The Economist’ten Çarpıcı Türkiye Analizi: Gelirlerdeki Artış Kağıt Üzerinde

The Economist, Türkiye ekonomisine ilişkin yayınladığı analizde, dar ve orta gelirli kesimin gelirindeki artışın “kâğıt üzerinde” olduğuna dikkat çekti ve eriyen satın alma gücünün ve nominal ortalama ücretlerin son yıllarda düştüğünü belirtti.

Türkiye’nin yeni ekonomi yönetiminin, Mehmet Şimşek’in liderliğinde enflasyonu kontrol altına almak için geleneksel politikaları geri getirmeye çabaladığı belirtilen analizde, TCMB’nin yüzde 50 seviyesinde tuttuğu faiz oranları ve kredi limitlerindeki düşüşün yanında asgari ücret başta olmak üzere maaşlarda zamların sona erdiği ve kiraların da artmaya devam ettiği de vurgulandı.

Dünyanın en çok takip edilen yayınlarından olan The Economist dergisi, son sayısında Türkiye’deki gelir eşitsizliğine dair bir analiz yayımladı. Analizde gelir farkında uçurumun derinleştiğine dikkat çekildi.

“Türkiye’de varlık fiyatlarında patlama: Bazıları için iyi ama çoğunluk için kötü/Zengin daha zengin” (Turkey’s asset-price boom is good for some but terrible for most/The rich are getting richer” başlıklı analizde, Türkiye’de lüks tüketim patlaması, varlık fiyatlarındaki “fahiş” artış ve enflasyon etkileri detaylıca ele alındı.

Enflasyon ve ardından yüksek faiz oranlarının neden olduğu zorlukların ele alındığı analizde, zenginlerin daha zengin olmasına örnek lüks tüketim alanları şu şekilde verildi: “Hafta içi bir öğleden sonra, İstinye Park AVM’de butikler zarif bir şekilde hareketleniyor. Şehrin Michelin yıldızlı restoranları aylarca dolup taşıyor ve yat limanları dolu.

Türkiye’nin en büyük şehrinde, lüks malların tüketimi artarken, şaşırtıcı bir servet patlamasının belirtileri her yerde görülüyor. Zenginler daha da zenginleşiyor: Türkiye’de ultra zenginlerinin (30 milyon dolar veya daha fazla servete sahip olanlar) sayısı 2022 ile 2023 arasında yüzde 10 arttı. Ancak ortalama bir Türk’e daha zengin olduklarını hissedip hissetmediklerini sorun, cevap neredeyse kesinlikle hayır olacaktır.”

Analizde bir yanda lüks tüketimin patladığına dikkat çekilirken, diğer yanda da enflasyon nedeniyle düşük ve orta gelirli sınıfın satın alma gücündeki erimeye değinildi.

Analizde, UBS’in Türkiye raporuna değinilirken, Türkiye’de bir ortalama bir kişinin varlığının (mali ve mülk varlıklar eksi borçlar) 2022 ile 2023 arasında TL cinsinden yüzde 158 oranında arttığı ifade edildi. Bu oran, diğer ülkelerle kıyaslandığında oldukça yüksek kalırken, Türkiye’de enflasyon oranının temmuz ayında yüzde 61,8 olduğu da hatırlatıldı.

TL’nin dolar karşısında yüzde 19 değer kaybettiğine dikkat çekilirken, bunun da gayrimenkul fiyatlarının dolar bazında hızla artmasına neden olduğu belirtildi.

Analizde, “Türkler, tasarruflarının değerini korumak amacıyla varlıklara yatırım yapıyor. Ayrıca, kredi erişimi olanlar negatif reel faiz oranlarıyla daha zenginleşme fırsatı bulabiliyorlar” ifadelerine yer verilirken, düşük ve orta gelirli kesimin durumunun ise çok olumsuz olduğu vurgulandı.

Dar ve orta gelirli kesimin gelirindeki artışın “kâğıt üzerinde” olduğuna dikkat çekilirken, eriyen satın alma gücünün ve nominal ortalama ücretlerin son yıllarda düştüğü belirtildi.

Türkiye’nin yeni ekonomi yönetiminin, Mehmet Şimşek’in liderliğinde enflasyonu kontrol altına almak için geleneksel politikaları geri getirmeye çabaladığı belirtilen analizde, TCMB’nin yüzde 50 seviyesinde tuttuğu faiz oranları ve kredi limitlerindeki düşüşün yanında asgari ücret başta olmak üzere maaşlarda zamların sona erdiği ve kiraların da artmaya devam ettiği vurgulandı.

Ekonomim’in aktardığına göre; The Economist ünlü iktisatçı Murat Üçer’in değerlendirmesine de yer verdi: “Finansal riskten korunabilenler daha zenginleşiyor, korunamayanlar ise daha da yoksullaşıyor.”

İstanbul ve Bodrum gibi popüler bölgelerde harcamaların artmasının ardında Türkiye’nin “yeni süper zenginleri” için hizmet veren bir varlık yönetimi sektörünün de ortaya çıktığı belirtilirken, bu sektörün, Türk varlıklarının hacminin yıl sonunda 123 milyar dolara yaklaşması da bekleniyor.

Türkiye’de işletmelerin yüzde 95’inin aile şirketi olduğuna da dikkat çekilen analizde, varlıkların korunmasının kuşaklar arasında önemli olduğu vurgulanırken, Karman Beyond’un kurucusu Özge Doğan’ın ailesinin Londra’da mülk alarak yaptığı yatırıma ve şu değerlendirmesine yer verildi: “En büyük aileler zaten iyi korunuyor, ama şimdi başka aileler de var.”

Paylaşın

İmamoğlu, Economist’e Yazdı: Türkiye Seçeneksiz Değil

Yerel seçim sonuçlarına ilişkin The Economist dergisi için bir yazı kaleme alan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Türkiye artık seçeneksiz değil; yörüngesi yeniden demokrasiye doğru sağlam bir şekilde oturmuş durumda” ifadelerini kullandı.

Ekrem İmamoğlu, ayrıca, Erdoğan rejiminin gelecekteki çabaları ne olursa olsun, İstanbul ve Türkiye’nin özgürlük, demokrasi ve sosyal uyumun sembolü olarak kalacağını belirterek “Halkı önceleyen yeni bir siyasi ahlak, otoriter popülizme galip gelecektir” dedi.

31 Mart yerel seçimlerinde ikinci kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilen Ekrem İmamoğlu, The Economist dergisi için bir yazı kaleme aldı. İmamoğlu, yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye tarihinde 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerin sonuçları bir dönüm noktasıdır. Seçmenler tarafından yerel iktidarın büyük bir kısmının siyasi muhalefete emanet edilmesiyle birlikte Türkiye artık seçeneksiz değil; yörüngesi yeniden demokrasiye doğru sağlam bir şekilde oturmuş durumda.

Özellikle devlet kaynaklarının iktidar partisi ve adaylarına tahsis edilmesi ve medyanın hükümet tarafından kontrol edilmesi gibi haksız rekabet koşullarına rağmen, üyesi olduğum muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) seçimlerden zaferle çıktı. İstanbul’da hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanı, belediye başkanlığı seçimlerinde rakibimi desteklemek için aktif bir kampanya yürüttü. Geçen yılki seçimlerde CHP ile ittifak yapan diğer muhalefet partileri koalisyonumuzu terk edip kendi adaylarını çıkarsalar da biz kazandık.

Bu zafer, gerçek demokratik gücün halkın elinde olduğunu gösterdi. Bu, “İstanbul Modeli” olarak adlandırdığımız yeni bir belediye yönetimi biçimine yönelik bir güven oylamasıydı. Bu model eşitliğe, demokratik sürece sivil katılıma ve yerel düzeyde daha etkin ekonomik ve sosyal kalkınma politikalarına öncelik vermektedir.

Seçmen otoriterliği reddediyor

31 Mart’ta seçmenler sadece İstanbul ve ilçelerinde değil, tüm Türkiye’de sosyal demokrat adayları seçerek seçim haritasını yeniden çizdi. Verdikleri mesaj açıktı. Bundan böyle hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile yönetilen bir ülke görmek istiyorlar. Bölücü politikaları ve otoriterliği reddediyorlar. Kutuplaşmayla parçalanmış bir Türkiye değil, birleşmiş bir Türkiye hayal ediyorlar. Dahası, bu seçim sonucu derinleşen ekonomik krize karşı bir protestoydu: Yükselen enflasyon, artan işsizlik ve hayat pahalılığı.

İktidarı 22 yıldır elinde tutan mevcut hükümet, gençler, kadınlar, mavi yakalı işçiler ve emekliler gibi kilit seçmen gruplarının desteğini kaybetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi Adalet ve Kalkınma Partisi büyük şehirlerde ağır bir yenilgiye uğradı ve destekleri daha çok kırsal kesimde yoğunlaştı. Buna karşılık, CHP orta ve doğu Anadolu’da benzeri görülmemiş bir destek kazanarak Türkiye genelinde siyasi dinamiklerde bir değişimin sinyalini verdi.

Değişim için güçlü bir arzu var

Seçim sonuçları demokratik muhalefete yeni bir enerji aşıladı. Daha bir yıl önce seçmenler cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sayın Erdoğan’ı kıl payı desteklemişti. O zamandan beri CHP liderlik değişiklikleri yaptı ve programını kökten yenilemek için bir süreç başlattı. Türkiye halkı bu yön değişikliğinin farkına vardı ve memnuniyetle karşıladı. Değişim için güçlü bir arzuları var.

Bu seçim aynı zamanda vatandaşların siyasi elitlerden çok daha güçlü ittifaklar kurabileceğini göstermiştir. Partiler ve siyasi liderler demokrasiye olan umutlarını kaybetseler bile vatandaşlar kaybetmiyor. Türkiye’nin demokratları olarak bu taban ittifakını genişletmeye kararlıyız. Türk demokrasisinin geleceği ve ülkenin refahı buna bağlıdır.

Geçtiğimiz yirmi yıl, dünyanın dört bir yanında otoriter hükümetlerin iktidara gelmesiyle bir demokrasi krizine sahne oldu. Popülizm ve kutuplaşma tarafından yönlendirilen bu çalkantı, küresel belirsizlikleri körükledi ve insanları demokratik dönemin sonunun yakın olup olmadığını sorgulamaya sevk etti.

Ancak Türkiye için 31 Mart tam tersi bir anlam taşıyor: Demokrasinin erozyona uğramasının sonu.

Bu, sadece Türkiye için değil, aynı zamanda yakın bölgesi ve ötesi için de derin anlamlar taşıyan bir dönüm noktasıdır. Otoriter eğilimlere nasıl meydan okunabileceğini göstermiş ve dünyaya örnek olmuştur. Pek çok ülkede seçmenler partizan aidiyetlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Türkiye bunun böyle olması gerekmediğini göstermiştir. Yönetim için tutarlı ve inandırıcı alternatifler sunulduğunda, seçmenler tercihlerini değiştirmeye ve popülist otoriterliği reddetmeye isteklidir.

Benim de aralarında bulunduğum seçilmiş belediye başkanlarına düşen görev, hesap verebilir yerel yönetişim için ortak bir kurallar dizisinin tutarlı bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Bu yaklaşım, CHP’nin elindeki yargı bölgelerinde kamu hizmetlerinin güvenilir bir şekilde içten izlenmesini ve değerlendirilmesini gerektirecektir.

Aynı zamanda, başta deprem ve afet hazırlığı ve yönetimi olmak üzere, şehirlerimizin ve ülke genelinin kronik sorunlarını ele almak için hükümetle işbirliği yapmaya çalışacağız. Kapsamlı bir dizi reform önerisi geliştirerek ekonomimizi, demokrasimizi ve hukuk sistemimizi güçlendirmek için tedbirler alacağız.

CHP, Erdoğan’ın Ak Parti’sine karşı ülke liderliği için en güçlü alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki beş yıl boyunca Türkiye nüfusunun yüzde 70’inden fazlasını ve ekonomisinin neredeyse yüzde 80’ini oluşturan belediyeleri sosyal demokrat belediye başkanları yönetecek. Bir sonraki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine doğru ilerlerken, yerel düzeydeki değişiklikler ulusal düzeyde daha geniş çaplı değişikliklere zemin hazırlayacaktır.

Sayın Erdoğan’ın popülist rejiminin gelecekteki çabaları ne olursa olsun, İstanbul ve Türkiye özgürlük, demokrasi ve sosyal uyumun sembolü olarak kalacaktır. Halkı önceleyen yeni bir siyasi ahlak, otoriter popülizme galip gelecektir. Demokratik çürüme ve ekonomik gerilemenin damgasını vurduğu bir neslin ardından Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına demokrasiye olan inancını tazeleyerek giriyor.”

Paylaşın

Economist’ten ‘İstanbul Seçimleri’ Yorumu: İmamoğlu, Küçük Farkla Önde

31 Mart Pazar günü yapılacak yerel seçimlere sayılı saatler kalırken, seçimlere ilişkin değerlendirmeler dış basında da kendine yer bulmaya devam ediyor. Birleşik Krallık’ın önde gelen dergilerinden The Economist, 27 Mart tarihli bir makalede, 31 Mart seçimleriyle ilgili muhalefetin durumunu analiz etti.

Makalede, İYİ Parti’nin yüzde 20’ye yakın oy aldığı 2023 Genel Seçimleri’nden bu yana ‘dağıldığı’ iddia edildi. Yerel seçimlerde ‘kaçınılmaz olarak’ AK Parti’nin ‘ülkenin çoğunluğunda galip geleceğini’ öngören makale, İstanbul’daki yarışın son ana kadar belirsizliğini koruyacağı tahmin etti ve şöyle devam etti:

“Ne İYİ ne de ülkenin ana Kürt bloğu Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM) şehirde kazanma şansı yok. Ancak adaylarının alacağı birkaç puan, görevdeki belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kaybetmesine neden olabilir. CHP’li İmamoğlu anketlerin çoğunda önde ama küçük bir farkla.”

“Seçimlerde önde gidecek olan AKP’nin kağıt üzerinde İstanbul’daki adayı eski Şehircilik Bakanı Murat Kurum olsa da kampanyasına güç veren kişi Erdoğan” diyen The Economist, Erdoğan’ın önündeki en büyük zorluğun ekonomi olduğu tespitine yer de yer verdi.

“Seçim sezonu geleneği olarak, Türkiye’deki kıraathaneler, oylama sona erdiğinde TL’nin ne kadar düşük seviyelere gerileceğine dair sohbetlerle dolup taşıyor. Türkiye’deki yerel seçimler, yağmur kanalları, otobüs seferleri ve iltimas ağlarıyla olduğu kadar ulusal siyasetle de ilgili” diyen The Economist, analizini şöyle sürdürdü:

“İmamoğlu için ikinci bir belediye başkanlığı dönemi, yeni lideri Özgür Özel ile eski lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na sadık partililer arasındaki iç çatışmalarla boğuşan CHP’nin yönetimi devralma yolunda bir basamak olacak. İmamoğlu 2028’de cumhurbaşkanı adayı olabilir.”

Oylamanın Erdoğan’ın ’emeklilik planlarını’ değiştirebileceğini söyleyen makale, İstanbul’da kazanması durumunda ‘kendisi için yeni bir dönemi garantileyecek’ yeni anayasa planlarını cesaretle ilerletebileceğini belirtti.

31 Mart seçimlerinde kötü bir performans göstermesinin İYİ Parti’de ‘liderlik mücadelesine ya da bölünmeye’ zemin hazırlayabileceğini söyleyen The Economist, partiden ayrılanların MHP ya da AK Parti’ye katılabileceğini söyledi. Makale partinin içinden bir kaynağın şu sözlerine de yer verdi:

“Bu insanlar Erdoğan’la rahatlıkla el sıkışabilirler. Halkın desteğine sahip olmayı değil, güce sahip olmayı arzuluyorlar.” Makale, İYİ Parti’nin kıdemli üyelerinden Bilge Yılmaz’dan bir alıntıyla sonra erdi: “‘Muhalefetin yeniden yapılandırılması gerekiyor’ diyor. Kendisi, Erdoğan’ın muhaliflerinin birçoğunun ulusal seçimleri kazanmaktan ziyade yerel düzeyde rant peşinde koştuğundan şikayetçi: ‘Herkesin gitmesi gerekiyor.'”

Haaretz’ten ‘demokrasi’ vurgusu

Öte yandan İsrail merkezli İngilizce yayın yapan Haaretz gazetesinde yerel seçimleri analiz eden The New Turkey and Its Discontents (Yeni Türkiye ve Hoşnutsuzlukları) kitabının yazarı Simon Waldman, “Türkiye’de her seçim yapıldığında ülke anlamlı bir demokrasi olmaktan bir adım daha uzaklaşıyor. Bu hafta sonu yapılacak yerel seçimler kasvetli gidişatı sürdürecek gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.

“Türkiye’de bir seçim daha Erdoğan’ın iktidarı ele geçirmesi anlamına geliyor” başlıklı, 28 Mart Perşembe tarihli makalede, Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sonrasında Gazze’ye savaş açan İsrail’in Türkiye’de bütün siyasi kesimler tarafından sert bir dille eleştirildiği belirtildi.

Waldman’a göre yerel seçimlerin ana konusu İsrail olmaktan uzak ve ‘asıl soru’ ise şu: “Muhalefet, Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) dalkavuklarının 23 yıllık iktidarının ardından elde edebildiği azıcık siyasi gücü bile elinde tutabilecek mi?” CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun geçen haftaki mitingini izlediğini anlatan Waldman, İmamoğlu’nun ‘sözlerini bir enerji ve soğukkanlılık dengesiyle kullanarak kalabalığı heyecanlandırma becerisini’ fark ettiğini söyledi.

Buna karşın İmamoğlu’nu izlemeye gelenlerin sayısının 500 ile sınırlı olduğunu kaydeden Waldman, ‘bu seferki heyecan eksikliğinin’ bir nedeninin ‘İmamoğlu’nun Erdoğan’ın sönük seçimi eski Çevre Bakanı Murat Kurum’a karşı yarışıyor olması nedeniyle aşırı güven’ duyulması olabileceğini belirtti.

Waldman, AKP’nin aday stratejisi, Erdoğan’ın ‘merkezi yönetimle yerel yönetim el ele’ vermesi gerektiği mesajları ve muhalefetteki bölünmüşlük gibi faktörlerin İmamoğlu’nun İstanbul’da kaybetmesiyle sonuçlanabileceğini öngördü. Son dönemde Türkiye’deki yüksek yargı krizini hatırlatan Haaretz makalesinde, Erdoğan’ın ‘son seçimim’ sözlerinin anayasa reformunu gündeme getirmesine de yer verildi.

Waldman, analizini, “Erdoğan daha önce de birçok kez (2007, 2010 ve 2017) anayasayı değiştirmiş ve bağımsız yargının olduğu gerçek bir demokrasinin aksine Türkiye’de anayasanın kendisine tabi olduğunu vurgulamıştı. “Türkiye’de her seçim olduğunda ülke anlamlı bir demokrasi olmaktan bir adım daha uzaklaşıyor. Bu sefer de durum farklı değil” diye bitirdi.

Paylaşın

Türkiye, Demokrasi Endeksi’nde 102. Sırada

Türkiye, The Economist’in Küresel Demokrasi Endeksi’nde yer alan 167 ülke arasında 102. sırada, “hibrit (karma) rejimler” arasında gösterildi. Türkiye, geçen yıl 103. sırada yer almıştı.

Türkiye Avrupa Konseyi ve aday üyesi olduğu Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hemen tamamının gerisinde, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ortalama düzeyde görünüyor.

Birleşik Krallık merkezli haftalık uluslararası ilişkiler ve ekonomi dergisi The Economist’in İstihbarat Birimi’nin her yıl yayınladığı “Küresel Demokrasi Raporu”nun 2024 baskısında Türkiye’nin durumunda bir önceki yıla göre kayda değer bir değişiklik gözlemlenmedi.

Bianet’in aktardığına göre; Türkiye raporda 10 üzerinden 4,33 puanla 102. sırada,”hibrit (karma) rejimler” arasında gösterildi. Geçtiğimiz yıl 103. sırada yer alan Türkiye bir sıra yükselmiş görünse de puanları geçtiğimiz yıldan daha düşük. Türkiye’nin dünya demokrasi sıralamasındaki puanları şöyle:

Toplam: 4,33
Seçim süreci: 3, 50
İşleyen bir hükümet: 5
Siyasal katılım: 6,11
Siyasal kültür: 5
Sivil özgürlükler: 2,06

The Economist’in Küresel Demokrasi Endeksi’nde yer alan 167 ülke arasında 24 ülke “tam demokrasi”, 50 ülke “kusurlu demokrasi”, 34 ülke “hibrit rejim” ve 59 ülke de “baskıcı rejim” kategorisinde sıralanıyor.

Raporun editörü Joan Hoey 2023 değerlendirmesini şöyle özetledi: “Dünya çapında özgürlüklerin gerilemesine yol açan Covid-19 pandemisinden üç yıl sonra 2023’teki gözlem sonuçları demokrasinin artan sıkıntılarına ve ileri atılım eksikliğine işaret ediyor. 2023’te sadece 32 ülke endeks puanını iyileştirdi, 68 ülkeyse düşüş gösterdi. 67 ülkenin puanları aynı kaldı. Bu da küresel olarak bir durgunluk ve gerileme tablosuna tekabül ediyor. Küresel ölçekte gerileme büyük ölçüde demokrasiler dışında yaşandı, “otoriter rejimler” daha da pekişirken “hibrid rejimler” olarak sınıflandırılan ülkeler demokratikleşmekte bocaladı.”

Demokrasi Endeksi’nin birincisi Norveç, toplam 9,81 puana ulaştı. Seçim sürecinden 10, işleyen bir hükümetten 9, 64 puan, siyasal katılımdan 10, siyasal kültürden 10 ve sivil özgürlüklerden 9,41 puan aldı.

Türkiye, Bangladeş, Malavi, Peru, Zambiya, Liberya, Fiji, Butan, Tunus, Senegal, Ermenistan, Ekvador, Tanzanya, Madagaskar gibi ülkelerin oldukça gerisinde yer alırken, daimi rekabet halinde olduğu Yunanistan, Türkiye’den iki lig yukarıda, “kusurlu demokrasi” ülkelerinin de üzerinde bir “tam demokrasi” ülkesi olarak sıralandı.

Türkiye geçtiğimiz yıla oranla bir sıra yükselmesine karşın toplam puanı daha düşük gerçekleşti. Türkiye hibrit rejimler arasında Nijerya, Angola, Fildişi Sahilleri gibi ülkelerin önünde yer alabildi.

Türkiye geride bıraktığı ülkelerden daha rekabetçi bir seçim rejimine sahip olmakla ayırt edilirken, seçim adaleti, muhalefet partilerine sağlanan eşit koşullar bakımından kendi üzerindeki ülkelerden daha düşük bir karneye sahip olduğu saptanıyor. Aynı şekilde, seçimlere nispeten yüksek katılımla gerisindeki ülkelerin önüne geçerken siyasal ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri haklarındaki kısıtlamalarla 101 ülkeden daha geride kalıyor.

Türkiye’nin eksileri

Raporda Türkiye değerlendirilirken olumsuz etkide bulunan ögelerin başında sansür, otosansür ve gazetecilere baskı gibi medya özgürlüğünü daraltan tedbirler geliyor. Tutuklu yargılanma, adil yargılanma hakkının olmayışı ve muhalefete yönelik seçici kovuşturmalar, hukukun üstünlüğünü çelen sınırlılıklar olarak Türkiye’yi aşağı çekiyor.

Kutuplaşmanın derinleşmesi, muhalefete hoşgörüsüzlüğünün yükselişi ve sivil toplum örgütlerine yönelik kısıtlamalar gibi sorunlar aşınmış bir siyasal kültür göstergesi olarak belirleniyor.

Şeffaflık, hesap verebilirlik, denetim ve denge mekanizmalarındaki olumsuzluklar, işleyen bir hükümetin mevcudiyeti bakımından geriletici etmenler olarak belirleniyor.

Türkiye Avrupa Konseyi ve aday üyesi olduğu Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hemen tamamının gerisinde, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ortalama düzeyde görünüyor. The Economist’in Küresel Demokrasi Endeksi’nde ürkiye’nin puanları 2010’ların başından bu yana sürekli düşüş halinde.

Paylaşın

The Economist: Erdoğan İçin ‘Zaman Daralıyor’

Londra merkezli uluslararası haftalık haber dergisi The Economist’in son sayısında yayımlanan Türkiye analizinde, 6 Şubat Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan depremlerinin ardından toparlanmanın yıllar alacağı vurgulanırken, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için ‘zamanın daraldığı’ belirtildi.

The Economist’in görüştüğü uzmanlar da toparlanmak için zamanın Erdoğan’ın vaat ettiği kadar kısa olmadığını belirtirken, ayrıca mevcut politikaların da toparlanma için engel teşkil ettiğini belirtiyor. The Economist, seçimler yaklaşırken Erdoğan’ın daha fazla baskı hissettiği kanaatinde.

Sol Haber’in aktardığı The Economist’te yer alan Türkiye analizi şöyle:

“Şubat başında Türkiye’yi vuran depremin yerle bir ettiği ilçelerden biri olan Nurdağı’nın kuzeyindeki çamlarla kaplı tepelerin arasından kıvrıla kıvrıla uzanan uzun bir yolda buldozerler, yeni toplu konutların yerlerini açmak için toprağı delip geçiyor. Evler tamamlandığında, yerinden edilmiş yaklaşık 450 aileyi barındıracak. Ama çok daha fazlasına ihtiyaç duyuluyor. Deprem, Nurdağı genelinde binden fazla binayı yerle bir etti. Kalanlarsa ayakta duramayacak kadar hasarlı. Yerelden bir yetkili, daha büyük binaların hiçbirinin güvenli olmadığını söylüyor. Yeniden ayağa kalkmadan önce, depremin öncesinde 40 bin kişiye ev sahipliği yapan ilçenin bir bütün olarak yıkılması gerekecek.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şubat ayında afet bölgesini gezerken “Sıfırdan inşa edeceğiz” vaadinde bulunarak, “Bize bir yıl zaman verin” dedi. İki ay sonrasında bölgeyi kaplayan 200 milyon tonluk molozun makul bir kısmı kaldırıldı; bölgede yapılacak bir gezintide görüleceği üzere bazı kasabaların varoşlarında inşaat çalışmaları başladı. Ancak yaklaşmakta olan zorluk, Erdoğan’ın öne sürdüğünden daha ürkütücü. 14 Mayıs’ta düzenlenmesi planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sağ çıkacağını varsayarsak, Erdoğan’ın sözünü tutması için bir yıldan çok daha fazlasına ve bol miktarda dış yardıma ihtiyacı olacak.

Kabaca Bulgaristan büyüklüğüne eş değer olarak 110 bin kilometrekarelik bir alanda 300 binden fazla bina yıkıldı, onarılamayacak şekilde hasar gördü veya yıkılması planlanıyor. 50 binden fazla insan yaşamını yitirdi ve 3 milyon kişi yerinden edildi. Türkiye’nin strateji ve bütçe dairesinin yakın tarihli bir raporu, yeniden yapılanma maliyetinin 104 milyar dolar veya GSYH’nin yüzde 11’ine karşılık geleceğini ortaya koyarken, felaketin bu yıl büyüme oranını en az yüzde bir puan azaltacağı tahmin ediliyor.

Hiç kimse Erdoğan’ın takvimini gerçekçi bulmuyor. Düşünce kuruluşu TEPAV’da araştırmacı olan Burcu Aydın Özüdoğru, yapılması gereken konut sayısının, geçen yıl tüm Türkiye’de verilen konut ruhsatı sayısından fazla olduğunu söylüyor. TMMOB Mimarlar Odası Hatay Şubesi Mustafa Özçelik, 400 bin nüfuslu Antakya gibi, artık sakinlerinin çoğunun gittiği ve bunun yerine yıkılan evlerin ve ağır makinelerin yaşadığı yerlerde, tek başına temizlik ve enkaz kaldırma çalışmalarının bir altı ay daha süreceğini tahmin ediyor. An itibariyle enkazın ancak yarısı temizlendi. Eski şehrin çoğu, enkazla tıkanmış sokaklar ve geçitlerle, yürüyerek bile geçilemez durumda. Analistler, yeniden inşa sürecinin beş yılı bulabileceğini söylüyor.

Yeniden inşa maliyetleri, deprem öncesinde bile GSYH’nin yüzde 3,5’ine ulaşacak gibi görünen bu yılki bütçe açığını en az birkaç yüzde puan artıracak. Özellikle büyük bir deprem riskinin endişe verici derecede yüksek olduğu İstanbul’da, gelecekteki felaketlerin etkisini azaltmak için daha fazla harcama yapılması gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, şehrin yaşlanan konut stokunun, özellikle de çökme riski en yüksek olan 90 bin binanın depreme dayanıklı hale getirilmesinin 19 milyar dolara mal olabileceğini tahmin ediyor.

Yeniden yapılanma için paranın büyük bir kısmının yurt dışından gelmesi gerekecek. AB ve diğer yabancı bağışçılar, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ndan alınan 1,6 milyar dolar ve Dünya Bankası’ndan alınan 1,8 milyar dolar krediye ek olarak yaklaşık 7,6 milyar dolar taahhütte bulundu. Lakin merkez bankasının bağımsızlığını ortadan kaldırarak, dört nala koşan enflasyon karşısında faiz oranlarını düşürerek ve döviz kurunu kontrol etmek için döviz rezervlerini yakarak yabancı yatırımcıları korkutan bir hükümet için ek finansman bulmak maliyetli ve zor olacaktır. Türkiye hala uluslararası piyasalardan borçlanabiliyor, ancak yüksek bir bedel karşılığında. Yabancı yatırımcılar dolar cinsinden Türk tahvillerinden yüzde 9’un üzerinde getiri elde edebilirler.

Erdoğan yerel borç verenlerden biraz para koparmayı deneyebilir. Geçtiğimiz yıl boyunca hükümet, Türk bankalarını gülünç derecede düşük oranlardan hazine tahvili almaya zorladı. Yeniden yapılanma faturasının karşılanmasına yardımcı olmak için bunu tekrar yapabilir. Ancak bu hamle bankaları aşırı derecede zor durumda bırakırken, hükümetin ihtiyaçlarının yalnızca bir kısmını karşılayabilir. “Dış finansmana ihtiyacımız var” diyen Koç Üniversitesi’nden Kamil Yılmaz, “Ancak mevcut politikalarla bu mümkün değil” ifadesini kullandı.

Seçmenlerin inşaat girişimini kendisine emanet edip etmemeye karar vermesinden önce Erdoğan’ın bir ayı var. Üzerinde baskı hissediyor olmalı. Mart ayı sonlarında Antakya dışında yeni bir hastanenin temel atma töreni olarak lanse edilen bir törene başkanlık etti. Daha sonrasındaysa hastanenin ihalesinin henüz yapılmadığı ortaya çıktı.”

Paylaşın

The Economist: Erdoğan, Oyları Azalınca Batı’ya Göz Kırptı

14 Mayıs’ta yapılacak seçimlere haftalar kala uluslararası basında Türkiye ile ilgili haberlerini sürdürüyor. Son olarak The Economist dergisinde seçimlere dair yayınlanan yazıda Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan anketlerde ‘kafa kafaya gittiğini’ ifade edildi.

Yazının devamında, “Kahramanmaraş merkezli depremler ve ekonomik durum, 20 yıldır iktidarda olan Erdoğan’a görülmemiş şekilde oy kaybettirdi. Erdoğan, oyları azalınca Batı’ya göz kırptı, ‘Tekrar anlaşabiliriz’ mesajı vermeyi denedi.

Finlandiya’nın NATO üyeliğine yeşil ışık yakıldı, Batı yaptırımına tabi Rus mallarına gümrük engeli getirildi. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Şimşek’ten de ekibe geri dönmesini istedi. Sayın Şimşek, AKP’nin ekonomide en başarılı olduğu yıllarda maliye bakanıydı. Fakat Mehmet Şimşek, bu teklifi geri çevirdi.” ifadelerine yer verildi.

Birleşik Krallık merkezli haftalık haber dergisi The Economist, 14 Mayıs’taki seçime ilişkin ‘Kritik seçim öncesi Türkiye ekonomisinin vakti daralıyor’ başlıklı bir yazı yayınladı.

ODA TV’nin aktardığına göre yazıdan öne çıkanlar şöyle:

“Türk lirasının yüzde 80’den fazla değer kaybetti, enflasyon resmi olarak açıklanan yüzde 55’ten daha fazla hissedildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan sıklıkla marketlerin ve restoranların doluluğundan bahsediyor. Evet, Türkiye’de bir tüketim var ama bu tüketim bir balon. İnsanlar enflasyon yüzünden yatırım yapamıyor. Enflasyon sebebiyle yatırımlarının eriyeceğinden korkan orta gelir grubu, kendisini tüketime veriyor. Tüketimin fazla olma sebebi bu.

Erdoğan’ın yerli üretimi ve ihracatı desteklemeye dayalı politikası tepetaklak oldu. İthalatın yanında ihracat oranları devede kulak kaldı. Kur değişimi ilk başta ihracatçıları sevindirse de giderek kazançları azalmaya başladı. İnsanlar kur oranlarını takip etme bağımlısı oldu adeta. Üstelik yerel üretim, enflasyon karşısında fiyatları ucuzlatmaya yetmedi.

Her iki ülke de (Yunanistan ve Türkiye) seçime giriyor. Bir sürtüşme yaşanması muhtemel. Bu en hafif haliyle liderlerin atışması şeklinde olur. En ağır ihtimal de yer yer silahlı sınır çatışmalarının yaşanması şeklinde cereyan edebilir.

‘Oyları azalınca Batı’ya göz kırptı’

(Dergi, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan anketlerde ‘kafa kafaya gittiğini’ ifade etti).Kahramanmaraş merkezli depremler ve ekonomik durum, 20 yıldır iktidarda olan Erdoğan’a görülmemiş şekilde oy kaybettirdi. Erdoğan, oyları azalınca Batı’ya göz kırptı, ‘Tekrar anlaşabiliriz’ mesajı vermeyi denedi. Finlandiya’nın NATO üyeliğine yeşil ışık yakıldı, Batı yaptırımına tabi Rus mallarına gümrük engeli getirildi. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Şimşek’ten de ekibe geri dönmesini istedi. Sayın Şimşek, AKP’nin ekonomide en başarılı olduğu yıllarda maliye bakanıydı. Fakat Mehmet Şimşek, bu teklifi geri çevirdi.

Türk ekonomisi en fazla seçimlere kadar bu şekilde devam edebilir. Bir yerden sonra bu sistem patlayacak ve ekonomi çökecek. Türk Lirası, yepyeni bir kriz yaşayacak ve değerini kaybedecek. Açıkçası yeni seçilecek hükümet bile enflasyonu düşürmekte çok güçlük çekecek. Şu noktada enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmek mümkün gözükmüyor.

Paylaşın

The Economist’ten Çarpıcı Analiz: Türkiye Diktatörlüğün Eşiğinde Olabilir

14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimlere ilişkin bir analiz yayınlayan The Economist, analizde, “Dışarıdan bakanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacağını söylediği Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine dikkat kesilmeli” ifadelerine yer verildi.

Analizin devamında, “Zira giderek tutarsızlaşan cumhurbaşkanının yönetiminde ülke felaketin eşiğinde. Erdoğan’ın seçim yaklaşırken sergileyeceği davranışlar, bugün son derece kusurlu bir demokrasi olan ülkeyi tam anlamıyla bir diktatörlüğe sürükleyebilir.” cümleleri yer aldı.

Birleşik Krallık’ta yayımlanan haftalık The Economist dergisi, bu haftaki sayısında Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimleri kapağına taşıdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafının kullanıldığı kapakta, “Türkiye’nin yaklaşan diktatörlüğü” manşeti atıldı.

Seçimlere ilişlin bir yazı kaleme alan The Economist, Türkiye’nin NATO’nun en önemli ülkelerinden biri olduğunu ve Balkanlar, Doğu Akdeniz ile Afrika’da nüfuzunu artırdığını yazdı.

Türkiye’nin Ukrayna savaşı sonrası Moskova ile imzalanan tahıl anlaşmasına aracılık ettiğini yazan Economist, seçimlere ilişkin şu ifadeleri kullandı:

“Dışarıdan bakanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacağını söylediği Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine dikkat kesilmeli. Zira giderek tutarsızlaşan cumhurbaşkanının yönetiminde ülke felaketin eşiğinde. Erdoğan’ın seçim yaklaşırken sergileyeceği davranışlar, bugün son derece kusurlu bir demokrasi olan ülkeyi tam anlamıyla bir diktatörlüğe sürükleyebilir.”

2003 yılında Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk yıllarında ekonomik ve siyasi anlamda bir istikrar sağladığına dikkat çeken makalede, siyasete karışan generallerin susturulduğu, ekonomiyi canlandırmak için reform yapıldığı ve Kürtlere barış elçileri gönderildiği belirtildi. Seküler kesimin Erdoğan’ın “İslamcı bir ajandası” olduğundan kuşkulandığını ancak ilk yıllarında Erdoğan’ın böyle bir çaba içine girmediğine dikkat çekildi.

Yazı şöyle devam ediyor:

Ancak Sayın Erdoğan iktidarda kaldığı süre uzadıkça daha da otokratikleşti. 11 yıl başbakanlık yaptıktan sonra Cumhurbaşkanı seçildi ve daha önce zayıf olan bu makamı baskın bir makama dönüştürmeye başladı. 2016’daki darbe girişiminden sonra on binlerce insanı, çoğu zaman en ufak bir bağlantı fısıltısı nedeniyle işlerinden tasfiye etti ya da tutuklattı, çoğu zaman darbe girişiminden sorumlu tutulan dini grupla, örneğin çocukken bu grubun okullarından birine gitmiş olmak gibi, en ufak bir bağlantısı olduğu gerekçesiyle.

Kurumları istikrarlı bir şekilde ele geçirdi, denge ve denetleme mekanizmalarını aşındırdı. Medyanın büyük bölümünü devlet propagandasının bir aracı haline getirdi. İnterneti fiilen sansürledi. Muhalefet liderleri de dahil olmak üzere pek çok eleştirmeni hapse attı. AK Parti içindeki rakiplerini saf dışı bıraktı. Yargıya boyun eğdirdi, mahkemeleri muhalifleri taciz etmek için kullandı.”

İktidardaki üçüncü on yılına yaklaşırken, geniş bir sarayda oturup, yanlış yaptığında kendisine söylemeye cesaret edemeyen saray mensuplarına emirler yağdırıyor. Giderek tuhaflaşan inançları hızla kamu politikası haline geliyor.”

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Türkiye, Rus Oligarklara Nasıl Kur Yapıyor?

Birleşik Krallık merkezli The Economist, dergisi “Türkiye Rus oligarklara nasıl kur yapıyor?” başlıklı yazısında Ukrayna Savaşı bağlamında Türkiye-Rusya ilişkilerini yorumladı. Ankara’nın dış politikasının eleştirildiği imzasız yazıda, Türkiye’nin “Rus sermayesine sıcak bakarken Ukrayna’ya silah sattığı” belirtildi.

Türkiye’nin Rusya’ya karşı net bir tavır almadığı suçlamalarının dile getirildiği yazı, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesinin üzerinden birkaç hafta geçmişken, İngiltere tarafından yaptırım listesine alınan Rus oligark Roman Abramoviç’e ait iki süper lüks yat Türkiye limanlarına demirledi” cümlesiyle başlıyor. Yazı şöyle devam ediyor:

“İki diğer oligark Andrey Molçanov ve Maksim Şubarev ile eski Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’le ilişkilendirilen teknelerin de görüldüğü bildirildi. 29 Mart’ta Abramoviç Türkiye’de ortaya çıktı ve barış görüşmeleri için İstanbul’a gelen Rusya ve Ukrayna müzakere heyetlerine katıldı.

“Türkiye bu savaşta birden fazla rol oynuyor. Bir NATO üyesi olarak Ukrayna’yı destekliyor ve ona çok sayıda Rus tankını enkaza çeviren silahlı insansız hava araçlarını (SİHA’lar) satmayı sürdürüyor. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya’nın işlediği suçlara yönelik eleştirileri hafifti. Daha da endişe verici olan, Türkiye’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları etrafından dolandığına dair işaretler olması.”

Economist daha sonra bu kuşkularını hangi açıklamalar ve tutumlarla desteklediğini sıralıyor:

“Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 26 Mart’ta, Rus oligarkların uluslararası hukuka saygılı oldukları sürece yatırımlarını Türkiye’ye getirebileceklerini söyledi. Erdoğan da ‘kapıları açık tutacağını’ söyledi. Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde, Türkiye ve Rusya arasındaki ticaretin ruble, Çin yuanı veya altın ile yapılmasını önerdi. Bir Rus hava savunma sistemi (S-400) satın aldığı için zaten Amerikan yaptırımlarıyla yüz yüze olan Türkiye, Rusya ile yeni silah anlaşmaları yapma ihtimalini reddetmemişti.

“Türklerin çoğu kendilerini Ukrayna’ya yakın hissediyor. Fakat Erdoğan’ın Batı’yı kışkırtma ve Rusya’ya taviz verme alışkanlığı da etkisini gösteriyor. Yakında yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre Türklerin yüzde 73’ü, ülkelerinin Ukrayna konusunda tarafsız kalmasını istiyor. Savaştan Rusya’nın sorumlu olduğunu düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 34. Yüzde 48, ABD ve NATO’yu suçluyor. Erdoğan, savaş suçları da dahil hiçbir şeyin Putin ile ilişkisini bozmasına izin vermemekte kararlı görünüyor.”

Economist bu noktada, “Rusya diktatörü” olarak nitelendirdiği Putin’in sözcüsü Dimitri Peskov’un 2 Nisan’da “Türkiye ile ilişkilerimiz harikulade” dediğini hatırlatıyor.

‘Zelenskiy, Erdoğan’dan hep övgüyle söz ediyor’

Economist, “Erdoğan’ın Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yapma teklifi övgüyle karşılandı” diyor ve ekliyor: Diğer liderleri Rusya konusunda fazla yumuşak davranmakla suçlayan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Türkiye liderinden hep övgüyle söz ediyor.

Yazıda ayrıca Carleton Üniversitesi’nin Çağdaş Türkiye Araştırmaları Merkezi’nden Yevgeniya Gaber’in görüşlerine de yer verilmiş. Gaber’e göre ,”Ukrayna’nın Türkiye’yi eleştirmemesinin nedeni Türk SİHA’ları olabilir.”

Economist’teki yazı şu satırlarla noktalanıyor: “Türkiye’nin Rusya’ya karşı ortak yaptırımlara katılmayı reddetmesi şaşırtıcı değil. Ülke geleneksel olarak yaptırımların bir dış politika aracı haline gelmesine her zaman karşı olmuştu. Fakat Erdoğan’ın fırsatçılığının Batı başkentlerinde yarattığı bıkkınlık büyüyor. Birçokları, Türkiye’nin sonuç getirmeyen barış görüşmelerini bir bahane olarak kullandığını düşünüyor.

“Bir Avrupa yetkilisi ‘Burada kimse müzakerelerin başarılı olacağına inanmıyori. Rusya Ukrayna’yı yok etmeye kararlı ve buna engel olmak Türkiye’nin çıkarına olmalı’ dedi.”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

The Economist, Kılıçdaroğlu’nu Manşetine Taşıdı: Tüm Oklar Onu İşaret Ediyor

İngiliz ekonomi dergisi The Economist, Türkiye’deki Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme dikkat çekerek, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu manşetine taşıdı. Dergi, “İttifak henüz Cumhurbaşkanı adayını açıklamadı. Ancak tüm oklar Kılıçdaroğlu’nu işaret ediyor” diye yazdı.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Muhtemel Rakibiyle Tanışın” diyen dergi, Kılıçdaroğlu’nu okuyucularına tanıttı. İmzasız yayınlanan makalede, “Kemal Kılıçdaroğlu hayatının en büyük mücadelesine hazırlanıyor” denildi.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme dikkat çeken dergi, “İttifak henüz Cumhurbaşkanı adayını açıklamadı. Ancak tüm oklar Kılıçdaroğlu’nu işaret ediyor” diye yazdı.

Makalede, “CHP lideri iyi bir Cumhurbaşkanında olması gereken özelliklere sahip olsa da, hala iyi bir aday olduğunu ispat etmesi gerekiyor” ifadesini kullanıldı.

İşte o yazının tamamı:

“Sosyal demokrat bir parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu hayatının en büyük mücadelesine hazırlanıyor. Partisinin Genel Merkezinde, “Erdoğan gitmemek için her şeyi yapacaktır” ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu önümüzdeki sene yapılmasını beklenen seçimlerle alakalı düşüncesini paylaşıyor. “Erdoğan yargıya baskıyı arttıracak, özgür medyayı susturmaya çalışacak ve Yüksek Seçim Kurulu’nu manipüle etmeye çalışacak. Ancak ona sandıkta bir ders vereceğiz.”

Erdoğan’ın rakipleri saflarını sıklaştırıyor. 28 Şubat’ta CHP’nin de içinde bulunduğu 6 muhalefet partisi ortak bir mutabakata imza attı. Planları arasında Erdoğan’a sınırsız yetki veren Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni kaldırmak, Parlamento’ya yeniden güç kazandırmak, mahkemeler ve Merkez Bankası başta olmak üzere devlet bürokrasisini yeniden ayağa kaldırmak var. İttifak henüz Cumhurbaşkanı adayını açıklamadı. Ancak tüm oklar Kılıçdaroğlu’nu işaret ediyor.

Erdoğan ve partisi AKP bugün olduğu kadar hiç zayıf gözükmemişti. Erdoğan’ın düşük faiz konusundaki yanlış ısrarından dolayı, ülkedeki enflasyon yüzde 54’ün üzerine çıktı. Sene başından beri uygulanan döviz mevduat garantileri ve yoğun Merkez Bankası müdahaleleri ile daha fazla destek bulan Türk Lirası şimdi de Ukrayna’daki savaştan ötürü darbe alıyor. Erdoğan’ın sakin bir yaz ve milyarlarca dolarlık turizm geliri üzerinden umut ettiği ekonomik iyileşme, Ukrayna’daki Rus füzeleri ile darmadağın olmuş durumda.

Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığa doğru kullanmak istediği rüzgar 2019’da başladı. CHP ve esas ortağı İYİ Parti yerel seçimlerde Türkiye’nin en büyük altı şehrinin beşinde (İstanbul da dahil) AKP’ye karşı üstünlük sağladı. Muhalefet ittifakını birleştiren Kılıçdaroğlu bu başarıda büyük bir rol oynadı.

Paylaşın

The Economist’ten ‘Türkiye Ekonomisi’ Hakkında Dikkat Çeken Analiz

Birleşik Krallık merkezli The Economist Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı ‘kur korumalı TL vadeli mevduat’ sistemine ilişkin dikkat çeken bir yazı yayımladı. Dergiye göre; Türkiye’de enflasyon yüzde 50’yi bulabilir.

Yeni kur korumalı mevduat hesabından bahseden yazıda Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkmaya yakın olmadığı belirtildi. Erdoğan’ın geçici çözümünün şimdilik yatırımcılara “Türkiye Cumhurbaşkanının lirayı kurtarma ihtiyacının farkında olduğuna dair güvence” verdiği aktarıldı.

Economist, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı planın aslında dolara endeksli dolaylı bir faiz artırımı olduğunu iddia etti. Greenwest Consultancy Dubai’nin Genel Müdürü Emre Akçakmak Economist’e verdiği demeçte, “Mevcut mevduat oranını alıyorsunuz ve bunun üzerine diferansiyel alabiliyorsunuz, bu da döviz sahiplerini liraya çevirmeye teşvik ediyor. Bu olduğu sürece hazinenin üzerindeki yük daha da artacaktır.” dedi.

“Kamu maliyesi, şimdi çökme riskiyle karşı karşıya”

Yazıda şimdiye kadar döviz kurundaki vahşi dalgalanma riskini üstlenenlerin Türk mevduat sahipleri olduğu söylenirken bundan sonra bu riski Türk vergi mükelleflerinin yani halkın üstleneceği aktarıldı. Capital Economics’ten Jason Tuvey bu konuda “Son on yılda gücün temel direği olarak kabul edilen kamu maliyesi, şimdi çökme riskiyle karşı karşıya” diye konuştu.

Economist’e konuşan analistler, özellikle bu ayın başlarında açıklanan asgari ücrette yüzde 850’lik bir artışın yürürlüğe girmesinden sonra, enflasyonun 2022’nin ilk yarısında yüzde 50’ye ulaşmasını beklediklerini söyledi. Analistler, Türk Lirasının değerindeki herhangi bir önemli düşüşte, Merkez Bankası’nın lira mevduat sahiplerine paralarını vermek için para basmaktan başka seçeneği kalmayabileceğini vurguladı. Öte yandan, “Erdoğan kendisinin çıkardığı yangına battaniye atmış olabilir fakat battaniye de yakında alev alabilir” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın