Çölyak nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Gluten sensitif enteropati olarak da adlandırılan ve her 70 ila 200 kişiden birinde görülen Çölyak, glüten içeren besinlere karşı bağışıklık sisteminin verdiği otoimmün tepki ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Çölyak hastalığı, her geçen gün görülme sıklığı artan yaygın bir hastalıktır.

Alınan gıda, ince bağırsakta bileşenlerine ayrıştırılıp bağırsak mukozası üzerinden kana karışır. Vücudumuzun yeterince gıda alabilmesi, ince bağırsakta çok sayıda bulunan ve villus çıkıntıları olarak adlandırılan kıvrımlar tarafından sağlanır. Çölyak Hastaları glutenli yiyecekler tükettiklerinde bağırsak mukozasında alerji nedeniyle villus çıkıntıları ve kıvrımları tahrip olarak azalır ve küçülürler. Böylece bağırsak yüzölçümü gittikçe azalır ve alınan gıdalar emilemez hale gelir. Sonuçta beslenme yetersizliği, arkasından da hastalık belirtileri ortaya çıkar.

Nedenleri;

Glutene tahammülsüzlüğe neden olabilecek kesin nedenler hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Fakat muhtemelen genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu çölyak hastalığını tetiklemektedir.

Son yapılan araştırma bulgularına göre, duyarlı kişilerde ince bağırsak duvarına ulaşan kısmen sindirilmiş gluten molekülleri, bağışıklık sisteminde aşırı bir reaksiyona yol açmaktadır. Hastalığın gelişiminde genetik faktörler en önemli unsurdur. Sıklıkla ebeveynler, kardeşler veya çocuklar gibi çölyak hastalarının birinci derece akrabaları da rahatsızlıktan muzdariptir. Kişinin beslenme şekli, gastrointestinal enfeksiyonlar ve bağırsak bakterileri çölyak hastalığının gelişimine katkıda bulunabilir.

Gluten, buğday, çavdar, yulaf, arpa gibi tahıllarda bulunur ve bunlardan yapılmış her türlü yiyeceğin tüketilmesiyle tetiklenir. Buna karşılık pirinç, mısır, soya ya da patates gluten içermediğinden hastalar tarafından rahatlıkla tüketilebilir.

Belirtileri;

  • Karın Bölgesinde öne doğru şişkinlik
  • Yaşa göre kilo azlığı
  • Kas zayıflığı
  • Kansızlık
  • Dışkıda anormallik, büyük tuvalet ihtiyacı artması
  • Kusma
  • Bezginlik
  • İştahsızlık
  • Büyüme geriliği
  • Ağız içinde oluşan aftlar
  • İştahsızlık, gaz şikayetleri
  • Eklem ve kemik ağrıları
  • Sinirlilik
  • Ciltte kaşıntılı döküntüler

Teşhisi;

Öncelikle hastadan ayrıntılı bir öykü alınır ve fizik muayene yapılır. Seroloji testi, genetik testler yapıldıktan sonra bulgulara göre ince bağırsak incelenir, gerekli görüldüğünde ince bağırsaktan küçük bir doku örneği alınabilir. Tüm testler glütensiz diyete başlanmadan önce yapılmalıdır. Glütensiz diyet ile birlikte test sonuçları farklı çıkabilmekte ve yanıltıcı olabilmektedir.

Tedavisi;

Çölyak hastalığının tek tedavisi Glutensiz  sıkı bir diyettir.  Diyetin sıkı bir şekilde uygulanması ile düzleşen ince bağırsak yüzeyi normal şeklini ve işlevini tekrar kazanmaktadır. Çok az miktarda alınan gluten bağısaklardaki tahribatın tekrarlamasına neden olur.

Glutensiz sıkı bir diyetin uygulanması süesince Çölyak hastasının genellikle bir şikayeti olmaz. Beslenme tarzının değiştirilmesinin ardından genelde kısa bir süre içerisinde şikayetler belirgin şekilde azalır. Şikayetlerin tamamen kaybolma süresi ince bağırsaktaki tahribat derecesi, hastanın yaşı, ve diğer faktörlere göre değişkenlik gösterebilir.

Gluten içeren gıdalardan kaynaklanan, hissedilebilir şikayetler çoğunlukla uzun süreler sonrası hatta bazen yıllar sonra kendini gösterir. Diyetin bozulması ya da terk edilmesi tedavi edilmesi çok daha zor olan ağır hastalıklara neden olabilir.

Çölyak, Biorezonans ya da Alternatif Tıp yöntemleri ile tedavi edilemez. 2014 yılı itibariyle bilinen, kanıtlanmış tek tedavi yöntemi Glutensiz diyettir.



Diyetin uygulanmasında yapılan ihlal ya da ihmallere rağmen hasta tarafından hissedilebilir şikayetlerin oluşmaması, asla, glutensiz diyetten vazgeçilmesi anlamına gelmez.Çölyak Hastalığı ince bağırsağın, Gluten adlı proteine karşı ömür boyu süren ve kronikleşen alerjisi, hassasiyetidir. Buğday, Arpa, Çavdar ve Yulaf gibi tahıllar Gluten içerir.

Alınan gıda, ince bağırsakta bileşenlerine ayrıştırılıp bağırsak mukozası üzerinden kana karışır. Vücudumuzun yeterince gıda alabilmesi, ince bağırsakta çok sayıda bulunan ve villus çıkıntıları olarak adlandırılan kıvrımlar tarafından sağlanır. Çölyak Hastaları glutenli yiyecekler tükettiklerinde bağırsak mukozasında alerji nedeniyle villus çıkıntıları ve kıvrımları tahrip olarak azalır ve küçülürler. Böylece bağırsak yüzölçümü gittikçe azalır ve alınan gıdalar emilemez hale gelir. Sonuçta beslenme yetersizliği, arkasından da hastalık belirtileri ortaya çıkar.

Paylaşın

Bronşiolit nedir? Belirtileri, Tedavisi

Genelikle altı yaş altı çocuklar ve bebekler arasında görülen Bronşiolit, akciğerlerin küçük havayollarında (bronşiollerde) tıkanıklığa neden olabilen iltihabi bir durumdur. Hastaneye yatacak kadar nefes darlığına sebep olması, tekrarlama riskinin oluşu nedeniyle aileleri endişelendirir.

Bronşiolit, özellikle kış mevsiminde ortaya çıkıyor. Soğuk algınlığı ile benzerlik gösteren belirtileri, bazen astım ile de karıştırılabiliyor. Grip enfeksiyonlarının yanı sıra; soğuk, nem, ani ısı değişiklikleri ve özellikle sisli, kirli hava, ev tozları, çiçek tozları ve çeşitli polenler bronşiolite neden olabiliyor.

Nedenleri;

Bronşiolitin nendei çoğu zaman virüslerdir. Hastaların yüzde 50’sinde etken RSV yani “respiratuar sinsityal virüs”tür. Bunu rinovirus, parainfluenza, grip virüsü ve adenovirüsler izler. Hastaların yüzde 90’ının ailesinde gribal bir enfeksiyon hikayesi mevcuttur.

Belirtileri;

Kuluçka dönemi 7-10 gün arasındadır. Bronşiolit, tıpkı soğuk algınlığı gibi, burun akıntısı, hafif öksürük, burun tıkanıklığıyla başlar. Ateş normaldir ya da hafif yükselmiş olabilir. Bazı hastalarda durum daha da kötüye gidebilir. Birkaç gün içerisinde öksürük şiddetlenir ve hırıltılı solunum ortaya çıkar. Solunum sıklığı artması, nefes darlığı, kalp hızının artması, burun kanatlarının solunuma eşlik etmesi, huzursuzluk, nefes alıp verirken kaburga aralıklarının her nefes alışta içeri çökmesi gibi durumlar ortaya çıkabilir. Hastalıkla beraber beslenme ve sıvı alımı azalabilir. Beslenme bozukluğu ve yetersiz sıvı tüketimi nedeniyle bebeklerde hastaneye yatırılarak izlem gerekebilir.

Risk faktörleri;

Vücut direncini düşüren enfeksiyonlar, özellikle solunum yolu enfeksiyonları Ailede allerji öyküsü.

Komplikasyonları;

Çocuğun odasında soğuk buhar veren bir alet kullanılabilir. Soğuk algınlığını önlemek için çocuğu kalabalık gruplardan ve hastalardan uzak tutmak.

Teşhisi;

Bronşiyolit tanısı klinik bulgulara dayanır. Özel bir laboratuvar testi yoktur. Özel durumlar dışında herhangi bir laboratuvar incelemesi gerekmez.

Tedavisi;

Bronşiolit tipik olarak iki ila üç hafta sürer. Bronşiolitli çocukların çoğunluğu evde destekleyici bakım ile tedavi edilebilir. Nefes alabilmek için mücadele etmek, nefes almada zorluk nedeniyle konuşmak ya da ağlamak, aldığı her nefeste homurtulu sesler çıkarmak gibi nefes alma zorluklarındaki değişikliklerde ebeveynlerin uyanık olması önemlidir.

Virüsler bronşiolite neden olduğu için, bakterilerin neden olduğu enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılan antibiyotikler bu hastalığa karşı etkili değildir. Çocuğunuzda pnömoni gibi ilişkili bir bakteriyel enfeksiyon varsa, doktorunuz bunun için bir antibiyotik reçete edebilir.

Akciğer salgılarının yumuşaması için soğuk buhar yapıcı makineler, balgam sökücüler, önerilir. Burun salgılarının koyulaşmasına engel olmak için sık sık tuzlu sulu burun damlaları ve birkaç saat ara ile burun aspiratörü ile burun temizlemesi yararlıdır. Hastalıkta daralan bronşların açılması için hastaneye başvuruda bronş açıcı ilaçlar buhar olarak verilmesi gerekebilir.

Ateş için paracetamol içeren ateş düşürücüler kullanılmalıdır; aspirin bronşiolit gibi viral enfeksiyonlarda kesinlikle kullanılmaz. Bronşiolitin (RSV ve rinovirüs) en yaygın nedenleri için aşı yoktur. Bununla birlikte, 6 aydan büyük herkes için yıllık grip aşısı önerilir.

Çok erken doğmuş veya kalp-akciğer rahatsızlığı veya depresif bir bağışıklık sistemi ile doğanlar gibi RSV enfeksiyonu riski yüksek olan bebeklere, RSV enfeksiyonlarının olasılığını azaltmak için ilaç reçete edilebilir.

Paylaşın

Krup (yalancı kuşpalazı) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Halk arasında yalancı kuşpalazı, yalancı difteri veya akut larenjit olarak da bilinen krup (akut laringotrakeobronşit), enfeksiyon kaynaklı üst solunum yolu tıkanıklığıdır. Krup, ana nefes borusunun girişinin şişmesi sonucunda oluşan öksürük ve nefes darlığıdır.

Bu hastalık her yaşta görülebilmekle birlikte, sıklıkla 6 yaştan ufak çocuklarda görülür. Nefes borusu tıkanırsa acil girişimde bulunmak gerekebilir. Böyle bir tıkanma, zorlu nefes almaya ve bu hastalığın en tipik özelliği olan havlama sesine benzer öksürüğe neden olur.

Belirtileri;

  • Ateş (bazen)
  • Sesde boğuklaşma (kısılma)
  • Havlar gibi öksürük ve zor nefes alma (özellikle geceleri artar)

Nedenleri;

  • Bulaşıcı viral veya bakteriyel enfeksiyonlar

Risk Faktörü;

  • Çeşitli allerjiler

Olası Komplikasyonlar; 

  • Hava yolu tıkanması
  • Çok nadiren ciddi tıkanmaya bağlı ölüm

Tedavisi;

  • Yalancı kuşpalazında çocuğuna, hastalığı daha hafif atlatmasını sağlayacak ortamlar yaratarak yardımcı olabilirsin.
  • Havayı nemlendirmek, ilk yapacağın şey olmalı. Uzmanlar krup hastalığının acil tedavisinde nemin yararlarından emin değiller ama nemli hava, hastalık hafif geçiyorsa çocuğun nefes almasını kolaylaştırdığı için yine de etkili.
  • Temiz ve serin hava soluması için çocuğunu iyice sarıp gezintiye çıkarabilirsin. Özellikle gece öksürüklerinde işe yarıyor.
  • Yatak odasını her gün havalandırmayı unutma.
  • Geceleri camını açık bırakıp kaloriferi kapatabilirsin.
  • Çocuğunu dik tutman da nefes almasını kolaylaştırır. Başının altındaki yastıkları arttırabilirsin.
  • Çocuğun emiyorsa anne sütü yeterli ama daha büyükse çorba ve meyveli muz dilimleri verebilirsin. Buz, göğüsteki ödemin atılmasına yardımcı olur.
  • Şiddetli tekrarlayan öksürük ve nefes darlığı durumlarında çocuğu içi buharla dolu banyoda 10-15 dk tutabilirsiniz. Sıcak suyu aç, banyonun kapı ve pençelerini kapat, çocuğun için buhar banyosu hazırla ki nefes alması rahatlasın.
  • Çocunu mümkün olduğunca dinlendir, huzursuzluğunu gidermeye çalış, kucağına al, şefkat göster. Ağlamasını engelle, ağlamak nefes almasını daha da zorlaştırır.

Hangi durumlarda doktora başvurmalıyız?

  • Ağız, burun ve parmak derisi morarır ya da grileşirse,
  • Salya akıtmaya ve yutkunma güçlüğü çekmeye başladıysa,
  • 39,7 derece ve daha yüksek ateşi varsa,
  • Gece uyumakta çok zorlanıyorsa,
  • Olağandışı uykulu ve halsizse,
  • Dakikada 40’dan fazla nefes alıyorsa,
  • Nefes aldığında göğüs kafesi içine çöküyorsa,
  • Yeterli miktarda sıvı alamıyorsa doktora götürmelisin.
Paylaşın

Enkoprezis (dışkı kaçırma) nedir? Tedavisi

Dört ile dokuz yaş arasındaki çocuklarda görülen ve çocukların günlük yaşantılarında ciddi problemlerin yaşanmasına neden olan Enkoprezis (Dışkı Kaçırma), gelişimsel olarak denetimin kazanıldığı halde dışkının istemli ya da istem dışı olarak yineleyen bir biçimde uygunsuz yerlere yapılması ile belirli bir bozukluk olmaktadır.

Çocukların dışkıyı kontrol altına almayı öğrenmeleri genellikle 4 yaş civarına denk gelmektedir. Bu yaştan sonra çocuğun artık lazımlık gibi yardımcılara ihtiyacı kalmaz. Enkoprezis tanısı koymadan önce organik ya da tıbbi diğer nedenlerin dikkatli bir biçimde gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Benzer şekilde müshil gibi çocuğun kullanmış olabileceği birtakım maddelerin etkisi olup olmadığının da göz önünde bulundurulması gerekir. Enkoprezis (Dışkı Kaçırma) Enkoprezis, farklı biçimlerde görülmektedir.

Kabızlık veya taşmaya bağlı olarak kaçırmanın olduğu tip; Bu tipte tıbbi muayeneler sonucunda kabızlık olduğu tespit edilmektedir. Kabızlığın tedavi edilmesi sonucunda ise sorun ortadan kalkmaktadır. Tuvalet eğitiminin yetersiz veya tamamlanmamış olduğu durumlarda veya çocuğun hazıroluşluğundan önce tuvalet eğitiminin verilmesi sonucunda gelişebilmektedir. Bağırsak denetimi tam olarak kazanılamamıştır.

Kabızlığın olmadığı tip; İnatlaşma, karşı gelme ya da davranış bozukluğu ile ilişkili olarak, dışkı belirli yerlere bırakılmaktadır. Bu tipte bir enkoprezis, psikolojik bir rahatsızlığa bağlı olarak, bağırsak denetiminin normal olmasına rağmen çocuğun dışkılama ile ilgili kurallara karşı bir isteksizliğinin, direncinin veya başarısızlığının olduğu zamanlarda görülmektedir.

Fizyolojik sorunlara bağlı olarak dışkıyı tutamamanın sonucu olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama görülebilmektedir.

Enkoprezis sorunu olan çocuklar;

  • Utanç duygusuyla karşı karşıya kalırlar…
  • Sıkıntı duydukları ve dışlandıkları için sosyal ortamlardan kaçınmaktadırlar…
  • Özgüvenleri zedelenmektedir…
  • Cezalandırılma ve reddedilme korkusu yaşamaktadırlar…

Bozukluğa yol açan etmenler;

Fizyolojik – organik nedenleri;

  • Bağırsak sonundaki istemli kasların denetiminde bozukluklar
  • Kabızlık
  • Psikojenik megakolon
  • Yetersiz , tutarsız, çocuğun hazır oluşluk düzeyini dikkate almayan tuvalet eğitimi
  • Mide- bağırsak enfeksiyonları
  • Kalın bağırsağın son bölgelerinde yer alan darlıklar
  • Ağrılı dışkılamaya neden olan çatlaklar, yarıklar

Psikolojik nedenleri;

  • Tuvalet eğitimi sürecinde ebeveynlerin baskıcı, katı veya aşırı gevşek- aldırmaz tutumları…
  • Tuvalete gitme ile ilişkili çocuğun sahip olduğu korkular…
  • Depresyon …
  • Çocuğun inatçı, karşı gelen, dirençli mizacı …
  • Çocuk ve aileyi etkileyen travmatik yaşantılar …
  • Aile içi bozuk iletişim ve etkileşim…
  • Anne –baba ve çocuk arasında çatışmalı ilişkiler…

Müdahale;

Müdahale öncesinde soruna ilişkin olarak tıbbi bir değerlendirmenin gerçekleştirilmesi ve bozukluğun fizyolojik bir bozukluğun sonucu olup olmadığının ayırt edilmesi müdahalenin nasıl bir yön izleyeceği konusunda belirleyici olmaktadır.

Aile danışmanlığı;

Anne- baba ve çocuk arasında yer alan çatışmalı ve inatlaşma temelli ilişki çözümlenmeye çalışılmaktadır. Ebeveynler uygun tuvalet eğitimi yaklaşımları konusunda bilgilendirilmekte, soruna neden olan hatalı tutumlar konusunda aydınlatılmaktadırlar. Uygulayacakları doğru yaklaşımlar, daha olumlu tutum ve davranışlar kazanmaları yönünde eğitilmektedirler. Aile içi sorunların ve gerginliklerin giderilmesiyle birlikte belirtilerde azalma gözlemlenmektedir.

Bireysel psikoterapi;

Davranışsal ve psikoterapötik uygulamalarla çocuğun uygun bir tuvalet alışkanlığı kazanmasına yardımcı olunmaktadır. Enkoprezis problemine neden olan travmatik yaşantıların varlığında hem çocuğun hem de ebeveynlerin destek alması uygun olmaktadır. Çocukta enkoprezise eşlik eden psikolojik sorunların ele alınması ile bozukluğun tedavisinde önemli gelişmeler kaydedilebilmektedir. Kabızlığın eşlik ettiği durumlarda, uzman hekimler tarafından önerilen ilaçlar ve lif yönünden zengin bir diyet yararlı olmaktadır.

Paylaşın

Çocuklarda kabızlık nedir? Nedenleri, Tedavisi

Kabızlık, çocuklarda bir tanıdan ziyade farklı bir rahatsızlığın bir belirtisi olabilir, önemsenmelidir. Çocuklarda uzun süre görülen kabızlık bir tanıdan ziyade bir hastalık belirtisidir. Kabızlığı basitçe tanımlamak gerekirse kabızlık katı gaitanın, seyrek ve zorlukla dışkılanmasıdır. 

Çocukta iyi bir tuvalet alışkanlığı sağlanabilmesi için şunlar önerilebilir. Ne zaman nerede geleceği belli olmayan dışkılama arzusu çoğunlukla en olmadık zamanları seçer ve ertelenir. Her erteleme kabızlığa bir adımdır. Her gün, özellikle bir öğünün(örneğin kahvaltının) peşinden gaita yapmaya alıştırılan çocukların tüm yaşantıları boyunca rahat ettikleri bildirilmektedir. Gaita tutma becerisi çocuktan çocuğa büyük değişiklikler göstermekle birlikte genellikle 1-3 yaş arasında gerçekleşir. Bu eğitim sırasında çocuğa baskı yapılmamalı, yüreklendirmekle yetinmelidir. Asla ceza konusu olmamalı ve bunun normal bir vücut işlevi olduğu uygun bir dille anlatılmalıdır.

Nedenleri;

En sık karşılaştığımız tür olan basit kabızlık, anne sütü kesildiğinde yerine başlanan besinlere uyum sağlama aşamasında veya tuvalet eğitimi sırasında başlamaktadır. Seyrek olarak anne sütüne ek olarak, bebek için yeni olan besinler başlandığında da ortaya çıkabilir. Burada seçilen besinin niteliği önemli olmakla birlikte bünyesel faktörlerin de rolü vardır. Sık görülen bu basit tipin yanı sıra kabızlığa, kullanılmakta olan ilaçlar(demir ilaçları, idrar söktürücüler, bazı psikiyatri ilaçları,..) neden olabileceği gibi, bu durum bazı önemli hastalıkların ilk habercisi de olabilir. Bu hastalıklardan bazıları şunlardır:

  • Doğuştan olan darlık ve anomaliler(anüste çatlak, darlık, apse, basur, tümör,..),
  • Barsakların bir bölümünde sinir hücrelerinin doğuştan yokluğu ile karakterize hastalıklar(Hirschprung hastalığı ve benzerleri),
  • Bazı hormon bozuklukları(tiroid ve paratiroid hormon eksikliği, kistik fibroz, şekersiz şeker hastalığı gibi),
  • Nörolojik bozukluklar(bazı kas hastalıkları, inme vs)
  •  Psikolojik sıkıntılar(aile içi huzursuzluk, kardeş gelmesi, tuvalet eğitimi, gibi)…
  • Beslenme bozuklukları(Çeşitli nedenlere bağlı iştahsızlıklar, aşırı inek sütü alımı, anne sütünden yoksun beslenme, uzamış kusmalar,..)
  • Diğer nedenler.

Bu liste daha da uzatılabilir. Mevcut kabızlığın bu hastalıklardan kaynaklanıp kaynaklanmadığının araştırılması için mutlaka konuyla ilgili bir uzmana başvurulması gerekir. Konunun önemsenmemesi tedavide gecikmelere yol açabilir.

Teşhisi;

İlk belirti bebek ya da çocuğun gaitasını yaparken zorlanması ve acı çekmesidir. Hatta dışkılama hastayı ağlatacak kadar ıstırap verici olabilir. Gaita aralıkları gitgide uzar. Bebeğin bezini değiştiren anne gaitanın seyrekliğini ve giderek kıvamının arttığını fark eder. Ancak gaitasını kendi başına yapacak yaştaki çocuklarda bu seyreklik gözden kaçırılabilir. En sık yanılgı gaitanın iyice katılaşmamış olmasıdır. Gaita kıvamındaki belirgin artışlar çocuğun gaitası iyice sert olmasa bile kabızlık lehine yorumlanmalıdır. Çocukta gaita yapmadığı dönemlerde karın ağrıları, hatta bazen kusma bile ortaya çıkabilir. Büyük çocuklarda gaitanın özellikle ilk kısmı kuru, sert ve iridir. Üzerinde çizgi şeklinde kan görülebilir veya küçük küçük sert parçalardan oluşabilir. Kan miktarı fazlaysa başka önemli bir nedeni olabileceği unutulmamalıdır.

Tedavisi;

Uzun süren ya da eksik tedavi edilen kabızlık sonucu anüs kenarında çatlak oluşur. Daha sonraları anüs kenarlarında mor renkte damar genişlemeleri belirir. Eğer kabızlık tedavisiz kalırsa, bunlar daha ileri yaşlarda(ilk gençlik döneminde) hemorid(basur) halini alırlar.

Uzun süren olgularda giderek dışkılama mekanizması bozulacaktır. Bunu gaita kaçırma ve hatta gaitasını hiç tutamama gibi tedavisi son derece güç durumlar izleyebilir. Bu nedenle tedavi başlangıcında alınan iyi sonuçlara bakarak tedavi kesilmemeli, tekrarlamaması için sabırla ve dikkatle sürdürülmelidir.

Tedavide özellikle kabızlık nedeni olduğunu iyi bildiğimiz besinler(muz elma ve havuç, kola, çay, aşırı tüketiliyorsa inek sütü) kabızlık geçene kadar diyetten uzaklaştırılmalıdır. Dolayısıyla bu besinleri bebeklere başlarken aşırıya kaçmamaya özen gösterilmesi yerinde olacaktır. Çok miktarda inek sütü tüketen çocuklarda kabızlık ortaya çıkmasından bu besini tek başına sorumlu tutanlar da vardır. Kabızlığın derecesine göre gaita yumuşatıcı ilaçların da doktor kontrolünde kullanımı faydalı olacaktır. Eğer çatlak varsa tedavisi edilmeli ve çocuğun acı duymadan gaita yapması sağlanana kadar tedaviye devam edilmelidir.

Paylaşın

Çocuklarda Apandisit nedir? Teşhisi, Tedavisi

Apandisit, Apendiksin enfeksiyonuna verilen isimdir. Apendiks, ince barsak ile kalın barsağın birleştikleri bölgede, kalın barsağın uzantısı olan ve bir eldiven parmağı şeklinde bir organdır. Ortalama 10 santimetre boyundadır.

Apendiksin işlevi henüz kesin olarak bilinmese bile son yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar bu kesenin yararlı sindirim florası tarafından hastalık dönemlerinde kullanılan bir nevi sığınak işlevi gördüğüne işaret etmektedir. Ancak Apendiksin alınmasının vücuda doğrudan bir zarar verdiğine dair herhangi bir kanıt bugüne kadar bulunmamıştır.

Apandisit çocuklarda yaygın olarak görülen bir hastalıktır. Sebebi apandis adı verilen kolona bağlı küçük boru biçimindeki yapının iltihaplanmasıdır. İki yaşın altındaki çocuklarda nadiren rastlansa da her yaştan insanda görülebilir. Yaygın rastlanan belirtiler yaşa göre değişiklik gösterir ancak herhangi bir doktor doğru tanıyı koyacaktır ve ameliyat gerekip gerekmediğine karar verecektir.

Nedenleri;

  • Dışkı taşı olarak bilinen sertleşmiş maddenin varlığı;
  • Bağırsaklardaki lenf bezlerinin iltihaplanması;
  • Parazitlerin varlığı
  • Apandisiniz tıkandığında, iltihaplanır ve ilk belirti kendini gösterir: ağrı. Bu durum ortaya çıktığında bakteri hızla çoğalmaya başlar. Apandis iltihaplanır ve hızla çıkarılmazsa çatlayabilir. Bu da bir çocuğun sağlığını – hatta hayatını- tehdit edebilir.

Belirtileri;

Bir kişiden diğerine, apandisin boyutunun ve yerinin değişiklik göstermesi gibi, çocuklarda apandisitin de çeşitli pek çok sebebi vardır. Bu belirtiler oldukça yaygındır. Belirtiler başka bir hastalığın, basit bir sindirim probleminin veya daha karmaşık bir sorunun göstergesi de olabilirler.

Aşağıda bahsedeceğimiz belirtilerin hepsi ortaya çıkmayabilir. Bu nedenle, yalnızca birkaçının ortaya çıktığını fark eder etmez bir doktora görünün. Onlar hastalığa doğru tanıyı koyabilecek deneyime sahiptirler. Apandisit belirtilerin başlangıcından itibaren 24 – 72 saat aralığında patlayabilir. Bu yüzden apandisit hastalığı çok ciddiye alınmalıdır.

En yaygın belirtileri;

Karın ağrısı; Bu en yaygın görülen belirtidir. Ağrı göbek çevresine yerleşir ve sonra karnın sağ alt kısmına doğru hareket eder. Derin nefes alma veya hareket etme durumunda kötüleşir. Karın kaslarında sertleşme, idrar yaparken ağrı veya bağırsak hareketliliği görülebilir.

Kusma ve iştah kaybı; Bir çocukta apandisit hastalığı görüldüğünde, baş dönmesi, mide bulantısı, kusma ve iştah kaybı genellikle birlikte ortaya çıkar. Bu belirtiler başka hastalıkları da işaret ediyor olabilir. Bu yüzden, eğer karın ağrısı da bu belirtilere eşlik ediyorsa, belirtilerin kaynağı apandisit olabilir.

Lökositoz; İltihaplanma ve enfeksiyon oluştuğunda, vücut daha fazla beyaz kan hücresi üreterek savunmaya geçer. Laboratuar ortamında sonuçları değerlendirilecek testlerle kandaki lökosit miktarının artıp artmadığı net bir şekilde anlaşılabilir.

Daha az rastlanan belirtileri;

Ateş; Çok yaygın olmasa da, özellikle çocuklarda, hastalığın ilk saatlerinde ateş ortaya çıkabilir. Ayrıca iltihabın ilerlemesiyle apandisit patladığında da yüksek ateş görülebilir. Bu noktada organın içindeki kalıntılar karın boşluğuna geçer.

İshal veya kabızlık; Bu belirtiler yaygın değildir ancak görülebilir. Aşırı bir ishal yaşanmaz. Dışkı çok sulu olmayacaktır. Küçük miktarlarda ishal görülür ve dışkıda mukus bulunur. Kabızlık da ortaya çıkabilir.

Karında şişlik; Hastanın küçük bir çocuk veya bebek olması durumunda, semptom olarak şiş ya da kabarık bir karın oluşması görülebilir.

Belirtiler yaşa göre nasıl farklılık gösterir?

5 ile 12 yaşları arasındaki çocuklarla, ergenlerde ve yetişkinlerde ortaya çıkan apandisit belirtileri benzerdir: karın ağrısı, kusma ve iştah kaybı.

1 yaşından küçük çocuklarda apandisite çok nadir rastlanır. Bu yaşta ana belirti karın şişliğidir. Diğer yaygın belirtiler kusma ve iştah kaybıdır. Ancak bebek kendini ifade edemediği için ağrı olup olmadığına karar vermek zordur.

Bebeklerde apandisin boyutu çok küçük olduğu için iltihaplanmanın ve patlamanın meydana gelmesi zordur. Benzer şekilde, 1-5 yaş aralığındaki çocuklarda da apandisite nadir olarak rastlanır.

Eğer bu yaşta apandisit ortaya çıkarsa, belirtileri, ağrı, ateş ve kusmadır. Ayrıca karının baskı altında hissedeceğinin de altını çizmeliyiz. Çocuk yoğun ağrıdan şikayet edebilir.

5 ve 12 yaş arasındaki çocuklarda, ağrı karnın merkezinden, karnın sağ alt bölgesine geçiş yapmayabilir. Bu yaş aralığındaki bazı hastalarda ateş görülür. Pek azında ise ishal oluşur.

Teşhisi;

Çocuklarda apandisit tanısı muayene ile konulur. Akyuvarların (lökosit) yüksekliği, boğaz iltihabı ya da idrar yolu iltihabı varlığında da olabildiğinden dikkatle değerlendirilmelidir. Ultrasonografi ve gereken durumlarda bilgisayarlı tomografiden de yararlanılabilmektedir.

Tedavisi;

Apandisit, sadece ameliyatla apandis çıkarılarak (appendektomi) tedavi edilebilir. Çok az komplikasyonun görüldüğü bir prosedürdür. Apandisit iltihaplanmasını azaltmak veya tedavi etmek için başvurabileceğiniz ev yapımı veya doğal bir çözüm yoktur.

İltihaplı apandis çıkarılmazsa patlayabilir ve bakteriler vücuda yayılabilir. Apandisitin patlaması sonucu oluşan enfeksiyon çok ciddidir: Apse yapabilir (içi cerahat dolu enfeksiyon) veya karnın içine yayılabilir (karın zarı iltihabı olarak bilinen durum).

Doktorlar, çocuk belirtileri iyi tarif edebildiği ve anormal bir ağrı modeli görülmediği sürece genellikle çocuklarda apandisit teşhisini doğru bir şekilde koyabilirler. Appendektomi yaygın olarak başvurulan bir yöntemdir. Hasta iki veya üç gün hastanede kaldıktan sonra evine dönebilir.

Paylaşın

Çocuklarda ülser nedir? Belirtileri, Tedavisi

Mide ya da onikiparmak bağırsağının, mide asidi ve pepsin gibi sıvılar tarafından tahrip edilip, doku kaybının oluşması olarak tanımlanabilecek olan Ülser, yalnız yetişkinlende değil çocuklarda da görülebilen önemli bir sağlık sorunu. Ülsere neden olan helicobacter pylori adı verilen bakteri, çocuklarda da yaygın olarak bulunuyor.

Bu bakterinin bulaşmasının engellenmesi için çocukların ağızlarına yakın bölgeden öpülmemesini ve aynı kaşıktan tadarak yemek yedirilmemesini öneriliyor.

Peptik ülser hastalığı olarak adlandırılan; mide, ince bağırsağın başlangıç kısmı olan oniki parmak bağırsağının iç yüzeyinde yara şeklinde ortaya çıkan sorunlar her 100 kişiden 10’ununda görülebiliyor. Helicobacter Pylori adı verilen bir bakteri peptik ülsere neden olan etkenlerin başında geliyor.

Ancak bu bakterinin dışındaki faktörler de ülsere yol açabiliyor. Aspirin, ibuprofen ve naproxen gibi ağrı kesici ilaçların yanısıra kafa travması, yanıklar, ağır enfeksiyonlar ve fiziksel strese bağlı faktörler de ülser oluşumuna yol açabiliyor.

Ülser yeni doğan döneminde bile görülebiliyor. Yenidoğan dönemindeki ülserler sekonder karakterdedir, yani enfeksiyon, travma gibi nedenlere bağlı ortaya çıkar. 1 ay ile 6 yaş arasında da mide ülserleri oniki parmak bağırsağı ülserlerinden daha sıktır. Ergenlikle birlikte oniki parmak bağırsağındaki ülserler daha fazla sıklıkta görülmeye başlar.

Peptik ülser hastalığının belirtileri aslında son derece tipik. Ancak çocuklarda bu belirtilerin kolayca tanınması mümkün olmuyor. Bunun nedeninin çocukların sorunlarını tam olarak anlatamamasından kaynaklanıyor. Örneğin çocuklar sorulduğunda ağrının karakterini söyleyemeyebilirler ve çoğu kez göbek çevresini işaret ederler. Küçük çocuklarda ve bebeklerde huzursuzluk, yemekten sonra ağlama nöbetleri ve demir eksikliğine bağlı kansızlık peptik ülser hastalığı belirtileri olabilir.

Bu yüzden ailelerin son derece dikkatli olması gerekiyor. Karın ağrısı, peptik ülser hastalığının en sık görülen belirtisi. Yanma şeklinde olan karın ağrısının genellikle yemeklerden 2-3 saat sonra ortaya çıktığını, yemek yedikten sonra azaldığı belirtiliyor, ağrının şiddetiyle bazen çocuklar gece uykudan uyanabilirler. Kusma, kanama, iştahsızlık, kilo kaybı diğer belirtiler arasındadır.

Teşhisi;

Günümüzde peptik ülserin tanısının konulmasında en fazla kullanılan yöntemlerin başında endoskopi var. Bu yöntemle ülser direkt olarak görüldüğü gibi, doku biyopsisi alınarak bakterinin üreyi parçalaması esasına dayanan hızlı üreaz testiyle hasta girişim odasından çıkmadan Helicobacter Pylori tanısı konulabiliyor. Bakterinin mikroskopta görülmesi ve kültür yoluyla üretilmesi sayesinde kesin tanının konulduğu belirtiliyor. Diğer tanı yöntemleri kanda bakteriye karşı oluşan antikorların bulunması ve nefes testidir. Bu testte hastaya içinde özel bir karbon atomuna bağlı üre olan bir sıvı içirilir. Helicobacter Pylori’nin üreyi parçalaması sonucu karbon atomu akciğerlerden solunumla birlikte atılır.

Tedavisi;

Çocuklarda görülen ülserin tedavisinde de erişkinlerin tedavisinde izlenen yol izleniyor. Sindirim sistemindeki helicobacter pylori’yi öldürmek için uygun antibiyotikler, mide asidini azaltan ve mide iç yüzeyini koruyan ilaçlar kullanılıyor. Ancak bu ilaçların tek başlarına kullanıldığında etkili olmadıklarını hatırlatılıyor. En etkili tedavi iki antibiyotik ve bir anti-asit ilacının 2 hafta süre ile birlikte kullanılmasıdır. Hasta ilaç tedavisine yanıt vermediğinde ve kanama, delinme ya da mide çıkışında darlık gibi komplikasyonlar oluştuğunda ameliyat gerekir.

Çocukların bu tip hastalıklardan korunmasında ailelere büyük rol düşüyor. Helicobacter Pylori’nin nasıl bulaştığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak ağızdan ağıza ya da Helicobacter Pylori ile enfekte olan dışkının eller, yiyecek ve su ile bulaşması sonucu geçtiği ileri sürülüyor. Bu nedenle her banyodan sonra ve yemekten önce ellerin iyice yıkanmasına özen gösterilmesi gerekiyor. Çocukları ağız bölgesine yakın öpmemeye dikkat edilmesini ve aynı kaşıktan tadarak yedirme alışkanlıklarından vazgeçilmesinin de ülsere neden olan bu bakterinin bulaşmasını engelleyebileceği hatırlatılıyor.

Korunma önerileri;

  • Temizliğe özen gösterin
  • Çocuklarınıza aynı kaşıktan tadarak yemek yedirme alışkanlığından vazgeçin
  • Çocuklarınıza tuvaleti her kullanıştan sonra ve yemekten önce el yıkama alışkanlığı kazandırın

Genel anlamda ülserin nedenleri;

Mide kendi görevlerini yerine getirirken kendisini de korumaya alır. Mukozal defans sistemleri, midenin düzenli hareketleri, hücre yenileme sistemler, işlevini yerine getirirken midenin zarar görmesini de engeller. Bu mekanizmalar son derece karmaşık bir şekilde hücre içi yollar, hücresel düzeyde hormon ve elektriksel uyarılar kullanılırken, diğer organ ve sistemlerle uyumlu bir şekilde çalışırlar.

Ancak midenin koruyucu mekanizmaları ve midede sorun yaratacak mekanizmalar arasında bir dengesizlik ortaya çıkar ise kişide mide şikayetleri başlar. Aslında bu durum tek başına mide problemi değil, tüm sindirim sistemini etkileyen bir sorun haline gelir. Tüm bu dengesizlikler kendini reflü, gastrit, peptik ülser ve fonksiyonel dispepsi olabileceği gibi mide kanserine kadar uzanan çeşitli mide hastalıkları ile ifade eder.

Ülserin ortaya çıkmasını kolaylaştıran bazı faktörler vardır. İnsan vücudunda mekanik ve fizyolojik etkileri olan “helicobakter pylori” adı verilen bir bakteri, sigara ve alkol tüketimi ile ve bazı ilaçlar ülsere neden olan en önemli etkenlerdir. Bunun yanı sıra ülser nedenleri olarak;

  • Dengesiz ve sağlıksız beslenme düzeni
  • Aşırı tuz tüketimi
  • Besinleri az çiğnemek
  • Uzun süre aç kalmak
  • Mideyi fazla doldurmak
  • Uykusuzluk
  • Yorgunluk
  • Besinlerde hijyene dikkat etmemek
  • Genetik faktörler
  • Stres

Yapılan toplumsal çalışmalarda, savaş ve deprem gibi afet benzeri durumlarda toplumda peptik ülser ve mide kanaması sıklığının arttığı ortaya konmuştur. Ekonomik buhran dönemlerinde de aynı bulgular dikkati çekerken, özellikle “fonksiyonel dispepsi” olarak adlandırılan rahatsızlığın, stresin yoğun olduğu dönemlerde daha fazla belirti verdiği de gözlenmiştir.

Genel anlamda ülserin belirtileri;

Mide ülseri belirtileri oldukça belirgin ve kimi zaman rahatsız edici olabilir. En sık rastlanan ülser belirtisi, karnın üst kısmında kemirme ve yanma şeklinde hissedilen ağrıdır. Özellikle öğün aralarında kendini daha çok gösteren ülser, özellikle onikiparmak ülseri olan kişileri gecenin herhangi bir saatinde uyandırabilir. Genel olarak bakıldığında mide ülseri belirtileri şu şekildedir,

  • Midede yanma ve ağrı
  • Bulantı
  • Kusma ile gelen rahatlama
  • İştahsızlık
  • Kilo kaybı
  • Şişkinlik ve gaz
  • Sık acıkma
  • Yemek yedikten sonra mide ağrısı
  • Hazımsızlık

Ülser bazı hastalarda hiçbir ön belirti vermeden kanama ve delinme gibi durumlara neden olabilir. Özellikle sonbahar ve bahar aylarında sıklığı artan ülser belirtileri fark edilir fark edilmez uzman bir sağlık kuruluğuna başvurulmalıdır.

Ülserden korunmak için neler yapılmalı?

  • Sağlıklı ve düzenli bir beslenme programını uygulayın.
  • Kahvaltı etmeyi ve öğünlerinizi ihmal etmeyin.
  • Kızartma, aşırı şekerli, tuzlu ve yağlı tatlılardan uzak durun.
  • Yeterli sıvı almaya özen gösterin.
  • Çay ve kahveyi sınırlayın.
  • Akşamları buharda pişmiş yemekleri tercih edin.
  • Küçük porsiyonlar tüketin
  • Mideniz uzun süre boş kalmasın.
  • Tatlı olarak taze ve kuru meyveler, meyveli yoğurtlar veya sütlü tatlıları tercih edin.
Paylaşın

Çil nedir, neden oluşur? Belirtileri, Tedavisi

Sağlık açısından herhangi bir risk barındırmayan Çil, derinin güneş nedeniyle hasar alması sonucu kümelenmiş lekeler oluşumudur. Çil, lokalize güneş yanıklarına benzetilebilir ve ekseriyetle sarışın veya kızıl saçlılarda görülen melanin pigmenti birikimidir.

Özellikle beyaz tenli, kızıl saçlı, renkli gözlü bireylerin ciltlerinde görülen çiller yazları artarken, kışları hafifler. Çiller vücudumuzun güneş ışınlarına daha fazla maruz kaldığı el, yüz, göğüs, sırt gibi bölgelerinde oluşur. Kimilerinde simetrik ve estetik duran çiller kimilerinde asimetrik olup ciltte leke görünümü yaratabilmektedir. Bundan şikayetçi olan kişiler lazerle çil tedavisi yaptırabilmektedirler.

Tehlikeli mi?

Çiller sağlık açısından herhangi bir risk barındırmamaktadır. Cildin güneşe fazla maruz kalması sonucu ortaya çıkan çiller sağlık açısından rahatsızlıklık oluşturmasa da estetik olarak kişilerce istenmeyebilir. Bu nedenle lazerle çil tedavisi uygulanmaktadır.

Türleri;

Ephelides (tekil: ephelis); Yunanca olan kelime çil için kullanılan tıbbi terimdir. Bu terim, bronz, hafif kırmızımsı veya açık kahverengi olan ve tipik olarak güneşli aylarda görülen 1 mm-2 mm düz noktalar olarak tanımlamaktadır. Genellikle açık tenli insanlarda bulunurlar ve bazı ailelerde kalıtsal (genetik) bir özelliktirler. Kırmızımsı saçlı ve yeşil gözlü insanlar bu çillere daha yatkındır. Güneşten korunma ve güneş koruyucularının düzenli kullanımı da dahil olmak üzere, çillerin görünümünü hafifletmeye yardımcı olur.

Lentijinler (tekil: lentigo); Mercimek için kullanılan Latince sözcükten gelir. En yaygın güneş yanığı ve güneş hasarı alanında bulunan bazı büyük pigmentli lekeler için tıbbi terimdir. Lentijinler genellikle yaygın çilden daha koyudur ve genellikle kışın solmazlar. Bu tür bir nokta, lentigo simplex veya solar lentigo olarak adlandırılır. Melanosit ve melanozomların sayısı (melanin pigmenti içeren hücresel yapılar) ve görünümü normaldir. Lentijinler nadir bir genetik sendromun parçası olsa da, çoğu zaman sadece izole ve önemsiz noktalardır.

Nedenleri;

Çillerin, genetik yatkınlık (kalıtım) ve güneşe maruz kalma gibi etkenlerin bir sonucu olarak geliştiği düşünülmektedir. Güneş ve floresan bronzlaşma lambalarının her ikisinin de yaydığı ultraviyole ışınlar cilt tarafından emildiğinde, deri melanositleri tarafından melanin pigmentinin üretimini artıran ultraviyole (UV) ışınları yayar. Sarı veya kızıl saçlı, açık renkli gözlü ve açık tenli insanlar, özellikle UV ışınlarının zararlı etkilerine karşı hassastırlar ve çiller geliştirebilirler. Çil, aslında ciltteki bir noktada nadiren ağır bir melanin depozitinden başka bir şey değildir.

İkiz kardeşler üzerinde yapılan araştırmalar, tek yumurta ikizleri ve çift yumurta ikizleri dahil olmak üzere, her bir ikiz kardeşte bulunan toplam çil sayısında çarpıcı bir benzerlik bulmuşlardır. Bu benzerlikler, çift yumurta ikizlerinde oldukça az yaygındır. Bu çalışmalar, çil oluşumunun genetik faktörlerden etkilendiğini kuvvetle göstermektedir. Çil sayımlarındaki değişiklikler büyük ölçüde kalıtıma bağlı gibi görünmektedir.

Tedavisi;

Çiller, çocukluk döneminde çıkan ve erişkinlik döneminde çıkan çiller olarak ikiye ayrılmaktadır. Çocuklarda görülen efelit tipi küçük çiller genellikle tedaviye ihtiyaç kalmadan ergenlik döneminden sonra kaybolur. Çocuk çillerinden rahatsız olmuyorsa çocuğu güneşten korumak dışında bir şey yapılmasına gerek kalmaz.

Çiller kendiliğinden kaybolmaya meyilli olsa bile güneşe karşı koruma kesinlikle ihmal edilmemelidir.

Erişkinlikte ortaya çıkan çiller ise kendiliğinden kaybolmaz. Daha sonrasında çil lekeleri oluşan kişilerin bir dermatoloğa görünmelerinde fayda vardır. Doktorunun uygun gördüğü bir şekilde tedavi olabilirler fakat her tedavi kesin sonuç vermeyebilir. Çilden kurtulmak için en çok tercih edilen tedavi yöntemlerinden birisi lazerdir. Lazer dışında kriyoterapi ve hydroquinone gibi tıbbi tedaviler de çil üzerinde etkili olabilmiştir.

Paylaşın

Çiçek hastalığı nedir? Belirtileri, Tedavisi

İsim benzerliği nedeni ile genelde Suçiçeği Hastalığı ile karıştırılan Çiçek Hastalığı, variola virüsünün neden olduğu bir hastalık çeşididir. Akut, enfeksiyöz bir hastalıktır. Her yaşta ve her cinsiyetten kişiler bu hastalığa yakalanabilir.

Bu hastalık, suçiçeğinden çok daha ciddi seyreder. Vücutta irin dolu kabarcıklar oluşturur ve bu kabarcıklar suçiçeği hastalığının oluşturduğu kabarcıklara göre daha spesifik olduğu için doktorlar tarafından rahatça tespit edilir. Suçiçeği hastalığının oluşturduğu kabarcıklar daha yüzeyseldir ve genel olarak gövdede bulunur. Ancak çiçek hastalığının oluşturduğu irin dolu kabarcıklar daha derindir ve başta yüz olmak üzere göğüs, sırt ve kollarda derin irinli kabuklu kabarcıklar oluşmuştur. Renkleri hastalığın durumuna göre değişir.

Kimlerde görülür?

Çiçek hastalığı insanlarda ve evcil hayvanlarda görülebilir. Çiçek hastalığı her yaş ve cinsiyette görülebilir. Bu hastalığın inkübasyon süresi 7-107 gün arasında değişir ve bu süreçte hastada bir belirti gözükmemekle birlikte bulaşıcı değildir. Hastalık belirtileri ortaya çıktığından itibaren yani vücutta kabarcıklar oluşmaya başladığında veya ateş gibi belirtiler gözüktüğünden itibaren hastalık bulaşıcıdır. Hastanın vücudunda bulunan kabarcıklardaki virüs, hastanın eşyalarıyla, sineklerle ve virüslü hava yolu ile bulaşabilir. Hastalarda 30-40 derece ateş görülür ve kırmızı izler oluşmaya başlar. Başta yüz, baş olmak üzere göğüs, sırt, kol ve bacaklarda kabarcıklar oluşur. Çiçek hastalığını su çiçeğinden ayıran en önemli fark su çiçeği lezyonunun daha yüzeysel olması ve oluşan kabarcıkların daha çok gövdede bulunmasıdır.

Nasıl bulaşır?

Ateş ve döküntülerin çıkmasıyla birlikte hava yolu ile bulaş olur. Ciltteki döküntüler kaybolana kadar bulaşıcılık miktarı giderek azalır. Hasta kişilerin kıyafetlerinden ve yatak takımlarından da hastalık bulaşabilmektedir. Çiçek hastalığı olan kişilerin bulunduğu binalardaki havalandırma sistemleri ile bulaş olabilir ve bu nedenle ilk vakadan 2-3 hafta sonra salgın ortaya çıkabilir. Toplumlarda ortaya çıkan salgınlar ile çiçek hastası olan bir kişinin 5-12 kişiye çiçek hastalığı bulaştırabildiği bulunmuştur. Aşısız toplumlarda bütün bireyler hastalığa karşı duyarlıdır. Bu nedenle hızlı bulaş olur. Bu hızda bir hasta için 10 kişi olarak hesaplanmıştır.

Belirtileri;

Çiçek hastalığı olan birini doktorlar çok kolay teşhis edebilir. Çünkü bu hastalık özel bir döküntü ile birlikte ortaya çıkar. Su çiçeğinde görülen kabarcıklara benzeyen daha derin ve kabuklu içi irin dolu olan kabarcıklar ilk belirtilerden biri olarak çıkar. Bu kabarcıklar su çiçeğine göre daha büyük ve derin olduğu için hastalık bittikten sonra da büyük izler bırakır. Bu kabarcıklar başta baş olmak üzere genel olarak tüm vücutta bulunur. Kabarcıklar hastalığın seyrine ve şiddetine göre farklı renklerde oluşabilir. Bu kabartılar hastalığın ilerleyen günlerinde kurur ve dökülür. Deride içe göçük yaralar oluşmasına neden olur. Ağız, burun ve kulak içlerine kadar oluşan bu yaralar hastanın yaşamsal fonksiyonlarını büyük ölçüde etkiler. Hastaların ölüm sebebi büyük oranda hipotansiyon, kılcal damarlarda pıhtılaşma ve dolaşım sisteminde oluşan komplikasyonlardan (dokulara besin ve oksijen taşınamaması, karbondioksit ve metabolitlerin dokulardan uzaklaştırılamaması) kaynaklanır. Çiçek hastalığının başlıca belirtileri şunlardır:

  • Yüksek ateş
  • Titreme
  • Baş ağrısı
  • Karın ağrısı
  •  Kusma
  • Şiddetli sırt ağrısı

Tedavisi;

Çiçek hastalığı virüsü için herhangi bir tedavi bulunmamakla birlikte yakalanma olasılığını azaltmak için korunma yöntemleri bulunur. Yapılan aşılama programları sayesinde variola virüsü yani çiçek hastalığı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sadece laboratuvar ortamında çalışan bireyler risk altında olabilir. Çiçek virüsüne temasta bulunduğu düşünülen kişilerin veya çiçek hastası olan bir kişi ile teması olan kişilerin teması takiben 4 gün içinde aşı olması, hastalığı geçirmesini önleyebilir veya hafif atlatmasını sağlayabilir. Ayrıca yapılan çalışmalar Cidovir’in kemoproflakside etkin olarak kullanılabileceğini ortaya çıkarmıştır.

Çiçek hastalığı salgınında ne yapılmalıdır?

Salgın olduğunda en önemli şey daha fazla yayılmasını durdurmaktır. Bu nedenle hastalığa sahip olan bireylere hemen tanı konulmalıdır. Salgın durumlarında yapılası gereken vakaları yani hastaları bulmak ve bu hastaların temas ettiklerini belirleyerek aşılamak gerekir. Döküntüsü olan bireylerin kimlerle temas ettiği iyi bir şekilde araştırılmalı ve aşı yapılamıyorsa 18 gün boyunca bireyin ateşi ve belirtileri  takip edilmelidir. Hastalık belirtisi gösteren bireyler izole edilmeli ve bu hastalardan örnek alınmalıdır. Geniş alana yayıldıysa kalabalık yerlerden uzak durulması gerekir. Sağlık örgütü tarafından verilen korunma önlemleri uygulanmalıdır.

Çiçek Aşısı nedir, koruyuculuk süresi ne kadardır?

İlk çiçek aşısı inek çiçeği aşısıdır ve bu aşı ile hasta olmayan bireyler aşılanarak bireylerin hasta olması engellenmiştir. Daha sonra bu aşı geliştirilmeye devam etmiştir. Bu aşı aynı zamanda tarihteki ilk aşıdır ve hatta aşı anlamına gelen vaccine, ‘vacca’ kelimesinden gelir. Vacca, Latince’de inek anlamına gelmektedir. Bu aşı sayesinde günümüzde çiçek hastalığı tamamen yok olmuştur. Ayrıca bu aşılama sayesinde başka hastalıklara da çareler bulunmaya başlanmıştır. Çiçek aşısının içeriğine bakacak olursak çiçek aşısı aslında canlı bir virüs aşısıdır. Orthopox virüs ailesinden olan Variola virüsüne çok benzer.

Aşının koruyucu etkisi yüksektir fakat 1999’da üretim ve depolanması Dünya Sağlık Örgütü Variola Virüs Danışma Komitesi tarafından kısıtlanmış bir aşıdır. Pek çok ülke aşı stoklarını artırma çabasında olmasına rağmen aşının bağışıklık yapabilme özelliği olabileceği düşünüldüğü için buna bakılması önerilir. Aşı üretim çalışmaları devam etmekle birlikte stoklardaki çiçek aşılarının kontrolleri de yapılır. Stoklarda bulunan aşıların yıllardır bağışıklık yaratma özelliğini (potens) kaybetmediği belirlenmiştir. Aşının koruyuculuk süresine bakacak olur isek yapılan kişiyi en az on (10) yıl süresince koruduğu tespit edilmiş. Aşılı bireylerde semptomlar daha hafif seyretmekte olup bu kişilerden daha az bulaş olduğu biliniyor.

Çiçek Aşısının yan etkileri nelerdir? 

Aşının yan etkileri yani komplikasyonları sıktır. fakat, hastalık riski olan kişilere, hastalığın komplikasyonları göz önünde bulundurulduğunda yapılması tercih edilir. Aşının en önemli yan etkileri aşıya bağlı oluşan egzama, generalize vaccinia infeksiyonu, prograsif vaccinia infeksiyonu ve aşı sonrası ensefalittir. Ayrıca günümüzde aşılar üzerindeki çalışmalar devam ediyor. Hassas olan gruplarında aşıları kullanabilmesi için aşı ile birlikte immünoglobilinler geliştiriliyor.

Çiçek Aşısının kontraendikasyonları nelerdir?

Çiçek aşısı bazı gruplara yapılmamalıdır. Bu grupta bulunanları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Gebeler
  • İmmün yetmezliği olan bireyler
  • Tedavileri sırasında immün baskılayıcı ilaç kullanan hastalar
  • HIV(+) olanlar
  • Özgeçmişinde egzaması olan bireyler

Eğer bir salgın durumu varsa, bu kişilere de aşı yapılmalıdır fakat aşı ile birlikte immünoglobülin de verilmelidir. Eğer çiçek hastalığına neden olan variola virüsüne maruz kaldıysanız veya çiçek hastalığı olan biriyle temas ettiyseniz en kısa sürede sizlere en yakın sağlık kuruluşuna başvurarak durumu bildiriniz.

(Kaynak: medicalpark.com.tr)

Paylaşın

Çıban nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Derideki kıl keseciğine veya yağ bezi kanalına stafilokok denilen bakterinin girmesi ile oluşan irinli, ağrılı şişliklere çıban (fronkül) denir. Küçük bir sivilce gibi oluşmaya başlayan çıban, giderek irileşerek büyük bir kitleye dönüşür.

Yağlı cilt tipi, aşırı terleme, kaşıntılı hastalıklar, alkol tüketimi gibi etkenler, kişide çıban oluşumunu artıran faktörler arasında yer alır. Çıban, genellikle ense, boyun, göz kapağı, kafa derisi, kulaklar, kalça, kol ve bacaklarda yaygın olarak görülse de vücudun tüm bölgelerinde de oluşabilir. Kendiliğinden iyileşebilen bu enfeksiyon, bağışıklık sistemi zayıf kişilerde kana karışarak daha ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.

Nedenleri;

  • Kronik Deri Rahatsızlığı: Birçok deri hastalığında bakterinin vücudun içerisine girmesi kolaylaşır.
  • Şeker hastalığı (Diyabet): Deride oluşan hasarların iyileşmesi zorlaştığı ve savunma sistemi zayıfladığı için gelişebilir.
  • Bağışıklık sistemi sorunları: Böbrek yetmezliği, kemoterapi, steroid (kortizon) tedavisi, kalıtsal olarak bağışıklık sisteminin çalışmaması gibi durumlarda sık gelişir.
  • Fazla kilo: Obez kişilerde vücutta katlar oluşması ve bunların birbirine sürtünmesi sonucu cilt tahriş olur. Ayrıca bu bölgelerin fazla terlemesi de çıbana neden olabilir.
  • Sık sık terleme: Bazı tiroit hastalıklarında terlemenin çok olması çıbana neden olabilir. Ayrıca, vücutta nemin fazla olduğu kasık, koltuk altı gibi bölgelerde daha sık görülür.

Belirtileri;

  • Deride sert, ağrılı, bezelye veya nohut büyüklüğünde şişlik
  • Şişliğin ortası bazen beyaz veya sarı renkte olabilir.
  • Çıban etrafında sıcaklık artışı ve kızarıklık olabilir.

Türleri;

Pek çok çıban türü bulunmakla beraber sıklıkla karşılaşılan çıban türleri şunlardır:

  • Şark Çıbanı: Halep çıbanı, Bağdat çıbanı ve güzellik yarası olarak da bilinen şark çıbanı, kutanöz leishmaniasis adlı paraziti taşıyan kum sineklerinin ısırması ile insana bulaşır. El, ayak ve yüz bölgesinde sivilce şeklinde başlayan ve 1-2 cm çapında yaralara yol açan bu enfeksiyon, tedavi edilmediğinde kalıcı ize yol açar.
  • Kara Çıban: Şarbon olarak da bilinen kara çıban, halk arasında çoban çıbanı gibi farklı isimlerle de anılır. Bacillus anthracis bakterisinin yol açtığı hastalık, inek, koyun ve keçi gibi hayvanlardan ya da bakterinin bulunduğu eşyalara temas sonucu insana bulaşabilir. Bulaştığında deride kabarıklık ve kaşıntıya yol açan içi su dolu kabarcık şeklinde görünen çıbanın orta kısmı zamanla kararır ve ağrısız bir yara hâlini alır.
  • Şirpençe Çıbanı: Aslan pençesi olarak da bilinen çıbanın tıptaki adı karbonküldür. Staphylococcus aureus bakterisinin yol açtığı bu çıban türü diğer çıban türlerine göre çok daha ağır seyirlidir. Deride çıban oluşumunun yanı sıra ateş, titreme ve üşüme gibi belirtilere yol açar.

Ne yapmalı?

  • Yara yeri sabunlu su ile yıkanarak temizlenmelidir.
  • Sıcak su ile temiz bir bezle pansuman yapılmalıdır.
  • Çok sayıda ve büyük boyutta çıban oluştuysa ve altta yatan herhangi bir hastalık varsa doktora başvurulmalıdır.
  • Merhem olarak veya ağızdan verilen ilaçlar düzenli bir şekilde kullanılmalıdır.

Nelere dikkat etmeli?

  • Yara yerine dokunmamak gerekir. Dokunulursa, enfeksiyon bulaşmaması için ellerin çok iyi yıkanması gerekir.
  • Yara yeri temiz gazlı bezle kapalı tutulmalıdır.
  • Halk arasında uygulanan birçok çıban tedavi yöntemi vardır. Ancak bunların hiçbirini doktorunuza danışmadan uygulamayın.

Ne zaman doktora gidilmeli?

  • Çıban yüzde ve kulak etrafındaysa
  • Çok sayıdaysa
  • Çok sık tekrarlıyorsa
  • Çıban giderek büyüyorsa
  • Ateş, halsizlik ve titreme şikayetleri varsa
  • Çıbanın iyileşme süresi 2 haftayı geçti ise mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Tedavisi;

Kızarıklık ve kaşıntı hissi ile oluşmaya başlayan çıban, bir süre sonra ağrılı bir şişlik hâlini alır. Genelde iyice olgunlaşmasının ardından kendiliğinden patlayarak iyileşir. Bu gibi durumlarda çıban, tedaviye gerek kalmaksızın iyileşebilir. Çıbanın patlamasından sonra yeni bir enfeksiyona açık hâle gelen bölgeye çıplak elle dokunulmamalı ve bölge iyice temizlenmelidir.

Çıban oluşumu, erken dönemde fark edilirse günde birkaç kez çıbanın üzerine sıcak pamuk koymak, fazla bastırmadan bölgeyi temizlemek, çıbanın büyümeden iyileşmesini sağlayabilir. Ancak çıban sayısı fazlaysa, çıban oluşumu sürekli tekrar ediyorsa ve bağışıklık sisteminin zayıf olduğunu gösteren diğer belirtiler varsa kişi, mutlaka hekime başvurmalıdır.

Bu tip vakalarda hekim, fizik muayene yaptıktan ve hastanın öyküsünü dinledikten sonra gerekli gördüğünde ek laboratuvar tetkikleri isteyebilir. Doktor, tedaviyi kişinin genel durumuna ve çıbanın türüne göre düzenler. Genelikle kişiye antibiyotikli krem ya da antiseptik solüsyon reçete edilir. Ağrı düzeyi fazlaysa hekim, lokal olarak kullanılacak ağrı kesici krem de verebilir.

Bazı durumlarda çıban ameliyatı olarak da bilinen yöntemle steril ortamda uygun araçlarla çıbanın içinde bulunan irinin boşaltılması da sağlanır. Çıbanın, kişinin kendisi tarafından sıkılması ya da içinin boşaltılmaya çalışılması, enfeksiyonun yayılmasına yol açabilir. Özellikle göz altı, burun ve kulak bölgesinde yer alan çıbanlara uygun olmayan yollarla yapılan müdahaleler, enfeksiyonun beyne ulaşmasına ve çok daha ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.

Sık sık vücudunuzun belirli bölgelerinde çıban görüyorsanız, yüzünüzde ve kulak etrafında çok sayıda çıban varsa, çıban giderek büyüyor ya da ateş, hâlsizlik ve titreme gibi belirtiler eşlik ediyorsa, iki haftadan uzun süredir iyileşmediyse, çıban oluşumu sürekli tekrarlanıyorsa, sağlık kontrollerinizi yaptırmak üzere sağlık kurumlarına başvurabilirsiniz.

Paylaşın