinin açılması gerekiyor. Önce Sayın Öcalan’ın avukatları ve ailesiyle görüşmesi gerekiyor. Sayın Öcalan’ın koşullarının oluşturulması gerekiyor. Sayın Öcalan, koşulları oluşturulmadan müzakereyi nasıl yürütecek? Bir heyetin gitmesiyle müzakere yürütülmez. Sonra Kürt meselesi nedir, nasıl çözülecek? Bu konuda, başta iktidar ve ana muhalefet olmak üzere Türkiye’deki siyasi partilerin kendi önerilerini, yol haritalarını ortaya koyması gerekiyor.

Kürt meselesi sadece iktidarın çözeceği bir mesele değil. Kürt meselesinin çözümünde muhalefet de aktif rol almalı, toplumsal kesimler de rol almalı. Türkiye’nin bütününü ilgilendiren bu mesele, bir görüşme trafiğiyle ya da sadece iktidarın bir ortağının söylemiyle bir yere varmaz. Kürt meselesi 100 yıllık bir meseledir, yapısal bir meseledir; toplumsaldır siyasaldır, kültüreldir. Birçok boyutu olan bir meseledir. Kürt meselesi toplumla çözülür. Kürt meselesi, Adana’daki renklerin onayı alınarak, bu renklerin talepleri ve önerileri dikkate alınarak çözülür.

Hükümeti bu konuda adım atmaya çağırıyoruz, samimi olmaya çağırıyoruz. Eğer bu tartışma süreci bir süreç olacaksa, zehirli dilden vazgeçmeye çağırıyoruz. Kürtleri tehdit eden, parmak sallayan, meseleyi getirip sadece silaha bağlayan bu anlayıştan vazgeçmeye çağırıyoruz. Kürt meselesi çözülürse, silah meselesi de çözülür. Kürt meselesinin çözümünde iyi niyet adımları atılırsa, silah meselesi de çözülür. Dolayısıyla artık toplum yoruldu yalan duymaktan. Toplum somut ve pratik adım atılmasını bekliyor. Umarım bu meseleye ilişkin yürütülen tartışmalar artık bir yere varır ve bu bir çözüm süreci mi değil mi hep birlikte karar veririz.

Bir taraftan bu tartışma var, diğer taraftan tutuklamalar ve kayyım atamaları devam ediyor. Gün yok ki onlarca siyasetçi arkadaşımız ceza almasın, gün yok ki kayyım atanmasın. Artık kayyım sadece Kürt illerine, DEM Parti belediyelerine de atanmıyor. Yavaş yavaş artık CHP belediyelerine de kayyım atanıyor. Eğer bunun önünü dayanışma ve mücadeleyle kesemezsek, kayyımlar sadece yerel yönetimlere değil birçok yaşam alanına, örgütlü alana atanacak. Kayyımdan rahatsız olanların bir arada olması, dayanışma içinde olması gerekiyor.

Kayyımcı anlayışa, halkların iradesini inkar eden anlayışa itiraz etmesi gerekiyor. Bu olmazsa, iktidar, ‘DEM’in belediyesi kötü kayyım atıyorum’, ‘CHP’nin belediyesi şunları yaptı’ diyerek iradenizi yok sayacak. Ana muhalefet partisine burada büyük görev düşüyor. Batman kayyımı ne ise Esenyurt kayyımı odur. Beşiktaş’taki halkın iradesini yok sayan tutum ile Mardin’deki sistemin ortaya koyduğu tutum aynıdır. Beşiktaş ile Esenyurt’u ayrı değerlendirirsek, Batman ile Mardin’i ayrı yere koyarsak muhalefet yapma olanağını ortadan kaldırmış oluruz.

Ana muhalefet partisini bütünlüklü davranmaya, atanan bütün kayyımlara karşı aynı itirazı ortaya koymaya çağırıyoruz. Çünkü bizim için Beşiktaş da aynıdır, Batman da aynıdır, Esenyurt da aynıdır, Mardin de aynıdır. Halkın iradesine kayyım atanmıştır, halkın oy hakkı ortadan kaldırılmıştır. Yapılan siyasi bir darbedir, bir kumpastır. Bizim için fark etmez, başka bir partinin belediyesi de olabilir. Muhalefete aynı nazarla bu kayyımcı anlayışa bakması ve ortak mücadele çağrısı yapıyoruz.

“Kayyımcı anlayış sürerse bir süreç olduğu söylenebilir mi?”

Nereye gitsek şunu duyuyoruz. ‘Yahu size el uzatıyorlar, diğer yandan kayyım atıyorlar, tutuklama yapıyorlar, cezaevlerinde hasta tutsakları ölüme terk ediyorlar, ekonomik adaletsizliği hiçbir dönem olmadığı kadar toplumun en ücra köşelerine yayıyorlar’. Biz de halkımıza şunu söylüyoruz: ‘Evet, sistemin karakteri aynı; henüz değişen bir şey yok ama biz bu pratiğin, halkın iradesini gasp eden bu anlayışın değişmesini istiyoruz.’ Kayyımcı anlayış değişmezse bir süreç olduğu söylenebilir mi? Cezaevlerinde hasta tutsakları ölüme terk eden bu anlayış devam ederken, biz Adana’daki halkları bir tartışma süreci olduğuna nasıl ikna edeceğiz? Dolayısıyla iktidarı samimiyete davet ediyoruz. Eğer gerçekten Türkiye’nin bu büyük meselesini çözmek istiyorsa, iktidarı bir plana ve programa, somut söylem ve adıma davet ediyoruz. Aksi halde Adanalıya, Mardinliye, Halfetiliye vereceğimiz bir cevap yok.

Biz durduğumuz yerde duruyoruz, durmaya devam edeceğiz. Kimliksizliğe hayır, iradesizliğe hayır, kayyıma hayır, yoksulluk ve yolsuzluk düzenine hayır demeye devam edeceğiz. Dün ne yaptıysak bugün de aynısını yapacağız. Bizim muhalefet yapma biçimimizde hiçbir değişiklik olmadı, olmayacak. Kürt meselesi çözülse de biz muhalefet partisi olarak muhalefete devam edeceğiz. Ama bu tartışmaların ne olduğuna da hükümetin atacağı adımları hep birlikte değerlendirerek karar vereceğiz. Biz sizin adınıza karar alan ve uygulayan bir siyasi parti değiliz.

Biz bu tartışmalar başlar başlamaz önce halkımızla ve örgütümüzle buluştuk, demokratik kamuoyuyla buluştuk. Bileşen ve ittifak partilerimizle buluştuk. Hatta bileşen ve ittifak olmayan partileri de ziyaret ettik. ‘Şöyle bir durum var, bunun ne olduğunu biz de anlamaya çalışıyoruz ama barışa evrilmesi için elimizi taşın altına koyuyoruz’ dedik. Bu konuda muhalefet partileri çok olumlu bir tavır ortaya koydu. Onlara buradan teşekkür ediyoruz. Bunu çok kıymetli buluyoruz. Eğer iktidar samimi bir süreç başlatırsa, başta ana muhalefet partisi olmak üzere herkesi bu meselesinin çözümünde rol almaya davet ediyorum.

Bu kayyımcı anlayış kendisini değiştirmelidir. Türkiye değişti. Bu kayyımcı anlayış artık Türkiye toplumunun istediği bir anlayış değil. Ya kendisini değiştirir ya da yerel seçimlerde olduğu gibi Türkler, Kürtler ve emekçiler bu iktidarı değiştirmek durumunda kalır. Kendileri karar verecek. Ya demokrasi ya Kürt meselesinin çözümü ya ekonomide adalet ya yeni demokratik bir Türkiye ya da AKP’siz bir Türkiye önümüzde duruyor. Eğer bunlar yapılmazsa, bu meseleyi çözecek bir yönetimi Türkiye halkları birlikte getirecektir.

Sayın Öcalan çok önemli şeyler söyledi. ‘Şiddet ve çatışmadan arındırılmış hukuki ve siyasi zemin oluşturulursa, bu meselenin çözümünde ben varım’ dedi. Arkadaşlar, Kürt meselesi Türkiye’nin ekonomisini ve enerjisini yutan bir meseledir. Emeklilerin bu kadar düşük ücret almasının, asgari ücretlinin geçinmemesinin sebebi de bu çatışmalardır. Kürtleri yok sayan bu politikalardır. Türkiye’nin 3-4 trilyon dolarını bitiren, Türkiye’yi yoksullaştıran en önemli mesele Kürt meselesidir. Bu mesele demokratik yollarla çözülürse, emekliler de asgari ücretliler de hak ettiği ücreti alacaktır. Barınamayan öğrenciler barınacak, ekonomik adaletsizlik ortadan kalkacaktır.

Bu mesele devam ettiği müddetçe biz yoksullaşacağız, AKP’ye yakın sermaye sınıfı zenginleşecek. Bu mesele devam ettiği sürece AKP ‘terör’ sopasıyla Beşiktaş Belediyesini de Esenyurt Belediyesini de Batman Belediyesini de dövmeye devam edecek. Dolayısıyla bu meselenin çözümü en çok muhalefeti ilgilendiriyor, en çok ezilenleri ilgilendiriyor. En çok bu salonda oturan bu bileşeni ilgilendiriyor. En çok Alevileri ilgilendiriyor. Bu meseleyi çözebilirsek, yoksulluk düzenini durdurabiliriz, hukuksuzluğu ortadan kaldırabiliriz.

Yoksa AKP’nin zor ve zulüm politikalarına uzun yıllar maruz kalmak durumunda kalırız. Bu salona büyük görevler düşüyor. Bu salon barış diyorsa, barış olur; çözüm diyorsa, çözüm olur. Adana, Kars, Siirt barışa sahip çıkarsa, barış olur. Barışı iktidarın insafına bırakacak değiliz. Barış iktidarlarla gelmez. Barışı toplum ister, iktidar da yapmak durumunda kalır. Hiçbir iktidar, toplumdan demokratik bir talep gelmiyorsa, barışa ve çözüme gelmez. Toplum itiraz etmiyorsa, iktidar baskısını ve ekonomik zulmünü devam ettirir. Onun için bu salona, Türkiye halklarına büyük görevler düşüyor.

Asgari ücretliye yüzde 30 zam yapıldı, emekli ve çalışanlara yüzde 11-15 arası zam yapıldı ama bir yoksulun muayene ücreti 10 kat artırıldı. Bu yol 612 bin öğrenci, okul giderlerini karşılayamadığı için kaydını yapamadı. Anaokulundan üniversiteye kadar 612 bin çocuk ve genç okula gidemiyor. Niye, ekonomik durumlarından dolayı. Yoksulluk, açlık ve geleceksizlikle dolu yılları yaşıyoruz. Yoksulluk olmasın, açlık olmasın, umudumuz ve geleceğimiz olsun, gençlerimiz gelecek olsun diyorsak dayanışacağız, mücadele edeceğiz, vazgeçmeyeceğiz, birlikte olacağız.

İktidarın zulüm politikalarına karşı birlikte mücadele edeceğiz. Aksi halde zam dolu, zulüm dolu yılları yaşamak zorunda kalacağız. Bizim bir tercih yapmamız lazım. İktidarın tercihi net: Kürt yok diyor, Alevi inancını yaşayamaz diyor, kadın yok diyor, gençlerin geleceği yok diyor, demokrasi yok diyor, özgürlük yok diyor. İktidar bunları söylüyor. Biz de niye diyeceğiz? Özgürlüğü, demokrasiyi, eşitliği, Kürt meselesinin demokratik çözümünü ortaya koyacağız, mücadele edeceğiz.

Bu tarihi zamanda daha fazla mücadele edeceğiz, sahayı ve sokağı daha fazla örgütleyeceğiz. Her birimiz kendi mahallemizde kendi sorunlarımızla mücadele ediyorsak, sadece kendi sorunlarımızı görüyorsak, ‘AKP-MHP iktidarı neden 22 yıldır iktidarda?’ demeyelim. Biraz bunun sorumlusu biziz, muhalefettir, siyasi partilerdir. Önümüzdeki dönemde bunları aşmak muhalefetin en temel görevlerinden biridir.

Dayanışma önemlidir; katliamları ve zulmü durdurur, otoriter rejimleri götürür. Bizi yok sayanlara varlığımızı hatırlatır, cezaevlerinin kapısını açar. Bizi yok sayan bu sisteme var olduğumuzu kanıtlayacak yegane mücadele aracıdır. Onun için bugün burada olduğu gibi daha fazla dayanışmaya, daha fazla mücadele etmeye davet ediyorum. Bu otoriter sistemin korktuğu tek şey var o da dayanışma. Eğer biz dayanışabilirsek, rahat davranamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Onun için muhalefet ayrı, DEM Parti ayrı diyorlar. Batman Belediyesi ayrı, Beşiktaş Belediyesi ayrı diyorlar. Kürt kadınlar ayrı, Türk kadınlar ayrı diyorlar.

Kürtlere ayrı hukuk, Türkiye’ye ayrı bir hukuk diyorlar. Toplamında hepimizin boğazını sıkan, hepimizi biçare ve yoksul bırakan bir sistemden bahsediyorum. Önümüzdeki günlerden umutluyum. Çünkü burada Denizlerin, Mahirlerin, Sakinelerin yarattığı bir gelenek var, bir gençlik var.

Çünkü bu topraklarda Pir Sultan var; bu topraklarda Yaşar Kemaller, Yılmaz Güneyler, Ape Musalar, Gurbetelliler, Metin Göktepeler yaşadı. Yaşar Kemal’in bir sözü ile bitirmek istiyorum: ‘Mücadele haktır’. Bugün tam da bizim bütün konuşmalarımızı özetleyen anahtar cümle budur. Mücadele haktır, barış haktır, eğitim haktır, sağlık haktır, Kürt olmak haktır, Alevi olmak haktır, emekçi olmak haktır, insanca yaşamak haktır. Bu haklarımıza mücadele ve dayanışmayla ulaşabileceğimizi biliyorum. Hepinize selam ve saygılarımı sunuyorum.”

Paylaşın

Bakırhan: Herkesi Barışa Destek Vermeye Çağırıyoruz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) “Barış İçin 1 Milyon İmza” kampanyası toplantısında yaptığı konuşmada, “Savaş ciddi bir karanlık yarattı; konuşamıyoruz, düşünemiyoruz, tartışamıyoruz. Kaygılıyız, güvende değiliz, rahat değiliz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Türkiye’nin feraseti, Türkiye’de barış ve mücadeleye dönük külliyat ve verilen emekler böyle bir zeminin olduğunu ortaya koyuyor. Halklarımızı bu savaş karanlığından barış aydınlığına taşımaya çalışıyoruz. Bu konuda kararlı ve inançlıyız. İktidarın bu konuda ne düşündüğü önemlidir. Ancak barışı getirecek ve bu karanlığı aydınlıkla sonuçlandıracak olan iktidar değil bizleriz.”

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Türkiye Büyük Millet Meclisine iletmek üzere “Barış İçin 1 Milyon İmza” kampanyası başlattı. Deklarasyona HDK Eş Sözcüleri Meral Danış Beştaş ve Ali Kenanoğlu, HDK bileşenleri ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan katıldı.

Bakırhan ise burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Çok önemli bir gündemle buradayız. Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyanın birçok yerinde aslında yaşadığımız birçok soruna sebebiyet veren şeyi, barışın olmamasını konuşuyoruz. Barışın olmaması halinde oluşan tabloyu değerlendiriyoruz. Buradan nasıl bir çıkış sağlayacağımızı değerlendiriyoruz. Bunun için eylem ve etkinlikler yapıyoruz.

Bugün de HDK’nin başlattığı önemli bir kampanya için buradayız. HDK’nin bu kampanyayı başlatması değerlidir. HDK halkların, emekçilerin ve ezilenlerin bahçesidir. Bütün renklerin çatısı altında bulunduğu bir zeminden bahsediyoruz. Bu zeminin barış için bir kampanya başlatması kıymetlidir. Biz de DEM Parti olarak bu kampanyayı destekliyoruz. Üzerimize düşen bütün görev ve sorumlulukları eksiksiz bir şekilde yerine getireceğimizi en başta belirtmek istiyorum.

Ortadoğu’yu görüyoruz, Türkiye’nin yaşadıklarına hep birlikte şahitlik ediyoruz. Hiçbir dönem olmadığı kadar hem Ortadoğu’da hem Türkiye’de siyasal zemin bir kırılmayla karşı karşıyadır. Bu kırılmaları önlemenin yolu da var. Kendi iç demokrasisini ve toplumsal barışını sağlamış olan ülkeler bu yaşanan kaos ve kriz ortamından en az etkileniyorlar, en az kırılmayla çıkabiliyorlar. Ancak kendi barışını sağlayamayan, tekçi ve inkarcı, farklılıkları yok sayan bütün sistemler bu kırılmada ciddi bir güvenlik ve gelecek kaygısı yaşıyor. İşte biz de tam da bugün burada Ortadoğu’daki bu kaos ve krizden Türkiye ve Türkiye halklarının en az şekilde etkilenmesi için sorumluluk almış bulunmaktayız. Bu sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyoruz.

Türkiye bugün tarihinin en büyük kırılmalarından biriyle karşı karşıya kalmayabilirdi. 2013-2015 yıllarında çok değerli bir süreç yürütüldü. Bu süreç demokratik bir zemine taşırılabilseydi, belki bugün yaşadığımız kaygıları yaşamayacaktık. Ortadoğu’daki kaygıların hangi olumsuz etkilerinin buraya yansıyacağını bu kadar kendimize dert etmeyebilirdik. Ama iktidar iki yol arasından tekçi olanı tercih etti, otoriterliği ve zulüm politikalarını tercih etti.

Türkiye hiçbir zaman olmadığı kadar baskıcı ve otoriter bir rejimin olduğu bir süreci yaşamaktadır. Demokrasi yok, özürlükler yok, toplumda ciddi bir çürüme var. Her anlamdaki bu çürümeyi sokaklarda, kentlerde görebiliyoruz. Sadece bununla da kalmıyor, ekonomik olarak da ciddi bir çöküş var. Türkiye artık ekonomiyi çeviremeyecek bir noktaya geldi. Hatta emekli maaşlarını nasıl ödeyeceklerinin kaygısını taşıyorlar. Böyle bir yönetimle karşı karşıyayız. Bu çürüme, kaos ve krizin tek bir sebebi var, o da Türkiye’nin kendi iç barışını, toplumsal barışını sağlayamamasıdır.

Kaynaklar nereye gidiyor? Emekliler, emekçiler, asgari ücretliler ezilirken kaynaklar SMO’lu çetelere maaş olarak gidiyor. Kaynaklar, güvenliğe ve savunmaya gidiyor. Kaynaklar, Kuzey ve Doğu Suriye’de demokratik bir zeminde yaşayanlara karşı SİHA-İHA olarak, top olarak, mermi olarak gidiyor. Barışı savunanlar bunu sormak ve sorgulamak zorundadır. Bu kaynaklar hepimizindir. Bu kaynaklar 85 milyon Türkiyelinindir. Eğer barış diyeceksek, bu kaynakların nereye gittiğini de sormak ve sorgulamak durumundayız.

Evet, savaş bir çürüme ve yoksullaşma yarattı. Savaşın kendisi çöküş ve acı demektir. Buradan çıkmak gerekir. Hem HDK hem DEM Parti olarak hem sol ve sosyalist güçler olarak biz bu çıkışın yolunu defalarca işaret ettik. Demokratik bir zeminde diyalog ve müzakere ile Türkiye’nin başta Kürt meselesi olmak üzere kendi sorunlarını çözmesi gerektiğini belirtiyoruz. Bunun dışında bir yol yok. Bunun dışındaki bir yol bir yere çıkmaz. Bunun dışındaki bir çözüm barışa çıkmaz, Türkiye’yi barışa ve refaha kavuşturmaz.

Sayın Erdoğan’ın Diyarbakır’daki bahsettiği refah ve huzur meselesi tam da toplumsal barışı sağlamakla olur. Biz çözümün yanındayız. Meselelerin demokratik yöntemlerle çözülmesini istiyoruz. Dün yine Cumhurbaşkanı, “Gerekli çağrı yapılırsa tüm Türkiye kazanır” dedi. İyi ve doğru bir tespit. Evet, gerekli çağrı yapılsın ama gerekli çağrının yapılması için de koşullar oluşturulsun.

Bu çağrıyı yapacaklar neye göre çağrı yapacaklar? Demokratik bir zemin var mı? Bir samimiyet var mı? Bir güven ortamı var mı? Çağrı yaptıktan sonra bu çağrının muhataplarının nereye gideceğinin, nasıl yaşayacağının, hangi zeminde yaşamlarını sürdüreceğinin garantisini verecek bir yer var mı? Hepimizin “Evet, budur” diyebileceği bir adres var mı? Yok. Biz de istiyoruz ki koşullar oluşsun, çağrılar yapılsın ve artık bu ülke çatışmalardan, savaşlardan ve şiddetten arınsın. Herkes kendi kimliği ve inancıyla, kendi farklılıklarıyla bu ülkede yaşasın istiyoruz.

Herkesi barışa destek vermeye çağırıyoruz”

Onun için demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve birlikte yaşam diyoruz. Bunları siyaset olsun diye, seçimlerde üç beş oyu alalım diye söylemiyoruz. Biz barışa inandığımız için söylüyoruz. HDK’nin yapmış olduğu bu çalışma önemlidir. Başarıya ulaşacağına eminim. HDK’nin bir bileşeni olarak bizim de sokak sokak, cadde cadde, ev ev dokunmadığımız, gitmediğimiz, barışı anlatmadığımız tek bir yer kalmayacaktır. Bütün örgütümüzle ve yapımızla buna destek verdiğimizi tekrar belirtmek istiyorum.

Savaş ciddi bir karanlık yarattı; konuşamıyoruz, düşünemiyoruz, tartışamıyoruz. Kaygılıyız, güvende değiliz, rahat değiliz. Sabahın köründe kimin kapısının çalınacağı belli değil. Hangi kurumun tehdit edileceği belli değil. İstanbul Barosuna yönelik girişimi gördünüz. Onlar da yeni bir kongre kararı aldılar. Beşiktaş ve Akdeniz Belediyelerinin son günlerde yaşadıklarını gördük. Bu savaş karanlığından çıkabiliriz; koşullarımız var. Türkiye’nin feraseti, Türkiye’de barış ve mücadeleye dönük külliyat ve verilen emekler böyle bir zeminin olduğunu ortaya koyuyor.

Halklarımızı bu savaş karanlığından barış aydınlığına taşımaya çalışıyoruz. Bu konuda kararlı ve inançlıyız. İktidarın bu konuda ne düşündüğü önemlidir. Ancak barışı getirecek ve bu karanlığı aydınlıkla sonuçlandıracak olan iktidar değil bizleriz, buradaki bileşenlerdir. Bu imza kampanyasıyla birlikte daha aydınlık ve güzel günlere ulaşabiliriz. İmza kampanyasını destekliyoruz. Türkiye’nin bütün emekçilerini, ezilenlerini, inanç ve kimlik gruplarını bu imza kampanyasına destek vermeye çağırıyorum. Hepimize başarılar. Kolay gelsin.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Çözüm” İçin Demokrasi Vurgusu

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Kürt sorununun çözümü, sadece Kürtleri değil, toplumun tüm kesimlerini etkiler” dedi ve ekledi:

“Bu sorunun çözülmesi, Türkiye’de otoriter yapıları geriletecek, demokrasiye alan açacak, adaletsizliklerle mücadeleyi güçlendirecek ve yoksulluğu azaltarak refahı artıracaktır. Bu nedenle Kürt sorununu, Türkiye’nin genel demokratikleşme süreci içinde ele alıyoruz. Bizim yolumuz 3. yol, pusulamız demokrasidir.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Meclis grup toplantısında konuştu. Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Hep beraber takip ediyoruz. Dünyada ve Ortadoğu’da ciddi bir kaos var ve her gün giderek artıyor. Bizler Türkiye halklarını bu krizden korumak için ciddi bir mücadele yürütüyoruz. Demokratik mücadelenin öncülüğünü yapıyoruz. Fakat iktidar ve yargı tam tersine huzursuzluklar yaratmaya çalışıyor. Bir kez daha halkın iradesine el koydular, siyasi bir darbe gerçekleştirdiler.

Darbenin siyasi olanını son 10 yıldır büyük bir yoğunlukla yaşıyoruz. Bu darbe diğerleri gibi değil, diğerleri 2-3 yıl sonra siyasi zemine geçiyorlardı ama bu devam edip gidiyor. Bunu kınıyoruz. Seçilen arkadaşlarımız, 31 Mart’tan sonra, iki eşbaşkanımız da makam odalarının kapılarını söktüler. Mersin’i ziyaret ederken Akdeniz ilçemize giderken o tabloyu gördük.

Bizler barış inancını büyütmeye çalışıyoruz. Emin olun Türkiye’nin dört bir tarafında bu umudu büyüterek nasıl bir sürece evriltebiliriz konusunda ciddi bir çalışma çabası içerisindeyken bu iktidar siyasi pusu kurmaya devam ediyor. Resmen pusu.

Bu kayyımcı anlayışı şimdi Batı’ya da taşıyorlar. Beşiktaş Belediyesi’nde dün bir gözaltı vardı. Yerel yönetimi tasfiye etmek istiyorlar. Sandıkta alamadığını hileyle alıyor, kumpasla alıyor, oyunla alıyor. Böyle bir iktidar mı olur! Kendine güveniyorsan yarış, al! Beşiktaş Belediyesi’ne yönelik operasyonu da kınıyorum”

Siyasi darbeler, yargı entrikaları ve artan şiddet ve gerilim olayları, Türkiye ekonomisini zor bir duruma sokmuş durumda. Ekonomik dengesizlikler, toplumsal barışı tehdit ediyor ve bu durum ekonomideki eşitsizliklerle daha da derinleşiyor.

2024 yılında enflasyon oranı yüzde 44,38 olarak açıklandı. Hükümet, vergi ve harçlara yüzde 44 oranında zam yaparken, asgari ücretlilere yalnızca yüzde 30, memurlara ve memur emeklilerine yüzde 11,54, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ise yüzde 15,75 zam yaptı. Bu durum, maaş artışlarının hemen eridiği, dünyada eşi benzeri olmayan bir tabloya yol açıyor. AKP hükümeti bu durumdan gurur duyuyor gibi görünse de, gerçekler farklı bir hikaye anlatıyor.

Ayrıca, hükümet yandaşlarına verilen ihaleler de dikkat çekiyor. Örneğin, Kuzey Marmara Otoyolu projesinde verilen dolar garantisi ve yılda dört kez yapılan enflasyon zammıyla garanti edilen araç geçiş sayısı 344 milyona çıkarıldı. Hazine’nin zarar görmemesi için Edirne’den Kars’a kadar Türkiye’deki tüm araçların 23 kez bu otoyoldan geçmesi gerekiyor. Bu, AKP hükümeti için normal karşılanabilirken, pek çok kişi için kabul edilebilir bir durum değil.

Buna ek olarak, hükümet tarafından “Kur Korumalı Mevduat” adı altında sunulan bir uygulama da büyük maliyetlere neden oldu. Bu uygulamanın ülkeye maliyeti yaklaşık 900 milyar TL’ye ulaştı. Ne yazık ki bu yüksek maliyetli önlem, döviz kurlarını düşürmekte başarılı olamadı. Peki, bu 900 milyar TL’lik zararı kim ödeyecek? Sorumluluk neden her zaman işçi, emekçi ve yoksul kesimlere yükleniyor? Ekonomistim diyenler, bu konuda gözleri parlayanlar neden bu zararı ödemiyor? Bu tür uygulamalara mantıklı bir açıklama getirmek gerçekten zor.

Diğer akıl almaz uygulamalar arasında, savaş için harcanan kaynaklar bulunuyor. Bir öğretmenin, Suriye’deki bir çete üyesinden daha az maaş aldığı bu ülkede hangi sorunlar çözülebilir ki? Ekmeğe yapılan zamlar karşısında ‘Sağlıklı Yaşama Geçiş’ gibi manşetler atanlar, bu ülke ekonomisine nasıl bir fayda sağlayabilir? SGK, Ziraat ve Halk Bankası gibi kurumları görev zararı adı altında trilyonlarca lira zarara uğratarak iflasa sürükleyenler, ülke ekonomisini nasıl kurtarabilir? İşsizlik Fonu’nun yalnızca yüzde 13’ü işsizlere ayrılırken, geri kalanı sermayeye aktarıldığında, bu iktidarın ekonomide adaleti ve eşitliği sağlayabileceğine nasıl inanabiliriz?

Bu sorunlara karşı yaz boyunca ‘Ekmek ve Adalet Buluşmaları’ düzenledik. Açlık, haksızlık ve hukuksuzlukla mücadele eden insanlarla bir araya geldik. Şimdi büyük bir inançla bu çalışmalarımızı genişletiyoruz ve Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarını başlatıyoruz. Açlığa mahkum edilen, hakları gasp edilen herkesle birlikte olacağız ve adalet, barış ve eşitlik arayan herkesle omuz omuza mücadele edeceğiz. Unutmayalım, ekmek olmadan barış, barış olmadan ekmek, adalet olmadan da toplumsal barış mümkün değildir.

Başta Rojava olmak üzere Suriye ve Ortadoğu’da da barışın gerçekleşmesi için çok büyük bir mücadele veriyoruz. Ama iktidar yine de Kuzey ve Doğu Suriye’de hatalar yapmaya devam ediyor. Biraz barış umudu doğunca hemen bunu baltalamaya çalışıyorlar. Umudu kırma noktasında bunların üzerine yok. Bu ülkede demek ki umutlanmayacağız.

Kuzey ve Doğu Suriye’de halkın haber alma hakkı için orada gazetecilik yaparken SİHA’larla katledilen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in cenazeleri kendi memleketlerine gömülemedi. Soruyoruz; ölüsüne saygı duymadığınız bir halkla nasıl barışacaksınız?

Kuzey Doğu Suriye’de Tişrin Barajı’nda canlı kalkan olanlara yönelik bombalı saldırılar da barışa ulaşma şansını azaltıyor. Dışişleri Bakanı, barıştan bahsetse de, kullanılan dil ve tehditkar tutum, HTŞ sözcüsünün bile kullanmadığı bir seviyede. ‘Türkiye Türklerindir, Suriye Araplarındır’ gibi yüz yıllık ezberlerle barışa ulaşılamaz; Türkiye Türkiyelilerindir, Suriye Suriyelilerindir.

‘Aqlê sivik, barê giran e’ diye bir Kürt atasözü vardır; ‘Aklı hafif olanın yükü ağır olur’ anlamına gelir. Barış imkanı, halklara, inançlara ve doğaya saygı duyulduğu zaman doğar. Suriye’de güven, huzur ve istikrarın sağlanabilmesi için halkların ve inançlarının esas alındığı siyasi çözümler için müzakereler şarttır.

Suriye’deki Alevi toplumu büyük bir katliam tehdidi altında yaşarken, Türkiye’deki Alevilere yönelik “siyasal Alevi” yakıştırmasıyla iç savaş kışkırtıcılığı yapılıyor. Bu sessizlik, katliam tehdidini daha da büyütüyor. Bir Alevi veya Kürt, Suriye’deki kardeşlerinin katliam tehdidi altında olduğunda elbette itiraz edecektir. DEM Parti olarak, bu toprakların kadim halkları ve inançlarından olan Alevilere ve onların kutsal mekanlarına yönelik nefret söylemlerini ve saldırı girişimlerini şiddetle kınıyor ve kabul etmiyoruz.

Biz Kürt sorununu demokratik ve barışçıl bir çözümle ele almanın stratejik bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Bu sorun, dar ve kişisel çıkarlarla ya da partisel ve taktiksel yaklaşımlarla ele alınamaz. Kürt sorununa taktiksel bir bakış açısıyla yaklaşmak büyük bir yanılgıdır. Aynı şekilde, bu sorunu ‘terör’ kavramı altında ele alıp, çözümü manipüle etmeye çalışmak da ciddi bir hatadır.

Kürt sorunu, demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük meselesidir ve ancak özgür siyaset, demokratik uzlaşı ve evrensel hukuk ilkeleriyle çözülebilir. Tarih boyunca Kürtler, devletin sert müdahalelerini yaşamıştır; 1930’larda tunç gibi sert, 1990’larda karanlık yüzünü ve bugün de kadife eldiven içinde saklı demir yumruğunu tecrübe etmiştir. Ancak bu yaklaşımlar, Kürt sorununu çözmek yerine daha da derinleştirmiştir.

Bugün Kürt sorununu basitçe güvenlik ve istihbarat meselesi olarak ya da medyatik polemiklerle indirgemek, sorunu anlamaktan uzaktır. Kürtlerin temel insan hakları için mücadele ettiği bir dönemde, bu meseleleri basite indirgemek kimseye fayda sağlamaz. Medya tarafından yapılan jargon komiserliği ve partimize yönelik asılsız ithamlar, sürecin ciddiyetini baltalamaktadır. Reyting uğruna yapılan bu ucuzlamaların kimseye yararı yoktur.

“Bizim pusulamız demokrasidir”

Hepimiz bu mesele karşısında büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Kürt sorununun çözümü, sadece Kürtleri değil, toplumun tüm kesimlerini etkiler. Bu sorunun çözülmesi, Türkiye’de otoriter yapıları geriletecek, demokrasiye alan açacak, adaletsizliklerle mücadeleyi güçlendirecek ve yoksulluğu azaltarak refahı artıracaktır. Bu nedenle Kürt sorununu, Türkiye’nin genel demokratikleşme süreci içinde ele alıyoruz. Bizim yolumuz 3. yol, pusulamız demokrasidir.”

Numan Kurtulmuş’un, ‘Kürtlerin onurunu, Türklerin gururunu koruyacak ve gözetecek bir sürecin yürütülmesi gerektiği’ yönündeki ifadesi son derece önemlidir. Kayyım atamalarının gurur duyulacak bir durum olmadığını, zehirli dilin de övünülecek bir şey olmaması gerektiğini belirtmek isteriz. Ancak açıkça ifade edelim ki, barış ve çözüm hem onur hem de gurur kaynağıdır.

Herkesi, devletçi düşünceden uzaklaşarak demokratik bir zihniyet etrafında birleşmeye ve barış talebini güçlendirmeye davet ediyoruz. Bu bilinçle, Sayın Öcalan’ın mesajlarının arkasında durduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz. Barışın inşası, herkese büyük görevler ve sorumluluklar yüklemektedir. Şimdi, eşitlik temelinde uzatılan barış elini tutma, elleri barış için açma ve el ele vererek barışı inşa etme zamanıdır.

Şimdiye kadar, Sayın Bahçeli’den muhalefete ve çeşitli toplumsal kesimlere kadar, iyi niyetli her adıma olumlu yanıt verdik. Toplumda büyük bir birlik sağlandı ve ilk defa siyasi partilerin büyük çoğunluğu, dönemsel çıkarları bir kenara bırakarak demokratik çözüme destek verdi.

Sn. Erdoğan, Diyarbakır’da yaptığı konuşmada ‘Diyarbakır’ın huzuru, Türkiye’nin huzurudur’ ifadesini kullandı. Gerçekten de Türkiye’nin ve Diyarbakır’ın ortak huzuru, ancak demokratik çözümler ve barış içinde mümkün olabilir. Biz, DEM Parti olarak şuna yürekten inanıyoruz: Barış ve çözümün kaderi, Türkiye’nin kaderidir.”

MHP Lideri Bahçeli’ye yanıt

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, grup toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bugünkü grup toplantısında yaptığı DEM Parti heyeti ile İmralı arasında ikinci bir görüşme yapılması çağrısı ile ilgili gelen soruya Bakırhan şu yanıtı verdi:

“Sayın Bahçeli’nin söylediği şu söz önemli; Sorunlar yok sayılarak çözülmez. Kürt meselesi, Kürt sorunu diye, Türkiye’nin demokratikleşmesi diye, Türkiye’nin sorunları var. Bunlar yok sayılarak çözülmez diyorum. Dolayısıyla İmralı’dan nasıl bir çağrının geleceğini biz de bilmiyoruz. O çağrının gelebilmesi için heyetin gitmesi gerekiyor, o kapıların açılması gerekiyor. Bence bunu biraz hükümete, iktidara sormak gerekiyor.”

İmralı’ya yapılacak ikinci görüşmenin tarihi ve görüşmelerden sonra yapılması beklenen kapsamlı açıklamanın tarihi sorulan Bakırhan, “Emin olun İmralı’ya ne zaman gidilecek biz bilmiyoruz. Biz de istiyoruz. Umarım en yakın zamanda gider, bizim de talebimizdir” dedi.

“İkinci görüşme için Adalet Bakanlığı’na başvuru yapıldı mı? sorusuna ise Bakırhan, “Heyetimiz gidiyor zaten, başvuruları da var” dedi. “Genel ziyaretlere ilişkin genel bir açıklama yapacağını söylemişti Sırrı Süreyya Önder tarih belli oldu mu?” sorusuna ise Bakırhan, “Heyetimiz birinci görüşme ilişkin çok net, somut paylaşımlarını yaptı. İkinci görüşme olursa da yine kamuoyunu, sizleri bilgilendiririz” açıklamasında bulundu.

“Liderler arasında da bir görüşme olabilir mi?” sorusuna ise Bakırhan şu yanıtı verdi: “Daha önce de söylemiştik, eğer zemin, şart ve koşullar uygun olursa biz herkesle görüşürüz.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bugünkü grup toplantısında DEM Parti heyeti ile İmralı arasında ikinci bir görüşme yapılması çağrısı yaparak, “Yapılacak ikinci görüşmenin ithamında PKK’nın örgütsel varlığının bittiğini, terörle bir sonuç alınamadığı, bu kanlı sayfanın birçok bedel ödenerek kapandığı hiçbir şart ileri sürmeksizin açıklanmalıdır” demişti.

Paylaşın

Bakırhan: Erdoğan’ı Kürtlerin Suriye’deki Statüsünü Tanımaya Davet Ediyoruz

Demokratik Bölgeler Partisi’nin 7’nci olağan kongresinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Dün Recep Tayyip Erdoğan Amed’deydi. Diyor ki eskiden Suriye’de Kürtlerin kimliği, pasaportu yoktu şimdi Kürtlerin kimliği ve pasaportu olacak. Nereden biliyorsa! Başka bir ülke orası. Neyse buna da eyvallah. Tamam da Kürtler kimlik ve pasaporta SMO’nun Kürtlere yapmış olduğu saldırılarla mı sahip olacak?” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kürtler kimlik ve pasaporta sahip olacaksa SMO orada ne iş yapıyor? SMO kime ve nereye saldırıyor? Tam tersine SMO orada oyun bozucudur. Eğer Kürtlere bir iyilik düşünüyorsanız SMO’nun saldırılarını durdurun. Eğer Kürtleri gerçekten orada kardeşiniz olarak görmek istiyorsanız orada sivilleri katleden, buradan kalkan İHA ve SİHA’ları durdurun. Tişrin Barajı’nda ne işiniz var Allah aşkına, neyin savaşını veriyorsunuz? Bölgenin su, elektrik, enerji merkezinin yıkılmasının Türkiye’ye ne yararı var? Dolayısıyla Erdoğan’ı biraz da Kürtlerin oradaki statüsünü tanımaya ve saygı göstermeye davet ediyoruz. O zaman anlarız gerçekten bu iktidar Kürtlere kimlik ve pasaport haklarını düşünüyor mu, düşünmüyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) Ankara’da düzenlediği 7’nci Olağan Kongresi’nde gündeme yönelik açıklamalarda bulundu. Bakırhan’ın açıklamaları şöyle:

“Çok değerli DBP’li yoldaşlarım, emekçiler, arkadaşlarım, çok değerli bileşen partilerimizin eş başkanları, kurum temsilcileri, değerli kadın arkadaşlar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz. Çiğdem ve Keskin Başkan çok önemli konulara değindi. Gerçekten de çok önemli bir süreçten geçiyoruz. Gerçekten tarihi fırsatların ve risklerin de olduğu bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Bugün 7’nci Olağan Kongresini yapan DBP bu sürecin en önemli aktörlerinden biridir. Bu sürecin bugüne kadar devam ettirilmesine çok büyük emekleri oldu, çok büyük bedeller ödedi.

Yerellerde zulme, baskıya, faşizme karşı her an ve her zaman haklarımızla birlikte demokrasiyi, barışı ve özgürlükleri savundu. Umarım DBP çok daha fazla kongreler görür. Daha sonraki kongrelerinde burada daha başka şeyleri tartışırız. Baskıyı, zulmü, hak gasplarını değil, Türkiye’nin demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik çözümünü konuşuruz. Belki de şu anda cezaevinde olan başta sayın Öcalan olmak üzere cezaevindeki yoldaşlarımızla birlikte kongreler yapacağımıza olan umudumu koruyorum. Bu biraz bize bağlı ve bizim elimizde.

Değerli arkadaşlar, dünya gerçekten ciddi bir değişim dönüşüm sancısı yaşıyor. Evet çivisi çıkmış. Çünkü çivi sağlam bir zemine çakılmamıştı. Dünyada baskıya rağmen, zulme rağmen direnenler var, mücadele edenler var. Değişim isteyenler de var. Ama bu değişim ve dönüşümün karşısında savaşlar da var kaos da var. Ciddi bir belirsizlik de var. Dünyanın her yerinde ciddi bir belirsizlik var. Çünkü yarının ne olacağı, nasıl olacağı, bu kaosun bu çatışmaların dünyanın hangi ülkesine hangi halklarına doğru yol alacağını kestirmek gerçekten çok zor.

Gün yok ki yanıbaşımızda herhangi bir ülkede savaş olmasın kaos olmasın katliam olmasın, halklar kırılmasın kırdırtılmasın. Evet böylesi bir süreçte mücadele edenlerin safında işte bugün kongresini yaptığımız DBP var. Bu kaos, savaş, çatışma isteyenler karşısında adalet, barış, eşitlik mücadelesi yürüten, dünyada halkların ve inançların demokratik bir zeminde eşit yaşamasını isteyen bir partimizin kongresini yapıyoruz. Zulüm varsa direnenler de var. Baskı varsa mücadele edenler de var. Adaletsizlik varsa hak ve hukuk arayanlar da var. İşte bunu arayan bir partimizin üyesi olan çalışanları olan, oy verenleri olan siz değerli halklarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Çok değerli bir iş yapıyorsunuz. Bitmeyen, yılmayan, dinmeyen bir mücadelenin neferlerisiniz. Keskin başkan söyledi evet bir el uzatıldıysa o el bizim şahsımıza değil sizin onurlu mücadelenize, yılmayan mücadelenize uzatılan bir eldir. Eğer İmralı’da kapı açıldıysa, heyetimiz oraya gittiyse bu mücadelenin hatırınadır. Vermiş olduğunuz mücadelenin büyüklüğüyle alakalıdır. Sizlerle ne kadar övünsek, sizleri onure etsek azdır, biliyorum. Ama konumuz zaten burada birbirimizi onure etmek değil. Bunu zaten fazlasıyla hak ediyorsunuz.

Yanıbaşımızda Suriye’de bir çatışma var. Türkiye’nin temel gündemlerinden biri de Suriye ve Ortadoğu’daki savaş, çatışma ve kaostur. Kürtler, kimliksiz Kürtler, Suriye’de yüz yıldır yok sayılan Kürtler adım adım haklarına doğru gidiyor. Bu adım adım ilerleyen, direnen, mücadele eden Suriye’deki Kürtleri ve onların yol arkadaşı diğer halklar ve inançları da selalıyorum. Dünyada büyük bir umutsuzluk varken, dünyada reel sosyalizmin çöküşünden sonra halklar emekçiler ezilenler büyük bir arayış içerisindeyken Rojava dünya halklarına ve ezilenlerine büyük bir umut oldu.

Adaletin, eşitliğin, ortak ve birlikte yaşamın ne olduğunu reel sosyalizmden sonra dünya halklarına gösterdi. Hindistan’dan Arjantin’e kadar Jin Jiyan Azadî deniliyorsa burada direnen Kürt kadınlarının büyük bir katkısı vardır. Bizler sadece bizi yok sayan  otoriter tekçi devletlerle mücadele etmiyoruz. Aynı zamanda dünyada da büyük bir umut olmaya devam ediyoruz. Bu övüneceğimiz bir şeydir. Buraya kolay gelmedik. Jin Jiyan Azadî’nin dünya sloganı haline gelmesinin ne kadar önemli olduğunu Suriye’deki gelişmelerden görüyoruz. Şimdi Suriye demişken burada Türkiye’nin rolüne değinmeden geçmek doğru olmaz. Meseleler çok fazla.

Dünyada BM’ye bağlı 205 ülke var. Emin olun yaklaşık 200’ün üzerinde ülke “Kürtler bir statüyü hak ediyor, Kürtler demokratik haklarını hak ediyor, Kürtler bugüne kadar emeğiyle, bedeniyle, canıyla, alın teriyle geldi, 100 yıl önce yok sayıldılar, reddedildiler ama bu kez Kürtler haklarına kavuşsun” deniyor ama bir ülke var ki o da yaşadığımız ülke Türkiye’nin iktidarı ve yönetimi ısrarla Rojava’da Kürtlerin kendi emeğiyle yaratmış oldukları ve dünyaya örnek olan, dünyanın en adil, en eşitlikçi, Ortadoğu’nun en güvenli bölgesindeki bu statüyü tanımamak için elinden gelen herşeyi yapıyor.

Gün yok ki saldırılar olmasın. Gün yok ki sivil vatandaşlar katledilmesin. Bunu eleştiriyoruz. Suriye’de böyle demokrasi gelmez. Suriye 100 yıldır zaten ciddi bir baskı ortamında yaşadı. Şimdi yeni bir rejim inşa edilecekse Kürtsüz bir Suriye rejimi düşünülebilir mi? Alevilerin yok sayıldığı, Hıristiyanların, Êzidîlerin, Çerkeslerin, seküler yaşayan Arap Sünni vatandaşların yok sayıldığı bir Suriye düşünülebilir mi? Eğer Suriye tekçi olacaksa, Kürdün hakkını reddedecekse, Alevileri ve diğer halklar ve inançları yok edecekse, katledecekse, kaçırtacaksa onların yaşadığı bölgeleri insansızlaştıracaksa nasıl yeni bir rejim diyeceğiz? Esad’dan ne farkı var? İşte buradan Türkiye’deki iktidara sesleniyorum. Bırakın Suriye’nin geleceğine Suriye halkları karar versin.

Ne işiniz var? Asıl dışarıdan Suriye’ye giden en büyük güç sizsiniz. Kürtler Suriye’nin coğrafyasında yüzyıllardır yaşayan bir halktır. Afrîn Kürtlerin en tarihi kentidir, Kobanî direnişin kentidir. Qamişlo Arapların, diğer etnik ve inanç gruplarının birlikte kardeşçe yaşadıkları, bütün krize rağmen halkların birbiriyle çatışmadığı, eşitçe kardeşçe yaşadığı bir kenttir.

Allah aşkına orada güvenlik sorunu varsa burası nedir? Cezaevleri doldurulmuş, ağzını açanın hakkında dava açılıyor. Yargı adres gösteriliyor. İnsanlar söz kurup eleştiri yapamıyor. Caddede büyük bir kaygıyla yürüyor. Ne zaman neyin gerekçe edilerek gözaltına alınacağını insanların bilmediği bir ülkede aslında güvenlik sorunu var, demokrasi sorunu var, özgürlük sorunu var. Siz bu Ortadoğu’da kriz ve kaos içerisinde Rojava’da tek bir Arap kadınının yaşamına müdahale edildiğini, taciz edildiğini, yaşamının zorlaştırıldığını duydunuz mu?

Siz 11 yıllık Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin herhangi bir Arapın malına, canına, Çerkesin, Türkün malına, canına dokunduğunu duydunuz mu? 11 yıldır oradan tek bir çakıl taşının atıldığını duyan, gören, bilen var mı? Şimdi Türkiye halklarını aldatmaya, kandırmaya çalışıyorlar. Neymiş? Güvenlik meselesiymiş. Ya vallahi asıl güvenlik meselesi sizin kafanızdaki bu Kürdü yok sayan algıdır. İşte tam da bugün Sayın Öcalan ile görüşen heyetimiz de aktardı, onu değiştirme zamanıdır.

“Kürtlere hasımlık yapmaktan vazgeçin”

Yeter Türkiye’nin enerjisini, ekonomisini çar çur ettiniz, batırdınız, bitirdiniz. Çiğdem başkanın dediği gibi ev kiralarının 25 bin 30 bin olduğu Ankara’da asgari ücreti 22 bin lira yaptınız. Emeklileri 14 bin lira maaşa mahkum ettiniz. İşte bugün Türkiye’de emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin bu tabloyu sorgulaması gereken bir gündür. Suriye’de Türkiye ne geziyor? SMO kimdir? SMO orada ne iş yapıyor sorusunu sorması gerekiyor. Onun için buradan tekrar ediyorum. Suriye halkları kendi geleceğine kendisi karar versin.

Kürtler sizin hasımınız değil, hısımınız olabilir. Kürtlere hasımlık yapmaktan vazgeçin. Kürtler güvenlik sorunu değildir. Güvenlik sorunu kafanızdaki Kürdü yok sayan anlayış ve zihniyettir. Bugün onu durdurmanın, yanlıştan vazgeçmenin günüdür. İnsan yanlışını kabul eder. İnsan hatasını kabul eder. Yanlışını kabul etmek erdemdir ama maalesef hala bu politikalara rağmen bu politikalarda ısrar eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Allah akıl ve fikir versin.

Dün Recep Tayyip Erdoğan Amed’deydi. Diyor ki eskiden Suriye’de Kürtlerin kimliği, pasaportu yoktu şimdi Kürtlerin kimliği ve pasaportu olacak. Nereden biliyorsa! Başka bir ülke orası. Neyse buna da eyvallah. Tamam da Kürtler kimlik ve pasaporta SMO’nun Kürtlere yapmış olduğu saldırılarla mı sahip olacak? Kürtler kimlik ve pasaporta sahip olacaksa SMO orada ne iş yapıyor? SMO kime ve nereye saldırıyor? Tam tersine SMO orada oyun bozucudur.

Eğer Kürtlere bir iyilik düşünüyorsanız SMO’nun saldırılarını durdurun. Eğer Kürtleri gerçekten orada kardeşiniz olarak görmek istiyorsanız orada sivilleri katleden, buradan kalkan İHA ve SİHA’ları durdurun. Tişrin Barajı’nda ne işiniz var Allah aşkına, neyin savaşını veriyorsunuz? Bölgenin su, elektrik, enerji merkezinin yıkılmasının Türkiye’ye ne yararı var? Dolayısıyla Erdoğan’ı biraz da Kürtlerin oradaki statüsünü tanımaya ve saygı göstermeye davet ediyoruz. O zaman anlarız gerçekten bu iktidar Kürtlere kimlik ve pasaport haklarını düşünüyor mu, düşünmüyor.

Dün Konya’da da söyledim. Buradan çağrımı yenilemek istiyorum. HTŞ ile görüşüyorsunuz. HTŞ birçok ülkenin hala terör örgütleri listesinde. SDG ise sadece Türkiye’nin listesindedir. Yani bütün dünyanın orada hak arama zemini olarak gördüğü SDG ile neden görüşmüyorsunuz? Kürtlerle neden görüşmüyorsunuz? Bir sorununuz varsa bunu topla, tüfekle, SİHA, İHA ile neden halletmeye çalışıyorsunuz? Diyalog, görüşme, konuşma, müzakere etme durumuna neden geçmiyorsunuz? Bir görüşün, konuşun. Bir zahmet bakanlarınız orayı da ziyaret etsin. Gerçekten güvenlik tehdidi midir değil midir yerinde incelesinler.

Suriye’deki Kürtler, Kuzey ve Doğu Suriye’deki halklar ne istiyor? Türkiye halkları bunu bilmek durumunda değil midir? Onun için iktidarı Kuzey ve Doğu Suriye ile görüşmeye, diyalog kurmaya, müzakere etmeye, orada ne istediklerini yerinde incelemeye davet ediyorum. Esad’ın 60 yıllık otoriter tekçi zulüm politikalarını Alevilere mal etmeye çalışıyorlar. Böyle bir  anlayış olabilir mi? Dolayısıyla aslında Erdoğan’a orada Alevilere dönük saldırıları da durdurma çağrısı yapıyoruz. Madem HTŞ ile aranız iyidir. Aleviler Suriye’nin bir gerçekliğidir.

Suriye’nin bağrından çıkmış çok önemli bir inanç topluluğudur. Bir kez daha buradan Alevi toplumuyla dayanışma içinde olduğumuzu, onların yaşamış oldukları hak ihlallerini Türkiye ve dünya kamuoyu ile paylaşacağımızı, onlarla dayanışacağımızı belirtmek istiyorum. Suriye eskisi gibi olacaksa emin olun bir felakete davetiye çıkarmış olurlar. Suriye’de yeniden bir savaş, kaos, felaket yaşanmasın diyenler inancı, vicdanı, biraz aklı ve fikri olan birileri varsa felakete değil, orada demokratik, barışçıl, bütün halkların ve inançların bir arada, kendi kimlikleriyle, statüleriyle yaşamış oldukları demokratik bir Suriye’yi istemek gerekiyor. Biz bunu istiyoruz.

Evet 1 Ekim’den beri bir süreç yürüyor. Bu süreç en son heyetimizin İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşmesiyle devam ediyor. Sayın Öcalan çok önemli mesajlar verdi. Türkiye’deki kimi medya ve yayın kuruluşlarına ve oradaki paralı analistlere bakmayın. Başka bir şey anlatıyor onlar. Emin olun Sayın Öcalan 94’te ne dediyse hala orada duruyor. Bütün kaosa, bütün krize, bütün olanaklara, fırsatlara, tehditlere rağmen hala olduğu yerde duruyor. Demokratik bir çözüm, demokratik bir cumhuriyet, Kürtlerin Türkiye’de eşit haklara sahip oldukları demokratik bir anayasa, birlikte yaşam diyor. Eşit bir yaşam diyor. şimdi Sayın Öcalan bunu diyor. Biz DEM Parti ve DBP olarak burada fikirlerimiz açıkladık.

Bu zeminde olan Türkiye’deki diğer bütün kurumlar ortak ve eşit yaşam, demokratik bir zemini işaret ediyor. Peki size soruyorum. Bu iktidar ne diyor? Bahçeli konuşuyor. Sayın Erdoğan ne diyor? Diyarbakır’da bir şeyler söyledi. Biraz sonra oraya da geleceğim. Biz bu kadar netken bütün kurumlarıyla bir irade ortaya koymuşken sizin huzurunuzda iktidara da sesleniyorum, siz ne diyorsunuz? Buyurun Türkiye kamuoyu ve halklarıyla lütfen paylaşın. Demokrasiden yana mısınız, çatışma ve şiddet yerine demokratik bir zeminden yana mısınız? Gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyor musunuz? 100 yıldır bastırmaya çalıştığınız, yok saydığınız Kürtlerin temel haklarını tanımaya var mısınız? Buyurun cevaplarını verin, hep birlikte görelim.

Biz her gün konuşuyoruz, her gün barıştan, demokrasiden, ortak yaşamdan yana olduğumuzu söylüyoruz. Biz bunu söylüyoruz. Beyefendiler hala tutuklamalara, operasyonlara, kayyım atamaya devam ediyorlar. En son Akdeniz Belediye Eş Başkanlarımız gözaltına alındı. Ne diyorlardı? Sağda solda büyük yalanlar ederek diyorlar ki ya onlar da davası olanları aday göstermesinler. Arkadaşlar Hoşyar eş başkanımızın ne bir davası ne bir soruşturması var.

Ne kadar yalancı olduklarını gördünüz mü? Uzaydan mı getireceğiz? Erdoğan’ın milletvekillerini mi götürüp aday göstereceğiz? AKP’ye kayıt yaptıranları mı götürüp Akdeniz’de aday gösterelim? Biz göstersek Akdeniz’deki Kürtler, Araplar, Aleviler, emekçiler, yoksullar oy verecek mi? Büyük bir aldatmaca, büyük bir kandırmaca en son Akdeniz’de kendisini ortaya koydu. Bir an önce bu hatadan dönülmelidir. Akdeniz Belediye Eş Başkanlarımız ve meclis üyelerimiz serbest bırakılmalıdır. İşlerinin başına dönmelidir. Bugüne kadar atadığınız kayyımları artık çekme zamanıdır.

“Türkiye’de bir barış umudu vardır, bu umudu zehirlemeyin”

Sandık kuruyorsunuz, sonuçları kabul etmiyorsunuz. Kim inanır size ya? Kim size bölgesel güç der? Kim size demokratik bir ülke der? Kim siizn Kürtler kardeşimizdir dediğinize inanır? İnsanlar yaptığınız pratiğe bakar, cezaevlerine bakar, mahkeme salonlarına bakar. Akşama kadar zehir kusan size yakın paranızla beslediğiniz basın yayın organlarının zehirli diline bakar. Lütfen bundan vazgeçin. Bir barış umudu var. Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar geniş kapsamlı bütün halkları ve inançların katıldığı bir barış umudu oluşmamıştı.

Bu barış umudunu zehirlemeyin. Bu barış umuduna her birimiz katkı sunmak durumundayız. 7/24 toplantı halindeyiz. Türkü anlatalım, Arabı anlatalım, Karadeniz’i anlatalım, Trakya’yı anlatalım, emekçiyi anlatalım, emekliyi anlatalım. Ortak yaşamın ne kadar iyi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu ülkeyi çalan çırpan soyan ekonomik darboğaza sokanların, bu Kürt meselesini bir sopa olarak demokrasi güçlerinin başında tutmaya devam ettiğini, buna artık bir son verilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz.

Ama maalesef karşımızda başka bir pratik var. İktidarı samimiyete davet ediyorum. Gerçekten bu barış umudunu büyütmeye, bunu bir sürece evriltmeye, Kürt meselesini çözmeye var mısınız yok musunuz? 7/24 bize soru soran bizim olmadığımız programlarda bizim nerede durduğumuzu yalan yanlış yorumlayanlara da soruyorum, bir zahmet iktidara sorun bu barış umudunun neresindeler? Bu meseleyi demokratik yollarla çözmek istiyorlar mı istemiyorlar mı? Yüreğiniz varsa sorun, uçağına biniyorsunuz bir de soru sorun.

Sayın Cumhurbaşkanı dün Diyarbakır’da öyle şeyler söylüyor ki ben şaşırıyorum. Binbir cevapta verilecek söylemler. Diyor ki mesele Kürtlerle ilgili değil. Peki mesele Kürtlerle ilgili değilse kiminle ilgilidir? Cezaevi Kürt dolu, emekçi dolu, muhalif dolu. Mesele Kürtlerle ilgili değilse üç dönemdir kendi iradesini seçen Mardin halkının iradesine niye kayyım atıyorsun? Mesele tam da Kürtlerin kendisi ve Kürtlerle ilgilidir. Artık bu laflarla kimseyi kandıramıyorsunuz, inandıramıyorsunuz. Bakın uluslararası demokratik kamuoyu ilk defa bir bütün olarak Kürtlerin demokratik haklarının yanında duruyor. Kürtler statü elde etsin diyor. Lütfen başınızı kaldırın.

Yine yeni şeyler söylemek lazım diyor, biz de bekliyoruz “Amed’e gitti inşallah orada barış umuduna sürecine yeni kapsayıcı bir şey söyleyecek” diyoruz. Kendileri yeni şeyler söylemek lazım diyor. Biz de aynısını söylüyoruz, sürekli güncelliyoruz yeniliyoruz. Ama kendisi eski eski sözleri ısıtarak bize sunmaya çalışıyor. Ama artık bunun yiyeni yok, müşterisi yok. Lütfen anlamaya çalışın. Siz eski sözleri ısıttığınız sürece o salon boşalır kimse kalmaz tabela partisi olursunuz. O salona insan bulmak için bütün maddi koşulları zorlasanız da kimseyi bulamazsınız, onun için asıl siz yeni şeyler söyleyin. Yeni şeyler söyleme zamanınızdır.

Diyarbakır’ın kaderi Türkiye’nin kaderidir, ne güzel bizim de gururumuzu okşadı. Diyarbakır’ın huzuru Türkiye’nin huzurudur, doğru. Madem bunları söylüyorsunuz Diyarbakırlı ne diyor bi de onu soralım. Diyarbakırlı mutlu mudur inkar politikalarından, kayyımcı politikalarınızdan, seçmiş olduğu temsilcilerinin cezaevine girmesinden? Bir zahmet bağımsız bir heyet ya da bir anket firması gönderin baksın Diyarbakırlı huzuru ve barışı nerede görüyor. Tesadüfen önünüze gelen kahvehaneye girin, berber ya da kuaför salonuna girin, lokantaya girin sorun bakalım Diyarbakır halkı ne istiyor. Biz varız, emin olun Amed halkı ne istiyorsa biz de onu istiyoruz, onu isteyeceğimize söz veriyoruz.

Heyetimiz partileri gezdi, heyetimizi kabul eden siyasi parti ve toplumsal çevrelere teşekkür ediyorum. İyi ettiler. Heyet bizzat Sayın Öcalan’dan aldığı mesajları ilgili siyasi partilere ve kurumlara götürdü. Bundan sonra da bu süreci yakinen takip etmek lazım. Türkiye’nin kurtuluşu emin olun demokratik bir müzakerededir, barıştır, Kürt meselesinin demokratik çözümüdür, Türkiye’yi demokratikleştirmektir.

Muhalefet de bu konuda çok iyi bir sınav ortaya koyuyor. Oy avcılarını saymıyorum. Zaten çok kıymeti harbiyeleri yok. Kılıç gösteriyorlar sanki millet onun kılıcına kafasını uzatacak. Irkçıya faşiste bak! Bu nasıl bir ülkedir, biz demokrasi barış diyoruz davalar açılıyor, kılıçla 25 milyonluk halkı katletme çağrısı yapan bir insan elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Böyle ikili bir hukuk var. Barış diyenin eline sopayla vuruyor, içeri atıyor, kılıç çekmekle tehdit eden bir faşistin, bu soykırımcı ve ırkçı yaklaşımı da izleniyor. Bu böyle olmaz.

Yüzyıllık sorunla Türkiye yüzleşmeli. Bu iktidar yeni bir şey söylemeli. Bu iktidar Diyarbakır’ın huzurunu Türkiye’nin huzuru, Diyarbakır’ın barışını Türkiye barışı yapmak istiyorsa, Diyarbakırlının, Amedlinin ne istediğini ve söylediğini dinlemeli ve gereğini yerine getirmelidir. Burada bileşen partilerimizin, ittifak partilerimizin temsilcileri var, muhalefetin diğer dinamikleri var. Onlara da çağrı yapmak istiyoruz. Değerli arkadaşlar barışı biz büyüteceğiz, barışı biz getireceğiz, barışı biz toplumlaştıracağız. Bizim öyle durup kimseden barış bekleyen bir halimiz yok.

Biz barışın nasıl geleceğini bilen bir gelenekten geliyoruz, büyük bir mücadele geçmişine ve tarihine sahip bir partiyiz. En başta DBP başta olmak üzere bileşen partilerimiz ve ittifak partileri ile Türkiye’nin muhalif güçleri başta olmak üzere herkesi barış umudunu büyütmeye barışa omuz vermeye davet ediyoruz. Biz inanıyoruz emin olun bu görkemli ve onurlu duruş ve mücadele devam ettiği sürece bizler bu ülkeye onurlu bir barışı getireceğiz. Buna dair olan inanç ve duygularımla hepinizi tek tek selamlıyor, saygılarımı ve sevgilerimi sunuyor, kongremizde başarılar diliyorum.”

Paylaşın