Partisinin il eş başkanları toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bizler barışın olması ve demokrasinin gelmesi için çok bedel ödemiş bir partiyiz, şimdiden sonra en ağır bedelleri de ödemeye hazırız. Yeter ki bu ülkeye barış ve demokrasi gelsin. Aynı duyarlılık, refleks ve emeği devletin ve iktidarın da vermesini bekliyoruz. Bu emeğin verilmemesini yanlış buluyoruz. Oyalama, zamana yayma siyaseti kimseye kazandırmaz, 85 milyon yurttaşımıza kaybettirir. Bizler iktidarın izlemesinden rahatsızlığımızı bir kez daha ifade ediyoruz” dedi.
Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, genel merkez binasında il eş başkanları ile yapılan toplantıda konuştu. Hatimoğulları, konuşmasında şunları söyledi: “Mart ayı boyunca alanlardaydık, meydanlardaydık. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve Newroz etkinlikleri oldukça kalabalık, güçlü geçti. Moral ve motivasyonu çok yüksek geçti. O moral ve motivasyonun, kitleselliğin Amara Yürüyüşüne de yansıdığını hep birlikte gördük. Bu anlamda, başta il eş başkanlarımız olmak üzere emek veren il ve ilçe örgütlerimize ve genel merkez yöneticilerimize teşekkürlerimizi sunuyorum.
Amara yürüyüşü gençlik meclisinin öncülüğünde gerçekleşti ve 4 gün devam etti, sonra demokratik kurumlar platformu öncülüğünde taçlandırılmış oldu. Gerek 8 Mart’a gerek Newrozlara katılan milyonların, gerekse Amara’da olan gençlerin, kadınların, Kürt halkının ve onlarla dayanışma içinde olan bütün halkların ortak bir talebi vardı. O da Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü. Bu süreçte Sayın Öcalan’ın koşullarının düzenlenmesi ve özgür bir biçimde bu çalışmalara katkı vermesinin mesajı çok güçlü bir biçimde verilmiştir. Çok güçlü bir sahiplenme yaşandı.
Özellikle Newroz alanlarında bir araya gelen milyonların en temel mesajı barış ve demokratik toplum çağrısını sahiplenmek ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi için devlete, iktidara ve her kesimden milyonlar çok güçlü bir mesaj verdi ve bu çağrının arkasındayız dediler. Bu çağrının hep birlikte arkasında olduğumuzu defaatle ifade ettik. Ne yazık ki mevcut iktidar bu konuda henüz bir adım atmış değil. Bu çağrıyı gerek yurt içi ve gerek yurt dışında milyonlar sahiplendi. Her kesimin sahiplendiği bu çağrının yaşam bulması için gerekli olan siyasal ve toplumsal zeminin oluşması ile ilgili DEM Parti olarak bizler gece gündüz çalışıyoruz ama henüz iktidar ve devletten bu anlamıyla atılmış somut bir adım göremiyoruz.
Bugün 6 Nisan Katledilen Gazeteciler Günü. Ben Musa Anter, Uğur Mumcu, Hrant Dink, Ferhat Tepe, Metin Göktepe, Kadri Bağdu, Nazım Daştan ve Cihan Bilgin şahsında öldürülen bütün gazetecileri saygı ve minnetle anıyorum. Onlara minnet borcumuz çoktur. Gazeteciler, başta yurttaşlar olarak bizlerin haber alma hakkını savunmaktalar. Özgür kalemler ve klavyeler yurttaşın haber alma hakkı için gece gündüz çalıştı ve bedel ödediler. En ağır bedeli yaşamlarıyla ödediler. Bugün öldürülen gazeteciler günü, yaşamını yitiren bütün basın emekçilerini bir kez daha saygıyla anıyorum. Sözümüz olsun ki hiçbir kalem ve klavye kırılmayacak. Herkes özgür bir biçimde haber yapabilecek, bizler de habere ulaşma hakkımızı kullanabileceğiz.
“Enternasyonalist barış hareketinin örgütlenmesinin tam zamanıdır”
Dünya genelinde jeopolitik gerilimler çok ciddi bir tırmanış içinde. Halkların Ortadoğu başta olmak üzere dünya ölçeğinde verdikleri özgürlük ve demokrasi mücadeleleri jeopolitik anlamda artan baskıcı rejimler ve yeni gelişmeler ne yazık ki bunların üzerini örtmektedir. Bunu kabul etmek mümkün değildir. 7 Ekim’de İsrail’in Filistin’i işgali ile başlayan süreç, Rusya-Ukrayna savaşı, Lübnan, Irak, Yemen, İran’daki gelişmeler ve en son Suriye’de yaşanan önemli gelişmeler. Bütün bunlar bizzat bizleri ve Türkiye’yi etkilemektedir. Bu yaşanan gelişmeler birbirinden asla bağımsız değildir. Trump’ın son açıklaması ile birlikte ticaret savaşlarına yeni bir boyut kazandırıldı. Çok tehlikeli çıkışlar bunlar gerçekten. Uygulanan politikalardan kaynaklı Çin’in de sessiz durmadığını görüyoruz.
Hem ticari hem askeri hem de siyasi anlamda bütün dünyadaki siyasi ve toplumsal gelişmeleri etkileyecek gelişmelerle karşı karşıyayız. Evet üçüncü dünya savaşının arefesindeyiz. Üçüncü dünya savaşının çıkma ve yayılma olasılığı, bölgesel düzeyden çıkıp küresel ölçeğe yayılma olasılığı hiç de zayıf değil. Böylesi bir gergin dönemden geçiyoruz. Bugün AB ve Avrupa ülkelerinin tarihlerine baktığımızda oradaki halkların binbir bedelle kazandığı insan hakları ve demokraside geldikleri noktada bu gelişmeler ışığında geriye düştüklerini görüyoruz, bu çok tehlikeli. En önemli tehlikelerden biri dünya ölçeğinde silahlanmaya ayrılan bütçenin gittikçe artmasıdır, buna AB ülkeleri de dahildir.
Bunlar bütün dünyayı tedirgin etmesi gereken konulardır. Birinci ve ikinci dünya savaş deneyimlerine baktığımızda üçüncü dünya savaşının bu dönemde gelişmesinin nelere mal olacağı görülmelidir. Aynı şekilde nükleer silahlanmanın arttığı birinci ve ikinci dünya savaşının ötesinde can kaybına mal olacağını, yeryüzünün yaşanmaz bir yer olmasına sebebiyet vereceğine aklımızdan bir an çıkarmamalıyız. İşte bu nedenle sadece ülkemizde değil bölgemizde ve küresel ölçekte de sınırları tanımayan ve bu çatışmalara karşı enternasyonalist barış hareketini birlikte örgütlenmenin tam da zamanıdır.
Suriye’deki gelişmeler doğrudan bizleri, Türkiye’yi, içinde bulunduğumuz ve geliştirmeye çalıştığımız Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını etkiliyor. Şam’da gerçekleşen yönetim değişikliğinin akabindeki gelişmeler iç açıcı gelişmeler olmadı. Oradaki farklı halklara ve inançlara yönelik saldırılar hız kesmeden devam etti. Alevilere, Dürzilere, Hristiyanlara yönelik saldırılarda insanlar katledildi, inanç merkezlerine saldırılar gerçekleşti. Alevi kadınlar tıpkı Êzidî kadınlar gibi kaçılırıp 21. yüzyılda adeta köle pazarında satılan nesne haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Biz bütün bunlara karşı demokratik bir Suriye’nin inşa edilmesinden yanayız.
Şunu vurgulamak isteriz ki bir kez daha, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin geliştirdiği toplumsal sözleşme sorunlara köklü çözümler sunacak bir sözleşmedir, anayasa altyapısıdır. Suriye’de kim ki oranın iç işlerini belirlemeye çalışıyorsa bugünü görmek durumundadır. Demokratik Suriye’nin inşası başta Kürt halkının geliştirdiği seküler, kadın eşitlikçi, özgürlükçü, farklı halkların ve inançların ortak yaşamı tesis ettiği bu toplumsal sözleşme mutlaka bütün Suriye sathına yayılmalıdır. Oradaki yansımaları doğrudan Türkiye’de hissettiğimizi defalarca ifade ettik.
Türkiye’de çok ciddi bir kaos yaşanıyor. Türkiye’deki siyasi gelişmeleri ne Suriye ne Ortadoğu ne de dünyadaki gelişmelerden bağımsız ele alamayız. Türkiye çok uzun süredir çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya. Aynı zamanda demokrasi krizde, yargı krizde. Türkiye’de özgürlükler zaten can çekişiyor. Hal böyle iken bizler bir umut ışığı olarak ortaya çıkan Sayın Öcalan’ın çağrısının hakettiği biçimde mevcut iktidar ve devlet tarafından henüz yeterince analiz edilmediğini ve hak ettiği ölçüde karşılık verilmediğini görüyoruz. Bunu asla doğru bulmuyoruz.
Bizler demokratikleşme beklerken, barışla ilgili adımların atılmasını beklerken, İmralı koşullarının düzeltilmesini beklerken, yani özet olarak aslında basitçe demokratikleşme adımları atılmasını beklerken ne ile karşılaştık? İstanbul Büyükşehir Belediye başkanının da aralarında olduğu çok sayıda belediye başkanına dönük bir operasyonla karşılaştık. Bu operasyona karşı başta gençler ve kadınlar olmak üzere insanlar Türkiye’de bugüne kadar yaşanmış en önemli sivil itaatsizlik eylemlerinden biriyle demokratik haklarını kullandılar. Gençler üniversiteleri boykot etti. Aynı zamanda alışverişle ilgili gerçekleşen bir boykot oldu. Bu çok önemli bir gelişmedir.
Toplum iktidarın gittikçe otoriterleşen yaklaşımına rızalık vermediğini bu demokratik çıkışlarıyla göstermiştir. İktidar bunları anlayacağı yerde, bunun sosyolojik, iktisadi, siyasal ve özgürlükler bağlamında, demokratikleşme talebi bağlamında ele alacağına daha fazla gaz kullandı, jop kullandı, daha fazla yargı sopasıyla insanları gözaltına aldı. 301 gencin çoğunluğu hala hapishanelerde tutulmaktadır.
Bunu kabul etmek mümkün değildir. Biz DEM Parti olarak yaşanan bu hukuksuzluklara, yargı eliyle siyaseti dizayn etme anlayışına karşı mesajlarımızı hem yerellerimizde hem de genel merkez düzeyinde her fırsatta illetik. Biz bu antidemokratik uygulamaları asla kabul etmiyoruz. Biz barış ve demokrasi beklerken gittikçe otoriterleşmeyi amaçlayan bu yaklaşımı, barışa ve demokratik toplum çağrısına bir sabotaj olarak değerlendiriyoruz. Bu açıdan da kabul etmemiz mümkün değildir. Siyaset, yargı, hukuk ve adalet adeta enkaz altında. Bizler bu enkazdan kurtulmak zorundayız.
“Sayın Öcalan’ın çağrısı 85 milyonun hakları için yapılan bir çağrıdır”
İmralı’da Sayın Öcalan üzerindeki tecridin devam ettiğinin altını buradan bir kez daha çizmek istiyorum. Özgür çalışma ve yaşam koşulları ne olursa olsun en hızlı şekilde oluşturulmalıdır. Bu sürecin adına hem diyalog diyeceksiniz, hem de diyalog sürecinin işleyişi diyalogsuzluk olacak. Bu olmaz. Diyalog sürecinin işleyişi diyalogsuzluk olamaz. Bunu ümit ediyoruz ki devlet aklı ve iktidar doğru bir biçimde okur. Bizler Ortadoğu, Suriye ve dünya ölçeğinde bu yaşanan gelişmeler ışığında Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrının Türkiye’nin iç barışını oluşturmak ve tahkim etmek için ne kadar önemli olduğunun altını çiziyoruz.
Bu çağrı sadece Kürt halkı için yapılmış bir çağrı değildir. Bu çağrı sadece Kürt hakkını alsın çağrısı değildir. Bu çağrı Türkiye’de yaşayan 85 milyon yurttaşın taleplerine karşılık verecek bir çağrıdır. İnsanlar aç, insanlar yoksul. Daha dün elektriğe yüzde 25, doğalgaza yüzde 20 zam geldi. İnsanlar Ramazan Bayramında bir kilo çikolata dahi alamaz düzeyde. Bu çağrı aynı zamanda Türkiye’deki işçiler, emekçiler, yoksullar için, Türkiye’deki Aleviler için, ezilen ve sömürülen bütün kesimler için yapılan bir çağrıdır. Bu çağrının 85 milyon tarafından sahiplenilmesinin ayrıca böyle bir anlamı vardır.
Barışa herkes hazır. Türkiye’deki muhalefetten tuttun da bir çok kesime kadar hazır. Uluslararası düzeyde hükümetler, devletler, AB kuruluşları, ABD’den Körfez ülkelerine varacak kadar her kesimden çok güçlü bir destek geldi. Bu destek çok önemli, bu desteğin tarihi bir anlamı var. Bu anlamı eğer devlet ve iktidar doğru okumazsa Türkiye’ye büyük kaybettirirler. 85 milyon yurttaşımıza büyük kaybettirirler. O nedenle bazı sorumlulukların hayata geçirilmesi gerekiyor.
En önemli sorumluluk Sayın Öcalan’ın özgür bir şekilde çalışma koşullarının sağlanmasıdır. Bir diğeri meclisi biz baştan beri adres gösterdik. Sayın Öcalan da bizler de muhalefete de öyle. Mecliste adımların atılması çok önemlidir. Bunlardan en acil ve yapılabilir olanı acil bir biçimde ortak karar alabilecek bir komisyonun oluşturulmasıdır. Sadece takip eden bir komisyon değil karar yetkisine sahip ve bunun yasalarla güvence altına alındığı bir komisyonun kurulması elzemdir. Bu çağrımızı bir kez daha yineliyoruz.
“Bizler 7/24 barış ve demokrasi için çalışıyoruz”
AKP iktidarı bugüne kadar sermaye için bir çok torba yasa çıkardı. Biz barış ve demokrasi için bir tane yasa üzerinde çalışılsın istiyoruz. Bir demokratikleşme paketi üzerinde çalışılsın istiyoruz. Bunun için de atılacak somut adımlar bellidir, ortadadır. Bugüne kadar pratiğe geçirilmemiş çok sözle karşılaştık. 1 Ekim’den bu yana bizler diyoruz ki pratiğe geçmemiş sözlerin zaman içinde hükmü kalmaz. DEM Parti olarak geçmiş dönemde de 7/24 barış ve demokrasi için çalışan bir siyasi partiyiz.
1 Ekim’den bugüne kadar 7/24’ü içerik olarak ikiye katlayan bir çalışma yürüttük. Başta siz il eşbaşkanlarımız, il ve ilçe örgütlerimiz ve genel merkezimiz olmak üzere gecemizi gündüzümüze katıp barış için çalıştık. Bizler barışın olması ve demokrasinin gelmesi için çok bedel ödemiş bir partiyiz, şimdiden sonra en ağır bedelleri de ödemeye hazırız. Yeter ki bu ülkeye barış ve demokrasi gelsin. Aynı duyarlılık, refleks ve emeği devletin ve iktidarın da vermesini bekliyoruz. Bu emeğin verilmemesini yanlış buluyoruz. Oyalama, zamana yayma siyaseti kimseye kazandırmaz, 85 milyon yurttaşımıza kaybettirir. Bizler iktidarın izlemesinden rahatsızlığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
Bütün dünyada bu kadar ciddi değişimler yaşanırken, küresel sistem kendini yapılandırmaya çalışırken, halklar, ezilenler ve sömürülenler cephesinde yer alan DEM Parti olarak biz de aynı kalamayız. Bizler de yepyeni bir örgütlenme hamlesi içerisine gireceğiz. Herşey değişirken aynı mücadele yol ve yöntemleriyle değil onları daha fazla geliştiren, daha sıçtaran bir adım atmak durumundayız. Sayın Öcalan’ın da belirttiği gibi demokratik siyasette daha fazla örgütlenmemiz gereken bir evreden geçiyoruz.
Hem halklar, hem Kürt halkı, hem Alevi toplumu nezdinde, farklı halklar ve inançlar nezdinde işçiler, emekçiler, yoksullar nezdinde, kadınlar ve gençler nezdinde bizler daha çok örgütleneceğiz. Mahalle mahalle ev ev örgütleneceğiz. Bu konuda siz değerli il eşbaşkanlarınmıza ve yönetimlerimize çok önemli görev ve sorumluluklar düşüyor. Zaten Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile ilgili sizler çok derinlikli bir biçimde halk çalışması da yürüttünüz.
“Şimdi örgütlü gücümüzü hak kazanan bir evreye taşımak zorundayız”
Bizler bunun karşılığını Newrozlarda 10 milyonların katılımıyla hep birlikte aldık. Emek verdiğimizde karşılığını alabildiğimizi hep birlikte görüyoruz. Aynı zamanda bizler fabrika fabrika, atölye atölye örgütleneceğiz. Kadın hareketi olarak, gençlik hareketi, insan hakları ve ekoloji hareketi olarak bizler her yerde örgütleneceğiz. Neden örgütleneceğiz işimiz, aşımız, ekmeğimiz, alınterimiz için, anadilinde eğitim hakkımız için, anadilimizi özgürce kullanabilmemiz için, inancımızı dışlanmadan, ötekileştirmeden yaşayabilmemiz için örgütleneceğiz. Ortak yaşamı bu şekilde inşa edeceğiz. Tecridi kaldırmak için daha çok örgütleneceğiz.
Sesimizi daha çok duyurmamız gereken bir evreden geçiyoruz, bunu unutmayalım. Hasta mahpuslar başta olmak üzere cezaevinde bulunan gençler ve bütün siyasi tutsakların özgür olması için daha çok örgütleneceğiz. Yaptırım gücümüzü artırmalıyız, buna ihtiyacımız var. Bizler örgütlenerek bugüne kadar geldik ve çok şey biriktirdik. Şimdi mevcut örgütlü gücümüzü artık sadece direnen değil aynı zamanda somut olarak hak kazanan bir evreye taşımak zorundayız. O nedenle daha güçlü birlikteliklere ihtiyacımız var. Demokratik cumhuriyeti böyle kuracağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Biz 8 Mart’tan Newroza, Newrozdan Amara’ya çok büyük moral, motivasyon ve kitlesellikle geldik, şimdi sıra 1 Mayıs’ta. Bütün dünyanın açlık ve yoksulluk çektiği, Türkiye’de açlık ve yoksulluğun çok önemli bir seviyeye geldiği bi dönemden geçiyoruz. Bu ülkede Türk’ü de Kürt’ü de Arap’ı da Laz’ı da Çerkes’i de aç. Bu ülkede ezilenler farklı halklardan ve inançlardan insanların ortak bir paydası var ki yoksullukta buluşuyorlar, alınterinin sömürülmesinde, ekmeklerinin küçültülmesinde buluşuyorlar. Bu büyük buluşmayı tıpkı Newrozlarda, 8 Martlarda, Amara’da yakaladığımız kitlesellikle bizler bu 1 Mayıs’ı aynı bilinçle ve ruhla örgütleyeceğiz. Ekmek, adalet ve barış için 1 Mayıs alanlarında bir arada olacağız. Bu duygu ve düşüncelerle 1 Mayıs çağrımızı yenileyerek hepimize selamlarımı saygılarımı sunuyorum. Son sözümüz şu olsun, yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği, kurtuluşumuzun yolu buradan geçiyor.”