Diyabet (Şeker Hastalığı) nedir? Tedavisi

Tıptaki adı ile Diabetes Mellitus olan ve çağın hastalıkları arasında en ön sıralarda yer alan Diyabet (Şeker Hastalığı), pankreasın yeterli miktarda insülin salgılayamaması veya salgılanan insülinin yeterli derecede kullanılamaması nedeniyle kan şekerinin yükselmesi durumu olarak tanımlanmaktadır.

Diyabet (şeker hastalığı), ölümcül birçok hastalığın oluşumunda birinci sırada rol oynayan ve dünyanın her yerinde çok yaygın olarak görülen bir hastalık türüdür. Diyabetin insüline bağımlı (Tip I) ve insüline bağımsız (Tip II) olmak üzere başlıca iki tipi vardır.

Tip 2 Diyabet Nedir?

Tip 2 diyabet, kandaki şeker seviyesinin (glikoz) çok yüksek olmasına neden olan ve oldukça yaygın bir durumdur. Ancak Tip 2 diyabetin belirtileri insanları her zaman kötü hissettirmediği için kolaylıkla fark edilmeyebilir.

Vücudun hücrelerinin normal olarak üretilen insüline karşı direnç kazanması, bu nedenle de kandaki şekerden faydalanamaması durumudur. Aşırı kilo, hareketsiz yaşam tarzı, stres, ailede şeker hastalığı görülmesi ve ilerleyen yaş Tip 2 diyabetin nedenleri arasındadır.

Normalde görülen aşırı susama, sık idrara çıkma ve yorgunluk gibi semptomların yanı sıra kalp ve sinirlerle ilgili ciddi sorunların ortaya çıkması ihtimalini arttırır. Tip 2 diyabet kişinin günlük yaşamını hayat boyu etkileyecek bir durumdur. Kontrol altına alınması için diyet değişikliği, ilaç kullanımı ve düzenli tıbbi kontroller gerektirebilir.

Tip 1 Diyabet Nedir?

Tip 1 Şeker Hastalığı, ya da Tip 1 diyabet, vücudun kan şekerini kontrol etmek için yeterli miktarda insülin hormonu üretememesi durumudur. Bunun sonucunda da kandaki şeker (glikoz) seviyesi çok yüksek değerlere ulaşır.Tip 1 diyabette kan şekeri seviyesini kontrol altında tutmak için günlük insülin enjeksiyonlarına ihtiyacınız duyulur. Tip 1 diyabet genellikle küçük yaşta ortaya çıkar. Vücudun kendi bağışıklık sisteminin pankreasın insülin üreten hücrelerine saldırmasından kaynaklanır.

Tip 1 şeker hastalığı diyabetik ketoasidoza yani DKA’ya neden olabilir. DKA, vücutta ciddi insülin eksikliği olduğunda ortaya çıkar. Enerji için şeker kullanamayan vücut, bunun yerine vücutta bulunan depolanmış yağdan faydalanmaya başlar. Depolanmış yağ vücut tarafından kullanılırken geriye ketonlar adı verilen kimyasallar bırakılır.

Bu durum kontrol altına alınmazsa ketonlar kanda birikirler ve kanın asit değerini yükseltirler. Özellikle başta çocuklar olmak üzere Tip 1 şeker hastalığı olduğundan habersiz bireyler, DKA nedeniyle kötüleşmeden teşhis edilemeyebilirler. Bu nedenle DKA’nın belirtilerini ve semptomlarını hızlı bir şekilde tedavi edebilmek için tespit etmek önemlidir.

Bunlar arasında başta planlanmamış kilo kaybı gelir. Eğer vücut yiyeceklerden enerji alamazsa, bunun yerine enerji için var olan kas ve yağları yakmaya başlayacaktır. Beslenme ve hareket tarzını değiştirmeden kilo vermeye başlamanın nedeni budur. Vücudun yağ yakarken ortaya çıkardığı ketonlar mide bulantısı ve kusma hissi oluşturabilir. Ketonlar kanda hayatı tehdit edebilecek tehlikeli seviyelere kadar yükselebilir.

Belirtileri;

  • Sık idrara çıkma
  • Ağız kuruluğu
  • Çok su içme
  • Açlık hissi
  • Cilt yaralarının geç iyileşmesi
  • Kuru ve kaşıntılı bir cilt
  • Ellerde ve ayaklarda uyuşma
  • Karıncalanma
  • Halsizlik ve yorgunluk hissi
  • Hızlı ve istemsiz kilo kaybı
  • Bulanık görme

Nedenleri;

Şeker hastalığı nedenleri konusunda yapılan birçok araştırmanın neticesinde, diyabet hastalığında genetik ve çevresel nedenlerin birlikte rol aldığı sonucuna varılmıştır. Temelde Tip 1 Diyabet ve Tip 2 Diyabet olarak iki türü bulunan şeker hastalığında hastalığa neden olan etmenler bu türlere göre farklılık göstermektedir.

Tip 1 Diyabet nedenleri arasında yüksek oranda genetik faktörler rol oynamakla birlikte kan şekerinin düzenlenmesinde görev alan insülin hormonunu üretimi yapan pankreas organına zarar veren virüsler ve vücut savunma sisteminin çalışmasındaki aksaklıklar da hastalığa sebep olan etmenler arasındadır. Bunun yanı sıra şeker hastalığının daha yaygın görülen türü olan Tip 2 diyabetin nedenleri arasında şu şekilde belirtilebilir:

  • Obezite (aşırı kilo)
  • Ebeveynlerde diyabet öyküsünün bulunması
  • İleri yaş
  • Hareketsiz yaşam tarzı
  • Stres
  • Gebelik sırasında gestasyonel diyabet oluşumu ve normalden yüksek doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirme

Teşhisi;

Kesin tanı için diyabet şüphesi olan hastalarda kan şekeri ölçümleri yapılmalıdır.

  • Açlık plazma kan şekeri 110 mg/dl. üzerinde ise;
  • Herhangi bir saatte bakılan plazma kan şekeri 200 mg/dl. üzerinde ise;

Diyabetin yol açtığı sorunlar;

Diyabette yıllar geçtikçe etkilenen organlara göre değişik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu sorunlar ;

  • Göz problemleri
  • Ayak yaraları
  • Böbrek bozuklukları
  • Kalp ve damar bozuklukları
  • Enfeksiyonlara yatkınlık
  • Cinsel problemlerdir

Tedavisi;

Diyabet tedavi yöntemleri, hastalığın türüne göre farklılık gösterir. Tip 1 diyabette insülin tedavisi ile birlikte tıbbi beslenme tedavisi titizlikle uygulanmalıdır. Hastanın diyeti doktor tarafından önerilen insülin dozu ve planına göre diyetisyen tarafından planlanır. Besinlerin içerdiği karbonhidrat miktarına göre insülin dozunun ayarlanabildiği karbonhidrat sayımı uygulaması ile birlikte Tip 1 diyabetli bireylerin hayatı oldukça kolaylaştırılabilmektedir. Tip 2 diyabetli bireylerde ise tedavi beslenme düzeninin sağlanmasının yanı sıra genellikle hücrelerin insülin hormonuna duyarlılığını artırmaya veya doğrudan insülin hormonu salınımını artırmaya yönelik oral antidiyabetik ilaçların kullanılmasını içerir.

Diyabet hastalığında dikkat edilmesi gerekenler ve önerilen tedavi ilkelerine uyulmadığı durumlarda kan şekerinin yüksek seviyelerde seyretmesi, başta nöropati (sinir harabiyeti), nefropati (böbreklerde hasar oluşumu) ve retinopati (göz retinasında hasar oluşumu) olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açar. Bu nedenle eğer siz de diyabet hastalığına sahip bir bireyseniz, düzenli olarak kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyiniz.

Paylaşın

Disleksi nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Toplumda nadir olarak görülebilen ve halk arasında öğrenme güçlüğü olarak bilinen Disleksi, bir bireyin normal zeka düzeyinde olmasına rağmen dil, okuma, ve yazma becerilerinde sorunlar yaşamasına neden olan bir özel öğrenme bozukluğudur.

1890’lı yıllarda keşfedilen bu hastalık, hastalık tespit edilen kişiler üzerinde yapılan incelemelerde konuşma farklılıkları ve hafıza zayıflığı öne çıkmıştır. Disleksi olan bireyler normal zekaya sahiptir ve genellikle görüşleri ile ilgili bir sorun yaşamazlar. Disleksi olan çocukların çoğu özel ders veya özel bir eğitim programı ile okulda başarılı olabilir. Duygusal destek disleksi ile başa çıkma sürecinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır.

Disleksi için belirli bir tedavi olmamasına rağmen, erken teşhis ve müdahale en iyi sonucu verir. Ancak bazı vakalarda disleksi yıllarca teşhis edilmez ve yetişkinliğe kadar tanınmaz, Yine de disleksi için yardım ve destek almak için asla çok geç değildir.

Belirtileri;

  • Harflerin anlamakta güçlük çekme
  • Harf sırasını atlama
  • Benzer eş sesli harfleri karıştırma
  • Okuma esnasında bir sonraki alt satıra geçmede zorluk
  • Hece tekrarları yapma
  • Harfleri okurken, yazarken harflerin yerini değiştirme
  • Çocuğun yaşıtlarına göre geç okuyup yazması disleksi belirtisi olabilir.

Nedenleri;

Disleksi hastalığı ile ilgili çalışmalar uzun yıllardır devam ediyor olsa da bilim insanları halen bu hastalığın kesin nedenlerine ulaşabilmiş değiller. Tüm bunlara rağmen disleksinin gen veya beyin gelişimi farklılıklarından kaynaklandığı bilinmektedir. Bu görüşün ortaya atılmasının en büyük nedeni, disleksi hastalığı görülen bireylerin kardeşlerinin yaklaşık %40’ının okuma güçlüğü çektiğinin belirlenmesi, aynı şekilde ebeveynlerinin yaklaşık %49’unun disleksi hastası olmasıdır.

Ayrıca bilim insanları okuma ve anlama güçlüğünün bağlı olduğunun düşünüldüğü birkaç gen de keşfetmişlerdir. Beynin anatomisinden ve işleyişinden dolayı bu hastalığın ortaya çıktığının düşünülmesindeki sebep ise, disleksi hastası olan ve olmayan bireyler arasındaki beyin yapısı farklılıklarıdır. Disleksi hastalığının kesin nedenlerinin tespit edilebilmesi için ise bilimsel araştırmalar halen devam etmektedir.

Disleksi kaça ayrılır?

Disleksi semptomları yaşa ve kişiye bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Küçük çocuklarda geç konuşma, yeni kelimeler öğrenmede zorluk çekme ve oyun oynarken sorunlarla karşılaşma gibi durumlar yaşanabilir. Disleksi semptomları, genellikle çocukların okula başlamasıyla birlikte daha da belirgin hale gelir. Disleksinin 6 farklı tipi bulunmaktadır. Bunlar;

  • Fonolojik Disleksi: Bu disleksi türünde kişiler bazı kelimeleri seslendirmede zorluk çekebilir. Disleksinin bu türünde işitselden daha çok görsel işleme sorunu ön plana çıkar.
  • Yüzeysel Disleksi: Sözcüklerin tanınması ve yazılmasında zorluk çekilen türüdür.
  •  Görsel disleksi:  Görsel problemlerden (fiziksel nedenlere bağlı) veya görsel işleme bozukluklarından (bilişsel / nörolojik nedenler) kaynaklanan okumada güçlük çekilmesidir.
  • Birincil Disleksi: Disleksinin en yaygın türüdür. Beynin sol beyin kabuğu (serebral korteks) tarafında gerçekleşen işlevsel bir bozukluktur ve yaşla değişmez.
  • İkincil (Gelişimsel) Disleksi: İkincil disleksi, fetal gelişimin erken aşamalarında beyin gelişiminde yaşanan problemlerden kaynaklanır. Gelişimsel disleksi, çocuğun büyümesiyle birlikte azalabilir.
  • Travma Disleksisi: Yetişkin veya çocuklarda, travma veya hastalık nedeniyle beyinde meydana gelen hasara bağlı gelişir.

Teşhisi;

Disleksi hastalığının birden çok belirtisi olduğu için teşhisi oldukça zor olabilmektedir. Peki, disleksi nasıl anlaşılır? Hastalığın kesin teşhisi için okulda veya bireysel olarak bir değerlendirme yapmak gerekir. Okullarda bu teşhisin yapılmasının en etkili yolu, sınıf öğretmenlerinin öğrencilerini iyi tanımalarından geçer. Disleksi hastalığı belirtilerinin görüldüğü ilkokul çağı çocukları, öncelikle işitme veya görme ile ilgili bir problemi olup olmadığının teşhisi için hastaneye sevk edilmelidir.

Eğer çocuğun duyularında herhangi bir görünür problem bulunmuyor ise disleksi değerlendirmesi yapılabilir. Bu değerlendirmenin yapılabilmesi için yurt dışında okul psikologları olsa da, ne yazık ki bu uygulama henüz ülkemizde bulunmamaktadır. Ancak okullardaki psikolojik danışmanların yapacağı birkaç disleksi testi ile çocuğun zayıf yönleri tespit edilebilir. Bulgular test sonuçları ile karşılaştırılarak teşhis koyulması kolaylaştırılabilir. Eğer aile bireylerinde de disleksi hastalığı varsa, disleksi şüphesi kuvvetlenmektedir. Tüm bu sonuçların bir uzman tarafından değerlendirilmesi ile hastalığın kesin teşhisi koyulabilir.

Disleksi;

Disleksi bir hastalık değildir, altta yatan herhangi psikiyatrik rahatsızlık yoksa özel eğitim ile düzelebilir.

  • Disleksi ve tüm öğrenme güçlüklerinin tedavisi eğitimdir.
  • Özel eğitim okulda verilenden farklıdır çocuk normal bir okulda eğitime devam ederken yanı sıra bireysel ya da grup halinde özel bir eğitime alınır.
  • Eğitim bu alanda uzmanlaşmış kişiler tarafından verilmelidir.
  • Öğrenme güçlüğünü ortadan kaldıracak ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Ancak eşlik eden psikiyatrik bir hastalık (kaygı bozukluğu, depresyon vs.) varsa onların tedavisi önemlidir.
  • Dikkat eksikliği eşlik eden bireylerde dikkati artıracak ilaçlar kullanılabilir.
  • Disleksinin şiddetine göre sunulan eğitim desteğinin süresi ve yoğunluğu değişir. Hafif düzeydeki olgularda kısa süreli eğitim desteği bile yeterliyken; ağır vakalarda destek sürmesine rağmen akademik zorluklar devam edebilir.

 

Paylaşın

Depresyon nedir? Belirtileri, Tedavisi

Bir ruh halini tanımlayan sözcük olan Depresyon, bireyin gündelik yaşamında, kendini moralsiz, üzgün, mutsuz hatta karamsar hissetmesi olarak tanımlayabiliriz. Depresyon şu anda dünyada en fazla yeti kaybı oluşturan hastalıklar sıralamasında dördüncü.

İyi tedavi edilmemiş depresyon; alkol-madde bağımlılığına, başka ruhsal bozukluklara ve bedensel hastalıklara zemin hazırlayabiliyor. Bir kişi için ‘depresyonda’ denildiğinde, bir çeşit ruhsal çökkünlük halinde olduğu anlaşılmaktadır.

Nedenleri;

Depresyonun tek bir nedeni yoktur. Psikolojik, biyolojik ve sosyal faktörlerin her biri depresyona neden olabilir.

Depresyon için risk etkenleri;

  • Erken ebeveyn kaybı
  • Madde ve alkol kötü kullanımı
  • Anksiyete bozuklukları
  • Kadın olmak
  • Erken ebeveyn kaybı
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Ayrı yaşama, boşanmış olma
  • İşsizlik: İşsizlik depresyonda risk etkeni olması yanında işte verimliliği azalmasının önemli nedenlerindendir.
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel kötü davranılma öyküsü
  • Bazı ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonal değişiklikler.

Belirtileri;

  • Karamsar ve kederli duygu-durumu ;
  • Kötümser düşünce içeriği
  • Umutsuzluk
  • Çaresizlik hisleri
  • Hayattan zevk alamama
  • Günlük hayatta her konuda ilgi kaybı yer alır.
  • Kişi günün çoğunda, özellikle sabahları depresiftir. Beraberinde boşluk hissi olur ve her şey anlamsız gelebilir.
  • Motivasyon kaybı nedeniyle gelecekle ilgili hedef belirleyebilmek ve hedefe odaklanabilmek güçleşir.
  • Kaygı ve korkular da bulunabilir. İç huzursuzluğu ve gerginlik hisleri olabilir. Hüzünlü duygu duruma eşlik eden ağlama olabileceği gibi bazı hastalar ağlayamamaktan şikâyetçidir.
  • Geçmişte yaşanmış olumsuz olaylar sık sık akla gelmeye başlar, pişmanlık hissi yoğunlaşabilir
  • Şimdiki zamanda ise hasta kendini sürekli değersiz, yetersiz, ya da suçlu hisseder kendine ve çevreye güvenmekte zorlanır.
  • Alınganlık artar.
  • Yalnızlık hissedilebilir.
  • Gelecekle ilgili olumsuz düşünceler olabilir.
  • Düşünce yavaşlayarak konuşmanın da yavaşlamasına ve azalmasına neden olur.
  • Unutkanlık olur. Dikkat bozulabilir.
  • Yeni bir şeyler öğrenmek güçleşir. Enerji düşer, kişi çabuk yorulur.
  • Uykuya dalmak zorlaşabilir. Gece boyunca uykuda bölünmeler ya da sabaha karşı yorgun bir şekilde uyanma ve tekrar dalamama görülebilir. Tersine, uykuya meyil ve uyku süresinde uzama da olabilir.
  • İştah azalması ve kilo kaybı olabileceği gibi aşırı yemek yeme ihtiyacı da olabilir.
  • Ağır durumlarda kişi kendine zarar verme planları yapabilir ya da zarar verebilir. İntihar düşüncesi /planı / girişimi olabilir.

Depresyon tekrarlar mı?

Depresyon yineleyici bir hastalık. Daha önce yaşanmış olması tekrarlama olasılığını arttırıyor. Depresyonda yineleme için risk etkenleri:

  • Daha önceki depresyondan kalıntı belirtilerin varlığı
  • Aile öyküsü olması
  • Daha önce geçirilmiş depresyonda anksiyete ve madde kullanımının olması
  • Depresyonun 60 yaş üzerinde başlaması

Teşhisi-Tanısı;

Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Yukardaki belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur.

Çocuklarda depresyon görülür mü?

Evet. Çocukluk döneminde de depresyon görülebilir. Tedavi edilmemesi halinde uzayabilir ve erişkinlikte de sürebilir. Çocuklarda depresyon belirtileri bazen erişkinliktekinden ayrılabilir. Okul reddi, hastalık uydurma, ebeveynlerini kaybetme kaygısı, okul sorunları biçiminde kendini gösterebilir.

Depresyon genetik bir hastalık mıdır?

Hem depresyon hem de bipolar bozukluk (iki uçlu hastalık) ailesel yatkınlık gösterir. Yakın akrabalarda bu iki hastalığın görülme sıklığı genel topluma göre 2-5 kat daha fazladır. İkiz çalışmaları da genetiği desteklemektedir. Ancak genetik etkiler yatkınlık düzeyindedir. Depresyon hastalığı çevresel stres etkenlerindeden önemli ölçüde etkilenir.

Tedavisi;

Depresyon tedavisi, kişinin ruh halini ve duygu durumunu etkileyebilen olumsuzlukların giderilmesini amaçlayan tedavi planına verilen isimdir. Depresyon tedavisinde psikoterapi, ilaçlar ve beyin uyarımı teknikleri kullanılır. Etkin bir tedavi ile haftalar içinde kısmi düzelme, 2-4 ay aralığında da tam düzelme elde edilebilir.

Hafif şiddetteki depresyonda psikoterapi, majör stresörün ortadan kalkmasıyla birlikte, tek başına yeterli olabilir. Ayaktan takip edilen orta şiddette bir hastada ise, psikoterapiyle birlikte ilaç tedavisi ya da Mevsimsel depresyonda Fototerapi de uygulanır. İstenen düzelme elde edilemezse ikinci aşamada güçlü bir “beyin uyarım tekniği” olan Manyetik Uyarım Tedavisi (TMU) kullanılabilir.

Ağır durumlarda, intihar riski olan hastalarda hastaneye yatış yapılır ve yoğun bireysel psikoterapi, gerekli durumlarda eş/aile terapisi ve yanında biyolojik tedaviler uygulanır. İlaç ve beyin uyarım teknikleri (TMU, Elektrokonvülsif Tedavi-EKT) yanı sıra, bazı ilaçların damar yoluyla verilmesi gibi farklı tedavi yöntemleri de kullanılabilir.

Tedavi ilk kez depresyon geçirenlerde en az altı ay sürdürülür, sonra kişinin durumuna göre sonlandırma planı yapılabilir. Birkaç kez depresyon geçiren hastalarda ise tedavinin koruyucu amaçlı daha uzun yıllar sürdürülmesi önerilmektedir.

Standart tedavilerle yanıt alamadığımız depresyon hastalarında ağırlıklı olarak Ketamin Infuzyon tedavisi uygulanır.

Günümüzde çoğu insan zaman zaman kendini üzgün ya da depresyonda hissetmektedir. Yoğun yaşam şartları mücadelesi içerisinde bu, normal bir durumdur.

Ancak aşırı mutsuz, umutsuz, yoğun üzüntü içerisinde kendini değersiz hissetmek tarzında duygular içerisinde olup, bu duygular da günlerce sürüyorsa bu durum artık tıbbi bir rahatsızlıktır ve kişinin depresyon tedavisi alması gerekir. Depresyon (klinik depresyon ya da majör depresif bozukluk) yaygın ve ciddi bir ruh hali, duygudurum bozukluğudur. Depresyon tanısı konulan kişiye bir uzman tarafından depresyon tedavisi planlaması yapılması gerekmektedir.

Depresyon günlük hayatı etkileyerek, üretkenliğin düşmesine, ilişkilerin bozulmasına hatta sıklıkla da sağlık durumunun bozulmasına neden olabilir. Depresyon tedavisi yapılmazsa kişide; astım, kalp ve damar rahatsızlıkları, diyabet, kanser, obezite gibi rahatsızların ilerlemesine neden olabilir.

Depresyon tedavisi kişiye özeldir. Çünkü depresyon kişileri aynı şekilde etkilenmez. Bir kişi için işe yaratan tedavi başkası için işe yaramayabilir. Depresyonu tedavi etmek için en iyi yol tedavi seçenekleri hakkında bilgi sahibi olmak ve bunları ihtiyacı karşılayacak şekilde uyarlamak olacaktır.

Depresyon da zihinsel bir rahatsızlık sayılmaktadır. Ancak tedavi edilebilmektedir. Depresyonlu kişilerin yaklaşık yüzde 85’i tedaviye olumlu yanıt vermektedir. Tedavi sonrasında neredeyse tüm hastalarda semptomların azaldığı ve yaşam kalitesinin arttığı gözlemlenir.

Bir tanı ya da tedaviden önce uzman bir hekimle görüşülmeli ve fiziki bir muayene de dahil olmak üzere ayrıntılı teşhis sürecinden geçilmelidir. Depresyonun tiroit problemi gibi tıbbi bir durumdan kaynaklanmadığına emin olmak için de kan testi yaptırılmalıdır. Durumu değerlendirmek, bir tanı koymak ve bir hareket planı belirlemek için spesifik semptomları, ailenin tıbbi geçmişini, çevresel faktörleri tespit etmek önemlidir.

Depresyon tedavisinde, antidepresan kullanımının ilk haftalarında bir miktar iyileşme olsa da asıl fayda iki ya da üç ay sonrasında görülmeye başlar. Hasta, birkaç hafta sonrası iyileşme hissederse veya hissetmediği durumlara göre uzman doktor ilaçların dozajını arttırabildiği veya eksiltebildiği gibi ilaçları da değiştirebilir. Doktorlar, genel olarak semptomlar düzelmiş olsa bile altı ya da daha fazla ay boyunca ilaç kullanımına devam edilmesini önermektedir.

Depresyon tedavisinde psikoterapi sıklıkla kullanılmaktadır. Orta ve şiddetli depresyon tedavilerinde ise antidepresan ilaçlar kullanılır. Psikoterapide, depresyonun ciddiyetine bağlı olarak, süreç birkaç hafta veya daha uzun da sürebilir. Ortalama 10 ile 15 seans sonrasında önemli gelişmeler elde edilir.

Depresyon tedavisinde, elektrokonvülsif tedavi (ECT), hastanın diğer tedavilere cevap vermediği şiddetli majör depresyon ya da bipolar bozukluğu olan durumlarda başvurulan bir tedavi yöntemidir. Bu tedavide anestezi altındaki hastanın beynine kısa elektrik akımları verilir. Bu tedavi, uzman psikiyatr, anestezi uzmanı ve bir hemşire gibi eğitimli tıbbi profesyonellerden oluşan bir ekip tarafından uygulanır.

Yeniden hastalanmamak için ne yapılmalıdır?

Bu konuda en uygun yol doktorunuzun önerilerine uymaktır. Yineleyen depresyonlarda en önemli neden gerek ilacın dozu gerekse tedavi süresi açısından yetersiz tedavidir. Doz ve tedavi süresine uymak depresyondan yüksek oranda korunmayı sağlar.

Çevresel nedenlerin belirgin olduğu durumlarda stres etkenlerini azaltacak veya kontrol edecek önlemler depresyonun yinelemesini azaltabilir. Örneğin aile içi iletişim sorunlarının belirgin olduğu durumlarda aile veya bireysel psikoterapi yarar sağlayabilir.

Paylaşın

Demiyelinizan nedir? Belirtileri, Tedavisi

Demiyelinizan sinir hücrelerinin miyelin kılıflarının hasar gördüğü bir sinir sistemi hastalığıdır. Miyelini etkileyen hastalıklar etkilenen sinirlerdeki sinyallerin iletilmesini bozar. İletim yeteneğinde azalma, hasar görmüş sinirlerde duyu yitimi, hareket, biliş veya diğer işlevlerin eksikliğine neden olur.

Sinir hücrelerinden oluşan sistem elektrik kablolarına benzetilebilir. Sinir hücresi boyunca ilerleyen iletinin kayıpsız olarak hedefe hızlıca ulaşması için dışarıdan yalıtılmış olması gerekir. Sinir hücresi dışını kaplayan miyelin, uyarının hızlıca ilerlemesine olanak sağlayacak şekilde yalıtım görevi üstlenir.

Yapısal olarak başlangıçta normal olan miyelinin radyasyon gibi çevresel sebeplerle veya kalıtım, mikrobik etkenler gibi biyolojik nedenlerle yeterli işlev gösterememesi  sonucu ortaya çıkan sinir sistemindeki ileti yitimi, demiyelinizan hastalık olarak değerlendirilir. Örneğin, hareketten sorumlu sinir sisteminde gelişecek demiyelinizan hastalık kuvvet azalmasına, hareketi doğru yapamamaya veya felce yolaçabilir.

Demiyelinizan hastalıklar, ömür boyu süren ve ilerleme gösterebilen hastalıklardır. Tedavi ile  myelinin kılıfı ve sinir hücre yapısının bozulmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Beyin dokusu veya omurilikte yapılan MR incelemelerinde bu bozulmalar beyaz lekeler şeklinde görülmektedir. Ayrıca beyin omurilik sıvısında bağışıklık sisteminin durumu ile ilgili laboratuar incelemeleri de yapılmaktadır.

Demiyelinizan hastalıklar çok ciddi ve tedavisi zor hastalıklarıdır. İleri düzeyde bilgi ve deneyim gerektiren bu hastalıkların tanı ve tedavisi  için hastanemiz ve doktorlarımız gerekli  olan donanıma ve tecrübeye sahiptir.

Miyelin kılıf nedir?

Miyelin kılıf; sinir hücresinin elektriksel uyarıyı taşıyan uzun ve silindir biçimindeki akson adlı parçasının çevresini saran ve onu koruyan bir kılıftır. Sinir sisteminde tüm hücreler miyelin kılıfa sahip değildir.

Miyelinsiz nöronlar üzerinde sinyal iletimi saniyede 50 santimetre kadarken, miyelinli nöronlarda bu hız saniyede 120 metre kadardır. Bu bakımdan miyelin kılıf; sadece aksonu korumakla kalmaz, bunun yanı sıra elektrik akımının iletimini de hızlandırır ve ileti kaybını önler. Miyelin kılıfa bir zarar gelirse sinyal iletimi bozulur ve yavaşlar.

Merkezi ve çevresel sinir sisteminde miyelin kılıf farklı hücreler tarafından üretilmektedir. Merkezi sinir sisteminde oligodendrosit hücreleri tarafından, çevresel sinir sisteminde ise Schwann hücreleri tarafından yapılırlar.

Demiyelinizan – Dismiyelinizan farkı nedir?

Demiyelinizan hastalıklarda normal üretilmiş olan miyelin kılıf yapısının yıkımı söz konusudur. Dismiyelinizan hastalıklar ise miyelin kılıf yapısının hatalı yapımı ya da hatalı yıkımı ile ortaya çıkar.

Demiyelinizan hastalıklar neden olur?

Demiyelinizan hastalıklarda normal miyelin kılıf yapısı çeşitli nedenlerle bozulur. Bazı enfeksiyon hastalıkları, bağışıklık sisteminde rol olan hücrelerin kendi hücrelerine saldırmasıyla karakterize otoimmün hastalıklar, alkol gibi bazı toksik maddeler, B12 vitamini eksikliği ve beyin damar hastalıkları miyelin kılıf üretimini bozarak ya da oluşan miyelin kılıfa zarar vererek hastalık tablosu oluşmasına neden olabilir.

Demyelinizan hastalıklar nelerdir?

Çok sayıda hastalığı kapsayan demyelinizan hastalıklar arasında en çok bilinen ve yaygın olarak görülen hastalık Multiple Skleroz (MS)’dur. MS, otoimmun mekanizmayla ortaya çıkar. Akut disemine ensefalomyelit (ADEM) ve Devic hastalığı daha çok merkezi sinir sistemini ilgilendirirken; Guillain–Barre sendromu ve periferik nöropatiler (çevresel sinir sistemindeki miyelinlerin harabiyeti) çevresel sinir sisteminde hastalığa yol açmaktadır.

Demiyelinizan hastalıkların belirtileri nelerdir?

Çok geniş bir hastalık yelpazesine sahip demyelinizan hastalıklar grubunda sinir sisteminin tutulduğu bölge ve hastalığın etkilediği nöron gruplarının işlevine göre farklı klinik tablolar ve belirtiler ortaya çıkmaktadır. Ancak yaygın olarak görülen belirtiler arasında; kol ve bacaklarda güçsüzlük/his kaybı, çift görme (diplopi) veya bulanık görme, konuşma ve yürüme gibi temel motor faaliyetlerde aksama, bellek-konsantrasyon-dikkat bozukluğu gibi bilişsel yakınmalar sayılabilir.

Demiyelinizan hastalıklara nasıl tanı konur?

Demyelinizan hastalıklar grubundaki hastalıkların tek bir tanı koyma yöntemi yoktur. Genellikle tüm tanı gereçleri birlikte değerlendirilerek tanı konur. Hastadan alınan öykü, nörolojik muayene bulguları, beyin ve spinal (omurilik) MR (manyetik rezonans) bulguları, bazı durumlarda beyin-omurilik sıvısı bulguları (belden su alarak) ve gerektğinde de elektrofizyolojik bazı testlerle tanı konur. Çok nadiren diğer tanı olasılıklarını dışlamak için sinir biyopsisi yapılması gerekebilir.

Demiyelinizan hastalıklar nasıl tedavi edilir?

Tedavi modelleri hastaya özgüdür. Hastalığın ilerleme seyrine ve semptomların ciddiyetine bağlıdır. Semptomların yönetimi veya demiyelinizasyon oranının yavaşlaması ile hastanın yaşamında iyileşmeler sağlanabilir.

İlaç tedavileri, yaşam tarzı değişiklikleri (sigarayı bırakma ve beslenme tarzı değişiklikleri vb.), fiziksel egzersizin teşvik edilmesi ve hasta eğitimi hastalık yönetiminde tercih edilebilen yöntemlerdir.

Paylaşın

Demir eksikliği nedir? Belirtileri, Tedavisi

Toplumda kansızlık olarak bilinen demir eksikliği anemisi, kandaki kırmızı kan hücrelerinin yapısında oksijenin taşınması ve bu hücrelerin kırmızı olmasını sağlayan hemoglobin miktarının azalmasıdır. Demik eksikliği dünyada en çok görülen anemi yani kansızlık türüdür.

Demir eksikliği, kadınların %35’inde, erkeklerin ise %20’sinde ortaya çıkan önemli bir sağlık problemidir. Gebe kadınlarda ise bu oran %50’ye kadar çıkmaktadır.

Demir eksikliği anemisi genellikle başarı ile tedavi edilebilir. Tedavi durumun nedenine ve ağırlığına bağlıdır. Tedavide beslenmenizde değişiklik, ilaçlar ve cerrahi girişim yer alabilir. Ağır demir eksikliği anemisinde hastanede tedavi, kan nakli, demir enjeksiyonları veya damar içi demir tedavisi gerekebilir.

Nedenleri;

  • Gebelik
  • Emzirme dönemi
  • Sık aralıklarla doğum yapmak
  • Büyüme çağında olmak
  • Ergenlik dönemi şekilde sıralanabilir.

Yetersiz demir alımı sonucu demir eksikliği nedenleri ise;

  • Yetersiz ve dengesiz beslenme
  • Demir yönünden zengin olan et, karaciğer ve diğer sakatatların tüketilmediği vejeteryan beslenme şeklidir (Bitkisel gıdalarda yeterli miktarda demir bulunmasına rağmen, bulunan form vücutta zayıf şekilde değerlendirilebilir. Hayvansal kas yapısındaki miyoglobin ise çok kolay emilebilir demir içerir.).

Vücuttan demir kaybı sonucu eksiklik nedenleri;

  • Adet kanamalarının şiddetli olması
  • Mide ülseri, hemoroid, kaza gibi nedenlerle aşırı kan kayıplarının ortaya çıkması
  • Aşırı egzersiz yapılması nedeniyle idrar ve terle demir gibi mineral ve diğer eser elementlerin kaybında artış olmasıdır.

Yukarıda sayılan nedenlere ek olarak aşağıdaki faktörler demir eksikliğine neden olabilir:

  • Mide asit salgısının yetersiz olması
  • Mide ya da onikiparmak bağırsağında ülserler olması
  • Mide ya da ince bağırsağın bir kısmının operasyonla alınması
  • Vücuda alınan demirin, çölyak gibi hastalıklar nedeniyle bağırsaklar tarafından yeterli düzeyde emilim olmaması
  • Çay, kahve, kola gibi kafeinli içecekler yemeklerle birlikte tüketildiğinde demir emilimini önemli oranda engellemesi
  • Kalıtsal demir eksikliği
  • Emilimi bozan ilaçların kullanımı

Belirtileri;

Demir eksikliğine bağlı kansızlık bazı durumlarda belirti göstermez. Demir eksikliği rutin sağlık kontrollerinde yapılan kan tahlillerinde teşhis edilebilir.Demir eksikliğinin belirtileri arasında;

  • Cilt solgunluğu,
  • Vücutta güçsüzlük, yorgunluk,
  • Konsantrasyon bozukluğu,
  • Baş ağrısı,
  • Ellerde ve ayaklarda uyuşma,
  • Sinirlilik hali,
  • Kulakların uğuldaması,
  • Dudaklarda çatlaklar ve ağız kenarında yaralar,
  • Tırnakların çabuk kırılması,
  • Saçlarda dökülme sayılabilir.

Demir eksikliğinin ileri derece belirtileri arasında; çarpıntı, toprak veya buz yeme, yavaşlayan tiroit fonksiyonları ve huzursuz bacak sendromu gibi durumlar da görülür. Çocuklarda demir eksikliği belirtilerinde ise karşımıza çocuklarda yürüme-oturma-konuşmasında gecikme, öğrenmede güçlük  ortaya çıkabilir.

Teşhisi; 

Demir eksikliği genellikle başka amaçlarla yapılan ya da rutin kan sayımı sırasında tespit edilir. Demir eksikliği durumunda, vücut önce demir depolarını boşaltır. Bu rezervler tamamen tükendiği zaman demir eksikliği anemisi ortaya çıkar. Bu sebeple demir eksikliğinin erken teşhisi için demir depolarının durumunu gösteren kan testlerinin yapılması gerekir.

Demir eksikliğini düşündüren şikâyetleriniz varsa bir sağlık kuruluşuna başvurabilirsiniz. Doktorunuz yaşam ve besin alışkanlıklarınızı sorgulayacak ve aynı zamanda önceden var olan hastalıkları ve ilaçları içeren  ayrıntılı bir tıbbi öykü incelemesi yapacaktır. Öte yandan, genç kadınlarla adet döneminin sıklığı, süresi ve ciddiyeti hakkında sorular sorar. Yaşlılara ise sindirim sistemi, idrar ve genital organlardan kanama olup olmadığını araştırır. Kansızlık nedeninin bilinmesi tedavinin başarılı olabilmesi için kilit noktayı oluşturur.

Demir dengesi hakkında kesin bilgi ancak kan testleri ile mümkündür. Testlerle hemoglobin, hematokrit, eritrosit sayısı, transferin gibi çeşitli parametrelere bakılarak tanı konulmaya çalışılır.

Tedavisi;

Demir eksikliği anemisi tedavisi altta yatan nedene ve durumun ağırlığına göre değişir. Tedavi yöntemleri arasında beslenme tarzı değişiklikleri, takviyeler, ilaçlar ve cerrahi girişim bulunur. Ağır demir eksikliği anemisi hastanede yatarak tedavi gerektirebilir, kan nakli, demir enjeksiyonları veya damardan demir tedavisi uygulanması gerekebilir. Demir eksikliği anemisinde tedavinin amaçları altta yatan nedeni iyileştirmek ve alyuvar, hemoglobin ile demir düzeylerini normale getirmektir.

Beslenme değişiklikleri ve takviyeler;

Demir;

  • Demir düzeylerinizi olabildiğince hızla yükseltmek için demir takviyesi almanız gerekebilir. Demir takviyeleri düşük demir düzeylerini aylar içinde düzeltebilir. Takviyeler tablet halinde veya çocuklar için damla şeklindedir.
  • Demirin fazlası zararlı olabilir, Bu nedenle demir takviyelerini sadece doktorunuzun önerdiği şekilde almanız gerekir. Demir takviye ilaçlarını çocukların erişemeyeceği yerlerde bulundurun. Böylece yanlışlıkla aşırı doz demir almaları önlenebilir.Demir takviyelerinin dışkının renginde koyulaşma, mide rahatsızlıkları ve yemek
  • borusunda yanma hissi gibi yan etkileri olabilir. Demir ayrıca kabızlık yapabilir, bu nedenle doktorunuz dışkı yumuşatıcı bir ilaç kullanmanızı da önerebilir.
  • Doktorunuz demirden zengin gıdaları daha fazla tüketmenizi isteyebilir. En iyi demir kaynakları özellikle sığır eti ve ciğer olmak üzere kırmız ettir. Tavuk, hindi, balık ve kabuklu deniz ürünleri de iyi birer demir kaynağıdır.
  • Vücut kırmızı etteki demiri diğer gıdalardakine göre daha iyi emilime uğratır. Bununla birlikte, diğer gıdalar da demir düzeylerinizin yükseltilmesinde yararlı olur.
  • Etin dışında, demir kaynağı olan gıdalar arasında şunlar bulunur:
  • Ispanak ve diğer koyu yeşil yapraklı sebzeler
  • Yer fıstığı, fıstık ezmesi ve badem
  • Yumurta
  • Bezelye, mercimek, beyaz ve kırmızı fasulye
  • Üzüm, kayısı ve şeftali gibi meyvelerin kurutulmuşları
  • Erik suyu
  • Demir mısır gevreği, ekmek ve makarna gibi bazı gıdalara eklenebilir. Paketlenmiş gıdalarda o gıdanın ne kadar demir içerdiğini üzerlerinde yazan “beslenme bilgi”sinden öğrenebilirsiniz. Paketlerin üzerinde günlük ihtiyacınız olan demirin yüzde kaçını içerdiği yazar.

C Vitamini

  • C vitamini vücutta demir emilimine yardımcı olur. C vitamini bakımından zengin gıdalar meyve sebzelerdir, özellikle tropikal bir meyve olan guava, tatlı kırmızıbiber, kivi, portakal ve portakal suyu, yeşilbiber ve greyfurt suyu iyi birer C vitamini kaynağıdır.
  • İlaçlar kullanıyorsanız doktorunuza ya da eczacınıza greyfurt ve greyfurt suyu tüketip tüketemeyeceğinizi sorun. Bu meyveler bazı ilaçların gücünü ve yararlılığını etkileyebilir.
  • C vitamini bakımından zengin olan diğer meyveler çilek, kavun, papaya, ananas ve mangodur. C vitamininden zengin sebzeler arasında sebze ve domates suları, Brüksel lahanası, kohlrabi (Akdeniz turpu), brokoli, tatlı patates, ve kıvırcık lahana bulunur.
  • Taze ve dondurulmuş meyve sebzelerde, konservelere oranla daha fazla C vitamini bulunur.

Kanamanın durdurulması için uygulanan tedaviler;

  • Demir eksikliği anemisine kan kaybı neden oluyorsa, tedavi de kanamanın sebebine yönelik olacaktır. Örneğin, kanayan bir ülseriniz varsa doktorunuz ülseri tedavi etmek için antibiyotikler ve diğer ilaçlar yazabilir.
  • Kan kaybınız bağırsağınızdaki bir polipe veya kanserli bir tümöre bağlı ise bunların çıkarılması için ameliyat olmanız gerekebilir.
  • Kan kaybınız menstruasyon kanamasının aşırı olmasından kaynaklanıyorsa doktorunuz bunu azaltmak için doğum kontrol hapı yazabilir. Bazı durumlarda cerrahi girişim önerilebilir.

Ağır demir eksikliği anemisinde tedaviler;

  • Demir eksikliği aneminiz şiddetli ise, alyuvar nakli gerekebilir. Kan nakli, sık uygulanan ve oldukça güvenli bir işlemdir. Toplardamarlarınızdan birinin içine kan verilir. Kan naklinde alıcı ile vericinin kanlarının uyuştuğundan emin olmak gerekir.
  • Alyuvar nakli aneminizi hızla düzeltir. Alyuvarlar ayrıca vücudunuzun tekrar kullanabileceği bir demir kaynağı da sağlar. Bununla birlikte, nakiller sadece kısa süreli bir tedavidir. Doktorunuzun aneminin nedenini bulup tedavi etmesi gerekir.
  • Demir ayrıca kas içine veya bir kanül vasıtasıyla damar içine de verilebilir. Ancak, damardan demir tedavisinde bazı güvenlik çekinceleri bulunur. Bu işlemin bir hastanede veya bir klinikte, deneyimli personelin varlığında yapılması gerekir. Bu tedavi genellikle uzun dönem demire gereksinimi olan, ancak ağızdan demir takviyesi alamayan veya demir eksikliği anemisi için bir an önce tedavi edilmesi gereken kişilere uygulanır.

Demir eksikliği anemisi nasıl önlenebilir?

  • Demirden zengin gıdalar içeren dengeli bir beslenme demir eksikliği anemisinin önlenmesinde yardımcı olur.
  • Besinlerle yeteri kadar demir alamıyorsanız (doktorunuzun yazdığı şekilde) demir takviyesi alınması da demir eksikliği anemisi riskinizi azaltabilir.
  • Beslenme ve takviyelerle ilgili daha fazla bilgi için “Demir Eksikliği Anemisi Nasıl Tedavi Edilir?” bölümüne bakınız.
  • Özel önlemlerle bu durum açısından riski açısından en fazla risk altında olan gruplarda (bebekler, küçük çocuklar ve kadınlar) demir eksikliği anemisinden korunabilir.

Bebekler ve küçük çocuklar;

  • Bir bebeğin beslenme şekli demir eksikliği anemisi açısından risk altında olup olmadığına etki eder. Örneğin, inek sütünde demir azdır. Bu ve diğer nedenlerden ötürü ilk bir yıl içinde bebeklere inek sütü verilmesi önerilmez. İlk yıldan sonra bebeğinizin içtiği inek sütü miktarını sınırlamanız gerekebilir.
  • Ayrıca, bebekler büyüyüp katı gıda yemeye başladıklarında da daha fazla demire gereksinim duyarlar. Sağlıklı bir beslenme rejimi ve çocuğunuzun yeterli demir almasına yardımcı olacak gıda seçimleri hakkında çocuğunuzun doktoruyla görüşün.
  • Çocuğunuzun doktoru demir damlası önerebilir. Bununla birlikte, çocuklara çak fazla demir vermek de zararlı olabilir. Doktorun bilgilendirmelerine uymak ve demir takviyeleri ile vitaminleri çocuklardan uzak tutmak önemlidir. Çocuğun açamayacağı şekilde paketlenmiş takviyeler çocuklarda aşırı doz alımını önlemekte yararlı olabilir.

Kadınlar;

  • Çocuk doğurma çağındaki kadınlara özellikle aşağıdaki durumlar varsa demir eksikliği anemisi tarama testleri yapılabilir:
  • Demir eksikliği anemisi öyküsü
  • Adet kanamalarının çok fazla olması
  • Demir eksikliği anemisi açısından diğer risk faktörlerinin varlığı
  • Hamile kadınlarda gebelik süresince yapılan kontrollerde anemi taraması da uygulanır. Ayrıca doktorunuz demir takviyesi yazabilir veya demirden zengin gıdalar tüketmenizi önerebilir.
Paylaşın

Dekübitis nedir? Nedenleri, Tedavisi

Dekübitis (Basınç Ülserleri/Yaraları); Kronik rahatsızlıklar nedeniyle veya operasyon sonrası dönemlerde kemik çıkıntılı bölgelere   dışardan  veya vücudun kendi ağırlığıyla basınca maruz kalması sonucu oluşan doku nekrozudur (canlı dokunun ölümü).

Genellikle yatağa bağımlı veya yarı bağımlı, hareketi azalmış, şişman, beslenmesi bozuk, kronik hastalıkları olan (diyabet,koah ,periferik damar hastalığı vs.) sigara içen, damar dolaşımı bozulmuş, ileri yaş bireylerde görülür.

Basınç ülseri oluşumuna sebebiyet veren doku hasarının meydana gelmesindeki en önemli neden, basınç oluşumudur. Doku hasarının boyutu, oluşan baskının yoğunluğuna ve kılcal damar kompresyonunun süresine bağlıdır.

Basınca maruz kalma  biçimleri

  • 2 saati geçen aynı pozisyonda yatmak yada oturmak,
  • Yatak çarşaflarının kırışık yada katlanmış olması,
  • Oturulan  veya yatılan yerde bir objenin unutulmuş olması( enjektör kapağı,hasta bakımında kullanılan sert malzemeler,vs)
  • Vücudun dolaşımını engelleyecek şekilde dar giysi veya aksesuar/aparatların  olması (aşırı sıkan korse,bandaj,uygun ölçüde kullanılmayan  trakeotomi kanülü,uygunsuz yastık ve yatak seçimi, süs eşyaları ,vs)

Basınç yaralarının oluşumunu etkileyen faktörler;

Sistemik faktörler;

  • Diyabet
  • Kronik akciğer veya dolaşım  hastalıkları
  • Hareketsiz kalmaya sebep olan hastalıklar( inme, alzheimer, hareketi kısıtlayan ameliyatlar,beyinde hasar görülen hastalıklar)
  • Obezite
  • Malnutrisyon (beslenme bozukluğu)
  • Vitamin, mineral eksiklikleri,
  • Sıvı-elektrolit  eksikliği
  • Vücudun genel işleyişini bozan hastalıklar(anemi, böbrek yetmezliği vs.)

Çevresel faktörler;

  • Yaşanan ortamın ısı/nem oranı
  • Ortam havasının  temizliği ve yenilenmesi
  • Bakım veren kişilerin bilgi düzeyi ve kabiliyeti
  • Basınca sebep olacak yatak /yastık seçimi
  • Basıncı arttırabilecek  vücuda temas eden materyallerin yanlış seçimi (naylon içeren giysiler, çarşaf, nevresim)
  • Yara oluşumunu arttıran cilt ortamı( idrar,gaita veya vucut sıvılarına uzun süre maruz kalmak)
  • Cildin özbakımının yetersizliği veya yanlış sürdürülmesi( banyo, cilt nemlendirme,cilt temizleme)
  • Yetersiz beslenme
  • Yetersiz sıvı alımı
  • Ciltteki sürtünmeye sebep olan davranışlar
  • Diğer faktörler
  • Yaş
  • Cinsiyet
  • Ağırlık
  • Duysal  algıda bozulma
  • İletişim eksikliği

Basınç yarası/ülserleri vücudun hangi bölgelerinde görülür?

  • Topuk
  • Baldırın arkası
  • Kuyruk sokumu
  • Dirsek
  • Kürek kemiği
  • Kafanın arkası
  • Ayak önyüzü /ayak bileğinin üstü
  • Diz
  • Üst baldır ön yüz
  • Leğen kemiği çıkıntısı ön yüz
  • Göğüs bölgesi
  • Omuz önyüz çıkıntısı
  • Yanak ,kulak kepçesi
  • Ayak altında topuğa yakın bölgede

Basınç yarası nasıl tedavi edilir?

Basınç yarası yönetimi ,yara bakım hemşiresi başta olmak üzere yara bakım ekibi tarafından yürütülür.Basınç  yarası değerlendirildikten sonra ilk iş basınç ortadan kaldırılmalıdır. Basınç yaralarına bakım yapılırken  iyi bir hemşirelik süreci ve bakım planı gerçekleştiğinde yara iyileşmesi daha hızlı olacaktır.

Bakım veren kişilere, hastaya ve yakınlarına basınç yaralı hastalara özel olarak belirlenen ,evde bakım  eğitimleri verilir.(Beslenme, Yaşam tarzı değişikliği,hasta bakımı,günlük aktiviteler,özbakım ,uğraşı terapisi,vs.)

Yara bakımı ve takipleri ilgili uzman ekip tarafından yapılır.

Basınç yarası oluşumunu etkileyen sistemik faktörlerin tedavisi için ilgili tüm uzmanlardan tıbbi görüş alınır, gerekli kan ve görüntüleme  tetkikleri yapılır. Sonuçlara ve tıbbi görüşler doğrultusunda yara bakımı seyri devam eder.

Yara bakımları yaranın durumuna göre özel yara bakım ürünleri ile sürdürülür. Yara iyileşmesi tamamlandıktan sonra yaradan korunma eğitimleri verilir.

(Kaynak: lifemed.com.tr)

Paylaşın

Dehidratasyon (Dehidrasyon) nedir? Tedavisi

Dehidratasyon (Dehidrasyon); Vücudun aşırı sıvı kaybetmesi ya da yeteri kadar sıvı alamaması olarak tanımlanabilir. Başka bir tanımla, vücudun fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gereken sıvı miktarının karşılanamaması durumunda dehidrasyon meydana gelir.

Kaybedilen sıvının miktarına göre hafif, orta ve şiddetli olmak üzere 3 şekilde incelenir. Ağır dehidrasyon insan hayatını ciddi derecede tehdit eden önemli bir sağlık problemidir. Dehidrasyonun derecesi hem vücut belirtilerine hem de idrar testi, böbrek fonksiyon testi ve kan testlerine bakılarak değerlendirilir. Çocuklar, bebekler, yaşlılar ve kronik hastalığa sahip olanlar sıvı kaybına daha duyarlıdır. Özellikle yaşlılar ve bebekler susadıklarını tam olarak söyleyemedikleri için çok daha ciddi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalabilir.

Dehidratasyon nasıl oluşur?

  • Yoğun egzersiz yapılması durumunda vücut ısısının yükselmesi sonucunda ve ayrıca egzersiz devam ederken beynin susama durumunu baskılaması sonucunda dehidratasyon oluşabilir.
  • Bağırsak rahatsızlıklarına bağlı olarak sıvı ve elektrolit kaybının artması sonucunda ortaya çıkar.
  • Uçakta dehidratasyon yüksek rakımda bulunma durumlarında oluşur. Rakım yükseldikçe, oksijen seviyesi azaldıkça, nefes alıp verme hızı artış gösterir ve kalp ritmi artar. Bu durumda da vücut daha çok sıvı tüketmeye ve tükettikçe daha fazlasını dışarıdan almaya ihtiyaç duyar. Dehidratasyon aniden olan bir durum değildir, vücuda sıvı alınmadıkça yavaş yavaş etkileri ortaya çıkar. Bu nedenle düzenli olarak sıvı tüketmeyi ihmal etmemek gerekir.

Dehidratasyon belirtileri nelerdir?

Bu rahatsızlığın belli başlı belirtileri aşağıdaki gibidir:

  • Artan vücut ısısı
  • Dudaklarda çatlama gibi cilt kuruması örnekleri
  • Baş dönmesi
  • Sersemlik ve uykulu olma hali
  • Çok su içmenize rağmen azalmayan susuzluk hissi
  • Baş ağrısı
  • Koyu renkli idrar
  • Ağızda kuruma

Dehidrasyon tedavisi;

Dehidrasyon tedavisinde amaç, kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin yerine konulmasıdır. Dehidrasyon derecesine ve nedenine göre hastalığın tedavisi belirlenir. Genellikle hafif ve orta derecedeki dehidrasyonda su tüketiminin artırılması en uygun çözümdür. Aşırı egzersize bağlı olarak gelişen sıvı kayıplarında elektrolit içeren sıvılar tercih edilebilir. Ağır dehidrasyon tablosunda ise hastanın en yakın sağlık kuruluşuna götürülmesi ve tedavinin doktor tarafından yapılması gerekir.

Not: Dehidrasyonun teşhisi ve tedavisi için aile hakimine ya da dahiliye doktoruna gidilebilir. Çocuklarda yaşanan dehidrasyon problemi için ise çocuk sağlığı konusunda uzmanlığına yapmış doktorlara gidilmesinde fayda vardır. Hastanın kaybettiği sıvı ve elektrolitler damar yoluyla verilir ve özellikle hayati önem taşıyan vakalarda hastanın hastaneye getirilmesi oldukça önemlidir.

Paylaşın

Dandy Walker sendromu nedir? Tedavisi

Dandy Walker sendromun beyin omurilik sıvısının dolaştığı ve beyinde yer alan dördüncü ventrikül adı verilen boşluğun anormal gelişmesi durumudur. Beyinde oluşan bir anormalliktir. Dandy Walker sendromu zamanla zeka geriliğine yol açabilir, kafa basıncının artmasına ve kafatasının büyümesine neden olur.

Dandy Walker sendromunun neden kaynaklandığı henüz tam olarak bilinemese de, anne karnında bebeğin yetersiz gelişiminden kaynaklandığı düşünülmektedir.

Belirtileri;

Hastalığın belirtileri çoğunlukla erken çocukluk döneminde baslar. Başlıca belirtiler çocuğun noro-motor ve zeka gelişiminin geri kalması ve bas çevresinde meydana gelen büyümedir. Bu, vücutta genel anlamda sinir sistemi ile kas-iskelet sisteminin birlikte, sistematik, yasa uygun ve olması gereken gelişiminin geri kalması anlamına gelmektedir.

Bunun sonucunda çocukta ileri yaslara doğru anormal kas tonusu ve kasılmaları nedeni ile spastik vücut posturu yani spastisite ve zeka gelişiminde yetersizlik ortaya çıkmaktadır. Hastaların yaklaşık yarısında zeka gelişimi ve IQ düzeyi normal kalmaktadır. Hastalık belirtileri hastalığı oluşturan anormalliklerin ağırlık derecesine bağlıdır. Bazı çocuklar hiçbir belirti görülmeden de belirli bir yasa kadar gelebilirler. Hatta bazen erişkin yasa kadar hastalık fark edilmemekte ve başka bir nedenle yapılan tetkiklerde tesadüfen ortaya çıkmaktadır.

Bazen tek hastalık belirtisi aile tarafından fark edilen bas çevresindeki anormal artış ve çocuğun başının giderek büyümesidir. Erken çocukluk veya bebeklik döneminde fark edilmeyen hastalar ileri yaslarda kafa içi basınç artışı belirtileri (kusma, sara türü nöbetler, huzursuzluk) veya beyincik fonksiyon bozukluğuna ait belirtiler (denge bozukluğu, sendeleme, ve gözlerde sağa sola bakışta anormal titremeler) ile başvurabilirler.

 Tedavisi;

Dandy Walker sendromunun maalesef henüz tam olarak tedavisi bulunamamıştır. Ancak düzenli takiple bazı başarılar elde edilebilir. Tabi bunda hastalığın hangi boyutta olduğu da önemlidir. Bazı durumlarda hasta çocuğa shunt adı verilen bir cihaz takılır. Bu cihazla omurilik sıvısı karın boşluğuna aktarılır ve böylece kafa basıncının artması engellenmiş olur. Bu sayede kafa çevresinin genişlemesi de engellenebilir.

Shunt her hastaya takılamaz ve takılabiliyor olsa bile kullanan her hastada aynı başarı elde edilemeyebilir. Hastaların yaklaşık olarak %50’sinde görülen zeka geriliğine ise bir tedavi yöntemi yoktur. Bununla birlikte hastalara düzenli egzersiz yapması önerilir. Dandy Walker sendromu hastalığı olan çocukların düzenli olarak gelişim nörologları, beyin cerrahları ve fizyoterapistler tarafından kontrollerinin yapılması gerekmektedir.

Paylaşın

Dakriosistit nedir? Belirtileri, Tedavisi

Dakriosistit (Gözyaşı Kesesi İltihabı) göz yaşının tıkanması yada fazla çalışmasından oluşur. Kornea ve konjonktiva epitelini örten ve gözün sağlıklı kalmasını sağlayan gözyaşının salgılanması refleks ve temel olmak üzere 2 şekilde olur.

Temel salgılama ile musin, aköz ve lipid tabakalar üretilir. Refleks salgılamadan sorumlu olan lakrimal gland için stimulus kaynakları trigeminal, fasial sinirler ve servikal sempatik zincirdir.

Gözyaşının görevleri;

  • Küçük yüzey epitel düzensizliğini ortadan kaldırarak korneayı pürüzsüz optik bir yüzey haline getirir.
  • Kornea ve konjonktivanın hassas yüzey epitelini nemlendirir.
  • Korneaya gerekli oksijen ve besleyici maddeleri sağlar.
  • Antimikrobiyal aktivite ile mikroorganizmaların üremesini inhibe eder.

Dakriosistit, gözyaşı kesesinin inflamasyonu olan dakriyosistit en sık karşılaşılan gözyaşı sistemi enfeksiyonudur. Nazolakrimal kanal stenozuna sekonder olarak konjenital, akut ve kronik formda olabilir. Bebeklerde ve 40-50 yaşları arasında daha sıktır, daha çok kadınlarda görülür. Çeşitli nedenlere bağlı gelişebilmekle birlikte çoğu vakada ana etken nazolakrimal kanalın tıkanması ile gözyaşı drenajının engellenmesidir.

Nazolakrimal kanalın tıkanması ve gözyaşı retansiyonu sekonder enfeksiyona yol açar ve lakrimal kese distansiyonuyla birlikte ağrı, ödem ve eritem çoğu zaman izlenir. Kese üzerine bastırmakla mukopürülan materyal kanalikülden dışarı doğru çıkar.

Akut dakriyosistitte etken genellikle Gr (+) bakterilerdir. Özellikle diyabet hastalarında Gr(-) bakteriler de yaygındır. Komplikasyon olarak dakriosistosel, kronik konkonktivit ve çevre dokulara yayılımı sonucu orbital ve fasyal selülit gelişebilir.

Tedavisinde topikal antibiyotiklerin etkisi sınırlıdır. Geniş spektrumlu oral antibiyotik çoğu vakada etkindir. Ağır vakalar için özellikle selülit ve orbital ekstansiyon varlığında parenteral antibiyotik uygulanması gereklidir. Akut tablo geriledikten sonra dakriyosistorinostomi ameliyatı yapılır. Bu ameliyatta gözyaşı kesesi orta meatus hizasında burun boşluğu ile ağızlaştırılır.

Kronik dakriosistit ağrısız, gürültüsüz, düşük dereceli hafif bir enfeksiyon olup genellikle göz yaşı kesesinin distansiyonuyla sonuçlanır. Kesede şişlik ve epifora izlenir. Masajla kanaliküler sistemden göz yüzeyine mukoid materyal reflüsü izlenebilir.

Akut enfeksiyon olmadığı sürece başlıca semptomu sulanma, çapaklanmadır, inflamasyon bulguları yoktur. Tedavisi cerrahidir (dakriyosistorinostomi). Elektif intraoküler cerrahi planlanan hastalarda önce kronik dakriosistit cerrahi olarak tedavi edilmelidir.

Paylaşın

D vitamini nedir, hangi besinlerde bulunur?

Çoğu zaman “güneş ışığı vitamini” olarak da adlandırılan D Vitamini, vücudumuzda kalsiyum ve fosfor metabolizmasında çok önemli rolü olan,iskelet sistemimizin gelişimi ve kemik mineralizasyonunun sağlıklı devamı için gerekli  bir vitamindir. Kalsiferol olarak da bilinir.

D vitamini aktif formuna dönüşürken iki aşamalı bir süreç geçirir. İlk olarak, karaciğerdeki kalsidiol depolama formunda oluşturulur. Daha sonra, böbreklerdeki aktif formuna dönüştürülür. D vitamini kalsiyumun normal emilimine, kas ve kemiklerin normal fonksiyonlarının korunmasına katkıda bulunur.

Günlük D vitamini ihtiyacı ne kadar?

Günlük D vitamini ihtiyacı yasa ve kişiye göre değişir. Bu nedenle günlük takviye mutlaka doktor önerisiyle ve doktor kontrolünde olmalı. Yine D vitamini alırken günlük kalsiyum alımının da optimal düzeyde olması gerekir. D vitamini mutlaka doktor kontrolünde kullanılmalı.

Hangi besinlerde bulunur?

D vitamini nelerde var sorusu pek çok cevaba sahip olmakla birlikte, kişinin kendi olanaklarına ve zevklerine göre seçim yapabileceği kadar da yaygındır. D vitamini içeren besinler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır.

  • Yağlı balık
  • Ton balığı
  • Mantarlar
  • Süt
  • Portakal suyu
  • Yumurta sarısı
  • Tahıl
  • Sığır karaciğeri
  • Morina yağı

D vitamini olan yiyecekler bu şekilde listelenebilirken, güneş ışığı da D vitamini kaynakları arasında yer almaktadır.

D vitamini eksikliği belirtileri;

D vitamini eksikliği en sık yorgunluk, halsizlik, tüm vücutta genel ağrı, kemik ağrıları, eklemlerde ağrı, depresif ruh durumu, bağışıklık sisteminde zayıflamaya bağlı enfeksiyonlara duyarlılıkta artma, sık enfeksiyon geçirme, sarkopeni olarak adlandırdığımız kas kütlesinde azalma ve yaşlı kişilerde yatağa bağımlılığa kadar giden daha ciddi tablolarla kendini gösterebilir. Yine osteoporoz ve düşme, kırıklara neden olabilir.

D vitamini eksikliği nedenleri;

Pek çok sebeple D vitamini eksikliği ortaya çıkabilir. Bu sebeplerden bazıları şunlar:

  • Yeterli güneş ışığı almamak, D vitamini eksikliği nedeni olabilir. Oysa güneş ışığına doğrudan ve yeterince maruz kalan deride vücutta ihtiyaç duyulan tüm D vitamini karşılanabilir. Ancak çoğu insan, kapalı alanda çok vakit geçirdiğinden ya da fazla güneş kremi kullanımından dolayı yeterince güneş ışığı alamaz. Özellikle kış aylarından güneşten alınacak D vitamini oranı oldukça düşer.
  • Takviye olarak D vitamini kullanmamak diğer bir eksiklik nedenidir çünkü sadece diyetle alınan yiyeceklerle vücudun ihtiyacı olan miktarı karşılamak oldukça zordur.
  • Vücutta gebelik, obezite gibi nedenlerle artmış ihtiyaç, D vitamini eksikliğini tetikleyebilir.

Bazı bireyler ise eksiklik geliştirmeye daha yatkındır. D vitamini eksikliği için risk grubunda yer alanlar:

  • Koyu ten rengine sahip bireyler. Ten renginiz koyulaştıkça aynı miktar güneş ışığına maruz kalan daha açık tenli bireylere göre vücutta daha az D vitamini üretilir.
  • Gün içerisinde zamanının büyük kısmını kapalı alanlarda geçiren kişiler. Örneğin; hastane personeli, gece çalışanlar ya da çeşitli nedenlerle evden çıkamayanlar
  • Sürekli cildini kapalı tutan insanlar. Örneğin; sürekli güneş kremi kullanıyorsanız veya cildiniz tamamen giysilerle örtülüyse eksiklik geliştirmeye yatkın olabilirsiniz.
  • Amerika veya Kanada’nın kuzeyinde yaşayan insanlar. Bunun nedeni, ekvatordan uzaklaştıkça güneş ışığının daha kısa sürelerle yeryüzüne ulaşmasıdır.
  • Yaş ilerledikçe cilt incelir, dolayısıyla D vitamini üretimi azalır. Dolayısıyla ileri yaştaki insanlar da risk gubundadır.

Anne sütü ile beslenen ve D vitamini takviyesi verilmeyen bebekler de risk grubundadır. Bebek ya da anne takviye almıyorsa yüksek oranda risk taşır.

  • Gebeler
  • Aşırı kilolu bireyler

D vitamini eksikliği kimlerde görülür?

  • Açık tenliler
  • Kapalı ortamda çalışan kişiler
  • Yaşlı kişiler
  • Beslenme bozukluğu olanlar
  • Güneş ışığından korunmak için yüksek faktörlü güneş koruyucu krem kullananlar
  • Kapalı giysiler giyenler
  • Gebe ve emziren kadınlar
  • Böbrek hastalığı olanlar
  • Karaciğer hastalığı olanlar

Tedavisi;

Tedavi enjeksiyon ya da ağızdan D vitamini verilerek yapılabilir. Durumunuza, yaşınıza ve eksikliğin şiddetine göre en uygun tedavi seçeneği ve dozu doktorunuz tarafından belirlenir. Enjeksiyon, her gün ilaç almayı sevmeyen ya da unutan bireyler için daha uygun bir seçenek olabilir. Tek doz ilaç enjeksiyonu 6 aylık ihtiyacı karşılayabilir. Ağızdan tedavilerde ise ilacın günlük, haftalık ya da aylık düzenli olarak uzunca bir süre alınması gerekir.

D vitamini takviyelerinin, yağ içeren bir yemekle birlikte alınması öneriliyor. Çalışmalara göre yağ içeren bir yemekle alındığında, aç karnına alınıma göre ortalama %32 daha fazla emilim olduğu bildiriliyor. Eksikliği tedavi etmek için ihtiyaç duyulan D vitamini miktarı, eksikliğin ciddiyetine ve bireysel sağlık risklerine bağlı olarak değişir. Tedaviyle D vitamini depolarını güvenli aralığa getirmek ve düşmeyi engellemek hedeflenir.

Çocuklarda D vitamini alımı nasıl olmalı?

Çocuklarda ve bebeklerde D vitaminini sabah saatlerinde tüketilebilir. Güneşle temas yaz aylarında çok önemli. Güneş koruyucu ürünler vücudumuza D vitamini girilmesini engellediği için en azından 15-20 dakika kadar koruyucu krem sürmeden D vitamini alınmalıdır.

Çocuklarda D vitamini kullanımı yeni doğan döneminden itibaren başlaması gerekiyor. Geçmişte sağlık ocakları tarafından yeni doğanlarda ilk 14 günden sonra başlatılıyordu. Ancak günümüzde bebek hastaneden çıkıp evine giderken D vitamini 400 ünite şeklinde başlatılıyor. Bunun farklı preparatları bulunmakta. Her kullandığınız preparattaki 400 ünite miktarı ilaçtan ilaca değişkenlik gösterebiliyor. Kimisinde bir damla kimisinde 3 damla kimisinde bir puf şeklinde ama sonuçta tüketilmesi gereken miktar 1 yaşına kadar 400 ünitedir.

D vitamini alımı çocukluk döneminde profilaksi yani koruyucu hekimliğe de giriyor. Bu nedenle çocuğa 1 yaşına kadar kesilmeden D vitamini verilmesi gerekiyor. Ancak D vitamininin hekime başvurulmadan alınmamalıdır. Çocuğa D vitamini testi yaptırılmalı, eksiklik varsa verilmelidir. Sonuçta yüksek dozda D vitamini kullanımında zehirlenme olasılığı mevcuttur.

 

Paylaşın