Anayasa Mahkemesi, Oybirliğiyle Can Atalay ‘Kararını Uygulayın’ Dedi

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ikinci kez “ihlal kararı” verdi. AYM, ilk ihlal kararını 5’e karşı 9 oyla almıştı. İkinci ihlal kararında ise bu rakam 3’e 11 oldu.

Can Atalay’ın avukatları Fikret İlkiz, Deniz Özen, Evren İşler ve Akçay Taşçı, kararın gönderildiği 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe sundu. Avukatlar, dilekçede AYM’nin “kısa kararının” saat 15.05’te mahkemeye gönderildiğini belirttiler.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ilk “ihlal kararını” uygulamayarak Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderen birinci derece mahkemesinin şimdi ne karar vereceği ise merakla bekleniyor.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, Gezi Parkı Davası’nda 18 yıl hapis cezası verilen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ikinci kez “ihlal kararı” verdi. Genel Kurul üyeleri, Atalay’ın,  Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine” oyçokluğuyla karar verdi.

Genel Kurul, ihlal kararının 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine ve ihlalin giderilmesine ilişkin karara ise oybirliğiyle karar verdi. AYM Genel Kurulu üyeleri birinci derece mahkemesinin kararı uygulamasına hükmetti:

“Kararın bir örneğinin icra edilmemiş olan Anayasa Mahkemesinin Şerafettin Can Atalay (2) kararı ile eldeki başvuruya ilişkin Şerafettin Can Atalay (3) kararında tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için anılan mahkemeye gönderilmesine…”

Ayrıca Can Atalay’a 100 bin TL tazminat verilmesine hükmetti. AYM, bir önceki ihlal kararında 50 bin TL tazminat ödenmesine karar vermişti.

AYM, ilk ihlal kararını 5’e karşı 9 oyla almıştı. İkinci ihlal kararında ise bu rakam 3’e 11 oldu. AYM Genel Kurulu’nun bir önceki kararında AYM Başkanı Zühtü Arslan ve başkanvekilleri Hasan Tahsin Gökcan ve Kadir Özkaya, üyeler Engin Yıldırım, Muhammed Emin Kuz, Rıdvan Güleç, Kenan Yaşar, Selahaddin Menteş ve Yusuf Şevki Hakyemez ‘ihlal’ vermişti.

Üyeler İrfan Fidan, Muhterem İnce, Muammer Topal, Yıldız Seferinoğlu ve Basri Bağcı “ihlal” olmadığını belirtmiş ve karşı oy kullanmıştı. Üye Recai Akyel ise oturuma katılmamıştı.

Can Atalay’ın avukatları Fikret İlkiz, Deniz Özen, Evren İşler ve Akçay Taşçı, kararın gönderildiği 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe sundu. Avukatlar, dilekçede AYM’nin “kısa kararının” saat 15.05’te mahkemeye gönderildiğini belirttiler.

AYM kararının yerine getirilmesi talep edilen dilekçede özetle şöyle denildi: “Tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi’ hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasına ve Şerafettin Can Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasına, bulunduğu Marmara Kapalı Cezaevinden tahliyesini ve yeniden yapılacak yargılama ile ‘durma’ kararı verilmesini talep ederiz.”

Erinç Sağkan: İlk karardan farklı ve önemli

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan kararı ve ihtimalleri bianet’e değerlendirdi. Sağkan, “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının” ihlal edildiğine dair karşı oy kullanan üyelerin “bireysel başvuru hakkının” ihlal edildiğine onaylamalarının önemli olduğunu söyledi.

AYM’nin ikinci kararını önemli bulduğunu söyleyen Sağkan, “Karşı oy kullanan üyeler ‘yasama dokunulmazlığının ihlal edildiğini düşünmüyoruz ancak ne olursa olsun Anayasa Mahkemesi kararının yargı mercileri tarafından uygulanmaması bir hak ihlalidir ve kabul edilemez’ diyorlar. Bu anlamda karar ilk karardan farklı ve önemli diye düşünüyorum” dedi.

Sağkan, “Şimdi ne olacak?” sorusuna ise şu yanıtını verdi: “Anayasa Mahkemesi ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın ilgili mahkemesine gönderilmesine ve Can Atalay’a 100 bin TL tazminat ödenmesine hükmetti. İlgili 13 Ağır Ceza Mahkemesi, umut ediyorum ki ilk kararda yaptıkları hatayı tekrarlayarak ‘bizim yetkimiz yok, Yargıtay’a gönderiyoruz’ demezler. Çünkü bu yine içinden çıkılamayacak bir hukuksuzluk sarmalına dönmemize vesile olur.

Yetkili mahkeme 13. Ağır Ceza Mahkemesi’dir. Mahkemenin AYM kararını aldıktan sonra yeniden yargılama usulünü başlatması, Can Atalay’ı tahliye etmesi ve milletvekili olması sebebiyle de yeniden yapılacak yargılamada durma kararı tesis etmesi gerekiyor. Yargının kendi kendine attığı bu düğümün çözümü için önüne çıkan bu fırsatı değerlendirmesi gerekiyor. Mahkemenin aksi bir karar vermesi bizim anayasal bir hukuk devleti olmadığımızın açıkça ilanı demektir, hukuki mecrada yürütebileceğiniz mücadele yöntemleri elinizden alınması anlamına gelir.”

Peki şimdi ne olacak?

Gözler şimdi Gezi davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi. AYM kararına göre, ihlali 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gidermesi gerekiyor. AYM’nin, Atalay için yeniden yargılama kararı vermesini istediği yerel mahkeme, Atalay’ın infazını durdurup tahliyesine karar vermesine gerekiyor.

Ancak mahkemenin, ilk ihlal kararında olduğu gibi kararı uygulamayarak topu Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne atıp atmayacağı bilinmiyor. Yerel mahkeme ihlal kararını Yargıtay’a gönderirse, bu kez gözler 3. Ceza Dairesi’ne çevrilecek.

Ne olmuştu?

AYM Genel Kurulu, 25 Ekim’de Can Atalay’ın seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermişti. Kararın gerekçesinde, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığına istisna getiren “Anayasa’nın 14. Maddesindeki durumlar” ifadesinin öngörülebilir ve belirli olmadığını, bunu yargının belirleyemeyeceğini kaydetti.

Yüksek Mahkeme, ihlalin giderilmesi, yargılamada durma kararı verilmesi ve Atalay’ın tahliye edilmesi için kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti. Ancak bu mahkeme, ihlalin Yargıtay kararından kaynaklandığını savunarak, kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermişti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’a ilişkin verdiği hak ihlali kararına 8 Kasım’da “uyulmamasına” karar vermişti. Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiğini belirten Yargıtay, kararı Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi işlemlerine başlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na göndermişti.

3. Ceza Dairesi, ayrıca Anayasa hükümlerini ihlal ettiği ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aştığı iddiasıyla “hak ihlali kararı veren AYM üyeleri” hakkında için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.

Bu kararın uygulanmaması nedeniyle Can Atalay’ın avukatları, AYM’ye yeniden bireysel başvuruda bulundu. AYM Birinci Bölüm, 13 Aralık’ta görüştüğü başvurunun Genel Kurul’a sevkine karar verdi.

Gezi Davası

Kamuoyunda “Gezi Davası” olarak bilinen yargılama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapıldı. Mahkeme 25 Nisan 2022’de görülen son celsede sekiz sanık hakkında hapis cezasına hükmetti. Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay ile birlikte Tayfun Mater, Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay, Yiğit Ekmekçi, Çiğdem Mater, Mine Özerden 18 yıl hapse mahkûm edildi.

Can Atalay 14 Mayıs seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçildiğinde hakkında verilen hapis hükmü, üst derece mahkeme olan Yargıtay’da temyiz aşamasındaydı ve kesinleşmemişti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 28 Eylül’de 2023’te Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Türkiye İşçi Partisi milletvekili seçilen Can Atalay, eski Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, sinemacı Çiğdem Mater’e verilen 18’er yıl hapis cezalarını onadı. 3. Ceza Dairesi Ali Hakan Altınay, Mücella Yapıcı ve Yiğit Ekmekçi hakkındaki cezaları ise bozdu.

(Kaynak: Bianet ve DW Türkçe)

Paylaşın

Erkan Baş, Erdoğan’a Seslendi: Oğlunun Gemileri İsrail’le Ticaret Yapıyor

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında açıklamalarda bulunan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, “Gazze bombalanırken, çocuklar katledilirken, hastaneler vurulurken orada ticaret devam ediyor. Şimdi hemen açıklama yapmış şirketlerden bir tanesi, diyor ki ‘O anlaşma savaştan önce yapılmıştı’. Ne zaman gitti, savaşta gitti, bizim de şirket olarak yapacak bir şeyimiz yoktu. Niye? Çünkü para Gazze’den daha önemli sizin için. Babası burada Filistin’e dua eder, oy toplar; oğulları İsrail’e gemi gönderir, kasaları doldurur. Siyasal İslamcılık budur” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki haftalık basın toplantılarının sonuncusunu bugün düzenledi. Erkan Baş, Tahir Elçi Davası’ndan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tutukluluğuna, “dolandırılan futbolcular” davasından Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’ın İsrail’le ticari ilişkilerine, Şahintepe Barınma Meclisi ve “Ekokırım Yasası” mücadelesinden deprem bölgesindeki atanamayan öğretmenlere, gündeme ilişkin birçok konu hakkında açıklamalarda bulundu.

İleri Haber’in aktardığına göre; TİP Genel Başkanı Baş’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: “Tahir Elçi, kayıtlara faili meçhul diye geçen bir cinayete kurban gitti. Bugün duruşması yapılıyor. Herkesin gözleri önünde işlenen bu cinayetin üzerinden 8 yıl geçmiş olmasına rağmen etkin bir soruşturma, etkin bir yargılama yürütülmediğini hep beraber görüyoruz.

Cinayet işlendikten 5 yıl sonra davası açılıyor, 3 yıldır da ağır aksak ilerliyor. Biz benzer durumları bir emekçinin hak davasında, işe iade davasında görüyoruz. Kıdem davalarının aylarca, yıllarca sürdüğünü görüyoruz. Burada da bir dava görülüyormuş gibi yapılıyor. Üzeri örtülmek isteneceğinden eminiz ama bir kez daha bugünkü duruşma vesilesiyle ifade edelim: Tahir Elçi davasının sonuna kadar takipçisi olacağız. Güpegündüz bir sokak ortasında Tahir Elçi’yi katletmeye cesaret edenler, o katilleri cezalandırmamak için de uğraşacaklar ama elinde sonunda hak ettikleri cezayı mutlaka alacaklar. Hep birlikte takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Bir diğer hukukçu, bugün bu toplantıyı gerçekleştirdiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin seçilmiş bir üyesi, sevgili Can Atalay. Sevgili Can Atalay’ın yarın itibariyle milletvekilliği seçildiği günden bugüne tamı tamına 200 gün geride kalmış olacak. 200 gündür Can Atalay esir tutuluyor ve bu esaret Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmiş durumda, Anayasa Mahkemesi Can Atalay’ın tahliye edilmesi gerektiğini söylemiş durumda. Ama bütün bunlara rağmen hala Can Atalay esir tutuluyor. Bugüne kadar süren hukuksuzluklara rağmen Can Atalay’ın, Gezi Davası tutuklarının tümünün halkın vicdanındaki yerinin ne olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Can’ın milletvekili seçilmesi bu sürecin önemli göstergelerinden bir tanesidir.

Şu anda bu bir yargı darbesiyle, sözde ‘yargı kurumları arasındaki ihtilaf’ diye anlatılmak isteniyor ama açık, net, Anayasa’yı ayaklar altına alan bir yargı darbesiyle devam eden bu haksız, hukuksuz tutukluluğun bitene kadar bizim gündemimizden hiç düşmeyeceğini, halkın kendisine verdiği görevleri yerine getirmesinin koşullarını yaratmak üzere sonuna kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha ifade etmek isterim.

Son olarak unutmadan hatırlatalım: Gezi kaldı, Gezi Parkı kaldı, Gezi’de ağaçlar kaldı ve Gezi’nin vekili de vekil olarak kalacak. Biz hepimiz burada olacağız ama Gezi’den darbe çıkartmaya kalkanlar, bunu başaramayınca hukuku ayaklar altına alanlar, yasaları, Anayasa’yı ayaklar altına alanlar, güçlerine güvenerek her şeyi yapabileceklerine inananlar bunlar mutlaka gidecekler ve giderken bu halka karşı işledikleri tüm suçların hesabını da verecekler. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Peki Türkiye’de hukukun durumuna ilişkin olarak bunlar olurken, Türkiye’de hukuk nelerle ilgileniyor? Tahir Elçi davasıyla ilgilenmiyorlar, o cinayeti açığa çıkartmaya çalışmıyorlar. Can Atalay’ın uğradığı haksızlık, hukuksuzluk; Hatay halkının, hepimizin uğradığı haksızlık, hukuksuzluk devam ediyor. Ama bakıyorsunuz, örneğin günlerce fenomenlerin görgüsüzlüğünü tartışıyoruz, kara para aklamalarını tartışıyoruz, milyonlarca liralık lüks arabaları konuşuyoruz, hala da bu paraların gerçek sahiplerinin kim olduğu belli değil. Ama Maliye’nin, MASAK’ın yıllarca bunları bulamadığını görüyoruz.

Hatırlayacaksınız, günlerce Dilan Polat’lar gibi çeşitli fenomenlerin sözde hayatlarını, şatafatlı gösterilerini izledik. Belki bu ülkede yüz binlerce genç bu insanlara özendi. ‘Kapitalizmin insanları bir gün zengin edebileceği hülyası’ bunun üzerinden pazarlandı. Şimdi tam o kapanırken, bu sefer ‘futbolcuların kaptırdıkları paralar’ skandalı ortaya çıktı, elden milyonlarca doları gidip bankacıya vermiş bu futbolcular. Altını çizerek şunu paylaşmak istiyorum, dolandırıldıklarını anlayınca savcılıktan önce Tayyip Erdoğan’ı arıyorlar, ‘Bizim paralarımızı kurtar’ ricasını iletiyorlar. Memleketin geldiği hali daha iyi ne anlatabilir?

Şimdi mesele hukuki olarak bir dosyaya dönüştürülmüş durumda, bakalım mağdur edildiği söyleyen futbolcuların davaları ne kadar sürede sonuçlanacak? Yani katillere, mafya babalarına, uyuşturucu ticareti yapanlara, dolandırıcılara karşı çok ağır aksak ilerleyen hukuk, bakalım mağdur edildiğini iddia eden milyon dolarlık futbolcular olduğunda koşmaya başlayacak mı? Biz bunu ilgiyle takip edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, bu futbolcular aynı zamanda ‘faiz haramdır’ diye beyanat veren, iktidara yakın, iktidarın topluma ‘örnek kişilikler’ diye pazarladığı, gösterdiği kişiler ve şimdi neyle karşı karşıyayız? Aç gözlülükle karşı karşıyayız. Bankanın teftiş raporunda bir bölüm var. 46 günde vadeli olarak dolar bazında yüzde 253 getiri vaadine inanılmış olsa bile, dokümanlardan şüphelenilmemesi, yani kendilerine herhangi bir resim evrak verilmemesinden şüphe duyulmaması, elden ve üçüncü kişi üzerinden para verilmesi ortalama zekaya sahip herhangi bir kişiden beklenmeyecek bir davranıştır.

Ben söylemiyorum, banka raporu söylüyor. Belki banka kendini kurtarmak için söylüyor, onunla ilgilenmiyorum, ama ‘ortalama zekaya sahip herhangi bir kişiden beklenmeyecek bir davranış’ diye haklarında rapor yazılıyor. Doğal olarak, benim gibi çocukluğunda Atatürk’ün ‘Ben sporcunun zeki, çevik, ahlaklısını severim’ sözüyle büyümüş insanların aklına bu ‘ortalama zekâ’ hemen bir tartışma konusu olarak düşüyor.

Çok net söylüyorum, ben bu arkadaşların çevikliğine ilişkin laf edemem, ona futbol dünyası karar verir. Ama zeki olmadıklarını banka söylüyor. Ahlaklı olmadıklarını da ben söylüyorum. Alın teri dökmeden, çalışmadan, emek vermeden, paradan para kazanmak… İşte yarattıkları insan tipi, topluma örnek diye sundukları bunlar. Esas tartışılması gereken, esas konuşulması gereken şey bu.

Ben Türkiye’yi bu tartışmada ikiye ayırıyorum: Orada dönen dolapları, paraları, rakamları söyleyebilenler ve söyleyemeyenler. Ben söyleyemiyorum. Kaç milyon dolar ne ifade eder, o para çantayla mı taşınır bavulla mı taşınır, gerçekten bunları bilen kaç kişi var bu ülkede? Ayıp değil mi, yazık değil mi, günah değil mi? Utanmıyor musunuz? Bir de çıkmışlar ‘Benim servetimin onda biridir, beşte biridir, aslında o kadar da büyük dolandırılmadım’ diye anlatıyorlar.

Sizin bu dolandırıldığınız paralarla Türkiye’de aç çocuk kalmaz, ölümle, hastalıkla pençeleşen insanların tedavisi gerçekleşir. Hep söylüyorum, işte bir örneğiyle daha karşı karşıyayız. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bütün varlık sebebi, bu ülkede bir avuç insanı daha zengin edip sizin, benim emeğimizden, alın terimizden gasbettikleriyle bunların servetini büyütmek. Kurdukları sistemin özü ve özeti budur. Bunlar zengini daha zengin etmek için bizi daha fazla çalıştıran, daha fazla ezen, daha fazla sömüren, daha fazla yoksullaştıran, açlığa mahkum eden bir sistemin kurucuları.

Ve buradan da emekçi çocuklarına, milyonlarca insana sahte kahramanlar, sahte umutlar çıkartıp ‘Bir gün siz de zengin olabilirsiniz’, ‘Çok çalışırsanız siz de zengin olursunuz’ gibi bir dünya kurmak istiyorlar. Bunları burada söylemeyi görev biliyorum. Hangi ülkede yaşıyoruz ya? Bir tarafta milyonlarca dolar para çaldıranlar var, buna da ‘kazıklandıkları için’ üzülüyorlar, yoksa hayatları bitmiyor.

Bu ülkede açlık sınırı 14 bin lira olmuş. Evine açlık sınırı kadar para girmeyen milyonlarca insan var. Dört kişilik bir ailede herkes çalışsa yoksulluk sınırı kadar para girmiyor eve. Milyonlarca insan bu halde yaşıyor, diğer tarafta beyefendiler milyonlarına milyonlar katmak için filmler çeviriyorlar, birbirlerini kazıklıyorlar. Bu da ahlaksızlıklarının başka bir göstergesi. İşin üzücü tarafı, bu futbolcuları izlemek için stada gelen insanların tamamı, toplamda bir futbolcunun dolandırıldığı parayla bir ay yaşamaya çalışıyor. Memleketin geldiği noktaya bakın…

Bu sabah Tayyip Erdoğan çıktı, grup toplantısı yapıyor. Klasik, önüne koymuşlar prompter’ı. Yine oradan Filistin’e ne kadar önem verdiğini, sahip çıktığını söylüyor, İsrail’i lanetleyen nutuklar atıyor. Tam o anda yandaş basın başta, sonra diğer gazeteler de girdi, Tayyip Erdoğan bir gazeteci hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Tayyip Erdoğan’ın bir gazeteciyi dava etmesi haber falan değildir, zaten Tayyip Erdoğan 20 yıldır kendisini kim eleştirse, kim beğenmese, kim ona boyun eğmese, kim ona teslim olmasa, herkes hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Milyonlarca insan hakkında suç duyurusunda bulundu bugüne kadar.

Bu bir haber değeri taşımıyor, haber değeri taşıyan şey şu: Tayyip Erdoğan, Metin Cihan isimli gazeteci arkadaşımızdan neden şikayetçi oldu, neden suç duyurusunda bulundu? Çünkü Metin Cihan bir iddia attı ortaya. Belgeleriyle, kanıtlarıyla hepimizin ulaşabileceği açık kaynakları çalışarak tarayarak diyor ki Gazze’de çocuklar, kadınlar, hastaneler bombalanırken, Tayyip Erdoğan’ın oğlunun gemileri İsrail Limanı’nda yükleme yapıyor. Erdoğan kürsüde prompter’dan Filistin’e sahip çıkarken, Filistin için dua ederken, İsrail’i lanetlerken oğlunun gemileri İsrail Limanı’nda ticaret yapıyor! Defalarca söyledim, bir kez daha söylüyorum: AKP dini, imanı, ahlakı sadece ve sadece para olan bir çeteden ibarettir.

Şimdi sokaktaki hamburgercide, kahvecide oturup yemek yiyen yurttaşlara güya ‘İsrail mallarını boykot ediyoruz’ diye, ‘Oturmayın burada’ diye kendi çocuklarını oralara gönderiyorlar. Öbür tarafta milyonlarca liralık ticaret anlaşmaları devam ediyor. Siyasal İslamcılığın ikiyüzlülüğü… Haber budur arkadaşlar, hadi bunu yazsanıza, ‘Tayyip Erdoğan’ın oğlu İsrail limanlarında gemilerini gönderiyor’. Buradan ‘Tayyip Erdoğan şikayetçi oldu’ başlığını atan tüm gazetecilere sesleniyorum.

Metin Cihan diyor ki, döndük kaynaklarına baktık, Burak Erdoğan ve Mert Çetinkaya, aynı adrese kayıtlı 2 tane şirket var. Burak Erdoğan bu şirketlerden bir tanesinde Mert Çetinkaya’nın ortağı. MB Mert Burak şirketin adı. Kendi isimlerini birleştirmişler, şirketin adı yapmışlar. Şimdi İsrail’le ticaret Çetinkayaların sahip olduğu o paravan şirket aracılığıyla yapılıyor. Peki kim bu Mert Çetinkaya? Tayyip Erdoğan’ın Kasımpaşa’dan arkadaşı Mecit Çetinkaya’nın oğlu, Tayyip Erdoğan’ın 40-50 yıllık dostunun oğlu. Çetinkayaların kızının hepimize sinkaflı küfürler eden meşhur müteahhit Mehmet Cengiz’le evli olduğunu da bir kenara yazın. Alın size bir saadet zinciri daha…

Biraz önce futbolculardan, Dilan Polatlardan bahsediyorduk, aynısını bunlar kuruyor. Tırnak içinde söyleyeyim, ülkenin tepesindekiler de aynı şeyi yapıyor. Üstelik ne zaman yapıyorlar? Gazze bombalanırken, çocuklar katledilirken, hastaneler vurulurken orada ticaret devam ediyor. Şimdi hemen açıklama yapmış şirketlerden bir tanesi, diyor ki ‘O anlaşma savaştan önce yapılmıştı’. Ne zaman gitti, savaşta gitti, bizim de şirket olarak yapacak bir şeyimiz yoktu. Niye? Çünkü para Gazze’den daha önemli sizin için.

“Babası burada Filistin’e dua eder, oy toplar; oğulları İsrail’e gemi gönderir, kasaları doldurur”

Babası burada Filistin’e dua eder, oy toplar; oğulları İsrail’e gemi gönderir, kasaları doldurur. Siyasal İslamcılık budur. Bakın, yine bir örnek. Deprem oluyor, sel oluyor, bunların iktidar kaynaklı felakete dönüşmesini şimdilik bir kenara bırakalım. Evladınızı, annenizi, babanızı, sevdiğinizi, evinizi, işyerinizi kaybediyorsunuz, acı çekiyorsunuz. İktidar üç gün sizinle timsah gözyaşı döküyor, dördüncü gün sizin acınızdan nasıl para kazanacağının hesabını yapın. Şimdi yine öyle bir kurtarıcı edasıyla yeni rant alanları, rezerv alanları tespit ediyor. Nerede? Hatay’da.

Depremde en büyük yıkımı yaşayan Hatay’da 8 mahalleyi rezerv alanı ilan ettiler ve SMS’le bunu haber ediyorlar. Hatay yıkıldı, günlerce bu halk kaderine mahkum edildi. Bu ülkenin onurlu insanları danışmasıyla, el birliğiyle bu halkın yaralarını sarmaya, onarmaya çalıştı. Ama Saray Rejimi sadece ve sadece buradan nasıl daha fazla para kazanırız derdinde. Hani Hababam Sınıfı’nda bir sahne vardı, ‘Utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürürdüm’ diye, gerçekten utanacağınızı bilsem yüzünüze tüküreceğim, başka yapacak hiçbir şey kalmadı, ama ondan da utanmazsınız.

Dün buraya Şahintepe’den yurttaşlar geldi. AKP’li belediyenin yine rant odaklı sözde kentsel dönüşüm planıyla mücadele ediyorlar, Barınma Hakkı Meclisi’nden arkadaşlarımız. İnsanlar tabii ki huzurlu, sağlıklı, güvenli evlerde yaşamak istiyorlar. Bir dönüşüm yapılacaksa da mahallenin gerçekliğiyle uyumlu, bölge halkının sözünü dinleyen, halkın karar verici olduğu, hukukçuları, mimarları, şehir plancılarının, rantı değil de halkı merkeze koyan insanların yan yana geldiği sağlıklı dönüşümlere kim karşı çıkabilir?

Dün 28 bin ıslak imzalı Ekokırım Yasa Teklifi’ni yurttaşlarımız getirdiler. O kadar önemli bir şey ki yaşam hakkını savunmak, doğayı korumak… Bu iktidarın doğa katliamcısı uygulamalarına karşı ekokırımın bir suç olduğunu yasal düzeyde tanımlamak istiyor. Yurttaş harekete geçiyor artık, yasa teklifini hazırlıyor, getiriyor, veriyor.

Buradan hem Şahintepe Barınma Hakkı Meclisi’ne, hem Ekokırım Yasası için mücadele eden yurttaşlarıma ziyaretlerinden dolayı yürekten teşekkür ediyoruz. Halkın insanca yaşayabileceği, doğayla uyumlu, hep birlikte kardeşçe yaşayacağımız bir ülke kurma sözünde ısrarcı olacağız ve bu mücadeleyi hep beraber büyüteceğiz.

Öğretmenler günü kutlandı, 24 Kasım’da herkes öğretmenleri övüyor. Peki bu öğretmenlerin durumu ne? Yani ders anlatırken ‘Akşam eve nasıl gideceğimi’, ‘Kiramı nasıl ödeyeceğim’ diye düşünen öğretmenin, ‘Elektrik, su, doğal gaz faturamı nasıl ödeyeceğim’ diye düşünen öğretmenin günlerini kutlasanız, o gün onları el üstünde tutsanız ne, tutmasanız ne?

Özel okullardaki öğretmenler, asgari ücrete, asgari ücretin altına çalıştırılan öğretmen arkadaşlarımız, sandalyesi sınıfta çok görülen öğretmen arkadaşlarımız somut adım bekliyorlar. Bu ülkede ‘ataması yapılmayan öğretmenler’ diye bir kavram var. Yani okumuş, yıllarca okumuş, öğretmen olmayı hak etmiş. Bu ülkeye, bu ülkenin çocuklarına, gençlerine hizmet etmek istiyor, iktidar atamasını yapmıyor. Neden? Kadro vermek istemiyor, ‘Gitsin ucuza çalışsın’ diyor.

Torba yasayla ilgili görüşlerimizi önümüzdeki günlerde paylaşırız. Deprem bölgesindeki öğretmenlerin, özellikle deprem bölgesinde özel okullarda çalışırken örneğin okulları yıkılan öğretmenlerin, işsiz kalan, evini kaybeden, işini kaybeden öğretmenlerin atamasını yapmak bu kadar mı zor? İnsanların çaresizliğini, yalnızlığını, zor durumda olduğunu anladığınızı gösteren ufacık bir adım atın.

Bütün öğretmenlerin atamasının yapılması lazım. Çocuklarımızın yarınlara güvenle bakabilen öğretmenler tarafından eğitilmesini, derslere de onların girmesini, öğretmenin derste çocuklarımız dışında hiçbir şey düşünmeyecek halde olmasını arzuluyoruz, bekliyoruz, istiyoruz. Ama en azından deprem bölgesindeki öğretmenlerin yaşadıkları zorlukları bir nebze olsun hafifletin, öğretmenlerin atamasını gerçekleştirin. Bu konuyla ilgili partili arkadaşlarımız bir kanun teklifi hazırlıyorlar, önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunacağız.”

Paylaşın

TİP Başkanı Erkan Baş’tan “Yerel Seçim” Mesajı

TBMM’de düzenlediği haftalık basın toplantısında konuşan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, 31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimlere ilişkin, “Türkiye İşçi Partisi 2024 yılı mart ayında yapılacak yerel seçimlere ülke çapında iddialı bir şekilde hazırlanmaktadır” dedi ve ekledi:

“Pek çok ilde, pek çok ilçede, mahallede, yerel bağları kuvvetli, yurttaşın sözünü güçlendirecek halk örgütlenmeleri yaratmayı, başını AKP’nin çektiği ama AKP’yle sınırlı olmadığını bildiğimiz rantçı, emek, halk, doğa, kadın düşmanı, kayyumcu yerel yönetim anlayışını yenecek bir halk iradesi oluşturmayı, Saray Rejimi’ni ve onun yolunu izlemekten vazgeçmeyen düzen içi siyaset anlayışını zayıflatmayı, sosyalistlerin önderlik ettiği halkçı yerel yönetim ve siyaset anlayışını toplumsal alanda güçlendirmeyi ve gerçek bir alternatifi hayata geçirmeyi, Türkiye İşçi Partisi’nin oy oranını desteğini belirgin biçimde arttırmayı belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyelikleri kazanmayı hedefleyen bir seçim çalışmasının startını vermiş bulunuyoruz.”

Erkan Baş açıklamasının devamında, “Parti meclisimiz yerel seçim sürecini sol, sosyalist halkçı yerel yönetim anlayışında ortaklaştığımız dost ve müttefik güçlerle koordinasyon halinde ilerletmeyi öngörmektedir. Bunu son derece önemli buluyoruz ve bu çerçevede yapılmakta olan görüşmeleri sürdürmeyi, çalışmaları güçlendirmeyi hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısında konuştu. Erkan Baş’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“TBMM Başkanı’na seslenmek gerekiyor, zira AYM bildiğiniz gibi aldığı kararı aynı zamanda TBMM’ye de bildirmişti; Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesi gerektiği, haksızlığa uğradığı kararını Meclis Başkanlığı’na iletmişti. Aradan geçen bunca zamana rağmen, TBMM’nin bir üyesinin esir tutuluyor olmasına TBMM Başkanı’nın ağzını açıp iki çift laf edememiş olmasını tarih kayıt altına almıştır. Dün milletvekili arkadaşlarımız Plan ve Bütçe Komisyonunda, Adalet Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerine katıldı. Adalet Bakanı’nın sunumunda sanki bu ülkede hiç böyle bir şey yokmuş gibi, konuya ilişkin tek bir laf etmemesi aslında nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Karşılarında yandaş gazeteciler, eş dost, akraba olunca yalan ya da yanlış konuşuyorlar, ama konunun muhatapları, milletvekili arkadaşlarımız karşısındayken ağzını açıp bir çift söz edemeyen Adalet Bakanı. Sorunca ‘Ben Adalet Bakanıyım, tarafsızım’. Bu konu bu ülkede gündem olduğu ilk andan beri en çok konuşan kişi sensin, yargıya doğrudan talimatları veren kişi sensin, daha burada yemin töreninin ardından Can Atalay’ın hükümlü olduğu yalanını kamuoyuna söyleyen sensin, daha sonra 14. maddeyi uydurup gündeme getiren sensin, ama şimdi işler arap saçına dönünce, bu saçmalığın altında kendisi de kalınca ne yapacağını bilemez durumda.

Değerli arkadaşlar, tekrar ediyoruz: Biz bu saçmalığa alışmayacağız, biz bu saçmalığı kabul etmeyeceğiz. Can Atalay o zindandan çıkıp, buraya gelip, yemin edip, Hatay halkının kendisine verdiği görevi yerine getirene kadar gündem etmeye, bunun için mücadele etmeye ve Can’ı o zindandan çıkarıp almaya kararlıyız.

İlk günden bu yana defalarca aynı şeyi söyledik, ‘Mesele sadece bir milletvekiliyle ilgili değil, mesele Türkiye İşçi Partisi’nin meselesi değil, mesele sadece bizim meselemiz değil’ dedik. Sanki bu söylediğimize bir yeni ispat, yeni bir delilmiş gibi, bu memlekette adaletin nasıl kanayan bir yara haline geldiğini gösteren yeni bir örnekle karşı karşıyayız. Sevgili Hrant Dink’in katili tetikçi Ogün Samast geçtiğimiz günlerde serbest bırakıldı. Altını çizerek söylüyorum, bir çocuktan karanlık yaratan sistemi sorguluyoruz.

Bunun tartışılması, bunun konuşulması gerektiğini söylüyoruz. Yani sanki Hrant Dink’i tek başına kendisi kazara öldürmüş gibi, ‘Cezası bitti o yüzden tahliye edildi’ yorumlarının yapılmasını akla vicdana sığdırmak mümkün değil. Ortada bu cinayetle ilgili örgütlü bir suç olduğu herhalde bu ülkede yaşayan herkesin kabul edeceği en çıplak gerçeklerden bir tanesi. Ama mesele bireysel bir suçmuş gibi, zaten yaşı da küçük, yetmemiş üstüne bir de iyi halden tahliye kararı verilmiş.

Değerli yurttaşlar, bütün işin tozunu, dumanını bir kenara bırakalım. Vicdanı olan herkese seslenmek istiyorum, vicdanı olan herkese sormak istiyorum. Sevgili Hrant Dink’in bir çete tarafından, bir suç örgütü tarafından, üstelik büyük bir planın parçası olarak tasarlanarak, planlanarak, canice öldürüldüğüne ilişkin en küçük bir şüphemiz var mı? Bu cinayeti işlemiş tetikçi şu anda salıverilmiş, ortalıkta geziyor ama bu memlekette fikrini söyleyen, yazan, çizen, düşünen, konuşan, belki de halkın söyleyemediği şeyleri görev bilip, sorumluluk bilip yüksek sesle söyleyen yüzlerce, binlerce siyasetçi şu anda bu iktidar tarafından cezaevinde tutuluyor. Bu mudur adalet? Bunu vicdanını anlatabilen tek bir kişi var mı?

Üstelik toplumun sinir uçlarıyla oynayıp insanları artık açıkça tahrik eden bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bir tarafta bir yargı krizi tartışılıyor, bir milletvekilinin haksız biçimde cezaevinde tutulması tartışılıyor, aynı günlerde bir tetikçi salıveriliyor. Kamuoyu tartışıyor, ortada örgütlü bir suç vardı, nasıl olur? Ve tahliyenin hemen arkasından örgütlü suç kapsamındaki iddianame kabul ediliyor. Yani aslında bunun örgütlü bir suç olduğu ve bundan da yargılanması gerektiği hepimiz tarafından bilinirken, tahliyeden sonra ‘ silahlı terör örgütüne üye olmamakla beraber silahlı terör örgütü adına suç işleme’ suçlaması yapılıyor. Ne zaman bu suçlama? Tahliyeden sonra. Basit bir suçlama değil, değil mi? Yani biz yanılmıyoruz. Tahliyeden 2 gün sonra bu suçlamayla yeni bir iddianame hazırlanıyor. Üstelik kan dondurucu başka bir şeyi paylaşacağım şimdi, bir iddia şu, yaş küçük olduğu için zaman aşımı süresi 15 yıldır deniyor.

Peki iddianame ne zaman hazırlanıyor? Suç duyurusundan 283 gün sonra, yani tahliye edildikten 2 gün sonra, yani zaman aşımının dolmasından sonra. Şimdi pekala ‘Dosya zaman aşımına girmiştir’ diye bir karar çıkabilir. Mesele, yurttaşın buna vereceği tepki ne olacak? Biz bunu sindirecek miyiz, sindirmeyecek miyiz? Vicdanı olan herkese sesleniyorum, karşı karşıya olduğumuz tablo aslında anlatmaya bile gerek duyulmayacak, bakınca herkesin görebileceği bir tablo. O yüzden net ifade ediyorum, bu memlekette adalet yoktur. Bu memlekette adalet zenginler için vardır, iktidar yanlıları için vardır, iktidarın işini gören katiller için vardır ama bu memlekette sizin için, benim için, bizim için, bu ülkedeki namuslu, onurlu, şerefli insanlar için adalet ayaklar altına alınmıştır. Bunu kabul etmeyeceğiz, bununla mücadele edeceğiz, buna isyan edeceğiz.

Nur topu gibi yeni bir gündemimiz oldu şimdi, Tayyip Erdoğan uçakta yaptığı açıklamayla ‘Şu ‘50+1’ de biraz fazla oldu’ diyor. Pes diyoruz, pes. Yıllardır bunu tartışmıyor muyuz biz? Yıllardır bu ülkenin gündemi bu değil mi? Siz bu ülkeyi kutuplaştırarak yönetiyorsunuz, insanları düşmanlaştırarak yönetiyorsunuz, devlet olanaklarını ele geçirdiniz, istediğiniz gibi sadece sizin için sizin ihtiyacınıza göre anayasalar dikip biçiyorsunuz memlekete. Durum şu, sadece kendisi için dikilmiş bir anayasa var. Tayyip Erdoğan zayıfladı, eskiden 50 kiloydu, şimdi 30 kiloya düşünce üstüne bol geliyor. Sonra haber salıyor etrafa, ‘Gelin şunu biraz daraltalım, bir terziye götürelim, bizim şimdiki ihtiyaçlarımızı görmüyor, daraltalım.

Çok açık söylüyorum: MHP’yle hesabı nedir, yani o iç hesaplar nedir hiç bilmiyorum, kendi cümleleriyle söyleyeyim, böyle kimin eli kimin cebinde ben bilmem; kim kime ne alıyor, ne veriyor gerçekten bilmiyorum. Ama bütün bu hesaplarda kaybedenin vatandaş olduğunu, kaybedenin bu ülke olduğunu yaşayarak öğrendik zaten. Siyaset bu alana sıkıştığı sürece, siyaset pazarlık olunca, siyaset kişisel ikbal olunca, siyaset koltuk derdi olunca, siyaset kendini zenginleştirme, eşi dostu, yandaşı, servet sahibi yapma halini alınca vatandaş hep kaybediyor. O yüzden bu hesapların hiçbiriyle ilgilenmiyoruz, hepinizin canı cehenneme! ‘Tümünün canı cehenneme’ diyoruz.

Başka bir şey yapacağız, çok zor bir şey yapacağız ama bu ülkede temiz bir siyaset sayfası açacağız. Yeni bir siyaset anlayışını bu ülkede egemen kılacağız. Öyle vatandaşı görmeyen, vatandaş ne derse desin yeter ki bana oy versin, yeter ki siyasete bulaşmasın, biz de ahbap çavuş ilişkileriyle, Karagöz-Hacivat oyunlarıyla siyaseti istediğimiz gibi dizayn edelim diyen bu anlayışın tümden karşısına çıkıyoruz. Biz Erdoğan’ın bu anayasa değişikliğini reddediyoruz. Ama esas olarak bu siyaset tarzını, bu siyaset tavrını reddediyoruz.

Biz bu bozuk siyaset düzenini topyekûn değiştirmeye talibiz. Öyle kapı arkalarında konuşulanlarla falan kalmasın, çıkalım halkın önünde anlatalım: Bak kartları yeniden karmak istiyorlar, belli ki Tayyip Erdoğan seçeneklerini arttırmak istiyor, belli ki MHP kazandığı mevzileri kaybetmekten korkuyor. İki taraf da yeni hesaplar içerisine girmiş. Açık konuşuyorum, muhalefette de bu hesapların parçası olanlar olduğunu biliyoruz. Yani Tayyip Erdoğan kendi kendisine oynamıyor bu oyunu. ‘MHP’yi kenara bırakırım, İYİ Parti’yle yapar mıyım acaba’ diye düşünüyor, ‘Bizim eski arkadaşlar, Saadet, Deva, Gelecek, bunlarla yapar mıyız acaba’ diye düşünüyor.

O cenahlarda da buna hayırhah bakanlar olduğunu biliyoruz, o yüzden biz bu iktidarı dümdüz reddediyoruz. Bu iktidarı dümdüz reddediyoruz ama bu muhalefet anlayışını da reddediyoruz. Bu muhalefet anlayışıyla da bu memleketin karanlığa mahkum olduğundan eminiz. O yüzden yurttaşa çağrı yapıyoruz, gelin bu kirli, pazarlıkçı, ben merkezci siyaset anlayışını reddedelim, bu memlekette yeni bir siyasi anlayışı egemen kılalım. Halkın söz, yetki, karar sahibi olduğu yepyeni bir siyaset anlayışını, temiz bir siyaset anlayışını bu ülkeye kazandırabiliriz. Zordur ama hep beraber arkasında durursak yaparız, başarırız.

Geçtiğimiz hafta ‘Gelirde adalet, vergide adalet’ için yürüyen DİSK’li arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. İşte adalet tartışacaksak bunları tartışmamız lazım. Adaletsizlik nedir? Yıllarca çalışmış, emek vermiş, devlete vergisini primini ödemiş, tüm yurttaşlık görevlerini yapmış ama emekli olunca açlığa, yoksulluğa mahkum edilmiş insanların bu kadar çok olması bir adaletsizlik fotoğrafıdır. Bir tarafta milyonlarına milyonlar katanlar varken, bir tarafta çocukların aç olması adaletsizliktir.

Akıl almaz bir durumla karşı karşıyayız. Aralık ayına geldik, artık yeni bütçe tartışılıyor Meclis’te. Önümüzdeki günlerde asgari ücret, emeklilerin ücretleri yeniden tartışılacak. Aylardır emekliye ara zam diye tartışılmadı mı kamuoyunda? Neredeyse her kabine toplantısından sonra ‘Acaba ara zam gelecek mi’ diye tartışıldı. Ne oldu? Geldik aralık ayına, emekli yoksullukla boğulmaya devam ediyor. Oysa bu ülke için çalışmış, alın teri dökmüş ve primini ödemiş, şimdi hakkını isteyen insandır emekli. Ama öyle bir duygu durumu yaratıyorlar ki, bir de bu yandaş yazarları aracılığıyla bunları yazıyorlar, sanki emekliler hakkını değil de cepten bahşiş istiyor. Bu insanlar yıllarca prim ödemiş, senin şimdi devlet olarak o birikmiş primi ödemen lazım. Şimdi sen o primi ödüyorsun. Hakkı olanı vereceksin ama yok. Onun çok azını ödüyor. Hani bu primlerin doğru düzgün değerlendirilmesini bir kenara bırakıyoruz. Devlet tahvillerinde bile değerlendirilse daha yüksek olacakken çok daha altında rakamlarla mahkum ediyorsun.

2008 yılına kadar bir emekli çalışırken aldığı maaşın aşağı yukarı yüzde 70-75’ini alıyordu, şimdi bu oran yüzde 33’lere, 30’lara düşmüş durumda. Oysa yapılması gereken neydi? Doğru düzgün zam verilseydi, ‘en düşük emekli maaşı’ gibi birtakım garabetler geliştirilmeyip aylık bağlanma oranları düzenlenmiş olsaydı belki emekliler bugün daha iyi yaşayacaktı.

Bütün bunları niye anlatıyorum? Çalışma Bakanlığı imzalı bir ilan gördüm, diyor ki primlerinizi zamanında ödüyorsanız, prim borcunuz yoksa, SGK primlerinin yüzde beşi hazineden karşılanacakmış. Böylece 291 milyar 889 milyon TL hazineden SGK primi ödenmiş. Normalde işveren payına düşen, patronun ödemesi gereken primi devlet almıyor. Herkes bilsin, devletin patronlardan almaktan vazgeçtiği toplam para 2 trilyon 210 milyon TL olmuş, hepimize ait olması gereken bu paradan devlet patronlar lehine vazgeçmiş. Sonra bu memlekette niye yoksulluk artıyor? Yani çok açık. Hani bir laf vardır ya ‘Vergiyi tabana yaymak lazım’ diye, bu memlekette vergiyi sadece taban ödüyor, vergiden toplanan paralarla tavan zengin ediliyor. Yapılması gereken tam tersidir. Tavandan alacaksın, çok kazanandan alacaksın, ihtiyacı olana, halka, yoksula, emekçiye dağıtacaksın. Türkiye’de yapılan da bunun tam tersidir. Bizi çalıştırıyorlar, eziyorlar, sömürüyorlar, bizden kazandıkları parayla da götürüp patronları af, teşvik, prim almama gibi tercihlerle zengin ediyorlar.

“3,5 milyon hane ancak sosyal yardımlar sayesinde karnını doyurabilir”

Peki nasıl bir ülkede yapıyorlar bunu? Milyonlarca insan yoksul. Doğrudan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının rakamlarından konuşuyorum size. Diyorlar ki nisan ayında 3,3 milyon, mayıs ayında 3,5 milyon, haziran ayında 3,5 milyon, temmuz ayında 3,7 milyon hane aile destek programından desteklenmiş. Bakanlık bunu övüyor, kendini övüyor, ‘Bakın rakam artıyor’ diyor. Bu insanlar niye desteklenmek zorunda kalıyor? Bu ülkede niye yoksulluk artıyor? Bu ülkede niye sefalet artıyor? Çünkü sen bu insanların hakkı olanı alıyorsun, bir avuç zengini daha zengin ediyorsun. Öyle bir ülke haline geldik ki 3,5 milyon hane ancak sosyal yardımlar sayesinde karnını doyurabilir noktaya gelmiş. Devam ediyorum, 4 kişilik bir hanede çocuklardan bir tanesini işe gönderseniz, 3 kişi asgari ücretle çalışsanız eve girecek para 44 bin 573 lira olan yoksulluk sınırının altında, bu kadar utanmazlık olabilir mi? Bir evde dört kişi yaşıyorsa, ‘yoksul’ olabilmek için ihtiyaç duyduğu parayı 3 kişi çalışarak kazanamıyor.

Sağlık Bakanlığı 2018-2023 eylem planında 2023 yılında bodurluğun ve kronik açlığın yüzde 5 ila 10 arasında azaltılmasını hedefliyormuş. Peki, bakıyoruz durum ne? Dünya Gıda Örgütü 2022 yılı verilerine göre Türkiye’de nüfusun yüzde on sekizi, 14 milyon 800 bin insan yetersiz besleniyor. Utanç verici. Birleşmiş Milletler 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporuna göre yetersiz beslenmenin yaygınlık oranı yüzde 2,5 ama 5 yaş altı çocuklarda bodurluk oranı yüzde 5,5’a gelmiş. TÜİK diyor ki, 5 yaş çocuklarda gelişme geriliği oranı yüzde 5,5, açlığa bağlı aşırı kilolu çocuk oranı yüzde 8.

Arkadaşlar, kardeşler, sesimiz ulaştığı herkes, çocuklarımızı kaybediyoruz! Bakın 2022 yılında suça sürüklenen çocuk sayısı 601 bin 754. 601 bin çocuk suça sürüklenmiş, bu ülkeyi yönetenler utanmıyor musunuz? Cinsel suç mağduru çocuk sayısı 2022 yılında 31 bin 900. Her gün 88 çocuk ya, her gün 88 çocuk! O şatafatlı makam odalarınızdan daha mı değersiz bu ülkenin çocukları, o arabalarınızdan daha mı değersiz, yatlarınızdan, katlarınızdan, villalarınızdan daha mı değersiz bu ülkenin çocukları? Söyleyecek söz bulamıyoruz.

Siz öyle bir iktidarsınız ki, işte Akbelen, hepimizin gözü önünde yaşandı. Güzelim Akbelen ormanlarını üç kuruş para için mahvettiniz. Şimdi dinamikler patlıyor, yurttaşlar bize ulaştılar, Akbelen tarih olmaya doğru gidiyor. Bir haftadır evlerinde, zeytinliklerin hemen yanında patlamalar yaşanıyor. Evlerde çatlaklar oluşuyor, her gün deprem oluyor Akbelen’de. Üstelik şu an köylü zeytin hasadında, 45 bine yakın zeytin ağacı olmasına rağmen, Zeytin Kanunu’na rağmen, hala orman vasfını kaybetmemiş olmasına rağmen dünyanın en verimsiz kömürünü çıkartmak için Akbelen’de dinamitler patlatıyorlar. Jandarma da o dinamitçileri koruyor işte, talimat öyle gelmiş. Hiçbir kurum görevini yapmıyor, İkizköylüler yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklara, ağaçlara, kuşlara, kaplumbağalara suyuna sahip çıkmak için kendi başlarında mücadele ediyorlar. Oradaki yurttaşları sevgiyle selamlıyoruz.

İktidar ‘dünya rekorları’ kırmaya devam ediyor. Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde fırtına nedeniyle liman açığında bekleyen kuru yük gemisi batıyor, 12 mürettebat hayatını kaybediyor. Hangi çağda yaşıyoruz arkadaşlar? Bir hafta öncesinden Karadeniz’de bunların yaşanacağı, tüm o rüzgar yükünün Ereğli’ye geleceği belli. Ama önemli değil, önemli olan para. 10 kişi ölmüş, 20 kişi ölmüş, 50 kişi ölmüş, 300 kişi ölmüş, para kazanıyorsanız sorun yok. İşte bütün hesaplaşmamız bu. Para mı insan mı? Bu iktidarla bizim aramızdaki kavganın özeti budur. Bunlar para için her şeyi yaparlar, biz de insan için her şeyi yaparız.

“Yerel seçim sürecini sol, sosyalist halkçı yerel yönetim anlayışında…”

Geçtiğimiz hafta cumartesi ve pazar günleri Türkiye İşçi Partisi’nin Parti Meclisi toplandı. Toplantımızda yaklaşan kongremiz ile beraber mart ayında yapılacak yerel yönetim seçimlerini de gündem olarak ele aldık. Bu kapsamda aldığımız kararlar hafta içinde parti örgütlerimize iletildi. Buradan bir kısmını kamuoyuyla da paylaşmak istiyorum.

Türkiye Partisi 2024 yılı mart ayında yapılacak yerel seçimlere ülke çapında iddialı bir şekilde hazırlanmaktadır. Pek çok ilde, pek çok ilçede, mahallede, yerel bağları kuvvetli, yurttaşın sözünü güçlendirecek halk örgütlenmeleri yaratmayı, başını AKP’nin çektiği ama AKP’yle sınırlı olmadığını bildiğimiz rantçı, emek, halk, doğa, kadın düşmanı, kayyumcu yerel yönetim anlayışını yenecek bir halk iradesi oluşturmayı, Saray Rejimi’ni ve onun yolunu izlemekten vazgeçmeyen düzen içi siyaset anlayışını zayıflatmayı, sosyalistlerin önderlik ettiği halkçı yerel yönetim ve siyaset anlayışını toplumsal alanda güçlendirmeyi ve gerçek bir alternatifi hayata geçirmeyi, Türkiye İşçi Partisi’nin oy oranını desteğini belirgin biçimde arttırmayı belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyelikleri kazanmayı hedefleyen bir seçim çalışmasının startını vermiş bulunuyoruz.

Parti meclisimiz yerel seçim sürecini sol, sosyalist halkçı yerel yönetim anlayışında ortaklaştığımız dost ve müttefik güçlerle koordinasyon halinde ilerletmeyi öngörmektedir. Bunu son derece önemli buluyoruz ve bu çerçevede yapılmakta olan görüşmeleri sürdürmeyi, çalışmaları güçlendirmeyi hedefliyoruz.

Yerel Seçim Komisyonumuz, Merkez Yürütme Kurulu tarafından belirlenen yerelliklerde, bölgenin sorunlarına nasıl çözüm bulunabileceğine odaklanan, farklı uzmanların, yerel halkın, o yereldeki sendika ve emek örgütlerinin, yerel derneklerin katılımlarıyla çalıştaylar örgütlenmesine karar vermiştir. Bu çalıştaylar ocak ayına kadar tamamlanacak ve çalıştaylardan çıkan sonuçlara göre partimizin adayları belirlenecektir.

Son olarak partimiz büyükşehir, il, ilçe, belde, belediye başkanlıkları, belediye meclis üyelikleri ve il genel meclis üyelikleri için aday adaylığı başvurularını başlatmıştır. Parti üyesi olsun olmasın, buradan bu ülkenin tüm temiz insanlarına çağrı yapıyoruz: Siyaseti kirli bir oyun olmaktan çıkarın. Siyaseti parası çok olanların, eşini dostunu, akrabasını zengin etmek için uğraşanların ve onlara hizmetle kendilerini yükümlü görenlerin kirli oyunu olmaktan çıkartmak zorundayız.

Halka sadece seçmen olarak değer veren, bizi, aslında her şeyi yaratan ve yaratabilme gücü olan milyonlarca insanı insan yerine bile koymayan bu siyaset anlayışına karşı, halkın kendi öz gücüne dayanan yeni bir siyaset anlayışını, pazarlıksız, halkın dışında hiçbir güç odağını tanımayan, hiçbir güç odağına boyun eğmeyecek, hakkını savunacak, emekçinin hakkını savunacak, kadının hakkını savunacak, gencin hakkını savunacak, kenti rant değil yaşam alanı olarak görecek, doğayla uyumlu insanca yaşayabileceğimiz kentleri inşa edecek yeni bir siyaset anlayışını hayata geçirmek için tüm yurttaşlarımızı partimizle birlikte yerel seçim süreçlerine aktif rol almaya, birlikte aday belirlemeye, aday olmaya ve yeni bir mücadele sürecine kararlılıkla girmeye davet ediyorum. Zor bir iş ama başarabileceğimizden, yeni önemli örnekler yaratabileceğimizden hiçbir kuşkumuz yok. Bu kirli siyaset dünyasını reddedelim, halkın yeni siyaset sayfasını hep birlikte açalım.”

Paylaşın

Meclis Başkanlığı Yarışı: Muhalefetin Adayları Belli Olmaya Başladı

İYİ Parti Cihan Paçacı’yı, Yeşil ve Sol Parti Tülay Hatimoğulları’nı, TİP ise tutuklu milletvekili Can Atalay’ı TBMM) Başkanlığı aday gösterdi. Ana muhalefet partisi CHP’nin adayı henüz netleşmedi.

Haber Merkezi / Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) çarşamba günü yapılacak başkanlık seçim için başvurular başladı.

Yeşil ve Sol Parti, Adana Milletvekili Tülay Hatimoğullarını Meclis Başkan adayı olarak gösterirken İYİ Parti, parti yöneticisi ve İstanbul Milletvekili Cihan Paçacı’nın aday olduğunu Meclis Başkanlığı’na bildirdi.

Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Meclis Başkanı adayı ise tutuklu milletvekili Can Atalay oldu. TİP’in önümüzdeki günlerde başvuru yapması bekleniyor. CHP’nin aday göstereceği ismin henüz netleşmediği ifade edildi.

TBMM Genel Kurulu, 7 Haziran’da geçici Meclis Başkanı Devlet Bahçeli Başkanlığı’nda toplanacak. Yeni atanan kabine üyeleri ile milletvekili seçilen eski bakanlar, Genel Kurul’da yemin edecek. Daha sonra Meclis Başkanlığı için siyasi partilerin gösterdikleri adayların seçimi yapılacak.

Gizli oylama ile yeni Meclis başkanı seçiminin ilk turu yapılacak. İlk 2 oylamada 400, sonuç alınamazsa 3. oylamada salt çoğunluk olan 301 kabul oyu ile başkan seçilebilecek. 3. oylamada da salt çoğunluk sağlanamazsa; bu oylamada en çok oy alan 2 aday için 4. oylama yapılacak ve en fazla oy alan üye başkan seçilmiş olacak.

Öte yandan AK Parti ve MHP Grubu TBMM Başkanlığı’na aday olarak, AK Parti İstanbul Milletvekili Numan Kurtuluş’u gösterme kararı aldı.

Numan Kurtulmuş’un ismi akşam saatlerinde AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler tarafından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunuldu. AK Parti’nin başkan adaylığı için başvuru dilekçesi TBMM’ye iletildi.

Paylaşın

HDP’li Garo Paylan’dan Türkiye İşçi Partisi’ne Sert Sözler

TİP’in ayrı bir liste olarak seçime girmesini hata olarak gördüğünü söyleyen HDP’li Garo Paylan, TİP’in ‘HDP’den ayrı girersek alabileceğimiz oylar var’ dediğini belirterek “Eğer siz o oyları ikna edemiyorsanız HDP’yle yürüme konusunda, o zaman başarınız nerede?” diye sordu.

HDP’nin ‘Kürt halkının da özgürlüğünü, eşitliğini talep eden bir parti’ olduğunu ifade eden Paylan, “Kürt’le mesafeli gibi durursam daha fazla oy alırım” bakışının yanlış olduğunu kaydetti.

HDP’li siyasetçi sözlerini şöyle sürdürdü: “Sonuçlarını da gördük… Belki TİP yüzde 1,7 oy aldı, dört milletvekili kazandı ama mesele 4, 5, 7 milletvekili kazanmak değildi; rüzgarı arkamıza almaktı… Barış, demokrasi ve emeğe inanan, emeğin haklarına inanan Emek ve Özgürlük Hareketi’nin bu mücadeleden başarılı çıkmasıydı. Başarı ölçütümüz yüzde 15 oydu toplam olarak ve 100 milletvekiliydi. 65 milletvekilinde kaldık. Bu da bir başarısızlıktı.”

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bileşenlerinden Türkiye İşçi Partisi (TİP), 14 Mayıs’taki seçimde daha öncekinin aksine Halkların Demokratik Partisi (HDP) çatısında değil, kendi amblemiyle pusulada yer almıştı. Seçimde HDP 65, TİP ise dört vekil kazanmıştı. Seçim sürecinde TİP’in parti olarak pusulada yer alma konusu tartışma konusu olmuştu.

Halk TV yayınına katılan HDP’li Garo Paylan, TİP’in ayrı bir liste olarak seçime girmesini hata olarak gördüğünü kaydetti. Paylan, TİP’in ‘HDP’den ayrı girersek alabileceğimiz oylar var’ dediğini belirterek “Eğer siz o oyları ikna edemiyorsanız HDP’yle yürüme konusunda, o zaman başarınız nerede?” diye sordu.

HDP’nin ‘Kürt halkının da özgürlüğünü, eşitliğini talep eden bir parti’ olduğunu ifade eden Paylan, “Kürt’le mesafeli gibi durursam daha fazla oy alırım” bakışının yanlış olduğunu kaydetti.

HDP’li siyasetçi sözlerini şöyle sürdürdü: “Sonuçlarını da gördük… Belki TİP yüzde 1,7 oy aldı, dört milletvekili kazandı ama mesele 4, 5, 7 milletvekili kazanmak değildi; rüzgarı arkamıza almaktı… Barış, demokrasi ve emeğe inanan, emeğin haklarına inanan Emek ve Özgürlük Hareketi’nin bu mücadeleden başarılı çıkmasıydı. Başarı ölçütümüz yüzde 15 oydu toplam olarak ve 100 milletvekiliydi. 65 milletvekilinde kaldık. Bu da bir başarısızlıktı.”

Paylan, Kürt seçmende sol bileşenlere karşı bir ön yargı oluştuğunu aktararak, seçmenlerin “Neden biz bunlarla birlikteyiz? Bunlar bize kaybettiriyor” diye bir duyguyla karşı karşıya kaldığını aktardı.

“TİP konfor alanı yarattı”

HDP’li siyasetçi, bu düşüncenin yanlış olduğunu belirterek “Bizler yoldaşız. Türk sosyalistleri, Kürt sosyalistleri diye bir ayrım oldu, bu doğru değil. Sosyalizm enternasyoneldir” dedi. Paylan, HDP’nin sosyalistlerin, demokratların, ekolojistlerin ve feministlerin birlikte mücadelesi üzerine kurulduğunu aktararak şöyle devam etti:

“Halkların eşitliği iddiası üzerine kurduk partimizi. Burada bir ayrı gayrı söz konusu oldu, bu duygudan dolayı da kaybettik. Batıda bize stratejik veya duygusal olarak destek veren seçmenler için bir konfor alanı yarattı TİP. ‘Bak işte biz Kürtlerle, HDP’yle ayrıyız, bize daha rahat oy verebilirsiniz’ diye bir duygu yarattı. Bu da kötüydü. Sanki HDP kriminal bir vakaymış, biz daha legal bir partiyiz gibi’ algılandı. Bu da ciddi bir hata.”

Paylaşın

HDP – TİP İttifakı Tartışmaya Açıldı: Uzmanlar Ne Diyor?

HDP ile TİP’in ittifak modeline ilişkin değerlendirmede bulunan  Akademisyen Vahap Coşkun, “HDP’nin TİP ile yaptığı ittifak modeli garip ve HDP’ye kaybettiren bir ittifak modeliydi. TİP’in baraj sorununu ortadan kaldıran ama HDP’ye herhangi bir şekilde oy getirmeyen bir ittifak modeliydi. Bu ittifak modelinin HDP’ye oy kaybettireceği başından beri belliydi” dedi.

HDP’nin 2018’e oranla 3-4 puanlık oy kaybetmesine dikkati çeken Coşkun, “HDP açısından bu seçim başarısız bir seçim olarak değerlendirilebilir. Çünkü yüzde 11.7’lerden yüzde 8.7’lere düştü. 3-4 puanlık bir oy kaybetmek HDP açısından son derece üzücü bir tablo ortaya koymaktadır” değerlendirmesinde bulunuyor.

Avukat Sedat Yurtdaş ise HDP ve TİP ittifakının ‘yanlış’ olduğu değerlendirmesinde bulunuyor: “TİP çok etkili bir parti olduğu yanılgısına kapılmıştı” diyen Yurtdaş, “Hem geçmiş ittifaklar süreci hem de solun Türkiye’deki son 30-40 yıllık serencamı açısından bakarsak zamansız yapılan bir hamleydi.

Bu yapılırken de HDP’nin, Kürtlerin, muhalefetin açıkça zararını içeren riskler içeriyordu ve maalesef ki bunların hepsi gerçekleşti. Maliyeti çok büyük olan bir politik hata olduğunu düşüyorum. TİP’in izlediği politikanın çok ağır kusurlu olduğunu gösteriyordu.”

Siyaset Bilimci Ufuk Uras ise HDP ile TİP’in yaptığı ittifakın yanlış olduğunu en başından beri söylediklerini belirterek şöyle konuşuyor: “Ortak listenin ortak bir sinerji yaratacağını, ayrı ayrı seçime girmenin hem bir rekabet getireceğini hem de milletvekili kaybına neden olacağı belliydi. Buna rağmen ‘kendi sayımızı bir görelim’ söylemi bu döneme uygun değildi.

Parti devletine karşı olan herkesin yan yana gelmesi gerekiyordu. Mersin’de iki partinin ortak aday çıkarması yerine ayrı ayrı seçime girmesi MHP’ye kazandırdı mesela. HDP seçmeni parti genel merkezlerinde yapılan anlaşmalara uyum sağlayamıyor. Geçersiz oyların sebebi de aslında bununla ilgili bir durum. Çünkü aynı anda hem TİP’e hem de Yeşil Sol Parti’ye mühür basanlar da oldu.

Türkiye 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimleri için sandık başına gitti. Cumhurbaşkanlığı Seçimi ikinci tura kalırken Milletvekilliği Seçimlerinde partilerin aldıkları oy oranları, vekil sayılarındaki düşüş yapılan ittifakları tartışmaya açtı.

Kapatma davası nedeniyle Yeşil Sol Parti (YSP) adı altında seçime giren HDP, sol partileriyle Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurmuştu. Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan Türkiye İşçi Partisi (TİP) 41 ilde kendi adı, amblemi ve adıyla seçime girerek yüzde 3 oranında oy alacağını iddia etmişti. HDP’nin güçlü olduğu yerlerde ise ittifak çatısı altında seçime gireceği açıklanmıştı. 2018’de İstanbul’da 12 milletvekili çıkaran HDP’nin, bu seçimde TİP’in de kendi adıyla İstanbul’da seçime girmesi nedeniyle vekil sayısı 8’e düşerken Ankara’dan ise hiç milletvekili çıkaramadı. Yüzde 3 oranında oy alacağını ifade eden TİP ise sadece toplamda yüzde 1.73 oy aldı ve 4 vekil çıkarabildi. TİP ile HDP’nin ortaklığı özellikle Kürt seçmende tartışmalara neden oldu.

“HDP’nin TİP ile ittifakı garip ve oy kaybettiren ittifak modeliydi”

HDP ile TİP’in ittifak modeline ilişkin değerlendirmede bulunan Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün (DİSA) yeni Yönetim Kurulu Başkanı, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Akademisyen Vahap Coşkun, “HDP’nin TİP ile yaptığı ittifak modeli garip ve HDP’ye kaybettiren bir ittifak modeliydi. TİP’in baraj sorununu ortadan kaldıran ama HDP’ye herhangi bir şekilde oy getirmeyen bir ittifak modeliydi. Bu ittifak modelinin HDP’ye oy kaybettireceği başından beri belliydi” dedi.

HDP’nin 2018’e oranla 3-4 puanlık oy kaybetmesine dikkati çeken Coşkun, “HDP açısından bu seçim başarısız bir seçim olarak değerlendirilebilir. Çünkü yüzde 11.7’lerden yüzde 8.7’lere düştü. 3-4 puanlık bir oy kaybetmek HDP açısından son derece üzücü bir tablo ortaya koymaktadır” değerlendirmesinde bulunuyor.

HDP’nin seçmen düzeyinde büyük bir kaybı olduğunu belirten Coşkun şu yorumda bulunuyor: “Yüzde 13-14 oranında oy almanın planlandığı bir seçimde yüzde 8.7 oranında bir oy almak HDP’nin yönetiminin de, tabanının da çok rahatsız olacağı bir sonuç. Seçimin mağluplarından biri HDP. Bu sonucu yaratan birçok faktör var. Bunlardan biri HDP seçmeninin özellikle de metropoldeki seçmeninin bir kısmının CHP’ye geçmiş olması. HDP’nin son dönemlerde muhalefete aşırı angaje bir politika izlemesi HDP seçmeninin bir kısmının muhalefetin büyük partisi CHP’ye oy vermesini sağladı.

Bu da HDP’nin oy oranını düşürdü. Bir diğer önemli faktör barajın yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürülmesi. Baraj yüzde 10 iken HDP’nin hem tabanı hem tavanı son derece sıkı derece seçime sarılıyordu aynı zamanda stratejik bir oy alıyordu. Ama baraj düşürülünce bazı seçmenler HDP’ye oy vermekten vazgeçti. 3’üncü unsur ise HDP’nin yaptığı ittifak modeliydi. HDP’nin TİP ile yaptığı ittifak modeli garip ve HDP’ye kaybettiren bir ittifak modeliydi. Seçimin sonuçları da bunu gösterdi. Bu ittifak modelinin HDP’ye fayda sağlamadığı, ciddi anlamda HDP’yi zarara uğrattığı görüldü.

14 Mayıs Seçimi özelinde bu 3 problem HDP’nin oyunu düşürdü. Ama daha genel problemleri de var HDP’nin. Kapsayıcı siyaset oluşturma, aday seçimi konusunda eksiklikleri var. Bu ittifak özellikle Türk soluyla ilişkilerinin kendisine herhangi bir alan açmadığını da gösterdi. Bu seçimlerin ardından HDP yönetiminin ciddi bir şekilde bir sorgulama sürecine ve sonucun muhasebesinin yapılması gerekiyor. Eğer doğru adımlar atılmazsa HDP için küçülme süreci devam edebilir, böyle bir tehlike HDP’yi kapıda bekliyor.”

TİP’in 41 ilde kendi ismiyle seçime girmesinin özelde HDP’ye, genelde Millet İttifakı’na vekil kaybettirdiğini vurgulayan Coşkun, “TİP’e yönelik çok büyük bir seçmen ilgisinin olduğu dönemlerde de bunun gerçeği yansıtmadığını düşünüyordum. Sosyal medyada görünürlük, ünlüler tarafından desteklenmesi halk nezdinde de aynı ilginin görüleceği anlamına gelmiyordu. Nitekim TİP’liler yüzde 3’ü zorlayacaklarını ifade ediyordu ama seçim sonuçları bunu doğrulamadı. İttifak içerisinde yer aldıkları için 4 vekil çıkardılar ama ittifakta olmasalardı bu sayıyı da çıkaramayacaklardı. TİP’in aşırı bir şekilde abartılması, yüceltilmesi vardı. Bu da TİP’in tek listeden seçime girmesine engel oldu” diyor.

“HDP ve TİP’in inadı iki partiye de kaybettirdi, yanlış bir ittifak modeliydi” ifadesini kullanan Coşkun sözlerini şöyle tamamlıyor: “Bu model özelde bu iki partiye genelde de muhalefete de kaybettirdi. Bu ittifak modeli bundan sürdürülecekse de ciddi manada özellikle HDP açısından gözden geçirilmesi gerekiyor.”

“HDP ve TİP ittifakı, maliyeti çok büyük olan bir politik hatadır”

Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Avukat Sedat Yurtdaş ise HDP ve TİP ittifakının ‘yanlış’ olduğu değerlendirmesinde bulunuyor:

“TİP çok etkili bir parti olduğu yanılgısına kapılmıştı” diyen Yurtdaş, “Hem geçmiş ittifaklar süreci hem de solun Türkiye’deki son 30-40 yıllık serencamı açısından bakarsak zamansız yapılan bir hamleydi. Bu yapılırken de HDP’nin, Kürtlerin, muhalefetin açıkça zararını içeren riskler içeriyordu ve maalesef ki bunların hepsi gerçekleşti. Maliyeti çok büyük olan bir politik hata olduğunu düşüyorum. TİP’in izlediği politikanın çok ağır kusurlu olduğunu gösteriyordu.”

Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) 1999’da benzer bir şekilde kendi adıyla seçime girmesi ve yüzde 10’luk barajın altında kalmasını hatırlatan Yurtdaş, “TİP’in özgüveni sol çocukluk hastalık gibiydi. Gerek parlamentodaki faaliyetler, kullanılan dil, kamuoyunda yarattığı dil, geçmişten ders çıkarılmaması, yani ÖDP deneyiminden dersler çıkarmadı. Kendilerinin çok etkili bir yerde olduklarını düşündüler, şartları doğru değerlendirmediler. Ahmet Şık’ın başka ortamda söylemiş olsa da bilinçaltını ortaya koyan sözleri ağır yaralayıcı sonuçları oldu. Kontrolsüz sözlerin kitleleri ne kadar soğutabildiğini gösteriyor” yorumunda bulunuyor.

HDP’nin Türkiye genelindeki oy kaybına ilişkin ise Yurtdaş şunları söylüyor: “Kürt siyasetinin ‘eksiğimiz neydi, nerelerde ne kaybettik’ bunların çok seri bir şekilde değerlendirmesini yapması gerekiyor.

HDP’nin oy oranın düşmesi seçimin kaybedenlerinden birinin de HDP olduğunu gösteriyor. Kürtlerde bilinç arttığı, seçmen sayısı arttığı halde oyunun düşmesini dikkate alarak HDP’nin Biz nerede hata yaptık gibi bir soru sorması gerekiyor. İstanbul’daki büyük kaybı sorgulamak lazım.”

“TİP, barajdan kurtuldu ama Yeşil Sol Parti’ye kaybettirdi”

Eski ÖDP Genel Başkanı ve Siyaset Bilimci Ufuk Uras ise HDP ile TİP’in yaptığı ittifakın yanlış olduğunu en başından beri söylediklerini belirterek şöyle konuşuyor:

“Ortak listenin ortak bir sinerji yaratacağını, ayrı ayrı seçime girmenin hem bir rekabet getireceğini hem de milletvekili kaybına neden olacağı belliydi. Buna rağmen ‘kendi sayımızı bir görelim’ söylemi bu döneme uygun değildi. Parti devletine karşı olan herkesin yan yana gelmesi gerekiyordu. Mersin’de iki partinin ortak aday çıkarması yerine ayrı ayrı seçime girmesi MHP’ye kazandırdı mesela. HDP seçmeni parti genel merkezlerinde yapılan anlaşmalara uyum sağlayamıyor. Geçersiz oyların sebebi de aslında bununla ilgili bir durum. Çünkü aynı anda hem TİP’e hem de Yeşil Sol Parti’ye mühür basanlar da oldu.

ÖDP’nin 99’da kendi adıyla seçime girip baraj altında kalmasını hatırlatan Uras, “TİP yüzde 3’e ulaşıp hazine yardımını hedefliyordu ama bu da başarılamadı. Alınacak oydan çok daha önemli olan ortak tutum almak ve Meclis’e girdikten sonra kendi partisi altında siyaseti sürdürmesiydi. Ama bu taktiksel adım atılamadı maalesef. Biz bunu daha önceden ÖDP’de de yaşadık. Biz TİP’in yaptığı her şeyi daha önce yaptık ve sonuç ortaydı. İttifak ilişkisi karşılıklı olur. TİP, Yeşil Sol Parti sayesinde barajdan kurtuldu ama karşılığında Yeşil Sol Parti’ni vekil kaybetmesine sebep oldu. Bunun kabul edilir bir yanı yok. Aslında ortada bir ittifak da olmadı. Çünkü barajı geçen parti, Yeşil Sol’un oy kaybetmesine sebep oldu.”

Son olarak HDP’nin oy oranındaki düşüşü de değerlendiren Uras, “HDP’nin oy oranının düşmesinin sebebi ise Yeşil Sol’un tam olarak anlatılmaması ve ittifaklar siyasetine kendisine yönelik bir tepki de olabilir. Daha yaratıcı politikalar geliştirme, ön seçim yaparak aday belirlemek gerekiyordu. Buradan çıkarmak gereken bir ders olduğunu gösteriyor” diyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

14 Mayıs Seçimleri: Türkiye İşçi Partisi Dört Vekil Çıkardı

Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) dört isim, 14 Mayıs Pazar günü yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyesi olmaya hak kazandı.

İstanbul’dan TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın yanı sıra partinin diğer milletvekili adaylarından Ahmet Şık ve Sera Kadıgil de yeniden Meclis’e girmeye başardı. TİP’in yüzde 8,69 oy aldığı Hatay’dan ise milletvekili adayı Can Atalay TBMM’ye girdi.

Erkan Baş, TİP Hatay Milletvekili Barış Atay’ın Gezi tutuklusu Can Atalay’ın cezaevinden çıkabilmesi için Hatay ilk sıra adaylığından vazgeçtiğini açıklamıştı. Atay, büyüdüğü ve seçmen desteği bulunan Hatay’ın yerine Antalya’da ikinci sıradan aday gösterilmişti. Ancak TİP, Antalya’dan milletvekili çıkaramadı.

TİP’in yüzde 5,69 oy aldığı Muğla’daki milletvekili adayı Mehmet Aslantuğ da Meclis’e giremedi. TİP’in İzmir milletvekili adaylarından İrfan Değirmenci de Meclis’e seçilemedi.

10 genel başkan milletvekili seçildi

Seçimlerde 10 partinin genel başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yer almaya hak kazandı.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, memleketi Osmaniye’den yeniden milletvekili seçildi.

AK Parti listelerinden seçime katılan Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve Demokratik Sol Parti (DSP) Genel Başkanı Önder Aksakal da meclise giren isimler arasında yer aldı.

HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu İstanbul 3. Bölge’den DSP Genel Başkanı Önder Aksakal ise İstanbul 2. Bölge’den seçildi.

Cumhur İttifakı’nın diğer ortaklarından Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) Genel Başkanı Fatih Erbakan İstanbul 2. Bölge 1. sıradan Meclis’e gitmeyi başardı.

İttifakın diğer ortaklarından Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici ise seçilemedi.

CHP listelerinden Erzincan’da seçime giren Türkiye Değişim Partisi (TDP) Genel Başkanı Mustafa Sarıgül de yine seçilen genel başkanlar arasında yer aldı.

Yeşil Sol Parti Eş Genel Başkanı İbrahim Akın İzmir 2. Bölge’den; diğer Eş Genel Başkan Çiğdem Kılıçgün Uçar da İstanbul 1. Bölge’den seçildi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş İstanbul 3. Bölge’den seçildi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar Şanlıurfa’dan diğer Eş Genel Başkan Pervin Buldan da Van’dan seçildi. HDP seçimlere Yeşil Sol Parti listelerinden girdi.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise Gaziantep’ten seçilemedi.

Kabine’de yer alan 16 isim milletvekili oldu

28. yasama döneminde milletvekili olarak görev yapacak Kabine üyeleri ile bu üyelerin seçildikleri bölgeler şunlar:

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay / Ankara 3. Bölge

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu / İstanbul 2. Bölge

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer / Ordu

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar / Kayseri

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank / Bursa 2. Bölge

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ / Şanlıurfa

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık / Osmaniye

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin / Ankara 2. Bölge

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum / İstanbul 1. Bölge

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu / Antalya

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez / Eskişehir

Gençlik ve Spor Bakan Mehmet Muharrem Kasapoğlu / İzmir 1. Bölge

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati / Mersin

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci / Kahramanmaraş

Ticaret Bakanı Mehmet Muş / Samsun

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu / Trabzon

Ayrıca daha önce bakanlık görevinde bulunan Abdulhamit Gül Gaziantep’ten, Faruk Çelik ise Artvin’den milletvekili seçildi.

Paylaşın

TİP Lideri Baş: Faşizme Karşı Mücadele Türk Ve Kürt Emekçilerin Birliğinden Geçiyor

TİP Lideri Erkan Baş, T24’ten Cansu Çamlıbel’in “Türkiye’de gerçekten kim veriyor o anti-emperyalist mücadeleyi?” sorusuna verdiği yanıtta, “Net söyleyelim. Adalet ve Kalkınma Partisi, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’yi özel olarak kullanmak isteyen ABD emperyalizminin Türkiye’de iktidar koltuğuna oturttuğu bir partidir” dedi ve ekledi:

“Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldikten sonraki ilk ciddi eylemi Amerikan askerlerinin Irak’ı işgal etmek üzere Türkiye’den geçmesine izin vermek için bir tezkere çıkartmaktı. Beceremedi ama Tayyip Erdoğan’ın varlık sebebi ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarını uygulamak. “Senin çıkarlarını senden bile daha iyi ben savunurum” diyen bir lider. Dibine kadar Amerikancı, Amerika’ya karlı göbekten bağlı bir iktidarla mücadele ediyoruz.”

Baş, açıklamasının devamında, “Ben programa bakarım. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programı net bir anti-emperyalist programdır. Bölgede kimin nasıl yaşayacağına halkların karar vermesini savunan bir programdır. Siyasal İslam ise -hani ılımlı İslam falan denildi ya- aslında uyumlu İslam’dır. Kapitalizm ve emperyalizme uyumlu İslam yaratmaktır. Tayyip Erdoğanların dünya çapındaki misyonu budur. Bunların üzerini örterek bu tartışmayı yapamayız” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, konuya ilişkin açıklamasının sonunda, TİP kendi programı olan bir siyasi partidir. Başka siyasi partilerle ittifak ilişkilerine göre pozisyon almaz. Programına göre ittifak geliştirir. Biz bu ortaklıklar konusunda Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli gördüğümüz bir misyon üstlenmiş durumdayız.

Türkiye’de emperyalizme, faşizme karşı, bugünkü iktidara karşı mücadele zafere ulaşacaksa bunun formülü Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçer. Bu birliği sağlayamayan hiçbir mücadele Türkiye’de gerçek başarıya ulaşamaz. Biz bu yüzden inatçıyız. Biz bu yüzden HDP ile ittifakta ısrarcıyız. Bunu da bir seçim ittifakı olarak görmüyoruz.” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuştu. Erkan Baş’ın açıklamalarından bazıları şöyle:

“İnsanlar bakkalını bile siyasi tercihine göre seçer oldu”

Seçim kampanyaları başladığından beri Emek ve Özgürlük İttifakı’nın önde gelen iki ortağı sanki bir çekişme içindeymiş gibi bir görüntüsü oluştu. TİP ve HDP yani Yeşil Sol’u kastediyorum. İlk önce liste anlaşmazlığı yaşandı ve ayrı listelerle seçime gitme kararı aldınız. Ardından HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, seçmenlerine “Bize vermeyeceğiniz her oy AKP’ye gider” uyarısı yaptı. Ardından Yeşil Sol Diyarbakır milletvekili adayı Cengiz Çandar ittifakın içindeki sol bileşenlerden “dekoratif unsurlar” diye söz etti. En son da TİP İstanbul milletvekili adayı Ahmet Şık’ın HDP’ye dönük eleştirilerinin yer aldığı bir görüntü sosyal medyaya düştü. Millet İttifakı gibi birbirine benzemez altı partiden oluşan bir ittifak içinde bile bu kadar kavga gürültü çıkmadı. Savunduğu değerler itibarıyla daha birbirine benzediğini düşündüğümüz ittifakın bileşenleri neden daha kavgalı bir görüntü veriyor?

AKP nasıl iktidarda duruyor sorusunun en önemli yanıtlarından bir tanesi şu; toplumu bölerek iktidarda duruyor. 21 yıla bakın, hep düşmanlaştırıcı bir dil var. Karşı tarafta hep düşmanlar var. Bazen Ergenekoncular oluyor, bazen teröristler oluyor, bazen dinsizler oluyor, bazen gayrı milli unsurlar oluyor. Ama AKP hep bu dönem boyunca toplumu bölerek, kutuplaştırarak ve kendi tarafını da konsolide ederek var oldu. Artık bu olağan bir durum oldu maalesef. Şimdi kampanya sürecinde toplantılar sırasında da görüyorum insanlar alışveriş yaptıkları bakkalı bile siyasi tercihine göre seçer oldu. Pazarda alışveriş yaparken esnafı değerlendirmeye çalışıyorsunuz “bizden midir karşıdan mıdır” diye. Toplum bu hale gelmiş durumda ve bu çok tehlikeli bir şey. Bir kere bunu bozmak lazım. Oy getirip getirmemesinden bağımsız olarak Türkiye’deki bu düşmanlaştırıcı halin ortadan kaldırılması lazım.

Toplumun tepesindeki yüzde 1 AKP döneminde daha zengin hale geldi ve toplumun yüzde 99’u yoksullaştı. Bizim bunu tartışmamız lazımken kimlikler üzerinden bir kutuplaşmayı tartışıyoruz. Bunu bozmamız lazım. 21 yıldır devam eden bu iktidardan birkaç kez eşiğine gelip kurtulamamış oluşumuz galiba hepimiz açısından anksiyete yaratan bir durum. “Artık kurtulmamız lazım. Ya bir hata yaparsak” duygusu çok belirleyici. Bir sevgili arkadaşımın değerlendirmesi var, çok önemsiyorum. Artık kantarla gram altın tartar moddayız.

Bana en çok gelen sorulardan biri şu; “Yurtdışında yaşıyorum, TİP’e oy versem nasıl bir katkısı olur?” Bunun arkasında şu var; orada kullanılan oylar Türkiye’ye dağılacak, oradan size düşen oy kaç olur ki kaygısı. Artık insanlar bunların hesabını yapmaya başladıysa bu gerçekten kantarla gram altın tartmaya benziyor. Ama tabii yurttaş haklı bu duygusunda. Eylem yapamıyor, miting yapamıyor, slogan atamıyor, iktidarı eleştiren yazı yazamıyor, Tweet atarsa cezaevine girme riski var, elinde bir tek oyu kalmış durumda iktidarı değiştirebilmek için.

Oy atacağı seçimi de darbeyle eş tutan bir İçişleri Bakanı var ülkenin.

Geldiğimiz noktada onu bile elinden almaya çalışıyorlar. Ben bu kadar ince hesap yapmak durumunda hisseden yurttaşın o duygusunu da anlıyorum. Bir de buna şunu ekleyin; ittifak Türkiye’de yeni bir kavram. O nedenle de devamlı her iki ittifak için de “aman çatlıyor mu, aman birbirlerine mi girecekler” gibi bir tedirginlik var. Oysa ittifak dediğiniz kavram zaten farklılıkların bir arada durması. Anlaşamayanların yan yana geldiği zeminlere ittifak diyoruz.

87 seçim bölgesi var Türkiye’de ve Cumhur İttifakı 87 seçim bölgesinde de ayrı listelerle seçime giriyor. Aslında kendi kurdukları tuzağa düştüklerini hatırlatmak isterim. Onların amacı bizleri bu duruma düşürmekti ama kendileri düştüler. En bölünmüş ittifak şu an Cumhur İttifakı – ki ben bunu da seçimlerdeki yenilgilerinin ilk göstergesi sayıyor.

Ama birbirleriyle kavga etmiyorlar kamuoyu önünde.

İşte onu ustaca başardılar. Ben listelerin teslim edildiği saat 17.00’ye kadar orada bir değişiklik bekliyordum. Aslında bir B planları var herhâlde diye düşünüyordum.

AKP-MHP tek liste gidecek diye…

Ama yapamadılar. Kamuoyu işin o kısmıyla ilgilenmiyor nedense. Millet İttifakı’nda da CHP ile İYİ Parti 70 yerde ayrı giriyorlar. Ama sanki Cumhur İttifakı’nın tamamen ayrı seçimlere girmesinden daha büyük bir problem gibi gösteriliyor.

Bizim cepheye baktığımızda ise biz aslında Türkiye’nin yedi bölgesinde tam olarak anlaşamadık. Bizim Gümüşhane’de, Bayburt’ta farklı davranmamızın Türkiye seçimine bir etkisi yok. Oralardaki matematiği değiştirecek bir durum yok.

“HDP ile merkezi düzeyde hiç gerginlik yaşanmadı”

Ama İstanbul’da vardı.

Oraya geleceğim. Yedi yer dedim ya işte. Hatta gerçekten anlaşamadığımız yerler şuydu: İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay, Muğla. Buralarda da İzmir’in bir bölgesinde anlaşılmış, Ankara’nın bir bölgesinde anlaşılmış, Bursa da anlaşılmış mesela. Gerçekle yansıyan arasında bir açı oluşabiliyor. Biz belki o sürece yönetemedik. Hem bizim açımızdan hem HDP açısından merkezi düzeyde bu süreçte hiçbir gerginlik yaşanmadı. Bütün süreç boyunca ilişkilerimiz aynı sıcaklık ve samimiyetle devam etti. Anlaşamamak da siyasetin içindedir. Olay bundan ibaret. Ama tabii bunun kaşınmaya çalışıldığı örnekleri gördük. Bizim HDP’ye düşmanlığımızdan çok bizim HDP ile yan yana durmamıza dönük düşmanlığını HDP üzerinden ifade etmeye çalışan arkadaşlar çıktı Türkiye solu içinde. Kürt tarafı açısından baktığımızda ise bize olan düşmanlıktan çok HDP’nin Türkiye solu ile ittifakına olan düşmanlığını HDP’yi değil bizi eleştirerek ortaya dökmeye çalışan arkadaşlar oldu. Bunlar bence tehlikeliydi. Onlar dışında söylenen her şey kıymetliydi.

“Samimi eleştirilerin başımızın üzerinde yeri var”

HDP içinde siyaset yapmış ve bunun için bedel ödemiş Ahmet Şık sokakta bir gencin yorumu üzerine “Kürt faşistlerle uğraşamam” diyor. Bunun şöyle algılanması doğal olmaz mı; “Bunu orada siyaset yapmış birisi olarak bunu söylüyorsa demek ki var bir bildiği. Demek ki gerçekten HDP içinde demokrat bir duruş yok.”

Bir kere bakın orada ifade edilen görüşlerle ilgili hem Ahmet açıklamasını yaptı hem de biz parti olarak yaptık. Bizim HDP’ye ilişkin böyle bir değerlendirmemiz yok.

Üzüldünüz mü?

Tabii ki çok üzüldüm. Bir kere orada bir gizli çekim olduğu gerçeğini bir kenara koymamak lazım. Bir örnek vereyim; benim bir kızım bir oğlum var, ikisi için de canımı veririm ama evde öyle bir an olabilir ki evde sesimi yükseltebilirim, canımdan çok sevdiğim çocuğuma öfkeyle bağırabilirim. Siz o anı kameraya çekseniz üzerine “Bak Erkan Baş kızına sürekli bağırıyor” diye düşünebilirsiniz. Bu benim kızımı sevmediğim anlamına gelmiyor. Ahmet ya da ben siyasi görüşlerini gizleyen insanlar değiliz ki. Siyaset bunun için yapılır zaten. Ama siyasi görüş başka şeydir, sizin anlık olarak bir diyalog sırasında kurduğunuz cümle başka bir şeydir. Bir de bu gizli çekilmiş ve belli ki servis edilmiş bir şey. Bence bu Türkiye’deki Türk ve Kürt emekçilerin birliği fikrini zedelemek isteyen odakların işine yaradığı fikrini hiç aklımızdan çıkartmamız lazım. Bütün bu tartışma sürecinde samimi eleştirilerin hepsinin başımız üzerinde yeri var. Ama buradan yola çıkarak Türkiye sosyalist hareketiyle Kürt hareketi arasındaki ilişkilere hasar vermek, bunu bozmak isteyen yaklaşımlara karşı dikkatli davranmak durumundayız.

HDP’li arkadaşların bize dönük, bizim onlara dönük eleştirilerimiz olur. Ama bunların ifade edileceği yerler ve ifade ediliş biçimleri son derece önemlidir. Mesela Gültan Hanım bana cezaevinden bir mektup yazdı. Tartışmak istiyorum bunu ama bunu tartışabilmemin ön koşulu Gültan Hanım’ın özgürlüğü. Cezaevindeki bir insanla ben nasıl tartışabilirim ki? Binlerce siyasetçisi cezaevinde olan, sürekli iktidarın baskısı altında olan bir siyasi hareketle nasıl tartışmaya girebilirsiniz? Bu doğru bir şey değil. Fakat şu olur; dostlarımızla kendi aramızda fikirlerimizi paylaşırız karşılıklı.

“Ahmet Şık kendisini bu ülkedeki barış mücadelesine adamış bir isim”

Dostlarınızdan olmasının beklenebileceği isimlerden birisi de mesela Sırrı Süreyya Önder değil mi? Ahmet’in o görüntüdeki ifadeleri için “hastalıklı bir bakış açısı” dedi. Dahası hem partiden hem Ahmet’in kendisinden gelen özrün yeterli olup olmadığının tartışmalı olduğunu da ekledi.

Tam bunu kastediyorum. Bakın o videonun yayınlandığı günün bir gün öncesinde yaklaşık 8,5 saat Babala TV çekimlerinde Ahmet ile beraberdik. Program boyunca defalarca kez -programın formatı öyle olduğu için- bizden HDP’ye dönük kötü söz söylememiz için zorladılar bizi. Sekiz buçuk saat! Bir tane HDP için kötü bir söz söylesek başarıya ulaşmış olacaktı o programa katılanların oradaki varlıkları. Biz bunu söylemedik, söylemeyeceğiz.

Bakın Türkiye İşçi Partisi 1971’de “Kürt halkı vardır” dediği için kapatılmış bir parti. Ahmet Şık’ın Türkiye’de kontrgerilla cinayetlerine ilişkin çalışmalarına, HDP’den adaylığına baktığınızda kendisini Türkiye’de barış mücadelesine adamış kıymetli isimlerden biri. Böylesine bir tarih ortada dururken bir gizli çekimde söylenmiş bir laf. Önü yok, arkası yok, ne dendiği belli değil. Böyle kolay insan harcamamalıyız. Orada söylenen cümleleri belli ki bir dostuyla yaptığı – ki o da gözden kaçtı orada konuştuğu kişi Ahmet’in daha önce HDP’den tanıdığı bir arkadaş- bir dertleşme hali. “Kürtler faşisttir” falan demiyor Ahmet. Kendisine dönük eleştirilerde haklılık payı olanları ayırıyor ama düşmanca eleştiriler için böyle bir laf kullanıyor. Bence çok büyütmemekte fayda var. Ayrışmak dünyanın en kolay şeyidir ama dostluk çaba ister.

“Biz barışın Türkçe sesi olmak istiyoruz”

Ahmet’in o eleştirisinde şöyle bir sitem yok muydu; Emek ve Özgürlük İttifakı’nın egemen yapısı HDP ve o egemen yapı kendinden küçük yapıların nefes alanını daraltıyor.

Samimiyetle söyleyeyim, Ahmet’e bunu sormadım bile. Çünkü ben Ahmet’in bu ülkede yaşayan her yurttaşın eşit yurttaş olarak görülmesi konusundaki çabasını biliyorum. Bu eşitsizliğe en fazla maruz kalanlar Kürtler, Aleviler olduğu için onların gıyabındaki duyarlılıklarını da biliyorum. Ama her topluluğun içinde o topluluğa yakışmayan davranışlarda bulunan insanlar olabilir ve bunların davranışını da o toplumun tümüne mal etmemek gerekir. Gerçekten kendisine sormadım ama bana sorarsanız kastettiği şey odur. Ben Boşnak’ım, Boşnaklar içinde birisi kötü bir şey yaptığında başkası söylemeden ben onu eleştirip o davranışı engellemeyelim.

TİP Kürt sorunu açısından kendisini en fazla şurada sorumlu görüyor; Türkiye’nin batısına yayılan bir şovenizm var, bir Kürt düşmanlığı var, iktidarın beslediği bir ırkçı anlayış var. Biz bunu kırmak istiyoruz. Biz barışın Türkçe sesi olmak istiyoruz. Kürt halkındaki büyük barış iradesine batıdan el uzatma çabası içindeyiz. Temel misyonumuz bu bizim.

Türkiye solu içinde sizi eleştirenlerin temel argümanını şöyle özetleyebiliriz: “HDP’nin YPG’nin Amerikan silahlarıyla savaşıyor olması üzerinden Suriye savaşı sırasında ortaya koyduğu tutum malum. HDP ittifak ortağına Finlandiya oylamasında ABD’ye karşı net tavır ortaya koymama konusunda telkinde bulundu, TİP de bu telkin yüzünden meclise gitmedi.”

Hiç öyle bir şey yok.

Hadi diyelim HDP hiç telkinde bulunmadı o zaman şunu sorayım. Suriye’de kendi çizgisindeki Kürt hareketinin Amerikan silahlarıyla özgürlük mücadelesi vermesi konusunda bir rahatsızlığı olmayan HDP ile birlikte sandığa gidiyor olmak TİP’i rahatsız ediyor mu, etmiyor mu?

Beni şu rahatsız ediyor. Türkiye NATO’nun en büyük ordusu. Amerika ile iş birliğinden söz ediyorsak bugün Türkiye’deki iktidar. AKP dünyadaki en Amerikancı iktidarlardan bir tanesi.

Ama siz AKP ile beraber seçime gitmiyorsunuz. Onun için HDP’nin tutumunu soruyorum.

Hayır ama ben kime karşı mücadele ediyorum şu anda? Türkiye’deki Amerikan ofisine karşı mücadele ediyorum. Tayyip Erdoğan Türkiye’de nasıl iktidara geldi? Bunları ne çabuk unutuyoruz.

“Faşizme karşı mücadele Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçiyor”

Hiçbir şeyi unutmuyoruz da sorduğum şey başka. Bir de bu konu içinde ismini geçirdiğiniz için Tayyip Erdoğan’ın argümanını da hatırlatayım. “YPG Türkiye’yi Amerikan silahlarıyla vuruyor Suriye’den. Ben onlara karşı anti-emperyalist bir mücadele veriyorum.” Sağdan sola kime sorsanız anti-emperyalist mücadele içinde Türkiye’de? Gerçekten kim veriyor o anti-emperyalist mücadeleyi?

Net söyleyelim. Adalet ve Kalkınma Partisi, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’yi özel olarak kullanmak isteyen ABD emperyalizminin Türkiye’de iktidar koltuğuna oturttuğu bir partidir. Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldikten sonraki ilk ciddi eylemi Amerikan askerlerinin Irak’ı işgal etmek üzere Türkiye’den geçmesine izin vermek için bir tezkere çıkartmaktı. Beceremedi ama Tayyip Erdoğan’ın varlık sebebi ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarını uygulamak. “Senin çıkarlarını senden bile daha iyi ben savunurum” diyen bir lider. Dibine kadar Amerikancı, Amerika’ya karlı göbekten bağlı bir iktidarla mücadele ediyoruz.

Ben programa bakarım. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programı net bir anti-emperyalist programdır. Bölgede kimin nasıl yaşayacağına halkların karar vermesini savunan bir programdır. Siyasal İslam ise -hani ılımlı İslam falan denildi ya- aslında uyumlu İslam’dır. Kapitalizm ve emperyalizme uyumlu İslam yaratmaktır. Tayyip Erdoğanların dünya çapındaki misyonu budur. Bunların üzerini örterek bu tartışmayı yapamayız.

TİP kendi programı olan bir siyasi partidir. Başka siyasi partilerle ittifak ilişkilerine göre pozisyon almaz. Programına göre ittifak geliştirir. Biz bu ortaklıklar konusunda Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli gördüğümüz bir misyon üstlenmiş durumdayız. Türkiye’de emperyalizme, faşizme karşı, bugünkü iktidara karşı mücadele zafere ulaşacaksa bunun formülü Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçer. Bu birliği sağlayamayan hiçbir mücadele Türkiye’de gerçek başarıya ulaşamaz. Biz bu yüzden inatçıyız. Biz bu yüzden HDP ile ittifakta ısrarcıyız. Bunu da bir seçim ittifakı olarak görmüyoruz.

Erdoğan sizin iddia ettiğiniz gibi sahte bir emperyalizm jargonu üzerine oynuyor olabilir ama benim sormaya çalıştığım şey başkaydı. HDP’nin anti-emperyalist jargonunun da bir samimiyetsizlik boyutu var mı yok mu?

Yok, yok.

Halklar kendi iradelerini ortaya koyana kadar Amerikan silahlarının kullanılması sizin için kabul edilebilir mi?

Değildir asla. Yeşil Sol’un programına da bakalım, HDP’nin programına da bakalım. Hedef nedir? Kürtlerin özgürce yaşayabileceği bir iklimin yaratılması. Suriye’nin iç savaşını kışkırtan kimdi? Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Oradaki cihatçı örgütle beraber, Türkiye’yi de sürecin bir parçası haline getirerek orada şeriatçı bir iktidar yaratmak istiyorlardı. Suriye’yi böyle böleceklerdi. AKP buna öncülük yaptı. Bu planın bozulması nedeniyledir Kürt hareketine duydukları öfke. Kürt hareketinin orada aldığı tutum emperyalizmin bölge politikalarına müdahaledir aslında. Kendi inisiyatifini geliştirmiştir. Şimdi uluslararası güç dengeleri nedeniyle zaman zaman Rusçulukla zaman zaman Amerikancılıkla eleştirilmeye devam edilecek. Benim açımdan belirleyici olan şey şu; bu coğrafyada yaşayan Türk, Kürt, Arap bütün halkların eşit ve özgür biçimde yaşayabilecekleri ilişkilerin geliştirilmesi. Ana dilde eğitim bir haktır ve ben bunu savunacağım. Mesela yarın öbür gün bir AB komiseri de benzer bir şey söyledi. Ben o da söylüyor diye hak talebinden vazgeçemem ki.

Parti programınızda şu ifade var; “Ülkeyi emperyalizme bağımlı kılan tüm uluslararası kurumlardan çıkılır.” Türkiye’nin üye olduğu uluslararası kurumlar arasında NATO var, Avrupa Konseyi var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmamız hasebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma meselesi var. Bir de Avrupa Birliği adaylığı var Türkiye’nin. Sanıyorum bunlar içinde Avrupa Konseyi üyeliğini bir kenara koyuyorsunuz, doğru mu?

Evet, evet.

“NATO ortadan kalkmalı”

Peki diyelim ki TİP iktidar ya da iktidar ortağı oldu bir gün, Türkiye’yi NATO’dan çıkartır mı ya da Avrupa Birliği adaylığını geri çeker mi? Nasıl bir Türkiye dış politikası hayal ediyorsunuz?

Bir kere bağımsızlık önemli bir şey. Bir ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilmesi önemli bir şey. Türkiye tarımdan sanayiye pek çok alanda bu bağımlı politikaların olumsuz sonuçlarını yaşıyor. Türkiye artık üretemez bir ülke haline gelmiş durumda. Ya da mülteciler meselesinde sürecin bütün yükünü Türkiye’ye yıkan bir Avrupa Birliği anlaşması var. Bizim bağımlılık ilişkisi dediğimiz şeyler bunlardır. Yoksa bizim kendisini dışarıya kapatmış bir Türkiye hayalimiz yok. Tam tersine öyle güçlü bir ülke olabiliriz ki biz insan kaynaklarımız, doğal kaynaklarımız açısından. Dünyanın her tarafıyla eşit ilişki kurabilecek bir ülke haline gelebiliriz. Ben sosyalistlerin 60’lar 70’lerdeki gibi kendisini dünyaya kapatmaya ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Tam tersi her yurttaşın pasaport sahibi olup istediği yere gidebileceği bir ülke hayali kuruyorum. Bu tabii savaş örgütlerine ilişkin yaklaşımımızı değiştirmez. Biz NATO’nun ortadan kalkması gerekir diye düşünüyoruz.

Türkiye bugün dünyadaki gelişmiş ülkeler seviyesine gelsin…bu hedef küçük bir hedef. Gelişmiş ülkelerin bile ötesine taşıyabiliriz biz Türkiye’yi. Doğru bir planlı ekonomi, halkı merkezi alan bir ekonomik model geliştirildiğinde biz bence Avrupa’yı geçmeyi hedeflemeliyiz, Avrupa’ya yetişmeyi değil. Nihayetinde orada da sınıflar arasındaki kutuplaşma artıyor.

Erkan Baş’ın T24’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajın tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

TİP Sözcüsü Sera Kadıgil: Bizden Çaldıkları Ne Varsa Hepsini Geri Alacağız

Partisinin TRT’deki propaganda konuşmasını yapan Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü Sera Kadıgil, “Bizden çaldıkları ne varsa hepsini tek tek geri alacak, üretimi, tarımı, kaynaklarımızı patronların kaynaklarına göre değil, hepimizin ihtiyacına göre planlayacağız. Dinin baskı aracı olarak kullanılmasını, dini değerlerin siyasete alet edilmesini, Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarının birer birer elimizden alınmasını dur diyeceğiz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Laikliği mutlaka kazanacağız. Üniversiteleri kayyumlardan, eğitimi de devleti de tarikatlardan temizleyeceğiz. Ülkemizi gençlerin terk etmek için can attığı değil kalıp özgürce yaşayacağı, okul şenliklerinde gençlik festivallerinde gönlünce coşacağı bir yer haline getireceğiz. Basının, bilimin, sosyal medyanın, kültür ve sanatın önündeki baskıları yok edeceğiz. Sadece sen değil, senden sonraki çocuklar da bu ülkede rahat nefes alıp verebilsinler, hayvanları sevebilsinler, ormanlarında gezebilsinler diye var gücümüzle çalışacak, vahşice giriştikleri çevre katliamlarına, iklim krizini bile kara çevirenlere, hayvanlara yönelik her türlü kötü muameleye karşı duracağız. Özellikle söz veriyorum sana; bu ülkede kadın erkek eşitliğini mutlaka kuracağız”

Kadıgil, konuşmasının devamında, “Kadın düşmanlığına, kadın cinayetlerine, şiddetin her türlüsüne, kadınların ikinci sınıf insan muamelesi görmesine karşı savaşacağız. İstanbul Sözleşmesi’ne derhal geri dönecek, dönmemek için kırk takla atacak olanların karşısına duvar olup dikileceğiz. Her mahalleye ücretsiz ve nitelikli kreşler açacak, ev içi bakım yükünü olması gereken yere devletin üstüne alacağız.

Kadın olmayı, LGBTİ+ olmayı hakaret sayan ataerkiyi başlarına yıkacak, toplumsal cinsiyet eşitliğini mutlaka sağlayacağız. Etnik, dinsel, mezhepsel, cinsiyet temelli hiçbir ayrımcılığa ve engellileri yok sayan sağlamcı anlayışa geçit vermeyeceğiz. Bu topraklarda yaşayan insanların arasına nefret tohumları ekilmesine de baskı ve savaş politikalarına da kimden gelirse gelsin şiddet eylemlerine de karşı duracağız.

Bizi bölüp yönetmelerine müsaade etmeyecek. Kim ne derse desin halkların kardeşliğini savunacağız. İçeride sıkıştıkça dışarıda tüm dünyayla kavga etmeyi bilenleri durduracak, yurtta barışı, dünyada barışı sağlayacağız. Bil ki, tüm bunları yapabilmek için ilk iş olarak çocukluğunu çaldığı yetmiyormuş gibi geleceğini çalmak için de utanmadan çırpınan saray rejiminde de Recep Tayyip Erdoğan’dan da 14 Mayıs’ta kesin olarak kurtulacağız.” ifadelerini kullandı.

Siyasiler 14 Mayıs seçimleri dolayısıyla TRT’deki propaganda konuşmalarını yaptı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) adına konuşmayı parti sözcüsü Sera Kadıgil gerçekleştirdi. Kadıgil’in konuşmasında şunları söyledi:

“Gerçekleri söyleyenleri vergilerimizle yayın yapan bu kanala hiç çıkartmadıkları için şaşırmış olabilirsin ya da bu ekranda genelde bağırıp çağıran erkekleri gördüğün için de. Ama lütfen şaşırma kadınlar da milletvekili olabilir, ülke yönetebilir. Aslında biliyor musun kadınlar her şeyi ama her şeyi yapabilirler. Ben bu yüzden özellikle diğer siyasetçilerin hiç önemsemediği kardeşlerime sesleneceğim.

Çocukluğunu, hayatını çaldıkları kız kardeşim, evet sen, sana sesleneceğim. Yokluktan doğru düzgün beslenemediğin için büyüyemedin, boy atıp serpilemedin belki. Büyümen için gereken mamalara, bezlere, çalınmasın diye marketlerde kelepçe takıldı da yönetenler sadece oturup seyretti. Senden çaldıklarıyla zengin olanların çocukları ejder meyvesiyle doyarken sana bir elmayı çok gördüler.

İlkokul çağına geldiğinde öyle spor salonu, müzik odalı okullar bekleme sakın, onlar senin için değil, senin payına 60 kişilik sınıflar düştü. Susasan kantinde bir su 5 lira, açıksan bir tost 20 lira, evden koydukları beslenme artık bir kuru ekmekten ibaret, anan baban çaresiz elde yok, avuçta yok. Bunca yokluğun sorumlusu ülkeyi yönetenler değil yan sıranda oturan göçmen çocuğu ‘kızacaksan ona kız’ dediler. Ya da çok istemene rağmen okula gitmene bile izin vermediler.

Son 20 yılda daha kendi çocukken anne olmak zorunda bıraktıkları 500 bin kız çocuğundan birisin belki de… Ya da okulda olması gerekirken fabrikalarda, tarlalarda, inşaatlarda çalışan 2 milyon çocuk işçiden biri. Son 20 yılda okulu kapatılan 20 bin köyde doğdun belki kim bilir. Taşımalı eğitimle kilometrelerce yol tepenlerdensin. Ya da bilmediği bir dilde okuma yazma öğrenmeye çalışıp da daha ilk andan 10-0 geride başlamak düştü payına.

Üniversite çağındasın belki, güç bela kendini attın bir kampüsten içeri. Yurt bulmak ya da arkadaşlarınla eve çıkmak nostaljik bir hikaye artık senin için. Katar şeyhlerinin parayı bastırıp tek seferde 50 daire aldığı şehirlerde sana yer kalmadı. Kuş uçmaz, kervan geçmez havalimanlarına milyarlarca lira dökenler sana bir yurdu çok gördüler çünkü tarikatların, cemaatlerin yurtlarına mahkum ol istediler. Enes Kara gibi nice gencin hayatını söndürdüler. Bu şartlarda okulu bitirebilsen bile bir gelecek bırakmadılar ki sana. Hep ‘yeterince çalışırsan olur’ dediler.

Yeterince çalışsan da olmadığını gördüğünde çoktan 40 yaşına gelmiş ol istediler. Nihayetinde sana reva gördükleri ortalama hayat bu işte. Uyan, çocukları uyandır, kahvaltılarını hazırla, kocanın gömleğini ütüle, işe git en az 10 saat çalış. Fazla mesai ücreti alama, kovulmamak için sendikalı bile olama. İşten çık, markete git. Çocuğa süt alacaksan, kendine alacağın pedi bırak, eve sebze alacaksan çocuğa alacağın sütü bırak. Çünkü artık bu ülkede bir şeyleri alabilmenin tek yolu başka bir şeyleri alamamak. Marketten bir poşetle çık, ödediğin paraya inanamayarak bin sıkış tepiş bir otobüse arkanı bir yere daya ki sarkıntılık eden olmasın.

Hava mı karardı? İyice hızlanmak gerek. Şimdi sokak arasından biri çıkıp sana hallense ‘onun da o saatte orada ne işi varmış’ diyecekler. Sırtında bıçak yerde yatarken elde mezura eteğinin boyunu ölçecekler. İyisi mi çabucak eve git, yemeği hazırla, sofrayı kur, sofrayı topla, çay demle, çocukları uyut, evi topla, ertesi sabah 6’da bir daha ve sonra bir daha. Ta ki bir gün ayrılmak isteyip de öldürülünceye kadar. Belki bir plazanın 8. katında belki mevsimlik işçi olarak tarlalarda belki bir marketin kasasında…

Belki de hiç evden dışarı çıkmadan, önce çocukların, sonra torunların başını bekleyerek geçir istiyorlar ömrünü. ‘Doğrusu bu’ diyorlar sana bir de utanmadan. Sen yaşamak için değil hizmet etmek için varsın ve sakın ses çıkarma. Bu başımızdakilerin sana vadettiği yaşamak falan değil. Yeterince şanslıysan, nefes alıp vererek yaşlanmak. Oysa sen bu dünyanın en güzel ülkelerinden birinde doğdun. Bu ülke, bu dünya hepimizi yetecek kadar bereketli aslında. Peki neden azımız tok da çoğumuz yoksul bu topraklarda? Çünkü çalıyorlar güzel kardeşim.

Senden, benden, emeğinden, geleceğinden, hayatından çalıyorlar. Hayatın cefasını sen çek ki, sefasını onlar sürsün istiyorlar. Sonra da utanmadan karşına geçmiş, biz dini, milleti düşünüyoruz diye sana yalan söylüyor. Sana vatan millet ezan bayrak diye her konuşmaya başladıklarında lütfen şunu hatırla, bu ülkedeki en zengin 13 insanın servetine ulaşmak için 44 milyon insanın elindekini, avucundakini üst üste koymak gerekiyor. Çünkü bizi yönetenler bizi değil, bir avuç para babasına uşaklık ediyor.

Yaptıkları her şey, bunu görme, bunu bilme bunu düşünme diye. Şimdi çıkıp bir dondurma alsan kendine mesela bil ki üçte birini senden önce devlet yiyecek vergi diye. Sana okul hastane yapmak için sanma sakın. Dolar zenginleri zarar etmesin diye onlara verecek senden topladığı vergiyi de… İşte Türkiye İşçi Partisi yani TİP, senden çalınan her şeyi söke söke geri almak ve sana hak ettiğini geleceği kurmak için var güzel kardeşim. Biliyoruz ki, böyle yaşamak zorunda değilsin. Böyle yaşamak zorunda değiliz.

Üç tarafı denizlerle çevrili şu ülkede bir gün olsun denize girmeden yaşlanmana izin vermeyeceğiz. ‘Yapamazsın’ diyenlere inat sana söz başaracağız. Kirayı düşünmekten uykularının kaçmadığı, ilk depremde başına yıkılmayacağını bildiğin evinde elektriğin, suyun, doğalgazın, internetin ve tüm eğitim ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz olduğu mutlu bir yaşam kuracağız. Plaza çalışanından, çiftçisine, doktorundan, oyuncusuna, metal işçisinden mühendisine tüm emekçilerin haftada en çok 5 gün, günde en çok 7 saat çalışacağı, çocuk işçiliğinin de işsizliğin de olmadığı emekli olunca hak ettiğin gibi gezip tozacağın bir gelecek kuracağız.

“Laikliği mutlaka kazanacağız”

Bizden çaldıkları ne varsa hepsini tek tek geri alacak, üretimi, tarımı, kaynaklarımızı patronların kaynaklarına göre değil, hepimizin ihtiyacına göre planlayacağız. Dinin baskı aracı olarak kullanılmasını, dini değerlerin siyasete alet edilmesini, Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarının birer birer elimizden alınmasını dur diyeceğiz. Laikliği mutlaka kazanacağız. Üniversiteleri kayyumlardan, eğitimi de devleti de tarikatlardan temizleyeceğiz.

Ülkemizi gençlerin terk etmek için can attığı değil kalıp özgürce yaşayacağı, okul şenliklerinde gençlik festivallerinde gönlünce coşacağı bir yer haline getireceğiz. Basının, bilimin, sosyal medyanın, kültür ve sanatın önündeki baskıları yok edeceğiz. Sadece sen değil, senden sonraki çocuklar da bu ülkede rahat nefes alıp verebilsinler, hayvanları sevebilsinler, ormanlarında gezebilsinler diye var gücümüzle çalışacak, vahşice giriştikleri çevre katliamlarına, iklim krizini bile kara çevirenlere, hayvanlara yönelik her türlü kötü muameleye karşı duracağız.

Özellikle söz veriyorum sana; bu ülkede kadın erkek eşitliğini mutlaka kuracağız. Kadın düşmanlığına, kadın cinayetlerine, şiddetin her türlüsüne, kadınların ikinci sınıf insan muamelesi görmesine karşı savaşacağız. İstanbul Sözleşmesi’ne derhal geri dönecek, dönmemek için kırk takla atacak olanların karşısına duvar olup dikileceğiz. Her mahalleye ücretsiz ve nitelikli kreşler açacak, ev içi bakım yükünü olması gereken yere devletin üstüne alacağız. Kadın olmayı, LGBTİ+ olmayı hakaret sayan ataerkiyi başlarına yıkacak, toplumsal cinsiyet eşitliğini mutlaka sağlayacağız. Etnik, dinsel, mezhepsel, cinsiyet temelli hiçbir ayrımcılığa ve engellileri yok sayan sağlamcı anlayışa geçit vermeyeceğiz.

Bu topraklarda yaşayan insanların arasına nefret tohumları ekilmesine de baskı ve savaş politikalarına da kimden gelirse gelsin şiddet eylemlerine de karşı duracağız. Bizi bölüp yönetmelerine müsaade etmeyecek. Kim ne derse desin halkların kardeşliğini savunacağız. İçeride sıkıştıkça dışarıda tüm dünyayla kavga etmeyi bilenleri durduracak, yurtta barışı, dünyada barışı sağlayacağız. Bil ki, tüm bunları yapabilmek için ilk iş olarak çocukluğunu çaldığı yetmiyormuş gibi geleceğini çalmak için de utanmadan çırpınan saray rejiminde de Recep Tayyip Erdoğan’dan da 14 Mayıs’ta kesin olarak kurtulacağız.

Unutma ve sakın korkma, halkın egemenliğini bir kez saraydan söküp aldık yine başaracağız. ‘Yapamazsın, beceremezsin, istesen de değiştiremezsin’ diyenlere sakın inanma. Bil ki değiştirebilirsin, bil ki değiştirebiliriz, bil ki değiştireceğiz. Önce geleceğini çalanlardan kurtulacak sonra çaldıklarının hesabını tek tek soracak, sonra da hep birlikte pırıl pırıl bir hayat kuracağız. Bu ülke çok daha iyi bir yaşamı hak ediyor dostlar, o yaşamın anahtarı 14 Mayıs’ta mühür olup elinizde duracak.

Kötülüğü değil, iyiliği tercih edin. Size söylenen yalanları değil, içinizdeki sesi dinleyin. Türkiye İşçi Partisi seçimlere Emek ve Özgürlük İttifakı içinde girdiği için baraj sorunu yaşamıyor. Vereceğiniz her 70 ila 100 bin oy Meclis’te bir milletvekilini dönüşüp halk düşmanlarının karşısına dikiliyor. Oyunuzu Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na Meclis seçiminde ise mutlaka halkın gerçek sesine Türkiye İşçi Partisi’ne verin. Çünkü Türkiye İşçi Partisi senin, Meclis senin.

Paylaşın

Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan Kılıçdaroğlu’nu Destekleme Kararı

Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ve Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı, seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini duyurdu.

Haber Merkezi / 14 Mayıs 2023’te yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı ve Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini duyuran Emek ve Özgürlük İttifakı, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:

“Türkiye; siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerin bir arada yaşandığı çoklu kriz şartları altında tarihinin en önemli seçimine doğru ilerlemektedir. Türkiye halkları bu çoklu krizin zorlukları, siyasi baskılar ve her türlü eşitsiz propaganda koşullarına rağmen geleceğini kurtarma mücadelesini 14 Mayıs sandıklarında bir kez daha başarıya ulaştırmaya odaklanmıştır. Türkiye halklarının ve ezilenlerinin geleneği bugüne kadar otoriter ve faşist anlayışlara karşı direnişi ve zaferi öğretmiş ve örgütlemiştir.

Bilindiği üzere Türkiye halklarının devrimci, demokrat ve ezilenleri olarak Emek ve Demokrasi İttifakı adıyla bir araya geldik. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarmama, parlamento seçimlerine ise ittifak çatısı altında girme kararı aldık.

Türkiye siyasetinin bu kırılma aşamasında, üzerimize düşen tarihi görevi hem geleneğimize hem de gelecek kuşaklara borcumuz kapsamında yerine getirme konusunda mutabık kaldık. Bu kapsamda 14 Mayıs 2023’te yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararımızı tüm kamuoyu ile paylaşıyoruz.

Bilinmelidir ki Türkiye siyasi tarihinin en önemli seçiminde faşizme karşı zafer elde etmenin tek yolu cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmaktan geçmemektedir. Bilakis, faşizmi geriletmenin en önemli mecralarından biri TBMM’de çoğunluğu sağlayacak aritmetiği sağlamaktır.

Bu durumu sağlamak için tüm Türkiye halklarını, 14 Mayıs 2023 Milletvekilliği Seçiminde Emek ve Özgürlük İttifakı’na oy vermeye çağırıyoruz. Tüm ezilenleri, yok sayılanları, hak gaspına uğrayanları ve sömürülenleri parlamentoda temsil etmenin tek yolu Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında toplanmak ve parlamentoda söz, yetki, karar sahibi haline gelmektir.

Bu tarihi seçimde; Türkiye halklarını bir kez daha milletvekilliği seçimlerinde Emek ve Özgürlük İttifakı’na, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çağırıyoruz.”

Paylaşın