Bakırhan’dan Süreç Açıklaması: Siyasi Ve Hukuki Düzenlemeler Yapılmalı

Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası sürece ilişkin konuşan Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, “Çağrının somut adımlara dönüşmesi, siyasi ve hukuki düzenlemeler artık kaçınılmazdır. Çağrı sonrası örgüt olumlu ve pozitif bir cevap verdi. Artık hukuki ve siyasi düzenlemeler de bir an önce hayata geçirilmelidir. Ertelenmemelidir” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) yetkili kurulları, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası toplanma kararı aldı. Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, partisinin Balgat’ta bulunan genel merkezinde Parti Meclisi (PM) ve il eş başkanlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplantı öncesi konuştu.

Öcalan’ın çağrısından bahseden Bakırhan, “50 yıldır süren çatışma zemininden çıkılmasını ve demokratik bir zeminde sorunların diyalog ve müzakereyle tartışılarak çözülmesine dönük bu çağrı önemliydi, olumluydu” dedi. “Çatışmaların sürdüğü coğrafyamızda çatışmasız, şiddetsiz, savaşsız bir sürecin işaret edilmesi çok değerlidir, kıymetlidir önemlidir” diye konuşan Bakırhan şöyle devam etti:

“Biz bu çağrıya çok büyük anlam ve kıymet biçtik. Çağrının ismi de çok önemli: ‘Barış ve demokratik toplum’ çağrısı. Biz de bu çağrıdan sonra ilk toplantımızı yapıyoruz. Çünkü çağrı aynı zamanda bir değişimi, dönüşümü sadece iktidarın önüne koymuyor, aynı zamanda siyasi partilerin, bizim, hepimizin önüne koyuyor. Yeni dönem aynı zamanda bir değişim ve dönüşüm dönemi olacak.

Bir bütünen DEM Parti olarak sürece uygun eylem etkinlikler yaparak bu sürecin toplumsallaşması, doğru anlaşılmasını, layıkıyla istenilen aşamaya gelmesi için de bir tartışma yürüteceğiz.

Bugün de Parti Meclis üyemizi çözüm ve barış umudunu büyütmek için topladık. Nasıl katkı sunacağımızı belirleyeceğiz. Ama bir şeyin de altını çizmekte yarar var. Bugün barışı mümkün kılan, bu barış sürecini mümkün kılan ve bugün aramızda olmayan, emek vererek, bedel ödeyerek bizleri bugünlere getiren bütün yol arkadaşlarımızı, canlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz.

Türkiye halkları bu acılardan sonra onurlu bir barışı fazlasıyla hak ediyor. Onurlu bir barış bu topraklara kesinlikle gelmeli. Sayın Öcalan’ın çağrısı da acı dolu geçmişe yapılan cesur ve tarihi bir müdahaledir. Kangrene dönüşmüş acıya yol açmış Kürt Türk ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyor, bunun düzenlenmesi için yeniden bir adım atıyor. Bu çağrı kesinlikle boşta kalmamalı uzatılan el havada kalmamalı. Bunun için hepimize en fazla da PM’mize görev düşüyor. Muhalefete görev düşüyor. İktidara görev düşüyor. Bu çağrı sadece bir çağrı olarak kalırsa yazık olur. Anlamına, önemine denk bir duruş her birimizin göstermesi gerekiyor.

Çağrının somut adımlara dönüşmesi, siyasi ve hukuki düzenlemeler artık kaçınılmazdır. Çağrı sonrası örgüt olumlu ve pozitif bir cevap verdi. Artık hukuki ve siyasi düzenlemeler de bir an önce hayata geçirilmelidir. Ertelenmemelidir. Önüne kimi bahaneler konulmamalıdır. Bu konuda Meclis’e tarihi bir rol düşüyor. Belki Meclis son 50 yılda çok önemli rol oynamayla karşı karşıyadır. Bu çağrının bir muhatabı da Meclis’tir. Adımların atılması yasal anayasal düzenlemeler için Meclis çok önemli bir zemindir. Umarım önümüzdeki günlerde Meclis de bu konuda bir yol alır ve bu çağrıya uygun düzenlemeleri yapar.

Yeni bir hikaye yazma dönemindeyiz. Çatışmaların olmadığı insanların yaşamlarını yitirmediği bu ülkenin enerjisinin, ekonomisinin boşa harcanmayacağı, bir arada eşitçe yaşayacağımız bir hikayeyi yazmak bugün daha mümkündür. Onun için çok kıymetlidir.

Bunları da layıkıyla yerine getirmek için dünden daha fazla çalışması gerekenler bugün bu salonda oturan siz değerli PM üyeleri ve il eş başkanlarımızdır. 50 yıldır acılar yaratan, ülkeyi çürüten bir sorunun silahlı ve çatışmaların ortadan kalkmasını sağlayacak bu çağrının neyine itiraz edilir niye karşı çıkılır? Bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Olsa olsa bunun tek bir sebebi olabilir. Demek ki bu çatışmalı ve acılı süreçten birileri palazlanıyor rant yiyor.

Hiç kimsenin ama hiç kimsenin bu süreci heba etme gibi bir lüksü yoktur. Bu süreç heba edilmemelidir. Çağrı, demokratik Türkiye isteyen herkese büyük sorumluluklar yüklüyor. Bu sorumluluktan kimse kaçmasın. ‘Demokratik Türkiye’ deyip sonrasında çeşitli gerekçeler ve bahanelerle bu sürecin ilerlemesinin önünde engel olmak gerçekten Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülüktür.

Çağrıyı dar, partisel çıkarlar, grupsal çıkarların önüne koymak da aslında bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Ortak geleceği esas alan bir çağrı alkışlanır, desteklenir. Bu çağrı heyecanlandırır. Ülkenin çatışmasız bir zeminde siyaset yapmasını sağlayacak bu çağrı kesinlikle desteklenmesi gerekiyor. Barış hepimize kazandıracaktır.

Evet Kürtlere de kazandıracak. Çünkü en büyük zulmü, en büyük anti demokratik uygulamaları yaşayan Kürtlerdir. Sadece Kürtlere kazandırmayacak, eşit yurttaş olmak isteyen Alevilere, diğer inançlara kazandıracaktır, emekçilere kazandıracaktır. Çünkü bu ülkenin 3-4 trilyon doları savunma ve güvenliğe harcanıyor.

İşte bu barışın gelmesiyle birlikte aynı zamanda bu savunmaya, şiddete çatışmaya ayrılan bütçe de emekçiye, emeklilere, toplumun dört bir yanına harcanacak ve ülke kazanacaktır. Ülkemiz hep çoklu krizlerle tarif ediliyor. İlk defa çoklu krizlerle değil, çoklu kazançlarla anılacak, tartışılacak bir sürecin başlangıcındayız. Çoklu krizler yerine çoklu kazançların olacağı bir süreci birlikte yaşayacağız. Çağrıya sahip çıkmak gerçek Türkiye vatanseverlerinin ve yurtseverlerinin görevidir.

Devlet Bahçeli’ye çağrı

Bir kandırmaca oyalama süreci değilse, klasik ve klişe laflarla muhataplarına hitap eden dilin terk edilmesi lazımdır. En baştan en sona kadar herkese bunu söylemek istiyorum. En fazla da iktidara ve mensuplarına söylemek istiyorum. Yine Bahçeli’nin çağrıya ve PKK’nin tutumuna ilişkin vurguları kıymetli buluyoruz. Dün açıkladı. ‘Bu çağrıyı kundaklamaya izin vermeyeceğiz’ dedi. Kıymetliydi.

Evet izin vermemenin yolu kardeşlik hukukunu koruyacak demokratik ve hukuki güvencelerdir Sayın Bahçeli. O yüzden hukuki güvencelerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Çünkü uzayan her süreç enfekte olmaya müsaittir. Geçmişte de görüldü dünya deneyimlerinde de görüldü. Bu süreç uzatılarak enfekte edilmemelidir. Hepimize düşen en büyük sorumluluklardan biri budur.  Konuşmanın ardından toplantı basına kapalı devam etti.”

Paylaşın

Bahçeli’den Bakırhan’a Telefon: Demokrasi İçin Ne Gerekiyorsa Yapacağız

Tuncer Bakırhan, Abdullah Öcalan’ın çağrısının hemen ardından Devlet Bahçeli’nin kendisini aradığını belirterek, “Demokrasi için ne gerekiyorsa elimizden geleni yapacağız. Ben durduğum yerdeyim” dediğini söyledi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Medya Haber TV’de PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve yaptıkları görüşmeye dair konuştu.  Bakırhan, Öcalan’ın çağrısından 1 dakika sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kendisini aradığını söyleyerek şunları kaydetti:

“Sayın Öcalan 1 Ekim çıkışını önemsiyor, çok değerli buluyor. Oraya da özel bir zaman ayırdı. Sayın Bahçeli’nin tam da bu çağrıdan sonra rolünü oynayabileceğini söyledi. Canlı yayından sonra Bahçeli beni aradı. Tebrik etti. ‘Rahat olun bu ülkeyi birlikte demokratikleşeceğiz’ dedi. Demokrasi için ne gerekiyorsa elimizden geleni yapacağız. Ben durduğum yerdeyim. Demokrasi için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım’ dedi.”

Öcalan: Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmeli

7 kişilik Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) heyeti üçüncü kez İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’la görüştü. Bu görüşme sonrasında, 1999’dan beri İmralı Adası’nda bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’nın hazırladığı mektup, İstanbul’da kamuoyuyla paylaşıldı.

Önce, seçildiği halde görevden alınarak yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, mektubu Kürtçe olarak okudu. Ardından, Van Milletvekili Pervin Buldan da mektubun Türkçe metnini okudu.

Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrının tam metni şöyle: “PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir.

Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.

Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.

Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.

Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.

Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır.

Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.

Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Metnin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, kapanış konuşması yapan Sırrı Süreyya Önder, Sayın Öcalan’ın çağrıya ilişkin şu notunu paylaştı: “Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz ki pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Barışa Ve Kardeşliğe Giden Yol Kürtlerin Ulusal Birliğinden Geçiyor

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, DEM Parti İmralı Heyeti’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yaptığı ziyaretlere değinerek, “Barışa ve kardeşliğe giden yol ancak Kürtlerin ulusal birliğinden geçer” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Meclis’te partisinin grup toplantısında konuştu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Merheba we hemûyan silav dikim, li ser seran li ser çavan hatin. Değerli arkadaşlar, hepiniz hoş geldiniz. Bu grup toplantımızda özellikle son dönem tartışmalarına dönük bir çerçeve ortaya koymaya çalışacağız. Buraya her çıktığımızda iyi temennilerle ve güzel sözlerle başlamak istiyoruz ama maalesef gaspçılar mükerrer suç işlemeye devam ediyor. İnfaz yakılıyor, daha yüksek cezalar veriyorlar ama bu kayyım meselesinde mükerrer suç işlemeye devam ediyorlar. Bıkmadılar, yorulmadılar.

Türkiye’nin gündemi başka, dünyanın ve Ortadoğu’nun gündemi başka. Bizler başka çalışmalar yapıyoruz. Sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında barışı nasıl sağlarız, barışa nasıl ulaşırız diyoruz. Onlar ise dur durak bilmeden kayyım atamaya devam ediyorlar. Bakalım bu gaspçı ve inkarcı anlayış nereye kadar bunu devam ettirecek. Kars’ı bilirsiniz, Türkiye’nin en renkli kentlerinden biridir. 10-12 inanç grubu bir arada yaşıyor.

Bu sistemin ötekileştirme politikalarına rağmen Kars’ın Azerisi, Terekemesi, yerlisi, Malakanı, Ermenisi, Çerkesi, Türkmeni, Zazası, Türkü Kürdü asla karşı karşıya gelmedi. Bir arada yaşamın en örnek kentidir Kars. Kağızman da öyledir, renklidir. İnsanlar bir arada yaşıyor, sandık sonuçlarına saygı gösteriyor. Orada seçilen yerel yönetimlerimiz de kapsayıcı bir tutum sergiliyor. Ancak Kars gibi mozaik bir kentin en güzel ilçelerinden biri olan Kağızman’ı gasp ettiler, kayyım atadılar.

Belki bilmezseniz, hep Malazgirt falan diye başlanır ama Türklerin Anadolu’ya ilk girdiği yerlerden biri Kars’tır. Malazgirt’ten çok öncedir. Kağızman’dır. Kars’ta tam da o mozaiğe ve renkliliğe uygun bir söz vardır: ‘Ekmek yediğin sofraya bıçağını saplamayacaksın. Yoksa sana namert derler’. Bu söz sadece bir söz değildir. Halkların birlikte yaşamasından, o tarihsel ilişkilerden süzülerek gelen bir sözdür. Yediğin sofraya ihanet etme, bıçak saplama diyor Kars’ın Terekemesi, Azerisi, Kürdü, Ermenisi, Malakanı. Bugün o kapıları çalarak da girebilirlerdi ama kırarak giriyorlar. Bu kapıları kıran ve Kağızman’ın iradesini gasp eden anlayışı kınıyorum.

Bu yol, yol değildir. Yanlış bir yoldan gidiyorsunuz ve defalarca haykırıyorsunuz. İnsan biraz çekinir ya! Bu kumpasçı akıldan inşallah bir gün kurtulacağız. Biz, barış adına bütün arkadaşlarımızla birlikte önemli bir çabanın haysiyetiyle yaşıyoruz. Haysiyet! Peki, bu kayyım atayanlar ne için yaşıyor Allah aşkına? Biz haysiyet derken onlar gaspçılıkla, kumpasçılıkla ve sandık sonuçlarını yok sayarak tam olarak ne yapıyor, ne yapmak istiyor? Herkesi haysiyete çağırıyoruz. Bu yoldan vazgeçin, kayyımlarınızı geri çekin. Halkın iradesi tekrar Kağızman başta olmak üzere kayyım atanan belediyeleri yönetsin.

Evet bir dönüm noktasındayız. Biz öyle değerlendiriyoruz. Gerçekten bir dönüm noktasındayız. Türkiye ve Ortadoğu halklarının kaderini değiştirecek yeni bir başlangıcın eşiğindeyiz. Hepimizin on yıllarını etkileyecek bir dönüm noktasındayız. 100 yıl önce kurulan modern ulus-devlet kurtuluş ruhuna ters düştü ve devlet ile halk arasına derin bir uçurum koydu. Halk kendi devletine yabancılaştı, aidiyet duygusunu yitirdi. Sistemin ötekileştiren, reddeden, inkarcı, baskıcı tunç elinden dolayı halk yabancılaştı.

Devlet her fırsatta demokrasiden, haktan, hukuktan ve özgürlüklerden kaçtı. 100 yıldır halkı tek tipleştirmeye çalıştı. Ancak Kağızman’da olduğu gibi bir türlü bunu başaramadı, başaramayacak da. Türkiye halkları, Kürtler başta olmak üzere, 100 yıldır mücadelesiyle bu tek tipleştirmeye ve tek kimliğe sığmadı; hep kendi rengi ve kimliğiyle var oldu. Bütün farklılıklara rağmen bir arada yaşamın iyi bir örneğini veren kentlerimiz de var Kars gibi. İşte tam da bu renkli mozaiğin yaşaması için bir arada insanca ve kardeşçe yaşamanın, birbirine saygı göstermenin mücadelesini veriyoruz.

Bu dönüm noktasının heyecanını yaşıyoruz. Tam umutlanıyoruz ama beyefendiler başka başka şeyler yapmaya devam ediyor. Yaşar Kemal’in dediği gibi, ‘Demir olsaydık çürürdük, toprak olduk da dayandık’. Bu zulme, emin olun, çelik bile dayanmazdı. Bu zulmün karşısında duran ve kendi kimliğini yaşatan Kürtlere, Alevilere, devrimcilere, tüm ötekilere bin selam olsun! Ayakta durdular, dayanarak bugünlere geldiler.

Gördük ki aslında o reddedilen kimlikler bir arada yaşayabiliyor, bir arada yaşamın en güzel örneğini ortaya koyuyorlar. Kars’ta en yoksul, en emekçi insanın düğününe gittiğinizde görürsünüz ki sadece kendi dili ve kültüründen müzik çalmaz. Kürt ise Kürtçeyle başlar, Azericeyle devam eder ve Terekemeceyle bitirir. Terekeme ise oraya konuk olarak gelen Kürtlerin de şarkılarını çalar. Retçi ve inkarcı akıl Karsa baksaydı, Kars ruhunu uygulayabilseydi bugün başka yerlerde olabilirdik.

Biz her yerde diyoruz ki farklılıklar zenginliktir, farklılıklarımız birliğimizin güvencesidir. Hem “bir arada, bir olalım, birlikte olalım, güçlü olalım” diyorsunuz hem de o birliği oluşturan kimi etnik ve inanç gruplarının kimliğini tanımıyor, yok sayıyorsunuz. Peki, yok saydığınız insanlarla nasıl bir olacaksınız, nasıl birlikte olacaksınız? Nasıl güçlü olacaksınız? Değişen Ortadoğu ve dünyada bir yer nasıl tutacaksınız? Bu soruların cevabını istiyoruz. Kimliği, inancı ve dili ne olursa olsun herkesin acı çektiği bir asrı geride bırakabiliriz.

Saydığım bütün olumsuzlukları, günlere sığmayacak uzunluktaki bu anlatımı artık geride bırakabiliriz. O yok sayan aklın yerine, herkesin rengiyle ve kimliğiyle var olduğu bir sürecin kapısını aralayabiliriz. Türkiye’deki zemin bugün buna müsait. Bunu tartışıyoruz. Baskılara, zorluklara, tutuklamalara, kayyımlara rağmen umudu büyüttük, direndik, barışı mümkün hale getirdik. Yok sayanlara karşı barışı mümkün hale getirmek büyük bir başarıdır. Barışı mümkün hale getirenlere bin selam olsun! Barışı tartışanlara bin selam olsun!

Artık demokratik ve müreffeh bir Türkiye’de yeni bir asra yelken açabiliriz. Bunun koşulları var. Biraz samimi olsalar, emin olun ki önümüzdeki günlerde bu dediğimiz konular Türkiye’nin temel gündemi olacak. Bu gülünç ve kötücül aklın ortaya koyduğu pratikleri belki buralarda tartışmayacağız. İsimlerimiz farklı olabilir, dillerimiz farklı olabilir, bulunduğumuz odalar farklı olabilir ama çektiğimiz acının yükü hepimiz için aynıdır, döktüğümüz gözyaşlarının rengi aynıdır.

Hakkari’deki Kürt genci toprağa düştüğünde annesinin döktüğü gözyaşı ile Edirneli genç toprağa düştüğünde annesinin döktüğü gözyaşını kim ayırabilir? O duyguyu birbirinden kim ayrıştırabilir? Şimdi modern Türkiye tarihinin en acı dolu sayfasını kapatabiliriz. Acıyı anlatmayacağım. Yaşadınız, biliyorsunuz. Dedeleriniz anlatıyor, resmi olmayan tarihi anlatıyor. Uygulamaları ve pratikleri zaten o acılı tarihi anlatıyor.

Bembeyaz bir sayfa açabiliriz. Bu sayfayı demokrasi, eşitlik ve özgürlükle ilmek ilmek dokumak bizim elimizdedir. Bu renkleri bir esere dönüştürmek kadar güzel bir şey olabilir mi? Bir kilim düşünün ki Hakkari’nin motifi olmayacak, Karadenizlinin rengi olmayacak, İç Anadolu’nun renkleri olmayacak, Alevinin rengi olmayacak. Tek renge bürünmüş şey çekici ve demokratik olmaz ve hiçbir zaman insana güzel bir duygu vermez.

İşte bütün renklerin içerisinde olduğu bir Türkiye’yi ilmek ilmek hep birlikte dokumak bizim elimizde. Biz buna varız, yıllardır bunun için mücadele ediyoruz. Sadece kendi renklerimizi nakşedelim demiyoruz, hep birlikte nakşedelim. Ehmedê Xanî’yi de nakşedelim, Aşık Veysel’i de nakşedelim. Çobanoğlu’nu da Mahsuni’yi de nakşedelim. Ama onlar tek bir şeyi nakşetmeye çalışıyorlar.

Bunun da Türkiye’yi getirdiği noktayı hep birlikte yaşıyoruz. Birlikte yaşamak, birlikte kazanmak demektir. Evet, bu ülkenin kaybettiği çok şey var. Ekonomisini, itibarını, mutluluğunu kaybetti. Trafikte korna yüzünden insanlar birbirini katlediyor, linç ediyor. Anneleriyle telefonda Kürtçe konuşan insanlar linç ediliyor. Kürtçe müzik çaldıkları için insanlar evlerinden atılıyor, kira sözleşmeleri iptal ediliyor. Dolayısıyla birlikte kazanmak istiyorsak renklerimizle beraber olacağız, birlikte olacağız. Birbirimizin rengine, kimliğine, diline ve kültürüne saygı duyacağız.

Alın size birlikte güçlü demokratik bir Türkiye! Bu Türkiye’yi biz istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Siyasetçilerin idam edildiği, insanların darbe mahkemelerinde yargılandığı, KHK’li olduğu, işinden ve aşından olduğu bir dönemi geride bırakabiliriz. 100 yıldır üzerimizde dolaşan vesayet ve darbe kara bulutlarını dağıtabiliriz. Hukuktan uzak ve halktan kopuk düzen yerine demokratik bir ülke inşa edebiliriz. İşte tam da bu noktada, Yaşar Kemal’in İnce Memedleri olarak, bizler hayal ettiğimiz Türkiye’yi birlikte kurabiliriz.

Öyle bir dönemdeyiz ki atacağımız her adım, alacağımız her karar hepimizin geleceğini belirleyecek. Alacağımız karar ve atacağımız adımlar, sadece 85 milyonun geleceğini belirlemeyecek; daha doğmamış, on yıllar sonra doğacak çocukların da geleceğini etkileyecek. Tarihi bir kavşakta olduğumuzu biliyoruz ve her adımımızı buna göre atıyoruz. Toplumsal uzlaşının ve onurlu bir çözümün kapısını aralamak için büyük bir emek ve çaba sarf ediyoruz.

Herkesin gözü Sayın Öcalan’ın yapacağı çağrıya çevrilmiş durumda. Dünyanın dört bir yanından bize mesajlar ve sorular geliyor. Büyük bir merak ve heyecan var. Milyonlarca insan bu sefer çözüm olsun diye dua ediyor. Emin olun ki Türk, Kürt, Azeri, Terekeme fark etmiyor, çünkü bu halk artık barış istiyor, artık yoruldu. Bu halk adalet ve özgürlük istiyor, kavga etmeden birlikte yaşamak istiyor.

“Barışa ve kardeşliğe giden yol Kürtlerin ulusal birliğinden geçer”

İmralı Heyetimiz yakın zamanda Kürdistan Bölgesel Yönetimine bir ziyaret gerçekleştirdi. Çok verimli geçtiğini zaten heyetimiz paylaşmıştı. Sayın Mesut Barzani, Sayın Bafil Talabani, Sayın Kubat Talabani, Sayın Neçirvan Barzani, Sayın Mesrur Barzani ve YNK Başkanlık Divanlık Divanı Üyesi Şeyhnaz İbrahim Ahmed ile çok önemli görüşmeler yaptı heyetimiz. Ulusal birlik adına tarihi adımlar atıldı.

En önemlisi de Kürt halkının önemli liderlerinden Sayın Mesut Barzani, görüşmede Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifine güçlü bir destek sunduğunu açıkça ifade etti. Bu, tarihi bir duruştur; Kürtler bir arada ve birliktedir. Kürt siyasetini ayrıştırma politikalarınıza rağmen, Sayın Mesut Barzani ve Federe Kürdistan Bölgesindeki bütün siyasetçiler barıştan yana olduklarını ve Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm perspektifini desteklediklerini söyledi. Bu tarihi duruşa kıymet verin.

Yine Sayın Bafil Talabani de babası Mam Celal gibi bu süreci destekleğini, üzerine düşen her sorumluluğu yerine getireceğini belirtti. Bu sahiplenme, barış ve birlik yolunda büyük bir adımdır. Bu destekler tarihidir, çok kıymetlidir. Çünkü biliyoruz ki barışa ve kardeşliğe giden yol ancak Kürtlerin ulusal birliğinden geçer. Hewlêr’den Amed’e, Mardin’den Kobanî’ye ve Kirmanşah’a kadar bütün Kürtler, “Biz barışa hazırız” diyor. Ne güzel bir tablo!

Türkiye’nin dört bir yanındaki bütün halklar barış olsun istiyor. Herkes barışa ulaşmayı sabırsızlıkla bekliyor. Sokak hazır, toplum hazır. Her gün çeşitli kentlerde toplantılar yapıyoruz. Siyaset büyük oranda hazır. Dünyanın dört bir yanında insanlar bu çözüme destek veriyor. Peki, iktidar da barışa hazır mı? İktidar da barışa hazırsa, halkların demokratik geleceğini birlikte inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti birlikte inşa edebiliriz. Unutmayalım ki hukuk ve özgürlükten yoksun bir yerde ne devlet ne de insan mutlu olur.

Yıllardır hukukun ve adaletin olmadığı bu ülkede ne toprak ne taş ne ova ne ağaç ne de insan mutlu oldu. Toprağın ve insanın mutluluğu demokrasiden geçiyor. Biz inançlıyız, değerli arkadaşlar. Yaptığımız çalışmalardan, ortaya koyduğumuz iradeden, sorumluluğumuzu bilen söz ve pratiklerimizden dolayı siz de biliyorsunuz ki kararlıyız. 100 yıllık acılı defteri kapatıp Türkiye’yi barışa ulaştıracak iradeyi ortaya koymaya hazır olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyorum.

Türkiye tarihine damgasını vuran iki önemli günün haftasındayız. 28 Şubat Darbe Girişimi ve 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümünün olduğu haftadayız. 28 Şubat hem demokrasinin kesintiye uğradığı bir darbenin tarihini hem de Kürt sorununda barış umudunun yeşerdiği Dolmabahçe ruhunu hatırlatıyor. Türkiye 1997’deki gibi darbe kıskacı ile 2015’teki demokrasi ve barış umudu arasında bir tarih yaşadı.

Bizim tutumumuz nettir: 97’de yapılan darbeye karşıyız, 2015’teki demokratik çözüm umudunun da yanındayız. Türkiye’yi darbe-demokrasi sarkacından kurtarmaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum. Demokrasi-darbe mekaniğinden kurtulalım artık. Sayın Erdoğan dünkü kongrede darbe mekaniğinden bahsetti. Darbe mekaniğinin panzehiri demokrasidir, özgürlüklerdir. Darbe mekaniği varsa, darbe mekaniğinin işlediğini düşünüyorsanız, bunun karşısında durmanın en iyi yolu demokrasi ve özgürlükleri büyütmektir Sayın Erdoğan. 2025 yılının bu kritik haftasında, Dolmabahçe’nin demokratik çözüm ruhunu destekliyoruz.

Aynı şekilde 28 Şubat’ın darbe izlerini hem sorguluyor hem lanetliyoruz. ‘Ya silah ya siyaset’ diyenleri Dolmabahçe Mutabakatının ruhuna bakmaya davet ediyoruz. O ruh, Sayın Öcalan’ın dediği gibi, silahların susması ve siyasetin konuşmasıdır. Gelin Sayın Öcalan’ın kalıcı çözüm çabasını barışla taçlandıralım. Çatışma döngüsünü kırmanın bir fırsatı olarak görelim bu çağrıyı. Gelin, çatışmanın değil çözümün, korkunun değil huzurun Türkiye’sini hep birlikte inşa edelim.

Kürt-Türk ilişkilerinin tarihi acı deneyimlerle ve aynı zamanda olumlu referanslarla doludur. Bu kürsüde birçok defa bu olumlu referansları dile getirdik. Şimdi size başka bir örnekle bu tarihin olumlu referanslarından birisini anlatacağım. Tarihin ışığını 1530’lu yıllara çevirelim. Kürt-Türk ilişkilerinde çok önemli bir tarihtir 1530. Birileri unutmuş olabilir, birileri bunu tarihin tozlu raflarında gizlemiş olabilir ama tarih unutmaz, biz unutmayız. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kürtler ile yapılan bir anlaşma var. Bir kanunname hazırlanıyor.

Bu kanunname Türk-Kürt ilişkilerine hukuki bir çerçeve koyuyor. Bunu yazılı bir hale getiriyor. Bazı kaynaklarda “Diyarbakır Eyaleti Kanunnamesi”, bazılarında ‘Kürdistan Kanunnamesi’ olarak geçiyor. Bu kanunname devlet arşivlerinde var. Kanuni Sultan Süleyman bu anlaşma için diyor ki ‘Yüce Allah’ın birliğine yemin ederim ki Kürdistan beyleri ile aktettiğim bu anlaşmayı hiçbir şekilde ihlal etmeyeceğim.’ Devamında da diyor ki, ‘Kim bu anlaşmayı bozarsa Allah onu kıyamet günü zalimler, günahkarlar ve suçlular arasında yargılasın’. Öyle bir anlaşma yapıyor ki Kürtlerle, o kadar güveniyor ve inanıyor ki bu sözleri sarf ediyor. Bu kadar net. Ama ne oldu?

Bu sözleşme ilerleyen süreçlerde kesintiye uğradı, yok sayıldı. Biz bu tarihsel ortaklıkların kıymetini çok iyi biliyoruz ve bu referansları önemsiyoruz. O yüzden diyoruz ki duayla başlayan süreç bedduayla bitmemeli. Bugün ‘Osmanlının torunuyum’ diyenler, bu tarihsel anlaşmanın ruhuna niye sahip çıkmıyor? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Kanuni Sultan Süleyman derler, diziler yaparlar, kitaplar yazarlar, resimlerini odalarına asarlar ama bu tarihsel anlaşmayı asla dile getirmezler. Bu ruha ters düşenler aslında Kanuni’nin bedduasını alacaklar. Bunu iyi bilsinler.

Sayın Erdoğan kongresinde, ‘Köküne küs ağaç yeşermez’ diyordu. Buyurun, bu ülkeyi yeniden hep birlikte yeşertmek için önce tarihimizle yüzleşelim, barışalım. Ortak paydalarda buluşalım. Em dibêjin her dar li ser koka xwe şîn dibe. Em dibêjin her ax her çand pîroz e, biqîmet e. Werin koka darê em bi hev re şîn bikin. Unutmayalım ki tarih sadece geçmişin değil bugünün de aynasıdır. Kürt sorununun çözümü aynaya bakmaktan geçer, aynayı kırmaktan geçmez. Gelin bir de tarihin projeksiyonunu bu kez 104 yıl öncesine çevirelim ve 1921 Anayasasına bakalım.

1921 Anayasasının birçok eksiği var. Bunu biz de biliyoruz. Ama Türkiye tarihinde yerinden yönetimi esas alan tek anayasadır. Özellikle Kürtlerin ve diğer halkların, kimliklerin dillerine ve yerel yönetimlerine saygı gösteren bir anlayış var. Bugün yerele saygı göstermeyenler, iradenin yerine kayyım atayanlar gibi değildi. Fakat ne oldu? 1924’te bu anlayış ortadan kaldırıldı. 1530’larda olduğu gibi.

Kürt sorununda bastırma-direniş ikileminin kapısı açıldı. Ne olduysa 24’ten sonra oldu. Kimliğini reddettiği insan, inancını reddettiği insan direndi, o da bastırdı. O varım dedi, diğeri yoksun dedi. O direndikçe, diğeri de ülkenin bütün ekonomisini ve enerjisini çarçur etti, ülkeyi uçurumun kenarına getirdi. Aşırı merkeziyetçi anlayışla demokrasi darbe mekaniğinin tornasına yerleştirildi. İşte darbe mekaniğini de 1924’ten sonra başlayan inkarcı politikalar oluşturdu.

Cumhuriyetin kurucu iradesinin mirasına sahip çıkanlara da soruyoruz: Madem kuruluş sürecinin iradesine sahip çıkıyorsunuz, o halde neden 1921 Anayasasını görmezden geliyorsunuz? Oy alırken o tarihi mirasa sahip çıktıklarını söylüyorlar ama halkları tanıyan, yerel yönetimlerin özgünlüğünü tanıyan 21 ruhunu asla dile getirmiyorlar. Neden Türk-Kürt ilişkilerini içeren 1920 ruhunu hiçe sayıyorsunuz? Neden 1920 ruhuna uygun güncellenmiş bir dil pratik ve yol haritası ortaya koymuyorsunuz? Bu soruları soruyoruz.

Osmanlı’dan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar bu ortak yaşam adımlarını hatırlamalıyız, tarihsel karşılaşmaları doğru okumalıyız. Demokratik cumhuriyet çatısı altında bütün halklar ve inançlar özgür ve mutlu yaşasın. Sayın Öcalan’ın önümüzdeki günlerde yapacağı çağrı tarihin barışa dönük yüzünü canlandıracak önemli bir adım olacaktır. Bu tarihi çağrı hepimize büyük bir sorumluluk yüklüyor.

Biz bu sorumluluğu sırtımızda, omuzlarımızda, başımızda taşımaya hazırız. Dünya değişiyor, Ortadoğu değişiyor, yaşam değişiyor. Gelin, hep birlikte biz de değişelim; rotamız demokrasi, rehberimiz barış olsun diyoruz. Gotineke me heye dibêje dema mirov got heq çem disekine av dimiçiqe. Em jî dibêjin aştî heq e, edalet heq e, çareserî, maf heq e. Werin heqê gelan nas bikin.

Bugün böyle daha çok bu sürece değindik. Genel memleket meselelerini bu grup toplantımızda dile getirmedik. Gerçekten tarihi bir eşikteyiz. Bu tarihi kapıları barışa, kardeşliğe ve özgürlüğe açmaya çalışan Kürtler kadar, umarım ki bu ülkeyi yönetenler de samimi olur. Ramazan ayına gireceğiz. Ramazan ayının ülkemize, ülkemizde yaşayan inançlı insanlarımıza, Müslüman alemine barış, demokrasi ve özgürlük getirmesini diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

“Çağrının ciddiyetine uygun bir formül bulunsun”

Partisinin grup toplantısının ardından, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Görüntülü mesaj için mevzuat yok” açıklamasına dair soruyu yanıtlayan Bakırhan, “Birçok konuda mevzuat yarılıyor. Başka yaklaşımlar da ortaya konuluyor. Böylesi tarihi bir meselede yapılacak çağrının ciddiyetine uygun bir formül bulunsun diyoruz. Bulunacağına da inanıyorum” dedi.

Bakırhan, Abdullah Öcalan’dan ne zaman çağrı yapılacağına dair soruya şu yanıtı verdi: “Bir çağrı olacak ve bu yakın zamanda olacak. Tarihi hakkında şu anda bir şey söyleyemiyorum” diye kaydetti. Bakırhan, görüşme için başvuru yapılıp yapılmadığına dair soruya ise, “Bunlar teknik meseleler. Başvuru yapılmıştır. Onlar adına bir şey demeyeyim” diye kaydetti.

Bakırhan’ın bu sözleri sonrası 3’üncü görüşme için başvurunun yapıldığına dair haberler geçildi. DEM Parti Basın Bürosu, bilgilendirme notu paylaşarak, başvurunun yapılmadığına işaret ederek, Eş Genel Başkan Bakırhan’ın söz konusu durumu “bir ihtimal” şeklinde dile getirdiğini paylaştı. Açıklamada, başvuruya dair hazırlıkların devam ettiği ifade edildi.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Yargı” Çıkışı: Tarafsız Ve Bağımsız Olmalı

Partisinin İstanbul kongresinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Örgütü, 3’üncü Olağan Kongresi’ni Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştiriyor.

DEM Parti bayraklarıyla donatılan kongre salonuna,  “Savaşta barışta gençlik ön saflarda”, “Kayyımlar gidecek biz kalacağız”, “Büyük direneceğiz büyük kazanacağız”, “2025 yılını özgürlük yılı yapacağız”, “Genç başladık genç başaracağız”, “Örgütlü direneceğiz emek sömürüsüne son vereceğiz”,”Jin Jiyan Azadî”, “Demokratik yaşam için eşitlik adalet özgürlük” pankartları asıldı.

Kongreye, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın yanı sıra siyasi parti temsilcileri, sivil toplum ve kadın örgütleri temsilcileri ile binlerce yurttaş katıldı. Kongrede konuşan Bakırhan, şunları söyledi.

“Cemal Kavak yoldaş şahsında bugüne kadar emek veren değer katan, bedel ödeyen ama aramızda olmayan bütün yoldaşlarımızı sevgi ve saygıyla anıyor, onları mücadelemizde ve yüreğimizin en baş köşesinde taşıyoruz. Hem dünya hem Ortadoğu hem de Türkiye tarihsel bir süreçten geçiyor. Bu tarihsel süreçte bütün ülkeler, bütün yönetimler bugüne kadar yapmış oldukları politikaları gözden geçirerek, kendisini yeni döneme ve gelişmelere göre şekillendirmeye çalıştığı bu süreçte maalesef Türkiye, AKP ve MHP iktidarı yine yanlış rotada ve yolda yol almaya devam ediyor.

Dünya, Ortadoğu yeniden şekillenirken bizimkiler hala 100 yıllık ret ve inkar politikalarını hayata geçiyorlar. Hakkari’den başlayarak Türkiye’nin dört bir yanına kayyım atamaya devam ediyorlar. Yine alnının terinin karşılığını almak isteyen bunun için direnen greve giden insanca yaşam mücadelesi veren emekçiler darp ediliyor, öncüler tutuklanarak cezaevine gönderiliyor. Bu yetmiyor.

Belediye eşbaşkanları hakkında soruşturmalar başlıyor. Yargı muhalifler üzerinden bir sopa olarak kullanılmaya devam ediyor. Yetmedi. Her gün kadınlar katlediliyor. Kadın katliamlarını önlemek için yasalar çıkarması gerekenler İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırarak, bir nevi kadın kırımını meşrulaştıran bir anlayışla hareket ediyor.

HDK, 14 yıldır ezilen ve yok sayılan tüm halklar için mücadele yürütüyor. HDK’de onlarca arkadaşımız gözaltına alındı, 30 arkadaşımız tutuklanarak cezaevine gönderildi. Neymiş? HDK terör örgütü imiş. Arkadaşlar 14 yıldır İstanbul’un merkezinde binası, tabelası asılı bulunan 14 yıl içinde Türkiye’de siyasetçilerin, akademisyenlerin katıldığı çalışmalara imza atan çok değerli çalışmalar yapan, barış ve çözüm konusunda onlarca çalıştay yapan HDK’nin terör örgütü olduğu bugün mü aklınıza geldi sizin.

HDK, 14 yıldır İstanbul’un merkezinde tabelasıyla, binasıyla, çalışmalarıyla Türkiye demokrasisinin çalışmalarına katkı sunan bir kurumdur. HDK, terör örgütü değil, ezilen Kürt kadınıdır, Alevidir, gençtir, direnen işçidir, 16 milyon emeklidir. HDK Kürt’tür, Türk’tür, Arap’tır, ezilenler ve emekçilerdir. Onun için HDK’nin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız Esenyurt’taki emekçilere, ezilenlere sorun, Çorlu’da, Tekirdağ’da direnen işçilere sorun. 14 bin lira ile geçinmek zorunda kalan emeklilere sorun, kadınlara sorun, umudunu çaldığınız gençlere sorun. O zaman HDK’nin ne olduğunu kim olduğunu çok iyi görürsünüz.

Ne yapmış HDK? Kürt ve Türk ittifakı için Kent Uzlaşısı yapmış büyük suçu buymuş. Türkiye’nin Kürtlerin bütün halkların ve inançların bir arada yaşaması için çalışma yapmışsa dava açmak değil önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Yüzyıldır bu topraklarda Kürdü, Alevi’’yi diğer farklı inanç ve gruplarını ayrıştırdınız. Yok saydınız yok etmeye çalıştığınız. HDK, yok etmeye çalıştığınız, soy saydığınız halkların ve inançların bahçesidir. HDK, Türkiye’dir, 85 milyon insandır. Türk ve Kürt ittifakı için çalışmak ne zamandan beri suç olmuş.

Türk ve Kürt ittifakını savunmak suçsa 1920 öncesi Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlere giden Mustafa Kemal’e ne yapacaksınız? Kurucu meclise ne diyeceksiniz. Lazistan mebusuna, Kürdistan mebusuna ne diyeceksiniz. Kürt ve Türk ittifakı bu toprakların olmazsa olmazı ve en önemli meselesidir. HDK, bu ittifakı sağlamak için kavgasız, savaşsız, çatışmasız demokratik bir Türkiye zemini için mücadele etmiştir ve etmeye devam edecektir. Bu soruşturmalar bu tutuklamalar, bu yargı sopası ile ülkenin en devrimci, en demokratik kurumunu kriminalize etmek doğru değil, buna izin vermeyiz. Ben HDK’liyim biz HDK’liyiz. Hepimiz HDK’liyiz olmaya devam edeceğiz.

‘Kent Uzlaşısı’ suç unsuru yapılıyor. Kürtler ve Türkiyeli emekçiler, ittifak yapamaz, uzlaşamaz. Yerel yönetimlerde iktidar olamaz. Bu bir savcının işi midir? Bir savcı mı karar verecek kiminle yürüyeceğimize. Kiminle ittifak yapacağımızı, kiminle Esenyurt’tu yöneteceğimizi savcı beyefendiye mi soracağız. Gücü yetiyorsa o savcı, buyursun Esenyurt’ta karşımıza aday olsun iktidarı da yanına alsın gelsin yarışalım.

Savcı efendi ne diyor biliyor musunuz? Vanlılar Van’ı da yönetemez Esenyurt’tu da yönetemez. Biz de diyoruz ki; Vanlılar Van’ı da, Esenyurt’tu da yönetmeye devam edecek. Van direnişi ve duruşuyla 14’te 14 yaparak sizlere en büyük mesajı vermiştir. İki dönem kayyım atadınız Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkımız sizlere sandıkta dersinizi verdi. Yetmedi 3’üncü dönem tekrar kayyım atamak neyin nesidir. Bu halkın iradesine kayyım atamaktan, bu halkın kimliğini onurunu yok saymaktan vazgeçin. Bu halk kendisini yönetecek, ittifak yapacak ve dün olduğu gibi bugün de yarın da daha güçlü bir şekilde İstanbul’u da Ankara’yı da Türkiye’deki bir çok kenti birlikte yönetecek.

“Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı”

Kadın, ‘İstanbul Sözleşmesi’ deyince işkence görüyor. TÜSİAD, işverenler kurulu ‘hukuk yok’ deyince yargı hemen göreve koşuyor. Van’da Rojin Kabaiş katledildi, bütün delilleriyle olay ortada dururken yargı yok ama TÜSİAD ‘hukuk’ deyince bir gün sonra yargı koşarak göreve geliyor. Rojin Kabaiş’i görmeyen yargı, TÜSİAD’ın ‘hukuk yok’ demesine ‘kayyım atamalarının anti demokratik olduğunu’ söylemesine yargı hemen koşuyor.

İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler. Halkların birbiriyle bu aidiyet bağını zedeler. Yargıya, işini yapmasını, olumsuzlukları, katliamları kayyım gaspını, kayyım hırsızlığını soruşturması için çağrı yapıyoruz. Yargının işi DEM Parti’nin kiminle ittifak yapacağı değil, olmamalıdır, olamaz da.

Değerli halklar, tüm bunların yanında Sayın Erdoğan geçen gün ‘sandığın itibarına gölge düşürülmesine izin vermeyeceğiz’ diyor. Allah aşkına sandık mı kaldı? Sandığın onuru mu kaldı? Sandığı yere gömdünüz, yok saydınız. Hakkari’nin iradesini gasp ettiniz, sandığın itibarını mı bıraktınız ki sandığın itibarına gölge düşürmeyeceğiz diyorsunuz? Kimi kandırıyorsunuz? Burada oturan halklarımız emekçilerimiz sizin sandığa nasıl yaklaştığınızı çok iyi biliyor. Lütfen eğer haberiniz yoksa Van’a bakın, Mardin’e bakın, Akdeniz’e, Esenyurt’ta bakın.

Oralarda sandığın itibarı yerle bir edildi. Oralarda halkın iradesi gasp edildi, çalındı. Sayın Erdoğan, haberiniz yoksa şimdi söylüyorum, duyun o zaman. Biz Türkiye’nin en büyük 3’üncü zeminiyiz. Siyasette bütün hesaplar yapılırken biz olmadan hiç bir hesap doğru sonuç vermiyor. Bu engeller Türk ve Kürt kardeşliği önünde engel olamayacak. Bu engeller bizi durduramayacaktır. Bu engeller olsa dahi Munzur gibi akar, yolumuzu bulur demokrasi, özgürlük eşit yurttaşlık mücadelesini devam ettiririz. Bıkmayacağız, yorulmayacağız. Türkiye’yi demokratikleştireceğiz.

Bütün bu saldırılara rağmen engellemelere rağmen bütün inkar ve yok saymalara rağmen Türkiye’nin demokratikleşmesi bizim vazgeçilmez temel görevlerimizden biridir. Suriye ‘de yeniden ittifaklar oluşuyor. Her ülke yeniden bir konum almak zorunda kalıyor ama bizim o yüzyıllık inkarcı akıl Suriye‘ye de rahat vermiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’nin statü elde etmemesi için elinden bütün çabayı ortaya koyuyor.

Yahu Van’da Hakkari’de Kürdün iradesini kabul etmiyorsun, Kuzey ve Doğu Suriye’den ne istiyorsunuz? Ne istiyorsunuz oradaki Kürt’ten, Alevi’den, Çerkes’den Ermeni’den, Ezidî’den. İnsanlar orada demokratik bir zeminde bir arada yaşamaya çalışıyor. Bu düşmanlıktan vazgeçin. Bırakın Suriye’nin geleceğini Suriye halkları karar versin. Bırakın Kuzey ve Doğu Suriye’nin gerçeğine orada yaşayan halklar karar versin.

Size mi kalmış SMO çeteleriyle birlikte Tişrîn Barajı’na saldırmak. Kürt statü elde etmesin diye Suriye rejimiyle ilişkiye geçmek. Size düşen Kürdün statüsünü kabul etmektir. Suriye rejimi üzerinde bir etkiniz varsa Kürt ile barışını sağlayın. İstanbul’da yüksek sesle haykırıyorum. Barışa var mısınız? Hem Türkiye’de hem Suriye’de hem de Ortadoğu’da. Biz varız, Sayın Öcalan var, DEM Parti var, HDK var, Kürt, Alevi, Emekçi var. Sağdan sola kadar Türkiye’de hatırı sayılır bir zemin çözüm diyor, barış diyor ama beyefendilerin aklı başka çalışıyor.

Türkiye’de siyasal anlamda tarihi bir süreç, tarihi bir tartışma günlerini yaşıyoruz. Sayın Öcalan, İmralı Cezaevi’nden bir tarihi çağrı da yapacak. O tarihi çağrıda ekonomide adalet demokratik ve bağımsız yargı. Kürtlerin anadilini, özgürce konuştuğu iradelerinin gasp edilmediği, Alevilerin eşit yurttaş olduğu gençlerin ve kadınların katledilmediği, umutlarının çalınmadığı bir demokratik Türkiye düşüncesi ortaya konulacaktır. Bir yol haritası ortaya konulacaktır. Biz de bu tarihi çağrıyı önemsiyoruz.

DEM Parti olarak ilk günden beri Sayın Öcalan’ın ortaya koyacağı bu tarihi çağrının arkasında olduğumuzu desteklediğimizi ve savunacağımızı belirtmiştik. Bir tarihi çağrı var ama bazıları memnun değil. Kimileri diyor ki Kürtleri kandıracaklar, Kürtler nasıl kanacaksa? 100 yıldır, 30 defa yok sayılan katledilen, hapsedilen sürgün edilen, açlıkla terbiye edilen bu halk kandırılmadı bugünlere geldi. Türkiye’nin en büyük 3’üncü zemini oldu. Siz merak etmeyin biz kandırılmayız. Bu kaygı ile gecenizi gündüzünüzü geçirmeyin.

Bununla kaygılanacağınıza bu sürece destek verin. Biz kanacak bir halk değiliz biz kanacak bir parti değiliz. Biz kanacak halklar zemini değiliz. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla birlikte bu beka, güvenlik dedikleri sığındıkları o liman da ortadan kalkacak. Sayın Öcalan çağrı yaptıktan sonra artık Türkiye’de demokrasi konuşulacak.

Özgürlükler konuşulacak. Kimin yanında olduğu, kimin karşısında olduğu açığa çıkacak. Kimin yalan söylediği, kimin gerçekten inandığı ortaya çıkacak. Yapılacak tek şey var. Demokrasiyi de ekonomiyi de rayına sokacak Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bundan kaçan kaybeder.”

Konuşmaların ardından faaliyet raporu okundu. Ardından tek liste ile gidilen seçimlerde Arife Çınar ile Çınar Altan, yeni eşbaşkanlar oldu.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: İktidar Süreci Baltalamaya Çalışıyor

Yeni sürece dair değerlendirmelerde bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Biz samimiyiz, öteden beri barış elini uzatıyoruz. Samimi olmayan iktidarın kendisidir. Türkiye, çözümü ve barışı konuşuyor ama hükümet hiç oralı değil. İktidar HDK tutuklamalarıyla bu süreci baltalamaya çalışıyor” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Tuncer Bakırhan, ayrıca, Öcalan’ın “bir yol haritası” hazırladığını ifade ederek “Türkiye’de yaşayan halkların ve inançların demokratik bir zeminde yaşaması için Alevilerin eşit yurttaş olabilmesi için, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için bir yol haritası hazırlıyor, bir çağrıya hazırlanıyor” dedi ve ekledi:

“Sayın Bakan daha yeni mevzuatı, hukuku hatırlamış. Şimdi yapılacak bu çağrı karşısında sizi ciddiyete, samimiyete davet ediyorum. Sayın Öcalan’ın yapacağı bu tarihi çağrının, anı anına Türkiye halklarıyla buluşmasını sağlayacak bir yol ve yöntem bulmanız gerekiyor. Sayın Bahçeli ‘Meclis’e gelsin’ demişti, artık gerisini siz bulun Sayın Bakan. Sanki mevzuat, hukuk uyguluyorsunuz. Çağrı yapılacağı zaman mevzuat ve hukuku hatırlatıyorsunuz. Sayın Bakanı ciddiyete, samimiyete davet ediyorum.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Tunceli 2. Olağan İl Kongresi’nde konuştu. Bakırhan, konuşmasında şunları söyledi:

Sima bi xêr ameyî, hûn bi xêr hatin, li ser seran li ser çavan hatin. Değerli Dersimli yoldaşlarım, STK’lerin ve siyasi partilerin değerli temsilcileri, hepiniz saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Kongremize şimdiden başarılar diliyorum. Sözlerime başlamadan önce Dersim’in kutsal mekanlarına, Düzgün Baba’ya, Mercan Dağları’na, Fatma Ana’ya, Buyer Baba’ya, Munzur’a selamlarımı iletiyorum.

Yine bu topraklarda eşit yurttaş olarak yaşamak için mücadele etmiş, şu anda aramızda olmayan ama mücadelesiyle, duruşuyla ve direnişiyle ön açan Seyid Rıza’ya, Ana Besê’ye, Zarife’ye, Alişer’e, Doktor Şivan’a ve Aysel Doğan’a sevgi, saygı ve minnetlerimi iletiyorum. Onların şahsında şu anda aramızda olmayan onlarca, yüzlerce, binlerce canımızı da saygı ve minnetle anıyorum. Onların mücadelesine bağlı kalacağımızın, o bayrağı bir gün mutlaka ama mutlaka zafere taşıyacağımızın sözünü bir kez daha yineliyoruz.

Dersim sıradan bir şehir değil. Dersim, hakikatin yoludur; direnişin ve duruşun kentidir. Dersim pes etmeyen, inatla kimliğine, kültürüne ve özgürlüğüne sahip çıkan ve bu yönleriyle de bize örnek olan çok değerli bir kentimizdir. Onun için bugün özellikle burada olmak istedim. Gerçekten mutluyum ve gururluyum.  Dersim Reye Heq inancının ser çeşmesidir. Kimliğini inatla ve inançla yaşatan bir kent olması açısından da önemlidir.

Dersim bize büyük bir miras bıraktı. Denizlerin, Mahirlerin İbrahimlerin, Sakinelerin mirası çok değerlidir, kutsaldır. Bu onurlu direniş mirasını yaşatmak için elimizden gelen bütün çabayı ortaya koymaya devam edeceğiz. Kayyımlarıyla kesinlikle mücadelemizi durduramayacaklar. Hak ve hakikat yolunda, özgürlük yolunda, eşit yurttaş olma yolunda verilen bu değerli mücadele bütün zulüm politikalarına karşı devam edecektir.

“Bu inkarcı politikalarınızdan vazgeçin”

M. Ali Bul Başkanımız, Ergin Başkandan önce çıktı. Nurhayat Başkan çıktı ve daha binlercesini sayabilirim. Eğer tutuklamalar, baskılar ve bu kayyımcı anlayış başarılı olsaydı, bugün arkadaşlarımızla birlikte bu mücadeleyi daha güçlü bir şekilde devam ettiremezdik. Asıl ders alması gereken, bu retçi ve inkarcı sistemdir; yok etmeye çalışan bu sistemdir. 100 yıldır aynı ezberi tekrar ediyor. Seyid Rıza vazgeçti mi ki biz vazgeçelim? Sakine vazgeçti mi ki biz vazgeçelim? İşkence edilip öldü diye mezarlığa bırakılan Aysel Doğan vazgeçti mi? Bu direnişten, bu duruştan artık siz ders alın. 100 yıllık inkar politikalarınızı bir kenara bırakın.

Kayyımlarla halkın iradesini gasp eden, sandığa atılan helal oyları yok sayan bir anlayışla Dersim’in direnişini durdurabilir misiniz? Siz dağların kayıp anahtarını arayan Dersim halkının mücadelesine ket vurabilir misiniz? Biz mücadelen vazgeçmiyoruz. Haklı bir mücadelenin sahipleri olarak vazgeçemeyeceğimizi daha kaç defa size söyleyeceğiz? Sadece bu kongre salonunda değil yaşamın her alanında vazgeçmeyeceğiz.

Cezaevlerindeki doluluk oranı yüzde 130’larda. Kürtler, Aleviler, Kızılbaşlar vazgeçti mi? Üç dönemdir kayyım atadığınız Van halkı vazgeçti mi? Siz kayyım atadıkça onlar 14’te 14 yaptı. On bin kaçak seçmen taşıdığınız Siirt mi vazgeçti? Dersim’in dağını, köyünü, yaylasını boşalttınız, yasakladınız; Siirt’te neredeyse köy bırakmadınız. Mersin’e giden Siirtli Kürtlüğünden vazgeçti mi? İstanbul’a, Adana’ya, Mersin’e giden Aleviler inancından vazgeçti mi? Dolayısıyla bu duruş, bugün Dersim’deki bu coşkudan ve kitlesellikten ders alması gerekenler reddedenlerdir, inkar edenlerdir.

Siz de takip ediyorsunuz. Hegemonik emperyalist güçler kendi çıkar ve menfaatleri için savaş çıkarmayacakları bir coğrafya neredeyse bırakmadılar. Dünyanın dört bir yanında bu hegemonik emperyalist güçlerin paylaşım savaşları sürüyor. Ama katledilenler yoksul ve emekçi halklardır. Ortadoğu yanı başımızda. Her gün çatışmalar var, her gün insanlar yerinden ediliyor. Hegemonik güçler bu tabloyu izleyerek keyiflerine ve rantlarına bakıyorlar. Oradan geçecek enerji hatlarına bakıyorlar.

Gazze’de kimin öldüğü, kimin kaldığı umurlarında değil. Kuzey ve Doğu Suriye’de katledilen Kürtler kimsenin umurunda değil. Ortadoğu’yu cehenneme çeviren bu emperyalist hegemonik güçlere zemin hazırlayanlar kim? Ortadoğu’daki oligarşik yönetimler Kürt’ün, Alevi’nin, Ermeni’nin, Êzidî’nin, kadınların ve gençlerin kimliğini tanısaydı böyle emperyalist müdahalelere açık bir hale gelmeyecekti.

Bir suç emperyalistlerin, bir suç da onlara bu zemini açan antidemokratik iktidarların, oligarşik iktidarlarındır. Dolayısıyla hem dünyadaki savaşlardan hem Ortadoğu’daki gelişmelerden herkes büyük dersler çıkarmalıdır. Demokrasisini ve özgürlüklerini yerleştirmiş olan hiçbir ülke emin olun ki hegemonik güçlerin saldırılarına maruz kalmaz. Demokrasisini sağlayan bir ülke güvenlik sorunu yaşamaz. Güvenlik kaygısı yaşayan ülkeler antidemokratik ülkelerdir. İşte tam da bu sebeple Türkiye’de 1 Ekim’de yeni bir tartışma süreci başladı.

Bir tarafta Kürt sorunu konuşuluyor, bu tartışmaların bir barış sürecine evrilmesi tartışmaları var. Diğer tarafta dolu dizgin bir zulüm var, tutuklamalar var, gözaltılar var, kayyımlar var. Bugüne kadar görmediğimiz vahşet politikaları hayata geçiriliyor. Haklı olarak şunu soruyor olabilirsiniz: Ne oluyor? Hani barış tartışılıyordu, hani bir barış süreci tartışılıyordu, hani İmralı’ya heyetler gidiyordu? Ancak ülkeyi yönetenler, mevcut antidemokratik koşullardan beslenenler demokrasiye kolay gelmezler; barışı ve özgürlüğü kolayca kabul etmezler. Çünkü onların varlık gerekçeleri baskı ve inkardır. Alevi’nin kimliğini yok saymaktır, Kürt’ü yok saymaktır.

Dolayısıyla, evet, bu tartışmalar var. Evet, işimiz zor. Evet, bu ülkeyi yöneten bir avuç muktedir kolay kolay barışa gelmez. Ama bir gerçek daha var: Güçlü ve örgütlü olmak, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en dinamik örgütlü gücü olmak antidemokratik rejimleri, yönetimleri, antidemokratik karakterdeki iktidarları istemeseler de bu zemine çeker. İşte tam da 1 Ekim’den sonra başlayan tartışmaların sebebi budur. 100 yılık politikalar sonuç almadı. Aleviler, ‘Kimliğim her şeyimdir, eşit yurttaşlık istiyorum’ dedi, vazgeçmedi. Kürtlere uygulanmayan zulüm kalmadı.

Dersim’in her santimetrekaresi her ağacı zulüm yaşadı. Dolayısıyla bu politikalar sonuç vermedi. Bitmeyen, kimliğini ve özgürlüğünü isteyen bu halk gerçekliği karşısında meseleyi diyalog ve müzakereyle çözmek gerekiyor. 1 Ekim tartışmaları budur. 1 Ekim tartışmaları, güçsüzlüğümüzden ve pes etmemizden dolayı değil; yüz yıldır zulüm politikalarının sonuç almamasından dolayı başlamıştır. Merak etmeyin, kimse Seyid Rızaların torunlarını kandıramaz. Munzur’un önüne onlarca set çektiler, Munzur’un akışı durdu mu? Dolayısıyla zulüm politikaları bizim akışımızı durduramaz; yolumuzu bulur, yine devam eder gideriz.

1 Ekim, sizin mücadelenizin ve duruşunuzun bir sonucudur. Bizim kimseden bir beklentimiz yok. Kimseye boynumuzu uzatmadık. Biz hakikati gösterdik. Biz, Alevilerin eşit yurttaş olması gerektiğini vazgeçmeden dile getirdik. Kürtlerin ve diğer halkların kendi kimlik ve inançlarıyla yaşayacakları bir zemini işaret ettik. Onun için korkması gereken, tereddüt etmesi gereken biz değiliz.

Biz olduğumuz yerdeyiz; Dersim halkının yerel yönetimlerde ortaya koymuş olduğu iradeyiz, iki dönem kayyım atanmasına rağmen 14’te 14 yapan Van’ız. Biz yerimizdeyiz. Biz yerimizdeyiz ama oyalayan, kandırmaya çalışan kaybeder. Bu meseleyi çözmeyen iktidarını devam ettiremez. Kürt meselesi var oldukça bu ülkede ekonomi düzelmez. 3 trilyon dolarını Kürt anadilini konuşmasın, Dersim inancını yaşamasın diye savunmaya harcayan kaybeder. Kaldı ki artık oraya harcayacak milyon dolarlar da kalmadı, bırakın 3 trilyon doları.

“Bu iktidar HDK tutuklamalarıyla süreci baltalamaya çalışıyor”

Sizin mücadeleniz kendisini dayattı, barış kendisini dayattı. Diyalog ve müzakere artık kaçınılmazdır. 1 Ekim tartışmalarının başlamasının sebebi budur. Biz samimiyiz, öteden beri barış elini uzatıyoruz. Samimi olmayan iktidarın kendisidir. Türkiye, çözümü ve barışı konuşuyor ama hükümet hiç oralı değil. İktidar HDK tutuklamalarıyla bu süreci baltalamaya çalışıyor. HDK, bütün halkların ve inançların, çatısı altında özgürce bir araya geldiği bir zemindir.

Sömürü olmasın, İstanbul Sözleşmesi tekrar gelsin, kadınlar katledilmesin, her nehrin önüne baraj çekilmesin, her dağ bir AKP’li sermayedara peşkeş çekilmesin diye bir araya gelenlerin zeminidir. HDK; Kürt’tür, kadındır, Alevi’dir, sosyalisttir, devrimcidir, umudu çalınan gençtir. HDK, terör örgütü değildir. Son tutuklamalarda ne söylüyor savcı biliyor musunuz? “HDK’ye girdiğiniz tespit edilmiş”. HDK, devletin yasalarına göre kurulmuş bir kurumdur. Tabii ki kapıdan gireceğim, camdan mı gireyim?

Bölgede de bir savcı bir yöneticimizi gözaltına alırken söyle demiş: ‘HDP’ye girerken görüntünüz var’. Türkiye’nin 3. büyük partisine, Türkiye’nin en sahici muhalefetinin mekanına girmek de suçmuş! Bu zihniyetle barış gelmez. Kendisine çeki düzen vermesi gerekiyor. Bu zihniyetin barışa ve çözüme ikna olmasın. Bu zihniyetin Sayın Öcalan’ı anlaması lazım.

Bu zihniyetin Dersim’e bakması lazım. Her karışı katliam gören bu coğrafyadan dersler alması lazım. Artık uygulanan politikaların sonuç almadığını görmesi gerekiyor. Dersim bölgenin hafızasıdır. Dersim’de Aleviliğe ve Kürtlüğe inkar dayatıldı. Ben bir Sünni Kürt olarak bir defa zulüm gördüysem, Dersim’in Alevileri iki defa zulüm gördü, yok sayıldı. Onun için Dersim hafızadır. Dersim ile barışmayan, iradesini tanımayan samimi değildir.

Alevi’yi sürecin içinde görmeyen akıl bu meseleyi görmekten uzaktır. Bölgenin hafızası olan Dersim’i, Dersim’in ruhunu dikkate alın. Dersim emekçilerin, sosyalistlerin, Alevilerin, Kürtlerin ve diğer halkların kardeşçe bir arada yaşadıkları bir kenttir. Dersim’de kimsenin neye inandığına, nasıl düşündüğüne, nasıl yaşadığına kimse karışmaz. Türkiye’nin demokratikleşmesi Dersim ruhunu kabul etmekten geçer. Sizler, çifte inkar ve asimilasyona maruz kalanlar olarak, bu süreci sahiplenmeli ve sırtlamalısınız.

Bir barış olacaksa Dersim’le barışmaktan geçer. Bu süreç Dersim’in sürecidir. Bu süreç başarıya ulaşırsa, sizin çift kimliğiniz eşit haklarla bu ülkede yaşayacaktır. Dersim, bu sürecin kendisidir ve sürecin en büyük sırtlayıcısı olmalıdır. Bunu yapacağınıza inanıyorum. Böyle onurlu ve dik şekilde konuşmamızı sağlayan sizin mücadelenizdir. Siz baş eğmediğiniz için biz böyle konuşuyoruz.

Dersim olmadan barış olmaz; Alevilerin eşit hakları olmadan çözüm olmaz. Dersimle 100 yıldır kavga ettiler, ne kazandılar? Dersim bütün renkleriyle burada duruyor. Kaybeden iktidarların, yönetimlerin kendisi oldu. Dersim o kadar iktidar, o kadar cumhurbaşkanı, başbakan gördü ki… Onlar geçti gitti ama Dersim yerinde. Dersim, mücadelesini devam ettiriyor. Hala bu kavgayı kayyımlarla sürdürüyorlar. Emin olun ki kayyım da buralarda kalıcı değil. Çünkü kayyımlar, hırsızlar, zulüm yapanlar gider ama Dersim burada kalır, Dersim kaybetmez.

Hasan Hayri 100 yıl önce Kasım ayında idam ediliyor. Hasan Hayri’nin torunu olan Cevdet Konak aynı günlerde görevden alınıyor, yerine kayyım atanıyor. 15 Şubat’ta Van’a kayyım atıyorlar. Bu kirli hafızayı bize hatırlatmaktan vazgeçin. Dededen toruna bu inkar devam ederken biz nasıl barışı gerçekleştireceğiz, nasıl inanacağız? Dededen toruna devam eden inkar politikalarının son bulması gerektiğini, Hasan Hayri’nin memleketinden, torununun yerine kayyım atandığı Dersim’den bir kez daha haykırıyoruz.

Dededen toruna bu inkardan vazgeçin, vazgeçmek zorundasınız. Çünkü bu miras torunları tarafından onurluca devam ettiriliyor. Birsen Orhan Başkan burada. Tek amacı halkına hizmet etmek olan Belediye Eş Başkanımızın attığı her adıma, ağzından çıkan her söze soruşturma açılmış. Yargıyı Kürt’e, Alevi’ye, sosyaliste, muhalife karşı sopa gibi kullanan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu kayyımcı anlayıştan vazgeçilsin. Bu anlayışın bu topraklarda yeri yok. Bir daha seçim olsun, Dersim bunlara katbekat cevabını verecektir. Van 15’inci belediye olsa 15-0 yapacaktır. Gerçi bunlar sıfır olmaktan utanmıyor. Sıfırcı bir ekonomi, sıfırcı bir demokrasi böyle davranıyor.

Bir taraftan kayyım atayacaklar, bir taraftan sopa gösterecekler. Biraz önce geldik sokakta köpeklerle karşılaştık. Kayyımın ilk icraatı onları ortadan kaldırmakmış. Akla bak ya! Sürekli bir şeyleri ortadan kaldırmak, yok etmek üzerine kurulmuş bu aklı eleştiriyoruz. Beyefendi gelir gelmez emekçinin, yoksulun, çalışanın ekmeğiyle oynamaya başladı. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Ayıptır yahu! Sen dışarıdan atanmış bir devlet memurusun. Biraz saygılı ol. Sokak hayvanlarıyla, çalışanlarla, emekçilerle uğraşma. Senin iktidarın utanmıyor ama sen biraz utan!

Değerli arkadaşlar, biraz önce söyledim, 1 Ekim’den sonra başlayan tartışmaları merak etmeyin. Sizin gücünüz sayesinde ayakta duran, mücadele eden bizler bu sürecin her aşamasında sizlerden rızalık almadan devam etmeyeceğiz. Her aşamasında sizden rızalık alacağız. Sizin rızalık verdiğiniz şeylere evet diyeceğiz.

Sizin dahil olmadığınız, rızalık vermediğiniz hiçbir şeyi yapmayacağımıza emin olabilirsiniz. Alevilerin rızası ve hakları olmadan, Aleviler eşit yurttaş olmadan hiçbir süreç yürümez. Bu süreç tam da Alevilerin eşit haklara kavuşmasının sürecidir. Onun için kendinize güvenin, bizlere güvenin, mücadeleye güvenin. Hiç kimse ama hiç kimse sahada kaybedip masada oyunlarla hakkımızı ve hukukumuzu çalamaz!

Evet, Sayın Öcalan bir çağrı yapacak. Sayın Öcalan 12 metrekarelik hücresinde 26 yıldır Türkiye’nin demokratikleşmesi için, Türkiye’de yaşayan halkların ve inançların demokratik bir zeminde yaşaması için, Alevilerin eşit yurttaş olması için, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için bir yol haritası hazırlıyor. Bir çağrıya hazırlanıyor. O çağrıdan sonra bu kayyımcı anlayışın ne yapacağını somut adımlarla göreceğiz. Çağrı, bizim mücadelemizin son bulduğu anlamına gelmiyor. Aksine daha güçlü ve demokratik bir zeminde örgütlenerek, büyüyerek mücadele edeceğiz.

‘Beka’ ve ‘güvenlik’ sopasını bunların elinden alacağız. O zaman kimin samimi olup olmadığını göreceğiz. O zaman kimin çözümden yana olup olmadığını göreceğiz. O zaman kimin gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana, kimin de bu mevcut politikalardan yana olduğunu hep birlikte göreceğiz. Sayın Öcalan bir görüşmesinde aynen şunları söylüyor: ‘Dersim doğal toplumun son kalesiydi. Fakat tertele ile bu doğal kültür bitirilmek istendi’. İşte Sayın Öcalan 12 metrekarelik hücresinde bu son doğal toplumun, bu son kalenin insanca, kardeşçe ve eşitçe yaşamasının mücadelesini veriyor.

Dağların kaybolan anahtarını bulmaya çalışıyor Sayın Öcalan. Dağların kaybolan anahtarıyla barışın kapısını aralamaya çalışıyor. İşte dağların kaybolan anahtarını bulmak için birlikte mücadele edeceğiz. O anahtarla da bu antidemokratik sistemin kapısını barışa, kardeşliğe, adil ve eşit yaşayacağımız bir Türkiye’ye aralamak için hep birlikte mücadele edeceğiz. Hiçbir iktidar bize oturduğumuz yerde çözüm sunmaz. Çözüm tartışmaları var ama yüzlerce insan gözaltına alınıyor.

En son 30 arkadaşımız tutuklandı. Heyet gidip geliyor ama kayyımlar atanıyor. Çözüm tartışmaları var ama işçilerin ekmeğiyle oynanıyor, sokak hayvanlarıyla uğraşıyorlar. Yok etme üzerine kurulu kafa aynı şekilde devam ediyor. Şimdi o anahtarı bulma ve o kilidi açma zamanıdır. Bu konuda Dersim’e güveniyoruz. Dersim, Türkiye’de Kürt barışının sağlanması için, adil ve eşit bir yaşam için, demokratik bir cumhuriyet için o anahtarı bulacak ve kilidi açacaktır. Size inanıyoruz, size güveniyoruz.

Sayın Öcalan çağrı yapmaya hazırlanıyor ama Adalet Bakanı ‘Görüntülü mesaj mevzuata uygun değil’ diyor. 100 yıllık bir sorun için çok değerli bir çağrı yapılacak ama Adalet Bakanı diyor ki Öcalan’ın anı anına görüntülü olarak Türkiye toplumuyla, Kürtlerle, Alevilerle buluşması mevzuata uygun değil. Sanki İmralı’da hukuk uygulanıyor. Sanki İmralı’da bir mevzuat var. Mevzuat mı bıraktınız, hukuk mu bıraktınız?

Orada gayri resmi bir hukuk uygulanıyor. Mevzuatın olmadığı bir yerde, çağrının yapılacağı zaman mı mevzuatı bize hatırlatıyorsunuz Sayın Bakan? Sanki mevzuat varmış! Dört yıldır ailesiyle ve avukatlarıyla görüştürülmüyor. Siz mevzuatı zaten İmralı’da toprağa gömdünüz. Yapılacak bu tarihi çağrı konusunda sizi ciddiyete davet ediyorum.

Sayın Öcalan’ın yapacağı bu tarihi çağrının anı anına Türkiye halklarıyla buluşmasını sağlayacak bir yol ve yöntem bulmanız gerekiyor. Sayın Bahçeli, ‘Meclis’e gelsin, çağrı yapsın’ demişti. Artık gerisini siz bulun Sayın Bakan. Eşit yaşayacağımız bir Türkiye formülasyonunu içeren yol haritasını açıklayacağı zaman Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin, söylemlerinin, sözünün, mimiklerinin ve canlı görüntüsünün Türkiye halklarıyla buluşacağı bir yol ve yöntem bulmaya davet ediyorum.

Biz büyük barış diyoruz, çok önemli bir çağrı yapılacak diyoruz ama Sayın Öcalan hala 12 metrekarelik hücrede. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bir an önce sağlık ve iletişim koşullarının, Türkiye toplumuyla buluşma koşullarının oluşturulması gerekiyor. Hükümeti ve Adalet Bakanını barışın ciddiyetine uygun davranmaya davet ediyoruz. Bakın biz ciddi davranıyoruz. Sadece Kürdistan coğrafyasında değil Çanakkale’den Antep’e, Tekirdağ’dan Hopa’ya ve Samsun’a kadar Türkiye’nin dört bir yanında toplantılar ve buluşmalar yapıyoruz.

Bugün Dersim’de olduğu gibi Türkiye emekçilerinin, halklarının rızasını almaya çalışıyoruz. Biz gecemizi gündüzümüze katıyoruz ama beyefendilerdeki rahatlığa bakar mısınız? ‘Tarihi bir çağrı yapsın ama toplum onu görmesin’. Bu ciddiyet değil. Sizi ciddiyete davet ediyorum. 100 yıllık bir meselenin çözümü konusunda çağrı yapacak en önemli muhatabın, bütün örgütünün ‘başmüzakereci’ dediği muhatabın bir an önce o hücreden çıkarılıp sağlık ve iletişim koşullarının sağlanması AKP hükümetinin boynunun borcudur. Bu sorumluluk onlardadır.

“Hem Türkiye’de hem Suriye’de Aleviler eşit yurttaş olmalıdır”

Alevi canların bin yıllardır var olduğu bu topraklardayken Suriye’deki Alevilere değinmeden geçmek olmaz. Oradaki Alevilerin maruz kaldığı zulmü ve katliamı bir kez daha kınıyoruz. Alevilere baskı yapılmasını kabul etmeyiz. Alevilerin içinde olmadığı bir Suriye, Suriye olmaz. Alevilerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Hıristiyanların, Êzidîlerin ve diğer halkların eşit ve özgürce yaşadıkları bir Suriye’yle olur. Alevi’yi katleden ve toprağını insansızlaştıran bir mantıkla demokratik bir Suriye olmaz.

‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ diyenleri, Suriye’ye abilik yapanları da uyarıyoruz: Tekçi ve retçi politikalarınız hem burada hem de Ortadoğu’da sonuç almadı. Hangi yüzle oraya tekçiliği önerirsiniz? Böyle bir cumhuriyet çözüm olmaz. Farklı halklara ve inançlara demokrasi getirmez, geçmişten daha kötü olur. Onun için Suriye’deki Alevi canlarımızla dayanışma içinde olduğumuzu belirtmek istiyorum. Alevilerin eşit haklara sahip olmadığı bir ülke mi olur? Zaten olmadığı için mücadele ediyoruz, bedel ödüyoruz, vazgeçmiyoruz. Bu haklı davadır bizi ayakta tutan. Hem Türkiye’de hem de Suriye’de Aleviler eşit yurttaş olmalıdır.

Kürt’ün masada olduğu bir yerde emin olun ki Alevi de vardır. Düşünmeyin ki Sayın Öcalan sadece Kürt sorunu hakkında konuşuyor. Sayın Öcalan sadece Kürt sorununa sıkıştırılacak bir aktör değildir. Sayın Öcalan, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini isteyen bir paradigmaya sahiptir.

Sayın Öcalan Kürt’tür, Alevi’dir, ezilendir, yoksuldur, katledilen kadındır, umudu çalınan gençliktir, yok edilmeye çalışılan doğadır. Sanıyor musunuz Sayın Öcalan’ın oturduğu masada Kürt olacak da Alevi olmayacak? Böyle bir şey olabilir mi? Bu konuda asla bir tereddüt olmasın. Orada bir masa ve Kürt varsa Alevi de vardır, emekçi ve ezilen de vardır. Orada bir masa varsa, haksız yere cezaevini dolduran binlerce yoldaşımız da vardır. Bu böyle olacak.

Çok mutlu oldum, çok memnun oldum burada olmaktan. Bu kongrelerle daha da güçleneceğiz, daha da büyüyeceğiz. Geçmişte emek verip bayrağı bize devreden arkadaşların emeğine emek katacağız. Yine birlikte olacağız. Bizde eski-yeni yok. Bir il yöneteceğiz, bir genel merkez yöneteceğiz. Bir gün bir şeyiz, diğer gün başka bir şeyiz ama toplamda bu halkın emekçisiyiz, emektarıyız. Bu halkın özgürlüğüne kavuşması için hangi görev olursa olsun arkadaşlarımızla birlikte sırtlanacağız.

Sizin de bunu yapmanızı istiyoruz. Bu kadar önemli ve tarihi bir süreçte eğer barışı kazanmak istiyorsak, eğer atalarımızın bedel ödeyerek bugünlere getirdiği bu topraklarda eşit yurttaşlar olmak istiyorsak bir il başkanı gibi, bir milletvekili gibi, bu partinin bir yöneticisi gibi sorumluluk ve görev almalıyız. Barışı sadece DEM Parti Dersim İl Örgütü getiremez, DEM Parti Genel Merkezi getiremez. Barış 85 milyonun ihtiyacıdır.

Bileşen ve ittifak partimizle, bu iktidarın zulüm düzeninden rahatsız olan insanlarımızla birlikte yürüyerek barışı sağlayabiliriz. Barışı bize AKP mi getirecek? Öyle bir şey yok. Barışı bir getireceğiz, birlikte getireceğiz. Onun için emek verip bugüne kadar getiren arkadaşlarıma bir kez daha huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar. Yeni seçilecek yönetime de başarılar diliyorum. Ji me hemûyan re serkeftin.”

Paylaşın

Bakırhan’dan İktidara “Kayyım” Uyarısı: Halkın İradesini Çalmaktan Vazgeçin

Kayyım atamalarına ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bu hırsızlıktır, usulsüzlüktür, yolsuzluktur! Bu hırsızlığı yapan hükümeti bir kez daha uyarıyoruz: Hırsızlıktan vazgeçin, halkın iradesini çalmaktan vazgeçin, halkın iradesine saygı duyun” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, partinin tüm belediye eş başkanları, belediye meclis üyeleri ve görevden alınan eş başkanlarla birlikte, kayyım kararlarını protesto etmek için Ankara’daki Güven Park’ta bir araya gelerek açıklama yaptı.

Tülay Hatimoğulları: “Değerli katılımcı arkadaşlar, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bizler, değerli halkımızla birlikte kayyım atanan yerellerde itirazımızı yükselttik, seçme ve seçilme hakkımızı bir kez daha talep ettik. Bugün de bütün seçilmişlerimizle beraber kayyım atayan zihniyete, Saray’a ve iktidara seslenmek için Ankara’nın göbeğinde buluştuk.

Türkiye’nin her yerinden gelen seçilmişlerimizle beraber seçme ve seçilme hakkımıza bir kez daha Ankara’dan sahip çıkmak için buradayız. Neden seçme ve seçilme hakkı diyorum? Çünkü kayyım gaspıyla seçme ve seçilme hakkımızın elimizden alındığı bir rejimle karşı karşıyayız. Kayyım demek, siyasi darbe demektir. Kayyım demek, halklarımızın seçme ve seçilme hakkını elinden almak demektir.

Kayyım ilk dönemlerde Kürt bölgelerinde, Kürdistan’da hayata geçirildi. Şimdi kayyım aynı zamanda Esenyurt’ta ve Türkiye’nin dört bir yanında. Hem muhalif belediyelere hem de başka alanlara, örneğin beğenmedikleri üniversite yönetimlerine ve yandaş olmayan şirketlere kayyım atama şeklinde zuhur ediyor. Kayyım, bu iktidarın otoriter rejimi bizlere zorla dayatmasının bir ürünüdür. Bunu asla kabul etmiyoruz.

Türkiye, erken dönemde seçme ve seçilme hakkını elde etmiş bir ülkedir. Bu hakkın elimizden alınmasına asla rızalık vermiyoruz, vermeyeceğiz. En son Van’a kayyım çok önemli bir gün olan 15 Şubat’ta atanmıştır. 15 Şubat Sayın Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirildiği gündür. 15 Şubat’a özellikle denk getirilmesinin bir anlamı var. Türkiye’de 1 Ekim’den bu yana devam eden çeşitli görüşmeler var.

15 Şubat’ta Van’a kayyım atanmasını, bu görüşmelere ve diyaloga verilmiş olan bir cevap olarak da değerlendirmekteyiz. Neden Van seçildi 15 Şubat için? Çünkü 31 Mart’ta Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’a mazbatası verilmek istenmemişti. Van halkının demokratik mücadelesi sonucu o mazbata verilmişti. Elde edilmiş olan o büyük başarıyı bozmak istedikleri için Van’ı özellikle 15 Şubat’a denk getirdiklerinin farkındayız.

Bu iktidar rövanşist bir yaklaşım içindedir. İktidarın bu yaklaşımını, bu kayyımcı ve siyasi darbeci anlayışını burada, Ankara’nın göbeğinde en sert şekilde kınıyoruz ve buna karşı mücadele etmeye hep beraber devam edeceğiz. Bu iktidar, “ülkeyi askeri vesayet rejiminden kurtaracağız” diyerek geldi ama bırakın kurtulmayı, kendi vesayet rejimini kurdu. Şu anda Saray’ın vesayet rejimiyle devam etmektedir iktidar. Bunu asla kabul etmeyiz.

Kayyımcı zihniyetle aynı zamanda belediyelerimizin mali kaynaklarına çökmek için gelmişlerdir. Kayyım rejiminin uygulandığı belediyelerimize baktığımızda, belediyeyi borçsuz alan kayyımların seçimlerden sonra bir ton borç bırakarak çekildiklerini görürüz. Belediyeleri borçlu hale getirdiler, asla hizmet üretmediler. Çünkü kayyım atanan yerlerdeki yurttaşlarımızı, oradaki Kürt halkını bu ülkenin hizmet edilebilir asli yurttaşı olarak görmediler. Değil hizmet etmek, var olan yolu da kaldırımı da bozdular.

Başta Van Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere belediyelerimiz örnek belediyecilik faaliyeti yürüttü, kente en güzel hizmetleri sağladı. Biz buradan bir kez daha diyoruz ki: Siz zaten Kürt bölgesine hizmet etmiyor, Kürt’ü asli yurttaş olarak görmüyorsunuz. Kürt’ü asla ve asla kendini yönetebilir, seçebilir, seçilebilir olarak görmüyorsunuz. Bu bir işkence biçimidir ve bunu uyguluyorlar.

Bunu kayyım olarak atadıkları valileriyle ve kaymakamlarıyla uyguluyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Belediyelerimizde stajını yaptıkları bu kayyımcı rejimi bütün Türkiye sathına yaymışlardır. Bunu Esenyurt Belediyesinde gördük. Bunu en son operasyon gerçekleştirdikleri kent uzlaşısında gördük. Kent uzlaşısına cumhuriyet başsavcısı dava açtı ve gözaltına alınan belediye başkan yardımcıları ile meclis üyeleri tutuklandı.

Başsavcı da yargıya bu talimatı veren Saray da şunu iyi bilsin ki bizler Türkiye’nin her yerinde kentin bütün dinamikleriyle, halklarımızla, farklılıklarımızla en geniş uzlaşıyı yaparak demokrasi mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir ki bir uzlaşıya dava açılsın. Ama biz Türkiye’de bu dönemde kent uzlaşısına dava açan yargıçlar ve saraylar gördük. Bizlere dönük gerçekleşen gözaltı ve operasyonlara karşı tarih boyunca geri adım atmadık, şimdi de geri adım atma niyetinde değiliz. Bu böyle bilinsin.

Dün sabaha karşı bir operasyonla uyandık yine. HDK’ye emek vermiş ya da herhangi bir faaliyetine katılmış olan arkadaşlarımız gözaltına alındı. Türkiye’nin dört bir yanında gözaltına alınmış olan arkadaşlarımızın hepsini İstanbul’a götürdüler. Şu an hala gözaltındalar. Buradan o yargı aklına, buradan yargıya o aklı veren Saray’a bir kez daha sesleniyoruz: Halkların Demokratik Kongresi ve uzlaşı temelinde kurduğumuz her siyasi ve toplumsal zemin bizim onurumuzdur ve sonuna kadar savunacağız.

Uzlaşıya operasyon yapamazsınız. Toplumun birbiriyle uzlaşmasına ket vuramazsınız. Her kentin toplumsal dinamiğiyle ve siyasi özneleriyle uzlaşı sağlamamıza ket vuramazsınız. Halkların Demokratik Kongresi, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançların bir arada olmasını ve ortak yaşamasını savunan bir kongredir. Oraya dönük gerçekleşen operasyonu da toplumun tamamına gerçekleşmiş olarak addediyoruz. Kabul etmiyoruz. Arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.

Bugün Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesiyle ilgili bazı girişimler söz konusudur. Heyetimiz şimdi Güney Kürdistan’da bazı çalışmalar yürütmektedir. Heyetimizin yaptığı çalışmalar önemlidir, anlamlıdır.

Devletin ya da iktidarın içindeki kimi kesimler tarafından her ne kadar barış provoke edilmeye çalışılsa da, kayyım atamalarıyla barış dinamitlenmeye çalışılsa da, gözaltı ve tutuklamalarla diyalog süreci darbelenmeye çalışılsa da biz DEM Parti olarak yıllardır verdiğimiz barış mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz. Onların bütün provokatif yaklaşımlarına rağmen, Türkiye’de onurlu barışın demokratik bir zeminde inşası için mücadele etmeye devam edeceğiz. Barış demeye, barış demeye, barış demeye hep beraber devam edeceğiz.

“Hükümeti uyarıyoruz: Halkın iradesini çalmaktan vazgeçin, halkın iradesine saygı duyun!”

Tuncer Bakırhan: “Türkiye’nin dört bir yanından helal oylarla seçilerek bugün buraya gelen çok kıymetli seçilmiş arkadaşlarımı, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün Güvenpark’ta belediye eş başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz, il genel meclis üyelerimiz ve parlamento grubumuz bulunmaktadır. Yani aslında Kürtlerin, Türkiye halklarının iradesi bugün buradadır. 6,5-7 milyon oyu temsil eden seçilmişlerimiz, bugün Türkiye’nin başkenti olan Ankara’ya bir haksızlığı, hukuksuzluğu ve darbeyi dile getirmek için geldi.

Bunu Van’dan, Esenyurt’tan, Colemerg’den ve kayyım atanan Kürt coğrafyasındaki yerellerimizden de dile getiriyoruz. Halklarımız da dile getiriyor, gençler ve kadınlar da dile getiriyor ama maalesef Ankara bunu duymak istemiyor. İşte bugün Ankara’da, asıl bu kayyım atamalarına sebebiyet verenlerin bulunduğu başkentte seçilmişlerimizle birlikte bir kez daha sesimizi duyurmak için bu meydandayız.

Kayyım bir gasptır ve bunu söylemeye gerek yok. Bu hükümet, kayyım gaspıyla üç dönemdir halkımızın verdiği oylarla almış olduğumuz yerel yönetimleri gasp ediyor. Siz de bilirsiniz, eskiden çocuklar evcilik oynardı. Bu hükümet de seçimcilik oynuyor, sandığı koyuyor. Kürtler Türkiye’deki emekçiler ve ezilenler iradesini seçiyor, bir partinin göstermiş olduğu adaya oy veriyor. Seçimcilik oynayan bu iktidar da “hayır, ben kazanmadığım için, Amed halkı bana oy vermediği için sandık sonuçlarını tanımıyorum” diyor.

Seçimcilik oynayan iktidarın yönettiği bu ülkede demokrasi vardır diyebilir miyiz? Gerçek bir sandık sonucu tecelli ediyor diyebilir miyiz? Yenileceksin, Mardin halkı seni sandığa gömecek, Van halkı sana oy vermeyecek, üç dönemdir atadığın kayyımlara halklar hayır diyecek; ancak sen siyasi kumpaslarla, oyunlarla ve yargı darbesiyle Mardin halkının, Colemerg halkının, Kürdistan coğrafyasındaki halklarımızın iradesini gasp edeceksin. Bu hırsızlıktır, usulsüzlüktür, yolsuzluktur!

Bu hırsızlığı yapan hükümeti bir kez daha uyarıyoruz: Hırsızlıktan vazgeçin, halkın iradesini çalmaktan vazgeçin, halkın iradesine saygı duyun. Bu hırsızlığınızla devam ederseniz de önümüzdeki dönem kurulacak sandıklarda tabela partisi olmaya artık hazır olun. Böyle bir antidemokratik uygulama olabilir mi? ‘Seçimde beni seçerseniz tanıyorum, seçmezseniz de seçtiğiniz iradeyi cezaevine atarım, yerine bir sömürge memuru atarım, kenti ben yönetirim’ diyor. Buna itiraz ediyoruz, bunu kabul etmiyoruz.

Biz barıştan yanayız. Halkın iradesinin tecelli etmesinden, halkın seçmiş olduğu yerel yöneticilerin yönetmesinden yanayız. Bu iktidarın masasında bunlar yok. İktidarın masasında, 100 yıldır var olan Kürt inkarı, Kürt reddi, Kürt asimilasyonu var; Kürt halkının iradesine kayyım atamak var. Çözüm nasıl olur, barış nasıl olur? Çözümü ve barışı bu topraklara nasıl getiririz? Biz bunları konuşurken, iktidarın masasında meğer Van kayyımı varmış, kayyımcılık varmış, irade gaspı varmış.

Şimdi soruyorum: Kim çözümden yana, kim barıştan yana? Kim bu anlayışla çözümü ve barışı sabote ediyor? Sizi bir kez daha samimiyete davet ediyoruz. Kürt halkı Türkiye’de ortak bir gelecek istiyor. Uzlaşıyla seçimlerde bir irade ortaya koydu. Kentin dinamikleri kendi yöneticilerini seçti. Bizim yöneticilerimiz Saray’ın koridorlarında belirlenip atanmadı; bizim yöneticilerimizi Kürtler, Türkler, emekçiler sandık kurarak seçti. Dolayısıyla bu halkın seçmiş olduğu iradeyi reddetmek aynı zamanda halkın iradesini gasp etmektir, yok saymaktır. İşte bu halk bugün barış diyor, çözüm diyor ama karşısında kayyımı görüyor. Kayyımcı anlayışı, bu yol ve yöntemlerden vazgeçmeye, halkın iradesini tanımaya davet ediyoruz.

Hükümetin bu karanlık kayyımcı anlayışının son bulmasını istiyoruz. Biz karanlık bitsin diyoruz, onlar bu kayyımcı anlayışla karanlık olsun diyor. Biz Türkiye aydınlık olsun, herkes kendi kimliğiyle eşit bir şekilde ortak bir vatanda yaşasın diyoruz; onlar Kürtler ayrı diyor ve Kürtlerin iradesini tanımıyor. Türkiye halkları bu haksızlığı ve hukuksuzluğu görmeli ve ses çıkarmadılar.

Mardin’e ve Van’a atanan bir kayyım, Adana’ya, İzmir’e ve İstanbul’a da atanan bir kayyımdır; Türkiye demokrasisine de atanan bir kayyımdır. Seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmaya dönük bir girişimdir. Biz kayyımcı karanlık anlayışın artık son bulması gerektiğini söylüyoruz. 100 yıldır bir denklem oluşturulmuş ve o denklemde Kürt yok, Alevi yok, emekçi yok. O denklemde demokratik haklarını kullanarak kendi yöneticisini seçen siz değerli halklarımız yok. İşte Sayın Öcalan, bu denklem bozulsun, bu ülkeye barış gelsin, hiçbir halk ve inanç dışlanmasın, Türkiye’de yaşayan halkların ortaya koyduğu iradeye saygı duyulsun istiyor.

Biz de bunu destekliyoruz, bunun için çalışıyoruz. Ancak karşımızda Ankara’da kayyım var, kayyımcı anlayış var, karanlık kayyımcı anlayışın yönetmiş olduğu yerel yönetimler var. Yerel yönetimleri yönetebilseler hadi neyse derseniz. O kentlerde önce kültüre, sanata ve farklı diller ve kültürler için yapılan hizmetlere müdahale ediyorlar. Önce kadın kurumlarına müdahale ediyorlar. Önce halkın yaşamını kolaylaştıran hizmetlere müdahale ediyorlar. Tek amaçları o kentin rantını almaktır.

Halka gitmesi gereken parayı üç beş yandaşa peşkeş çekmek için mücadele ediyorlar. Kayyımın sadece Kürtlere olmadığını, hepimize olduğunu belirttim. Onun için bugünden sonra sokakta Türkiyeli emekçiler ve halklar bu kayyımcı ve siyasi darbeci anlayışa karşı ortak mücadele etmelidir. Eğer biz Mardin’e atanan kayyımı engelleyebilseydik, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyım atamak için yargı kumpasıyla soruşturmalar açılmayacaktı. Kayyım Türkiye’nin sorunudur, hepimizin sorunudur. Bu sorun karşısında mücadele etmek, direnmek ve dayanışmak zorundayız.

Yine biliyorsunuz, Sayın Öcalan bir açıklama yapmıştı, onun arkasındayız. Sayın Öcalan’ın düşündüğü Türkiye’de bu kayyımcı anlayışa yer yoktur. Sayın Öcalan’ın açıklayacağı yol haritasında, 100 yıldır inkar edilen Türk-Kürt ittifakı var; Türk ve Kürt halkının ve diğer halkların birlikte yaşadıkları bir cumhuriyet var. Ancak maalesef bir yandan çözüm diyenler, diğer yandan kayyım atayarak aslında bu anlayışa da sabotaj yapıyorlar. Kayyımcı anlayış barışa, bu son tartışmalara sabotajdır. İradenizi tanımıyorum demektir.

İrademizi tanımayanlara biz de Ankara’dan sesleniyoruz: Masanızdaki Kürt’ü inkar eden reddeden, iradesini yok sayan, cezaevlerini ve mahkemeleri adres gösteren bu kayyımcı anlayıştan vazgeçin. Masanıza artık barışı koyun, çözümü koyun. Bu kayyımcı anlayıştan derhal vazgeçerek demokratik bir Türkiye’nin yol taşlarını döşeyecek yol haritasını açıklayın. Bütün Türkiye bu çözüm sürecine ilişkin düşüncelerini söylüyor ama iktidarın başı tek bir söz söylemiyor. Kendisine soruyoruz: Bu suskunluğunuz acaba kayyımla mı verilen bir cevaptır? Sizin bu suskunluğunuzun sebebini atanan kayyımlarla mı anlamamız gerekiyor?

Bütün bunlara rağmen biz tüm seçilmişlerimizle birlikte barışı savunacağız, irademize sahip çıkacağız. Bu hükümetin antidemokratik uygulamalarına karşı bugün Ankara’da olduğu gibi her yerde yediden yetmişe direnerek mücadele edeceğiz. Bu iktidarın kayyımcı anlayışına rağmen, bu topraklara onurlu barışı getirmek için seçilmiş olan arkadaşlarımızla beraber elimizden gelen bütün mücadeleyi ortaya koyacağız. Bu kayyımcı anlayışa rağmen barış diyeceğiz, müzakere diyeceğiz, demokrasi diyeceğiz.

Çözüm tartışmalarının bir barış sürecine evrilmesi için arkadaşlarımızla beraber yerel yönetimlerde, sahada, sokakta, Meclis’te barışı savunmaya devam edeceğiz. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasının dört bir yanından bu karda kışta Ankara’ya gelerek sesimizi duyurmak için katkı sunan bütün yol arkadaşlarımıza, seçilmişlerimize, il ve ilçe örgülerimize teşekkür ediyorum. Biz bugün burada olduğumuz gibi bir arada durabilirsek, bu dayanışmayı Türkiye’nin dört bir yanına yayabilirsek, bu kayyımcı anlayış vazgeçmek zorunda kalacaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Bakırhan, Devlet Bahçeli’ye Seslendi: Erdoğan Çözümün Neresinde?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye seslenerek, “Siz Türk Kürt ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasından bahsediyorsunuz. Ama ortağınız barış umudunuz yok etmek için son hızla devam ediyor” dedi ve ekledi:

“Siz bu sürece doğum sancısı diyorsunuz. iktidarınız bu sürece ölü doğum yaptırmak için çabalıyor. Kürt Türk ittifakını savunmak hepimizin görevidir. Biz barışa, diyaloğa, müzakereye inanıyoruz. Ortağınız ve yürütme erki olan Erdoğan çözümün neresindedir? Bu soruyu biz de 85 milyon insan da merak ediyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Meclis’te partisinin haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tuncer Bakırhan’ın açıklamalarından başlıklar şöyle:

“AKP iktidarı kaybettiği yerleri artık sandıkta alamayacağını çok iyi biliyor. Van’ı artık rüyasında bile göremeyeceğini çok iyi biliyor. Onun için kumpaslarla oyunlarla darbelerle bu iradeyi geri almaya çalışıyor. Van halkı, iradesi için günlerdir direniyor. Maalesef bir yargı var, yargı demek için bin şahit gerek.

AKP’nin özel kalem müdürü gibi çalışıyor. Polis talimatla gece yarısı evleri basıyor. Sonra kalkıp yargı kararı diyorlar. Hangi yargı kararı? Sandıkta yenemediğinizi yargı kumpasıyla pusu kurarak almaya çalışıyorsunuz. Van Büyükşehir Belediyemize bir gece yarısı çetevari bir şekilde girdiler. Sizden büyük darbeci, sizden büyük vesayetçi mi var.

Meclis Başkanı’na sesleniyorum. Senin vekilin, Şırnak halkının iradesini temsil eden Newroz Uysal’a yapılan işkenceyi kabul ediyor musun?

Van’dan Tişren’e kadar, bugünkü HDK operasyonuna kadar barış umudunu ortadan kaldırmak isteyen sabotajcı bir akıl var. Toplum 15 Şubat’ta Sayın Öcalan’dan çağrı beklerken iktidar çözümsüzlükte ısrar eden yaklaşımlarıyla topluma mesaj verdi. Bu sabah HDK’ye yapılan operasyonda en az 52 arkadaşımız gözaltına alındı.

Bu siyasi kırım operasyonu ülkenin barış, demokrasi ve çözüm arayışına yönelik topyekün bir saldırıdır. Bu baskıcı ve hukuksuz uygulamayı kınıyoruz, reddediyoruz. Her birimizin bu yolda alnımız aktır. Haklı mücadelemiz devam edecektir. Bu siyasi kırım operasyonlarının sayın Öcalan’dan gelmesi beklenen çağrının arefesinde olması, barış umuduna yönelik saldırıdır.

HDK’yi savunmaya devam edeceğiz. HDK biziz, biz HDK’yiz. Bir operasyon yapacaksanız hepimize yapın… Buradan Devlet Bahçeli’ye de sesleniyorum. Siz Türk Kürt ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasından bahsediyorsunuz. Ama ortağınız barış umudunuz yok etmek için son hızla devam ediyor.

“Barışa, diyaloğa, müzakereye inanıyoruz”

Siz bu sürece doğum sancısı diyorsunuz. iktidarınız bu sürece ölü doğum yaptırmak için çabalıyor. Kürt Türk ittifakını savunmak hepimizin görevidir. Biz barışa, diyaloğa, müzakereye inanıyoruz. Ortağınız ve yürütme erki olan Erdoğan çözümün neresindedir? Bu soruyu biz de 85 milyon insan da merak ediyor.

Bugün Van’da kayyım atanıyor. Yarın Adana’ya İzmir’e de göz dikecekler. Bu sadece DEM Parti’ye yapılan bir şey değildir. Parti meselesi değil, demokrasi meselesidir. Birlikte mücadele etmekten başka şansımız yoktur.

Barış imkanı her konuşulduğunda ‘Kürtler AKP ile anlaşıyor diyenlere sesleniyorum’. Anlaşıyorsak Van’a neden kayyım atandı, neden Van’da gençlerimiz işkence görüyor? AKP ile anlaşan sizsiniz. 22 yıldır AKP ile mücadele eden en güçlü zemin burasıdır. Milletvekillerimiz, siyasetçilerimiz neden cezaevinde. Onlar rahat konforlu alanlarından değerlendirme yapıyorlar.

Antep’te BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen tutuklandı, kınıyoruz. Antep’te ciddi bir işçi direnişi var, biz de destekliyoruz. İşçilerin emekçilerin hakkını savunanların yeri cezaevi değildir.

Devlette bir akıl var ki barıştan, çözümden korkuyor. Kürtlerin düşman gibi gösterilmesine can atıyor. Çünkü iktidarları buna bağlıdır. Bu nedenle Kürt halkının her barış talebi kayyımlarla, gözaltılarla, tutuklamalarla sabote edilmeye çalışılıyor. Biz de sürekli güvercin tedirginliğinde yaşamaya devam ediyor.

Sayın Öcalan Kürdü bir tehdit olarak gören devlet algısının ortadan kalkması gerektiğini söylüyor. Gelin eski korkularımızı geride bırakalım diyor. Biz de bu paradigmayı destekliyoruz. Bu ülkenin ortak geleceğini, kardeşçe yaşam umudunu büyütmek istiyoruz.

Sürece ilişkin kaygıları olan muhalefete de seslenmek istiyorum; bu yeni paradigmayla güvenlik-beka uydurmaları statükocuların elinden alınacak, demokratik muhalefete geniş bir kazanım alanı açılacaktır. Onun için bu süreci desteklemek gerekiyor. Bu süreç sadece DEM Parti’nin sorumluluğunu alacak bir süreç değildir. Devletin zulmünün üzerini örten bu örtüyü almaya çalışıyor Öcalan.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Kayyım” Tepkisi: Bu Sömürge Hukuku Değilse Nedir?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Van Büyükşehir Belediyesine atanan kayyıma ilişkin, “Fazla söze gerek yok. Alınan önlemlere bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kenti der misiniz? Bu işgal değil de nedir? Bu sömürge hukuku değilse nedir?” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Van’da kayyum atamaları ve İmralı sürecine ilişkin açıklama yaptı.

Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:  “Gelê Wanê mêvanên delal hûn bixêr hatin li ser çavan li ser saran hatin. Değerli basın emekçileri hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Fazla söze gerek yok. Allah aşkına şu an alınan önlemlere, TOMA’lara, Türkiye’nin dört bir yanından buraya yığdırılan kolluğa bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kentidir der misiniz? Bu bir işgal değil de nedir Allah aşkına! Böyle bir görüntü Türkiye’nin başka bir yerinde var mı? Bu sömürge hukuku değil de nedir? Gençlerin işkence ile gözümüzün önünde gözaltına alındığı, insanların bizimle buluşmasının engellendiği, Van halkıyla bizim aramıza bariyer, kalkan koymaya çalışan bu aklı kınıyorum.

Bu akıl yüzyıldır bu topraklarda hüküm sürüyor. Eğer yüzyıldır uyguladığınız inkarcı politikalar, red ve bastırma politikaları sonuç alsaydı, Bekir Kaya olur muydu, Nazmi Gür olur muydu, Abdullah Zeydan olur muydu, Neslihan Başkanımız olur muydu? Allah aşkına bu tekçi politikalarınızdan artık vazgeçin. Van halkı 14-14 yaparak size en büyük cevabı verdi. Van halkı “Bekir Kaya’yı alırsınız, belediyeyi gasp edersiniz ama ben de sandıkta hesabı 14-0 ile sorarım” dedi. Sizler buradan ders çıkarmak yerine 3 dönemdir Kürt halkının iradesine kayyım atayarak bu halkı durduracağınızı, kıracağınızı, davasından, kimliğinden vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Büyük yanılırsınız.

Van halkıyla aramıza bariyer koyarak Van halkının kimliğinden vazgeçeceğini mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Bu Van öyle bir Van’dır ki haksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa asla izin vermez. Bu Van yiğitlerin kentidir, barış annelerinin, onurluca mücadele eden yılmayan kadınların kentidir. Bu Van umudun, özgürlüğün, demokrasinin peşinde koşan gençlerin kentidir. Van yenilmez, pes etmez, Van gaspçı, hırsız kayyımlara asla onay vermez. Sizlerin Antep’ten, Gümüşhane’den, Kars’tan, Ardahan’dan buraya yığdığınız bu kolluk ve kayyımınız geçicidir.

Ama bin yıllardır burada yaşayan onurlu Van halkı kalıcıdır. Sizler gideceksiniz, yolsuzluk, hırsızlık yapan kayyımlarınız gidecek. Van halkının onurlu iradesi bir gün mutlaka burada tekrar iktidar olacaktır. Tekrar yerel yönetimleri alacaktır. Sizler gidicisiniz. Onun için zulüm yaparak vazgeçireceğinizi, kayyım atayarak bir daha yerel yönetimlerde halkın kendi iradesine sahip çıkmayacağını düşünüyorsanız yanılırsınız. 14-0 Van halkının onurudur. Bizler de onurlu Van halkının 14-0’ına sahip çıkacağız. 14-0 bizim için bir künye, sizin de alnınıza yazılmış kara bir lekedir. Ama lekeden utanır mısınız onu bilmem.

Ne demek istiyorsunuz siz şimdi? Kürtler siyaset yapamaz, Kürtler seçemez mi diyorsunuz? Kürtler belediye alamaz mı diyorsunuz? Dünyanın neresinde bir halkın iradesine 3 dönemdir kayyım atanıyor, gasp ediliyor? Hem de nasıl bir gasp. Allah aşkına gecenin 2’sinde 3’ünde sanki yabancı bir devletin bir kentini işgal ediyormuş gibi plastik mermilerle, joplarla, gazlarla onuruna sahip çıkan halkı yerlerde sürükleyerek döverek gözaltına alarak vazgeçiremezsiniz.

Eş Başkanımızın gözünü morartabilirsiniz ama direncini, onurunu, bağlılığını asla geri çeviremezsiniz. Bu morarmış göz sizin için büyük bir kötülük bizim için onurdur. Halkımız için dövülürüz de, sürükleniriz de, cezaevleri de yatarız, işkence de görürüz ama Bekir Kaya gibi Nazmi Gür gibi asla pes etmeyiz, asla eğilmeyiz, asla yorulmayız. Bu halkın davası onurlu bir davadır. Bu onurlu davanın demokratik bir barış ve eşit haklarla sonuçlanması için de mücadele etmeye, kazanmaya, halkın iradesine onuruna sahip çıkmaya devam edeceğiz. Yargı kumpasıyla bizi vazgeçireceğimizi mi sanıyorsunuz?

Bütün Türkiye bütün dünya duysun. Abdullah Zeydan ne yapmış, hırsızlık yapmamış yolsuzluk yapmamış. Bir savcı beyefendi talimat üzerine suç icat etmiş. Bilirkişi ne demiş, bilirkişi demiş ki kardeşim böyle bir suç işlenmedi. O gün orada önlem alan jandarma ne demiş, demiş ki hayır bahsedilen şahıs suç mahalline gitmemiş. Peki utanmazlar sizin kendi kurumlarınız bir suç yok, bir suç oluşmamış demesine rağmen talimatla Abdullah Zeydan’a kayyım atayarak vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Sayın Öcalan ısrarla inatla 26 yıldır meselenin çatışma ve şiddet zemininden siyasal zemine geçmek için direniyor, uğraşıyor.

Yakın zamanda da bir yol haritası açıklayacak. Siz ne yapıyorsunuz? Siz çözüm istiyor musunuz, siz Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesinden yana mısınız? Siz bu irade gaspıyla nasıl çözeceksiniz? Siz bu Kürt düşmanlığı ile nasıl barışa ulaşacaksınız? Abdullah Öcalan çözüm için uğraşırken beyefendiler kayyım atıyor, yolsuzluk için hırsızlık için Kürt halkının iradesini gasp etmek için. Yok öyle yağma yok! Van sizi kabul etmez. Van bu kötülüğü unutmaz, Van bu onursuzluğa geçit vermez. Aklınızı başınıza toplayın, insan olun. Mert olun. Barış mı istiyorsunuz, çözüm mü istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı yapacaksınız açık söyleyin bilelim. Ben açık söylüyorum. Bu el barış istiyor, bu el çözüm istiyor.

Bu el istiyor ki Kürt halkı kendi iradesini seçsin, kendi iradesi ile yönetilsin. Bu el diyor ki şiddet ve çatışma yerine demokratik zeminde sorunları müzakereyle, diyalogla çözelim diyor. Siz ne diyorsunuz? Allah aşkına kayyım atayarak, tutuklayarak, yargı sopasıyla muhalifleri, Kürtleri terbiye ederek mi çözeceksiniz? Ayıptır. Antidemokratik ülkeler, otoriter rejimler, diktatörler teker teker çöküyor, dersler alın Ortadoğu’dan. Türkiye’nin kurtuluşu kayyımda, gaspta, irade hırsızlığında değil; Türkiye’nin geleceği demokratik bir zeminde birlikte bu ülkedeki bütün renklerin başta Kürtler olmak üzere kardeşçe eşit bir şekilde yaşamasındadır.

Değerli halkımız, onurlu Van halkı, çok sayıda kurumumuz da var. Merak etmeyin. O belediye hep bizim olacak. O kayyım gidecek. O hırsızlık yapanlar gidecek. Yargıya talimat verenler gidecek. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu halkları bu ülkeyi yönetecek hem de adil bir şekilde hem de kimsenin iradesini hapsetmeden, gasp etmeden yolsuzluk ve hırsızlık yapmadan. Ayıptır! Gerçi kime diyorum ki, kim utanacak ki? 2 dönem belediyeleri soydunuz, soğana çevirdiniz. Benim de belediye eş başkanlığı yaptığım Siirt’te trilyonlarca lirayla gasp ettiğiniz belediyeyi 500 milyon borçlandırdınız.

Van’ı milyonlarca lirayla borçlandırdınız. Utanmaz herifler. Van’ın hangi sokağında , hangi kahvesinde, hangi berberinde “kayyım nedir” diye sorarsanız hırsızlık, yolsuzluk, usülsüzlüktür der. Utanın biraz. Bu halkın iradesine saygı duyun. Kürt halkına düşmanlık etmeyin. En önemlisi son sözüm, karar verin. Demokratik çözüm mü, müzakere mi, diyalog mu, Kürt düşmanlığı mı? Buyurun bunun cevabını siz verin. Onurlu Van halkı hepinizin mücadelesi ve davası önünde saygıyla eğiliyorum. Burada bugün bariyerle olmasa yüzbinlere bizi karşılayacağınızı iradenize sahip çıkacağınızı da biliyorum. O günler de gelecek.”

“Diyalog süreci devam ederken iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez”

Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi: “Değerli basın emekçileri, kurum temsilcileri Van halkıyla dayanışmak için İstanbul’dan Ankara’dan gelen değerli kurum temsilcileri hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum, hoş geldiniz baş göz üstüne geldiniz. Hepimiz Van halkının yüreğine sığınarak buradayız. Bu faşist, otoriter rejimin baskılarına direnen Van halkının yanına geldik. 31 Mart’ta bir tarih yazdı Van halkı, sizleri kutluyoruz gurur ve onur duyuyoruz sizinle. Sizler 31 Mart’ta bu haksızlığa dur dediğiniz için bugün rövanş almak istediler.

Eş Başkanımız söyledi ceza verdikleri Abdullah Zeydan hem bilirkişi raporuna hem de jandarmanın ifadelerine rağmen, suçsuz olduğu ispatlandığı halde kararın bu şekilde çıkması rövanşist bir yaklaşımdır. Van halkından öç almak isteyen bir yaklaşımdır. Van’ın 14-0’lık başarısını hazmedemeyen bu iktidarın uygulamasıdır. Abdullah Zeydan, Neslihan Şedal seçilen bütün seçilmişlerimiz Kürt halkının ve Türkiye halklarının onurudur, öyle kalmaya da devam edecek.

Van belediyesi en çalışkan, en sevilen, en başarılı belediyelerimizden biridir. Biz bu sevgi selini 31 Mart’ta gördük, bu sevgi selini günlerdir kar ve kış demeden havanın eksi derecelerde olduğu Van’da belediyede nöbet tutan halkımızda gördük. Binlerce teşekkürler sevgili Van halkı. Belediyeye giriş fotoğrafları, o videolar. İçişleri Bakanı da Adalet Bakanı da sarayda oturan Erdoğan da iyi izlesin o videoları. Hani protesto ediyorlar ya sözüm ona yalandan, İsrail Filistinlilere nasıl davranıyorsa o belediyeye sabaha karşı girişleri aynı fotoğraftır. Adeta başka bir ülkeyi işgale gider gibi Van’ı işgal etmiş durumdalar. Karşımızda kurulan bariyelerleri çift kat kuruyorlar. Halkla buluşmamızı engellemek için. Siz nerede hangi kafayı yaşıyorsunuz? Van halkı zaten burayı 14-0 yaparak sizin kayyımcı anlayışınıza defolun gidin, sizi istemiyoruz demiştir.

Biz bu faşizan uygulamaların 1980’de Fatsa’da Terzi Fikri’ye nasıl yapıldığını biliyoruz. 1980’de Kenan Paşa’nın askeri postallarla Türkiye’de darbe yaptığını hatırlayalım. Aynı darbeyi şimdi saray, polis ve kolluk kuvvetiyle yapmıştır. O dönem geçici olan kayyımlar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu ülkede kalıcı bir rejim haline getirilmiştir. Bu şahlıktır, padişahlıktır, faşizmdir, otoriterliktir ve biz halk olarak bunu asla kabul etmeyeceğiz. İstanbul’dan İzmir’den Çukurova’dan Ankara’dan lütfen hepiniz dönün ve Van’a kulak verin. Bugün sadece Kürtlerin seçtiği belediyelere değil, sadece Kürt halkının ittifak kurduğu belediyelere değil aynı zamanda kent uzlaşısı ile seçilmişlere dönük de operasyonlar hız kesmiyor.

Bugün bu iktidarın etekleri o kadar tutuşmuş ki, iktidarı kaybetme korkusu onlara o kadar sinmiş ki İstanbul’da kent uzlaşısı yapılmış yerlere de operasyonlar gerçekleştirdiler ve birkaç gün önce çok sayıda insanı tutukladılar. Bu faşizan ve otoriter uygulamalar devam ettikçe bizler halkımızla beraber Kürtler Türkler Araplar, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlarla beraber çok daha büyük kent uzlaşıları kuracağız. Çok daha büyük demokrasi mücadelesi yürüteceğiz. Bu ülkede tesis edilmek istenen istibdad rejime, otoriter rejime karşı en geniş yelpazedeki demokrasi mücadelemizi sergilemeye devam edeceğiz.

Şu bilinsin ki bir yandan diyalog süreci devam ederken bu iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez. Van halkının şunu iyi bildiğini biliyorum. 15 Şubat Sayın Abdullah Öcalan’ın komployla Türkiye’ye getirildiği gün. Böylesi tarihi bir günde bilerek, isteyerek ve planlayarak Van Büyükşehir Belediyemize kayyımı aynı gün atadılar. Bundan dolayı da sizleri kınıyoruz kınıyoruz kınıyoruz. Şu bilinsin ki onlar istedikleri kadar havadan, karadan saldırsınlar, tepemizde uçaklar uçursunlar. Kürt halkının, demokrasi güçlerinin iradelerine ipotek koymaya çalışsalar da bizler barış demekten vazgeçmeyeceğiz.

Barış için, demokrasi için ne bedel ödememiz gerekiyorsa zaten ödüyoruz, ödemeye de devam edeceğiz. Bizim için belediyeler dört duvar değildir. Bizim için belediyeler sokaktır, halktır. Bizim için belediyeler kadınlardır, gençlerdir, barış anneleridir. Biz hırsızlar tarafından çalınmış olan belediyelerin o dört duvarının içine hiçbir zaman sıkışmadık, sıkışmayacağız. Şu şöyle bilinsin, biz dün olduğu gibi bugün de mücadele etmeye devam edeceğiz, onurumuz olan seçilmişlere sahip çıkmaya devam edeceğiz. Mücadelemize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den Kayyım Tepkisi: Süreci Dinamitlemeyi Mi Hedefliyorsunuz?

Van Büyükşehir Belediyesine kayyım atanmasına tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları, “Saray’a ve doğrudan Erdoğan’a soruyoruz. Siz bugün Van’a kayyum atayarak var olan diyalog sürecini dinamitlemeyi mi hedefliyorsunuz? Barış sürecinin konuşulduğu ve toplumun umutlandığı bir dönemde, bu diyalog sürecini darbelemeyi mi hedefliyorsunuz?” dedi.

Tülay Hatimoğulları, “Bize bu kadar yoğun bir şiddet uygulamalarını ‘Nasılsa bir süreç devam ediyor, bu normaldir’ diye algılayacağımızı zannediyorlarsa çok yanılıyorlar. İktidar ve Erdoğan, barışı, bu diyalog sürecini sabote ededursun biz barış demekten, barış için bedel ödemekten ve mücadele etmekten bir adım bile geri adım atmayacağız. Bunu böyle bilsinler” ifadelerini kullandı.

Ankara’da Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ile Tuncer Bakırhan, kayyum atamasına tepki gösterdi. DEM Parti Meclis Grubu, Van’a gitme kararıyla yola çıkarken Eş Genel Başkanlar Tülay Hatimoğulları ile Tuncer Bakırhan basın toplantısı düzenledi. Hatimoğulları ve Bakırhan şunları söyledi:

Tülay Hatimoğulları: “Yine sabaha karşı bir operasyonla, bir siyasi darbeyle uyandık. Gün geçmiyor ki bu topraklarda devletin ve iktidarın şiddetiyle karşılaşmayalım. Bugün de sabaha karşı Van Büyükşehir Belediyemize kayyım atandı. Bugün günlerden 15 Şubat. 15 Şubat, Sayın Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirildiği gündür.

Basın emekçileri bize sürekli olarak, Sayın Öcalan’dan beklenen açıklamanın acaba böylesi sembolik bir günde, yani 15 Şubat’ta mı gerçekleşeceğini soruyordu. Biz de ‘Hazırlıklar yetişirse olabilir ama kuvvetle muhtemel hazırlıklar yetişmeyecek ve sonrasına bırakılacak’ diyorduk. İşte, böylesine sembolik günde ve Van gibi halkın direnişinde sembolleşen bir ilimizin büyükşehir belediyesine kayyım atandı.

Bugüne kadar AKP’nin, Saray’ın nasıl çalıştığını çok iyi biliyoruz. Bu sembolik günlere nasıl önem atfettiklerini çok iyi biliyoruz. Buradan Saray’a ve doğrudan Erdoğan’a soruyoruz: Siz bugün Van’a kayyım atayarak ne yapmaya çalışıyorsunuz? Siz bugün Van’a kayyım atayarak var olan diyalog sürecini dinamitlemeyi mi hedefliyorsunuz? Barış sürecinin konuşulduğu ve toplumun umutlandığı bir dönemde bu diyalog sürecini darbelemeyi mi hedefliyorsunuz? Bu soruları Erdoğan’ın cevaplaması gerekiyor.

Bakın, Erdoğan ayağının tozuyla yurt dışından geliyor ve kayyım atanıyor. Kayyımın elbette evvelden planlandığını, geçtiğimiz kayyım atamalarından çok iyi biliyoruz. Siirt Belediyesine kayyım olarak atanan şahsın günler öncesinden kendi ismini tabelaya yazdırarak cebinde taşıdığını biliyoruz. Erdoğan’ın da yurt dışından döner dönmez, ayağının tozuyla ‘Var olan planı uygulayın’ diyerek talimat verdiğini çok iyi biliyoruz.

Değerli Türkiye halkları, sizler de çok iyi takip ettiniz. 31 Mart’ta Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Sevgili Abdullah Zeydan’a mazbatanın verilip verilmemesiyle ilgili tartışmalar yürüdü ve Van halkı tarihi bir direnişe imza attı. Van halkının o direnişi sadece Türkiye’de konuşulmadı. Ortadoğu’da, Avrupa’da ve dünyanın dört bir yanında konuşuldu. Bugün 15 Şubat hedeflenerek, 14’te 14 kazandığımız Van’da Büyükşehir Belediyemize yönelik bu adımın atılmasının rövanşist bir tutum olduğunun altını çizmek isterim.

Evet, bu iktidar, Kürt halkından ve Van direnişinden rövanş almaya çalıştığı için bugün kayyım atanmıştır. Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’a 3 yıl 9 ay ceza verildiğinde, hemen ertesi gün Van’a gittim. Van’ın o güçlü direnişine, o güçlü sahiplenişine ve eş başkanlarına gösterdiği sevgiye ve dayanışmaya bizzat tanıklık ettim. Bütün Türkiye de buna tanıklık ediyor. Havanın soğuk olmasına rağmen insanlar ateşler yakarak iradesine sahip çıktı, çıkmaya da devam ediyor. Atanan kayyımlar, bizim ve halkın nezdinde yok hükmündedir.

Bu bir komplodur, kumpastır. Sevgili Abdullah Zeydan ile ilgili karar verildiği günde bilirkişi raporu mahkeme heyetine sunuldu. Bilirkişi raporu Abdullah Zeydan’ın lehinedir. Aynı şekilde, askerlerden dinlenen tanıklar da mahkemeye verdikleri resmi ifadelerde, Abdullah Zeydan’ın o bölgeye girmediğini belirtmiştir. Bu ifadeler mahkeme tutanaklarında mevcuttur. Buna rağmen, beraatle sonuçlanması gereken bu kararın cezayla sonuçlanması kayyımın yolunu döşemek içindir. Bunları asla kabul etmiyoruz.

Bugün sadece Van’a değil, aynı zamanda İstanbul’a; sadece Kürt belediyelerine değil, aynı zamanda kent uzlaşısıyla seçilen İstanbul’daki belediyelere dönük yapılan saldırılar ortadadır. Kent uzlaşısına yönelik operasyonla göz altına alınan belediye meclis üyeleri ve belediye başkan yardımcılarının hepsi tutuklandı. Uzlaşıya ceza veren, uzlaşıyı yargılayan bir iktidar barış hakkında ne düşünüyor? Bu, bütün toplumu kaygılanmıştır.

Bugün dünyanın hiçbir yerinde uzlaşı dava konusu edilmemiştir. Türk-Kürt kardeşliği dava edilmemiştir. Türk-Kürt kardeşliğini 1 Ekim’den bu yana Sayın Devlet Bahçeli yaptığı her açıklamada ifade etti. Bu saiklerle de değerlendirdiğimizde Devlet Bahçeli hakkında da dava açmaları gerekiyor. Çünkü başsavcı, gözaltına alma gerekçesinde kent uzlaşısını örgütsel bir suç, Kürt-Türk kardeşliğini ifade etmeyi örgütsel bir suç olarak göstermiştir. Bizler bunu asla kabul etmiyoruz.

İrademizi gasp edenler, irademize çetevari biçimde çökenler bilsinler ki, İstanbul’dan Van’a, Edirne’den Hakkari’ye tüm kentlerdeki toplumsal dinamiklerle uzlaşılarımız çok daha etkili ve sonuç alıcı bir şekilde neticelenecektir. İktidar bunu böyle bilsin, böyle okusun. Kayyım atamalarını, gözaltı ve tutuklamaları, sabaha karşı Van Belediyesini korsanca basıp orada insanlara şiddet uygulayarak gözaltına almalarını, bize bu kadar yoğun bir şiddet uygulamalarını ‘Nasılsa bir süreç devam ediyor, bu normaldir’ diye algılayacağımızı zannediyorlarsa çok yanılıyorlar.

Bizler barış için on yıllardır bu topraklarda mücadele ediyoruz. Bizler Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için yıllardır bu topraklarda en ağır bedeli ödeyen siyasi hareketiz. Bileşenlerimizle, dost kurumlarımızla, Türkiye’deki bütün demokrasi güçleriyle birlikte yıllardır barış diyoruz. Onlar barışı sabote ede dursun, iktidar ve Erdoğan barışı, bu diyalog sürecini sabote ede dursun; biz barış demekten, barış için bedel ödemekten ve mücadele etmekten bir adım bile geri adım atmayacağız. Bunu böyle bilsinler.

Bu dönemde bize diz çöktüreceklerini zannedenlere, Kürt halkı üzerinde uyguladıkları Çöktürme Planının çöktüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim. Bugün biz bu sürecin barışla taçlanması için elimizden gelen her türlü çabayı sergilemekteyiz. Erdoğan, AKP ve iktidar bunun tam tersini yapmaktadır. Türkiye’deki bütün muhalif kesimler ve toplumsal dinamikler bu diyalog sürecinin barışla taçlanmasını beklemektedir.

Burada oyunu bozan ve diyalogu dinamitleyen bu iktidarın kayyım atamalarıdır, tutuklamalarıdır, baskılarıdır. Bunları asla kabul etmediğimizi buradan bir kez daha ifade ediyoruz. Onlar ne yaparsa yapsın, biz barışın mücadelesini vermekten vazgeçmeyeceğiz. Aynı zamanda bu genişletilmiş baskı aygıtlarına karşı demokratik zeminde en güçlü şekilde mücadelemizi vereceğiz. Buradan Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerine, haktan ve adaletten yana olan tüm kesimlere seslenmek istiyorum. Kent uzlaşısı operasyonuna karşı duran herkese sesleniyorum.

Bu baskılara karşı demokratik zemindeki mücadelemizi her yerde ve alanda daha güçlü bir şekilde sürdürmenin zamanıdır. İstanbul’dan Van’a kadar faşizme karşı ortak demokratik mücadeleyi yürütme çağrısını buradan yineliyoruz. Kayyımlara ve bu baskılara karşı direnmeye, mücadelemizi meydanlarda ve demokratik zeminde sürdürmeye devam edeceğiz. Açıklamamız sona erdikten sonra Tuncer Başkan ve MYK üyelerimizle Van’a geçeceğiz. Bir açıklama da orada gerçekleştireceğiz.

Van halkıyla, bütün Türkiye halklarıyla bu faşizan uygulamaları protesto etmeye devam edeceğiz. Kayyım gasptır, darbedir; kayyım 12 Eylül’den daha beter bir darbedir. Bunları asla kabul etmiyoruz. Biz bu darbeci anlayışa karşı tüm gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz. Çağrımız da baskı altında olan, bu haksızlıklara karşı olan bütün kesimleredir. Gelin, hep birlikte bu otoriter rejimin uygulamalarına dur diyelim ve mücadelemizi büyütelim.”

“Erdoğan’ın yurt dışındaki demokrasi nutuklarına kim inanır? “

Tuncer Bakırhan: “Bugün 15 Şubat. 15 Şubat, uluslararası komplonun yapıldığı gündü. Bu komplo Kürt’ün Türk’e, Türk’ün Kürt’e kırdırtılmaya çalışıldığı bir planlamanın sonucuydu. Sayın Öcalan 26 yıldır bunu teşhir etti. Demokratik bir cumhuriyet için, Kürtlerin, Türklerin ve diğer halkların eşitçe ve kardeşçe bir arada yaşayacakları bir zemin için 26 yıldır direniyor. Sayın Öcalan demokratik bir çağrıya hazırlanıyorken, büyük bir hazırlık yapıyorken, tam da uluslararası komployla getirildiği günün yıldönümünde Van Belediyesine kayyım atanıyor.

Şimdi bunun art niyetli olmadığını söyleyebilecek kimse var mı? Komplonun yıldönümünde, 14-0 yapan bir kentimizin belediyesi gasp edilmiştir. İki dönemdir atanan kayyımcı anlayışı reddederek üçüncü dönemde de açık arayla bütün belediyeleri alan Van’da belediyemiz gasp edilmiştir. Gasp edilme sebebi de Sayın Zeydan’ın çatışma süren bir bölgeye, çatışmaları engellemek için gittiği iddiasına dayanan bir soruşturma. Bilirkişi raporunda zaten o bölgeye kimsenin gitmediği söyleniyor. Öyle bir görüntü de yok.

Orada güvenlik önlemi alan jandarmanın raporunda da kimseyi o alana bırakmadıkları söyleniyor. Ancak bilirkişi raporuna ve jandarmaya rağmen yargı ceza verdi. Türkiye yargısı emin olun ki tek partili dönemleri aratan bir noktadadır: Savcı hazırlıyor, polis tutukluyor, hakim ceza veriyor ve İçişleri Bakanı talimatıyla halkın iradesine kayyım atanıyor. Bunu kabul etmek, buna itiraz etmemek bizim kitabımızda yazmaz. Bizim mücadele geleneğimiz gaspa ve anti demokratik uygulamalara karşı mücadele eden bir gelenektir.

Sandıkta yenişemeyeceksin, Van halkı 14’te 14 yaparak kayyımcı politikalarına büyük bir ders verecek. Sen de hiç olmamış bir şeyi yargı eliyle bir suçmuş gibi gösterip ceza vereceksin. Korsanvari bir şekilde, çetevari bir şekilde gece saat 02:00’de gaz bombaları ve plastik mermilerle Van Belediyesini basacaksın. Gazetecileri, orada iradesine sahip çıkan halkı gözaltına alacaksın, ters kelepçe vuracaksın. Emin olun ki bu kötülüğü, bu düşmanlığı kimse unutmaz.

Bu kötülük ve düşmanlık yargının verdiği kumpas bir kararla örtülemez. 14’te 14 yapan onurlu Van halkı kendi iradesine sahip çıkacaktır. Yeri ve zamanı geldiği zaman sandıkta yine kendi iradesine sahip çıkacaktır. Sabah akşam terör diyorlar. Buradan sormak istiyorum: Sandıkta iradesini seçen halkın, kendi iradesine sahip çıkması mı terördür? Yoksa çetevari bir şekilde, sanki başka bir ülkenin toprağını işgal eder gibi toplarla ve tüfeklerle belediyeye girip halkın iradesini gasp etmek mi terördür?

Terör diyenler önce bunun cevabını versin. İnsan biraz utanır! Bir taraftan bir tartışma süreci devam ediyor, diğer taraftan bunu fırsat bilip halkın iradesi gasp edilmeye çalışılıyor. Biz bunu kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Van’dan İstanbul’a kadar örülmeye çalışılan bütün kumpaslara karşı direneceğiz, mücadele edeceğiz. Bu anti demokratik uygulamalara karşı kent uzlaşısını sokakta da caddede de örgütleyerek bu gaspın karşısında durmaya devam edeceğiz.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan 3 günlük yurt dışı gezisinde çözüm ve demokrasi nutukları atıyordu. Ancak tam da Türkiye’ye indiği saatlerde ayağının tozuyla kayyım atandı. Kim inanır dışarıdaki nutuklara? İnsanlar, Van halkının iradesine atanan kayyımlara bakarak sizin notunuzu verir. Sizi samimiyete davet ediyoruz. Amacınız nedir? Siz Kürt sorunu deyince ne anlıyorsunuz, ne yapmaya çalışıyorsunuz? Gerçekten bir çözümden mi yanasınız, bu tartışmaların bir çözüme evrilmesinden mi yanasınız? Yoksa bunları da gerekçe yaparak halkların iradesini gasp etmeye mi çalışıyorsunuz?

Biraz net olun, mertçe cevabını verin. Biz bir kez daha mertçe çözümden, barıştan, demokrasiden ve müzakereden yana olduğumuzu söylüyoruz. Şimdi soruyoruz iktidara, yürütme erkine: Siz neden yanasınız, ne istiyorsunuz? Bu gaspçı anlayışınızı nereye kadar devam ettireceksiniz? Bir taraftan bu gaspçı ve çetevari yaklaşım, diğer taraftan çözüm olmaz. Sizi aklı selime davet ediyorum, halkın iradesine saygı göstermeye davet ediyorum, Van halkının iradesine saygı göstermeye davet ediyorum.

Türkiye’yi bir kayyım rejimiyle yönetmeye çalışıyorlar. Demokrasiden korkan, sandıktan korkan, halkın iradesinden korkan ve Türkiye halklarının rızasını artık alamayacağını anlayan bu sistem bu kayyımcı anlayışla yol yürüyemez, bir yere gidemez. Bu yol, yol değil. Bu yol, sandıkta halkın iradesine çarpar, Van’da olduğu gibi 14’te 14 olur. Tabela partisi olursunuz. Birazdan Van’a geçeceğiz ve iradesine sahip çıkan halkımızla birlikte olacağız. Onlar gibi mücadele edeceğiz, direneceğiz. Bu gaspı, bu siyasi darbeyi kabul etmeyeceğiz. İktidarı bu gaspçı anlayıştan vazgeçirene kadar da mücadelemizi kararlılıkla devam ettireceğiz.”

Soru: Geçen günlerde Öcalan’ın bir mektubunun Kandil’e ulaştığı iddiaları gündeme geldi. Bir mektup gönderildi mi ve bu mektup nasıl gönderildi?

Hatimoğulları: Biz de Sayın Öcalan’ın örgütünün yapmış olduğu açıklamaları basından izledik. Kendilerine bir mesajın ulaştığını kamuoyuyla paylaştılar. Mektubun heyetimiz üzerinden gittiği de bilinen bir şey. Sanırım bu kadar bilgi yeter. Uçakla mı gitti, kuşlar mı götürdü o kadarını bilmiyorum tabii ki.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan Yeni Süreç İçin İktidara Samimiyet Çağrısı

Gaziantep’te katıldığı bir etkinlikte konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, iktidarın yeni sürece yönelik tutumunu da eleştirerek, “Önümüzdeki günlerde daha iyi şeyler konuşmak istiyoruz. Ancak devlet, kayyum politikasını sürdürerek gerçekten samimi bir yaklaşım sergiliyor mu? Halk da bunu sorguluyor” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Adalet ve Barış Buluşmaları kapsamında Gaziantep’te düzenlenen dayanışma etkinliğine katıldı. Burada konuşan Bakırhan şunları söyledi:

“Hoş geldiniz, hepinize sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Dilok’ta çok önemli değerlerimiz var. Onları anmadan geçmek doğru değil. Bizler aynı zamanda geçmişin devamıyız. Abdulsamet Sakık buradaki ilk il başkanlarımızdan biriydi. Burhanettin Bolu, Vakkas Dalkılıç, Sadık Şahin şahsında bütün arkadaşlarımı saygı ve minnetle anıyorum. Biz bugüne onlar ve onlar gibi arkadaşlarımızın emekleriyle geldik. Dilok’ta il örgütümüz varken, Meclis zemini ve bedellerimiz yoktu. Kuzey ve Doğu Suriye yoktu. Ortadoğu’nun en güçlü, en dinamik halkı bugünkü kadar güçlü ve örgütlü değildi. Geçmişteki emeklere ve değerlere büyük anlam yükleyen bir hareket olduğumuz için bugün buralar geldik.

2016’da IŞİD çeteleri tarafından katledilen 56 canımızı da anıyorum. Her ne kadar, tam emir veren ve tetiği çeken katiller bulunup yargılanmasa da bu katliamları unutmayacağız. Bu bir slogan olarak anlaşılmasın. Gerçekten unutmayacağız, unutturmayacağız. Bir gün bu topraklara barış ve demokrasi geldiğinde katledenlerle, onlara talimat verenlerle ve yollarını açanlarla demokratik bir yargı karşısında hesaplaşacağız. Yine İliç Madeninde yaşamını yitiren canları da saygı ve minnetle anıyorum.

Bugün TÜSİAD Başkanı bile genel kurullarında şöyle diyor: “Sermaye daha fazla kar elde etmek için gerekli olan koşulları hazırlamıyor, gereken yatırımları yapmıyor. Bunun için insanların ölümüne sebebiyet veriyor.” Bunu bir İş Kurumunun Başkanı da itiraf ediyor. Sermaye bile değişti. Sermaye rant elde eder, kar elde eder, daha fazla pay almaya çalışır ama böylesine acımasız ve pervasız olanını hiçbir dönemde görmemiştik. İliç’teki canlarımızı tekrar anıyoruz. Bu katliamların son bulması çağrısını yapıyoruz.

Bu partinin eş genel başkanı olmadan önce, partinin örgütlenmesinde 10 yıla yakın görev aldım. Gitmediğim il, ilçe kalmadı. Antep’te de çok uzun süre kaldım. “Doğu’nun Paris’i” deniyordu buraya. Maalesef Doğu’nun Paris’i gitti. Kültür ve sanatın merkezi olan, kadınların özgür olduğu, entelektüel birikimin öne çıktığı kentlerden biri olan Antep bugün işsizlikle, yoksullukla ve açlıkla mücadele ediyor. Her sokağında uyuşturucu var. Bunu kentlerimize musallat edenler, Kürtler mücadelelerinden vazgeçsin, uyuşsun diye yaptı. Ancak maalesef Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı.

Antep’teki intihar oranları Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Bebek ölümleri, Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Sanayi kenti bir metropol ama açlığın, yoksulluğun ve bebek ölümlerinin en fazla olduğu kentlerinden biri. Bu kent, Türkiye siyasetine birikimiyle katkı sunardı. Kendi örgütümüz burada en kapsayıcı değerlendirmeleri yapardı. Antep halklar ve inançlar bahçesiydi, emekçilerin ve sosyalistlerin bahçesiydi. Antep’in kimliği her toplantımıza renk ve değer katardı. Antep şimdi nerede? Eğitimde neredeyse 81 ilin içinde 60’lardan sonra geliyor.

Entelektüel kent gitti ve yerine solmuş, üretmeyen, eğitimin olmadığı, sağlıkta ciddi sorunların yaşandığı bir kent geldi. “Marka kent” dedikleri Antep’i bu hale getirenler utansın! Yıllardır belediyeler ellerinde diye övünüyorlar ama Antep’i köy haline getirdiler. İnsanları ülkelerinden buraya çağırdılar ama burada açlığa ve yoksulluğa mahkum ettiler. Kendi halkını mutlu edemeyen, doyuramayan bir kent, mülteciyi zaten hiç doyuramaz. Onun için tüm bunların sorumlusu iktidardır. İktidarın bu yanlış politikalarıyla mücadele eden gerçek bir muhalefetiz.

Biliyorsunuz, dünyada ve Ortadoğu’da çok ciddi altüst oluşlar var. Dünyanın neredeyse her bölgesinde savaşlar var. Hegemonik güçler daha fazla almak için halkları toplumsal krizlerle karşı karşıya getiriyorlar. Vekalet savaşları ve doğrudan müdahaleler dünyayı kan deryası haline getirdi. Ortadoğu’da nerede çatışma çıkacağı, hangi ülkenin karışacağı hegemonik güçlerin kararıyla artık belirleniyor. Hangi ülkenin başına ne geleceğini, bölgeyi dizayn etmek isteyen güçler planlayıp hayata geçiriyor. Peki, buna sebep olan nedir?

Suriye’de yaşanan savaşın, Irak’ın tarumar olmasının, dünyanın en zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarına sahip olan İran’ın kendi insanını doyuramamasının sebebi nedir? Sadece emperyalist hegemonik güçler demek tek başına yeterli değildir. Tekçi ve mezhepçi, renkleri ve kimlikleri kültürleri kabul etmeyen düzenler de bu emperyalist düzenin çarkına çalışıyorlar. Suriye’de Kürtlerin kimliği olsaydı, insanlar rahat ve huzur içinde yaşasaydı, bugün hegemonik güçlerin at koşturduğu bir saha olmazdı.

Bugün Antep’te yüz binlerce mülteci olmayacaktı. Suriye’de demokrasiden kaçan sistem bunun sorumlusudur. Irak’ın devlet olamamasının sebebi de budur. İran’ın sabah akşam ne zaman müdahale olacak kaygısı yaşamasının sebebi de demokratik olmamasıdır. İran’da her gün Kürt aktivistler, devrimciler, farklı yaşam biçimine sahip insanlar idam sehpalarında sallandırılıyor. Kendi insanını, aydınını, gencini, sanatçısını asan bir ülke, emperyalist hegemonik güçlere “böyle buyur” demiş oluyor. Bunun cezasını da halklar ve ezilenler çekiyor, bizler çekiyoruz.

Ortadoğu’daki durumdan çok büyük dersler alınabilir. Yok sayan politikaları bir kenara bırakmak lazım. Kürt’ü Kürt kimliğiyle, Alevi’nin Alevi inancıyla eşit ve özgür şekilde yaşayacağı bir zemini yaratmanın dışında bir şansımız yok. Bir enerji koridoru için yüz binlerce insan bir günde göçertiliyor. Öyle acımasız bir dünya düzeniyle karşıyayız ki “dünyanın süper gücü” dedikleri ABD’nin başkanı, bir emlakçı gibi Filistinlileri Sina Çölüne sürüp Gazze’yi inşa ederek turizme açacağını söylüyor. Dünyanın kötü insanlarca yönetildiği bir çağda yaşıyoruz. Vizyona bakar mısınız? Filistin halkının sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmesi gerekenler, Gazze’yi komple yerinden alıp sermayeye açmaya çalışıyor.

İşte bu dünya düzeni karşısında yapılacak en doğru şey birlikte olmak, dayanışmak ve demokratik zemini büyütmektir; herkesi kendi kimliği ve inancıyla kabul etmektir. Dünyada büyük bir vicdan sorunu var. Kanlı bir suskunluğu yaşıyoruz. Düşünebiliyor musunuz Tişrin Barajında sadece Kürt oldukları için insanların üzerine bombalar atlıyor. Sanatçılar, öğrenciler, kadınlar, gençler yaşamlarını yitiriyor. Dünya suspus. Sivil insanların katledildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bunun karşısında kanlı bir sessizlik var. İşte biz bu kanlı sessizliğe ve zulüm politikalarına karşı mücadele ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz.

“Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılardan vazgeçin”

Bizim en modern örnek olarak sunacağımız yer Kuzey ve Doğu Suriye’dir. Kavga ve kargaşanın olduğu, kadının yok sayıldığı, Alevilerin katledildiği, inanç merkezlerinin yakıldığı bir coğrafyada Kuzey ve Doğu Suriye’de demokrasi var, kadın var, genç var, adalet var, eşitlik var, paylaşım var. Aç açıkta kimse yok. En önemlisi de demokrasi var. Kadınların ve erkeklerin birlikte yönettiği bir zemin var. Peki, böylesine güzel bir örnek olan Kuzey ve Doğu Suriye’ye Türkiye Cumhuriyeti’nin yaklaşımı niye böyle? Bu soruyu soruyor olabilirsiniz. Madem demokrasi var, madem insanlık var, madem halklar birlikte yaşıyor o zaman Türkiye ne istiyor?

Emin olun ki Türkiye’yi yönetenler de orada çok iyi şeyler yapıldığını gayet iyi biliyor. Ama işte serde Kürt düşmanlığı olunca orada ne olduğunun bir önemi kalmıyor. Türkiye’yi, Ortadoğu’daki bu girdabı görüp korunmak ve kendi demokrasisini güçlendirmek için Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Suriye’de savaş durdu ama SMO’lu çeteler durmuyor. SMO kimdir? Paralı askerlerle nereye kadar? Vatanını, doğasını ve canını savunanlar ile dışarıdan gelip maaşla eline silah almış olanlar baş edemez. Çünkü haklı olan toprağını, insanını ve davasını savunandır. Günün sonunda kazanacak olan da davasına sahip çıkanlardır, bir başka davayı parayla yürütenler değil.

Biz bu iktidarı defalarca uyardık, uyarıyoruz. Birlikte yaşamak varken, Kürt’ü Kürt, Alevi’yi Alevi, kadını kadın, genci genç kabul etmek varken bu inkarcı politikalardan vazgeçin diyoruz. Bunu demeye devam edeceğiz. Sermaye ve iktidar bu ülkede mutlu. Zaten hallerinden anlarsınız. Antep’te bir grev var, arkadaşlarımız da oradaydı. Düşünün insanlar alın teri döküyor ama evinin kirasını ödeyecek kadar ücret alamıyor. Böyle bir zulüm olabilir mi? Bu insanlar grev yapmasın da ne yapsın?

Borçla karın doyurulan, maaş yattığında daha bankada eriyen ücretlerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Her yerde grev var ama iktidar milletvekilinin kardeşinin fabrikasının önünde özel önlemi var. Diğer yerlerde de izin vermiyor ama kendisinin olanı daha özel koruyor. İş için, aş için, insanca bir ücret için greve giden Antep’teki işçi ve emekçi arkadaşlarımızla dayanışma içindeyiz, onları destekliyoruz.

Türkiye’de siyasetçi siyaset yapamıyor. Sadece emekçi hakkını alamıyor değil. TÜSİAD Başkanı konuştu, hemen peşinden Adalet Bakanı tehditkar mesajlar verdi. “Ayağını denk al, nasıl demokrasi yok” dersin. E, yok. Cezaevlerinin doluluk oranı yüzde 125. Demokrasi olsa cezaevlerinde 20 kişilik yerde 40 kişi niye yatsın? Siyasetçinin siyaset yapma güvenliği, işçinin güvenliği yok. Kadın desen, zaten can güvenliği yok. Emekli desen, zaten geçimi yok. Yani kimsenin can güvenliği yok. 10 yıldır güvenlik, güvenlik diyorlar ama 10 yılın sonunda emeklinin, emekçinin, çalışanın, siyasetçinin, yani hiç kimsenin güvenliğini bırakmadılar. Çürüme var, çöküş var, kriz var. Bundan çıkışın yolu ise çok açık. Çürüten, ülkeyi çöküşe götüren bu anlayış yerine demokrasi diyoruz, demokrasiyi işaret ediyoruz.

İzliyorsunuz, bu kayyım meselesi de gerçekten trajik oldu. Artık bizimle yetinmiyorlar. Kürt coğrafyası bir laboratuvardır. Uyuşturucu oradan başlar, kriminal işler oradan başlar, faili meçhul cinayetler oradan başlar. Kayyım oradan başladı ve şimdi batıya doğru gidiyor. Mehmet Karayılan’ı geçti, Esenyurt’a ve şimdi sıra geldi İstanbul’a. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bir operasyon için alt yapı oluşturuyorlar. Sandıkta yenişemiyorlar ama işte ellerinde yargı var, dünya kadar kolluk var.

İstedikleri insanı istedikleri gibi hemen ekarte edebiliyorlar. En son 9 belediyeye operasyon yapıldı. Kent uzlaşısından dolayı belediye meclis üyeleri gözaltına alındı. Hukukun geldiği yere bakın. Savcı, “Bu kent uzlaşısı aslında Kürt-Türk ittifakı yapmak içindir” diyor. Allah aşkına, Kürt-Türk ittifakı yapmak kötü bir şey mi? Evet, tam da dediğin gibi Kürt-Türk ittifakını, halklar ittifakını, emekçiler ittifakını yapmak için kent uzlaşısı yaptık. Doğru bildin. Ama bu suç değil. Savcı Bey, Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşını başlatmadan önce Kürtlere gitti ve onlarla ittifak yaptı.

Onu da mı yargılayacaksın? Birinci Meclis-i Mebusan’ı bilirsiniz. Orada bütün renkler var. Kürt mebusu var. Her halktan mebuslar kendi kimlikleriyle gidiyorlar ve Mustafa Kemal’in kendisi Kürt-Türk ittifakından bahsediyor. Savcı Bey yüzyıl öncesine de bir soruşturma açacak mı? Sayın Bahçeli de Kürt-Türk ittifakından bahsediyor. Sanırım Devlet Bahçeli’ye de bir soruşturma açacak. Savcı diyor ki Türkler ve Kürtler ittifak yapamaz, yapmamalıdır.

Diyor ki Kürtler belediyeyi hiç alamaz. Vergi verir, hizmet yapar, askere gider ama belediye kazanamaz. Akıl ve izandan yoksun bu karanlık anlayışa söylüyoruz: Yanlış yapıyorsunuz, bu yanlıştan dönün. Bu uygulamalar ülkeyi bir yere götürmez. İnsanlar bezdi, bıktı. Sınır kapılarını açsanız ülkede insan kalmayacak. Güzelim ülkeyi öyle bir hale geldi. Bir avuç sermayedar ile bir avuç iktidar yanlısının zevk ve sefa içerisinde yaşadığı ama emekçilerin, ezilenlerin açlık ve yoksulluk çektiği bir ülke haline geldi.

Savcı Beye bir iş daha çıkarayım. Antep’te bir zamanlar Türk Şahin Bey ile Kürt Karayılan vardı. Şahinbey ile Karayılan da Antep savunmasında ittifak yaptılar. Bunu ne yapacağız? Bu akıl bunlara da dava açar. Nasıl Gezi Davasında yıllar sonra sanatçıya, siyasetçiye dava açtılarsa açarlar. Kim adım atsa hemen davalarla, mahkemelerle bir isyana bağlıyorlar. Ya Gezi’ye ya Kürt’e bağlıyorlar. Alaeddin Erdoğan vardı, bir ara büyükşehir belediye başkan adayımız oldu. O da içeride. Alaeddin Erdoğan niye tutuklu biliyor musunuz? Savcı diyor ki Prof. Ahmet Özer seni 20-30 defa telefonla aramış. Adam devletin üniversitesinde profesör. Suç yaratmaya çalışıyorlar ya. Sadece Ahmet Özer’le telefonda konuştuğu için 70 yaşında hasta tedavi gören bir arkadaşımız, yoldaşımız içeridedir. Böyle bir mantıkla karşı karşıyayız.

Bu sadece Kürtlere değil aynı zamanda muhalefete yönelik de bir operasyondur. Bu muhalefet ile DEM Parti ya da Kürtlerin, emekçilerin güç birliği yapmasına da operasyondur. Ama siz böyle yaptıkça biz daha büyük kent uzlaşmalarına, demokrasi uzlaşmalarına, daha büyük seçim işbirliklerine gideriz. Bir adaletsizlik var ve biz bunu kabul etmeyiz. Koy sandığı, çıkabiliyorsan çık ya da kaldır sandığı. Birçok ülkede var. “Sandığı da tanımıyorum, siyasi partiyi de tanımıyorum, ağa da benim padişah da benim” dersin. Kim ne diyecek sana? Bir şey diyeni içeri tıkıyorsun.

Bu süreç meselesi var 1 Ekim’le başlayan süreç. Bazen günde 4-5 kenti ziyaret ediyoruz. Bu yaşananlar karşısında barışın ne kadar önemli olduğunu, demokrasinin ne kadar gerekli olduğunu bildiğimiz için bunu yapıyoruz. İstiyoruz ki olay bir barış sürecine dönüşsün. İstiyoruz ki bu tartışmalarla Kürt meselesi demokratik yollarla çözülsün. İstiyoruz ki bu tartışmalar Türkiye’yi demokratikleştirsin, bağımsız bir yargı olsun, işçi ve emekçi alın terinin hakkını alsın, kadınlar katledilmesin. İstiyoruz ki herkes kendi ülkesinde özgürce yaşasın. İstiyoruz ki bu ülkenin artı geliri insanlar arasında adil şekilde dağıtılsın.

Heyetimiz Sayın Öcalan’la iki görüşme gerçekleştirdi. Kendisinin hepinize selamları vardı. Sayın Öcalan’ın hakkını vermek gerekir. Aslında bu konuları çok önceden gündeme getirmişti. 94’lerden beri Kürt-Türk ittifakı, demokrasi ve eşit yurttaşlık… Eşit yurttaşlık biraz önce saydığımız bütün şartları içerecek sihirli bir formüldür. Ne diyor Sayın Öcalan? “Sadece Kürt’e, Alevi’ye, emekçiye değil; gence, kadına, burada yaşayan bütün renklere eşit yurttaşlık hakkı istiyorum”. Birileri de diyor ki Kürtlere asgari hakları verelim, fit olalım. Böyle bir durum yok.

Sayın Öcalan önümüzdeki günlerde Türkiye’nin önünü açacak bir yol haritası açıklayacak. Türkiye’nin demokratikleşmesini, Kürt sorununun demokratik çözümünü esas alıyor. Bu ülkenin 100 yıldır, özellikle de son 40-50 yıldır kaynaklarının boşa gittiğini belirtiyor ve savaşa giden 3-4 trilyon doların grev yapan işçilerin alın teri olarak harcanmasını istiyor. Uyuşturucuya bulaşan gençlerin, uyuşturucu belasından kurtulup eğitim görmesi ve gelecek umudu olması için mücadele ediyor. Sayın Öcalan’ın çağrısı Türkiye’nin önünü açacak, Türkiye’yi bir tartışma sürecine sokacak.

İktidar ve devlet bu konuda samimi ise önümüzdeki günlerde daha iyi şeyler tartışıyor olacağız. Ama hala kayyıma devam eden, hala yöneticileri tutuklayan, hala konuşanı tehdit eden bu devlet samimi midir, değil midir? Hepiniz bunu soruyorsunuzdur. Öyle bir düzenle karşı karşıyayız ki yalan, dolan, rant, çıkar her yerde. Neredeyse ülkede nehir kalmadı. Nerede bir nehir varsa önüne bir baraj yaptılar. Nerede bir dağ, bir yükselti görseler hemen maden ocağı. Doğa gitti, deniz gitti. Suyumuzu içemiyoruz. Sanayi kentinde insanlar aç ve yoksulsa sanayinin olmadığı kentlerde insanlar nasıl geçinecek?

“Herkes çözüm ve barış konusunda konuşuyor ama iktidardan tek söz duymuyoruz”

Mardin’de bile insanlar artık ürün ekmiyor. Çünkü gübre, mazot ve diğer girdiler için yaptıkları masraflar daha fazla. İnsanlar artık ekip biçmiyorlar. Böyle bir durumda bize düşen demokrasiyi savunmak. Sayın Öcalan yakında, aç kimsenin olmadığı, insanların huzur içinde yaşadığı, gençlerin gelecek hayallerinin olduğu bir Türkiye çağrısı yapacak. Biz de büyük bir heyecanla bekliyoruz. “Kürt-Türk ittifakını yeniden güncelleyelim” diyor. Sayın Öcalan en başından bunu söylüyordu.

“Şiddet ve çatışmayı devreden çıkarmak istiyorum ama bunun için hukuki ve siyasi zemin olsun”. Bugün söylediği bir şey değil bu. Umarım son 10 yıldır başımıza vuran bu iktidar da bu sürece samimi bir şekilde yaklaşır. Herkes konuşuyor. PKK bile konuştu. “Korkmayın, Öcalan bu devleti bölmek değil demokrasiye duyarlı hale getirmek istiyor” dedi. Herkes bu süreç hakkında düşüncelerini söyledi, onurlu yaklaştı. Ancak yürütme erkinden net açık bir açıklama duydunuz mu? Hayır. Bütün Türkiye konuşuyor ama AKP iktidarı bir şey demiyor.

Gittiğimiz her yerde, bir çözüm ve barış süreci olmasına hayır diyeni görmedim. Belki tereddütler var, belki samimiyet konusunda kaygılar var. Ama kim barışın karşısında durabilir? Niye duralım ki birlikte yaşamak varken? Dolayısıyla demokrasiye duyarlı hale Türkiye’yi getirelim. Bölme mölme yok, safsatadır, yalandır. Bunu Kürtleri kriminalize etmek için uyduruyorlar. Şimdi iktidarı bu iradeye ses vermeye ve varsa bir yol haritalarını açıklamaya davet ediyoruz.

Yaşananlar bizim için önemlidir ama eşit yurttaş olmak istiyorsak, alın terimizi almak istiyorsak, çocuklarımızın yarına umutla bakmasını istiyorsak bu süreci desteklemeliyiz. Bu süreç sadece İmralı’dan gelen bir çağrıyla olmaz. Bir maç düşünün, İmralı sadece o maçta startı verecek. Sonraki 90 dakika bizim mücadelemize bağlı. Bu çatışmaların, savaşların bir daha olmaması bizim mücadelemize bağlı. Hepinizi selamlıyorum.”

Paylaşın