Ebola nedir? Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Ebola; yarasa, maymun, şempanze, antilop gibi hayvanlardan insanlara bulaşmış, daha sonra insandan-insana bulaşması ile yayılmıştır. Ebola, yüksek ateşe yol açabilen, iç ve dış kanamalarla seyreden ve hayatı tehdit eden bir viral enfeksiyondur.

Ebola ilk olarak 1976 yılında Sudan’ın Nzara ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Yambuku kentlerinde eş zamanlı 2 salgına yol açmıştır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde görülen salgın Ebola Nehri yakınında bir köyde meydana geldiğinden hastalığa bu isim verilmiştir. O zamandan bu yana, virüs zaman zaman insanları enfekte etmekte ve birkaç Afrika ülkesinde salgınlara yol açmaktadır.

Nasıl bulaşır?

Ebola virüsünün doğal konakçısı tam olarak bilinmemekle birlikte mevcut bilimsel bulgular doğrultusunda meyve yarasalarının doğal konakçı olduğu düşünülmektedir.

Hastalık insanlara Ebola virüs ile enfekte olmuş hayvanlarla temas yoluyla (genellikle kesme, pişirme, yeme sonrası) veya enfekte olmuş kişinin vücut sıvılarıyla temasla bulaşır. İnsandan insana bulaşma çoğunlukla, enfekte kişilerin kan veya diğer vücut sıvılarının veya sekresyonlarının (dışkı, idrar, tükürük, semen) sağlıklı kişilerin hasarlanmış cildi veya mukoz membranına bulaşması ile olur.

Ayrıca enfeksiyonu taşıyan kişilerin vücut sıvıları ile kontamine materyaller (kirli giysiler, nevresimler, eldivenler, koruyucu ekipman ve kullanılmış enjektörler gibi tıbbi atıklar) veya ortamlar ile temas ile de bulaşma olabilir. Ayrıca EVH’nın cinsel yolla bulaşma yönünden de riski bulunmaktadır. Erkeklerden kadınlara cinsel yolla bulaşması daha güçlü bir olasılıktır.

Belirtileri;

Virüsün bulaşması ile belirtilerin ortaya çıkmasına kadar geçen süre 2 ile 21 gün arasında değişiklik gösterir. Görülebilen önemli belirtilerden bazıları baş ağrısı, vücutta yaygın ağrılar, yüksek ateş, gözlerde konjunktivit, kanamalar, bulantı ve cilt döküntüleridir. Bunlara ek olarak böbrek ve karaciğer fonksiyon bozuklukları da görülebilmektedir. Kan sayımında beyaz kan hücreleri ve trombosit sayısında azalma vardır. Hastalığın başlamasından birkaç gün sonra bile, özellikle mukoza zarlarından kaynaklanan ciddi iç ve dış kanamalar meydana gelebilir.

Görülebilen tüm bu belirtiler ebola hastalığına özgün olmayıp diğer başka ciddi enfeksiyonlarda da ateş, kanama ve organ hasarı meydana gelir. Bu da doktorların başlangıçta doğru bir teşhis koymasını güçleştirir.

Ebola’nın seyrinde, çeşitli sıklıkla çeşitli organlarda yetmezlikler gelişir. Ek olarak beyin iltihabı oluşabilir ve bu prognozu daha da kötüleştirir. Ciddi vakalar septik şoka benzer ve ölüm oranı yüksektir. Hastalıkta ölüm sebebi genellikle kalp yetmezliğidir.

Tanısı;

Özellikle hastalığın erken evresinde, ebola ile sarı humma, lassa humması, dang humması veya sıtma gibi diğer bazı hastalıklar arasındaki ayrım zordur. Bu nedenle şüpheli vakalarda hastalar erken dönemde karantinaya alınmalıdır.

Patojen her şeyden önce kanda ve aynı zamanda deride de tespit edilebilir. Ebola virüsü için incelemek üzere numuneler alınır. Virüse karşı antikor oluşumu genellikle sadece hastalığın ileri evrelerinde oluşur. Ebola virüsü ile çalışmak ve ebola enfeksiyonu olduğundan şüphelenilen hastalardan örnekleri incelemek için sadece çok yüksek güvenlik düzeyine sahip özel laboratuvarlara izin verilir.

Ebola’dan şüphelenilirse, hastanın kan değerleri de yakından izlenir. Ek olarak, kanama veya bozulmuş organ fonksiyonu için yakın takip gereklidir.

Tedavisi;

Şimdiye kadar, ebola için etkili bir tedavi yöntemi bulunamamıştır, bu yüzden ölüm oranı hâlâ çok yüksektir. Aynı şekilde, standart tedavi önerileri de yoktur. Antiviral bir ilaçla tedavi düşünülebilir, ancak benzer viral hastalıkların aksine başarılı olma ihtimali düşüktür.

Bir ebola enfeksiyonu için önemli olan, hastaların yoğun bakım altına alınmasıdır. Başarılı bir tedavi için elektrolit ve sıvı desteği önemlidir. Böbrek yetmezliği için diyaliz gibi hızlı bir organ değiştirme prosedürü başlatılmalıdır. Ancak, ne yazık ki ebolanın ortaya çıktığı ülkelerde (Orta Afrika), bu tür tıbbi müdahaleler çoğu zaman mümkün olmamaktadır.

Alınabilecek önlemler;

Ölümcül bir virüs olmasına rağmen, yakın temasla da bulaşabildiği için, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi (CDC), ellerin sabunla yıkanması, hastalarla temasta eldiven kullanılması, kişiler arası enfeksiyonu engellemek için tek seferlik iğne kullanılması gibi koruyucu önlemler başta olmak üzere, Viral Hemorajik Enfeksiyon Kontrolü başlığı altında, pratik kurallar geliştirmiştir.

Bu kurallar:

  • Aktif vakaların tespit edilip, izole edilmesi
  •  Enfeksiyon şüpheli kişileri 21 günlük kuluçka dönemi boyunca iyice izlenmesi
  • Ölenlerin güvenli hijyen şartlarında defnedilmesi
  • Mevcut vakaların ve geriye dönük olarak tüm vakaların araştırılıp dokümante edilmesi
  • Günlük raporlanmanın yapılması
  • Sağlık çalışanlarının ve hasta yakınlarının kişisel koruyucu ekipmanlarını titizlikle kullanması
  • Güvenli enfeksiyon kontrolü konusunda, halka ve sağlık çalışanlarına eğitimlerin verilmesi

 

Paylaşın

Düşük nedir? Belirtileri, Nedenleri

Bazı hamilelikler çeşitli nedenlerden kaynaklı olarak düşükle sonuçlanabilmektedir. Düşük, hamileliğin 24 haftadan önce bitmesine ve bebeğin kaybedilmesine denir. Başka bir tanımla, fetusun, gebeliğin 28. haftasından önce ölümü, ve rahmin dışa atılmasıdır.

Bilinen gebeliklerin yaklaşık yüzde 10 ila 20’si düşükle sonuçlanmaktadır. Ancak gerçek sayı muhtemelen daha yüksektir, çünkü birçok düşük hamilelikte çok erken gerçekleşir ve kadın hamile olduğunu bile fark etmez.

Düşük eğer ilk üç ayda olursa buna erken düşük denir ve oldukça sık görülen bir durumdur. Hamileliklerin %10-20′si erken düşükle sonuçlanır. Erken düşüklerin çoğunluğu bebeğin kromozomlarının anormal olması nedeniyle gerçekleşir. Üç yada daha fazla düşük yaşanmasına ise tekrarlayan düşükler denir.

Her 100 kadından 1′i tekrarlayan düşük yaşayabilir. Geç düşükse 3 aydan sonra yapılan düşüktür. Bazen tekrarlayan ve geç düşüğün nedeni bulunabilir. Diğerlerinde ise herhangi bir neden bulunamaz. Çiftlerin çoğunda gelecekte başarılı bir hamilelik şansı vardır, özellikle testler normal çıkmışsa. Tekrarlayan ve geç düşük nedeni olabilecek birçok faktör vardır.

Nedenleri;

Çoğu düşük, fetüs normal şekilde gelişmediği için ortaya çıkar. Düşüklerin yaklaşık yüzde 50’si ekstra veya eksik kromozomlarla ilişkilidir. Çoğu zaman, kromozom problemleri, embriyo bölünüp büyüdükçe tesadüfen meydana gelen hatalardan kaynaklanır – ebeveynlerden miras alınan problemlerden değil. Yani siz ve eşiniz kromozomal olarak tamamen normal bir yapıya sahip olsanız bile embriyonun bölünmesi sırasındaki hatalar bebekte kromozom anomalisi olmasına neden olabilir.

Kromozomal anormallikler aşağıdakilere yol açabilir:

  • Blighted ovum. Blighted ovum embriyo oluşmadığında ortaya çıkar.
  • Rahim içi fetal ölüm. Bu durumda, bir embriyo oluşur ancak gelişmeyi durdurur ve herhangi bir gebelik kaybı belirtisi ortaya çıkmadan ölür.
  • Molar gebelik ve kısmi molar gebelik. Molar hamilelikte, her iki kromozom seti babadan gelir. Molar gebelik, plasentanın anormal büyümesi ile ilişkilidir; genellikle fetal gelişme yoktur.

     

  • Kısmi bir molar gebelik, annenin kromozomları kaldığında ortaya çıkar, ancak baba iki set kromozom sağlar. Kısmi molar gebelik genellikle plasentanın anormallikleri ve anormal bir fetus ile ilişkilidir.
  • Molar ve kısmi molar gebelikler, geçerli gebelikler değildir. Molar ve kısmi molar gebelikler bazen plasentanın kanserli değişiklikleri ile ilişkili olabilir.

Anne sağlık koşulları; Bazı durumlarda, annenin sağlık durumu düşüklere yol açabilir.

  • Kontrolsüz diyabet
  • Enfeksiyonlar
  • Hormonal problemler
  • Rahim veya serviks problemleri
  • Tiroid hastalığı

Risk faktörleri; Aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli faktörler düşük yapma riskini artırır…

  • Yaş; 35 yaşından büyük kadınların düşük yapma riski genç kadınlardan daha yüksektir. 35 yaşında yaklaşık yüzde 20 riskiniz var. 40 yaşında, risk yaklaşık yüzde 40’tır. Ve 45 yaşında, yüzde 80 civarında.
  • Önceki düşükler; Art arda iki veya daha fazla düşük yapmış kadınların düşük yapma riski daha yüksektir.
  • Kronik Durumlar; Kontrolsüz diyabet gibi kronik bir durumu olan kadınların düşük yapma riski daha yüksektir.
  • Rahim veya servikal problemler; Bazı uterus anormallikleri veya zayıf servikal dokular (yetersiz serviks) düşük yapma riskini artırabilir.
  • Sigara, alkol ve yasadışı uyuşturucular; Hamilelik sırasında sigara içen kadınların düşük kullanma riski sigara içmeyenlere göre daha fazladır. Ağır alkol kullanımı ve yasadışı uyuşturucu kullanımı da düşük yapma riskini artırır.
  • Ağırlık; Düşük kilolu veya aşırı kilolu olmak düşük yapma riski ile bağlantılıdır.
  • İnvaziv prenatal testler; Koryonik villus örneklemesi ve amniyosentez gibi bazı invaziv prenatal genetik testler hafif düşük riski taşır.

Belirtileri;

  • Vajinal kanama (kanama şiddeti her kadında farklı seyredebilir. Bazen damla damla veya lekelenme şeklinde bazen yoğun ve parlak renkli olabilir.)
  • Karın ağrısı
  • Kahverengi veya pembemsi akıntı
  • Vajinadan parça gelmesi
  • Sırt ağrısı
  • Kasık bölgesinde oluşan kramplar
  • Bulantı ve kusma
  • Ateş
  • Hâlsizlik bu belirtiler arasında sayılabilir.

Her hamile kadının düşük belirtileri hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Bu bulgular her zaman düşüğe işaret etmeyebilir. Ancak ağrı ve kanama birlikte seyrediyorsa hiç vakit kaybetmeden bir sağlık birimine başvurulmalıdır.

Komplikasyonlar;

Düşük yapan bazı kadınlar, septik düşük olarak da adlandırılan uterus enfeksiyonu geliştirir. Bu enfeksiyonun belirtileri ve semptomları şunları içerir:

  • Ateş
  • Titreme
  • Alt karın hassasiyeti

Düşüğe karşı alınabilecek önlemler; 

Hamilelerin düşükten korunmak için alabileceği birtakım önlemler bulunmaktadır…

  • Gebelik planlıyorsanız hamile kalmadan önce alkol ve sigara kullanımını bırakmalısınız.
  • Sağlıklı bir beslenme rutinine geçmeli, vitamin ve mineralce zengin beslenmelisiniz.
  • Gebelik öncesinden başlayarak folik asit kullanımına başlamalısınız.
  • Aşırı kafein tüketiminden kaçınmalısınız.
  • Kronik hastalıklarınız varsa gebe kalmadan önce sağlık kontrolünden geçmeli ve bu rahatsızlıkları kontrol altına almalısınız.
  • Bilinçsizce ilaç kullanımından sakınmalısınız.
  • Çeşitli enfeksiyonlara karşı kendinizi korumalısınız.
  • Ağır egzersiz hareketlerinden kaçınmalı, hamileliğe uygun bir egzersiz programı tercih etmelisiniz.
  • Zararlı kimyasallara maruz kalmamaya özen göstermelisiniz.

Vajinal kanama ve kasılmalar, gebelikte en çok korkutan durumlardır. Eğer böyle bir belirti yaşıyorsanız hamilelikte düşük olasılığını göz önüne getirerek en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalısınız. Unutmayın, her kanama düşük habercisi olmayabilir. Ancak düşük varlığında acil müdahalenin önemi oldukça büyüktür.

 

Paylaşın

Disfaji (yutma güçlüğü) nedir? Tedavisi

Yiyecek ve içeceklerin ağızdan mideye geçmesi sırasında yani yutulmasında yaşanan güçlüğü ifade eden Disfaji (yutma güçlüğü), genellikle boğazınız veya yemek borunuzla ilgili bir sorunun işaretidir. Disfaji, her yaşta ortaya çıkabilen bir sağlık sorunudur.

Boğaz veya yemek borusunun düzgün çalışmasını önleyebilecek birçok farklı sorun vardır. Bunlardan bazıları küçük, diğerleri daha ciddidir. Bir veya iki kez yutmakta zorlanıyorsanız, muhtemelen tıbbi bir sorununuz yoktur. Ancak düzenli olarak yutmada sorun yaşıyorsanız, tedaviye ihtiyaç duyan daha ciddi bir sorununuz olabilir.

Nedenleri;

  • Yutma işleminde görev alan ağız, dil, damak, yutak ve yemek borusundan herhangi birini veya birden fazlasını etkileyen enfeksiyonlar, tümörler, metabolik hastalıklar, nörolojik durumlar ve doğumsal faktöler
  • Sağlıksız dişler, uygun olmayan takma dişler,
  • Reflü
  • Beyin ve sinir sistemi hastalıkları,
  • Soğuk algınlığı sayılabilir.

Yutma güçlüğü birkaç aydan daha uzun süredir devam ediyor giderek şiddetleniyorsa ve bu duruma ağrı, ses kısıklığı ve öksürük eşlik ediyorsa yutak bölgesi, dil ve gırtlak bölgesinin iyi huylu ve kötü huylu tümörlerini işaret edebileceğinden asla ihmal edilmemelidir.

Belirtileri;

  • Yiyecek ve içecekleri yutarken boğazda takılması hissi,
  • Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi,
  • Tükürükte artış
  • Boğazda yabancı cisim hissi
  • Öksürük ve boğulma hissi sayılabilir.

Eğer yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni bilinmiyorsa bir kulak burun boğaz uzmanına başvurulmalıdır. Endoskopla yapılan muayenede dilin arka bölümün, boğaz ve larenks incelenir. Sonrasında yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağının incelemesini gerektiren bir durum varsa mide ve barsak hastalıkları uzmanı tarafından muayene gerçekleştirilir.

Teşhisi;

Disfaji ile ilişkili belirtiler yaşanması durumunda, nedeni belirlemek için çeşitli testler yapılabilir. Bu testler şunları içerebilir:

  • Sineradyografi; İç vücut yapılarının kamera yardımıyla görüntülendiği bir görüntüleme testi. Test sırasında, hastanın baryum preparatı yutması istenir. Özel bir röntgen cihazı yardımıyla baryumun yemek borusundaki hareketlerine ait video kaydı oluşturulur. Bu test, genellikle konuşma ve yutma uzmanı bir sağlık profesyoneli rehberliğinde gerçekleştirilir.
  • Üst endoskopi; Endoskop adı verilen ve ucunda ışıklı kamera bulunan esnek, dar bir tüp ağız ve boğaz yoluyla yemek borusuna geçirilir. İşlem sırasında boğaz ve yemek borusunun görüntüleri monitöre yansıtılır.
  • Manometri; Bu test, özofagusa ait kasılmaların ve alt uçtaki kapak gevşemesinin zamanlama ve gücünü ölçer.
  • Reflü testi; Tıbbi adı empedans ve pH testi olan bu yöntem, reflüye bağlı asit geri akışının tespiti için yapılır.

Tedavisi;

Disfaji tedavisi, altta yatan nedene ve problemin tipine bağlı olarak değişiklik gösterir. Yutma güçlüğü bazen herhangi bir tedavi yapılmadan da kendi kendine geçebilir. Karmaşık yutma problemlerinin tedavisi ise bir ya da daha fazla uzman doktor tarafından yönetilir.

Oral ya da faringeal disfaji genellikle nörolojik problemlerden kaynaklandığı için, başarılı bir tedavi sağlamak zordur. Bununla birlikte parkinson hastalığı nedeniyle disfajisi olan hastalarda, ilaçlara iyi yanıt alınabilir. Oral ve faringeal yutma güçlüğü tedavisinde şu yöntemler kullanılır:

  • Yutma terapisi; Yutma terapisi, bir konuşma ve dil terapisti rehberliğinde yapılır. Hastaya etkili yutma için yeni yollar öğretilir. Ayrıca fizik tedavi ile zayıf kasların güçlendirilmesi hedeflenir.
  • Diyet; Bazı yiyecek ve sıvıların veya kombinasyonlarının yutulması kolaydır. Yutması en kolay yiyecekler tercih edilir. Bu esnada dengeli bir diyet yapılması önemlidir.
  • Tüpten besleme; Hastada zatürre, yetersiz beslenme veya sıvı – elektrolit dengesizliği riski varsa, bir burun tüpü (nazogastrik tüp) veya PEG (perkütan endoskopik gastrostomi) ile beslenmesi gerekebilir. PEG tüpleri doğrudan mideye cerrahi yolla takılır ve karına açılan küçük bir delikten geçer.

Genel olarak özofageal disfaji için ise cerrahi girişim gerekir. Bu amaçla kullanılan yöntemler şunlardır:

  • Dilatasyon; Yemek borusunda darlık varsa küçük bir balon yardımıyla dilatasyon adı verilen genişletme işlemi uygulanır. Uygulama, balonun yemek borusuna yerleştirilip şişirilmesiyle gerçekleştirilir.
  • Botoks (Botulinum toksini) enjeksiyonları; Yemek borusundaki kaslarda gevşeyememe sorunu varsa (Akalazya) botoks tedavisi kullanılabilir. Botulinum, kasılmış kasları felç ederek daralmayı azaltan güçlü bir toksindir.

Disfaji kanserden kaynaklanıyorsa, hasta tedavi için onkoloğa yönlendirilir. Tedavide tümörün cerrahi olarak çıkarılması gerekebilir.

Paylaşın

Demans (Bunama) nedir? Teşhisi, Tedavisi

Yaşlılarda sık görülen Demans ya da yaygın adıyla Bunama, kişinin bilişsel işlevlerinde, daha önce edindiği işlev düzeyine göre kötüleşme durumudur. Ayrıca, davranış bozuklukları, sosyal ve mesleki aktivitelerde bozulmalar. Demans, ilerleyici ve ölümcül bir hastalıktır.

Demansın en sık görülen nedeni, tüm demans hastaların en an yarısının muzdarip olduğu Alzheimer hastalığıdır. Bununla birlikte, beyni zayıflattığı için demans hastalığına yol açan 200 farklı hastalık vardır. Alzheimer hastalığının yanı sıra vasküler / kan dolaşımına bağlı demans hastalığı sıklıkla görülürken örneğin Lewy body demans hastalığı, Parkinson’a bağlı demans hastalığı ve frontotemporal demans hastalığı nadir görülür.

Demans riski yaşlılıkla birlikte artar ve bir hastalıktan kaynaklanmaktadır. Demansın yaşlılığın doğal bir sonucu olduğu bir efsanedir. Demans hastalığı belirtileri olan hastalıklardan sadece pek azı tedavi edilebilmektedir. Ancak hastalıklardan bazıları önemli veya daha az derecede tedavi edilebilmektedir. Bu nedenle, demansa hangi hastalığın yol açtığı ve tedavi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğinin tam olarak açıklanması önemlidir.

Belirtileri;

Demans hastalığı olan insanların çoğu unutkanlık ve hafıza sorunlarından muzdariptir; ancak diğer zihinsel beceriler de etkilenmektedir. Bunlara örnekler:

  • Girişim ve eylem gücü
  • Kelimeleri bulma ve cisimleri adlandırma kabiliyeti
  • Yol bulma kabiliyeti (yön kestirme yeteneği)
  • Hesap yapma kabiliyeti
  • Kavrama ve sorun çözme
  • Kişilerin adını hatırlama kabiliyeti

Demans hastalığında diğer insanlarla karşılıklı etkileşim de değişebilir. Sosyal beceriler ve duygusal yaşam değişebilir ve kişilik etkilenebilir. Bu, demans hastası bir kişinin diğer insanlarla karşılıklı etkileşimi kavramada zorluk çekmesi ve başkalarıyla empati kurma yeteneğini kaybetmesi anlamına gelmektedir. Çoğu kez durum bilinci de azalır. Tüm insanlar zaman zaman hafızalarının çalışmaması veya bir olayı ilk bakışta kavrayamama durumu ile karşı karşıya gelebilirler. Ancak sorunlar, demans hastalığı şüphesi için neden ortaya çıkmadan, günlük yaşamı kendi kendine yürütebilmesi için gerekli becerileri etkileyecektir.

Demansın evrelere göre belirtileri;

Demans hastaları genel olarak erken, orta ve ileri olmak üzere üç evreye ayrılır. Hastalar zaman içerisinde erken evreden ileri evreye ilerlerler.

Erken evre; Demansın erken evresi genellikle göz ardı edilir çünkü çok yavaş ilerler. Yaygın semptomlar aşağıdakiler gibidir:

  • Unutkanlık
  • Zamanı takip edememek,
  • Tanıdık yerlerde kaybolmak

Orta evre; Demans orta aşamaya ilerledikçe, işaretler ve semptomlar daha belirgin ve kısıtlayıcı hale gelir. Bu semptomlar

  • Son olayları ve insanların isimlerini unutmak
  • Evde kaybolmak
  • İletişim konusunda artan zorluklarla karşılaşmak
  • Kişisel bakım konusunda yardıma ihtiyaç duymak
  • Gezinme ve tekrarlayan sorgulama dahil olmak üzere davranış değişikliklerinin yaşanması olarak sıralanabilir

Geç evre; Demansın geç evresi toplam bağımlılığa ve hareketsizliğe yakındır. Hafıza bozuklukları ciddi ve fiziksel belirti ve semptomlar daha belirgin hale gelir. Belirtiler şunları içerir:

  • Zaman ve mekandan habersiz olmak
  • Akrabaları ve arkadaşları tanımakta güçlük çekmek
  • Kişisel bakımda yardımsız yapamamak
  • Yürüme zorluğu
  • Saldırganlığı artırabilen davranış değişikliklerinin yaşanması

Teşhisi;

Demans tanısı, hastanın iyi bir mental ve fiziksel muayenesi ve yakın bir akraba ya da arkadaşından kişinin geçmişi ile ilgili bilgi alınması sonrasında muayene eden doktorun deneyimini ve diğer verileri (MR, BT görüntüleri, nöropsikolojik testler, gerekirse beyin omurilik sıvısının incelenmesi) kullanarak koyduğu klinik bir tanıdır. Demans tanısı konduktan sonra da hangi tip demans olduğunun ayırıcı tanısının yapılması hem hastalığın gidişi hem de tedavisi açısından önem taşımaktadır.

Tedavisi;

Tedavi olanakları, demansa hangi hastalığın neden olduğuna bağlıdır. Hasta ve yakınlarının bilgilendirilmesi ile birlikte pratik destek ve hafifletme tedavinin en önemli unsurlarıdır. Doktorlar 90’lı yılların sonlarından itibaren, diğerlerinin yanı sıra Alzheimer hastalığı semptomlarını da geçici olarak azaltan ilaçları yazabilmektedir. Beyinde kan pıhtılaşmasına neden olabilecek vasküler demans hastalığında tedavi, daha fazla kan pıhtısının oluşmasının önlenmesine yöneliktir.

Önlemleri;

  • Düzenli egzersiz
  • Diğer medikal hastalıkların takibi
  • Yıllık influenza aşısı, 5 yılda bir pnömokok aşısı
  • Ağız ve diş hijyeni
  • Gözlük gereksinimi
  • İşitme problemleriyle başa çıkma
  • Beslenme desteği
  • Su ihtiyacının karşılanması
  • Deri bakımı
Paylaşın

Dehidrasyon nedir? Belirtileri, Tedavisi

Sıvı kaybı olarak da tanımlanan dehidrasyon, son derece önemli, ciddiye alınması gereken ve vücut sağlığını riske atabilecek sonuçlar doğuran bir problemdir. Hafif boyutta seyreden dehidrasyon kolaylıkla telafi edilebilir. Ancak şiddetli boyutlara ulaşan dehidrasyon organ yetmezliği ve bilinç kaybı gibi ciddi sorunlara yol açabilir.

Genel geçer bilgilere baktığımızda, her insanın günde yaklaşık 2,5 – 3 litre su tüketmesinin tavsiye edildiğini görüyoruz. Ancak esasen bu miktar, her insanın vücut ağırlığına ve beden kitle endeksine göre farklılık gösterebilir. Beslenme uzmanları, kişilerin sahip olduğu her bir kilo için 25 – 30 ml su tüketmesini tavsiye eder. Örneğin 80 kilo ağırlığında bir insanın günlük tüketmesi gereken su miktarı ortalama 2,4 litredir.

Dehidrasyon genellikle yaşlılarda ve çocuklarda görülmektedir. Bu kişiler dehidrasyona karşı daha hassastır. Olası bir riski önlemek adına gerekli tedbirler alınmalıdır. Yaz ayları geldiğinde daha sık görülen dehidrasyon, açık hava sporlarında da yaşanabilir. Bu durumu tetikleyen birçok faktör vardır. Pek çok kişi sadece terleme ile su kaybedildiğini düşünse de dehidrasyonu oluşturan çeşitli nedenler vardır.

Gebelikte dehidrasyon oluşması anne adayını endişeye düşürmektedir. Anne için su çok önemli bir maddedir. Bebeğin gelişimi su ile desteklenmektedir. Amniyotik kese için de önem arz eden su, plasentanın gelişmesinde etkilidir. Anne adaylarının stresli günler yaşamaması için günlük su tüketimine önem vermesi tavsiye edilir.

Aşağıdaki durumlarda sıvı kaybı meydana gelir;

  • Urinasyon
  • Kusma veya diyare
  • Terleme
  • Solunum, özellikle hızlı hızlı nefes alıp verme
  • Sıcak veya nemli havalarda aşırı yorulmak
  • Ateş

Belirtileri;

  • Azalan kan hacminden dolayı hızlı kalp atışı yaşanır
  • Deri gözenekleri kapandığından vücut ısısı artar
  • Ciddi şekilde yorgunluk hissedilir
  • Sporcularda kramplar meydana gelir
  • Ağızda oluşan kuruluk ve dilin yapışması
  • Koyu renkli idrar, beraberinde yaşanan kabızlık
  • Şiddetli şekilde hissedilen baş ağrısı
  • Uyku hali, baş dönmesi ve gergin ruh hali
  • Tansiyon düşüklüğü dehidrasyon belirtileri arasındadır

Sıvı kaybı nasıl önlenir?

Bedeninizi sağlık sorunlarından korumak için beslenmenize dikkat etmelisiniz. Hangi doktora giderseniz gidin tüm rahatsızlıkların tedavisi için öncelikle size bol su içmenizi önerecektir. Çünkü su vücudunuzu aktif hale getiren ve enerji veren bir maddedir. Dehidrasyonu önlemek için yola bol su tüketerek çıkabilirsiniz.

  • Eğer hastalık nedeniyle sıvı kaybı yaşıyorsanız, bu günlerde asitli ve şekerli gıdalardan uzak durmalısınız
  • Yürüyüş ve spor öncesinde su tüketmelisiniz. Gideceğiniz ortama uygun kıyafetler seçerek sıvı kaybını önleyebilirsiniz
  • Çanta taşımanız gerekiyorsa, ağırlığı en az seviyeye getirmelisiniz
  • Her öğünde mutlaka sağlıklı sıvılar tüketmelisiniz. Ayran, çorba, taze meyve suyu ve su olabilir
  • Güneşin etkilerinden kendinizi korumayı unutmayın. Çok rüzgarda ve güneşte kalırsanız su kaybı daha yoğun hissedilir
  • Hamilelik döneminde yaşanan bulantılar, sıvı kaybını tetikler. Kusma sonrasında su içmelisiniz. Bu dönemde gün içinde mutlaka süt içmelisiniz. Süt hem bebeğin hem de sizin için önemli bir sıvı olmaktadır

Tedavisi;

Dehidrasyon tedavisine başlayan bir hastada öncelikle kaybedilen sıvı ve elektrolitler karşılanır. Çok şiddetli yaşanan dehidrasyon durumunda vakit kaybetmeden önlem alınır. Bu noktada aile hekiminiz veya dahiliye uzmanı ile görüşebilirsiniz. Kaybedilen sıvı, hastaya damar yoluyla verilir ve bir süre gözlem altında tutulur. Hastanın sıvı değeri normal rakamlara ulaştığında hasta taburcu edilir.

Dehidrasyonun şiddeti yapılan kan ve idrar testinin sonucuna göre belirlenir. Sonuç doğrultusunda doktorun uygun gördüğü tedavi yöntemi uygulanır. Bebek ve çocuklarda yaşanan dehidrasyon için içilebilen sıvı takviyeleri uygulanır. Bu takviyeler eczanelerde de satılmaktadır. Bebeklerde emzirme de etkili sonuç verecektir. Anne sütü ile sıvı kaybı önlenebilir.

 

Paylaşın

Zeka Geriliği (Debilite) nedir? Tedavisi

Zihinsel süreç dediğimiz, akıl yürütme, dikkat, algı, hafıza, problem çözme, muhakeme gibi becerilerde ortalamanın oldukça altında kalma durumuna Zeka Geriliği (Debilite) denilmektedir. Zeka Geriliğinin görülme sıklığı tüm toplumda % 1’dir.

Farklı bir tanımla, Zeka Geriliği, kişinin zihinsel becerilerinin yaş ortalamasının altında olması, buna bağlı olarak standart eğitim sisteminin beklentilerini karşılama konusunda sıkıntı yaşaması durumudur. Zeka geriliği herhangi bir konudaki beceriksizliğe verilen isim değil; zeka katsayısının düşük olması durumudur.

Belirtileri;

Zeka geriliği ilk yıllardan itibaren düzeyine (hafif, orta, ağır) bağlı olarak farklı yoğunlukta belirtiler gösterir. Gelişim basamaklarında gecikmeler görülür. Zeka geriliği olan çocuklar, yaşlarına uygun düzeyde öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenmekte, öğrendikten sonra hatırlamakta, dikkatlerini yaşlarına uygun düzeyde odaklamakta zorlanırlar. Sosyal yaşamda kendilerinden yaşça daha küçük çocuklarla iletişim kurmayı, oynamayı tercih ederler. Bazılarında önemli uyum ve davranış problemleri görülebilir. Başka bir deyişle bilişsel, dil, motor ve sosyal yetilerde yaşın gerisinde gelişim söz konusudur.

Nedenleri;

  • Doğum öncesi nedenler: Kalıtım en önemli etkendir. Ailede zekâ geriliği tanısı olan bir bireyin varlılığı riski artırır. Buna ek olarak kromozomal bozukluklar (Down Sendromu gibi), metabolik bozukluklar (hipotiroidi gibi), annenin gebelikte geçirdiği enfeksiyonlar (kızamıkçık, toksoplazmosis gibi) veya diğer gebelik faktörleri (alkol ve madde kullanımı, yetersiz beslenme, plasenta sorunları gibi) zekâ geriliğine neden olabilmektedir.
  • Doğum sırasındaki nedenler: Erken doğum, düşük doğum kilosu, doğum travmaları (mor doğum gibi), doğum sırasında bulaşan enfeksiyonlar zekâ geriliğine neden olabilmektedir.
  • Doğum sonrasındaki nedenler: Travma, doğum sonrası enfeksiyonlar, uyaran eksikliği, yetersiz beslenme zekâ geriliğinin nedenleri arasında sayılmaktadır.

Türleri;

DSM 5 Tanı Ölçütleri El Kitabı’na göre,  hafif, orta, ağır ve ileri derecede zeka geriliği türleri vardır.

Hafif (IQ 50-55’ten 70’e kadar); Zeka geriliği olan insanların % 85’i hafif kategorisindedir.

Kavramsal alan: soyut düşünme, işlevsel beceriler, bilişsel esneklik ve kısa süreli hafıza az miktarda etkilenir.

Sosyal alan: kişiyi manipüle edilme riski altında bırakan olgun olmayan sosyal etkileşim gerçekleşir.

Pratik alan: günlük işler sırasında izleme, rehberlik ve yardıma ihtiyaç duyulur. Bu yardım, özellikle stresli durumlarda çok önemlidir.

Biraz daha yaşları büyüyene kadar ortalama bir çocuktan farksızmış gibi görünebilirler.

Orta (IQ 35-40’tan 50-55’e kadar); Zeka geriliği olan insanların % 10’unu oluşturur.

Kavramsal alan: günlük aktiviteleri tamamlamak için devamlı olarak yardıma ihtiyaç duyulur. Bazı sorumluluklarının diğer insanlar tarafından yerine getirilmesi gerekebilir. Orta dercede bir izleme ile kendi bakımları için ne yapmaları gerektiğini öğrenebilirler. Beceri gerektirmeyen işleri yapabilirler ama yine de her zaman gözlenmeleri gerekir.

Sosyal alan: sözel olarak iletişim kurarken dilleri engeli olmayan insanlara göre daha az zengindir. Bu da sosyal alt mesajları doğru yorumlayamadıkları ve yeni ilişkiler kurmada başarısız oldukları anlamına gelir.

Pratik alan: destek ve devamlı yol gösterme ile bazı becerilerini geliştirebilirler.

Ağır (IQ 20-25’den 35-40’a kadar); Zeka geriliğine sahip insanların % 3 – % 4’ü ağır zeka geriliğine sahiptir.

Kavramsal alan: özellikle rakamsal kavramları anlamaları çok sınırlıdır. Birçok alanda sürekli desteğe ihtiyaç duyarlar.

Sosyal alan: sözel anlatımları çok temeldir, cümlelerinin yapısı çok basittir ve kısıtlı bir kelime dağarcıkları vardır. Çok basit bir iletişim kurarlar ve sadece şimdiki zamanla sınırlıdırlar.

Pratik alan: günlük işler için sürekli olarak gözlemlenmeleri gerekir.

Şiddetli (IQ 20-25); Bu grup çok azınlıkta olsa da (% 1 – % 2), birçoğu tanımlanmış nörolojik bir hastalıkla ilişkilidir.

Kavramsal alan: net olarak etki altındadır. Sadece fiziksel dünyayı anlarlar ve sembolik şeyleri anlamazlar. Yol gösterme ile, bir şeyi işaret etme gibi temel beceriler kazanabilirler. İlgili motor ve duyusal zorluklar nedeniyle objelerin işlevsel kullanımı sağlanamaz.

Sosyal alan: sözel ve jeste bağlı iletişimleri tutarsızdır. Kendilerini çok temel, basit ve çoğunlukla sözsüz bir şekilde ifade ederler.

Pratik alan: tüm alanlarda tamamen başkasına bağlıdırlar. Eğer hiç motor ya da duyusal bozuklukları yoksa çok temel bazı aktivitelerde bulunabilirler.

Eğer zeka geriliğine sahip insanlar için daha kolay ve ulaşılabilir bir çevre yaratmak istiyorsak herkesin bu konuya destek vermesi gereklidir. Aksi taktirde, bu çevresel sınırlamalar sadece onların halihazırda sahip olduğu kısıtları artırmaktan başka bir şey yapmayacaktır.

Her şeyden önce karşımızdaki insanın engelinden çok bir insan olduğunu unutmamalıyız. Bu engele sahip olan insanların da duyguları hayalleri ve tıpkı bizim gibi topluma katacakları bir şeyler vardır.

Tedavisi;

Zeka geriliğini gidermeye yönelik doğrudan bir tedavi yoktur ancak zeka geriliğinin sebep olabileceği olumsuzlukları aza indirmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan en önemlisi de özel eğitimdir. Erken uyaran eğitimi ve kişiselleştirilmiş özel eğitimlerle zeka geriliği olan çocuğun desteklenmesi gerekmektedir.

Yaşama dair temel ihtiyaçların karşılanabilmesi konusunda, zeka geriliğinin derecesi göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmiş eğitimler tercih edilmelidir. Varsa ruhsal bozukluklara karşı psikolojik tedavi ve zeka geriliği ile birlikte görülme olasılığı yüksek olan dikkat eksikliği tedavisi uygulanabilir. Elbette tüm bunlar zeka geriliğini tedavi etmez; zeka geriliği ile birlikte görülen diğer problemleri tedavi eder.

Unutmayın: Normal zeka, parlak zeka veya üstün zekalı insanlar da zeka potansiyelinin tamamını kullanamamaktadırlar. Dolayısıyla, zeka geriliği olan birisi de tıpkı normal veya üstün zekalılar gibi beyin egzersizleri yaparak potansiyelini en iyi şekilde kullanmayı hedefleyebilir. Beyin egzersizleri, zeka oyunları, özel eğitim ve benzeri çalışmalarla zeka geriliği olan çocukların hayata tutunmaları desteklenebilir.

 

 

Paylaşın

Renk Körlüğü (Daltonizm) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Renk Körlüğü (Daltonizm), görme merkezinde bulunan özel bir pigment molekülünün olmaması veya gerektiğinden az olması durumudur. Bu eksiklik sebebiyle, hasta çevresindeki renkleri doğru bir şekilde ayırt edemez. Renk Körlüğü olan kişiler, kırmızı, yeşil ve mavi renklerden bir veya birkaçını ayırt edememektedir.

Kadınlardan fazla erkeklerde görülen, oldukça yaygın bir durumdur. Kadınlarda yüzde 0,6–0,8 oranında rastlanılmasına rağmen bu oran erkeklerde yaklaşık yüzde 10 dur. Her 20 erkekten ve her 200 kadından birinde vardır. Çoğu renk körü olduğunu kendiliğinden fark etmez.

Belirtileri;

Renk körlüğünün yaygın türü olan kalıtsal renk körlüğünde yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı, aynı biçimde algılanır ve ayrı renkler ancak yoğunluklarıyla ayırt edilebilir. Bu bozukluk doğuştan geldiğinden renk körleri zamanla belirli tonları ayıracak hale gelebilirler. Renk körlüğünün ender görülen ve ciddi olan türünde ise görüş bozukluğu ilerleyicidir ve hasta her şeyi siyah – beyaz görür.

Renk körlüğü günlük yaşamda önemli bir sorun oluşturmaz, ama hasta, renklerle ilgili belirli işlerde çalışamaz. Kırmızı – yeşil renkler bütün dünyanın kara ve deniz işaretlerinde yaygın olarak kullanıldığından, renk körleri sürücülük ve denizcilik yapamazlar. Bu renklerde önemli uyarılar yapıldığından, görülmemeleri yaşamsal tehlike oluşturabilir.

Teşhisi;

Renk körlüğünün teşhisinde kullanılan birçok yöntem bulunmaktadır. Kullanılacak yöntemler, hastanın renk körlüğünü açığa çıkarmaya ve renk görme eksikliğinin ne seviyede olduğunun belirlenmesine yardımcı olacaktır.

Ishihara testi, Farnsworth testi, Munsell D-15 testi, Farnsworth Lantern testi gibi birçok test, renk körlüğünün teşhisinde kullanılmaktadır. Renk körlüğünü saptamak için özel olarak hazırlanmış İshihara Testi, en yaygın kullanılan teşhis yöntemidir.

Aydınlatması iyi olan bir yerde, hastadan testte gördüğü şekil ve sayıları anlamlandırması istenir. Eğer bir renkte eksiklik tespit edilirse, daha detaylı testlerin yapılması da gerekmektedir. Bu testlerin göz doktorları tarafından yapılması, daha doğru bir tanı konmasına yardımcı olacaktır.

Tedavisi;

2009 yılında ABD’de gerçekleştirilen bir çalışma ile maymunlarda renk körlüğü problemi gen tedavisiyle düzeltilmiştir. Ancak insanlarda henüz gen tedavisi gerçekleştirilememektedir. Grafik tasarımı, ince elektronik işler, cerrahi gibi meslekleri icra etmede renk körleri zorluklar yaşayacaklardır. Ama bunun dışındaki mesleklerde ve günlük hayatta renk körleri fazla zorluk çekmezler.

Renk körleri için üretilmiş renkli kontakt lensler ve gözlükler mevcuttur. Göz doktorunuz size bu kontakt lens ve gözlüklerin deneme setinden farklı renkleri denetir. Hangi renge sahip kontakt lens veya gözlükle renkleri daha iyi ayırt edebildiğiniz saptanır. Sonra da bu renkteki kontakt lens ve gözlüğü kullanmaya başlayabilirsiniz.

Paylaşın

Dakriyoadenit nedir? Belirtileri, Tedavisi

Yözyaşı kanallarının tıkanması durumunda Gözyaşı Kesesi iltihabı meydana gelebilmektedir. Dakriyoadenit, göz yaşı bezinin iltihaplanmasına verilen bilimsel isimdir. Hastalığın etkeni viral olabileceği gibi bakteriyel de olabilir.

Gözyaşı kanalları gözyaşlarının gözden burun boşluğuna iletilmesi işlevini yerine getirmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı durumunun sıkça çocuklarda görüldüğü bilinmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı genel olarak burun, burun polipleri ve sinüs enfeksiyonları sonucunda meydana gelmektedir. Tüm bunların yanı sıra gözyaşı kesesi iltihabı genetik nedenler sonucunda da meydana gelebilmektedir.

Gözyaşı kesesi iltihabının her yaştan kişilerde görülebildiği bilinmektedir. Başlıca hijyen problemleri nedeniyle meydana gelebilmekte olan gözyaşı kesesi iltihabı özellikle çocuklarda sıkça görülmektedir. Göz ve göz çevresinin temiz tutulması gözyaşı kesesi iltihabına yakalanmamak için oldukça önemlidir.

Belirtileri;

Gözyaşı kesesi iltihabının bazı belirtileri dışarıdan görülebilecek durumda olmaktadır. Bu durum meydana geldiğinde çoğu kişide ortak belirtiler görülmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabının başlıca belirtileri şu şekilde sıralanmaktadır.

  • Göz kenarlarında şişme
  • Göz kenarlarında aşırı duyarlılık
  • Göz kenarlarında hissedilen şiddetli ağrı
  • Gözde kızarıklık

Gözyaşı kesesi iltihabı durumunu yaşamasına rağmen herhangi bir belirtinin görülmediği hastalar da olabilmektedir. Hiçbir belirtinin görülmemesi durumu oldukça tehlikelidir. Hiçbir belirti görülmediği için kişi muayene edilme gereksinimi duymaz ve iltihap önlenemez. Aynı zamanda belirtinin görülmediği durumlarda gözyaşı kesesi iltihabı durumu normalden daha şiddetli bir şekilde görülmektedir. Bu durumun görüldüğü hastalarda gözyaşı kesesi iltihabının kronik bir hale geldiği dahi görülebilmektedir. Bu nedenle hastaların çok ciddi belirtiler görmeseler dahi sürekli tetikte olmaları ve düzenli göz muayenelerine devam etmeleri önerilmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı erken teşhis edilip müdahale edilmediği takdirde cerrahi müdahale gerekebilmektedir.

Tedavisi;

Hiçbir belirtinin kesin bir şekilde görülmediği gözyaşı kesesi iltihabına sahip kişilerde, bu durum kronik bir hale gelebilmektedir ve tedavisi zorlaşabilmektedir. Bu sebeple kişinin sürekli kontrol halinde olması tavsiye edilmektedir. Göz bölgesinin hijyenik olması birtakım rahatsızlıklardan korunmanın en sık önerilen yoludur.  Burun veya solunum enfeksiyonuna yakalanan kişilerin ise göz çevresinin hijyeni konusunda çok daha fazla dikkatli olması gerekmektedir. Burun veya solunum enfeksiyonuyla birlikte yaşanması durumunda kişilerin gözyaşı kesesi iltihabının yaşandığını fark etmeleri oldukça zordur.

Gözyaşı kesesi iltihabı için uygulanmakta olan birçok tedavi yöntemi bulunmaktadır. Göz üzerine sıcak suya bastırılmış pamuk uygulaması uzmanlar tarafından tavsiye edilmektedir. Hastanın durumuna göre doktor tarafından antibiyotik kullanımı da önerilebilmektedir. Genel olarak doktor tarafından önerilen tedavi yöntemlerinin gözyaşı kesesi iltihabı üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Tedavi yöntemlerinin etkili olmaması durumunda ise gözde yağ kistleri oluştuğu takdirde cerrahi işlem uygulanması gerekebilmektedir. Cerrahi operasyonlar çok zorlu geçmemesine rağmen uzmanlara tarafından kişiye erken teşhisle diğer yöntemlerin uygulanması tercih edilmektedir. Bu nedenle kişinin gözünde herhangi bir belirtiyle karşılaşması durumunda mutlaka bir uzmana danışması gerekmektedir.

(Kaynak: esencanhastanesi.com.tr)

Paylaşın

Dupuytrens nedir? Belirtileri, Tedavisi

Genellikle 40 yaş üzeri erkeklerde rastlanan ve tüm parmakları etkileyebilen Dupuytrens, avuç iç derisinin hemen altında yer alan ve altından geçen tendon sinir ve damar yapıları için koruma görevi üstlenen yapının (fasya) anormal kalınlaşması ile meydana gelen bir durumdur. 

Genellikle ağrısız olmasına rağmen bazı kişilerde hafif sızı ve kaşıntı şeklinde yakınmalar görülebilir. Her ne kadar kesin olarak nedenleri kanıtlanamamış olsa da bazı etkenler suçlanmaktadır. Bunlar arasında alkol, şeker hastalığı, sigara, sistemik diğer hastalıklar, genetik geçiş, sürekli el travması olan bir işte çalışma sayılabilir.

Semptomları nelerdir?

Başlangıç sinsidir, avuç içinde özellikle 4 ve 5. parmaklar hizasında, oluşan ağrısız şişliklerle başlar. Giderek şişlik artarak bir bant şeklinde kalınlaşmaya başlar. Ciltte oluşan şişlik ve sertleşme arttıkça parmakların esnekliği etkilenir. Hasta avuç içini düz zemine koyduğunda , el ayası yere temas etmez ve kubbe şeklini alır.

Hastalık ilerledikçe tendonları, komşu damar ve sinirleride etkileyebilir. Hastanın parmağını açması giderek zorlaşır. Bu nedenle elini yıkaması, eldiven giymesi, alkışlaması ve nesneleri kavraması bozulur.

Tedavi seçenekleri nelerdir?

Parmakta gerginliğe ve hareket kısıtlılığına neden olmayan nodullere cerrahi gereksizdir. İlerlemeyi azaltmak için uygun hastalarda kortizon enjeksiyonu yapılabilir. Ama mutlaka doktor kontrolunde olunmalı ve parmakta açamama başladığı anda uygun cerrahi işlemle müdahale edilmelidir.

Hangi cerrahi yöntem en başarılıdır?

Birçok cerrahi yöntem tanımlanmış olup cerraha ve hastaya göre uygulanacak yöntem değişebilmektedir. Cerrahi müdehalede  geç kalındıkça, uygulanan cerrahi müdehaleden sonra hareketli parmak elde etme şansıda azalmaktadır.

Paylaşın

Down Sendromu nedir? Tedavisi

21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması nedeniyle ortaya çıkan bir durum olan Down Sendromu, genetik bir farklılık, bir kromozom anomalisidir. En basit anlatımı ile sıradan bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı 46 iken Down sendromlu bireylerde bu sayı üç adet 21. kromozom olması nedeniyle 47 olmaktadır.

Dünyada ve ülkemizde 750-1000 doğumda bir görülen Down Sendromu; fiziksel büyüme geriliği, karakteristik yüz görünümü ve orta derecede zihinsel geriliğe yol açabilir. Gebelik sırasında yapılan rutin testler ve doğum sırasında tespit edilebilir.

Nedeni henüz tespit edilemeyen bu genetik farklılık, tipik bir yüz siması, badem biçimli göz, düşük kas yoğunluğu, sarkık dil, el ayasında yarık, ayak başparmağı ile ikinci parmak arasında genişlik gibi tipik belirtilerin bazen bir arada bazen de birkaçının görülmesi ile kendini gösteriyor. Bu çocuklarda ayrıca doğumsal kalp hastalıklarına da rastlanıyor.

Down Sendromu genelde hafif-orta dereceli zihinsel engele neden olan bir durumdur. Down Sendromlu bir çocuğun doğumdan başlayarak mevcut potansiyelini ortaya çıkarabilmesini sağlayacak, onu hayata hazırlayacak özel desteğe gereksinim duyar.

Ailelerin ve bu çocuklarla ilgilenen uzmanların mümkün olan en erken zamanda bu desteği başlatmaları ve devamını sağlamaları önemlidir. Tıbbi bakımın ve takibin iyileşmesi, ailelerin eğitimi ve bu çocukların sosyal yaşamda kabul edilirlikleri artmıştır. Down Sendromlu çocuklar günümüzde daha önceki yıllara kıyasla daha donanımlı yetişmektedir.

3 tip Down Sendromu vardır;

  • Trisomy 21: Down sendromlu nüfusunun %90-%95’ini oluşturan standart tiptir. Bu tipte fazladan bir adet 21.kromozom yumurta veya sperm hücresinden gelmekte veya döllenmenin daha ilk aşamalarındaki bir noktada yanlış bölünme nedeniyle (yani kromozomlar bölünürken birbirine yapışık kalması ve bu yapışıklığın bir taraftan 2 diğer taraftan da 1 kromozom gelmesine yol açması nedeniyle) yeni hücreler 3’er adet kromozom ile toplam 47 kromozom olarak oluşurlar.
  • Translokasyon: Down sendromlu nüfusunun %3-%5’ini oluşturan tiptir. Bu tipte 21.kromozomun bir parçası koparak başka bir kromozoma (örn. 14.kromozom gibi) yapışmaktadır. Birey adet olarak 46 kromozoma sahiptir ama genetik bilgi olarak 47 kromozom bilgisi vardır. Burada da 21.kromozom 3 adet olduğundan birey standart tipteki aynı özellikleri gösterir. Down sendromunun diğer tipleri kalıtımsal değildir. Yalnız translokasyon tipte ebeveynlerden bir tanesinin taşıyıcı olması durumunda Down sendromu kalıtımsal olmaktadır. Bu oran %33’dür. Eğer taşıyıcı anne ise translokasyon Down sendromlu çocuk doğurma olasılığı %20, taşıyıcı baba ise %5-%2 arasındadır. Translokasyon tipte ileriki doğumlardaki risklerin bilinmesi açısından genetik danışmanlık daha önemli olmaktadır.
  • Mozaik: Down sendromlu nüfusunun %2-%5’ini oluşturan tiptir: Bu tipte bazı hücreler 46 kromozom taşırken bazıları 47 kromozom taşımaktadır. Yanlış bölünme döllenmenin ileri aşamalarında gerçekleştiğinde bir hat 46 kromozom diğer hat ise 47 kromozom olarak devam eder ve mozaik bir yapı oluşturur.

Belirtileri;

Down sendromunun belirtileri kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Genellikle fiziksel, bilişsel ve davranışsal belirtilere neden olur. Down Sendromu tanısı genellikle bu sendroma ait fiziksel özelliklere dayanarak konur. Down Sendromlu bebekte doğduğunda gözler sıklıkla yukarıya doğru çekikken, göz aralığının iç kısmında ise bir cilt katmanı bulunur. Ağız açık, dil hafif dışarıda olabilir.

Down Sendromu’nun fiziksel belirtileri arasında;

  • Küçük eller ve ayaklar
  • Yaşıtlara oranla daha kısa boy
  • Zayıf kas tonu
  • Avuç içlerinde tek bir enine çizgi
  • Ayakta 1’inci ve 2’nci parmaklar arasındaki mesafe ise normalden fazla olması

Down Sendromlu çocuklarda doğum sonrası emmede güçlük, kaslarda gevşeklik (hipotoni) görülür. Bu bebeklerde yenidoğan sarılığına sık olarak rastlanır. Şüphelenilen bebekten kan alınıp kromozom analizi yapılması gerekir.

Down Sendromu’nda görülen bilişsel ve davranışsal belirtiler;

  • Konuşma ve dil gelişiminde gecikmeler
  • Emekleme ve yürüme becerilerinde gecikme
  • Dikkat sorunları
  • Uyku zorlukları
  • İnatçılık ve öfke nöbeti
  • Tuvalet eğitiminde gecikme

Nedenleri;

Down sendromu neden olur sorusunu kesin olarak cevaplandırmaya yardımcı olan bir araştırma sonucu bulunmamaktadır. Down sendromu sebepleri; uyuşturucu kullanımı, alkol, annenin yaşı, troit antibodies ve radyasyon gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Ancak sunulan bu sebeplerin hiçbiri, bilimsel olarak kesinlik kazanmamıştır. Bunların arasında en kesin veri anne yaşının artışıyla down sendromu görülme sıklığının artışı arasındaki sıkı ilişkidir. Yani anne yaşı ilerledikçe down sendromu görülme oranının artışının doğru orantılı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Ancak geç yaşlarda anne olan her kadının, down sendromlu bebek sahibi olacağı düşüncesi de yanlıştır. Yaş yalnızca olasılığı arttıran bir faktördür. Örneğin; 20 yaşında bir anne adayının down sendromlu bebek dünyaya getirme ihtimali 2000’de 1’ken, 45 yaşında bir anne adayının Down sendromlu bebek dünyaya getirme ihtimali 30’da 1’e kadar yükselmektedir. Ayrıca son yıllarda yapılan araştırmalar, Down sendromunda sadece annenin yumurtasının değil babanın sperminin de etkili olabileceğini göstermektedir.

Tedavisi;

Down sendromu, genetik bir farklılıktır. Down sendromu tedavi edilmesi gerekli olan bir hastalık değildir.  Down sendromu bireyin hayatı boyunca devam eden bir genetik bozukluktur ancak hem hastaya hem de ailelere yardımcı olabilecek birçok destek ve eğitim programları vardır. Down sendromlu bireye verilecek iyi bir tıbbi destek ve doğru seviyedeki bir destekle down sendromlu bireyler arkadaş edinebilir, okula gidebilir, iş edinebilir ve hayatları ve gelecekleri için karar verebilirler.

Down Sendromu önlenebilir mi? 

Bir gebenin bebeğinin Down sendromlu olmasını önlemenin bir yolu yok ama bir gebe Down sendromlu bebeği  istemezse doğurmayabilir. Bunun için yapılması gereken risk grubundaki gebelere gebeliğin ilk aylarında kesin tanı testlerini uygulamak ve Down sendromlu olduğu kesinleşen cenin ile ilgili olarak anne-babayı ayrıntılı olarak bilgilendirmek. Ceninin durumu hakkında doyurucu bilgi sahibi olan anne-baba eğer doğumun gerçekleşmesini istemezse yazılı bir belge düzenleyerek gebeliğe son vermek istediklerini belirtir. Bu durumda gebelik kadın doğum uzmanı tarafından sonlandırılabilir.

Risk faktörleri;

35 yaş üstü kadınlarda Down Sendromlu ve diğer kromozom anomalileri riski fazladır. 20 yaşında bir annenin Down Sendrom’lu çocuk doğurma ihtimali 1/1441 iken, bu risk 30 yaşında 1/959’a, 40 yaşında 1/84’e ve 50 yaşında ise 1/44’e çıkar. Daha önce Down Sendromlu bir çocuk doğuran annede, tekrar bu sendromu sahip çocuk sahibi olma ihtimali yüksektir.

Paylaşın