Yaşlanma Belirtilerini Yavaşlatacak Yeni Bir Yöntem Keşfedildi

Araştırmacılar, biyolojideki en iddialı araştırma programlarından biri olan İnsan Hücre Atlası projesinin bir parçası olarak, insan vücudunun kök hücrelerden deri hücrelerini nasıl ürettiğini keşfettiler.

Araştırmacılar, laboratuvar ortamında, az miktarda deri üretmeyi de başardılar. Araştırmanın bulgularının cildin yaşlanmasını geciktirmeye yardımcı olabileceği düşünülüyor.

Bununla birlikte cilt nakli için hücre üretimi ve yara izlerinin önlenmesinde kullanılabileceği belirtiliyor. İnsan Hücresi Atlası projesi insan vücudunun her bir parçasının hücre hücre nasıl oluştuğunu anlamayı amaçlıyor.

Uluslararası projenin merkezi Cambridge Üniversitesi’ndeki Wellcome Sanger Enstitüsü.

Projenin liderlerinden Prof. Muzlifah Haniffa, çalışmalarının hastalıkları daha etkin bir şekilde tedavi etmek; aynı zamanda insanları daha uzun süre sağlıklı ve hatta daha genç tutmak için yeni yollar bulunmasına yardımcı olabileceğini söyledi.

Haniffa, “Cildi manipüle edip yaşlanmayı önleyebilirsek daha az kırışıklığımız olacaktır” dedi ve ekledi: “Hücrelerin ilk gelişiminden itibaren yetişkinlikteki yaşlanmaya kadar değişimlerini anlayabilirsek, ‘Organları nasıl canlandırabiliriz, kalbi, cildi nasıl gençleştirebiliriz? diye sorup bunları deneyebiliriz.”

Araştırmacıların bu aşamaya gelmesi yakın zamanda mümkün görünmüyor ancak anne karnındaki fetüste deri hücrelerinin nasıl geliştiğini anlama konusunda ilerleme kaydettiler.

Bir yumurta ilk döllendiğinde, tüm hücreler birbirinin aynıdır. Ancak üç hafta sonra, “kök hücre” adı verilen özel hücrelerdeki belirli genler devreye girerek talimatlar üretirler. Böylece vücudun uzuvlarını oluşturmak üzere toplanma ve özelleşme süreci başlar.

Araştırmacılar, vücudun en büyük organı olan cildi oluşturmak için hangi genlerin hangi zamanlarda ve hangi yerlerde devreye girdiğini tespit ettiler. Bunlar mikroskop altında belirli kimyasallar kullanılarak renklendirildiğinde ayırt ediliyorlar.

Turuncuya dönen genler cildin yüzeyini oluşturuyor. Sarı renkliler cilt rengini belirliyor. Bunun dışında kılları uzatıp, terlememizi sağlayan ve bizi dış dünyadan koruyan diğer yapıları oluşturan birçok gen daha var.

Nature dergisinde yayımlanan araştırma, insan cildini oluşturmak için kök hücrelerin kullandığı komuta dizisini ortaya çıkardı. Bu talimatları okuyabilmek heyecan verici olasılıkları beraberinde getiriyor. Bilim insanlar halihazırda fetüsün cildinin iz bırakmadan iyileştiğini biliyor.

Yeni keşfedilen talimat dizini bunun nasıl olduğunu detaylandırıyor. Bir sonraki araştırma alanı bunun, cerrahi prosedürlerdeki kullanımına yönelik, yetişkin cildinde kopyalanması olabilir.

Bir diğer önemli gelişme de, bilim insanlarının bağışıklık hücrelerinin derideki kan damarlarının oluşumunda kritik bir rol oynadığını keşfetmeleri oldu. Bunun ardından laboratuvarda bu talimatları taklit edebildiler.

Genleri aktif ve pasif hale getiren kimyasalları doğru zamanda, doğru yerde kullanarak kök hücrelerden yapay cilt ürettiler. Şimdiye kadar küçük deri parçaları ürettiler ve bunlardan küçük tüyler çıktı.

Prof. Haniffa’ya göre nihai amaç tekniği mükemmelleştirmek: “İnsan cildinin nasıl yapıldığını biliyorsak, doku nakliyle bunu yanık hastaları için kullanabiliriz.” Prof. Haniffa, “Ya da saç kökleri oluşturabilirsek, kel insanların saçlarının çıkmasını sağlayabiliriz” diyor.

Laboratuvardaki deri, kalıtsal cilt hastalıklarının nasıl geliştiğini anlamak ve olası yeni tedavileri test etmek için de kullanılabilir.

Genleri aktifleştirmek ve pasifleştirmek için talimatlar, gelişen embriyonun her yerinden gönderilir ve doğumdan sonra yetişkinliğe kadar devam ederek bütün farklı organ ve dokuların gelişimini sağlar.

İnsan Hücresi Atlası projesi, başladığından bu yana geçen 8 yılda vücudun farklı uzuvlarından 100 milyon hücreyi analiz etti. Beynin, akciğerin taslak atlaslarını üretti. Araştırmacılar böbrek, karaciğer ve kalp üzerinde çalışıyor.

İnsan Hücresi Atlası Konsorsiyumu’nun kurucularından ve liderlerinden Cambridge Üniversitesi Profesörü Sarah Teichmann’a göre bir sonraki aşama ayrı atlasları bir araya getirmek.

Sarah Teichmann, “İnanılmaz heyecanlı çünkü bize fizyoloji, anatomi konularında yeni içgörüler sağlıyor ve insanlarla ilgili anlayışımızı ilerletiyor… Kendimiz, dokularımız, organlarımız ve bunların nasıl çalıştıkları hakkında kitapların baştan yazıldığını göreceğiz.” diyor.

Vücudun diğer bölümlerinin nasıl oluşturulduğuna dair genetik talimatlar önümüzdeki haftalarda ve aylarda yayınlanacak; ta ki sonunda insanların nasıl yapıldığına dair daha eksiksiz bir resme sahip olana kadar.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Devrim Niteliğinde Kanser Tedavisi: İmmünoterapi

İmmünoterapi, kanser tedavisinde büyük potansiyele sahip devrim niteliğinde bir kanser tedavi yöntemidir. Kanser hücreleri vücudun bağışıklık sisteminden saklanabilirler. İmmünoterapi, bağışıklık sistemini, kanserli hücreleri bulup yok etmesi için daha iyi çalışır hale getirir.

Haber Merkezi / Farklı tür kanserlerin sürecinde çeşitli immünoterapi türleri kullanılabilir. Mevcut immünoterapi seçenekleri şunlardır:

Bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri: Bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri bağışıklık kontrol noktalarını bloke eden ilaçlara verilen isimdir. Bağışıklık kontrol noktaları, bağışıklık sisteminin normal bir parçasıdır ve bağışıklık tepkilerinin gereğinden daha çok güçlü olmasını ve vücuda zarar vermesini engeller. Bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri bunları bloke ederek bağışıklık hücrelerinin kansere daha güçlü yanıt vermesini sağlar.

Monoklonal antikorlar: Bağışıklık sistemi üzerinde bulunan ve belirli hedeflere bağlanabilen proteinlerdir. Bu antikorlar kanser hücrelerini işaretler ve bağışıklık sistemi tarafından daha kolay bulunmasını sağlar. Bu nedenle hedefe yönelik tedavi olarak bilinir. Monoklonal antikorlar sağlıklı hücreler değil kanser hücrelerinin özel bölümlerini tanırlar. Kanser hücrelerinin yüzeyindeki büyüme bölgelerini bloke ederek kanserin büyümesine engel olurlar. Bazı monoklonal antikorlar radyasyonla kaplanarak vücuda verilir. Böylece hedefe yönelik radyoterapi yapılabilir. Bazı monoklonal antikorlara kanser ilaçları yüklenir böylece doğrudan kanser dokusuna ulaşmaları sağlanır.

T-hücre transfer tedavisi: Aynı zamanda modülatör hücre tedavisi, modülatör immünoterapi veya immün hücre tedavisi olarak da adlandırılan T-hücre transfer tedavisi ise T-Hücrelerinin kanserle doğal savaşma yeteneğini artıran bir tedavi türüdür. Bu tedavi sürecinde bireyin tümöründe bulunan bağışıklık hücreleri alınır. Bireyde bulunan kanser türüne karşı en aktif olanlar, bu kanserli hücrelere karşı daha etkin bir şekilde saldırabilmesi için seçilir veya değiştirilir. Sonra bu bağışıklık sistemi hücreleri çok sayıda çoğaltılır ve bir iğne ile tekrar vücuda geri verilir.

Kanseri tedavi eden aşılar: Bizi enfeksiyonlardan koruyan bakteri ve virüslere karşı geliştirlmiş aşılardan hepimizin az ya da çok bilgisi vardır. Kanser aşıları tamamen farklı özelliktedir. Zayıflatılmış bakteri veya virüs taşımazlar. Bunlar kanserden koruyan aşılardan da farklıdır. Kanserden koruyan aşılara örnek HPV aşısı ve hepatit B aşısıdır. Kanser aşıları tümör yüzeyinde bulunan antijenleri içerir. Vücuda verildiklerinde bağışıklık sisteminin  kanseri tanımasını ve aktif hale gelmesini sağlarlar. Kanser aşıları kendi tümör hücrelerinizden kişiye özel üretilebilir. Şu anda prostat kanseri için uygulanmakta olan bir aşı kanseri tamamen ortadan kaldırmasa da hastaların ömrünü uzatmaktadır.

Bağışıklık sistemi modülatörleri: Bağışıklık sistemi modülatörleri vücudun kansere karşı bağışıklık tepkisini arttırır. Bağışıklık sistemi modülatörlerinin bir bölümü bazıları bağışıklık sisteminin sadece belirli kısımlarını etkilerken diğerleri bağışıklık sistemini daha genel bir şekilde etkileyebilir.

Onkolitik virüsler: Vücuda verildiğinde normal hücrelere dokunmayan ancak kanser hücrelerini parçalayan virüslerdir.

Hangi kanserlerde kullanılabiliyor?

İmmünoterapi, birçok kanser tipinde kullanılıyor. Günümüzde malign melonom; yani ben kanserlerinde etkilidir. Malign melonomda, kemoterapinin hemen hemen hiç etkisi yoktur. Buna karşın immünoterapi çok daha etkilidir. Küçük hücre dışı akciğer kanserinde birinci seçenek kemoterapidir. Ancak sonrasında hastalık ilerlerse ikinci seçenek olarak immünoterapi ilaçları kullanılır. Bir diğer kullanım alanı böbrek kanseridir. Hedefe yönelik ilaçlar başarısız olduğu zaman ikinci seçim immünoterapi olur. Lenf kanserlerinde de (Hodgkin hastalığı) kullanılır. Bağırsak, mesane, mide ve meme kanserinde de kullanılmasına yönelik çalışmalar ise devam ediyor.

Ne tür yan etkiler yapabilir?

İmmünoterapi bağışıklık sistemi ile ilgili yan etkiler yapabilir. Bunlar; deride birtakım belirtiler, ishal gibi durumlardır. Akciğerde iltihap (mikropsuz zatürre), hormon sistemi üzerinde etkileri olabilir. Örneğin; tiroit bezi üstüne etki ederek yavaş ya da hızlı çalışmasına neden olabilir. Böbrek üstü bezi yetersizliği yapabilir. Hipofiz bezinin yetersizliği görülebilir. Halsizlik, iştahsızlık yapabilir.

Yan etkilerin çok iyi bilinmesi, hastaların sıkı takip edilmesi gerekir. Bu yüzden immünoterapi uygulayan medikal onkologların, yan etkiler oluştuğunda ilacın ne zaman kesileceğini, ne zaman devam edileceğini iyi bilmesi ve bu konuda önlemler alması gerekir. Takibi yapan göğüs hastalıkları, endokrinoloji, gastroenteroloji gibi diğer dallardaki hekimlerin de herhangi bir yan etki görüldüğünde nasıl müdahale edilmesi gerektiğini bilmesi gerekir. Örneğin; yan etkiler görüldüğünde kortizon kullanılması gerekebilir. Bu yüzden hekimin kortizonu ne zaman kullanacağını bilmesi gerekir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Beyindeki Bağımlılık Ağı Haritalandı: Yeni Tür Tedaviler Yolda

Bilim insanları beyin lezyonları geçirdikten sonra aniden sigarayı bırakan uzun süreli içicileri inceleyerek beyindeki bağımlılıkla bağlantılı ağı haritaladıklarını açıkladı. Araştırmanın, madde bağımlılığı ile mücadelenin geleceğindeki tedavilerde yeni imkanlar ve yöntemler sağlayacağı umuluyor. 

Bağımlılığın beyinde nerede olduğunu bulmak için araştırmacılar, beyin lezyonları olduğu döneme kadar her gün sigara içen 129 hasta üzerinde çalıştı.

Nature Medicine dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, yarıdan fazlası lezyon oluştuktan sonra normal şekilde sigara içmeye devam ederken, dörtte biri herhangi bir sorun yaşamadan hemen sigarayı bıraktı. Hata bu kişiler “canlarının sigara çekmediğini” de bildirdi.

Sigarayı bırakanların lezyonları beynin belirli bir bölgesinde bulunmazken, olanlar da bir dizi alanda haritalandılar. Buna “bağımlılık remisyon ağı” denildi.

Birinin bağımlılıktan vazgeçmesine neden olacak lezyonun, muhtemelen beynin dorsal singulat, lateral prefrontal korteks ve insula gibi kısımlarını etkileyeceğini ancak medial prefrontal korteksi etkilemeyeceğini buldular.

Önceki araştırmalar, insulayı etkileyen lezyonların bağımlılığı azalttığını göstermişti. Bulgularını doğrulamak için araştırmacılar, alkol risk değerlendirmesini tamamlayan toplanmda 186 lezyon hastasını inceledi.

Çalışma, hastaların bağımlılık remisyon ağındaki lezyonların alkolizm riskini de azalttığını ve bunun maddeler arasında ortak bir bağımlılık ağına işaret ettiğini gösterdi.

Finlandiya Turku Üniversitesi’nde nörolog ve çalışmanın yazarı olan Juho Joutsa, AFP’ye verdiği demeçte “tanımlanan ağ, tedavi çabaları için bizlere test edilebilir bir hedef sağlıyor” dedi.

Ameliyat gerektirmeyen yöntemleri güçlendirebilir

Bulgulara göre bu bağımlılık ağının bazı merkezleri, ameliyat gerektirmeyen nöromodülasyon (bir dizi rahatsızlığı tedavi etmek için sinirleri uyarma) teknikleriyle bile hedeflenebilecek kortekste bulunuyor.

Böyle bir teknik, geçen ay ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından obsesif-kompulsif bozukluk için transkraniyal manyetik stimülasyonun (TMS) onaylanması ile kullanılmıştı.

Araştırmalar devam etmeli

Joutsa, araştırmasının bağımlılığı hedefleyen bir TMS tedavisine katkıda bulunacağını umduğunu söyledi ve ekledi:

“Ancak, bu ağı modüle etmenin en iyi yolunun ne olduğunu bulmamız ve ağı hedeflemenin klinik olarak faydalı olup olmadığını test etmek için dikkatlice tasarlanmış, rastgeler, kontrollü denemeler yürütmemiz gerekiyor.”

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Sivilce İzlerinden Nasıl Kurtulunur?

Cilt bakımı dünyasında sivilce izleri en zorlu ve tedavisi en zahmetli cilt sorunlarından biridir. Makyaj bu izleri geçici olarak gizleyebilir, ancak sivilce yara izleri cildinizde kalıcı bir hale gelmeden önce en kısa sürede tedavi edilmesi gerekir.

Haber Merkezi / Sivilce izlerini, derinin derinliklerine kadar giden ve küçük delikler gibi görünenler, derin veya keskin hatlara sahip olmayan, ancak yumuşak kenarları ciltle birleşince düzensiz görünenler, keskin kenarlara sahip olan geniş, oval veya kutu benzeri girintiler olarak görünenler olmak üzere üç kategoriye ayırabiliriz.

Sivilce izlerine ne sebep olur?

Sinir bozucu sivilce izlerinin ortaya çıkmasının ana nedeni, sivilce yarasının iyileşme sürecini tamamen bozan iltihaplanma ve kolajen yenilenme eksikliğidir. Ciltte kendini yenilemek için kolajen ve doku üretimi gerektiren iyileşme sürecinden geçmelidir. Herhangi bir tetikleyici nedeniyle bu süreç aksarsa izler meydana gelir.

Sivilce izlerinden nasıl kurtulur?

Sivilce izleri rahatsız edici olsa da tedavi edilemez değildir. İşte sivilce izlerinden tamamen kurtulmanın yolları.

Retinoidler;

Retinoidler, cilt hücresini ve kolajen üretimini artırmak, ciltteki iltihapla mücadele etmek için hücresel düzeyde aktif olarak çalışırlar. Bu da, çukurlu sivilce izlerinin veya ciltte görünen herhangi bir sivilce sonrası şişlik olasılığını azaltmaya yardımcı olur.

Mikro iğneleme;

Adından da anlaşılacağı gibi, mikro iğneleme, cildinizin küçük iğne benzeri bir araçla delinmesini içeren bir işlemdir. Kulağa korkutucu geliyor ama tamamen zararsızdır. Bunun için özel olarak oluşturulmuş mikro iğne cihazları vardır.

Yine de mikro iğneleme tedavisi için dermatoloğunuza danışabilirsiniz. Bu süreç temel olarak mikroiğneler tarafından yapılan mekanik yaralanmaya tepki olarak cildinizdeki kolajen üretimini destekler.

Kimyasal peeling;

Bir dermatoloji kliniğinde kimyasal peeling tedavisi almak evde olduğundan çok daha güvenli ve kolaydır. İşlem, cilde bir kimyasal çözelti tabakasının uygulanmasını ve çıkarılmasını içerir; bu, taze, yeni bir cilt tabakası ortaya çıkarmak için hasarlı ve ölü cilt katmanlarından pul pul dökülmesine yardımcı olur; sivilce izlerinin gözle görülür şekilde azaltır. İşlemde kullanılan en yaygın kimyasallar salisilik ve glikolik asittir.

Pul pul dökülme;

Pul pul dökülme, sivilce izlerinin bir kez ve tamamen kaybolmasına yardımcı olmasa da, mevcut sivilcelerinizi tedavi etmenize ve cildinizde sivilce izlerinin oluşma ihtimalini azaltmanıza yardımcı olacaktır. En iyi seçeneğiniz salisilik asit içeren bir formül kullanmaktır.

C vitamini;

C Vitamini, düzenli kullanımla sivilce izlerinin kaybolmasına yardımcı olabilir. Askorbik asit olarak da bilinen bu bileşen, ciltteki kolajen üretimini önemli ölçüde hızlandırabilir, hasarlı hücreleri onarabilir ve iltihap sonrası sivilce lekelerini ve izlerini hafifleten bir cilt tonu ortaya çıkarabilir.

Paylaşın

Güneş yanığı nasıl tedavi edilir?

Güneş kremi ve giysilerden oluşan koruma olmadan çok fazla güneş ışınlarına maruz kaldığınızda cildiniz yanabilir. Yanan cildi iyileştirmeye ve yatıştırmaya yardımcı olmak için, güneş yanığını fark ettiğiniz andan itibaren tedavi etmeye başlamanız önemlidir.

Haber Merkezi / Yapmanız gereken ilk şey güneşten kaçınmak, kapalı bir ortama girmektir. İçeri girdikten sonra, dermatologların önerdiği ipuçları rahatsızlığı gidermeye yardımcı olabilir:

  • Ağrıyı hafifletmek için sık sık soğuk banyo veya duş alın. Küvetten veya duştan çıkar çıkmaz kendinizi nazikçe kurulayın, ancak cildinizi biraz nemli bırakın. Ardından bir nemlendirici uygulayın. Bu, kuruluğu hafifletmeye yardımcı olabilir.
  • Güneşten yanmış cildi yatıştırmaya yardımcı olması için aloe vera veya soya içeren bir nemlendirici kullanmayı tercih edin. Belirli bir bölge özellikle yanmışsa, bir hidrokortizon kremi uygulamak isteyebilirsiniz.
  • Şişliği, kızarıklığı ve rahatsızlığı azaltmak için aspirin almayı düşünün.
  • Bolca su için; Güneş yanığı, sıvıyı cildin yüzeyine çeker ve vücudun geri kalanında su azalır. Güneş yanığı olduğunuzda fazladan su içmek dehidrasyonu önlemeye yardımcı olur.

  • Cildiniz kabarırsa, kabarcıkların iyileşmesine izin verin. Kabarık cilt, ikinci derece güneş yanığı olduğu anlamına gelir. Cildinizin iyileşmesine ve sizi enfeksiyondan korumasına yardımcı olmak için kabarcıklar oluştuğundan kabarcıkları patlatmamalısınız.
  • İyileşirken güneşten yanmış cildi korumak için ekstra özen gösterin. Dışarıdayken cildinizi kapatan giysiler giyin. Sıkı dokunmuş kumaşlar en iyi sonucu verir; kumaşı parlak bir ışığa tuttuğunuzda, gelen ışığı görmemelisiniz.

Geçici bir durum gibi görünse de, cildin güneşin ultraviyole (UV) ışınlarına çok fazla maruz kalmasının bir sonucu olan güneş yanığı, cilde uzun süreli hasar verebilir. Bu hasar, kişinin cilt kanserine yakalanma riskini artırarak cildi güneşten korumayı kritik hale getirir.

Güneş yanığınız hakkında sorularınız için veya cildinizi güneşten nasıl daha iyi koruyacağınızı öğrenmek için bir dermatologla görüşebilirsiniz.

Paylaşın

Salisilik Asit Sivilce Tedavisinde Kullanılabilir Mi?

Salisilik asit, bir beta hidroksi asittir. Cildi pul pul dökerek ve gözenekleri temiz tutarak sivilceyi azaltmasıyla bilinir. Salisilik asit en çok hafif sivilcelerde için işe yarar. Ayrıca gelecekte oluşabilecek sivilceleri önlemeye yardımcı olabilir.

Salisilik asit cildinize nüfuz eder ve gözeneklerinizi tıkayan ölü cilt hücrelerini çözmeye çalışır. Tam etkisini görmeniz birkaç hafta sürebilir. 6 hafta sonra sonuç görmüyorsanız dermatoloğunuza danışın.

Doktorunuz veya dermatoloğunuz, özellikle cilt tipinize ve cildinizin mevcut durumuna göre bir form ve dozaj önerecektir. Ayrıca, tüm bölgeye uygulamadan önce reaksiyonunuzu test etmek için 2 veya 3 gün boyunca, etkilenen cildin küçük bir bölgesine yalnızca sınırlı bir miktar uygulamanızı tavsiye edebilirler.

Salisilik asit ayrıca aşağıdakilerin tedavisi içinde kullanılabilir;

  • Akne
  • Sivilce izleri
  • Yaşlılık lekeleri
  • Melazma

Herhangi bir yan etkisi var mı?

Salisilik asit genel olarak güvenli kabul edilmesine rağmen, ilk başladığında cilt tahrişine neden olabilir. Ayrıca çok fazla yağı çıkararak kuruluğa neden olabilir. Diğer olası yan etkileri;

  • Ciltte karıncalanma veya batma
  • Kaşıntı
  • Kurdeşen

Kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler;

Salisilik asitti kullanmadan önce doktorunuzla konuşmalısınız.

  • Alerjiler; Daha önce salisilik asit veya diğer topikal ilaçlara karşı alerjik reaksiyonlar yaşayıp yaşamadığınızı doktorunuza söyleyin
  • Çocuklarda kullanın; Ciltleri salisilik asidi yetişkinlere göre daha yüksek oranda emdiği için çocuklar ciltte tahriş riski daha yüksek olabilir. Salisilik asit 2 yaşın altındaki çocuklar için kullanılmamalıdır
  • İlaç etkileşimleri; Bazı ilaçlar salisilik asit ile iyi etkileşime girmez. Doktorunuza kullandığınız herhangi bir ilaç varsa söyleyin

Aşağıdaki tıbbi durumlardan herhangi birine sahipseniz de bir doktora söylemelisiniz:

  • Karaciğer hastalığı
  • Böbrek hastalığı
  • Kan damarı hastalığı
  • Diyabet
  • Suçiçeği
  • Grip

Salisilik asit toksisitesi;

Salisilik asit toksisitesi nadirdir ancak salisilik asidin topikal uygulamasından kaynaklanabilir. Riskinizi azaltmak için şu önerileri izleyin:

  • Salisilik asit ürünlerini vücudunuzun geniş bölgelerine uygulamayın
  • Uzun süre kullanmayın
  • Plastik sargı gibi hava geçirmez sargıların altında kullanmayın

Aşağıdaki belirtilerden herhangi birini yaşarsanız, doktorunuza görünün:

  • Letarji
  • Baş ağrısı
  • Bilinç bulanıklığı, konfüzyon
  • Kulaklarda çınlama veya uğultu (tinnitus)
  • İşitme kaybı
  • Mide bulantısı
  • Kusma
  • İshal
  • Solunum derinliğinde artış (hiperpne)

Hamileyken veya emzirirken salisilik asit kullanmak;

Salisilik asit kullanmayı düşünüyorsanız ve hamileyseniz veya emziriyorsanız, doktorunuzla konuşmalısınız, böylece özellikle aldığınız diğer ilaçlar veya sahip olabileceğiniz tıbbi durumlar konusunda durumunuza özel tavsiyeler alabilirsiniz.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

İrritabl (huzursuz) bağırsak sendromu nedir? Detaylar

Yapısal (organik) değil fonksiyonel bir bozukluk olarak değerlendirilen Irritabl (Huzursuz) Bağırsak Sendromu (IBS), bağırsakların gerektiği gibi çalışmasını engelleyen bir hastalıktır. Dünya nüfusunun %7 ile %10’unu etkileyen bir rahatsızlıktır.

Toplumda yaygın olarak rastlanıyor ve IBS’nin sebepleri bilinmediği gibi kesin bir tedavisi de bulunmuyor. IBS büyük ölçüde rahatsızlığa ve sıkıntıya yol açmakla beraber bağırsaklara kalıcı bir zarar vermiyor, kanamaya yol açmıyor ve kanser gibi ciddi hastalıklara neden olmuyor. Sıklıkla hafif bir sıkıntıya yol açan IBS bazı kişiler için hareketi kısıtlayıcı olabiliyor.

Bu bağlamda da yaşam kalitesi etkileniyor. IBS’li kişiler sosyal ortamlara girmekten kaçınabiliyor, işe gitmekten çekinebiliyor ya da bazen hastalığın yol açtığı ishal , acilen tuvalete koşma ihtiyacı ya da kabızlık gibi belirtiler nedeniyle kısa mesafelere bile yolculuk etmekten korkabiliyor. Yine de IBS’li bir çok kişi diyet, stres yönetimi ve bazen de hekimler tarafından önerilen ilaç tedavileri ile belirtilerini kontrol altında tutabiliyor.

Nedenleri;

Uzun yıllar yapılan araştırmalara rağmen IBS’nin nedeni tam olarak belirlenememiştir. Hastalarda yapılan tetkikler sonucunda organik olarak tamamen normal olunması, psikolojik, fizyolojik ve beslenme şeklinden kaynaklanan nedenlere bağlı olabileceğini düşündürmektedir. Kişiden kişiye şikayetlerin artma nedenleri farklılık gösterse de, sindirim sistemi ile ilgili bir bozukluk olduğundan, yiyecekler büyük önem taşımaktadır. Bununla beraber en sık görülen tetikleyiciler:

  • Liften yetersiz beslenme
  • Belirli yiyeceklere karşı hassasiyet
  • Stres
  • Sigara
  • Alkol
  • Adet dönemi
  • Öğün atlama ve birden çok yemek yeme
  • Enfeksiyonlar
  • Antibiyotik kullanımı ve diğer ilaçlar Ayrıca genel hasta eğilimlerinden yola çıkarak mevsimsel değişiklikler, soğuk hava gibi nedenlerin de IBS belirtilerini tetiklediği öngörülebilir

Belirtileri;

  • İshal (genellikle şiddetli ishal atakları olarak tarif edilir)
  • Karın ağrılar veya kramplar, genellikle karın alt yarısında, yemeklerden sonra kötüleşir ve bağırsak hareketinden sonra daha iyi hissedilir
  • Aşırı gazve şişkinlik
  • İshal veya kabızlık – bazen ishal ve kabızlık dönüşümleri
  • Dışkıda mukus
  • Normalden daha sert veya gevşek dışkı
  • Dışarı çıkmış göbek
  • Stres semptomları daha da kötüleştirebilir

Teşhisi;

IBS genellikle doktorlar daha ciddi organik hastalık olasılıklarını dışladıktan sonra  teşhis edilir. Doktorunuz belirtilerin dikkatli bir tanımlanmasını içeren tam bir tıbbi öykünüzü alır. Fiziksel muayene ve laboratuar testleri uygulanır. Kanamanın olup olmadığını anlamak için dışkı örneği test edilir. Doktorunuz ayrıca organik bir hastalık olup olmadığından emin olmak için röntgen ya da kolonoskopi (kalın bağırsağı esnek bir tüp aracılığıyla izleme) gibi tanı yöntemleri uygulayabilir.

Tedavisi;

IBS tamamen ortadan kaldıran bir tedavi yoktur. Ancak tedavi, belirtilerin şiddetini azaltmaya ve tekrarlamasını önlemeye yönelik olarak başarılı olmaktadır. Amaç hastaların günlük yaşamlarını sürdürmeleri ve yaşam kalitelerinin bozulmamasının sağlanmasıdır. Bu nedenle şikayetler olduğu dönemde hastalara medikal tedaviler önerilir. Ayrıca ilaç tedavisinin yanında kişilerin özellikle yedikleri besinlere dikkat etmeleri de rahatsızlığı azaltıcı bir unsurdur.

Ne zaman doktora görünmeli?

Bağırsak alışkanlıklarında veya İBS’nin belirtilerinde kalıcı bir değişiklik ortaya çıkan hastaların doktora görünmesi önerilir. Çünkü bu işaretler kalın bağırsak kanseri gibi daha ciddi bir durumun göstergesi olabilir. Aşağıdaki belirtiler varsa ileri tetkik yapılması için mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir:

  • Kilo kaybı
  • Geceleri ishal
  • Rektal kanama
  • Demir eksikliği anemisi
  • Açıklanamayan kusma
  • Yutma zorluğu
  • Gaz çıkarma veya dışkılama ile geçmeyen karın ağrısı

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın

Gebelikte kilo alımı nedir? Detaylar

Yaklaşık 9 ay 10 gün sürecek ve annelikle sonuçlanacak maceralı bir yolculuktur gebelik. Bu yolculukta en çok tartışılan, konuşulan ve akılda sorular bırakan konulardan biridir kilo alımı. Hamilelikte alınan kilolar, anne adaylarının sahip olduğu fiziksel yapıya göre kişiden kişiye farklılık gösterir.

Anne adayının hamile kalmadan önceki kilosu, plasentanın erişeceği boyutlar, genetik özellikler ve beslenme alışkanlıkları gibi pek çok değişken hamilelik kilosunu etkiler.

“Hamilelik boyunca şu kadar kilo alınmalıdır” gibi kesin bir rakam vermek yerine, şöyle kabaca bir hesap yapalım: Hamilelikte alınan kilonun yaklaşık 3.5 kilogramı bebeğe aittir. Bebeğinizin yanı sıra karnınızda 500 gr plasenta, 1 kg kadar amnion sıvısı taşırsınız. Ek olarak ağırlığı artan uterus için 1 kg, memeler için 300 gr ve kan – sıvı miktarı için de 6 kg’lık bir artış hesaplarsak; 12 kg 300 gr eder. Yani ortalama olarak 11 – 14 kg arası ideal sayılabilir. Gördüğünüz gibi bebeğiniz dünyaya gelirken bunları yanına alacak, gerisi sizde kalacaktır. (Lütfen, verilen bu ortalama rakamların kişiler arası değişiklik gösterebileceğini unutmayın.)

Adım adım hamilelikte kilo alımı:

  • Bebeğinizin tüm önemli yapıları ve organ sistemleri ilk üç ayda oluşur. Daha sonraki dönemde ise bunlar büyüyüp gelişirler ve bebeğinizde kilo artışı görülür
  • İlk üç ayın sonunda, bebek ortalama 8 cm. boyunda, 20 gr ağırlığında minyatür bir insan görünümündedir. Pek çok organ sistemleri oluşmuş ve hatta çalışmaya başlamıştır bile. Miniminnacık el ve ayak parmaklarında minicik tırnakları bile vardır
  • Gözünüzde canlanan bu sevimli görüntülerden asıl konumuz olan kiloya dönersek; ilk üç ay sonunda anne adayı bir ya da iki kilo alır ve bu dönemden sonra da gebeliğin sonuna kadar her hafta 500 gr almaya devam eder
  • İlk 20 hafta en fazla 2.5 kg alıp, ilerleyen haftalarda dengeli biçimde kilo alımının devam etmesi idealdir.
  • Hamilelik öncesinde zayıfsanız (beden kitle indeksi 18,5’in altında) ve doktorunuzun başka bir uyarısı yoksa hamilelik boyunca yaklaşık olarak 15 kg kadar kilo almanız uygun olacaktır
  • Aynı şekilde fazla kilo ile hamileliğe başladıysanız ve yine hekiminizin herhangi bir uyarısı yoksa, hamilelik süresince 8-9 kg almanız bebeğin gelişimi için uygun sayılabilir
  • Hamilelikte fazla kilo alanların yanında, bir de az kilo ile doğuma gidenler olur. Özellikle son dönem trendlerine kapılıp, sadece 5-6 kilo almalarıyla övünen bazı ünlüleri kendine örnek almaya çalışan hamile adaylarına şunu hatırlatmakta fayda var: Gebelik süresince 9’dan az kilo alanların, normal seviyede kilo alanlara göre yüksek oranda erken doğum ve daha fazla oranda düşük kilolu bebek doğurma riskleri bulunmaktadır
  • Bunların yanı sıra hamilelikte vücudunun bozulması endişesiyle yapılan diyetler sonucu, vücut gereksinimini karşılayamazsa protein depolarının kullanılacağı ve bunun da hem anne hem de bebek açısından hiç de sağlıklı sonuçlar doğurmayacağı unutulmamalıdır
  • Bunların dışında, kilo alımınızda daha farklı bir durum söz konusuysa hemen paniğe kapılmamalısınız. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu, her anne adayının fiziksel yapısına göre değişiklik gösterebilecek bir durum.
  • Hamilelik esnasında kilo alımınız normal seyrederken ani bir değişiklik olursa (daha fazla kilo alımı veya kilo kaybı) en kısa süre içinde mutlaka hekiminizle görüşmelisiniz

Fazla kilo alımının gebeliğe ve anneye zararları var mıdır?

Gebelikte kazanılan kilo annenin o anki ve gelecekteki sağlığını etkilemektedir. Günümüzde fazla kilolu veya obez anne adaylarında bir artış mevcut. Obez annelerde düşük yapma, toplardamarlarda pıhtı oluşumu, yara yeri enfeksiyonları, anestezi komplikasyonları, ölü doğum, doğumsal anomali, uyku apnesi ve prematüre riskinin arttığı bilinmektedir. Dolayısıyla gebelikte beslenme ve kilo alımı oldukça önemli bir konudur.

Anne adaylarının gebelik öncesi VKİ’lerinden bağımsız olarak kendilerine uygun, ideal bir kilo artışı yakalamaları durumunda hem anne hem bebek için sonuçlar daha iyi olmaktadır. Anneler gebelikte fazla kilo aldığında çeşitli durumların sıklığı artmaktadır. Bunları sıralarsak: fazla kilolu bebek, pre-eklampsi (gebelik zehirlenmesi), yüksek tansiyon, uzamış doğum, sezaryen doğumda artış, doğumdan sonra kalan kilolarla ilgili sağlık problemleri, gebelik şekeri sayılabilir. Doğum sonrası emzirme ve süt gelmesi konularında da sorunlar yaşanabilir.

Gebelikte alınan fazla kilonun bebeğin sağlığı üzerine etkileri nelerdir?

Maalesef gebelikte alınan fazla kilolar anneyi olduğu kadar bebeği de etkilemektedir. İri bebek doğurma riskinde 4 kat artış olmaktadır. Fazla kilo alan annelerin bebeklerinde çocuklukta ve erken erişkin dönemde VKİ’nde, kan basıncında artış ve anormal bir metabolik profil riski izlenmektedir. Çocukluk obezitesi riskini artmaktadır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Fibrosarkom nedir? Belirtileri, Tedavisi

Nadir görülen bir kanser türü olan Fibrosarkom, kas, yağ, bağ dokusu, damar, sinir gibi her tür yumuşak doku yapısından köken alan kanserleri içerir. Fibrosarkom ortaya çıktığı zaman, fibroblastlar kontrolünü kaybeder ve tümör tüm vücuda yayılmaya başlar.

Sarkomlar yumuşak dokularda meydana gelirse ”yumuşak doku sarkomu”, kemiklerde ortaya çıkarsa kemik sarkomu veya ”osteosarkom” olarak adlandırılır. Sarkomlar çocukluk çağında daha sık görülür. Yetişkinlerde nadirdir. Sarkomlar çocukluk çağı kanserlerinin % 15’ini oluşturur. Sarkomlar sıklık sırasına göre kol ve bacaklarda, karında ve baş-boyunda daha çok görülür.

Belirtileri;

  • Vücudun çeşitli yerlerinde ağrılı şişlikler
  • Koyu renk dışkı
  • Öksürük, nefes kesilmesi
  • Kan kusmak,
  • Karın bölgesinde acı

Nedenleri;

  • Zayıflamış, zarar görmüş lenf sistemi
  • Radyasyona maruz kalmak
  • Kimyasallara maruz kalmak
  • Genetik anomaliler

Teşhisi;

Eğer vücudunuzda ele gelen bir kitle varsa doktorunuz biyopsiyi uygun bulabilir. Tümörün tipinin belirlenmesi ve evrelendirilmesi için biyopsi büyük önem taşır. Biyopsi doğrudan, ultrason altında veya tomografi eşliğinde yapılabilir. Yumuşak doku sarkomları en iyi MR ile görüntülenebilir. Direkt grafi, tomografi, PET, kemik taraması ve ultrason uygun bulunan durumlarda hastadan istenebilir. Osteosarkomda hastaların %50’sinde kanda serum alkalen fosfat, %25’de ise serum laktat dehidrogenaz (LDH) yüksek olarak tespit edilir. Direkt radyografi tanı koydurur. (Radyografik görüntüde; kemikte yapım ve yıkımın birlikte olduğu litik ve sklerotik lezyon mevcuttur).

Tedavisi;

Kanserin hangi evrede olduğuna bağlı olarak değişmektedir. 1. evrede tümörün çıkarılıp radyasyon terapisi verilmesi yeterli olurken, 4. evrede tümör alındıktan sonra kemoterapi tedavisi uygulanmaktadır. Hastalığın tedavisi ve kurtulma olasılığı, hastalığın evresine ve süregelen tedaviye bağlı olarak değişmektedir. Hastalığı önlemek için risk faktörlerinden olabildiğince uzak durmak ve genel vücut sağlığı için gerekli olan beslenme şekline uymak gerekmektedir.

Tedavisini kimler yapar?

Sarkom, yani yumuşak doku kanserlerinin tedavi ve takibini ortopedist, cerrah, tıbbi onkolog, radyasyon onkoloğu ve patologdan oluşan bir ekip yapar.

 

 

 

Paylaşın

Lohusalık nedir? Detaylar

Postpartum dönem veya puerperiyum dönemi olarak da ifade edilen Lohusalık, gebelikte ortaya çıkan değişikliklerin kaybolduğu, vücudun önceki halini aldığı dönemdir. Lohusalık dönemi ortalama 6 hafta sürmektedir.

Lohusalık döneminde anne ve bebeğin hastalıklardan korunması için özenli bir bakıma ihtiyacı bulunmaktadır.

Sağlıklı anne ve bebek için;

  • Annenin doğumunu hastanede yapması
  • Normal doğumda 24 saatten önce hastaneden taburcu olmaması
  • Sezaryen doğumda ise 48 saatten önce hastaneden taburcu olmaması
  • Annenin doğum sonu izlemlerinin belirtilen aralıklarda 6 kez yapılması gerekmektedir

Lohusanın birinci, ikinci ve üçüncü izlemleri hastanede: doğumu takip eden ilk 0-24 saatleri arasında yapılmalıdır.

  • Birinci izlem; Lohusanın doğumu takip eden ilk 0-1 saatleri arasında
  • İkinci izlem: Lohusanın doğumu takip eden ilk 1-6 saatleri arasında
  • Üçüncü izlem: Lohusanın doğumu takip eden ilk 6-24 saatleri arasında olmalıdır.

Lohusanın İlk 24 saat bakımı çok önemlidir.

İlk 24 Saat;

  • Doğumdan sonra annenin ateş, nabız ve kan basıncı (tansiyon) normal olana kadar çok sık takip edilmelidir
  • Anneye uterus (rahim) masajını nasıl yapması gerektiği ve yararları anlatılmalıdır
  • Anneye bebeğini emzirmesi için yardım edilmelidir. Bebeğini nasıl emzireceği  öğretilmelidir.-Meme bakımı öğretilmeli ve ilk günlerde memelerin acıyabileceği bilmelidir
  • Doğumdan sonra 20-30 dakika içerisinde 2-3’ten fazla peti kirletecek kanaması olması, sürekli kan gelişi, pıhtı çıkışı veya renginin açık/ parlak kırmızıya dönmesi normal olmayan fazla miktardaki kanamaya işaret eder
  • Annenin  idrar yapması kontrol edilmelidir
  • Tuvalete gittiğinde önden arkaya doğru taharet alması, en geç 6 saate bir pet değiştirilmesi gerekir
  • Dolaşımı kolaylaştırmak için hareket etmelidir
  • Bol sıvı ve hafif yiyecekler içeren bir diyetle beslenmelidir
  • Taburcu olmadan once lohusalık süresince yapacaklarınız konusunda mutlaka sağlık personelinden danışmanlık hizmeti alınız
  • 24 saat içinde annenin ateşi 37,5 dereceden yüksek olmamalı, kan basıncı ve nabzı normal olmalı, idrar yapmalı, kanaması belirgin olarak azalmalı ve bebeğini emzirmiş olmalıdır

Anne taburcu olduktan sonra;

  • Doğum sonu izlemine mümkünse özellikle eşiyle birlikte katılmalıdır
  • Dördüncü, beşinci ve altıncı izlemlerinin bir sağlık personeli tarafından  ev veya sağlık kuruluşunda yapılması gerekir
  • Dördüncü izlem; Doğumu takip eden 2.-5. günler arasında
  • Beşinci izlem; Doğumu takip eden 13.-17.günler arasında
  • Altinci izlem; Doğumu takip eden 30-42. günleri arasında yapılmalıdır

Perine bakımı;

  • Eller sık sık yıkanmalı
  • Dikişlere pansuman için (batticon solüsyonu) ilaçlı su kullanılmalı. Temizlik önden arkaya doğru tuvalet kağıdı ile yapılmalı
  • Kullanılan pedler emici, yumuşak, temiz, renksiz ve kokusuz olmalı
  • Pedler sık sık değiştirilmeli, pamuklu iç çamaşırı tercih Normal doğum yapanlarda, dikişli doğumlarda, ilk birkaç gün  bölgede şişlik, gerginlik ve rahatsızlık olabilir, oturmada güçlük yaşanabilir. Dikiş ipleri alınmaz, kendiliğinden düşer. Yara temiz tutulduğunda 1-2 hafta içinde iyileşir.
  • Kanama ortalama 40 gün kadar devam eder. İlk bir hafta, kanama miktarı adet kanaması kadar olabilir. Daha sonra ise, sırayla kahverengi, sarı ve beyaz bir akıntı halinde devam ederek 40 gün sonunda Adet kanamasından daha yoğun bir kanama olması, ateşin yükselmesi veya akıntıdan pis koku gelmesi durumunda sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
  • Sezaryen olan kişilerde, dikiş bölgesinde şişlik kızarıklık ve akıntı olması durumunda vakit kaybetmeden sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Meme bakımı;

  • Meme temizliği için günde 1 kez duş alınmalı,
  • Her emzirme öncesi eller yıkanmalı ve meme başı bir miktar anne sütü ile ıslatılmalı,
  • Emzirme bittikten sonra göğüs pedi kullanılabilir.

Beslenme;

  • Her tür besinden yeterince alınmalı ve öğün atlanmamalı.
  • Doğum sonrasında birkaç kez büyük tuvalete çıkana kadar gaz yapıcı yiyeceklerden (kuru fasulye, nohut, mercimek, gazlı içecekler vd.) kaçınılmalı.
  • Bol sıvı tüketilmesi hem bağırsakların düzenli çalışması hem de sütün artması için faydalıdır. Acılı, ekşili, baharatlı ve gaz yapıcı gıdalar sütle bebeğe geçeceği düşünülerek tüketirken dikkatli olunmalı.
  • Sigara, alkol gibi maddeler kullanılmamalı, fazla çay ve kahve tüketmekten kaçınılmalı.

Doğum sonrası cinsel yaşam;

İster normal doğum, ister sezaryen doğum olsun bebek doğduktan sonraki ilk 6 hafta, yani lohusalık döneminde vajinadan “löşi” denilen akıntı gelir. Rengi önce açık kırmızı, daha sonraki haftalarda giderek açılıp sarıya dönen bu akıntı, bebeğin yerleştiği yer olan uterus yani rahimin kendini toplaması ve iyileşmesi sırasında rahim içinden gelmektedir. Ayrıca normal doğum yapanlarda vajina içinde oluşan yırtıklar veya doğum sırasında bebeğin başının kolay çıkması için yapılan kesiye (epizyotomi) bağlı atılan dikişlerin iyileşmesi de yine bu dönemde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla dikişlerin kolay iyileşmesi ve rahimin enfeksiyona maruz kalmaması için genel olarak lohusalık döneminde cinsel ilişkiye girilmesi pek önerilmemektedir. Lohusalık dönemi boyunca (42 gün) cinsel ilişki ertelenmelidir. İlk ilişkide gebe kalınabileceği unutulmamalıdır. Anne ve bebek sağlığı için 2 yıldan daha kısa sürede gebelik sakıncalıdır.

Uyku ve dinlenme;

Doğum sonrası anne; yorgunluk, ağrılar, bebeğin beslenmesi, bakımı nedeniyle dinlenme ve uykuya yeterince zaman ayıramaz. Ancak uyku anne sağlığı açısından don derece önemli olduğundan:

  • Aile büyüklerinden yardım alınmalı ve ziyaretçiler kısıtlanmalı.
  • Geceleri emzirme nedeni ile uyku sık sık bölündüğünden gün içinde en az 2 saat dinlenme ve uykuya zaman ayrılmalı.
  • Lohusalık döneminde ağır işlerden kaçınılmalı.
  • Dolaşımı artırdığı için sırt üstü istirahat

Postpartum hüzünle baş etme;

Annede, hormonal değişiklikler veya annenin bebek bakımında kendini yetersiz hissetmesi gibi durumlar sonucu ağlama, mutsuzluk ve kaygı görülebilir. Bu durum annelik hüznü olarak tanımlanmakta ve yeni annelerin pek çoğunda yaşanmaktadır. Belirtiler benzerlik gösterse de depresyonla karıştırılmamalıdır. Annelik hüznü, genellikle doğum sonrası 3. veya 4. günde ortaya çıkar, semptomlar geçici olup 1-2 gün veya 1-2 hafta sürer. Duygusal destek bu dönemde önemlidir. Annelik hüznü döneminin 10-14 günden uzun sürmesi halinde post partum depresyon gelişme olasılığı nedeniyle bir uzmana başvurulması gereklidir.

Lohusalık egzersizlerinin yararları;

  • Gebelik süresince gerilmiş olan karın ve perine kaslarını güçlendirir.
  • Gebelikte bozulmuş olan beden imajının düzelmesini sağlar.
  • Bel ağrılarını ve olası damar sorunlarını önler.
  • Fazla yağların yakılmasına yardımcı
  • Göğüs şeklinin muhafaza edilmesini sağlar.
  • Psikolojik durumunun düzelmesine yardım

Lohusalık egzersizleri konusunda bilinmesi gereken önemli noktalar;

  • Egzersiz yaparken oda iyi havalandırılmalı, rahat elbiseler giyilmeli, mesane ve göğüsler boşaltılmalı.
  • Egzersizlere doğumdan 6 hafta sonra başlanmalı.
  • Pelvik taban egzersizlerine (Kegel) 6 hafta sonra başlanabilir.
  • Her egzersize günde en az iki kez (sabah-akşam) olmak üzere iki tekrarla başlanmalı,
  • Egzersizler yavaş ve ani hareketlerden kaçınarak yapılmalı, bir egzersiz aşaması tolere edilince diğerine geçilmeli.

Lohusalık komplikasyonu;

Kanama; Normal bir doğumdan sonra 500 ml kanama anormal kabul edilir. Bu tür kanamanın nedeni atoni denilen, doğumdan sonra rahmin kasılmaması, dolayısıyla da açıkta olan damarların kapanmaması durumudur. Kısa zamanda aşırı kanama olursa bu, çok ciddi ve hayati bir durumdur. Bu durmda acil olarak doktora görünmekte fayda vardır.

Emboli; Lohusalık komplikasyonlarından bir diğeri de amniyon sıvı embolisi. Bebeğin amniyon sıvısının annenin kan dolaşımına geçmesi, oradan da akciğerlere ve beyne giden damarları tıkamasıdır. Tanı ve tedavisi zordur bu yüzden bu dönemde rutin kontroller önemlidir.

Lohusalık humması; Doğumdan sonraki ilk 24 saatte ortaya çıkar. Yüksek ateşle kendini gösterir. Üreme, idrar yolları ve memelerin enfeksiyon kapması nedeniyle olur. En sık görülen enfeksiyon ise endomerit denilen, rahim içi enfeksiyonudur. Genellikle 3. günde meydana gelir, ateş 40 derecenin üstüne çıkar. Löşi kötü kokulu olur. Antibiyotik tedavisi ile birlikte dinlenmek gereklidir.

İdrar yolları enfeksiyonu; Genelde 2. ya da 3. günde belirtiler ortaya çıkar. Vajinada olan yaralar idrar yolu enfeksiyonu için riski arttırır. İdrara çıktığında yanma olması, kasık ve bel ağrıları, yüksek ateş hastalığın en önemli göstergeleridir.

Paylaşın