Guvatr nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Guvatr, boynumuzda adem elmasının hemen altında yer alan kelebek şeklindeki tiroit bezinin anormal büyümesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Tiroid bezi salgıladığı hormonlar aracılığıyla vücudumuzun ve alışma hızını düzenlemektedir. Türkiye’de de görülme sıklığı fazladır. Cinsiyet dağılımına bakıldığında, kadınlar erkeklere oranla 5 kat daha fazla risk altındadırlar.

Boynun ön tarafında yumru görünümüne yol açan guatr varlığında kişi yutkunduğunda yumru aşağı ve yukarı doğru hareket eder. Solunum sırasında zorlanma, boğazda yumru hissi ve öksürüğe yol açabilen hastalık, çoğunlukla ağrısızdır. Büyük oranda iyot eksikliğine bağlı olarak oluşan guatr, medikal yöntemlerle tedavi edilebilir.

Nedenleri;

Guatr’ın dünyada en sık görülen nedeni beslenmede iyot eksikliğidir. Diğer nedenler şunlardır:

  • Graves hastalığı
  • Hashimoto hastalığı gibi tiroidin iltihaplı hastalıkları
  • Tiroid bezinin tek tarafında nodül ya da şişlik
  • Tiroid bezinde birden fazla nodül ve şişlik varlığı (multinodüler guatr)
  • Tiroid kanseri (İyi huylu tiroid nodüllerine kıyasla çok nadir görülür)
  • Hamilelik (Hamilelik sırasında salgılanan HcG hormonu tiroid bezinin az da olsa büyümesine neden olabilir)
  • Kistler
  • Boyun bölgesinden radyasyona maruz kalan kişiler
  • Ailesinde nodül hikayesi olan kişiler

İyot içeren yiyeceklerin az olduğu bölgeler, kadın cinsiyet, çeşitli bağışıklık hastalıklarına sahip olanlar, amiodaron, interferon ve lityum gibi ilaçları kullananlar, hamilelik ya da menopoz dönemindeki kadınlar ve 40 yaş üstü kişiler guatr hastalığı açısından risk altındadır.

Belirtileri;

  • Boğaz bölgesinde gözle görülür şişlikler
  • Boğazda baskı hissi
  • Öksürük
  • Yutkunma ve yutma güçlüğü
  • Nefes darlığı
  • Ses kısıklığı
  • Çarpıntı
  • Titreme
  • Baş dönmesi
  • Halsizlik
  • Yorgunluk
  • Baş ağrısı
  • Kilo alma
  • Kabızlık
  • Saç dökülmesi
  • Cildin kuruması
  • Ağrı ve ateş
  • Guatr hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir

Tanısı:

Boynun ön bölgesinde bulunan tiroit bezinin farklı nedenlere bağlı olarak büyümesiyle oluşan guatr, rutin sağlık taramaları sırasında ya da hastalığın belirti vermesiyle fark edilir. Kişinin hekime başvurmasının üzerine hekim, öncelikle hastanın öyküsünü dinler ve fizik muayenesini yapar. Tiroit hormon düzeylerinin ölçümü için laboratuvar testleri yapılır. Ayrıca ultrasonografi ile tiroit bezi ayrıntılı olarak incelenir. Hekim, gerektiğinde ek olarak sintigrafi ve biyopsi yapılmasını isteyebilir. Elde edilen verilerin ışığında kişiye guatr tanısı koyulur.

Tedavisi;

Guatr tedavisinde ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi ve cerrahi tedavi olmak üzere 3 farklı yöntem vardır.
Hormon eksikliği olan hastalar tiroid hormonu ilaç olarak verilmektedir. Hormon fazlalığı olan hastalara hormon yapımını baskılayacak ilaçlar verilerek hormon düzeyi normale çekildikten sonra ameliyat veya radyoaktif iyot tedavisi yapılır.

Hormon seviyelerinin normal olduğu ve genelde nodüllerin görüldüğü durumlarda genellikle cerrahi tedavi uygulanır. Cerrahi tedavide tiroid bezinin bir bölümü veya tamamı çıkarılmaktadır. Ameliyatta tiroid bezi komşuluğundaki dokuların korunması önem taşımaktadır. Ayrıca ameliyat bölgesinde iz bırakmamak için özen göstermek gerekir.

  • Hangi durumlarda guatr hastalığının ameliyatla tedavi edilmesi önerilir?

Guatr olgularında hormon düzeylerinde bozukluk, solunum ve yutma problemleri, kanser şüphesi ve guatra bağlı estetik problem nedeniyle cerrahi tedavi önerilmektedir.

  • Guatr ameliyatının riskleri nelerdir?

Guatr ameliyatında en önemli riskler ses tellerini çalıştıran sinirlerin zedelenmesi ve tiroid bezi komşuluğunda bulunan paratiroid bezinin zarar görmesidir. Ses telini çalıştıran sinirin tek veya iki taraflı olarak zedelenmesi ses kısıklığı ve nefes darlığı ile sonuçlanabilirken, paratiroid bezinin zarar görmesi kalsiyum seviyesinin düşmesine enden olmaktadır. Kalsiyum gereksinimi karşılanmazsa metabolizma, kalp ve sinir sistemi ile ilgili ciddi problemleri ortaya çıkmaktadır.

Kimler risk altındadır?

  • Ailesinde guatr, tiroid nodül, tiroid kanseri ve tiroidit gibi tiroid hastalıkları olan kişiler
  • Daha önceden tiroid nodülü nedeniyle ameliyat geçirmiş kişiler
  • Sigara içenler
  • Menopoz dönemindeki kadınlar
  • Baş ve boyuna yönelik ışın tedavisi (radyoterapi) gören kişiler kontrol ve takiplerini düzenli olarak yaptırmalıdırlar

Guatr hastalığında kanser görülme olasılığı var mıdır?

Guatr hastalığında altta yatan kanser olup olmadığını net olarak belirlemek ancak ameliyatta çıkarılan dokunun incelenmesiyle mümkün olabilir. Tüm guatr hastaları göz önüne alındığında %15 civarında kanser görülme olasılığı söz konusudur.

Ne zaman doktora gitmeli?

Eğer tıraş olurken ya da aynaya bakarken boynunuzda şişlik fark ettiyseniz; bununla birlikte çarpıntı, sinirlilik, geçmeyen ishal, kabızlık, uykusuzluk veya aşırı uyku hali, ellerde titreme, kilo alma, yutmada ve nefes almada zorluk gibi belirtiler varsa en yakınınızdaki iç hastalıkları uzmanına müracaat etmelisiniz.

Paylaşın

Göğüste kuvvetli ağrı nedenleri, belirtileri

Birçok farklı problem göğüs ağrısına neden olabilir. Göğüs ağrısı, göğüs ön duvarında hissedilen, kişide huzursuzluk hissi yaratan ve tıbbi bir destek alma gerekliliğine iten durumdur. Göğüs ağrısı, insanların acil servise gitmesinin en yaygın nedenlerinden birisidir.

Göğüs ağrısı, olası bir kalp krizinin göstergesidir, ancak başka bir durumun veya sorunun belirtisi de olabilir. Bununla birlikte göğüs ağrısı şikâyeti varlığında öncelikle mutlaka kalp sorunları ekarte edilmelidir. Göğüs ağrısının diğer nedenleri arasında akciğer sorunları, hazımsızlık, reflü, kas gerginliği, göğüs kemiğine yakın kaburga eklemlerinde iltihaplanma sayılabilir.

Göğüste kuvvetli ağrı nedenleri arasında en sık kalp spazmı (angina pektoris) ve kalp krizi (miyokart enfarktüsü) görülür. Her ikisi de kalp kasının belli bir yerine gönderilen kanın azalması sonucu oluşur.

Kalp Spazmı (Angina Pektoris) belirtileri:

  • Sıkıntı veya nefes darlığı olur
  • Ağrı hissi; genellikle göğüs ortasında başlar, kollara, boyuna, sırta ve çeneye doğru ilerler
  • Sıklıkla fiziksel hareket, fiziksel zorlanma, heyecan, üzüntü ya da fazla yemek yeme sonucu ortaya çıkar
  • Kısa sürelidir, ağrı yaklaşık 5–10 dakika kadar sürer
  • Ağrı, istirahat ile durur, istirahat halindeyken görülmesi ciddi bir durumu gösterir
  • Nefes alıp vermekle ağrının şekli ve şiddeti değişmez

Kalp Krizi (Miyokart Enfarktüsü) belirtileri:

  • Hasta ciddi bir ölüm korkusu ve yoğun sıkıntı hisseder, terleme, mide bulantısı, kusma gibi bulgular görülür
  • Ağrı; göğüs ya da mide boşluğunun herhangi bir yerinde, sıklıkla kravat bölgesinde görülür, omuzlara, boyuna, çeneye ve sol kola yayılır
  • Süre ve yoğunluk olarak kalp spazmı (angina pektoris) ağrısına benzemekle birlikte daha şiddetli ve uzun sürelidir
  • En çok hazımsızlık, gaz sancısı veya kas ağrısı şeklinde belirti verir ve bu nedenle bu tür rahatsızlıklarla karıştırılır (Bu tür gaz ya da kas ağrıları, aksi ispat edilinceye kadar kalp krizi olarak düşünülmelidir)
  • Nefes alıp vermekle ağrının şekli ve şiddeti değişmez

Diğer nedenler;

Akciğer kaynaklı sebeplerin başında; Pnömotoraks (akciğer sönmesi; akciğerdeki havanın göğüs boşluğuna sızması), plörezi (akciğer zarı iltahabı), pnömoni (akciğer iltihabı), pulmoner emboli (akciğere pıhtı atması), pulmoner hipertansiyon (akciğere kan taşıyan atar damarın tansiyonundaki artış), bronkospazm (hava yollarında spazm neden olan hastalıklar; ASTIM, KOAH)

Akciğer kaynaklı ağrılar; hastalar tarafından, derin nefes almakla artan, batar tarzda göğüs önduvarı ve sırtta hissedilir. Hastalar sıklıkla efor ile ağrılarının arttığını ve gece uyutmayabileceğini de ifade ederler.

Sindirim sistemi sebeplerinin başında; Özafagus sorunları (yemek borusu spazm ve yırtılması), GER (reflü), Pankreatit (pankreas iltihabı), safra kesesi problemleri (taş ya da iltihap). Sindirim sistemi kaynaklı ağrılar, sıklıkla yemekler ile ilintilidir, ve yemek yemekle şikayetler de artma gözlenir. Ek olarak, gaz çıkarma, şişkinlik, hazımsızlık, ağıza acı-ekşi su gelmesi ve yutma güçlüğünün ek şikayet olarak görülür

Kas ve kemik kaynaklı sebeplerin başında; Ters hareket ile yapılan kas incinmesi, Kosta Kırığı Servikal Spondiloz, Kemik Metastazları, Kostakondrit (Tietze sendromu): özellikle 2. Kot üzerinde kostakondriyel bileşkede öksürük ve hareketle artan lokal ağrı, fibromiyalji, zona (suçiçeği virüsünün aktif hale gelmesi ile sırt ve göğüs duvarında döküntülü kabarcıkların görülmesi. Kas ve kemik kaynaklı sebeplerde sıklıkla ağrı pozisyon ile tetiklenir, dinlenme, sıcak uygulama ile şikayetler geriler.

Psikolojik kaynaklı sebeplerin başında; Anksiyete ve Panik atak gelmektedir. Psikolojik kökenli göğüs ağrıları sıklıkla stres, üzüntü ve kronik yorgunluk ile tetiklenir.

Paylaşın

Göbek Fıtığı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Fıtık, vücut içinde yer alan bir organın içinde bulunduğu beden bölgesindeki zayıf bir noktadan dışarıya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Göbek fıtığı ise, bağırsak veya yağ dokularının göbek deliğinin yakınındaki bir bölgeden geçmesi ve dışarıya doğru bir çıkıntıya (fıtık) neden olması sorunudur.

Göbek fıtığı fındık büyüklüğünden portakal büyüklüğüne kadar ulaşabilir. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen hastalık, genellikle hamilelik sırasında ortaya çıkar. Normalde göbek deliği içeri doğrudur ancak fıtık yaşanması durumunda dışarı doğru bombeleşen bir yapı oluşur. Hamilelik sonrasında kaybolabildiği gibi devam da edebilir. Karın fıtığı olarak da bilenen göbek fıtığı aktif olarak spor yapan kişilerde daha yaygındır.

Nedenleri;

Göbek fıtığının çıktığı bölge, anne ile bebek arasında kan akımını sağlayan kordonun bebek karın duvarına girdiği zayıf bir nokta olan göbek deliğinin tam içidir. Doğumu takip eden birkaç gün içinde göbek bağı düşer ve bu bölge tamamen kapanır. Bebeklik döneminde bu bölgenin kapanmaması çocuklarda karın fıtığı oluşumuna neden olur. Erişkin döneminde ise karın iç basıncının şiddetli bir şekilde artması göbek fıtığı sebebidir. Aşırı ıkınma, aşırı kilo, oturup kalma sırasında dikkatsiz ve hızlı olma, aşırı basınç, bel bölgesine fazla yüklenme, ağır yük kaldırma, siroz hastalığı, kabızlık, prostat ve hamilelik döneminde yaşanan birtakım sıkıntılar göbek fıtığı oluşumunun başlıca nedenleridir.

Belirtileri;

  • Göbek deliği ve göbek deliğine yakın bölgelerde oluşan şişlikler ve çıkıntılar
  • Şişlik ve çıkıntının oluştuğu yerde ağrının oluşması
  • Fıtığın hareket kabiliyetini kısıtlaması
  • Mide bulantısı
  • Mide bulantısıyla birlikte kusma
  • Tuvalete çıkamama
  • Boşaltım esnasında ağrı hissetme
  • Göbek deliğinin fıtıktan dolayı şekil değiştirmesi
  • Şişkinliğin olduğu bölgede morarma ve kızarma
  • Ikınmadan ve öksürükten dolayı oluşan ağrı
  • Midede oluşan ağrılar, yanmalar
  • İç organlarda işlev bozukluğu
  • İleri seviyede dışkıda kan

Tedavisi;

Fıtık ameliyatı ile kolayca iyileşme sağlanabilir.  Ameliyat ile kişi kısa sürede kolayca günlük yaşamına devam edebilir. Göbek fıtığının ameliyatında yama yöntemi ile etkin sonuçlar elde edilir. Bazı küçük fıtık hastalıkları durumlarında yama işlemi uygulanmaz. Ancak yama yöntemi ile yapılan göbek fıtığı ameliyatları tekrar etme noktasında daha büyük koruyuculuk oranına sahiptir. Göbek fıtığının ameliyatı sonrası, ağır kaldırmamaya özen gösterilmelidir. Günlük beslenme düzenine devam edilebilirken hekimin verdiği oranı aşmadan ağrı kesici alınabilir. Ameliyatın sonrasındaki 2 günde bol bol su tüketimine özen gösterilmelidir.

Paylaşın

Genital Siğil nedir? Belirtileri, Tedavisi

Human Papilloma virüsünün (HPV) neden olduğu Genital Siğiller, cinsel yolla en sık bulaşan enfeksiyonların başında gelmektedir. Hem kadınlar hem de erkekler de görülen siğiller, bulaşıcı olduğundan mutlaka tedavi edilmelidir.

Genital siğilden korunmanın en önemli tedbirinde ise HPV aşıları ön plana çıkmaktadır. “Genital siğil kendi kendine geçer mi?” , “Genital siğil belirtileri nelerdir?” “Genital siğil nedenleri nelerdir”, “Genital siğil tedavisi nasıl yapılır?”, “Genital siğil kremi” “Genital siğil ilaç tedavisi” gibi sorular genital siğil hakkında merak edilen konuların başında gelmektedir.

Nedenleri;

Genital siğillere Human Papilloma virüs yani HPV neden olmaktadır. 200’den fazla HPV tipi vardır. Bunlardan sadece 40 HPV tipi Genital Siğile neden olmaktadır. En sık Genital siğil nedeni HPV 6 ve HPV 11 tipleridir. Neredeyse hemen her zaman cinsel yolla bulaşan Genital Siğillerde  risk faktörleri de bulunmaktadır.

Genital Siğil risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir;

  • Birden fazla partnerle korunmasız cinsel ilişki
  • Cinsel yolla bulaşan başka bir enfeksiyonun olması
  • Genç yaşta cinsel hayata başlamak
  • Bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanımı genital siğil riskini artırabililer

Belirtileri;

HPV ile birlikte meydana gelen genital siğiller hastalarda çeşitli semptomlar meydana getirmeyebilir. Başlangıç sürecinde özellikle oldukça küçük olan siğiller asla dikkat çekmez. Ancak biraz büyüdükleri takdirde elle veya gözle fark edilmesi mümkün olabilir. Genital siğiller büyüdükçe etkisi artıp büyüme ve çoğalma hızı artabilir ancak bağışıklık sisteminin çalışma mekanizmasına göre kendiliğinden gerileme veya iyileşme göstermesi de mümkündür. Çoğu durumda bireylerde semptomlar görülmez ancak bazı durumlarda kaşıntılar ve buna bağlı olarak kanamalar meydana gelebilir. Enfeksiyon durumlarında da bireyler çeşitli semptomlar nedeniyle genital siğil varlığından haberdar olabilirler.

Tanısı;

Genital siğiller görüntüleri açısından çok tipiktir. Genital siğillerin teşhisi Deri Hastalıkları Uzmanı (Dermatolog) tarafından yapılan muayene ile siğillere bakılarak tanı konabilir. Jinekoloji ve Üroloji tarafından da tanı konabilir. Kadınlarda, özellikle yıllık rutin jinekolojik muayene sırasında tespit edilebilir.

Eğen genital siğilleriniz varsa, tedaviniz bitene kadar cinsel ilişkiye girmeyin ve partnerinizi de bilgilendirin. Kadınlarda HPV, rahim ağzı kanseri için önemli bir risk faktörüdür. Bu nedenle genital siğillerin yanı sıra diğer HPV tiplerinin varlığı için aşağıdaki testler yapılır:

  • Pap Smear Testi; Jinekolojik muayene sırasında vajinanın girişinden özel bir fırça veya spatul vasıtasıyla örnek alınır. Acısız bir işlemdir. Rahim ağzında hücresel değişiklik olup olmadığı belirlenir. Smear testi tek başına kanser tanısı koyulmasında yeterli değildir. Smear testinin pozitif çıkması bir problem olduğuna ve tanıya yönelik testler yapılması gerektiğine işaret eder
  • HPV DNA testi; Pap smear’in anormal çıkması durumunda, HPV’nin kansere neden olma olasılığı araştırılır.
  • Kolposkopi; Vulva, vajina ve serviksin ışıklı büyüteçle incelenmesidir
  • Servikal Biyopsi; Rahim ağzından doku alınarak kansere neden olabilecek hücre değişimleri araştırılır

Tedavisi;

Genital siğil tedavisinde lezyonun büyüklüğüne göre tercih edilecek yöntem değişebilmektedir.

  • Genital siğilin cerrahi olarak çıkartılması
  • Koter ve lazer ile lezyonun yakılması
  • Kriyoterapi yöntemi ile genital siğilin dondurulması gibi tedavi seçenekleri bulunmaktadır.

Lezyon anal bölgede ise genel cerrahi uzmanı tarafından anal bölgenin içinde kontrol edilmesi gerekir. Lezyonun ağız içinde bulunduğu durumlarda ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir.

Genital siğil krem tedavisi siğilin neden olduğu şikayetleri azaltmak için doktor tavsiyesiyle kullanılabilir. Genital siğil kremleri cildin diğer yerlerinde ortaya çıkan siğiller için kullanılan kremlerden daha farklıdır. Bu yüzden elde veya vücudun farklı bölgelerinde çıkan siğiller için kullanılan kremleri genital siğil tedavisinde kullanılmamalıdır.

Öneriler;

HPV kaynaklı genital siğil hastalığından korunmak için kişi mutlaka korunmalı ve hijyen kurallarına dikkat edilmelidir. Ancak bunun yeterli bir çözüm olmadığının bilinmesi gerekir. Özellikle kadın hastalarda siğiller rahim ağzı kanseri gibi daha ciddi sorunlara yol açabileceği için teşhisi sağlandığında kişi yalnızca genital siğil tedavisini başlatmakla kalmamalı, çeşitli taramaları da yaptırmalıdır. Bunlar HPV DNA testi, kolposkopi, Pap Smear Testi ve ihtiyaç halinde biyopsi uygulamalarıdır. Kişi HPV için risk grubunda olduğunu düşünüyorsa HPV aşısı yaptırması da bir diğer öneri olacaktır.

 

Paylaşın

Distrofisi (kas hastalığı) nedir? Detaylar

Antik Yunancadaki kötü, hastalıklı anlamına gelen dis ve  beslenme, gelişme anlamına gelen trofi kelimelerinin birleşmesiyle türetilen Distrofisi (kas hastalığı), hareketi kontrol eden iskelet kaslarının ilerleyici zayıflığı ve dejenerasyonu ile kendini gösteren 30’dan fazla genetik hastalıktan oluşan bir gruptur.

Kas distrofilerin (musküler distrofilerin) kesin bir tedavisi yoktur. Ancak ilaçlar ve terapiler, belirtileri yönetmeye ve hastalığın seyrini yavaşlatmaya yardımcı olabilir. Kas distrofisinin sizi veya çocuğunuzu nasıl etkileyeceği türüne bağlıdır. Çoğu insanın durumu zamanla kötüleşir ve bazı insanlar yürüme, konuşma veya kendilerine bakma becerisini kaybedebilir. Fakat bu herkesin başına gelen bir durum değildir. Kas hastalığı olan bazı insanlar yıllarca hafif semptomlarla yaşayabilir.

Nedenleri ve belirtileri;

Bebeklikten orta yaşlara veya daha sonraki yaşlara kadar her yaştan insanı etkileyen dokuz ana tip MD vardır. Bu MD formları, başlangıç ​​yaşı ve etkilenen kaslar açısından farklılık gösterir. Semptomların ne kadar şiddetli olduğu ve hastalığın ne kadar hızlı ilerlediği de tipe göre değişir. Çocukları etkileyen en yaygın iki MD tipi Duchenne Müsküler Distrofisi (DMD) ve Becker Müsküler Distrofisidir (BMD).

Hem DMD hem de BMD neredeyse tamamen erkekleri etkiler. Bunlar tipik olarak bir anneden (semptomları olmayan) oğluna geçen cinsiyete bağlı (X’e bağlı) bozukluklardır. Kızlar nadiren etkilenir. Hem Duchenne Müsküler Distrofi hem de Becker Müsküler Distrofi zayıf kaslara, koordinasyon eksikliğine ve ilerleyici sakatlığa neden olur.

  • Duchenne Musküler Distrofisi (DMD); Kas distrofilerinin en yaygın şeklidir. Esas olarak erkek çocuklarını etkiler ve 3 ila 5 yaş arasında başlar
  • Becker Kas Distrofisi; Duchenne musküler distrofisine benzer, fakat semptomlar daha hafif, başlangıç yaşı daha geçtir. Erkek çocuklarını etkileyen hastalığın belirtileri 11 ila 25 yaşları arasında ortaya çıkar
  • Miyotonik Müsküler Distrofi; Yetişkinlerde en sık görülen kas hastalığıdır. Miyotonik distrofili bireyler kaslarını kastıktan sonra gevşetmekte güçlük çekerler (örneğin el sıkıştıktan sonra ellerini gevşetmek gibi). Hem erkekleri hem de kadınları etkileyebilir ve semptomlar genellikle 20’li yaşlarda gözlenmeye başlanır. Ebeveynden çocuğa aktarılırken hastalığın başlangıç yaşı giderek düşer. Kendi içerisinde de Tip 1 ve Tip 2 olarak adlandırılan iki farklı tipi vardır
  • Konjenital Müsküler Distrofi; Doğumdan itibaren veya ilk iki sene içerisinde başlar. Her iki cinsiyette de görülebilir. Bazı formları ağır ilerlerken bazı formları daha hafif seyreder
  • Ekstremite Tutumlu Limb-Girdle Müsküler  Distrofisi; Genellikle omuz ve kalça etrafındaki kasları tutan ve geç çocukluk ya da 20’li yaşların başında gözlenen bir hastalıktır
  • Fasiyoskapulohumeral Das Distrofisi; Yüz kaslarını, omuzları ve üst kolları etkiler. Gençlerden yetişkinlere kadar her yaştan insanı etkileyebilir. Genellikle yavaş ilerler
  • Distal Müsküler Distrofi; Kolların, bacakların, ellerin ve ayakların kaslarını etkiler. Genellikle 40 ila 60 yaşları arasında gözlenir
  • Okülofarengeal Müsküler Distrofi; Genellikle 40’lı ya da 50’li yaşlarda başlar. Yüz, boyun ve omuz kaslarında güçsüzlüğe, sarkık göz kapaklarına (ptozis), ardından yutma zorluğuna (yutma güçlüğü) neden olur
  • Emery-Dreifuss Müsküler Distrofisi; Genellikle erkekleri etkiler, sıklıkla 10 yaş civarında başlar. Kas güçsüzlüğü ile birlikte kalp problemlerine de neden olur

Teşhisi;

MD tanısı koymak için doktorunuz çocuğunuzun ve ailenizin tam bir tıbbi geçmişini alacaktır. Doktorunuz ayrıca çocuğunuzun kapsamlı bir fizik muayenesini yapacaktır ve kas distrofisi tanısını doğrulamak için laboratuvar testleri kullanabilir.

Hasta sağlığı geçmişi; Doktorunuz çocuğunuzun genel sağlığı ve geçmiş hastalıkları hakkında konuşacaktır. Diğer sağlık sorunları da dahil olmak üzere çocuğunuzun eksiksiz tıbbi geçmişini sağladığınızdan emin olmalısınız. Doktorunuz ayrıca çocuğunuzun semptomlarını tarif etmenizi isteyecektir. Muayene sırasında, diğer aile üyelerinin kas distrofisi belirtileri olup olmadığını doktorunuza bildirmelisiniz.

Fizik muayene; Doktorunuz çocuğunuzun yerde oturma pozisyonundan nasıl ayağa kalktığını görmek isteyecektir. Zayıf bacak kasları nedeniyle, DMD’li çocuklar Gower manevrası olarak adlandırılan benzersiz bir şekilde ayağa kalkarlar. Bu durumda, çocuğun ayağa kalkma sırasında vücudunu dik pozisyona getirmek için elleri ve kollarıyla itmesidir. Bu da kalça ve uyluk kaslarındaki zayıflığa bağlıdır. Doktorunuz çocuğunuzun yürümesini de izleyecektir. Çocuğunuzun kaslarını ve sinir sistemini dikkatlice test edebilir.

Labaratuvar testleri; Doktorunuz çocuğunuzun kas distrofisi olduğunu doğrulamak veya hastalığın neden olduğu değişiklikleri izlemek için aşağıdaki gibi belirli laboratuvar testlerini kullanabilir:

  • Kan testleri; Doktorunuz, bir kan örneğini, kas hasarını gösterebilecek yüksek seviyelerde kreatin kinaz enzimi için kontrol eder
  • Elektromiyografi; Doktorunuz elektriksel aktiviteyi ölçmek için küçük elektrotları kas içine koyar. Aktivite paternindeki değişiklikler hastalığı gösterebilir
  • Kas biyopsisi; Doktorunuz laboratuvarda incelemek için küçük bir kas parçasını çıkarır. Bu, çeşitli kas distrofisi formlarını diğer kas hastalıklarından ayırt edebilir
  • Genetik test; Bazen doktorunuz anormal bir geni tanımlamak ve MD’yi teşhis etmek için bir kan örneği üzerinde çalışabilir
  • Kemik mineral yoğunluğu; Çocukların kemikleri, özellikle tekerlekli sandalyedeki çocuklar için zamanla zayıflayabilir. Doktorunuz tedavinin gerekli olup olmadığını belirlemek için kemik yoğunluğunu test edebilir
  • Pulmoner fonksiyon testi; Doktorunuz ayrıca özel bir solunum testi ile solunum fonksiyonundaki değişiklikleri de izleyebilir

Tedavisi;

Şu anda, kas distrofilerinin kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Bununla beraber kas distrofisi tedavisi, semptomları iyileştirebilecek ve hastanın yaşam kalitesini yükseltecek seçeneklere sahiptir. Kas distrofilerinde hastanın yaşam kalitesini yükselten bazı tedavi yöntemleri şunlardır;

  • Fizik terapi; Kasları güçlü ve esnek tutmak için farklı egzersizler kullanılır
  • Konuşma terapisi; Dil ve yüz kasları zayıf olan hastalara, konuşma terapisi yardımıyla konuşmanın daha kolay yolları öğretilebilir
  • Solunum tedavisi; Kas güçsüzlüğü nedeniyle nefes almakta zorluk çeken hastalarda nefes almayı kolaylaştırmanın veya solunum destek makinelerinin kullanım yolları gösterilir
  • Cerrahi tedaviler; Kalp problemleri veya yutma sıkıntısı gibi kas distrofisi komplikasyonlarını azaltmak için cerrahi tedavilere başvurulabilir

İlaç tedavileri de kas hastalıklarının neden olduğu semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir. Kas hastalıkları tedavisinde başvurulan bazı ilaçlar şunlardır;

  • Eteplirsen; Duchenne musküler distrofisi tedavisi için onaylanan ilaçlardan biridir. Bireylerde DMD’ye neden olan genin spesifik bir mutasyonunun tedavi edilmesine yardımcı olan bir enjeksiyon ilacıdır. Kas fonksiyonunda iyileşme sağlayacak distrofinin üretimini artırdığı düşünülen ilaç, vakaların %1’lik kısmında etkilidir
  • Nöbet önleyici ilaçlar (antiepileptik); Kas spazmlarını azaltır
  • Tansiyon ilaçları; Kalp problemlerine yardımcı olur
  • Vücudun bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar; Bu grupta yer alan ilaçlar kas hücrelerinin hasarını yavaşlatabilir
  • Prednizon ve defkazacort gibi steroidler; Kas hasarını yavaşlatır ve hastanın daha iyi nefes almasına yardımcı olabilir. Zayıf kemikler ve yüksek enfeksiyon riski gibi ciddi yan etkilere neden olabilirler
  • Kreatin; Normalde vücutta bulunan bir kimyasal olan kreatin, kaslara enerji sağlamaya ve bazı hastalarda kas gücünü artırmaya yardımcı olabilir
Paylaşın

Galaktore nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Gebelik süreci ve doğum dışında memelerden süt gelmesi durumuna ‘Galaktore’ denir. Hamilelik ve emzirme dönemleri dışında memeden süt gelmesi sorunu; fizyolojik, farmakolojik nedenlerden ya da hipofiz adenomlarından kaynaklanmaktadır.

Galaktore çoğunlukla kadınlarda görülmekle birlikte, nadiren erkeklerin de memelerinden süt gelebiliyor. İster erkeklerde, isterse kadınlarda görülsün galaktore çok ciddiye alınması, sağlık kurumuna başvurularak tedavi edilmesi gereken bir sorundur.

Nedenleri;

Galaktorenin oluşumunda genellikle bir hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçların etkisi olduğu, bunun bir yan etki olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. Bununla birlikte vücudumuzdaki her bir etkinin ve tepkinin hormonsal dayanağı olduğundan galaktorenin de hormonsal düzensizlikle bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Aynı zamanda olumsuz psikolojik etkenler, fizyolojik sorunlar ya da beyindeki hipofiz bezinden kaynaklanan problemler dolayısıyla da galaktore oluşabiliyor.

  • Beyin tümörleri
  • Tiroid hormonu sorunları
  • Böbrek rahatsızlıkları
  • Hipofiz bezinde sarkoidoz
  • Polikistik over sendromu
  • Bazı ilaçların yan etkisi
  • Çevresel etkenler

Belirtileri;

Galaktore’nin en belirgin iki belirtisi, meme uçlarından süt beyazı bir akıntı gelmesidir. Akıntı, bazen sarı ya da yeşil renkte de olabilir. Bu gibi bir durumda, doktorunuz meme kanseri açısından muayene etmek isteyebilir. Diğer belirtiler şunları içermektedir:

  • Adet dönemleri dışında akıntı
  • Adet düzensizliği
  • Baş ağrısı
  • Görme problemleri
  • Cinsel isteksizlik
  • Çene ya da göğüs bölgesinde artan tüylenme
  • Sivilce problemi
  • Erkeklerde sertleşme güçlüğü

Teşhisi ve tedavisi;

Galaktore teşhisi için, doktorunuz size önce fiziksel bir muayene yapacak ve belirtileri inceleyecektir. Doktorunuz ayrıca sağlık geçmişiniz, aldığınız ilaçlar ve yaşam tarzınız ile ilgili sorular da soracaktır. Doktorunuz; hormon seviyelerini kontrol etmek için kan testi talep edebilir, ayrıca hamilelik testi de talep edilebilir.

Tümörden şüphelenilmesi durumunda, doktorunuz MRI talep edebilir. Bu test, hipofiz bezinde bir tümör ya da kusur olup olmadığını anlamak için yapılmaktadır. Ayrıca doktorunuz, meme kanserini kontrol etmek için ultrason ya da mamografi talep edebilir.

Tedavi, galaktorenin altında yatan nedene bağlı olarak değişiklik gösterecektir. İyi huylu bir tümör, ilaç ya da cerrahi yöntemler ile tedavi edilebilir. Vücuttaki hormonlara bağlı olarak geliştiyse, doktorunuz yine bazı ilaçlar önerebilir. Galaktore tedavisi, genellikle ilaç tedavisi ile gerçekleştirilmektedir.

Paylaşın

Gut nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Halk arasında ‘zengin’ ya da ‘padişah’ hastalığı olarak da bilinen, romatizmal, ortopedik bir rahatsızlık olan Gut, eklemlerde ağrı, şişlik, hassasiyet ve sıcaklığa neden olan bir iltihap şeklidir. 

Gut, vücuttaki aşırı ürik asit miktarından kaynaklanır, bu da eklemlerde ve yumuşak dokularda anormal ürik asit kristallerinin (monosodyum ürat kristalleri) birikmesine ve gut hastalığına neden olur. Bir yumruya yol açan yumuşak dokudaki ürik asit toplanmasına tofüs denir. Ürik asit kristalleri böbreklerde de oluşabilir ve böbrek taşlarına neden olur.

Monosodyum ürat vücutta doğal bir kimyasal olan ürik asitten oluşur. Ürik asit, RNA ve DNA’nın (hücrelerdeki genetik materyal) doğal parçalanmasından meydana gelir. Özellikle kırmızı etlerin, kabuklu deniz canlılarının ve sakatatların aşırı tüketimi vücutta ürik asit birikimine yol açar.

Alkolden kaçınmak, hayvan etlerini az, sebze ve meyveleri daha fazla tüketilmesini amaçlayan bir diyet ile kandaki ürik asit seviyesinin ve gut ataklarının gelişmesi olasılığının azaltılması sağlanabilir.

Belirtileri;

  • Sabaha karşı vücutta asit iyonları birikmesi sonucu eklemlerde şişlik oluşur ve şiddetli ağrılar meydana gelir. Hatta ağrılar o kadar şiddetlidir ki hasta uykusundan uyanır
  • Böbreklerde ürik asit birikimi nedeniyle oluşan bir gut hastalığı ise idrarda kan, taş gibi belirtilere ek olarak karın ve bel ağrıları yaşanabilir
  • Ağrılar kronik bir hale gelir ve eklemlerde biriken ürik asit, eklemlerin sürekli şişmesine yol açarak deformasyonlara neden olabilir

Tanısı;

Gut, bir kan testiyle kolayca teşhis edilemeyen hastalıklar skalasındadır. Çünkü birçok insanın farklı nedenlere bağlı olarak kan ürik asit seviyelerinde artış olabilir ve bu durum her zaman gut hastalığına neden olmaz.Gut hastalığının tanısı için, hastalıktan etkilendiği düşünülen bir eklemden sıvı alınır ve bu sıvı patolojik inceleme için gönderilir. Sıvı, monosodyum ürat kristallerinin varlığı için polarize bir mikroskop altında incelenir.

  • Kan testi; Doktorunuz kandaki ürik asit ve kreatinin seviyelerini ölçmek için bir kan testi önerebilir. Yine de kan testi sonuçları yanıltıcı olabilir. Bazı insanlar yüksek ürik asit seviyelerine sahiptir, ancak hiçbir zaman gut hastalığına sahip olmazlar. Bazı insanlar da gut belirtileri ve semptomları gösterir, ancak kanlarında olağandışı ürik asit seviyeleri yoktur.
  • Röntgen; Gut hastalığı dışında eklem iltihabına neden olabilecek diğer hastalıkların bulunmasında yardımcı olur.
  • Ultrason; Ultrason, kas ve iskelet sistemindeki eklemlerde meydana gelen iltihabi durumu veya ürat kristallerini tespit edebilir.
  • MR; MR görüntülemesi ile eklemdeki ürat kristallerin varlığı tespit edebilir.

Gut hastalığı, eklemlerin zayıflamasına ve uzun vadede eklem hasarına neden olabileceğinden, bu hastalıkta doğru tanının konulması son derece önemlidir.

Tedavisi;

Gut hastalığı ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem ve eklemlerin çevresindeki dokularda birikim yaparak deri altında şişlikler oluşturur. Gut hastalığının tedavisi yapılmazsa eklemlerde hasar oluşturabilir. Bu şişlikler genellikle hasta eklemlerin içinde veya çevresinde, dirseklerin yanında, parmakların üstünde, ayak başparmağında ve kulak kıvrımında oluşmaktadır.

Gut hastalığı tedavi edilmezse hastalık ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem çerçevesindeki dokularda birikim yapmaya başlar.

Gut hastalığının tedavisi akut ataklar sırasında ve ataklar arasında ayrı şekillerde yapılır. Ağrılı durumlarında; yani akut atak zamanlarında “antienflamatuar” ilaçlar kullanılır. Gut hastalığında kullanılan ilaç tedavisi kişinin hastalık seyrine göre ayarlanmaktadır. Eğer ürik asit seviyeleri oldukça yüksekse idrarla atılmalarını sağlayan ilaçlar da verilebilmektedir.

Aşırı yorgunluk atakları tetikleyebilir. Ağrılı dönemlerde zaten spor yapamaz; ama kronikleşmiş hastalığı varsa kendini çok yoran sporlar yapmamalıdır. Ağrılı dönemde istirahate ihtiyaç duyabilirler. Gut hastalığında tuz kristallerinin çözünmesi arttırması açısından su tüketimi de önemlidir. Böylece böbrek taşı oluşmasının da önüne geçilir.

İltihaplı eklemlere buz koymak; ağrı ve şişliğin azalmasında etkili olabilir; ancak bunun dışında tedavi edici bir etkisi yoktur. Gut tedavisi mutlaka doktor kontrolünde yapılmalıdır. İltihaplar için doktor tavsiyesi dışında asla ilaç kullanılmamalıdır.

Diyeti;

Gut hastalığıyla nasıl başa çıkılır sorusunun cevabı uygun bir diyette yatmaktadır. Gut hastalığında diyetle atak gelişimini engellemek, atak geliştiğinde de atağın şiddetini azaltmak mümkündür. Diyette dikkat edilmesi gereken özellikler şunlardır:

  • Başta su olmak üzere bol bol sıvı tüketmek, özellikle fruktozla tatlandırılmış içeceklerden uzak durmak.
  • Protein ihtiyacını düşük yağ oranlı süt ve süt ürünlerinden karşılamak.
  • Et, balık ve kümes hayvanları tüketimini sınırlamak. Küçük miktarlarda tüketmek gut hastaları tarafından tolere edilebilir. Ayrıca sayılan kaynaklardan hangisinin kişiye daha fazla zararlı olduğunun saptanması da beslenmede büyük önem taşır.
  • Kilo alımını engellemek ve küçük prosiyonlar tüketerek kilo vermek. Burada önemli olan nokta ürik asit düzeyini aniden arttıracağından hızlı ve aşırı kilo kaybından kaçınma gerekliliğidir.
Paylaşın

Grip nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Tıp literatüründeki ismiyle İnfluenza olan ve yıl içerisinde sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başına kadar olan dönemde daha sık görülen Grip, temel olarak burun, boğaz, bronşları ve daha ender olarak akciğerleri etkileyen influenza virüsüne bağlı solunum yolu enfeksiyonudur.

Öksürük, hapşırma, yakın temas, öpüşme, tokalaşma ile çok çabuk bulaşabilen influenza virüsü ellerin gün içinde sık sık yıkanmaması sonucu yayılmaktadır. Gribin bulaşması kapalı ortamlarda çok kolaydır. Hasta öksürdüğünde, hapşırdığında milyonlarca virüs havaya yayılır. Sağlıklı insanlar solunum yoluyla virüsü alır. İnfluenza virüsüne karşı bağışıklığı olmayan kişiler 1-4 gün içinde gribe yakalanır.

Öksürük, hapşırık yoluyla okul, ibadet yerleri, sinema, tiyatro gibi insanların toplu bulunduğu yerlerde yüzlerce kişiye grip bulaşabilir. Virüs dış ortamlarda 2-8 civarında varlığını sürdürebilir. Bu bağlamda hasta olan bir kişinin dokunduğu merdiven tutamaçları, telefon ahizeleri, masa, kapı kollarına temas eden sağlıklı insanlar grip virüsü alır. Virüsü alan kişiler ellerini ağızları ve gözleri ile temas ettirdiklerinde virüsü kendilerine bulaştırmış olur.

Belirtileri;

  • Ateş (koltuk altından ölçülen 38 °C ve üzeri)
  • Titreme
  • Kuru öksürük
  • Boğaz ağrısı
  • Burun akıntısı ve tıkanıklığı
  • Baş ağrısı
  • Kas ve eklem ağrıları
  • Şiddetli halsizlik
  • İshal, nadiren kusma

Ateş (38 °C ve üzeri ) yükselir ve titreme görülür, bunlara baş ve karın ağrısı eşlik etmektedir. Kuru bir öksürük görülür. Bunların dışında, eklem ve boğaz ağrıları, iştahsızlık, burun akıntısı, hapşırma, baş dönmesi de grip hastalığında görülebilir.

Çocuklarda bu duruma kusma ve ishal eşlik edebilir, küçük çocuklarda dikkat edilmesi gereken ek belirti huzursuzluk, iştahsızlık ve uyku halidir. Belirtiler hastanın günlük işlerini etkileyecek düzeye ulaşabilir. Halsizlik grip geçtikten sonra bile bir kaç hafta devam edebilir.

Tanısı;

Grip tanısı genelde hikaye ve fizik muayene sonucu konulur. Ancak tanı kesin olarak virüsün izolasyonu ile konabilir. Ancak virüslerin kültür işlemi, özel sistemler gerektirdiğinden ve uzun zaman aldığından hastanın tedavisinin planlanmasında genelde tercih edilmemektedir.

Tedavisi;

Grip virüsü şiddetine göre farklı tedavi seçenekleri ile tedavi edilebilir. Bu tedavilerin başında genelde bağışıklık sisteminin kuvvetli tutulması hedeflenmektedir. Bunun dışında mevsimsel geçiş döneminde grip aşısı yaptırarak, o sene salgınlara neden olması muhtemel virüs tiplerinden korunulabilir.

Grip tedavisi için genellikle burun spreyi, nefes açıcı spreyler, vitamin takviyeleri veya hekiminizin uygun görmesi halinde antiviral (virüslere karşı) ilaç tedavisi önerilebilir.

Grip enfeksiyonu- soğuk algınlığı (nezle) farkları nelerdir?

Grip, influenza A ve B virüstlerinin yol açtığı bir enfeksiyondur. Soğuk algınlığına ise 200’den fazla virüs yol açar. Soğuk algınlığı şikayetinde bulunan kişilerde ya ateş yoktur ya da hafif şekilde seyreder. Grip hastalarında ise aniden ateş yükselmesi görülür. Gripte baş ağrısı her zaman görülürken, soğuk algınlığı olan kişilerde baş ağrısı bazen ortaya çıkar. Soğuk algınlığı belirtilerinde hafif şekilde seyreden halsizlik, grip hastalarında belirgindir ve haftalarca sürebilir. Öksürük şikayeti soğuk algınlığında hafif şekilde, gripte ise şiddetli biçimde görülür. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında (soğuk algınlığı) boğaz ağrısı genellikle vardır, gripte ise boğaz ağrısına daha nadiren rastlanır.

Gripten korunmak için neler yapılabilir?

Hastalıktan korunmak için grip sezonundan önce aşılanmak faydalıdır. Fakat artık değişik suşlarla olan gribal enfeksiyon sıklığının artması sebebiyle aşı olmak her zaman korumamaktadır. Aşı komplikasyonları ve yan etkileri de göz önüne alındığında aşı kararı bir uzmana danışılarak alınmalıdır.

Özellikle çocuklar, 65 yaşını geçenler ve kronik hastalığı olanlar (Astım, kalp yetmezliği, diyabet ve kanser hastaları gibi) ın aşılanmasında fayda vardır. Hastane çalışanlarının da aşılanması hastane enfeksiyonlarının önlenmesi açısından önemlidir. Öksürük ve aksırık sırasında ağız çevresine ve ellere bulaşan damlacıkların, enfeksiyonun yayılmasında önemli rolü vardır. Bu nedenle ellerin sürekli yıkanarak temiz tutulması, çok önemlidir. Düzenli ve yeterli beslenmek, yüzeyleri sürekli temiz tutmak, gripli kişilerle temasın azaltılması, kapalı ortamların sık olarak havalandırılması diğer yapılması gerekenlerdir.

Grip aşısı nedir?

İnfluenza virüsü, zatürre gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu yüzden kronik sağlık problemi olanların, gebelerin ve bebeklerin gripten korunması önemlidir. Gribe yol açan influenza virüsünün pek çok alt tipi bulunur. Bunun yanı sıra virüs, sürekli değişime uğrayarak bir önceki yıl görülen virüslerden farklılaşır. Bağışıklık sisteminin virüsü tanımamasının, dolayısıyla kişinin her yıl gribe yakalanmasının nedeni budur. Gribin neden olduğu enfeksiyondan korunmak için en etkili yöntem aşılanmaktır.

Dünya Sağlık Örgütü, (WHO, DSÖ) grip aşısının önemine her yıl vurgu yapmasının ve kişileri aşılanmaya teşvik etmesinin nedeni de budur. Grip aşısı her yıl tekrar geliştirilir. Bir önceki yıl toplumu en fazla enfekte eden ve etkileyen virüslerin 3-4 alt tipi, virüs aşısına dahil edilir. Grip aşıları son derece güvenilir olsa da influenza virüsünün nitelik değiştirme özelliğinden dolayı %100 olarak koruma sağlamaz. Ancak kişinin pek çok influenza virüsüne karşı bağışıklık geliştirmesini sağlayarak grip olma olasılığını düşürür.

Grip aşısı her zaman yaptırılabilse de aşılanmanın önerildiği zaman Ekim ayının sonudur. Aşılanmadan iki hafta sonra kişi, mevcut influenza virüslerine karşı bağışıklık kazanır. Çocuklarda ilk 6 aydan sonra yapılabilen grip aşısı, 9 yaşına kadar olan çocuklara ilk kez uygulandığında 4 hafta arayla iki doz şeklinde yapılabilir. Özellikle risk grubunda bulunan yaşlıların, kronik hastalığı olanların ve gebelerin, grip aşısı yaptırması gerekir. Herhangi bir yan etkisi bulunmayan aşı, talep eden hemen herkese yapılabilir. Şu kişilerin mutlaka grip aşısı yaptırması önerilir:

  • Diyabet hastaları
  • Akciğer, kalp ve böbrek gibi kronik hastalığı olanlar
  • Bakım evinde yaşayan kişiler
  • Yüksek riskli hastalarla birlikte yaşayanlar
  • Sağlık çalışanları
  • 50 yaş ve üzerindeki kişiler
  • Hamileler
  • 5 yaşından küçük çocuklar
Paylaşın

Glokom (Göz Tansiyonu) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Net olarak bilinmemekle birlikte Türkiye’de 40 yaş üzeri her 100 kişiden 1’inde görülen Glokom (Göz Tansiyonu), göz içi basıncının sıklıkla yükselmesi nedeniyle görme sinirinin zarar görmesidir. Glokom, körlüğe neden olabilen bir hastalıktır.

Başka bir tanımla; Glokom, göz içi basıncının artması sonrasında gözün optik sinirinin hasar görmesine ve kişinin görme yeteneğini kaybetmesine neden olabilen oldukça ciddi bir göz hastalığıdır. Göz tansiyonu gözün ön kısmında sıvı birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Göz önünde biriken bu sıvı, göz içi basıncını arttırarak, optik sinire hasar verir ve böylelikle kişide glokom gelişebilir.

Belirtileri;

Hastaların büyük bir bölümünde herhangi bir belirti görülmez. Erken dönemde bazı hastalarda sabahları belirginleşen baş ağrıları, zaman zaman bulanık görme, geceleri ışıkların etrafında ışıklı halkalar görülmesi, televizyon izlerken göz etrafında ağrı, vb. belirtiler ortaya çıkabilir.

göz tansiyonu (glokom), birçok hasta tarafından, ancak, ileri dönemde ve belirgin görme kaybı ortaya çıktığında fark edilir. Aile bireylerinde bulunan glokom hastalığı, ilerleyen yaşlarda görülen şeker hastalığı, miyopi, uzun süreli kortizon tedavisi, göz yaralanmaları ve migren glokom riskini artırır.

Diğer bir glokom tipi ise, ileri yaşlarda ani bir şekilde krizle ortaya çıkan dar açılı glokomdur. Şiddetli göz ağrısı, görme azalması, gözde kızarıklık ve bulantı-kusma ile ortaya çıkar. Acil tedavi gerektirir. Bebeklikte ve çocukluk çağında izlenen türlerinde gözde sulanma, ışığa karşı hassasiyet ve gözde büyüme izlenir.

Glokom kimlerde görülür?

  • Göz içi basıncı normalden yüksek olan kişilerde glokom gelişme riski daha yüksektir; ancak göz içi basıncı yüksek olan herkeste glokom olabileceği anlamına gelmez
  • 40 yaşın üzerindeki kişilerde glokom riski artmaktadır
  • Glokomun genetik ile ilişkisi olabilir. Ailesinde glokom olan kişilerde gelişme riski daha yüksektir. Diğer bir deyişle, bir veya birden fazla gende bozukluk olabilir ve bu bireyler hastalığa karşı daha hassas hale gelebilir
  • Şeker hastalığı ve hipotiroidizm (guatr) olan hastalarda glokom gelişme riski daha fazladır
  • Ciddi göz yaralanmaları göz içi basıncı yükselmesine neden olabilir. Diğer risk faktörleri; retina dekolmanı, göz tümörleri ve kronik üveit veya iritis gibi göz iltihaplarıdır. Bazı göz cerrahileri de ikincil glokom gelişimini tetikleyebilir
  • Genellikle uzağı iyi görememe olarak bilinen miyopide glokom sıklığı yaklaşık iki misli artmıştır
  • Uzun süreli kortizon kullanımı (damla, ağızdan veya cilt pomadı vb. olarak) ikincil glokom gelişimine neden olabilir
  • Bu özelliklere sahip kişilerin, görme sinirindeki hasarın erken tespiti için düzenli göz muayenesi olmaları önemlidir

Tanısı;

Göz doktorunuz tarafından düzenli göz muayeneler, glokomun saptanması için en iyi yöntemdir. Sadece göz tansiyonunuzun ölçülmesi, glokom olup olmadığının saptanması için yeterli değildir. Glokomu saptamanın kesin olan tek yolu, tamamen göz muayenesi yapmaktır.

Glokom açısından değerlendirilmeniz sırasında, göz doktorunuz şunlara bakacaktır:

  • Göz içi basıncınızın ölçülmesi (tonometri),
  • Gözünüzün drenaj açısının incelenmesi (gonyoskopi),
  • Optik sinirinizde hasar olup olmadığının belirlenmesi (oftalmoskopi),
  • Her bir gözün görme alanının değerlendirilmesi (perimetri)

Optik sinirin fotoğrafının çekilmesi veya başka bir bilgisayarlı yöntemle görüntülenmesi tavsiye edilmektedir. Bu yöntemlerin hepsi, herkes için gerekli olmayabilir. Ayrıca bu testlerin, durumunuzda değişiklik olup olmadığının izlenmesi için düzenli aralıklarla tekrarlanması gerekebilir.

Tedavisi;

Göz tansiyonu (glokom), tanı konulduktan sonra tamamen iyileştirilip ortadan kaldırılamaz; fakat birçok olguda uygun tedavi ile başarılı bir şekilde kontrol altında tutulabilir ve görme kaybının ilerlemesi engellenebilir.

Açık açılı glokom, öncelikle, göz içi basıncını düşüren çeşitli ilaçlarla tedavi edilir. Dirençli vakalarda veya glokom tipine göre cerrahi tedaviler uygulanabilir. Bazı hastalarda birden fazla cerrahi girişim de gerekebilir.

Kriz ile ortaya çıkan dar açılı tipinde ise tedavi çok acildir. Lazer tedavileri, kontrol altına alınamayan glokomda veya kapalı açılı glokomda kullanılabilir. Glokom sinsi bir hastalıktır. Her sene göz tansiyonunuzu ölçtürmeyi unutmayınız.

Paylaşın

Göbek Granülomu nedir? Detaylar

Göbek Granülomu; yeni doğan bebeklerde göbek kordonu düştükten sonra göbeğe yapışma yerinde gelişen üzeri nemli bir granülasyon dokusudur. İçeri çökmüş göbek halkası içinde saptanan parlak ve kırmızı renkte, üzeri pütürlü, minik bir karnıbahar görünümünde, büyüklüğü 1-10 mm arasında değişen göbek bağı kalıntısıdır.

Nedeni tam olarak belli olmamakla birlikte göbek sulantı kordunu bakımının iyi olmadığını göstermez. Tedavi edilmezse göbekten sürekli akıntı ve sulantıya neden olarak bebeğin cildini tahriş eder.

Göbek kordonu anne karnında en önemli yapılardan biridir. Doğumdan sonra görevi ve önemi kalmaz Göbek kordonu ile ilgili tün yapıların kapanması ve gerilemesi gerekir. Eğen bunlar olmazsa sorunlar yaşanır. Göbek kordonu 3-45 gün arasında göbekte kalabilir, ortalama ayrılma ve düşme süresi 2 haftadır. Kordun geç ayrılması bazı bağışıklık sistemi hastalıkları ile ilgili olabilir.

Göbek kordonunun bakımı için farklı yaklaşımlar vardır. Hiçbirşey sürmeden kendi haline bırakılabilir. Bazı doktorlar sabun ile yıkama alkol uygulanmasını önerir. En çok korkulan şey göbeğin iltihaplanmasıdır (omfalit).

Umbilikal granülom göbekte en sık görülen kitle nedenidir. Kord düştükten yaklaşık 1 hafta sonra ortaya çıkar. Nemli ve pembedir, 1-10 mm arasında değişir, Kanlı veya sarı-yeşil akıntıya neden olabilir.

Muayene sırasında ailenin verdiği öykü ve görüntüsü ile tanı konur, herhangi bir ek tetkik yapılması gerekmez.

Tedavisi;

Granülomun tedavisi veya yok edilmesi için çeşitli yöntemler vardır.

Kimyasal madde uygulanarak kuruması sağlanabilir, gümüş nitrat çubukları bu tedavi için hazırlanmıştır. 2 gün aralıklı olarak 3 uygulamaya kadar gümüş nitrat kullanılabilir. Grnülom küçülerek hücresel iyileşme ve cildin oluşması hızlanır.

Kimyasal etkisi nedeniyle göbek çevresindeki cilt koyu renk alabilir, göbekten gelen akıntı ilacın yayılmasına neden olabilir, bu nedenle cildin kremle korunması gerekir. Normal ciltteki etkisi sınırlı ve geçicidir. 2-3 uygulamadan sonra göbek granülomu küçülür ve düşer. Düşmemişse göbekte daha nadir olarak görülen kitlelerin gözden geçirilmesi gerekir.

Gümüş nitrattan sonra en sık kullanılan tedavi yöntemi cerrahi dikiş yardımı ile granülomun göbeğe birleştiği kısımdan bağlanmasıdır. Böylece granülomun beslenme yolu kesilerek ölü doku haline gelmesi ve düşmesi sağlanır.

Umbilikal granülom tedavisi bittikten sonra bebek normal banyosunu yapabilir.

Paylaşın