TİP Lideri Baş: Erdoğan’ın Devlet Kurumlarındaki Portelerini Biz İndireceğiz

Partisinin Uşak İl bürosunun açılışına katılan TİP Lideri Erkan Baş, burada yaptığı konuşmada, “Hep birlikte bu memleketi aydınlık günlere götüreceğiz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurarken şöyle bir şey söylemiştim, bunu Uşak’ta da aynı şeyi söylüyorum Tayyip Erdoğan’ın bütün devlet kurumlarındaki portelerini biz indireceğiz” dedi.

Erkan Baş, konuşmasında, “İktidarın ülkeyi getirdiği noktada insanlar başlarını sokacak bir ev bile bulamayacak haldeler. Tam da bunun için hepimize ait olan mücadele etmek isteyen, ülkenin bu gidişatına dur demek isteyen bu ülkenin bir yurttaşı olarak geleceğime para babalarının, zenginlerin, bilindik siyasetçilerin yön vermesine tahammül edemiyorum artık” ifadelerini kullandı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, partisinin Uşak İl bürosunun açılışına katıldı.

Bianet’ten Özlem Kara‘nın aktardığına göre, Erkan Baş, burada yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi:

“Türkiye İşçi Partisi nedir, nasıl bir partidir? Diye sorsak ilk verilecek yanıt Türkiye İşçi Partisi sokakların partisidir, halkın, emekçinin partisidir.

O yüzden Uşak’a gelmişken parti binamızın içinde kendi arkadaşlarımızla sohbet edelim istemedik. Şansımız da yaver gitti bu mevsimde güneşli bir havada sizlerle birlikte sokaklarda Uşak’ın Türkiye İşçi Partisi açılışını önce bir Uşak meydanında, bütün Uşaklılara müjdelemek istedik.

Şunu söyleyerek başlayacağım, bizim için parti binaları açmak sadece bir binaya sahip olmak anlamına gelmiyor. Bunun Türkiye’de başlı başına bir dert olduğunu biliyoruz.

İktidarın ülkeyi getirdiği noktada insanlar başlarını sokacak bir ev bile bulamayacak haldeler. Tam da bunun için hepimize ait olan mücadele etmek isteyen, ülkenin bu gidişatına dur demek isteyen bu ülkenin bir yurttaşı olarak geleceğime para babalarının, zenginlerin, bilindik siyasetçilerin yön vermesine tahammül edemiyorum artık.

Bu ülkede ne olacaksa ben yapınca olacak biz yapınca olacak  diyen herkesin başını sokabileceği, herksin yan yana gelebileceği hep birlikte ülkemizi bu karanlıkta kurtarma mücadelesine dahil olacağı bir mücadele nebzesini tüm Uşaklı alın teriyle, emeği ile yaşayan tüm yurttaşlarımıza ait bir partinin il binasının açılışına geldik.

Bu başlı başına önemli arkadaşlar. Burada bir sürü parti var. Bir sürü partinin koca koca binası var. İddia ediyorum ki onların paraları var onların arakalarında destekler var ama hiçbirisinin bu memleketinin geleceğine dair kendisi için hiçbir şey istemden, sadece ve sadece alın terini verecek insanları yok.

Yeni bir dönem yeni bir tarihsel kırılma noktası ve bunun güzel tesadüfü olarak Uşak’tayız. Belki buradan Uşaklılara değil ama Uşak’a dışarıdan bakan, Türkiye’nin dört bir tarafından sesimizin ulaştığı yurttaşlara sesleniyorum.

Emin olun ve şöyle düşünüyorlar ‘Ya bu Türkiye İşçi Partisi Uşak’ta da örgütlenmiş. Onlar için ve pek çok insan için Uşak’ta örgüt olsa ne olur olmasa ne olur diye baktıkları bir yer.

Ama biz Uşak’ın bu memleketin geleceğinde, önemli bir yer olacağını bugün burada göstermeye geldik. Ve bunu gerçekleştiren arkadaşlarıma, buradaki Uşaklı emekçilere, Uşak’ın dörtte Türkiye İşçi Partisi’ni var eden emekçilere hepinizin huzurunda çok teşekkür ederim.

Türkiye’nin dört bir yanında çoban ateşi gibi halkın içerisinde değişen ve kurutuluşu müjdeleyen ateşlerinden bir tanesini Uşak’ta yakmış olmanın, bu mutluluğa ortak olmanın mutluluğunu sevincini mutluluğunu taşıyoruz.

Hep birlikte bu memleketi aydınlık günlere götüreceğiz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurarken şöyle bir şey söylemiştim, bunu Uşak’ta da aynı şeyi söylüyorum Tayyip Erdoğan’ın bütün devlet kurumlarındaki portelerini biz indireceğiz.”

Paylaşın

Mahkeme, TELE 1’e Verilen Üç Günlük Ekran Karartma Cezasını Durdurdu

Ankara 2. İdare Mahkemesi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Serra Kadıgil’in Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) eleştirisi sebebiyle TELE1’e verdiği üç günlük ekran karartma cezasını durdurdu.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), TİP Milletvekili Serra Kadıgil’in Diyanet eleştirisi sebebiyle TELE1’e üç günlük ekran karartma cezası verdi. TELE1, RTÜK’ün cezasının iptalini ve yürütmesini durdurulması için yargıya başvurdu. Ankara 2. İdare Mahkemesi, oy birliği ile yürütmenin durdurulması kararını verdi.

Ankara 2’nci İdare Mahkemesi’nin oy birliği ile aldığı karar şöyle:

1-Ekteki dava dilekçesinde yer alan tüm iddialara cevap teşkil edecek şekilde detaylı bir açıklama  yapılarak ve dava konusu işlemin sebep ve gerekçelerinin; işleme dayanak teşkil eden tüm bilgi ve belgelerin içinde bulunduğu işlem dosyasının onaylı bir örneğinin sunulmasının istenilmesine,

2-Dava konusu işlemin hangi yasa hükümleri uyarınca tesis edildiğinin (madde ve fıkra belirtilmek suretiyle) açıkça bildirilmesinin istenilmesine,

3-Bunun dışında uyuşmazlığın çözümüne yardımcı diğer tüm bilgi ve belgelerin onaylı birer örneğinin gönderilmesinin istenilmesine, Dava konusu işlemin, yayın durdurmaya ilişkin olması nedeniyle her an uygulanacak olması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun dava açabilmek için öngördüğü süre ve dava açıldıktan sonra Mahkemece yapılacak usuli işlemler için tanıdığı süre göz önüne alındığında, işlemin uygulanma süresi içinde sağlıklı bir yargısal denetim yapılamayacağı gibi, işlemin uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğurabileceği anlaşıldığından, olayın niteliği ve davanın durumuna göre, davalı idarenin savunması ve ara kararı cevabı alınıp ya da savunma ve ara kararına cevap verme süresi geçip yeni bir karar verilinceye kadar dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına, savunma ve ara kararına cevap süresinin 30 (otuz) gün olarak belirlenmesine, 25/10/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Paylaşın

Erkan Baş, Erdoğan’a Sordu: Madenci Evladının Kaderi Yetim Kalmak Mı?

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bartın’ın Amasra ilçesinde yer alan maden ocağında meydana gelen patlamada 41 madencinin hayatını kaybetmesini ‘kader’e bağlamasına tepki gösterdi.

“Bu yüce şehadet makamı neden zenginlerin evine hiç uğramıyor” diye soran Baş ayrıca yaşananlardan Erdoğan’ı sorumlu tuttu. “Senin kaderin çocuklarına yatlar katlar almak da emekçilerin kaderi ölmek mi? Madenci evladının kaderi yetim kalmak mı?” dedi.

TİP Lideri Erkan Baş’ın açıklaması şöyle:

“Tıpkı her katilin cinayet mahalline döndüğü gibi bu ülkeyi bir işçi mezarlığına çeviren Erdoğan olay yerine dönüyor. İşçinin kanıyla canıyla sürdürdüğü iktidarının yeni katliamlarına iyi baksın Erdoğan.

Patronlar servetlerine servet katsın diye Soma’da Ermenek’te işçiler nasıl katledildiyse bugün Bartın’da olan budur. Şimdi utanmadan çıkıp buna kaza diyorlar. Katlettikleri madencilere şehit diyorlar. Bu nasıl ne yüce şehitlik makamıdır. AKP’lilerin sarayların zenginlerin evine uğramıyor. Nerede gariban nerede yoksul emekçi var şehadet hep onların payına düşüyor.

Senin kaderin çocuklarına yatlar katlar almak da emekçilerin kaderi ölmek mi? Madenci evladının kaderi yetim kalmak mı?

Lanet olsun sizin arsızlığına lanet olsun sizin utanmazlığınıza dün ve bugün ölen her işçinin ölümü engellenebilirdi. Şükür ve dua ile değil onların hayatını koruyacak insanca bir çalışma ile tüm ölümleri engelleyebilirdik.

Ama siz Soma’nın katil patronlarını değil Somalı madencilerin avukatlarını hapse gönderen zihniyetin sorumlususunuz. Ama mutlaka hesaplaşacağız. Tüm cinayetleri ortaya çıkaracağız.”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, patlamanın meydana geldiği TTK Amasra maden sahasında açıklamalarda bulundu.

Bakan Dönmez, Amasra’da patlama meydana gelen maden ocağında işlemler bitinceye kadar kömür üretimine ara verildiğini bildirdi. Bakan Dönmez şu bilgileri paylaştı:

Yangınla mücadele devam ediyor. O alanı komple kontrol altına alabilmek için kapatma kararı alındı. Şu an baraj yapma işlemleri devam ediyor. Arkasından da azot ve gerekirse su ve diğer kimyevi maddeleri ocağa basma suretiyle kontrol altına alacağız. Sonrasında tesisin yeniden üretime hazırlanabilmesi için oluşan hasarların tespiti ve bunların tesis edilmesi vs. teknik işlemleri devam edecek. Bu işler bitinceye kadar da Amasra müessesemizde de kömür üretimine ara veriyoruz.

Bugün Adalet Bakanımız işletmemizi ziyarete geldi, kısa bir bilgi alışverişinde bulunduk. Başsavcılığımızın araştırma soruşturma ile ilgili tahkikat başlatılması söz konusuydu. Başsavcılığımız ve görevli arkadaşlara kimlik tespiti alanında görevler düşüyordu, çok seri hareket ettiler.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada patlamada yaralanan ve madende mahsur kalanlara geçmiş olsun dileklerini iletti. Bozdağ şu ifadeleri kullandı:

“Yaralı işçilerimize acil şifalar diliyorum. Madende mahsur kalan işçilerimize ulaşmak, onları sağ ve salimen kurtarmak için çalışmalar devam etmektedir. Devletimiz, tüm imkan ve kabiliyetlerini seferber etmiştir. Madende mahsur kalan işçilerimizin sağ ve salimen kurtarılması hepimizin en büyük dileğidir. Patlamayla ilgi Amasra Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlatmıştır. Hadise bütün boyutlarıyla soruşturulacaktır,” ifadelerini kullandı.

Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı, patlamayla ilgili soruşturma başlattı. Başsavcılık, olayla ilgili 3 savcının görevlendirildiğini duyurdu. Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessese Müdürlüğü’ne bağlı maden ocağında arama kurtarma çalışmaları sona erdi.

Paylaşın

TİP Lideri Erkan Baş: Saray’ın Derdi Laiklik

TİP Lideri Erkan Baş, TBMM’de yaptığı basın açıklamasında, “Şimdi Anayasa nidaları atmaya başladı Saray! Bu zihniyetle ne anayasası? Sözde kadın hakları için, kadın özgürleşmesi için öyle mi? Tüm dertleri laiklik. Laikliği külliyen ortadan kaldırmak için ellerine geçen her fırsatı kullanmaya çalışıyorlar” dedi ve ekledi:

“Dertleri kendilerine benzemeyenler, 20 yıldır kendilerine benzetemedikleri, teslim olmayanlar, boyun eğmeyenler… Pegasus çalışanları, sadece rakı masasında fotoğraf paylaştıkları için 3 ay 22 gün hapis cezası almışlar. AKP zihniyetini anlayabilmek için bundan daha net, daha açık bir örnek olamaz.”

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) haftalık basın toplantısı düzenledi. Türkiye gündemine ilişkin açıklamalarda bulunan Baş, konuşmasına cihatçı terör örgütü IŞİD tarafından 10 Ekim 2015’te Ankara Garı’nda düzenlenen saldırıda hayatını kaybeden 103 yurttaşı anarak başladı.

10 Ekim 2015 günü kendisinin de Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne katıldığını belirten Baş, “O günden beri nefes alıyorsam, o gün yitirdiklerimizin hesabını sormak içindir. Bu ülkenin barış isteyen çocuklarını katledenlerden, katliam sonrası gazla, copla saldıranlardan hesap sormak için yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.

Baş, konuşmasına şu sözlerle devam etti:

“IŞİD barbarlarının bombalarıyla ve AKP’nin gözetimi ve izniyle gerçekleştirilen 10 Ekim Katliamı, bu ülkede barışa, kardeşliğe, AKP’siz bir gelecek umuduna karşı girişilmiş bir insanlık suçudur.

Bombalar patladığında, insanlarımız kanlar içinde yatarken, devlet yaralılara yardım için müdahale etmek yerine bizlere, yaralılara yardım edenlere saldırırken oradaydım. Ve çok açık söylüyorum: O günden beri nefes alıyorsam, o gün yitirdiklerimizin hesabını sormak içindir.

Bu ülkenin barış isteyen çocuklarını katledenlerden, katliam sonrası gazla, copla saldıranlardan hesap sormak için yaşıyoruz. Bize bu acıları yaşatanları, bu ülkede barışı, umudu katletmeye çalışanlardan hesap sormak için yaşıyoruz. Avukat olmak isteyen, o pırıl pırıl, yemyeşil gözlü çocuğun, 9 yaşındaki Veysel Atılgan’ın ve nice insanımızın hesabını sormak için yaşıyoruz. Mutlaka soracağız. Mutlaka hesaplaşacağız!

10 Ekim, bizim kuşağımızın 1 Mayıs 77’sidir, silinmez yarasıdır. Başka yaraların devamı, sonrasındaki faşizmin habercisidir. Açık söylüyorum: 10 Ekim’in tüm failleriyle hesaplaşmadan, Türkiye’de bir helalleşme yaşanamaz.

Bugün oturtuldukları masalarda yeni bir Türkiye kurmaya soyunan failler var. Açıkça söylüyoruz: Bu memlekete bir gün hak, hukuk, adalet gelirse, 10 Ekim’in tüm failleri gibi, ‘oylarımız artıyor’ diyenlerin de oturacağı yer sanık sandalyesidir. 10 Ekim’le yüzleşmekten başka çareniz, arkasına saklanacak bir bahaneniz yok, olmayacak! 10 Ekim’le hesaplaşmadan, yeni bir Türkiye kurulamaz. Biz kırmızı çizgimizi buradan çekiyoruz.

Yitirdiğimiz tüm kardeşlerimizi bir kez daha saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara layık olmak, onlara borcumuzu ödemek için bu memleketi barışla, eşitlikle, özgürlükle buluşturacağımıza söz veriyorum.”

‘Tüm acıların hesabını birlikte soracağız’

Basın toplantısının devamında HDP Iğdır Milletvekili Habip Eksik’in polisler tarafından darp edilmesine ilişkin de açıklamalarda bulunan Erkan Baş, “AKP-MHP faşizmini tarihin çöplüğüne hep birlikte gönderecek; tüm kanunsuzlukların, tüm acıların hesabını birlikte soracağız” dedi.

Baş, şöyle devam etti:

“Habip Eksik, Halkların Demokratik Partisi Iğdır Milletvekili. AKP’nin polisi tarafından yerlerde sürüklenerek darp edildi, ayağı kırıldı. Bir milletvekilinin, yüz binlerce yurttaşımızın iradesini temsil eden bir kimseyi darp eden, ayağını kıran bu faşizmi, mağlup etmek zorundayız. HDP Iğdır Milletvekili Habip Eksik’e bir kez de buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.”

Açıklamalarının devamında bugünün 11 Ekim’in Dünya Kız Çocukları Günü olduğunu hatırlatan TİP Genel Başkanı, “Bugün, tüm adaletsizliklerin içinde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hüküm sürdüğü bir dünyaya gözlerini açmış ve fırsat eşitsizlikleriyle mücadele eden kız çocuklarının günü. Türkiye’de son verilere göre resmi rakamlara göre 720 bin, sivil toplum verilerine göre ise 2 milyonu aşkın çocuk işçi var” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş şöyle devam etti:

“Ankara’da bir lise öğrencisi Gamze Açar, 17 yaşındaydı. 2020 yılında iş görüşmesi için gittiği termal otelin 5’inci katından sözde intihar ederek hayatını kaybediyor. Bugün duruşması var. Gamze Açar için adalet istiyor kız kardeşleri. Çocuk işçiliği ve yoksulluk, Gamze Açar’ın intihar süsü verilen cinayetiyle somutlaşıyor bu ülkede.

Ya da 16 yaşında eski nişanlısı tarafından boğazı kesilen Sıla Şentürk’ü hatırlıyor musunuz? Ya da Emine Bulut’un ‘anne ne olur ölme’ diye yalvaran 10 yaşındaki kızını! Ya da Rabia Naz’ı, Ceylan Önkol’u,Aladağ’da yanarak can veren adını dahi bilmediğimiz o 11 kız çocuğunu!

Türkiye’de kız çocuğu olmak ne menem bir şey, bu isimler ve daha yüzlercesi anlatıyor bize. TÜİK’in 2016 verilerine göre; Türkiye’de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı, son 10 yılda yaklaşık 3 kat artarken 250 bin çocuk istismara uğramıştı. Adalet Bakanlığı ise çocuk istismarına yönelik verileri artık paylaşmıyor.

Türkiye’de son 20 yılda evlendirilen kız çocuklarının sayısı 730 bin. Türkiye genelinde lise çağındaki her 100 kız çocuğundan 13’ü okula gitmiyor veya gönderilmiyor. Van ve Muş gibi illerde bu oran yüzde 40…

İnsan Hakları Derneği’nin 2018 raporuna göre, çocuk istismarında dünyada 3. sırada yer alan Türkiye’de; 2002’den bu yana en az 440 bin çocuk doğum yaptı. TÜİK istatistiklerine göre 2021 yılında; 15 yaşından küçük kız çocukları 117, 15-17 yaş grubundaki kız çocukları 7 bin 73 doğum yapmış. Parti Sözcümüz Sera Kadıgil bir ay önce 4 ayrı Bakanlığa doğum yapmak zorunda kalan kız çocuklarını sordu. ‘Çocuklar örgün eğitim içerisinde yer alıyor mu? Gebe diye okula gidemeyen bu çocukların hiç kimse peşine düşmüyor mu? 9 ay gizlenen bu gebelikte kamu görevlilerinin payı yok muydu? Sorumlular cezalandırıldı mı? Doğan bebeklere ne oldu? Doğum yapan kız çocuklarına ne oldu?’ sorularına hâlâ yanıt yok!

İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı… Bir tane muhatap yok! Kadın bedeninin lafı geçince, iş kadın üzerinden siyaset üretmeye gelince mangalda kül bırakmayan beyler bu soruları görmezden geliyor! Okuldan uzakta olan 866 bin kız çocuğunu gören yok. ‘Çocuğun rızası’ kavramını siyasal İslam literatürüne kazandıran Adalet Bakanı yine yeniden aynı makamda oturuyor!

‘Saray’ın derdi laiklik’

Şimdi Anayasa nidaları atmaya başladı Saray! Bu zihniyetle ne anayasası?

Sözde kadın hakları için, kadın özgürleşmesi için öyle mi? Tüm dertleri laiklik. Laikliği külliyen ortadan kaldırmak için ellerine geçen her fırsatı kullanmaya çalışıyorlar. Dertleri kendilerine benzemeyenler, 20 yıldır kendilerine benzetemedikleri, teslim olmayanlar, boyun eğmeyenler…

Pegasus çalışanları, sadece rakı masasında fotoğraf paylaştıkları için 3 ay 22 gün hapis cezası almışlar. AKP zihniyetini anlayabilmek için bundan daha net, daha açık bir örnek olamaz.

Toplumun çok büyük bir kesimine olan düşmanlığıyla tanıdığımız bu iktidar, seçim yaklaşınca taklalar atmaya başladı. Sanki memleketin her tarafını tarikatlar kuşatmamış gibi, memleketin dört bir yanına imam hatipler açılmamış; insanlar buraya mahkûm edilmiyormuş gibi, sanki zorunlu din derslerinde Alevi yurttaşlara yönelik ağıza alınmayacak hakaretleri bunlar yapmıyormuş gibi şimdi sözde Alevi açılımı yine geldi.

Neymiş Aleviler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir daire altında temsil edileceklermiş. Buradan özellikle Alevi yurttaşlara seslenmek istiyorum: Bu siyasal İslamcı iktidar, Alevileri kendisine kenar süsü yapmaya karar vermiş.

20 yıldır hayatlarını her gün cehenneme çevirdikleri gençlerle buluşmuşlar. Bakıyoruz, kindar ve dindar nesil oluşturmaya ahdedenlerle buluşulmuş aslında. Hani şu pudra şekeri yalayıp kendi küçük çeteleriyle etrafa racon kesen, kamunun kaynaklarıyla fonladıkları torpil listeleri sanki nüfus kayıt sistemi gibi döşenmiş, TÜGVA’nın düzenlediği bir etkinlikten söz ediyoruz.

Gençlerle buluşacakları tek yerin sadece TÜGVA etkinlikleri olması son derece önemlidir. Bu ülkede bir paralel yapı inşa edip devletin tüm kademelerinde kadrolaşma faaliyetinin karargâhı haline gelen bir yapıdan bahsediyoruz. TÜGVA etkinliklerinde konuşan Tayyip Erdoğan ile Türkçe Olimpiyatları’na giden Tayyip Erdoğan arasında hiçbir fark yoktur. İkisi bir ve aynı şeydir.

‘Hayallerini sattığınız gençleri kandıramayacaksınız’

Gençlerin hayatlarını yıkıyorsunuz, önlerine onlarca sorun çıkartıyorsunuz ama paylarına düşe düşe bir otobüs bileti düşüyor. Buradan Tayyip Erdoğan’a sesleniyoruz: Hayallerini sattığınız gençleri kandıramayacaksınız. Bu iş Meclis’te vekil satın almaya benzemez. Hayallerini çaldığınız, ülkesine küstürdüğünüz gençleri, hâlâ kandırabileceğini düşünmeniz bizi güldürüyor.

Son üç yılda örgün eğitimi bırakıp açık liseye geçen öğrenci sayısı 1 buçuk milyon olmuş. Çalışmak zorunda oldukları için ya da sınav ile okulu beraber götüremeyeceklerini gördükleri için gençlerimiz açık liselere geçmek zorunda kalıyor. Ailesine yük olmamak için hamburgercilerde, kafelerde, inşaatlarda çalışmak zorunda olan üniversite öğrencilerini satın alabileceğinizi mi düşüyorsunuz? Parası olmadığı için okuyamayan yüz binlerce öğrenci size teslim olacak öyle mi?

Sanki bu ülkeyi 20 yıldır kendisi yönetmiyor, sanki memleketin bu hâle gelmesinin sorumlusu kendisi değilmiş gibi, tıpkı bir muhalefet lideri gibi konuşma yapıyor. Oysa Tayyip Erdoğan’ın 20 yıldır yönettiği bu ülkede gençler ne okuyabiliyor ne çalışabiliyor. Üniversiteye giden öğrenciler iş bulamadığı için ‘Niye okudum ki?’ diyor. Sen öğrencileri satın alamazsın Erdoğan. Sen öğrencilerin değil, 50 metre kare bodrum daireyi 8-10 bin liraya kiraya veren amcaların liderisin. Sen gençlerin değil ‘çıkar göster telefonunu’ diyen dayıların adamısın. Sen vapurda, otobüste gülen gençleri görünce öfke krizine girenlerin liderisin. Gençler senin biletini istemiyor Erdoğan, senin biletini kesiyor. Hem de öyle böyle bir bilet değil, senin gidişinin bileti!”

Konuşmasının son bölümünde AKP-MHP iktidarının Meclis’e sunduğu ve 14 maddesinin kabul edildiği ‘sansür ve dezenformasyon yasası’na ilişkin de açıklamalarda bulunan Erkan Baş, “Herkes için değil, muhalefet için; adalet için değil haksızlık yapmak için yasa yapıyorlar. Ancak şimdiden söyleyelim biz, olmaz bu iş, tutmaz! Bu yasayı çıkarmayı başarsanız da işe yaramayacak. Susmayacağız!” dedi.

Baş, şunları kaydetti:

“Bu hafta Meclis’te ‘Dezenformasyon Yasası’ diye pazarladıkları sansür yasasının görüşmeleri devam edecek. Saray Rejimi bütün düzenini haksızlık, adaletsizlik ve yalan üzerine kurduğu için gerçeklere tahammül edemiyor. Yandaş sermaye gruplarıyla birlikte televizyonları, gazeteleri eline geçirdiler olmadı, bir avuç muhalif basın yayın organlarına para ve kapatma cezaları verdiler olmadı, fiziki saldırı dahil her tür baskıyı yaptılar olmadı, sosyal medyayı kontrol etmek için trol orduları kurdular gene olmadı… Şimdi de internet haberciliğini kontrol altına almak, daha önemlisi, halkın gerçekleri söyleme ve yayma hürriyetlerini elinden almak istiyorlar!

Neymiş, sırf ‘halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kişi’ye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilebilecekmiş! Peki bir bilginin gerçeğe aykırı olup olmadığını kim belirleyecek! Mesela, sürekli yalan haber üreten yandaş basına da uygulanacak mı bu cezalar?

Buyurun, daha dün yayılan üç haber:

-Kılıçdaroğlu’nu firari FETÖ sanığı karşıladı haberi

-İBB cenaze aracında uyuşturucu taşındı haberi

– Kadıköy’de bir binada yaşanan patlama olayını doğalgaz patlaması diye duyuran Vali

Diyelim sansür yasası şu an yürürlükte olsaydı, bu üç yalan haberle ilgili herhangi bir cezai işlem başlatılacak mıydı? Cevabı hepimiz biliyoruz!

Haksızlık yapmak için yasa yapıyorlar. Ancak şimdiden söyleyelim biz: Olmaz bu iş, tutmaz. Bu yasayı çıkarmayı başarsanız da işe yaramayacak. Biz TİP olarak ne olursa olsun bu yasayı tanımayacağız. O iş kanallara para cezası kesmeye, çetelerinize gazeteci dövdürmeye benzemez. Milyonların adalet, özgürlük, eşitlik talebini burada el kaldır indir yaparak susturamazsınız. Ne yaparsanız yapın, gerçekleri her yerde haykırmaya devam edeceğiz!

Bu yasaya sonuna kadar direneceğiz ama son sözümüzü de en baştan söyleyeyim. Susturamayacaksınız! Susmayacağız!”

Paylaşın

TİP Lideri Baş: Bu Diktatör Özentilerine Artık Güle Güle Diyeceğiz!

TİP Lideri Erkan Baş, ¨Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin geleceğinde yeri yok. Bu patron, bu diktatör özentilerine artık güle güle diyeceğiz¨ dedi. Baş, ayrıca, Cumhuriyetin ikinci yüzyılının Erdoğan’sız bir yüzyıl olacağını ifade etti.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, partisinin İstanbul’un Kağıthane ilçesindeki binasının açılışına katıldı. Burada yurttaşlarla buluşan Baş, açılış öncesi yaptığı konuşmada ¨Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin geleceğinde yeri yok. Bu patron, bu diktatör özentilerine artık güle güle diyeceğiz¨ dedi.

Konuşmasında karanlık bir dönemin sonuna gelindiğini vurgulayan Erkan Baş, ¨Artık bu saray iktidarına hep beraber son tekmeyi atmanın eşiğindeyiz. Hep beraber ‘Tayyip Erdoğan dönemine artık yeter, bitti’ demenin arifesindeyiz. Ve en önemlisi cumhuriyetin ikinci yüzyılının kapısına dayanmış durumdayız¨ dedi.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılının Tayyip Erdoğan’sız bir yüzyıl olacağını ifade eden Baş konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:

¨Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin geleceğinde yeri yok. Bu patron, bu diktatör özentilerine artık güle güle diyeceğiz. Bitti onların görevi. Fakat sorumuz şu. İkinci yüzyıl rengi değişmiş başka patron tarafından mı şekillenecek yoksa bugüne kadar sesi duyulmak istenmeyen, bugüne kadar sadece ezilen, sömürülen; bir de seçimden seçime hatırlanan, yoksullar, emekçiler bu ikinci yüzyıla damga vuracak mı, vurmayacak mı?

‘Solcu olduğumuz için dik duruyoruz’

Mesela bizim en çok duyduğumuz laf ‘Çok güzel söylüyorsunuz, çok dik duruyorsunuz, sizi büyük bir heyecanla alkışlıyorum ama biraz fazla solcusunuz’ oluyor. Tam da fazla solcu olduğumuz için öyle dik duruyoruz. Tam da solcu olduğumuz için kimseye teslim olmuyoruz, sonuna kadar mücadele etmekte solcu olduğumuz için kararlıyız.

O yüzden açılan her parti binası bizim için yeni bir mücadele mevzisi, kendimize koyduğumuz yeni hedefler, partimizi daha güçlü hale getirmek ve bu sayede bu memlekette artık işçinin, emekçinin, yoksulun sesinin daha güçlü çıkması için bize enerji veriyor, güç veriyor.¨

(Kaynak: İleri Haber)

Paylaşın

TİP Başkanı Baş’tan ‘Medeni Kanun’ Çıkışı: Aklınızdan Bile Geçirmeyin

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başörtüsü tartışmalarında Anayasa’yı işaret etmesine tepki gösteren TİP Lideri Baş, “RTE ağzındaki baklayı çıkardı ve tartışmayı Medeni Kanun’a dönük bir saldırı fırsatına çevirdi… Medeni Kanun’u tartışmayı aklınızdan bile geçirmeyin!“ dedi.

Haber Merkezi / Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, başörtüsü tartışmalarında Anayasa’ya işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şimdi de Medeni Kanun’u hedef alması üzerine sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı.

Baş’ın paylaşımı şu şekilde: RTE ağzındaki baklayı çıkardı ve tartışmayı Medeni Kanun’a dönük bir saldırı fırsatına çevirdi. Şimdi ülkemizin tüm kadınları hedefte! Kadınların, çocukların, LGBTİ+ların dilediğince yaşaması bir pazarlık unsuru değildir. Medeni Kanun’u tartışmayı aklınızdan bile geçirmeyin!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Siyasi Topluluğu’nun ilk toplantısı için gittiği Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’dan dönüşte yaptığı açıklamada, Aslında Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı bu tez, siyaseti ne kadar bilmediğini, kendisinin bir siyaset fukarası olduğunu gösteriyor. Bir defa ortada şu anda yasal bir düzenlemeyi gerektirecek bir durum yok ki. Şu anda bu haliyle kızlarımız üniversiteye, ortaöğretime gidebiliyor mu, polis olabiliyor mu, asker olabiliyor mu? Evet. Bütün bunlar şu anda var mı? Var. Şimdi böyle bir durum ortadayken, bayram değil seyran değil, nereden çıktı bu iş?” demişti.

‘Aile falan hepsi bu işin içinde’

Erdoğan ayrıca “O zaman gel bunu Anayasa’ya alalım ki bundan sonra kimse bu işin üzerinde oynayamasın. Hemen ne yaptılar? Onun malum bir adamı var. “Desteklemeyeceğiz” dedi. Bunu söylemeye başladılar. Öyle de olsa şu anda ben çalışmayı başlattım. Adalet Bakanımın riyasetinde şu an itibarıyla gerek Bekir Bey gerek Anayasa Komisyonu Başkanım, Adalet Komisyonu Başkanım, onlar şu anda bu çalışmayı yapıyorlar. “Yanınıza milletvekili arkadaşlarımızı, MYK’den arkadaşlarımızı da alın çalışmayı hazırlayın” dedim. Devlet Bey’le de görüştüm bu konuyu. İnşallah bu işi hemen Meclis’e sunalım. Tabii ne olacak sunacağız? Anayasa değişikliği olarak. İnşallah arkadaşlar güzel bir hazırlık yapacaklar ve bu hazırlığı da Meclis’e sunacağız” ifadelerini kullanmıştı.

Erdoğan şöyle devam etmişti;

“Aile kavramı bizim olmazsa olmazımız zaten. Çünkü güçlü bir millet, güçlü aileden olur. Şimdi bizim bunun çalışmasını da yapmamız lazım. Çünkü son zamanlarda topluma LGBT’yi soktular. LGBT’yle birlikte de bizim aile yapımızı bunlar dejenere etmenin gayreti içerisine girdiler. Öyleyse biz olması gereken ne ise onu yapacağız. Biz kimlerin LGBT’ci olduğunu biliyoruz zaten. Ama bunu da aile olarak gelip oraya koyalım. Burada da çıksın bakalım neresinden savunacak onu da görelim”

Aile filan hepsi bu işin içinde. Öyle bir şey yapıyoruz ki hadi bakalım görelim seni. Bu işte ne kadar samimisin, değilsin; bunu burada göreceğiz.

 

Paylaşın

TİP’li Barış Atay: Helalleşmeniz İçin Bile Hesaplaşmanız Gerekiyor

Türkiye İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı (TİP) ve Hatay Milletvekili Barış Atay Mengüllüoğlu, TELE1 ekranlarında “Enver Aysever ile Ayrıntılar” programına konuk oldu. Programda gazeteci Enver Aysever’in sorularına yanıt veren Atay, Türkiye gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Atay, programın başında Enver Aysever’in TİP’in 2018’de yeniden kurulmasının ardından geçen sürede, partinin katettiği yola ilişkin sorularına yanıtlar verdi. Atay, “Bir siyasi partinin kitleselleşmesi ve aynı zamanda ideolojik bir parti olarak kalması çok kolay değildir. Ne söyleyeceksin?” sorusuna “TİP’in 2018 yılında HDP ile kurduğu ittifak sayesinde önce 2 sonra da 4’e çıkardığı milletvekiliyle daha çok insana bu siyaseti anlatma fırsatı bulabildik. Tabii ki insanlar kendi hissettikleri şeyleri, söylemek istedikleri şeyleri Meclis’te duydukları zaman doğal olarak bir sempati duymaya başladılar. TİP’in üçüncü kuruluş döneminde belki de sosyalist partiler açısından nispeten daha uzun sürelere yayılması muhtemel bir büyümeyi bu 4 yıl içerisinde gerçekleştirmiş olduk” şeklinde yanıt verdi.

TİP’in Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik anketlerde yükselişe geçmesini de değerlendiren Barış Atay, “TİP özelinde konuşmak gerekirse bizim siyaset çizgimizi belirleyen şey anketler değil” dedi.

Atay sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sonuç itibarıyla biz Meclis’ten önce sokakta var olmuş, yıllarca farklı siyasi partilerde de olsak sokakta mücadele etmiş, emek ve özgürlük alanındaki mücadelemizi halkla beraber, halkla iç içe, halkla yan yana büyütmüş siyasi çizgilerden gelen kişileriz ve öyle de bir kurumuz parti olarak. O yüzden bir anketin sonucu bize sadece bir fikir verebilir.”

Programın devamında yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve ittifaklara ilişkin açıklamalarda bulunan Barış Atay, Enver Aysever’in “6’lı Masa kurulurken size teklif gelseydi kabul eder miydiniz, yoksa ‘kimler var’ mı derdiniz?” sorusuna yanıt verdi. Atay, “Elbette ‘kimler var’ derdik. Kimlerin olduğu eğer o zamandan da belliyse ve bizi de onun üzerine çağırdılarsa gördüğünüz gibi içinde olmazdık. Zaten olmadığımız için de Türkiye’de başka türlü bir ittifakın ihtiyacının hasıl olduğunu düşündüğümüz için Emek ve Özgürlük İttifakını kurmuş olduk” dedi.

Barış Atay, şu ifadeleri kullandı:

“Biz şunu çok net olarak tanımlıyoruz: AKP-MHP iktidarı, bir sermaye ve patron iktidarı. Gelecek olan iktidarın yapısına baktığınız zaman ki iki bileşeni zaten eski AKP’li, bir bileşeni daha milli görüşçü, bir bileşeni ‘muhafazakâr, liberal, demokrat’ olarak tanımlıyor kendisini… Bütün bu bileşenlerin arasında bizim net olarak söylememiz gereken şey şu: Bir sermaye iktidarı gidip yerine başka bir sermaye iktidarı kurulacaksa şayet; TİP’in görevi şu an yaptığı muhalefeti profil ve karakter olarak ana muhalefet partisi kıvamına getirmek. Bütün mücadele, bütün büyüme amacı, bütün bu uzun soluklu kavganın sebebi esasen budur.”

‘Helalleşmeniz için bile hesaplaşmanız gerekiyor’

“Helalleşme-hesaplaşma” tartışmalarına ilişkin de açıklamalarda bulunan Barış Atay, “Helalleşmeniz için bile hesaplaşmanız gerekiyor” dedi.

Atay, şunları kaydetti:

“Türkiye 80 küsür milyon nüfuslu bir ülke. Bu ülkenin 60 milyondan fazlası çalışan. Bunların yarısından fazlası asgari ücretli. İnanılmaz bir emek sömürüsü söz konusu ve gün gün artıyor. Yaşadığımız 20 yıl ve bu 20 yılı yaratan on yıllar boyunca süregelen bir sistem söz konusu.

Bugün iktidarın değişme olasılığı hiç olmadığı kadar yakın. Helalleşilecekse -ki tanım olarak onu doğru bulmuyorum- bir kere şunun yapılması gerekiyor: Roboski üzerinden gidelim; durup dururken helalleşilmez. Ne yapılır? O kararı veren insanların yargılanması sağlanır önce. Ya da işte Beşli Çete üzerinden örnek verelim. Bu inanılmaz sömürü düzeninin destekçisi ya da bilfiil bireyi olanlarla değil sadece, bu sermaye düzeninin tamamıyla ilgili şu ana kadar alınmış kamu ihaleleri ya da uygun olmadığını düşündüğümüz ihalelerin tamamının nasıl yapıldığına dair bir soruşturma süreci başlatacağız. Bu da bir yargılamadır. Bizim söylediğimiz hesaplaşacağız meselesi doğru tanımdır. Helalleşmeniz için bile hesaplaşmanız gerekiyor.

Bir örnek mesela. Erzurum Milletvekiliyle ilgili rüşvet iddiaları ortaya çıktı. Normalde aldığı maaşla ya da kurduğu bir şirketin geliriyle alamayacağını düşündüğümüz yatlar, katlar, evler vs. ortalığa saçıldı. Bu iddiaları ortaya koyan kendi eşiydi ama gözaltına alınan kim oldu? İddianın sahibi olan eşi. Ben bu süreç bittiği zaman Erzurum Milletvekilinin bu dosyasını unutup ‘tamam olan oldu, devam edelim’ mi diyeceğim? Yoksa ‘bir sene önce böyle bir iddia vardı arkadaşlar lütfen bu iddiayı araştıralım ve suç varsa ortada yargılamasını yapalım cezasını verelim’ mi diyeceğim? Bundan daha meşru bir talep olabilir mi?”

Paylaşın

TİP’ten CHP’ye ‘Başörtüsü’ Eleştirisi; Laiklik Vurgusu

CHP’nin başörtüsü düzenlemesi içeren kanun teklifini eleştiren TİP Lideri Erkan Baş, “Türkiye’de Başörtülü olan olmayan, inanan (farklı inançlara sahip tüm inanların) ve inanmayanların herkesin özgür yaşamasının en önemli güvencesi laikliktir. Laikliği net bir biçimde savunmayan hiçbir siyasi parti bu ülkede halkın gerçek özgürlüğünü sağlayamaz. Biz AKP tarafından her gün törpülenen laikliğin güçlendirilmesi ve yeniden kazanılması için her tür katkıyı desteği vermeye açığız. Laiklik ilkesinin bu ülkede yaşayan tüm yurttaşlar için özgürlüğün teminatı olarak hayat bulması gerekiyor” dedi ve ekledi:

“Biz gerçek laiklik ve özgürlük sorunlarını konuşma çağrısı yapıyoruz. Başı açık kapalı, tüm emekçilerin yoksulların halkın çıkarlarını savunma çağrısı yapıyoruz. Halkın patronlara karşı iktidara karşı birleşik özgürlük mücadelesini büyütme çağrısı yapıyoruz. Bu ülkede yoksul çocuklarının, tarikatların cemaatlerin ellerine düşmesini engelleme çağrısı yapıyoruz. Bu ülkede laikliğin yeniden güçlü bir şekilde inşa edilmesi çağrısı yapıyoruz”

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) partisinin haftalık basın açıklamasını düzenledi. Erkan Baş’ın konuşmasından satır başları şu şekilde:

“Şimdi iktidar mensupları çıkıp diyecekler ki bu olay münferittir. Değil kardeşim… Münferit falan değil. Adalet sisteminin paramparça edildiği, hukuksuzluğun genel kaide olduğu, katillerin sırtının sıvazlandığı, iktidar sahiplerinin cezasızlık zırhıyla donatıldığı bu memlekette hiçbir cinayet münferit değildir!

Tıpkı öldürülen kadınlar, tıpkı görevi başında katledilen Ceren Damar gibi, Onur Şener cinayeti de politik bir cinayettir.

AKP devletinin şımarık, güçten, hırstan gözü dönmüş memurları, bir müzisyeni, sırf istedikleri şarkıyı bilmediği, çalmadığı için yüzünü camla parçalayarak katlettiler.

Daha vahim tarafı katil zanlılarının sabıka kayıtlarına rağmen devletin kadrolu memuru yapılmış olması. Güvenlik soruşturmalarıyla, mülakatlarla hakkı çalışma hakkı gasbedilen bu ülkenin gençlerinin yerine sırf iktidara yakın oldukları için suç kayıtlarına rağmen bu canileri memur yapan rezil düzene lanet olsun. İşte bizim bu düzenle bir derdimiz var.

Bizim derdimiz AKP ile ama AKP ile sınırlı da değil. Biz başka bir memlekete ihtiyaç olduğunu söylüyoruz. AKP’nin yarattığı bu düzenle, bu toplumla, bu insan türüyle, bu bencillikle, bu kural tanımazlıkla, bu mafyacılıkla bir derdimiz var.

Onur Şener’in ailesine, tüm sevenlerine, pandemi döneminden bu yana iktidar tarafından açlığa, yoksulluğa itilen ve sürekli olarak hedef gösterilen tüm müzik emekçilerine bir kez daha baş sağlığı diliyorum.

Bu karanlığı mutlaka yeneceğiz. Türkiye AKP karanlığından, baskısından mutlaka kurtulacak; yaşanabilir, sevgi ve umut dolu bir ülke olacak.

Bu aşağılık düzenin cezasızlık zırhıyla donattığı bir başka erkek, Serkan Tüzün isimli sözde hakim, dün evli olduğu bir kadını katletti.

Kadının acılı annesi, televizyonda, 12 yıldır kızının sistematik şiddet uyguladığını, aileyi arkasındaki güçle tehdit ettiklerini, çocuklarını bile göstermediğini ağlaya ağlaya anlattı. Peki sonra ne oldu?

Bu ülkenin Hakimler ve Savcılar Kurulu, katledilen kadın için değil, kadını katledip ardından intihar eden bu faşist cani için bir taziye mesajı yayınladı. Neymiş bir de eski Alperen Ocakları başkanıymış.

İşte boşa demiyoruz, hesaplaşacağız! Sabah kadın katleden bir cani için akşam ‘sayın’ deyip, arkasından rahmet okuyanlarla mutlaka hesaplaşacağız!

Hiç unutmayacağız. Hiçbir cinayeti unutmayacağız, unutturmayacağız. Kadın katillerinin sırtının nasıl sıvazlandığını, nasıl cüretlendirildiklerini, nasıl aklandıklarını unutmadığımız gibi bu taziyeyi de yemin olsun unutmayacağız. Ve mutlaka, hesaplaşacağız.

Bu iki cinayet Ankara’da yaşandı, bu ülkenin başkentinde. Ve bu ülkenin başkentinde de bir meclis var. Ne yapmaya çalışıyorlar? İşte bu cinayetlerin öğrenilmesini engellenmeye çalışılıyor.

Soru şu: Bu sansür yasası çıkmış olsaydı yurttaşlar ayrıntılarını sosyal medyada ve inatla yayıncılık, gazetecilik yapmaya çalışan her geçen gün sayıları azalan basın yayın organlarından bunu öğrenebilecekler miydi? İşte iktidarın yapmaya çalıştığı şey esas olarak budur. Bu yasa gazetecileri susturmak istiyor, bu yasa halkın haber alma hakkını gasbediyor.

Oysa okulların açıldığı gün Sevgili Sera Kadıgil’in imzasıyla Meclis’e sunduğumuz bir yasa teklifimiz var. Okullarda aç, susuz eğitim almaya çalışan milyonlarca evladımız için devlet en azından bir öğün yemek versin diyoruz.

Bütün çabamıza rağmen komisyon gündemine bile alınmayan yasa teklifimizi bir kez daha yurttaşlarımızın dikkatine sunuyoruz.

Okullarda aç kalan çocuklarımız var ya, o çocukların aç kalmasının tek sorumlusu AKP grubudur. İsterse 24 saat içerisinde bu yasa çıkar, yürürlüğe girer ve çocuklarımız okullarında karınları tok biçimde eğitimlerine devam edebilirler. Açlığı engelleyebilirler ama bunların çocuklarının hiçbirisi okullarda aç kalmadığı için hepsi yurtdışında özel okullarda yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında yaşadıkları için 8 yaşında, 10 yaşında bir çocuğun aç karnına derse girmesinin ne demek olduğunu bilmiyorlar.

Bunun yerine saçma sapan yasa teklifleri ile halkın gerçekleri öğrenmesini engellemeye çalışıyorlar. Daha doğrusu, bu yasa tekliflerinin hepsinin bir amacı var. İktidarlarını korumak ve o iktidarla elde ettikleri servetlerini korumak için bu memleketin çocukları aç kalsın diyen bir iktidarla karşı karşıyayız. İşte bununla hesaplaşacağız.

Gerici bir molla rejimi tarafından zorbaca sözde kıyafet kurallarına uymadığı, sacının teli göründüğü için katledilen Mahsa Amini başta olmak üzere, bu ataerkil gerici düzenin yarattığı, cüretlendirdiği, cezasızlık zırhıyla donattığı erkekler tarafından öldürülen tüm kadınları saygıyla anıyorum.

İran’da sokağa dökülen kadınlar özgürlüğü için mücadele ediyor. Ve buradan tüm dünyaya çıkartılması gereken ve elbette ülkemize de çıkartılması gereken dersler var. Örneğin laikliğin, bir ülke için ne kadar hayati, ne kadar olmazsa olmaz bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha yaşayarak görüyoruz. Sokakta yaşamlarını riske ederek mücadele eden kadınlar bize çok ama çok net bir şey gösteriyorlar. Türkiye’de de İran’da da laikliği yeniden, bir daha yitirmemek üzere mutlaka kazanacağız, kazanmak zorundayız!

Ne kazanmak istiyoruz? İnsanların inançları ya da inançsızlıkları, giydikleri ya da giymedikleri siyasetin konusu olmasın istiyoruz. Devletin bir dinin, bir yorumunu tüm topluma dayatmamasını; zorunlu din derslerinin kaldırılmasını istiyoruz. Memleketin dört bir yanında yoksul emekçi çocuklarının sadece imam hatiplere mahkum edilmesini engellemek istiyoruz. Bu ülkenin gençlerinin bu ülkenin geleceğinin kan emici tarikatların cemaatlerin ellerinden almak istiyoruz. 20 yaşındaki genç kardeşimiz Enes Kara’yı öldüren karanlığı yok etmek istiyoruz. Biz bu cemaat, tarikat, siyasal İslamcı karanlığından kurtulmak, nefes almak istiyoruz! Devleti buna alet edenlerden de, bu karanlığa çanak tutanlardan da hesap sormak istiyoruz.

‘Siyasal İslam’ın sıkıştırdığı yerden muhalefet etmek marifet değildir’

Kadının bedeni üzerinde fikir zikretmeden bir politika kurma becerisi bu ülkede yıllardır neden gelişmez bunu sorgulamak istiyoruz. Bir kez daha kadın bedeni üzerinden kurulmak istenen siyaset gündemiyle karşı karşıyayız. Siyasal İslam’ın sıkıştırdığı yerden muhalefet etmek marifet değildir. AKP’nin yalanlarına ve ithamlarına muhatap olmamak için özel bir çaba sarfetmemize bunun için sınırları zorlamamıza gerek yok.

Uzunca bir süredir sorun olmayan “türban sorunu” bir kez daha yakıcı bir sorunmuş gibi iktidarın ve bu kez üzülerek söylüyorum, muhalefetinin enstrümanı haline geldi. Oysa biraz önce söyledim. Çocukların okula aç susuz gitmesi, enflasyonun rekor üzerine rekor kırması, nefret siyasetinin gündelik hayatımızı cehenneme çevirmesi, yeni bir sansür yasasıyla memlekette çıt çıkmamasını hedefleyen bir iktidar, atanamayan öğretmenler, sağlıkçılar, iş bulamayan ve yabancı ülkelere garson olarak bile gitmeye razı olan milyonlarca genç, emekli olamayan yaşlılar, emekli olup açlığa mahkum edilenler.

Tüm bunlar orta yerde dururken AKP’nin belirlediği sınırlar içerisinde, AKP’nin belirlediği gündemlerle AKP’ye karşı muhalefet etmeyi gerçekten anlamıyoruz. Çok açık söylüyorum: İran’da kadının kakülünden korkan ahlak polisleriyle Türkiye’de kadının başörtüsü üzerinden siyaset devşiren tek adam ve onun türevleri bir ve aynıdır.

Evet, çok sık istismar ettikleri türbanlı “Bacılarımız” diyerek yalanlarla gözlerini boyadıkları kadınların karşısında erkekle kadının eşit olmadığını bir fıtrat olarak kabul eden bir tek adamla yönetiliyoruz. Örneğin; İstanbul Sözleşmesi’ni bir gece attığı bir imzayla yürürlükten kaldırdığını düşünen ama sözde türban duyarlılığıyla halkı aldatan bir iktidarla mücadele ettiğimizi hiç unutmamak gerekiyor.

Ezcümle AKP kurduğu saray rejimi o saray bir yalan üretme çiftliğine dönüşmüş durumda. Burada sınır yok. Yalanın bini bir para bunlarda. Ne yapacağız mesela? Camilere ayakkabılarla girdiler diye bir yalan uyduruyorlar. Ne yapacağız mesela? Caminin 500 metre etrafında ayakkabı çıkarılmalıdır diye kanun mu çıkaracağız bunun için? Her gün attıkları bir yalan var. CHP camileri ahır olarak kullandı diye bir yalan sürekli olarak söylüyorlar. Ne yapacağız? Bir köyde cami varsa o köyde hayvan otlatmak yasaklansın mı diyeceğiz?

Hatırlıyor musunuz? Hani önümüzdeki Cuma ispat edeceklerdi kaç yüz Cuma geçti bilmiyoruz. 9 – 10 yıl oldu bunun üzerinden. Kabataş yalanının yalan olduğunu ispat etmek için deniz kenarında bile olsa belden yukarı çıplak gezmek yasaktır diye kanun mu çıkaracağız arkadaşlar. Olmaz. Bu iktidarla böyle mücadele edilemez. Biz naçizane bir uyarımızı yapmak istiyoruz. AKP’nin yalanlarına yetişemeyiz. Onları o yalanlara boğmak zorundayız. O yalanların içerisinde boğulsunlar. AKP’nin oyuncaklarıyla oyun kurulamaz.

‘Laikliğin yeniden güçlü bir şekilde inşa edilmesi çağrısını yapıyoruz’

Türkiye’de Başörtülü olan olmayan, inanan (farklı inançlara sahip tüm inanların) ve inanmayanların herkesin özgür yaşamasının en önemli güvencesi laikliktir. Laikliği net bir biçimde savunmayan hiçbir siyasi parti bu ülkede halkın gerçek özgürlüğünü sağlayamaz. Biz AKP tarafından her gün törpülenen laikliğin güçlendirilmesi ve yeniden kazanılması için her tür katkıyı desteği vermeye açığız. Laiklik ilkesinin bu ülkede yaşayan tüm yurttaşlar için özgürlüğün teminatı olarak hayat bulması gerekiyor.

Biz gerçek laiklik ve özgürlük sorunlarını konuşma çağrısı yapıyoruz. Başı açık kapalı, tüm emekçilerin yoksulların halkın çıkarlarını savunma çağrısı yapıyoruz. Halkın patronlara karşı iktidara karşı birleşik özgürlük mücadelesini büyütme çağrısı yapıyoruz. Bu ülkede yoksul çocuklarının, tarikatların cemaatlerin ellerine düşmesini engelleme çağrısı yapıyoruz. Bu ülkede laikliğin yeniden güçlü bir şekilde inşa edilmesi çağrısı yapıyoruz.

Sadece biz değil madem kadınları tartışıyoruz. Kadın örgütlerinin sesine kulak vermeliyiz. Aylardır kadın örgütleri çeşitli alanlarda bu iktidarın dayatmalarına karşı bir mücadele yürütüyorlar ve şunu söylüyorlar. Yeni yasa icat etmenize gerek yok: var olanı uygulayın. Anayasanın 10. Maddesi ortada; Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Ya da 1950’de altına imza attığın BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ortada duruyor. 2. Maddesi yani “Herkes ırk, renk cinsiyet dil siyasal veya diğer bir inanç ulusal ya da toplumsal köken, servet, doğuş ya da herhangi başka bir durumdan dolayı ayrıma uğramadan evrensel hak ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir.” Buyurun altına imza attığımız sözleşmeyi uygulayalım.

2002’de yapacağını taahhüt ettiğin Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW); Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi uluslararası sözleşmesinin gereğini yapmak kafidir. Hani bir gecede çıkmaya teşebbüs ettikleri İstanbul sözleşmesi, İstanbul sözleşmesi uygulanmalı. Madem kadın haklarını konuşuyoruz, madem kadın konusunda bütün siyasetçiler hassas, o zaman her insanın en temel hakkı olan yaşam hakkı, bu ülkede kadınların yaşam hakkı güvence altında değil. Bunları hayata geçirecek kanunları, anayasaları, uluslararası sözleşmeleri uygulamak gerekiyor.

‘Kadın örgütlerinin sözü sözümüzdür’

Kadın örgütlerinin sözü sözümüzdür. Yasalara dokunmayın, yasaları uygulayın. Türkiye’de dini siyasal amaçları için uygulayan bir iktidarla karşı karşıyayız ve bunların yarattığı iklimi bir bütün olarak ortadan kaldırmak tüm siyasetçilerin, tüm yurttaşların eşit, özgür bir ülke hayali kuran herkesin en önemli görevi, en önemli sorumluluğudur. Yapılması gereken şey dinin ve paranın siyaset üzerindeki egemenliğine son vermek. Din ve para siyaseti belirlediği sürece halkın özgür ve mutlu olması, ülkemizin insanlarının barış içinde kardeşçe yaşaması mümkün değil. Dolayısıyla gerçek sorunları tartışmamız gerekiyor.

DİSK/Genel-İş üyesi Kumluca Belediyesi emekçilerini saygıyla selamlıyorum. Kumluca Belediyesi emekçileri, bir süredir belediye yönetiminin sendika ve emek düşmanı, kanunsuz uygulamalarına karşı kararlı bir mücadele yürütüyor. Sendikayı tanımayan yönetim, işçilerin günlük ücretlerini düşürüyor, sendikalı işçileri istifaya zorluyor, vazgeçiremediklerini işten çıkarıyor ya da sürgüne yolluyor. Anayasa’yı, ilgili kanunları ve işçilerin sözleşmeden doğan haklarını ihlal eden belediye yönetimini uyarıyoruz. Sendika ve emekçi düşmanı bu uygulamalara derhal son verilmelidir. Atılan işçiler işe bir an evvel geri alınmalı, işçilerin talepleri karşılanmalıdır. Sömürü, baskı, haksızlık nereden gelirse gelsin, Türkiye İşçi Partililer olarak karşısında duracak; Kumluca Belediyesi emekçilerinin talepleri kabul edilene değin yanlarında olacağız.

Bugün 4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü, yaşam hakkı savunucularının mücadelesini selamlıyoruz. Saray’ın ve sermayenin aç gözlülüğüne bu ülkenin doğasını, yaşamını yem etmeyeceğimizi bir kez daha meclis kürsüsünden ifade etmek istiyorum. Bu ülkenin doğası, sokakları hepimiz için yaşanabilir, hepimiz için güvenli olana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Paylaşın

Dikkat Çeken Analiz: Dip Dalgadan Beslenen ‘Sol İttifaklar’

Ekonomik sorunların sınıfsal bir kutuplaşma da yarattığına dikkat çeken Bekir Ağırdır, sınıfsal yapısı gereği “kapsayıcı olamayan Altılı Masa” ile bileşenleri sebebiyle “yeniyi kurma sürecinin aktörü olmaya aday Emek ve Özgürlük İttifakı”nın ortak aday belirlemelerinin Türkiye’nin önünde tarihi bir fırsat olacağını belirtti.

Ağırdır, yazısında, tüm dünyada otoriter yönetimlere karşı gelişen itirazların “bir iddiaya dayanan örgütlülük önderliğinde gelişmiyorsa” hüsranla sonuçlandığını yazdı.

Bekir Ağırdır’ın Gazete Oksijen’de yayınlanan “Türkiye’nin önündeki tarihi fırsat” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

“Siyasi alanda Altılı Masa yanı sıra iki yeni ittifak daha oluştu ve kamuoyuna açıklandı. İki hafta önce sol, sosyalist, komünist partilerin bir araya gelerek oluşturduğu Sosyalist Güç Birliği kuruldu. Geçen hafta HDP’nin öncülük ettiği yine sol partilerin dahil olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) kuruluşunu ilan etti. Hâlâ da ilan edilen ittifakların dışında kalan Zafer Partisi, Memleket Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi diğer partilerin içlerinde olacağı yeni ittifaklar mümkün görünüyor.

Başkanlık sistemi ve yüzde 50+1 oy gerekliliği, yüzde 7 seçim barajı gibi nedenlerle seçimler için sistem değişmediği sürece bu türden ittifaklar kaçınılmaz hale gelecek. Belki sistem değişmez ise siyaset bu ittifaklar üzerinden yeni bir konsolidasyon süreci yaşayacak.

Ama oy potansiyelini de dikkate alarak Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) seçimlerin sonucunu ve sonrasındaki yaşanacakları belirleme potansiyeli en yüksek oluşum olduğu da dikkat çekiyor. Demokratikleşme, laiklik, adil ekonomi gibi itirazlardan öte kapsamlı bir hedefler bildirgesi de yayınlayan ittifak HDP’nin yüzde 13’lük oy potansiyeli nedeniyle başlarken bile yeniyi kurma sürecinin bir aktörü olmaya aday olarak başlıyor.

Altılı Masa’nın en önemli handikaplarından birisi ideolojik olarak beşi geleneksel sağ biri sosyal demokrat olduklarını söyleseler de devlet-yurttaş ikileminde devletçi oluşları. Yurttaş öncelikli bakmadıkları için de Kürtler, emek-kadın-yeşil hareketlerine karşı kapsayıcı bir siyaset üretememiş olmaları, sivil topluma mesafeli oluşları ve sivil toplumun bilgi, maharet ve enerjisinden beslenme damarlarının tıkanıklığı da bir başka handikaplarıydı.

Bu kapsayıcılık eksikliği ve beslenme tıkanıklığı yalnızca seçimi kazanma sürecinde değil, asıl seçimin ardından yeniyi kurma sürecinde toplumun ihtiyaç ve taleplerini anlamak, kapsamak konusunda da önemli bir eksikliğe işaret ediyordu.

Halbuki pandemi, ardından gelen ve hâlâ süren büyük ekonomik tufan, rejimin keyfiliği, otoriterliği, hoyratlığı gibi bir dizi nedenle toplumsal bir dip dalga yaşanıyor. Ülkenin uzun süredir akli ve ruhi esaretine kapıldığı kutuplaşma ve kimliklere sıkışmanın harareti düşerken sınıfsal gerilim tekrar yükseliyor.

Ekonomik buhran karşısındaki çaresizliği deneyimledikçe toplum meselenin inanç farklılığı, etnik aidiyet ya da hayat tarzı meselesi olmaktan da öte yoksulluk meselesi olduğunu kavrıyor her gün. Yalnızca gelir adaletinin olmadığını değil, yanı sıra eğitimde ya da istihdamda fırsat adaletinin de olmadığını görüyor gençler. Hayatlarına dair kararlara katılamadıklarını görüyor her gün kadınlar ve gençler. Kendi seçtikleri siyasetçiler, belediye başkanları görevden alınır, tutuklanırlarken tanınma adaletinin olmadığını bir kez daha deneyimliyor Kürtler.

Terse dönen, dipte kabaran bir şey var. Büyük bir rahatsızlık var ve insanlar ilk kez o rahatsızlığın sadece kimlik farklılıklarından kaynaklanmadığını, ekonomik bir mesele olduğunu hissediyorlar artık. Kültürel kimlik eksenli kutuplaşmanın da siyasal kutuplaşmanın da yanı sıra yeniden sınıfsal kutuplaşma yükseliyor ve bunun siyasette önemli yansımaları olacak.

Altılı Masa henüz bu dinamiği kavramış ve buna uygun siyaseti üretiyor gibi görünmüyor. EİÖ’nin fırsatı hatta sol ittifakın da fırsatı bu dip dalgadan besleniyor. Bu toplumsal dinamik diğer yandan HDP’nin Türkiyelileşme fırsatını da güçlendirebilir.

Eğer bu ittifakların tümü cumhurbaşkanlığı seçiminde tek adayda uzlaşabilirler ve milletvekili seçimleri için siyasi rekabeti doğru kurgulayabilirlerse ülke bir tarihi fırsat yakalayabilir. Bu fırsat cumhurbaşkanının kim olacağından öte, yeni anayasanın tartışılacağı, biçimleneceği Meclis’te ülkenin tüm kültürel ve sınıfsal kesimlerinin en yüksek biçimde temsil edilebilmesinin zemini oluşabilir.

Eğer seçim süreci yeni dönemin, yeni sistemin tartışılması, bu tartışma süreçleriyle büyük toplumsal uzlaşmanın üretilebilmesi yönünde her parti ve ittifakın yeni bir siyaset tarzı, dili oluşturması süreci şeklinde yaşanabilirse ülke yıkımı yeniyi kurma sürecine çevirebilmek yönünde çok olumlu bir fırsat yakalayabilir.

Siyasi aktörler, liderler ve cumhurbaşkanı adayı bu sorumluluğu yerine getirebilecek mahareti geliştirebilecekler, yeni bir siyaset tarzı, stratejisi üretebilecekler mi yoksa Fransa ve İtalya’daki gibi çok yüksek seçimlere katılmama ya da Macaristan ve Şili gibi geri dönüşler mi yaşanacak göreceğiz.”

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

TİP Başkanı Baş: Erdoğan’ı Ona Çok Benzer Bir Adayla Yenemeyiz

Duygu Demirdağ’ın “Bugün Seçim Olsa” programına konuk olan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarına ilişkin muhalefete seslenerek, “Tayyip Erdoğan’ı, kendisine çok benzer bir aday çıkartarak yenemeyiz” sözlerine yer verdi. 

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, gazeteci Duygu Demirdağ’ın YouTube kanalında yayınlanan “Bugün Seçim Olsa” başlıklı canlı yayına konuk oldu. Baş, programda Demirdağ’ın ve yurttaşların sorularına yanıt verirken, yaklaşan seçimlere ve Türkiye siyasetine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Duygu Demirdağ programın başında, Erkan Baş’ın geçen cumartesi günü Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği halk buluşmasında yaptığı konuşmada “Hayal edelim” çağrısında bulunduğunu hatırlatarak, “Biz o hayalleri nasıl kuracağız kolay mı hayal kurmak?” diye sordu. Baş, Demirdağ’ın sorusuna “O kadar baskıcı, ceberut ve insanın günlük hayatını o kadar boğan bir iktidarla karşı karşıyayız ki o gün ona vurgu yapma ihtiyacı hissettim. Çünkü itiraf etmek gerekir ki hayali bile çok güzel. Bu ülkenin AKP’den kurtulmasının hayali bile çok güzel” şeklinde yanıt verdi.

Erkan Baş devamında şunları söyledi:

“Bu hayalin artık gözle görülür bir gelecekte olması, ulaşılabilir bir noktada olması, bizim mücadelemizde varabileceğimiz bir yerde olması beni çok heyecanlandırıyor. Herkes bu 20 yılda yaşadıkları üzerinden ya da daha kötüsü özellikle genç arkadaşların yaşayamadıkları üzerinden çeşitli hayaller kurabilirler. Bu hayal gücümüzü büyütmekte ve o hayal için mücadele etmekte fayda var. Ben böyle aşırı gerçekçi, sınırları çok köşeli bir biçimde çizilmiş gerçekçi bir yaklaşımın insanlık açısından sınırlandırıcı olduğunu düşünüyorum.  Türkiye siyasetinin en önemli problemlerinden bir tanesi aslında siyasetin insansızlaşması.

‘Başka bir siyaset tarzını egemen kılmaya çalışıyoruz’

İnsani birtakım özelliklerinizi bir kenara bırakıp siyasetin kurallarına göre yaşamanız, siyasetin kurallarına göre düşünmeniz, siyasetin kurallarına göre davranmanız gerekiyor ama o kuralları kim koydu, o kuralların bizim hayatımızda nasıl bir pozitif etkisi var bunları pek sorgulamıyoruz. Belki de Türkiye İşçi Partisi’nin bir farkı da bu. Türkiye’de kurulmuş siyaset düzeninin kurallarını da sorgulayan ve başka bir siyaset tarzını Türkiye’de egemen kılmaya çalışıyoruz. Ben de sonrasında o hayallerin büyüklüğünden insanların çok fazla hayal kurmasından çok mutlu oldum. Herkes bir biçimde kendi hayaliyle bu sürecin bir parçası oluyor. Dikkat ederseniz şöyle bir yaklaşım içerisinde değiliz. Benim, bizim, TİP’in, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın birtakım hayalleri var. ‘Gelin siz de bu hayallere ortak olun’ demiyoruz sadece. Herkes kendi hayaliyle bu kavgaya katılsın, hepimizin aslında hayallerini gerçekleştirmek için yapmamız gereken ortak bir şey olduğuna işaret etmek istiyorum.”

Erdoğan’ın sözleri…

Programın devamında AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da Etlik Şehir Hastanesi Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada “Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli (adi, aşağılık, bayağı) heveslerle ellerin yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum” demesine ilişkin açıklamalarda bulunan Erkan Baş, “Ne kadar sorumsuz bir zihniyet tarafından yönetildiğimizi gösteriyor bence. En hafif tabiriyle söylüyorum. Çünkü ben bu ülkeden giden her bir arkadaşım için ülkem adına üzülüyorum” dedi.

Baş şöyle devam etti:

“İnsanlar tabur tabur bu ülkeden yurt dışına gitmek durumunda kalıyorlarsa, bu ülkeyi yönetenlerin buradan kendilerine pay çıkarması ve bunun için gençlerden özür dilemesi, bu ülkeyi onların yaşayabileceği bir hale getirme iddiasını en azından ortaya koyması gerektiğini düşünüyorum.”

Seçimler ve adaylık tartışmalar

Yaklaşan seçimlere ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarına ilişkin soruları yanıtlandıran Baş, “Öncelikle Tayyip Erdoğan’dan, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden, AKP’den, AKP-MHP koalisyonundan, Saray Rejimi’nden, kim adını nasıl anlatıyorsa şu yaşadığımız süreçten bir kurtulmamız lazım, bunu değiştirmemiz lazım” dedi.

Baş, ortak aday tartışmalarına ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“Önümüzdeki 100 yılın şekilleneceği bir seçim sürecine doğru gidiyoruz. Herhangi birimiz ‘ben’ deme şansı var mı? Herhangi birimizin sadece kendi partisinin, kendi ideolojisini, kendi fikrini düşünmesi ihtimali olabilir mi? Ne yapacağız? Bu süreçten geçerken bütün muhalefete çağrım şu: Hem siyasi partilerin yöneticilerine hem teker teker her yurttaşımıza diyorum ki hiçbirimiz beni, kendimizi değil, memleketi düşünelim. Hepimiz memleketimizi düşünelim. Tayyip Erdoğan’ı nasıl bir aday profiliyle yenebiliriz? Tartışmamız bu. Tayyip Erdoğan’ı, Tayyip Erdoğan’a çok benzer bir aday çıkartarak yenemeyiz.”

‘Eğitim politikalarındaki hatalar ülkenin gelecek 30 yılını mahveder’

Türkiye’de her devlet dairesinde cemaat örgütlenmelerinin devam ettiğini belirten Baş, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bugün Türkiye’de en çok yoksulların, emekçilerin laikliğe ihtiyacı var. Ben İstanbul’dayım şu anda. İstanbul’da merkezi ilçelerden, Kadıköy’den Beşiktaş’tan başlayın; Tuzla’ya öbür tarafta Esenyurt’a kadar gidin. İnsanlar çocuklarını gönderebilecekleri devlet okulu ama laik eğitim verilen devlet okulu bulamıyorlar ya. Bugün düz liselere Anadolu liselerine gidin sınıf mevcutları 40-45’leri buluyor. İmam hatiplere gidin sınıflar 12 kişilik 14 kişilik. İnsanlar çocuklarını imam hatiplere göndermek istemiyorlar ama mecburen gönderiyorlar. Sayıları o kadar artmış durumdaki imam hatiplerin. Türkiye’yi kuşattılar neredeyse. Dolayısıyla şimdi bununla böyle bir eğitim anlayışıyla bu memleketin gelişmesi mümkün mü? Eğer buradaki tehlike ne? Bakın başka alanlardaki hatalar, başka alanlardaki yanlış tercihler bugünümüzü mahveder. Yakın geleceğimizi mahveder ama eğitim politikalarında yapılan yanlış hatalar, ülkenin önümüzdeki 20 yılını 30 yılını mahvedecek hatalar.

O yüzden biz zaten bu 3. İttifakın zorunlu olduğuna inandık. Dedik ki eğer biz Türkiye’de bir daha aynı şeyleri yaşamak istemiyorsak bu ülkenin ikinci yüzyılına girerken geçmişte yaptığımız hataları bir daha tekrarlamayacak bir siyasi iradenin de Türkiye’de güçlenmesi lazım. Çok basit, Türkiye’nin geride kalan yüz yılında bütün iktidarlar emekçileri, yoksulları siyasetin dışında tutabilmek için sol düşmanlığı yaptı. Bu memlekette sola dönük düşmanlığın, anti komünizmin, sosyalizm düşmanlığının arka planını iyi anlayalım.”

Paylaşın