Erkan Baş’tan İktidarın Ekonomi Politikalarına Sert Eleştiriler

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, iktidarın ekonomi politikalarına sert eleştirilerde bulunarak, “Kaşıkla verip kepçeyle alan bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi. Baş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurduğu KDV ilişkin olarak da, “Bu işler KDV indirimiyle olmaz, Saray’dakini indireceksin!” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, torba kanunla “beşli çete”ye itibar kazandırılmak istendiğini söylerken “Sokakta kime sorsanız ‘Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var’ diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) yaptığı basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Baş’ın açıklamaları şöyle:

“Saray Türkiyesi’nde yıkım devam ediyor. Her gün sayısız örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Güncel bir haber ile başlayalım, bir yalan nasıl günler içinde yerle bir oluyor görelim; AKP teşkilatları 18 Mart günü Erdoğan önderliğinde bir propaganda yaptılar ve Çanakkale Köprüsü’nün açılışını öve öve bitiremediler. Bir noktaya işaret edeceğiz, konunun muhatabı Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu… Bir açıklama yapıyor ve diyor ki “Çanakkale Köprüsü’nden o kadar araç geçecek mi diyorlar. Zamanı gelince geçecektir. Dün 6 bin araç geçti.” Bakanın bu açıklamasında söylemediği bir şeyi söyleyelim: Bu köprü için günlük 45 bin araç geçiş garantisi var. Bakanın söylediğinden hareketle, o gün 39 bin araç o köprüden geçmese de parası bu şirketlere ödendi. Yurttaşların vergilerinden oluşan Hazine’den ödendi. Bu şirketlere bir günde aktarılan para 11 milyon liranın üzerinde.

‘Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek’

Ortada beceriksizlik yok, hesap hatası yok, bilerek işlenmiş bir suç var. Patronlara servet aktarımına ilişkin AKP’nin bilinçli bir tercihi var. Bu köprü yapılmadan bir fizilibilite çalışması yapılıyor. Araçlar karşıya feribotla geçiyor ve yılda ortalama araç geçiş sayısı 3-3 buçuk milyon civarında belirlenmiş. Günlük 9-10 bin araca tekabül ediyor. Bunu bütün yetkililer biliyor ama buna rağmen 45 bin araç geçiş garantisi veriliyor. Üstelik araç başı 15 euro + KDV anlaşmasıyla… Yani günde 35 bin araç geçmeyecek ve biz bunun parasını ödemeye devam edeceğiz. Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek.

Biz halkın ihtiyaçlarının karşılanması çağrısı yaptığımızda “Kaynak mı var kardeşim, memleketin durumu ortada” diyorlar. Al sana kaynak! Bu geçiş garantili ödemeleri iptal edin, bu garanti ödemeleri iptal edin; memleketin mevcut sorunlarının yarısı zaten çözülür. Mesele sizin tercihlerinizle ilgili. Siz, yoksul halkın hayatını nasıl kolaylaştırırım değil, yoksul halkın boğazındaki son lokmayı nasıl parababalarına peşkeş çekerim diye hesap yaptığınız için memlekette kaynak sıkıntısı oluşuyor.

Kur korumalı mevduat diye bir şey çıkardılar, geride kalan 3 ayda 15 milyar lira zenginlerin kasasına aktı. Faiz neredeyse yüzde 90’lara geldi, yoksuldan aldıkları parayı zengine dağıtmaya devam ediyorlar. Sonra hep aynı terane “kaynak yok”… Bu ülke oldukça zengin, bu ülkede istenirse her şey için kaynak bulunabilir. Ama siz bu kaynakları okul açmaya, yurt açmaya, asgari ücrete zam yapmaya değil de 3-5 tane yandaş şirketi zengin etmeye ayırdığınız için olmuyor.

Tekrar bütün yurttaşlara çağrı yapıyorum; sadece bir köprüde her gün 10 milyon liranız çöpe gidiyor, haftalık 70 milyonla neler yapılır bir düşünün. Bir nasıl yaşadığınızı düşünün, bir de her gün 10 milyon lira alınıp sizin cebinizden şirketlere verildiğini… Haftada 70, ayda 300 milyon lira; bu parayla neler yapılır bir düşünün.

Tabii bunlar olurken iktidar cephesinde ne oluyor? Mesela bir tane belediye başkanı bir halk ekmek kuyruğunun fotoğrafını paylaşıyor, diyor ki “Sancaktepe’de tiyatro kuyruğu…” Referansı sarayda, saraydaki de hurmalı manda yoğurdu tarifi veriyor.  İnsanlar açlık sınırının altındaki asgari ücretle yaşamaya çalışıyor, ekmek bulmak için didiniyor; öbür tarafta manda yoğurdu, üstelik hurmalı olacakmış…

Aynı konuşmada çok önemli bir nokta var; asgari ücret tartışmasıyla ilgili bir atıfta bulunuluyor, Erdoğan diyor ki “Veren el, alan elden hayırlıdır”, bu sadakaya ilişkin bir hükümdür. Yani diyor ki “Asgari ücretli sadaka istiyor, ben de vereceğim!” Bundan daha büyük bir utanç olabilir mi? Yani insanların alın terini, emeğinin karşılığını istemesini sadaka beklentisi olarak değerlendiren bir cumhurbaşkanı var.

Asgari ücret bugün açlık sınırının altında. Bu ülkenin yüzde 50’si bu iktidarın ekonomi bilmez politikaları yüzünden asgari ücretle çalışır hale geldi. Ve şimdi bu insanları açlık sınırının 675 lira altında asgari ücrete mahkum etmişsin, bu insanlar hakkını talep ediyor ve sen bu insanlara “Tamam sadakanızı vereceğim” diyorsun. Yoksulluk sınırı 16 bin lirayı aştı. Evine 16 bin lira giren kaç vatandaş var ülkede?

Emek Büromuzun yaptığı bir çalışmayı aktarayım; eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli için enflasyon karşısında alım gücü yüzde 7’ye yakın bir kayıp yaşadı. Zamma rağmen tüm asgari ücretliler yüzde 7’ye yakın bir alım gücü kaybı içerisinde… Makarnada yüzde 30’lara, yumurtada yüzde 28’e, margarinde yüzde 66’ya çıkmış alım gücü kaybımız. Kaşıkla verip, kepçeyle alan bir iktidar var.

Adıyaman’da, Sağlık Bakanlığı 19 kişilik temizlik işçisi kadrosu açmış. 2 bin 107’si üniversite mezunu, 17 bin 86 kişi başvurmuş. İnsanların içinde bulunduğu çaresizliğe bakın!

‘Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir’

Memleketin hali buyken yine bir torba kanun geldi, komisyonda görüşülmeye başlanacak; “şirketlerin itibarını kırmak, şöhretlerine zarar verecek haberler yapmak 3 yıla kadar hapis ve para cezasıyla karşılık bulacak…”  Meclis duvarına koskoca yazmışlar, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye. Sizin millet gibi, halk gibi, yoksulluk gibi hiçbir derdiniz yok; şirketlerin itibarı peşinde beyzadeler! Yazın o zaman oraya; “Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir”, “Egemenlik kayıtsız şartsız parası olanlarındır…”

Neymiş? “Beşli çete” denilmesinden çok rahatsız oluyorlarmış. Çok merak ediyorum acaba kim rahatsız oluyor? Acaba adının geri planda kalmasından kaygıya kapılan biri mi var? “Gerçek çete lideri benim ama beni almıyorlar, hep beşli çete diyorlar” diyen birisi mi var? Bunu merak ediyorum. Bu işi yargı sopasıyla çözmeye kalktıkları ve bizi şaşırtmaya devam ettikleri için iktidarı takdir ediyoruz! Sokakta kime sorsanız “Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var” diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor.

Başkasına söylemeye utanıyorsanız, geçin aynanın karşısına sorun kendinize; “Biz bu şirketlere kamu ihaleleriyle 100 milyarı aktardık mı, aktarmadık mı?”, “Ya ben şu Mecliste kaç defa bu şirketlerin vergi borçlarını sildim?” Bu halkı soyup soğana çeviren birileri var. Bunlara ne diyeceğiz? En kibar haliyle “çete” denir! Halkımız çok kibar olduğu için bunlara çete diyor. İstediğiniz kanunu çıkartın, hiçbir insana itibar kazandıramazsınız. Bunlar itibarsızlar. Bunlar halkın gözünde gerçek karşılıklarını çoktan bulmuşlar.

Dün yine müjdeler! açıklandı. Bazı temel ihtiyaç maddelerinde KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e indirmişler. Aman ne büyük lütuf! 3 liralık mal 10 liraya çıkmış ama ufak tefek vergi indirimleriyle durumu kurtarmaya çalışıyorlar.

Bebek bezinden yüzde 8 vergi alıp, yandaşlara vermeye utanmıyor musunuz? Beş yerden maaş alan “beşlik çetesi” saraylarından saltanatlarından ödün vermeden, KDV’de indirim yaparak bu halkın yüreğinden çıkan çığlığı susturacaklarını sananlar yanılıyor. Bu işler KDV indirimiyle olmaz, saraydakini indireceksin!

Türkiye’nin kurtuluşu nedir? KDV indirimi falan yetmez, saraydaki inecek, bu hükümet düşecek, bu iktidar gidecek. Onlar o koltuklarından inecekler, halka hesap verecekler bundan sonra memleketin düzlüğünü tartışacağız.

Değerli arkadaşlar bu hafta Meclis gündeminde, geçen hafta komisyonda tartışmayla ama iktidarın dayatmasıyla bir günde geçirilen seçim kanunu teklifi görüşülecek. Bu konuda daha önce görüşlerimizi ifade etti,  komisyon çalışmalarında partimizin görüşlerini paylaştık. Genel Kurulda da muhalefetimizi sürdürmeye devam edeceğiz ama halkımızla paylaşmak isteriz ki hani şu atı alan Üsküdar’ı geçti dedikleri bir anayasa değişikliği olmuştu ya memlekette.

Şimdi o atı çalıp halkımızın deyimiyle söylüyorum atı çalıp Üsküdar’ı geçtikten sonra bunlar, kurdukları sistem her tarafından patladı. Çöktü o sistem işlemiyor yürümüyor. Halk buna uyandı şimdi iktidar panikte. O yüzden halkın uyanışını da görüyor, diyor ki ben bu önümüzdeki seçimde Allah muhafaza çalamam o zaman ne yapayım hazır elimde Meclis çoğunluğu var gasp edeyim. Atı çalamayacağını gördü vatandaş, önlemleri aldı burada çoğunluk gücüne dayanarak atı gasp etmeye ve öyle binip geçmeye çalışıyor.

Biz bu gaspı engellemek için elimizden geleni yapacağız. Ha diyelim ki sizin burada 301 tane el kaldırma makineniz var, el kaldırdınız indirdiniz bu kanun geçti ama ne olursa olsun yurttaşlarımızın gönlü ferah olsun. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bu AKP-MHP iktidarı ne yaparsa yapsın istediği sonucu alamamasını sağlayacağız.

‘Her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız’

Ama bilelim her ne yapmaya çalıştıklarını bilelim nasıl bir arayış içerisinde olduklarını bilelim ve gördüğümüz her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız. Mesela diyorlar ki baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Yine müjde! Baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Şimdi bir kere zaten ittifak sistemiyle beraber baraj fiilen bitti. Çünkü ittifakın tamamı ittifakın içindeki partiler birlikte barajı geçtiklerinde zaten baraj geçilmiş sayılıyordu. Geçen seçimde baraj sadece HDP’ye uygulanabildi. HDP de onu rahatça aştığı için zaten aslında olmayan bir barajı lağvettiklerini söylemek lazım. İkincisi yıllardır söyledikleri yalan gün gibi ortada.

Baraj niye vardı? Diyordu ki temsilde adalet olmalı, her vatandaşın verdiği oy mecliste temsil edilebilmeli ama bir de istikrar olmalı, çok parçalı mecliste hükümet oluşamıyor istikrarsızlık oluyor. O yüzden bir baraj koyalım kolay hükümet oluşturalım. Peki değerli arkadaşlar bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem istikrar için gelmedi mi zaten? Eğer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde istikrar diye bir sorun yoksa baraja ne gerek var? Mesela normalde yapılması gereken ne? Biz öyle bir sistem kurduk ki hiç istikrar sorunu olmayacak onun için barajı da kaldırıyoruz sıfır baraj. Olması gereken bu.

Ama belli ki kurdukları sistemin istikrar sağlamadığı açıkça ortaya çıkmış durumda. Kendileri ne yapacaklarını bilmiyorlar o yüzden mecburen baraj sistemini devam ettirmekte ısrar ediyorlar. İttifak içi ilişkiler ile oynuyorlar. Bu başlı başına yeten bir rezalet.  Ya arkadaş sen 2018’deki değişiklikle bu ittifakı getirdin daha yaptığın bir önceki kanunun mürekkebi kurumadı ya. Bir tane seçimde uygulandı.

Yani böyle bir şey olabilir mi? Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun. Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun, her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun ve işin özü şudur değerli arkadaşlar. Her seçimde yeniden kural değiştirmek ya da bir seçime giderken kural değiştirmek sadece bu bile şu soruyu sormamıza yeter. Neden değiştiriyorsun? Neden? Madem sen güçlüsün büyüksün. Halk hala seni destekliyor niye kural değiştirmeye tenezzül ediyorsun. Çünkü onlar da farkındalar ki halkın gönlündeki yerlerini çoktan kaybettiler.

Bunları bir kenara bırakalım arkadaşlar. Bize göre asıl büyük skandal asla hiçbir hukuk normuna sığmayacak, Anayasa’ya tümüyle aykırı ve eğer memlekette hukukun zerresi kaldıysa Anayasa Mahkemesi tarafından tek başına bozma gerekçesi yapılacak husus seçim kurullarındaki değişikliktir. Bunu bütün yurttaşlarımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bakın değerli arkadaşlar 60-70 yıldır seçim kanunun değişmeyen bir hükmünü değiştirmek istiyor. Yani bu ülkede seçimler yapıldığı süre boyunca bir tane kural vardı.

İlçede ya da ilde seçim kurulu başkanı en yetkili en kıdemli hakimdir. En kıdemli hakim doğal olarak o ildeki o ilçedeki seçim kurulunun da başkanı olurdu. Hiç değişmeyen bu kuralı değiştirmek istiyorlar bir. İki daha büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Seçim kurullarımız iki yılda bir oluşuyordu ve şu anda Türkiye’de 1900’ün üzerinde il ve ilçede seçim kurulları 2022 ocak başında kuruldu 2024 ocağına kadar görevde. Bu kanun değişikliğiyle beraber şu anda var olan seçim kurullarını lağvediyorlar. Halkımızın dikkatine sunuyorum. Yani bir açıdan seçimle sınırlı mahkemeler görevden alınıyor yerine kendilerinin torbadan seçeceği yeni kurullar başkanlar atanacak.

Üstelik yine anayasanın açık hükmünde seçim kanununda yapılan değişiklikler bir yıl sonra yürürlüğe girer demesine rağmen burada üç ay sonraya bir yürürlük maddesi ekliyorlar kanuna ve üç ay içerisinde bu değişikliği yapacaklar. Bakın 2022 Ocak ayında başlayan seçim kurulları 2024 Ocak ayına kadar görevli ne demek? Önümüzdeki seçimler onların iddia ettiği gibi son gün bile yapılsa yani 2023’ün Haziran’ında bile yapılsa bu seçim kurullarının yetkili sorumlu olması demek. Bu şuna benziyor değerli yurttaşlar. Bir müsabaka var. Bir maça çıkacağız. Maçın hakemleri belirlenmiş maça günler var. Diyorlar ki ben bu hakemi beğenmedim bunu değiştiriyorum bunun yerine torbadan hakem seçelim. Soru açık neden buna ihtiyaç duyuyorlar? Bütün yurttaşlarımızın bunu düşünmesini öneriyorum.

Şimdi bir tane daha numara.  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtik. Dolayısıyla kanunlarda, bütün kanunlarda uyum düzenlemeleri yapıldı. Nedir uyum düzenlemesi? Eski sistemde başbakan vardı, kanunda başbakanın adının geçtiği yerler başbakanlığı ifade eden maddelerdeki başbakan kelimesi kaldırılıyor yerine cumhurbaşkanı ekleniyor. Tüm kanunlarda böyle. Şimdi seçim kanununda da seçim yasaklarını düzenleyen bir madde var.

Diyor ki başbakan ve bakanlar seçim takvimi içerisinde devletin onlara sunduğu olanakları kullanamazlar. Araçları kullanamaz devletin imkanıyla propaganda yapamazlar devletin kamu görevlilerini yanlarında propaganda çalışmaları sırasında kullanamazlar gibi maddeler. Şimdi burada başbakanı kaldırıyorlar ama yerine cumhurbaşkanını yazmaya cesaret edemiyorlar. Bu konuda da hiç bakın bütün komisyon tartışmaları boyunca her şeyi savunmaya çalıştılar ya da savunuyormuş gibi yaptılar. Bunu savunuyormuş gibi de yapamadılar. Savunmaya çalışamadılar.

Dolayısıyla Genel Kurul aşamasında bir düzenleme olabilme ihtimalini görüyoruz ama buna rağmen, hani buraya cumhurbaşkanı yazılsa da İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanı’nın partili olduğu, üstelik Süleyman Soylu gibi yerel seçimlerde aktif bir biçimde seçim faaliyetlerinde kolluk kuvvetini devletin istihbarat olanaklarını sözde muhalefete karşı kullanan insanların olduğu yerde deyim yerindeyse devletle halkın seçimde karşı karşıya geldiği bir tablo yaşayacağız ama tekrar ediyorum; ne yaparlarsa yapsınlar halkın yüreğindeki yerlerini kaybeden bu iktidarın ayakta kalma şansı yok.

Kaybettiklerini gördükçe tabanlarını konsolide etmek için laiklik karşıtı taarruzlarını sürdürüyorlar. Bakın geçen hafta Bursa’da Mithatpaşa Ortaokulunda haremlik selamlık uygulaması oldu. Hatta biz de milletvekilimiz Barış Atay aracılığıyla bir soru önergesiyle meseleyi gündeme getirmeye çalıştık. Hatırlayacaksınız okul müdürüne sözde bir soruşturma açılmıştı görevinden uzaklaştırılmıştı. Şimdi jet hızıyla geri geldi. Bunu bir yere kaydedelim. Yani okulda harem-selamlık uygulaması yapan müdür şu anda göreve getirildi.

İkincisi başka bir hukuk tanımazlıklarını İstanbul Beşiktaş’ta İsmail Tarman Ortaokulu var. İmam hatipe dönüştürülmek isteniyor. Beş buçuk yıldır mahalleli ve veliler mücadele ediyorlar yargı kararları var. Çünkü mahallede ihtiyaç fazlası imam hatip okulları var ama imam hatip tercih etmeyen insanların çocukları gönderebilecekleri bir okul var. Mahkeme kararını tanımayıp imam hatipe dönüştürüyorlar. 69 aydır her pazartesi veliler orada laik ve bilimsel eğitim için mücadele ediyorlar. Buradan hem o mücadeleyi destekliyoruz, yanlarında olduğumuzu ifade ediyoruz.

Memleketin her tarafından bu dindar ve kindar nesil yetiştirme projesinin bir parçası olarak çocuklarımızı bu cemaat yurtlarına cemaat okullarına imam hatiplere mahkum eden bu uygulamalar devam ediyor. Bir rakam paylaşacağım arkadaşlar. Bakın burası Ankara. Burası laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 120 anaokulu var ama 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren 153 merkez var. Yani Ankara’da 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren yerlerin sayısı Milli Eğitim Bakanlığına bağlı anaokullarının sayısını geçmiş durumda. Daha bu memleketten laiklik için ne söyleyebiliriz gerçekten bilmiyorum.

‘16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz’

Bu vesileyle çocuklarımız demişken özellikle Kürt çocuklarına dair yaşadığımız bir acıyı paylaşmamız gerekiyor. Gerçekten sessiz sedasız hiç basında kamuoyunda yer etmeden hayatların nasıl karardığına ilişkin yeni bir örnekle maalesef karşı karşıyayız.

Hani gözleri böyle hafızalarımıza mıh gibi çakılı Ceylan Önkol kardeşimiz gibi, 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan Uğur Kaymaz gibi bu sefer de Urfa’da 16 yaşında bir çocuk, Muharrem Aksan’ın cansız bedeni ancak üç gün sonra bulunabildi ve parçalanmış bedende 12 farklı boyutta metal parçası çıktı. Gerçekten hani Kürt sorunu yoktur deniyor ya şimdi Kürt sorunu tam da budur. Zırhlı araç altında can veren çocuklardır bu ülkede Kürt sorunu. Koyun otlatırken ya da evinin önünde oynarken tutanaklara tanımlanamayan bir cisimle oynarken infilak etti cümlelerinin geçmesidir sevgili Ahmet Şık bir önerge verdi bu konuyla ilgili, 16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz.

Ülke yıkıma sürükleniyor ve bunun en ağır bedelini işçiler ödüyor dediğimizde neden söz ettiğimizi anlamak istiyorsanız hemen bir örnek verelim. Konya’da bir iş yerinde patron sigortasız çalıştırdığı 15 yaşındaki bir çocuğu bir vidanın yerini unuttuğu için palangaya bağlayıp tavana asıyor çocuğun kıyafetlerini çıkartıyor üzerine su döküp işkence ediyor. Ceza 2 bin 320 lira. 2 bin 320 lira arkadaşlar bu ülkede 15 yaşında bir çocuğa ekmeğiyle oynayıp işkence yapıp karşısında durmanın cezası.

Buradan sevgili Sedat Aslan’ı anarak tamamlayacağım sözlerimi. Bu tekstil direnişinde kararlı inançlı bir biçimde mücadele eden 97 işçi arkadaşımızdan bir tanesiydi. Patron bu mücadelede işçilere diz çöktüremeyince işçileri işten çıkarıp başka fabrikalarda iş bulamamaları için kara listeye almıştı. 29 yaşındaki Sedat da başka iş bulamadığı için çatı işi yapmak zorunda kalmıştı ve 3 çocuklu gencecik kardeşimiz çatıdan düşerek hayatını kaybetti. Bu ölüm kaza, kader falan değil. Bu baya bir iş cinayeti, bir sosyal cinayet bu bir yaşam hakkı gaspı olarak değerlendirilmeli. Biz buradan ailesine akrabalarına baş sağlığı dilekleri iletirken Sedat Aslan’ın katillerinin, bu cinayete sebep olanların da en ağır şekilde cezalandırılmaları için mücadelemize devam edeceğiz.

Nişantaşı Üniversitesini daha önce burada gündeme getirmiştik. Araştırma görevlileri insanca yaşam mücadelesi veriyorlardı. Tıpkı fabrikalarda, plazalarda olduğu gibi üniversitelerde de bir yaşam mücadelesi, insanca yaşam mücadelesi var. Eşit işe eşit ücret istiyor arkadaşlarımız ve bugün itibariyle üniversitenin asistan kıyımına geçilmiş durumda. 10 araştırma görevlisi arkadaşımızın iş akitlerinin feshedildiğini, işten atıldıklarını öğrendik. Arkadaşlarımıza her hal ve şartta yanlarında durmaya devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Bilindiği üzere 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü ve ülkemizde yüz binlerce otizmli yurttaşımız ve ailesi uzun yıllardır sorunlarının çözümü için mücadele ediyor, çözüm bekliyor. Geçtiğimiz aylarda bir bakım evinde yaşanan darp vakasıyla ilgili verdiğimiz soru önergesi iki ay sonra nihayet sözde yanıtlanmış ama taslaklarıyla geçiştirilmiş oldu. Otizm, ülkede adı bile geçmiyorken ailelerin mücadelesiyle gündem haline geldi ve 2010 yılından itibaren otizm eylem planı taslağı hazırlanıp tüm yetkililere hükümete bakanlıklara iletilmişti ve maalesef tipik bir AKP uygulaması olarak o günden bugüne yedi kez Aile Bakanı değişti ama bu eylem planı yürürlüğe girmedi kimisi daha önceki bakanın dedi. Kimisi raftan indirip bakalım ne var dedi ama gelen haberler bu eylem planı sanki çok başarılı olmuş gibi bakanlığın yeni bir eylem planı hazırlığı içerisinde olduğu söylendi.

Bize göre mesele iktidarın bakışıyla ilgili köklü bir yanlışa dayanıyor ve zaten biz size bakım maaşı veriyoruz, nankörlük etmeyin diye aileler susturulmak isteniyor. Oysa bu bakanlığın iş bilmeyen, sosyal politikalar nasıl uygulanır herhangi bir fikri olmayan biri Menzil’den biri Süleymancılardan şişirilmiş doldurulmuş kadrolarıyla bu sorunun çözümü mümkün değil. Bu anlayış sürdükçe hükümet yurttaşları biat etmeye, sorunların üstünü örtmeye mecbur ettikçe o bakım merkezlerindeki çocuklarımız için gereken bütçeler ayrılmadığı sürece gelecekleri belirsizliğe mahkum edilen yurttaşlarımız mücadele etmeye devam edecekler. Biz de konunun takipçisi olmaya ve onlarla birlikte mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.

Kızıldere’nin 50. yıl dönümü

Son olarak 30 Mart’ta hayatlarını kaybeden Kızıldere’de bir yargısız infaza kurban edilen sevgili Mahir Çayan ve yoldaşlarının 50. ölüm yıl dönümlerinde her birisinin saygıyla sevgiyle özlemle andığımızı ifade etmek istiyorum. Hepinize çok teşekkürler.

 

Paylaşın

Buldan’dan Erdoğan’a ‘Manda Yoğurdu’ Tepkisi

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Buldan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çiftçilerle buluşmasında “Şimdi ben bir şey tavsiye edeceğim. Ben şunu yapıyorum, her akşam yatarken manda yoğurdu. Manda yoğurdu hakikaten kalitedir, çok iyidir. Onun içine şöyle Medine hurması doğrarım, 3 tane veya 5 tane. Ona biraz çay kaşığı kestane balı ve yulaf ezmesi atarım. Bu dörtlüyü karıştırarak yer yatarım, şifa. Tavsiye ederim” sözlerini hatırlatarak, “Millet kuru ekmek bulamıyor, o manda yoğurdu, kestane balı, Medine hurması yiyin derken utanmıyor” dedi.

Haber Merkezi / İktidarın yeni torba kanun teklifine tepki gösteren HDP’li Buldan, “‘Hırsıza ‘hırsız’, çeteye ‘çete’ denilmesini yasaklamak istiyorlar. Biz hırsıza ‘hırsız’, çeteye ‘çete’ demeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Newroz kutlamalarına da değinen Buldan, “Hakkâri’den Edirne’ye, Amed’den İzmir’e, Cizre’den Hatay’a, Şırnak’tan Bursa’ya, Van’dan Aydın’a, Cizre’den Muğla’ya, Mardin’den İstanbul’a kadar Türkiye’nin her yerinde 76 merkezde milyonlar alanlara aktı, iradesini ortaya koydu. Kürt halkının öncülük ettiği Newroz kutlamaları ülke sınırlarını da aştı” dedi.

Buldan, “Türkiye’nin geleceğini konuşmak isteyenler Newroz’a bakmalıdır. Çünkü geleceği şekillendirecek, büyük değişimi gerçekleştirecek irade oradadır. 2022 Newrozu’nun Türkiye’nin geleceğini belirleyecek. Bu irade dikkate alınmadan siyasetin de geleceğin de şekillenemeyeceğini herkesin bilmelidir” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Meclis Grup Toplantısı’nda gündemi değerlendirdi. Buldan’ın konuşmasından satır başları şöyle:

Kürt halkı ve dostlarının faşizmin karanlığına Newroz ateşiyle tarihi bir yanıt verdi. Türkiye’nin sol, sosyalist, devrimci, demokrasi ve emek güçleri, kadınlar, gençler, işçiler, emekçiler Newroz alanlarında halklar dayanışmasını, demokratik güç birliğini daha da büyüterek, demokrasi, barış, özgürlük, adalet ve emek için mücadele ortaklığından ve ortak gelecekten yana güçlü bir iradeyi de ortaya koydu.

Kürt halkının Newroz alanlarında sergilediği görkemli direniş ve özgürlük talebi iktidarı rahatsız etmiş olmalı ki yüz binlerin aktığı Amed Newrozu’nda halkı engellemeye çalıştılar, kitleye, kadınlara hatta çocuklara varıncaya kadar arama işkencesi uyguladılar. Ama halkın Newroz alanına akmasını engelleyemediler.

Amaçları boş Newroz alanları yaratmaktı. Böyle bir hayal kurmuşlardı. Fakat hayalleri suya düştü. Halk engelleri tanımadı. Bu kez medya sansürü uygulanarak milyonlar görünmez kılmaya çalışıldı. Ama bunu da başaramadılar. Amed’in sesi İstanbul’a, Serhat’ın sesi Ege’ye ulaştı. Halkların sesi de sözü de her yerde yankılandı.

Bu inanç ve kararlılığı demokratik siyasetle büyütmenin bir kez sözünü bu kürsüden veriyorum. Sizler bu ülkenin onurlu mücadelesinin öncülerisiniz. Newroz’daki coşku da başarı da zafer de sizindir.

Her birinizi tek tek yürekten kutluyorum. ‘Şimdi Kazanma Zamanı’ şiarıyla gerçekleştirdiğimiz ve bir referanduma dönüşen Newroz’da milyonların verdiği tarihi mesajların, haykırdığı taleplerin herkes tarafından özellikle Ankara tarafından iyi okunması gerekir. Newroz; ülkeyi kuşatma altına almaya çalışan karanlığa karşı aydınlık geleceğin müjdecisi oldu.

Karamsarlığa karşı büyüyen umut oldu. Korkuya karşı yükselen cesaret oldu. Evet; Newroz’da halkımız, halklarımız barış, demokrasi ve özgürlükteki ısrarını ve kararlılığını en güçlü bir biçimde dünyaya ilan etti.  Dünya halklarının başına bela olan tüm savaşlara karşı içeride ve dışarıda en güçlü barış hattını ortaya koydu.

 “Anadilim onurumdur”

Halkımız, rehine siyasetiyle, irade gaspıyla, darbeyle, halk iradesinin asla engellenemeyeceğini gösterdi ve ilan etti. Milyonlar, HDP etrafında en büyük kenetlenmeyi sağlayarak, kapatma ve kumpas davalarıyla demokratik siyasetin asla engellenemeyeceğini, buna izin vermeyeceğini ispat etti.

Newroz, Kürt sorununun tecritle, Kürt düşmanlığıyla, inkâr ve imhayla değil, diyalog ve müzakereyle, barış politikalarıyla ancak çözülebileceğini gösterdi. Milyonlar, 2013 çözüm mektubunun, 2015 Dolmabahçe Mutabakatı’nın arkasında olduğunu bir kez daha gösterdi. İmralı’yla diyalog kapılarının bir an önce açılması talebini Newroz’da haykırdı.

Kürt halkı, anadilde eğitim başta olmak üzere anadillerinin üzerindeki yasak, baskı ve asimilasyonun bir an önce kaldırılmasını haykırdı. ‘Anadilim onurumdur, kimliğimdir, sonuna kadar onuruma sahip çıkacağım’ dedi.

Rotası demokrasi ve hukuk olmayan bir iktidar, zulümden, karanlıktan beslenir ve bunu pratikte de görüyor ve yaşıyoruz. Furkan Vakfı’nın Adana’da yapmak istediği basın açıklamasına, demokratik bir hakkın kullanımına kolluk güçlerinin yapmış olduğu insanlık dışı, hukuk dışı saldırı, AKP-MHP iktidarının siyasetteki, sokaktaki gerçek yüzünü herkese, tüm dünyaya bir kez daha göstermiştir.

Tüm saldırılar gibi bunu da en güçlü şekilde, şiddetle ve nefretle kınıyoruz. Adana’daki tablo, uzun bir süredir karakollarda, cezaevlerinde görünmez kapılar ardında rutin hale getirilen işkencenin sokaklara taşmış ve açık alanda uygulanmaya başlanmış halidir.

Bizler, yaşam hakkına kasteden bu zulümleri bu zalimleri Servet Turgut’un gördüğü işkence sonucu hayatını kaybetmesinden biliyoruz. Biz zalimleri, Barış Annelerinin sokak ortasında coplanmasından, yerlerde sürüklenmesinden, insanların sınırda, dur ihtarına uymadı yalanlarıyla vurulmasından biliyoruz ve tanıyoruz. Kemal Kurkut’un katledilmesinden ve sorumluların bizzat yargı tarafından korunmasından elbette ki biliyoruz. Kadınların sokak ortasında katledilmesinden ve erkek yargının erkek katillere arka çıkmasından biliyoruz. Çocukların panzerlerin altında ezilerek katledilmesinden biliyoruz.

Hafta sonu Urfa’da 16 yaşındaki Muharrem Aksem’in güvenlik güçlerinin atış yaptığı alana 400 metre mesafedeki alanda sağ eli kopmuş halde cansız bedeni bulundu.

Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı ve sabır diliyorum. Aksem ilk değildir. Bölge illerindeki askeri atış alanları ve sahipsiz mühimmatlar nedeniyle bugüne değin yüzlerce insan hayatını kaybetti. Aksem’in cansız bedeninin bulunduğu yer de atış yapılan bir bölgedir, meradır ve insanların geçtiği bir yerdir. Halka yönelik herhangi bir uyarının, bilgilendirmenin olmaması tehlikenin boyutunu daha da arttırmaktadır.

Aksem’in ölümünün bütün yönleriyle aydınlatılması için etkin bir soruşturma derhal başlatılmalı ve sorumluluğu bulunanlar mutlaka açığa çıkartılmalıdır. AKP-MHP iktidarı, ölümün, işkencenin, cezasızlığın kol gezdiği bir ülke ortamını ne yazık ki yarattı. İşkenceye sıfır tolerans dediler. İşkenceciye tolerans iktidarı oldular. 28 Şubat’ın mağduruyuz dediler. Zulüm yarışında 28 Şubatçıların önüne geçmeyi başardılar. Hukukun üstünlüğü dediler, kendi hukuklarını yarattılar, ülkeyi hukuksuz bir hale getirdiler.

“Siyasi sorumlu iktidar”

Bunun en somut örneğini hasta tutsaklara olan yaklaşımda görüyoruz. Ölüm siyaseti, hasta tutuklulara yönelik düşmanlık hukuku AKP-MHP’nin iktidar siyaseti olarak karşımıza çıkmaktadır. Cezaevlerinin zulüm ve ölüm evlerine döndüğünü anlamak için sadece son on beş günde yaşananlara bakmak yeterlidir.

Bakın; Iğdır S Tipi Kapalı Cezaevi’nde tek başına hücrede tutulan 28 yaşındaki Sinan Kaya şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Şervan Can Güder henüz 20 yaşındaydı, Van F tipi Cezaevinde kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan ve yaşamını yitirmek üzereyken tahliye edilen hasta tutsak Hayri Karaş, tahliye edildikten sadece 10 gün sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Bu ölümlerin siyasi sorumlusu; insan haklarını ve hukuku değil, 12 Eylül darbecilerini referans alan AKP iktidarıdır.

“İktidara asgari ücret çağrısı”

Mübarek Ramazan ayı başlıyor. Halk, büyük bir yoksullukla, açlık ve sefaletle Ramazan’ı karşılıyor. Çünkü insanların bir gram yiyecek alabilecek imkânı ve gücü kalmadığını anlattığım tablo gösteriyor. İnsanlara sadece suyla açılabilecek bir iftar sofrası bıraktılar. ‘Halkı enflasyona ezdirmeyeceğiz’ diyen iktidara buradan çağrı yapıyorum: Gelin Ramazan’dan önce; meclisi etkin bir şekilde çalıştıralım.

Eriyen asgari ücreti hemen yeniden belirleyelim. Ki grubumuz asgari ücretin üç ayda bir belirlenmesi için kanun teklifi de verdi, hemen bunu meclisten geçirelim.

En düşük emekli maaşını asgari ücret düzeyine hemen getirelim. Akaryakıt, ulaşım ve iletişimdeki ÖTV’yi hemen kaldıralım. Açlık sınırının altında olan ihtiyaç sahibi 12 milyon haneye Ramazan destek programı kapsamında 5 bin lira destek verelim. Ekmek ve et fiyatları tüketiciye yarı fiyatında verilmesini sağlayalım. Esnafın indirim maliyetini ise devletin karşılaması için düzenleme yapalım. Tüm bunlara kaynak yaratmak için, kur, köprü ve yol garanti ödemelerini derhal durduralım. Var mısınız? Halkı enflasyona ezdirmeyeceğiz laflarıyla bu işler olmaz. Gelin gerekli acil adımları bir an önce atalım.

“Nafile uğraşıyorlar”

Bu iktidarın bir hikâyesi kalmayınca, halktan umudu kesince şimdi de başka bir oyun peşindiler. Seçim kanunlarıyla oynamaya başladılar.

Sandığa girmeyecek oyun, sandıktan çıkması için yol bulmaya çalışıyorlar. Yani ikna yoluyla elde edemeyecekleri oyları, hileyle alma peşinde olduklarını biliyoruz. Ülkedeki ekonomik krizi biz çözeriz diyen iktidar, seçim hileleriyle kendi siyasi krizini çözme arayışındadır. Bugün genel kurulda görüşülecek yasanın de özü tam da budur! Bunun için ne yapıyorlar? YSK’yı, il-ilçe seçim kurullarını, eşi görülmemiş dalavere yöntemleriyle tümden ele geçirmeye çalışıyorlar.

Ama bunlar boşuna nafileler. Sizin hilecilikte ustaysanız, halk da bu hileleri bozmakta ustadır. Öyle bir fark yiyeceksiniz ki, YSK da seçim kurullarınız da hileleriniz de sizi kurtarmaya yetmeyecektir. Sevgili Sırrı Süreyya’nın meşhur deyimiyle ‘xim-xiş’ olacaksınız. Küçük ortakları için barajı yüzde 7’ye indiriyorlar. Diyet ödüyorlar.

Ver başkanlığı, al barajı alışverişidir bu. Kürtler Meclis’e girmesin diye koydukları barajı şimdi küçük ortakları MHP Meclis’e girsin diye indiriyorlar. Biz bu barajı yıkalı tam 7 yıl oldu. 7 Haziran’da yıkmıştık, geçersiz kıldık. Bir anlamı kalmayınca da şimdi kendileri için indirmek zorunda kaldılar. Ne diyelim? Hayırlı uğurlu olsun.

Ama halk size gereken cevabı sandıklarda verecek haberiniz olsun. Bu getirilen seçim yasası teklifi ile ilgili arkadaşlarımız komisyon sürecinde HDP’nin tutumunu ortaya koydu, koymaya da devam edecek. Genel kurulda da demokratik muhalefetimizi en güçlü şekilde yapacağız.

“Seçim hileleri ters yüz olacak”

Bakın birçok Avrupa ülkesinde tüm siyasi partilerin parlamentoda temsiliyet kazanması için kolaylık sağlanıyor. Neden? Çünkü her bir yurttaşın düşüncesi önemlidir ve kıymetlidir.

Gelin, halk iradesinin tam temsiliyetinin önündeki tüm engelleri kaldıralım. Bu parlamentoyu tarihinin en çoğulcu, en katılımcı parlamentosu haline getirelim. Var mısınız? Amacınız demokratik temsiliyet ise buyurun? Hodri meydan diyoruz size. Ama dertleri demokratik siyaset ve temsiliyet olmadığını biliyoruz. Bunun adı seçim hilesidir. Siyaseti bu yasayla dizayn etme arayışıdır. Şimdiden söyleyeyim. Seçim hileleri, siyasi mühendislik gayretleri seçimlerde ters yüz olacaktır.

Bir de şunun altını önemle çizmek istiyorum: Hiç kimse HDP’yle ilgili yanlış bir hesap yapmamalıdır. İki gün önce Şırnak kongremizde de ifade ettim bugün tekrarlıyorum. HDP’siz siyaset, HDP’siz, parlamento, HDP’siz Türkiye, HDP’siz değişim hesapları yapanlar var.

Kendilerine siyaset çöplüğünde şimdiden yer ayırsınlar. Geçmiş dönemde Kürtleri ve siyasetini tanımayanlar gibi onlar da siyasi çöplükte yer alacak.

AKP ve MHP’nin yeri siyaset çöplüğünün dibidir. Siyaset HDP’yle yönünü ve yolunu bulacaktır. Değişim HDP’yle olacaktır. Türkiye’nin anahtarı HDP olacaktır. Milyonların iradesini yok sayarak, ‘HDP’nin kapatılması’ üzerinden masa başında siyaset analizi yapanlara da sesleniyorum; tarihin en büyük ve en doğru siyaset analizini her zaman olduğu gibi bu seçimlerde de yine halkımız, halklarımız yapacaktır.

Ve fena halde yanılacaksınız. Analizleriniz de, siyasetiniz de çöp olacaktır. İşte Newroz alanları halkımızın en büyük siyaset analizidir!  Hepinizi selamlıyorum.  Yolunuz ve yolumuz açık olsun.”

Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’ndan İktidara Beş Tavsiye

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, 6 liderin ikinci kez görüşmesi hakkında bilgi vererek, “6 lider bir araya geldik. Aslında toplumun bütün kesimleri orada temsil ediliyor. Devletin karar alma mekanizmalarının bir kişiye teslim edilmesinin getirdiği olumsuzluğu hepimiz geriyoruz. Türkiye’nin bu bataktan çıkması lazım. Biz parlamentoyu yeniden işler hale getirmek istiyoruz” dedi.

Haber Merkezi / “Bir bildiri yayınladık” diyen Kılıçdaroğlu, “5 temel mesaj var: Birincisi, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş sürecini belirlemek için çalışma grubu oluşturulması kararı alındı. İkincisi, birlikteliğimizi bozmayı amaçlayan seçim kanunu hakkında görüştük. Seçim güvenliğini sağlamak amacıyla bir çalışma grubu daha oluşturduk. ‘Buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyoruz; bizler Türkiye’yi karanlık günlerden çıkarma gayreti içindeyiz. Umutlarımız ve inancımız umutları aşacaktır’ diyoruz. Hedefimiz istişare ile derin sorunlarımıza son vermek, her bir vatandaşımızı insan haklarına uygun hayat standartlarına ulaştırmaktır” ifadelerini kullandı.

Bugün Meclis’te görüşülecek Seçim Kanunu değişikliğiyle ilgili de değerlendirmelerde bulunan Kılıçdaroğlu, “Kanunu istediğiniz gibi değiştirin göndereceğiz arkadaş, göndereceğiz. Bunların ne yapacağını biliyoruz her türlü dalavere bunların işi ama bizim görevimiz de madem ki bunları biliyoruz önlemini alacağız. 6 lider bu konuda anlaştık sandık-seçim güvenliğini sağlayacağız” dedi.

Kılıçdaroğlu, AK Parti ve MHP’ye meydan okuyarak, “Hangi kanunu getirirlerse getirsinler. Anlamadıkları bir şey var bu millet kararını verdi zaten. Bu millet 21. Yüzyıl’da açlığı yokluğu yaşıyor. Kanunu istediğiniz kadar değiştirin, sizi göndereceğiz arkadaş! Allah’ın izniyle göndereceğiz, yolcu edeceğiz onları” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından öne çıkan kısımlar şöyle;

“Hepimiz huzur içinde, beraber, birlikte yaşamak istiyoruz. Bayrağımızın altında özgürce yaşamak istiyoruz. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği güzel bir Türkiye istiyoruz. Her Salı bu umutlarla kürsüye çıkıyorum. Kucaklaşmaya, barışmaya, helalleşmeye ihtiyacımız var. Ayrılmaya, kavga etmeye değil birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bütün hedefim, amacım bunun üzerine inşa edilmiş vaziyette.

Ortak bildiri

6 lider ikinci kez bir araya geldik. Aslında toplumun bütün kesimleri orada temsil ediliyor. Devletin karar alma mekanizmalarının bir kişiye teslim edilmesinin getirdiği felaketi, olumsuzluğu hepimiz görüyoruz. Türkiye’nin bu bataktan çıkması lazım. Türkiye’nin huzur içinde buradan çıkması lazım. Biz Parlamentoyu yeniden halkın Meclis’i haline getirmek istiyoruz. Milletin iradesiyle hareket eden bir parlamentoyu yeniden inşa etmek istiyoruz. Kutuplaşmayı değil beraber olmayı hedefliyoruz. Bir bildiri yayımladık. O bildiride beş temel mesaj var.

Birincisi, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş sürecinin yol haritasını belirlemek üzere bir çalışma grubu oluşturduk.

İkincisi birlikteliğimizi bozmayı amaçlayan seçim kanunu üzerinde de görüştük. O konudaki görüşümüzü aynen okumak isterim; ‘Milletimizin bilmesini isteriz ki demokratik ilkelere dayanan birlikteliğimiz bu gibi siyasi mühendislik çabalarından etkilenmeyecektir. İş birliğimizi uyum içinde sürdürmeye kararlıyız.

Koltuğu korumak için şöyle değişiklik yapalım, böyle değişiklik yapalım. Hangi kanunu getirirlerse getirsinler. Anlamadıkları bir şey var bu millet kararını verdi zaten. Bu millet 21. Yüzyıl’da açlığı yokluğu yaşıyor. Kanunu istediğiniz kadar değiştirin, sizi göndereceğiz arkadaş! Allah’ın izniyle göndereceğiz, yolcu edeceğiz onları.

Öte yandan hangi şartlarda olursa olsun milli iradeyi parlamentoya tam olarak yansıtmak üzere seçim güvenliğini sağlamak amacıyla bir çalışma grubu daha oluşturduk. Her türlü dalavere, üç kağıt bunların işi bunu da gayet iyi biliyoruz. Bizim görevimiz önlem almak. 6 lider bu konuda anlaştık. Sandık, seçim güvenliğini sağlayacağız.

Dördüncü konu, ‘Buradan tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyoruz. Bizler Türkiye’yi karanlık günlerden çıkartma kararlılığı içerisindeyiz. Umutlarımız ve geleceğe olan inançlarımız Türkiye’nin sorunlarından çok da büyüktür’ diyoruz.

Beşincisi ise, ‘Hedefimiz istişare ile derin sorunlarımıza son vermek ve her bir vatandaşımızı insan onuruna yakışır bir yaşam ve refah standardına ulaştırmaktır’ Bizim bireysel hiçbir beklentimiz yok. Hiçbirimiz devletin hazinesine el uzatma gibi bir niyet asla ve asla taşımadık ve taşımıyoruz. Devletin hazinesine el uzatanlardan da hep birlikte hesap soracağız.

Hiçbirimiz adaletsizliği savunmadık. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedik, yedirmemeye de kararlıyız. Bizler 6 lider Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet etmeyeceğiz. 84 milyona hizmet edeceğiz.

Aile Bakanlığı aileyi korumuyor

Toplumun her kesimi sorunlarını dillendirmemizi istiyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan bir grup arkadaşımız ulaştılar. Ek ders karşılığı çalışanlar bunlar. Aslında öyle ders falan yok ama bunlar bu isim adı altında görev yapıyorlar. Bunların içinde sosyologlar, öğretmenler, psikologlar, hemşireler var. Diğer memurlar gibi görev yapıyorlar. İş güvenlikleri yok. Bakan onaylamazsa işlerine son veriliyor. Kadrolu çalışanlarla aynı görevi yapıyorsunuz ama güvenceniz yok bunun düzelmesi lazım.

Tam zamanlı çalışıyorlar. Yıllık izinleri, analık, süt, evlilik izinleri yok. İzin hakları öyle bir noktadaki doğum yapıyorsa bir kadın işine son veriliyor. Aynı sürede çalışıyorlar, aynı işleri yapıyorlar aldıkları aylık son derece düşük. Kadrolu personelle birlikte bunlar da sahaya çıkıyorlar. Onlar yolluk alıyorlar, bunlara yolluk verilmiyor. Bunları 21. yüzyılın çağdaş kölesi gibi çalıştırıyorlar. Dramatik olan, bunun Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı içerisinde olması. Aile Bakanlığı aileyi korumuyor.

Hiç meraklanmayız az kaldı sandık gelecek. Aynı işi yapıyorsanız aynı aylığı alacaksınız. Devleti yönetemiyorlar. Sorunların altında ezilmiş vaziyetteler. Ekonomiyi yönetemiyorlar. Her soruna çözüm üretelim derken başka sorun patlıyor. Devlet akılla, bilgiyle, birikimle, liyakatle yönetilir. Siz yapmazsanız sağlıklı yönetemezsiniz. Biz hem sorunları çözmek hem de huzur içinde yaşanacak bir ülke inşa etmek istiyoruz.

İktidara 5 tavsiye

Bunların sosyal devletten de haberi yok. ‘CHP hep eleştiriyor hiç öneri getirmiyor’ diyorlar ya. Bu sefer beş tavsiyem olacak. Türkiye Cumhuriyeti’ni tek bir kişi yönetiyor. Mahkemeler dahil hiçbir kurumun esamesi okunmuyor. Bütün yetkiler bir kişide toplanmış.

Çok iyi niyetlerle bu tavsiyelerimi yapıyorum. 84 milyon insan huzursuz. Bu sorunları işleyip iktidar olmak değil tavsiyelerde bulunup iktidar olmak çok daha iyidir benim için. Çünkü biz hem sorunları bilen, çözen anlayışla iktidar olmak istiyoruz.

1. Maceracı para ve kur politikalarından vazgeçin. Devlet maceracı politikalarla yönetilmez. Siz devletin Merkez Bankası’na arkeolog atarsanız devlette liyakat yok demektir. 128 milyar dolar gitti nereye gitti bilen yok. Laf aramızda damat yeni bir kitap çıkarmış. Baktım kitaba, 128 milyar dolar var mı diye. Tık yok. Eylül ayında dolar 8 liraydı şimdi 15 liraya dayandı. Öngörüsüz, maceralı politika sizi buraya getirir. Milli Kurtuluş Savaşı’nı veren bir ülkenin yönetimi borç para için gidip boyun eğer mi? Benim ağrıma gidiyor, laf aramızda Bahçeli’nin hiç ağrına gitmiyor.

2. Kur korumalı mevduata derhal son verin. Türkiye’yi felakete sürüklüyorsunuz. Fakirden alıp zengine veriyorsunuz. Şimdi ben AK Partili kardeşlerime soruyorum. Nas dediler, kuran, iman dediler peki yüzde 92 faizi neresinde din, iman, kuran var kardeşim? Yüzde 92 faiz veriyorsunuz. ‘Nas’ diyordunuz ne oldu da Nas birden pas oldu? Pandemi döneminde yaptıkları karşılıksız yardımları vergiliyorlar. Yüzde 92 faiz alan hiç vergi ödemeyecek. Vergileyeceksin. Bu ülkenin ilahiyatçılarına da sesleniyorum. Her şeyi ben mi konuşmak zorundayım. Sizin konuşmaya hakkınız var niye konuşmuyorsunuz? Fakirden alıp tefeciye hizmet eden bir uygulama yanlıştır.

3. Hazineyi ölçüsüz yük altına sokan Kamu Özel İşbirliği. Tam bir soygun düzeni. Bunu derhal Türk Lirası’na çevir kardeşim. Zorlanıyorsan, ‘Ben bunu yapıyorum CHP benim arkamda kapı gibi duracak’ dersin. Kapı gibi dururuz. Çünkü biz beşli çeteye değil 84 milyona hizmet etmek istiyoruz. Bu milleti açlıkla, yoksullukla sınama kardeşim. Öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki. Sanki enflasyon, dolar yetmiyor bir de ABD’deki, Almanya’daki enflasyonu da bu milletin sırtına yıkıyorsun. Siz de vicdan, ahlak var mı? Hadi bizim enflasyonu anladık. Almanya’daki enflasyonu niye bu milletin sırtına yıkıyorsun? Bunun dinde, imanda, ahlakta yeri var mı yok mu? Haramzadelerin, devleti soyanların kitabında vardır bu. Erdoğan’ın cesur olmasını istiyorum. ‘Ben soyguna izin vermem’ de. Sen tavrını beşli çeteden yana koymuşsun, olmaz. Değiştireceksin bunu. Değiştirirsen en büyük desteği CHP’den alacaksın.

4. Katar aşkından derhal vazgeçin. Tank-Palet’i istedi onu verdin. Adamların tank üretmeleri mümkün değil ama ordudan alıp verdiniz. 2018’de tankımız olacaktı 2022 ortada tank yok. Orduya yapılmış en büyük ihanettir. Arsalar, araziler verdiler. Bir devlet bu kadar pazarlanır mı? Burası ticarethane mi? Bahçeli’nin ağrına gitmiyor bunlar. Bu ülkenin çıkarları üzerine benim milliyetçiliğim var.

Borsa İstanbul’u da Katar’a verdiler. Son iki ay içinde 2.5 milyon küçükbaş hayvanı uçaklarla Katar’a gönderdiler ucuz et yesinler diye bize gelince yüzde 48 zam yaptılar. Adana’da bin 500 kasap kepenk indirdi ve eylem yaptı. Seslerini kestiler, televizyonlar bile doğru dürüst vermedi. Öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki kırmızı etle ilgili TÜİK kamuoyuna açıklama yapar. Son 25 aydır TÜİK hiçbir bilgi vermiyor.

Bizim vatandaşımız çocuğuna et yediremezken yüzde 48 zam yapıyorsun, buradaki hayvanı Katar’a götürüyorsun. Bizim insanımızı da ete muhtaç hale getiriyorsun.

5. Tarımda ve enerjide Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirdiler. Böyle bir tablo Türkiye’de yaşandı mı? Türkiye bu noktaya nasıl geldi. Dua ediyoruz gemiler gelsin diye. Şeker karaborsaya düştü. Benim bildiğim şekerin kara borsaya düşmesi ikinci dünya harbinde olmuşsa olmuştur. Nasıl oluyor şeker kara borsası oluyor? Çiftçiye 211 milyar lira alacağını ödeyeceksin kardeşim.

Bir devlete yüzde 60 oranında enerjide bağımlı hale gelinir mi? MGK bunu gündeme getirdi mi getirmedi mi bilmiyorum. Getirmemişse o da görevini yapmamıştır. Şanlıurfa’da ‘Buraya güneş tarlaları oluşturacağız. Çiftçilere de elektriği bedava vereceğiz’ dedim. Hala sözümün arkasındayım. Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak’a çiftçilere elektriği tamamen bedava vereceğiz.

Paylaşın

10 Vekilin Dokunulmazlık Dosyası TBMM’de: 9 HDP, 1 DBP

TBMM Başkanlığı’na Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) 9,  Demokratik Bölgeler Partisi’nden (DBP) de 1 milletvekiline ait 10 dokunulmazlık dosyası sunuldu. Meclis’e gönderilen Cumhurbaşkanı fezlekeleri, Anayasa Adalet Karma Komisyonu’na sevk edildi.

Haber Merkezi / Dosyalar arasında HDP Batman Milletvekili Feleknas Uca, HDP Siirt Milletvekili Sıdık Taş, HDP Van milletvekilleri Murat Sarısaç ile Tayip Temel, HDP Muş Milletvekili Şevin Coşkun, HDP Iğdır Milletvekili Habip Eksik, HDP Gaziantep Milletvekili Mahmut Toğrul, HDP Şanlıurfa Milletvekili Ayşe Sürücü, HDP Mardin Milletvekili Ebru Günay ve DBP Diyarbakır Milletvekili Salihe Aydeniz’a ait dosyalar bulunuyor.

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

Meclis’teki Partiler Seçim Yasası Değişikliğini Nasıl Görüyorlar?

Seçim barajının yüzde 10’dan 7’ye indirilmesini de içeren “Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa Komisyonu’nda kabul edildi.

Sıradaki adresi TBMM Genel Kurulu olan teklifle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne paralel olarak Seçim Kanunu’ndaki “Başbakan” ibareleri kanundan çıkartılıyor.

Teklif ayrıca cumhurbaşkanının seçim yasaklarından “muaf tutulması” ve ittifak içindeki partilerin milletvekili dağılımı hesaplanmasındaki değişiklikler gibi düzenlemeleri de içeriyor.

Teklife göre, ittifak içindeki siyasi partiler, seçim çevresindeki aldıkları oy oranına göre milletvekili çıkaracaklar. Yapılan düzenleme ile bir siyasi partinin içinde bulunduğu ittifakın artık oylarından, bir anlamda oy avantajından yararlanarak milletvekili çıkarmasının önüne geçilmesi hedefleniyor.

Parlamentoda şu an teklifi sunan AKP ve MHP ile birlikte toplam 14 parti ve onları temsilen 575 milletvekili ek olarak 6 bağımsız vekil bulunuyor. 12 partinin seçim yasasında planlanan değişikliğe ilişkin açıklamalarını derledik…

Cumhuriyet Halk Partisi

Millet İttifakı’nın başını çeken ve parlamentoda 135 sandalyesi bulunan CHP’de yeni düzenleme “ittifaklara suikast” olarak değerlendirildi ve küçük partileri etkisizleştirme çabası olarak yorumlandı.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun henüz konuşulmamakla birlikte, muhalefetin bu sorunu aşacak çözümler üreteceğine, farklı ittifak senaryolarının gündeme gelebileceğine dikkat çekti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da AKP ve MHP’nin seçim kanunu teklifini “Biz acaba koltuğumuzu nasıl koruruz diye düzenleme yapıyorlar” sözleriyle değerlendirdi.

Halkların Demokratik Partisi

“Üçüncü ittifak” görüşmelerini yürüten ve 56 sandalyesi olan HDP’nin Grup Başkanvekili Saruhan Oluç ise iktidarın “kendi devamlılığını sağlamak için” seçim yasasıyla oynadığını söyledi.

İktidardan zaten böyle bir hamle beklediklerini belirten Oluç, iktidarın “politik bir hamle” yaptığını, muhalefetin de benzer bir tutum sergilemesi gerektiğini belirtti.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise değişikliği “iktidara siyasi mühendislik ve hukuksal oyunlarla çoğunluğu kazandırma girişimi” diye niteledi.

İyi Parti

36 sandalye ile parlamentoda yer alan İyi Parti’nin Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu ise aslında yeni düzenlemeyle “her partinin kendi aldığı oy oranına göre milletvekili çıkarması” sistemi getirilmesinin “ittifakların tasfiye edilmesi” anlamına geldiğini söyledi. Tatlıoğlu, bunun altında ise AKP’nin “eriyen oyları”na çare olarak MHP ile arasına mesafe koyma arayışının yattığını belirtti.

“Kendi tabanlarına oynamak istiyorlar. Birlikte küçülüyorlar ve Millet İttifakı gibi ayrı ayrı hareket edebilen partilermiş gibi bir seçim işbirliğine dönüştürmek istiyorlar.”

Saadet Partisi

1 sandalye ile Meclis’te temsil edilen Saadet Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya, önümüzdeki seçimlerde Cumhur İttifakı ortaklarının “artık oya ihtiyaç duyduğu” bir sürecin yaşanacağını düşünerek, eriyen oylarına çare umuduyla bu düzenlemenin getirildiği görüşünü dile getirdi.

Asıl MHP’nin bu yasaya “Evet” demesinin dikkat çekici olduğunu belirten Kaya, “MHP böyle bir yasaya evet demişse, ya AKP listelerinden seçime girecekler veya farklı bir pazarlık var. Yoksa buna evet demesi mümkün değil” iddiasında bulundu.

İktidarın “baskın seçimi” gözden kaçırmak için bu düzenlemeyi gündeme getirmiş olabileceğine de dikkat çeken Kaya, teklifin “muhalefette çatlak yaratacağı” görüşüne ise katılmadı.

Türkiye İşçi Partisi

Meclis’te 4 sandalye ile temsil edilen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, teklifi, “haksız yere ek vekillik kazanma arayışı” olarak değerlendirdi.

Düzenlemenin sadece AKP ve MHP için yapıldığını savunan Baş, teklifi dinledikten sonra “Cumhur İttifakı, Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettiğini kabul etmiştir kararı verdim” dedi.

Demokrat Parti

Parlamentoda iki sandalye ile temsil edilen ve aynı zamanda Millet İttifakının yen üyelerinden olan Demokrat Parti Başkanı Gültekin Uysal, teklifin “demokratikleşme ihtiyacı ile alakalı olmadığını, iktidarın siyasal iklimi kendi lehine değiştirmek için bu yola başvurduğunu savundu.

Memleket Partisi

Parlamentoda iki sandalyesi bulunan Memleket Partisi’nin Genel Başkanı Muharrem İnce ise teklifi “utanmazlığın son noktası” olarak tanımladı.

“Yasa teklifi üzerinde tek tek uğraşılmış. Bunun için 2018 sonuçları baz alınmış, her bir il üzerinde çalışılmış” diyen İnce, iktidarın 2018’de aldığı oyu alacağını varsayarak hataya düştüğünü söyledi.

Büyük Birlik Partisi

Meclis’te 1 sandalye ile yer alan Cumhur İttifakı ortağı Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Mustafa Destici de “Bu haliyle kalırsa teklife oy vermem. Bu Cumhur İttifakı’ndan çekileceğim anlamına da gelmesin. İttifaka devam ederim ama bu haline oy vermem.” diye konuştu.

Destici, “Teklifin içinde beğendiğimiz olması gereken maddeler var. Kastım yüzde 7 maddesine… Ben yüzde 7 maddesine oy vermem…” ifadesini kullandı. Destici, daha önce de ittifak sisteminde barajın bir öneminin kalmadığını, yüzde 3 olması gerektiğini dile getirmiş, yüzde 5 olmasına da olumlu bakacaklarının mesajını vermişti.

DEVA Partisi

1 sandalye ile Meclis’te olan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA Partisi) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, muhalefet olarak birincil gündemlerinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirmek olduğuna dikkat çekti.

Yeni düzenlemenin küçük partilerin aleyhine olacağı iddialarını da değerlendiren Yeneroğlu, “Eski sistemde çok mu farklıydı? Aynısıydı. D’hont sistemi içinde küçük partiler açısından zaten değişen bir şey yok” dedi. Önümüzdeki süreçte de muhalefetin “kendi menfaatlerini önceleyen yaklaşım içinde olmayacağı” görüşüne yer verdi.

Yenilik Partisi

Meclis’te 1 sandalye ile temsil edilen Yenilik Partisi Başkanı Öztürk Yılmaz ise seçim yasası teklifini “İttifakların bir anlamı kalmıyor. Her koyun kendi bacağından asılacak” sözleriyle değerlendirdi.

Yılmaz, seçim yasası değişikliği nedeniyle erken seçim ihtimalini de zayıf gördüğünü söyledi.

2 partiden açıklama yok

Meclis’te 1 sandalye ile temsil edilen Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile 2 sandalye ile temsil edilen Zafer Partisi seçim yasasındaki değişiklik teklifine dair herhangi bir paylaşım ve açıklama yapmadı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Seçim Güvenliği Platformu: Yeni Seçim Yasasıyla Suistimaller Artacak

Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu, TBMM’ye sunulan Seçim Kanunu Teklifi ile ilgili yaptığı açıklamada “Zaten demokratik olmayan, eşit ve adil koşulları sağlamayan mevcut seçim sisteminde yapılacak bu değişiklikler var olan sorunları artıracaktır” dedi.

15 Mart’ta TBMM Başkanlığı’na sunulan “Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile halen yüzde 10 olan ülke seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesi, cumhurbaşkanının seçim yasaklarından “muaf tutulması” ve ittifak içindeki partilerin milletvekili dağılımı hesaplanmasındaki değişiklikler gibi düzenlemeleri içeriyor.

Teklife dair ayrıntıları inceleyen Seçim Güvenliği Platformu, Adil Seçim Platformu’nun 2018 yılı raporunda yer alan Adil Seçim Matrisi ile kıyaslama yaptı.

Buna göre, o dönem tespit edilen 20 eşitsizlik alanında bir iyileştirme olmadığı gibi teklifin eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği görüldü. Platform teklif ile demokratik bir seçimin gerçekleşmeyeceğini, eşit siyasi mücadelelerin imkansız hale geleceğini ve kamu kaynaklarının kullanımında suistimalin artacağını söyledi.

Bianet’te yer alan habere göre, açıklama şöyle:

“Aslında tümüyle kaldırılması gereken seçim barajının yüzde 7’ye düşürüleceği iddia edilmekte, ancak oy dağılımlarında ve milletvekilliği için oy hesaplamalarında tercih edilen sistem ile kimi illerde fiilen daha yüksek oranlı barajlar konulmuş olacak.

Düzenleme ile uygulamada birinci partiye yarayan sistem inşa edilerek ‘il barajları’ kurulmuş olacak, halkın iradesine ipotek konularak, verdiği oylar hesaplamalarla dağılıma dahil edilmeyecek. Böylece çok sayıda parti meclisten dışlanmış olacaktır.

Seçim listeleri

Seçmen listeleri oluşturulurken son bir yılın bilgilerinin esas alınması öngörülmektedir; dolayısıyla bu düzenlemeyle seçmenin seçim dönemi kayıtlı olması gereken sandığına gidememe durumu ortaya çıkacak ve böylece yurttaşların oy kullanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

Mevsimlik işçiler, öğrenciler, iki adreste kalanlar, evsizler, sığınma evinde kalanlar, tayinle yer değiştirenler, yıl içinde iş değişikliği nedeniyle adres değiştirenler başta olmak üzere hareket halindeki yurttaşların seçime katılmaları zorlaşmış olacaktır. Böylece seçimler yoksullara kapanacaktır.

Ayrıca geçen seçim dönemlerinde seçmen kütüklerinde ve adres sisteminde yaşanan suistimaller ve usulsüzlükler hatırlanırsa bugün, bu düzenleme yasalaşırsa ne gibi sonuçlar yaşanacağını öngörmek zor değildir.

Parti teşkilatları için getirilmek istenen yeni kurallarla siyasi partilerin seçime katılmaları zorlaştırılıyor. İl ve İlçe Seçim Kurulları başkanları en kıdemli hakimlerden seçilirken Teklif, kura sistemini önererek liyakati ortadan kaldırıyor.

2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı’nın yetkisini aşarak seçimi adil olmaktan çıkardığını veriler ortaya koyuyordu. Son teklif ile ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine Uyum’ gerekçesi ile kanunun yürütülmesi yetkisi Cumhurbaşkanı’na veriliyor.

Ek olarak kamu kaynaklarının kullanılmasına dair seçim yasaklarının Cumhurbaşkanı’nı kapsamaması adaletsizliği derinleştirecek önemli bir düzenlemedir. Geçen seçim dönemlerinde seçim yasakları çiğnenerek, sınırsızca ve fiilen kullanılan kamu kaynaklarına yasal kılıf oluşturuluyor.

“Kapalı kapıların arkasında tartışılmasın”

Platform, teklifin bugün Anayasa Komisyonu’nda ardından da TBMM Genel Kurulu’nda görüşüleceğini hatırlatarak “Burada yapılan tartışmaların kamuoyu tarafından bilinmesi, izlenmesi ve hatta müdahil olunmasının yasama sürecini demokratikleştirdiğini, yokluğunun da otoriterliği beslediği açıktır” dedi ve bütün partilerin kendi seçmenini bu sürece dahil etmesinin, ilgi göstermesini sağlamasının “yasama sürecini güçlendirmesi” açısından önemini vurguladı.

Platform; komisyon çalışması, rapor ve genel kurul aşaması süreçlerini izleyeceğini, bu konuda elde ettiği bilgi ve değerlendirmeleri kamuoyunun aktif katılımı için paylaşacağını duyurarak açıklamayı şu sözlerle sonlandırdı:

“Yurttaşların beklentisi, demokratik, şeffaf, güvenli ve adaletli bir seçim ortamının sağlanması, halkın iradesinin sandığa eksiksiz yansımasıdır. Bu beklentinin gerçeğe dönüşmesinin yolu da beklemekten değil sürece dahil olmaktan ve mücadeleden geçmektedir.

Tüm siyasi partilerin, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, STK’lar ve sivil inisiyatiflerin bu sürecin izleyicisi değil mücadele odağı olacaklarına inanıyoruz.”

Paylaşın

İYİ Parti Lideri Akşener’den Erdoğan’a ‘200 Liracık’ Tepkisi

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1915 Çanakkale Köprüsü’nün açılışı sırasında kullandığı ‘200 liracık’ ifadelerine sert tepki göstererek, “Çelişkiler insanı Bay Kriz eskiden ne diyordu hatırlıyor musunuz? ‘Bu köprüler, yollar, tüneller için devletin, yani milletin kesesinden beş kuruş çıkmıyor.’ Aynen böyle diyordu. Ama bu arkadaşımız daha nice konuda yaptığı gibi Çanakkale Köprüsü’nün açılışında yine kendi kendini yalanladı.” dedi.

Haber Merkezi / Akşener, konuya ilişkin açıklamasının devamında, “Köprünün geçiş ücretini, 200 ‘liracık’ olarak açıkladı. ‘Geçen, 200 ‘liracık’ verecek ama, üzerini de devlet olarak biz tamamlayacağız.’ dedi. Yani nihayet, gerçeği itiraf etti. Törene katılan vatandaşlarımız pahalı dese de zamanında emeklilerimize seyyanen zam yaparken, ‘iki yüüüüüüz’ lira diyerek büyüttüğü rakamı, köprü geçişinde 200 ‘liracık’ ilan etti. Vatandaşa verirken ‘liraaaaa’, vatandaştan alırken “liracık’… Asgari ücrete zam yaparken ‘liraaa’ Eeşe dosta yandaşa dağıtırken, 5’li çetenin vergi borcunu silerken ‘liracık’” ifadelerini kullandı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cuma hutbelerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün isminin anılmamasına tepki gösteren Akşener, “Buradan, Diyanet yetkililerine seslenmek istiyorum: Küffara karşı, serden geçen aziz ecdadımıza, herkesten önce, sizin vefa göstermeniz gerekmez mi? Ay yıldızlı bayrağımız, Türk yurdunun üzerinde, ilelebet dalgalanabilsin diye göğsünü siper eden istiklal kahramanlarına, bir Fatiha’yı çok görmek, ayıp değil mi? Gazi Mustafa Kemal’in adını anmamak, her şeyden önce, mukaddesatımıza aykırı değil mi? Yazıklar olsun.” dedi.

İYİ Parti Lideri Akşener, Fransa’da bir grup yatırımcıya Türkiye’ye yatırım yaparken sorun yaşamaları durumunda “bürokrasiyi alaşağı etme güvencesi” veren Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’yi sert sözlerle eleştirdi. “Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca böyle bir rezalet ve cıvıklık görmediğini” vurgulayan Akşener, “Neresinden bakarsanız bakın, içinde yaşadığımız bu ucube sistemin, ucubeliğinin bundan daha net bir ifadesi ve tarifi olamaz” ifadelerini kullandı.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Akşener’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde:

“Gazi Mustafa Kemal’in adı bizzat kendisinin kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aklına gelmiyor. Hatta hutbelerde adını anmamak için adeta özel çaba harcanıyor. Gazi Mustafa Kemal’in adını anmamak her şeyden önce mukaddesatımıza aykırı değil mi, yazıklar olsun.

18 Mart gününde 1915 Çanakkale Köprüsü’nün açılışı yapıldı. Ülkemizde taş üstüne taş koyan herkesten razı olsun. Ancak biz bu taşın nasıl konulduğuyla da elbette ilgileniriz. İYİ Parti olarak, sıklıkla bir şeyin altını çiziyoruz: Diyoruz ki; ‘Biz projeye değil, ranta karşıyız.’ Çünkü o rant, devletin hazinesinden çıkıyor. Milletimizin helal parası, haramzadelerin cebine indiriliyor.

Çalışanlarımız, emeklilerimiz, esnafımız, çiftçilerimiz, milyonlarca vatandaşımız, pahalılıkla, yoklukla, yoksullukla mücadele ederken; Bay Kriz, proje görünümlü tezgahlar üzerinden, milyonlarca doları, rantın 5 atlısına, bir çırpıda ödüyor. Pandemide, vatandaşına iki yılda layık gördüğü nakit desteğin, kat be kat fazlasını, o rant çetesinin, tek bir üyesinin cebine, aynı gün koyuveriyor. İşte bizim karşı olduğumuz şey, bu soygundur. Bizim karşı olduğumuz şey, millet hazinesine el uzatılmasıdır. Bizim karşı olduğumuz şey, bu adaletsizlik, bu haksızlıktır.

Çelişkiler insanı Bay Kriz eskiden ‘Milletin kesesinden 5 kuruş çıkmıyor’ diyordu. Ama bu arkadaşımız daha nice konuda yaptığı gibi köprü açılışında kendi kendini yalanladı. Köprünün geçiş ücretini 200 liracık olarak açıkladı. ‘Vatandaş 200 liracık verecek ama üzerini de devlet olarak biz tamamlayacağız’ dedi. Nihayet gerçeği kendi sesinden itiraf etti. Törene katılan vatandaşlarımız pahalı dese de, zamanında emeklilerimize zam yaparken “iki yüz’ diye büyüttüğü rakamı köprü geçişinde ‘200 liracık’ ilan etti.

Vatandaşa verirken ‘liraaaaa’, vatandaştan alırken ‘liracık’… Asgari ücrete zam yaparken ‘liraaa’, eşe dosta yandaşa dağıtırken, 5’li çetenin vergi borcunu silerken ‘liracık.’

“O sandık gelecek”

Biz bu filmi daha önce de izledik, Osmangazi Köprüsü’nün durumu ortada. Biz milletin sesi oldukça onlar tiyatro diyor. Yalan mıymış, gerçek miymiş çok yakında görecekler. O sandık gelecek ve bu arkadaşlar neyin gerçek olduğunu acı bir şekilde görecekler.

İki yıldır Türkiye’yi karış karış geziyoruz. Geçen hafta Şile ve Aydın’daydık. İktidarın büyüme masalları ikisini de teğet geçmiş. Pastaneci kardeşim şeker bulamıyoruz diyor, aynısını Aydın’da da söylediler. Eczacı kardeşim ilaçlar bulunmuyor diyor, veresiye defterleri kabarıyor diyor. 4 aydır kirasını ödeyememiş şarküteri sahibi kardeşim nasıl ayakta kalacağını soruyor. Bu sorular sana Sayın Erdoğan. Bu insanlar çare arıyor, çile çekiyor!

Aydın’da da işsizlik, yoksulluk, pahalılık almış başını gitmiş. Bir anne ‘çare çare’ diyerek feryat ediyor. Kimine 5 yerden maaş gidiyor, benim çocuğum da delik ayakkabıyla geziyor, çocuğuma harçlık veremiyorum’ diyor.”

Değerli çiftçi kardeşlerim; Tohum, temeldir. Tohum, nesildir. Tohum, gelecektir. Ak Parti iktidarı; Ne tohumun, ne toprağın, ne de sizlerin kıymetini bilmiyor. Memleketimizin bolluğuna, bereketine, sizlerin çabasına, emeğine, alın terine, nankörlük ediyor.

Ama biz; Türkiye’nin kalkınmasında, sizlerin, ne kadar önemli olduğunuzu biliyoruz. Çalışmaktan nasırlanan ellerinizin, hak ettiği değeri görmediğini biliyoruz. Ama biraz daha sabredin, çok az kaldı!”

Ata’mızın vizyonu doğrultusunda, mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşamanıza, inanın çok az kaldı!

İYİ Parti iktidarında; Atatürk Orman Çiftliği, Tarım Bilimleri Akademi’sinde, beraber çalışarak, hem yüksek katma değerli, hem de, yerli ve millî bir tarım üretimini, birlikte yapacağız. Yeniden, kendi kendine yetebilen bir Türkiye’yi birlikte inşa edeceğiz.

İşte bu yüzden biz; bastığımız toprağın da, kazandığımız değerlerin de, kurduğumuz devletin de, kıymetini çok iyi biliriz. Çünkü; biz bu topraklara, bu değerlere, ve bu devlete kavuşmak için; kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, kınalı kuzularıyla, Atamızın liderliğinde, hep birlikte mücadele verdik. Mücadelemizin ilk adımlarını da; Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nde başlattık. Bu cemiyetlerin adı, neden müdafaa-i hukuktu, biliyor musunuz? Çünkü; Cumhuriyetimizin kurucuları, kendi şahsi iktidarları için değil, Türk Milleti’nin egemenliğini diriltmek için çabaladılar.

Amaçları, öz yurtlarında işgalcilerin hukukunu değil, kendi yasalarını uygulamaktı. Bu yüzden, işgal güçlerine karşı, verilebilecek en mantıklı tepkiyi verip, önce bir meclis kurdular, sonra da, yasaları uygulayacak, bir siyasi iktidar inşa ettiler. En olağanüstü şartlarda bile, kanun devletinin sınırları dışına çıkmayıp, Ankara’da top sesleri duyulurken bile, istişare mekanizmalarını muhafaza ettiler.

Cumhuriyetin kurucu kadroları, hiçbir zaman ‘ben’ demedi, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ dedi. Mustafa Kemal, hiçbir zaman ‘ben’ demedi, ‘Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır’ dedi. İşte o nedenle, devleti meydana getiren kanunlara, kurallara, kurumlara, büyük mesai harcadılar. Atatürk’ümüzün tabiriyle; yeni Türk devleti, kişinin ya da kişilerin değil, milletin devleti olacaktı. Bu devlet, en büyük gücünü; milletin ve memleketin birliğinden, yani Cumhuriyetimizden alacaktı.

Aziz milletim; Cumhuriyetle birlikte oluşan, devlet kurumsallığımızı, değerli bilim insanı, Şerif Mardin Hocamız; ‘Kişi otoritesine dayalı onur anlayışından, yasa ve kurallara dayalı onur anlayışına geçiş’ olarak tanımlar. Peki bugün geldiğimiz noktada, Ak Parti iktidarı, sizce hangi onur anlayışına sahip?

Bu sorunun cevabını, daha geçtiğimiz hafta, ekonomideki uzmanlığından ziyade, sitkom repliklerini andıran, abuk sabuk demeçleriyle öne çıkan, Nebati Bakan’ın bizzat kendisi verdi. Bu arkadaşımız ne dedi? ‘Bir problem mi yaşadınız? Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz. Arkamızda Cumhurbaşkanımız var. Mevzuatı da değiştiririz.’

Üstelik bunu kime dedi? Yabancı yatırımcılara dedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, böyle bir rezalet görmedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, böyle bir cıvıklık görmedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, böyle laubali bir yönetim anlayışına hiç rast gelmedi.

Maalesef artık bugün, Türkiye’de, ne modern bir devletten, ne de eşit vatandaşlıktan bahsedemeyiz. Bunun çok acı bir örneğine, geçtiğimiz günlerde Adana’da şahit olduk. Biliyorsunuz Sayın Erdoğan, başörtülü bacıları konusunda çok hassastır. Her fırsatta, başörtülü kadınlarımızın hakkından hukukundan bahseder. Biz sanıyorduk ki; Sayın Erdoğan için bu ülkenin tüm dindar kadınları birer kız kardeştir. Meğerse işin aslı öyle değilmiş… Meğerse; başörtülü olmak, dindar olmak, Müslüman olmak, Sayın Erdoğan’ın bacısı olmak için, yeterli bir kriter değilmiş. İşte biz Adana’da, tüm çarpıcılığıyla aslında bu gerçeği gördük.

Adana’da yaşananlar, bize gösterdi ki; Sayın Erdoğan’ın bacısı olmak için, başörtülü olmaktan önce, kendisine tabi olmak gerekliymiş. Yani asıl mesele, dindar olmak değil, yandaş olmakmış. Başörtülü kadınlarımızın hukuku, Ak Parti’ye oy verdikleri sürece kutsalmış… Yani; ‘Oyunu basarsan baş tacısın, itiraz edersen copu yersin’miş… Hey gidi hey… Yunus ne güzel söylemiş: ‘Zulm ile abad olanın, ahiri berbad olur.’ Bu ülkenin dindar kadınlarının, omuzlarında iktidara gelip, o kadınları, coplatarak iktidardan çekip gitmek… Şu ironiye bakar mısınız? Geçekten ibretlik.

Şahsi hırslarına kapılanların, hem kendi milletine, hem de diğer milletlere yaşattığı acıları, dünyanın her yerinde görüyoruz. Mesela Rusya’ya bakalım. Rusya’nın, tüm uluslararası hukuk normlarını hiçe sayarak, Ukrayna’ya yönelik, acımasız ve kanlı işgal girişimine bakalım. Putin’in, Çar olma hayali uğruna, Rusya’yı sürüklediği bataklığa bakalım. Kiev’in, 48 saat içinde düşmesini bekleyenler, neredeyse bir ayını dolduracak bir savaşın içindeler. Ukraynalılar, çok zor koşullarda gösterdikleri mücadeleyle; tüm dünyaya, iki temel tarihsel gerçeği hatırlatıyor.

Birinci gerçek; saldırgan, maddi açıdan ne kadar güçlü olursa olsun, bağımsızlığa inanan ve bu uğurda mücadele eden bir milletin, kaybetmesi mümkün değildir. Ukraynalıların mücadelesi, Rusya’yı, her geçen gün, batağa saplamaya devam ediyor. Bugün Ukrayna’da yaşanan şey, işte budur.

İkinci gerçek ise; devleti kendiyle eş gören bir tiranlığın; Akıl ve uzmanlık gereken konularda, mutlaka işleri batıracağıdır. Çünkü tiranların, gerçeklik algıları bozuktur. Çünkü tiranlıklarda, kimsenin gerçekleri söylemeye cesareti yoktur. Tiranların da zaten, o gerçeklere ihtiyacı yoktur. Onların; yalaka danışmanlara, partizan bürokratlara ihtiyaçları vardır. Bu yüzden de, ne kendi milletlerine, ne de insanlığa, yarar sağladıkları görülmemiştir.

Keza Putin de, bu yolda emin adımlarla yürüyor. Uluslararası yaptırımlar, Rusya’yı bir anda, onlarca yıl geriye götürdü. Âdeta dünyadan yalıtılmış, bir açık hava hapishanesine çevirdi. Binlerce insan, hayatını, işini ve memleketini kaybetti. Ne için? Bir kişinin Çar olma hayali için… Bugün Rusya’da, devlet aklının yerini, Putin’in ve etrafındaki oligark çetesinin menfaatleri aldı. Ve bugün Rus devleti, Putin ve arkadaşlarının elinde, her zamankinden daha güçsüz hâlde.

Çünkü Rusya; bir despotun, kişisel paranoyasını, millî güvenlik; servetini koruma arzusunu da, ulusal çıkar olarak tanımladı. Günün sonunda, kaybeden de, Rus milleti ve Rus devleti oldu. Manzara size de bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

Elbette ki, göç politikasını da, bu kirli anlayıştan ayrı düşünemeyiz. Bugün ülkemizde, ciddi bir göç politikası sorunu var. Sakın ola, mevcut durumun, gelişi güzel, ve kontrolsüz bir şekilde, ortaya çıktığını düşünmeyin. Bugünkü tabloyu, bizzat Sayın Erdoğan istedi ve bizzat kendisi tasarladı. Her zaman olduğu gibi, yine, devletin, bütün kurumsal değerlerini ve hafızasını hiçe sayarak, bilerek ve isteyerek; Türkiye’nin göç politikasındaki felsefeyi, Türk Milleti dışındaki herkesi, memnun etmek üzerine kurdu.

“Doktorlarımız yurt dışına gitmeye zorlanıyor”

Bu politika, öncelikli olarak, ülkemizin kaynakları ile okuyan, başarılı ve nitelikli insanlarımızın, batı ülkelerine gönderilmesini hedefliyor. Milletimizin senelerdir, dişinden tırnağından arttırarak kurduğu, okullardan mezun olan, pırıl pırıl doktorlarımız, mühendislerimiz ve akademisyenlerimiz, bilinçli bir şekilde, yurt dışına gitmeye zorlanıyor. Bu muazzam insan kaynağından da, Batılı ülkeler ziyadesiyle faydalanıyor.

Yetişmesi için, tek kuruş ödemedikleri, doktorlarımızı, mühendislerimizi, yetişmiş gençlerimizi, kendi vatandaşlarının ve ekonomilerinin, hizmetine sunuyorlar. Diğer taraftan da; Nitelikli insan kaynağımız, ülkemizi terk ederken, olabildiğince vasıfsız bir iş gücü de, ülkemize akın ediyor, ve Bay Kriz’in kurduğu, kölelik sistemine dahil oluyor.

Ancak Ak Parti iktidarı, her konuda yaptığı gibi, bu konuyu da, asıl bağlamından çıkartıp; milli menfaatlerimiz gibi, rasyonel bir eksen yerine, sığınmacı nefreti ve sığınmacı sevgisi gibi, duygusal bir eksenden konuşturmak istiyor. Her zaman olduğu gibi, bu konuda da, kendi beceriksizliğini örtbas etmek için, yine bir kutuplaştırma alanı oluşturup, sonra da, işin içinden, elini yıkayıp çıkmak istiyor. Yani, yapay bir vicdan maskesiyle, beceriksizliğini örtmeye çalışıyor.

Hatta, bunu o kadar ileriye götürüyor ki; son derece haklı bir soruna, ve Hatay’ın geleceğine dair, önemli bir tehdide işaret eden, Büyükşehir Belediye başkanımız, Lütfü Savaş Bey hakkında, soruşturma açacak kadar da, kantarın topuzunu kaçırabiliyor.

Buradan iktidardakilere sesleniyorum: böyle konular, siyasi rant devşirilecek konular değildir. Kutuplaştırma siyaseti üzerinden, sığınmacı sorunundaki beceriksizliğini gizleyemezsiniz. Lütfü Başkan, görevinin getirdiği sorumlulukla, sizi işinizi yapmaya çağırdı. Bu kadar basit. Soruşturmalarla, baskıyla, iftirayla, Millet İttifakı olarak, gerçekleri söylememize engel olabileceğinizi sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz.

Biz, sığınmacılara vicdansızlık edilmesini istemiyoruz. Sığınmacılara karşı kullanılan, ayrıştırıcı ve düşmanca dilin karşısındayız. Düşmanca söylemler, ırkçı eylemler, sorun çözmekten acizlerin yöntemidir. Böyle yaklaşımlar, sorunun çözümünü değil, iktidarın vicdan perdesinin arkasına gizlenmesini kolaylaştır. Bir tarafta, ‘ensar’ diye diye, ülkeyi yol geçen hanına döndüren, Sayın Erdoğan var.

Diğer tarafta da; âdeta yabancı düşmanlığını körükleyen, bir orta çağ kafası var. Bu iki kirli zihniyet, Türkiye’nin önüne iki seçecek sunuyorlar. Ya vicdanlı olup, armut gibi bekleyeceksin. Ya da vicdansız olup, sığınmacılara söveceksin. Türkiye sığınmacı sorununu, işte bu iki sığ düşünce etrafında tartışsın istiyorlar. İYİ Parti olarak biz, vicdanın ardına sığınıp, sorunu çözümsüz bırakacak kadar basiretsiz değiliz.

Ancak sığınmacı düşmanlığı üzerinden, siyasi rant peşinde koşacak da değiliz. Biz, siyasi rant meraklılarınca Türkiye’ye dayatılan, bu sığ tartışma zeminini reddediyoruz. Burada asıl eleştirilmesi gereken; iktidarın göç politikası ve Türkiye’yi yarı sömürge hâline getirmeyi amaçladığı, çarpık stratejisidir.

Bu strateji rafa kalkmadan ve uygulanan göç politikası değiştirilmeden sonuç alamayız. Vicdan ile öfke arasına sıkıştırılmış bir tartışmanın, içine çekilmenin,manası da, milletimize herhangi bir faydası da yoktur.

Sayın Erdoğan! Her gün yoksullaştırdığın, mutsuzlaştırdığın, umutsuzlaştırdığın, aklın sıra, bir lokma ekmeğe muhtaç ederek, kendine kul edeceğini var saydığın, bu şerefli milletin tarihi; varlığına, birliğine, namusuna ve haysiyetine yapılmış, hakaretlere ve hareketlere karşı, edilen itirazların, verilen mücadelelerin, ve kazanılan zaferlerin tarihidir. Hiç kusura bakma, başaramayacaksın. Türkiye’yi içine soktuğun bu kurumsuzlaşma çukurundan, evelallah çekip çıkartacağız. Kurucu değerlerimizi hatırlayarak çıkartacağız. Atatürk’ün koyduğu vizyona, istiklal kahramanlarımızın o kutlu iradesine sarılarak çıkartacağız. Sen ve arkadaşların, istediğiniz kadar yıkmaya çalışın, biz milletimizle el ele, omuz omuza verip, Türkiye’yi düze çıkartacağız.

İYİ Parti iktidarında devlet; Bir kişinin değil, milletin idaresinde olacak. Toplumsal sözleşmemize, anayasamıza bağlı bir kurum olacak. Yani öyle kişiye göre, işine göre, anayasayı delmek, mümkün olmayacak. İYİ Parti iktidarında devlet; sahip olduğu güç ve yetkileri, tek bir elde toplamayacak. Kuvvetler ayrılığı, keskin ve net bir biçimde sağlanacak. Her fırsatta hor görülen, Milletin evi, Gazi Meclis’imiz, yeniden hak ettiği değerine kavuşacak.”

İYİ Parti iktidarında devlet; Anayasada belirlenen siyasi gücünün sınırlarını aşmayacak. Hukukun üstünlüğünden, asla taviz vermeyecek. Yani İstanbul Sözleşmesi gibi, uluslararası sözleşmelerden, bir gece ansızın çıkamayacak.

İYİ Parti iktidarında devlet; ekonomideki yetki ve sınırlarını aşamayacak.Yani kafasına göre, hazineyi rekor borçlara sokamayacak.

İYİ Parti iktidarında devlet; piyasa ekonomisinin işleyişine, ancak gerektiğinde, ve sınırlı olarak müdahil olacak. Yani Merkez Bankası’nı kukla gibi oynatamayacak.

İYİ Parti iktidarında devlet; yönetimi açık ve şeffaf bir şekilde yürütecek. Yani milletimiz, vergilerinin nereye gittiğini bilecek. Devlet ile millet arasına, ticari sırlar giremeyecek.

İYİ Parti iktidarında devlet; Sorumlu ve sosyal devlet bilinciyle hareket edecek. Yani sadece yardıma muhtaç vatandaşlarını korumayı değil, Vatandaşını yardıma muhtaç bırakmamayı da benimseyecek. Yoksulluğu yöneten değil, yoksullukla mücadele eden bir anlayış, yeniden hakim olacak. Üstelik, öyle uzak bir gelecekten de bahsetmiyorum.

Kimse merak etmesin, çok az kaldı. İYİ Parti şafağı, artık ufukta görünüyor. İktidarı şimdiden uyarıyorum; Vaziyet alın, biz geliyoruz! Sorun çıkartan değil, sorun çözen siyaset anlayışımızla geliyoruz! Ayırarak, kutuplaştırarak değil, Milletimizle el ele, kol kola, hep beraber geliyoruz! Siz tüm çirkinliklerinizle, tıpış tıpış giderken;

Biz; ruhumuzda Cumhuriyetimizin izleri, kalbimizde Ata’mızın sözleri, omzumuzda milletimizin dertleriyle, güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye için geliyoruz!”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan Ve Bahçeli’ye Sert Sözler

Partisini TBMM’deki grup toplantısında konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP Lideri Bahçeli’yi sert sözlerle eleştirerek, “İktidar ülkeye huzur getirmedi, zengin olan Türkiye’nin bütün kaynaklarını ağırlıklı olarak başta Londra’daki bir avuç tefeciye arından içerideki tefecilere tahsis etti” dedi.

Haber Merkezi / Yap-işlet-devret modeliyle yapılan projelerin maliyetleri üzerinden konuşan Kılıçdaroğlu, “Bu kadar büyük paralar sadece beşli çeteye bırakılacak para değil. Buradan nasiplenenler var. Size sözüm söz o nasiplenenlerin tamamını çıkaracağım ortaya. Paralarını Londra’ya götürdüler o oligarklar o paraların da tamamını getireceğim buraya. Beşli çetenin hamisi ve pazarlamacısının adı Recep Tayyip Erdoğan’dır, kimse kusura bakmasın” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, Alpaslan Kuytul’un kurucusu olduğu kapatılan Furkan Vakfı’nın destekçilerinin polis tarafından darp edilmesine tepki göstererek, “Furkan Vakfı’nı seversiniz sevmezsiniz, onlar da yürüyüş yapmak istiyor. Orantısız güç kullanıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez başörtülü kadınlar bu kadar ağır zulme maruz kaldı” dedi.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin tepki çeken, “Bir problem mi yaşadınız? Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun” ifadesi üzerinden de Bahçeli’ye seslenen CHP lideri Kılıçdaroğlu, “E yarın Nebati diyecek ki ‘Biz Bahçeli’yi de alaşağı edeceğiz’ diyecek. Ne diyeceksin peki sen?” diye sordu. Kılıçdaroğlu, “Devletin omurgası bürokrasidir değerli arkadaşlarım” ifadelerini kullandı.

Öte yandan CHP lideri konuşmasında dün görülen Boğaziçi Üniversitesi davasına da değindi. 14 öğrencinin yargılandığı davada öğrencilerin avukatının salondan çıkarılmak istenmesini, hâkimin salonu terk etmesini “garabet” olarak değerlendirdi; Boğaziçi Üniversitesi yönetimine ve iktidara şöyle seslendi:

“Tepeden inme hukuksuz bir şekilde üniversitedeki bütün demokratik atmosferi yok ediyorsanız ve öğretim üyeleri 21. yy.’da biz bu yönetimi istemiyoruz diye aylardır gösteriyorlarsa bütün yeni açtıkları fakülteleri, programları iktidara geldiğimizde tamamıyla kapatacağız. Boğaziçi Üniversitesi gerçek anlamda Boğaziçi Üniversitesi olacak. Haksız hukuksuz bir şekilde belli makamlara gelenlerin de görevlerine son vereceğiz kardeşim. Eski yerlerinize  tıpış tıpış gideceksiniz. Burası sıradan bir okul değil burası Türkiye’nin göz nuru Boğaziçi Üniversitesi diyeceğiz.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Meclis’teki grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle;

“”Bu kez hiçbir ayrım yapmadan CHP grubunda bulunan bütün vatandaşlarla birlikte televizyonları başında sosyal medyada bizi dinleyen bütün vatandaşlara sevgimizi saygımızı gönderiyoruz. Barışa, huzura, beraber yaşamaya ihtiyacımız var. Bu güzel coğrafyada kucaklaşmaya, yani Nevruz’un gereğini yapmaya ihtiyacımız var.

Beni sever sevmez CHP’ye oy verir vermez ama bütün vatandaşların bu ülkede huzur içinde yaşamaları için çaba göstermek benim boynumun borcudur. Beraber yapacağız kucaklaşacağız helalleşeceğin güzel bir Türkiye’yi birlikte inşa edeceğiz. Eğer orman yangınını söndürmeyi dahi beceremiyorsanız e sizin herhalde vicdanınızın sızlaması lazım.

Haksız hukuksuz bir şekilde avukatlar çıkarıldı öğrenciler çıkarıldı hakim terk etti tam bir garabet yalandı. Başarılı öğrencilerin yurt dışına gitmesi lazım. Yurt dışındaki bazı özel üniversitelerden bunlar kabul edilmişler onların yurt dışı yasakları da halen devam ediyor.

Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün yönetimine ve iktidara seslenmek isterim tepeden inme hukuksuz bir şekilde üniversitedeki bütün demokratik atmosferi yok ediyorsanız ve öğretim üyeleri 21. yy.’da biz bu yönetimi istemiyoruz diye aylardır gösteriyorlarsa bütün yeni açtıkları fakülteleri , programları iktidara geldiğimizde tamamıyla kapatacağız.

Boğaziçi Üniversitesi gerçek anlamda Boğaziçi Üniversitesi olacak. Haksız hukuksuz bir şekilde belli makamlara gelenlerin de görevlerine son vereceğiz kardeşim. Eski yerlerinize tıpış tıpış gideceksiniz. Burası sıradan bir okul değil burası Türkiye’nin göz nuru Boğaziçi Üniversitesi diyeceğiz.

Furkan Vakfı’nı seversiniz sevmezsiniz yürüyüş yapmak istiyorlar. Orantısız güç kullanıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez başörtülü kadınlar bu kadar ağır bir zulümle karşı karşıya kaldılar. Buradan onlara da söz veriyorum. İktidarımızda göreceksiniz herkesin düşüncesine, inancına, kimliğine, yaşam tarzına saygı göstereceğiz.

Geçen hafta çöküşten söz etmiştim. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların hiç de iyi olmadığını örnekler vererek açıklamaya çalışmıştım. Orada ‘Uyuşturucu baronları, bakın dedim küçük adamların hepsi hapislerden baronlardan kimse yok’ demiştim. Hemen İçişleri Bakanlığı açıklama yapmış. Bunu söylemek polislerin emeğini görmezlikten gelmektir diye bir açıklama yaptılar ve beni kınadılar. Ya benim dediğimi anlamıyor yukarıdaki zat.

Arkadaş benim söylediğim şu. Uyuşturucu baronlarını yakalayan kim? Polis. Savcılığa teslime den polis. Yargılayan kim, hakim. Hapse atan kim, hakim. Serbest bırakan kim, hakim. Peki sen niye alınıyorsun kardeşim? Polis üzerinden bizim üzerimize gelmek istiyor. Polis kardeşlerim beni de çok iyi bilirler Soylu’yu da çok iyi bilirler benim de karakterimi çok iyi bilirler, onun da karakterini bilirler. Benim uyuşturucu konusunda ne kadar hassas olduğunu bütün herkes bilir o zat da bilir. Polis üzerinden sözce bizi eleştirecekler.

Bir yönetmelikleri çıktı polis kardeşlerimizin son derece rahatsızlar. Sürekli bunlar yer değiştirecekler. İki seferdi şimdi 4’e çıkarıyorlar, aile düzenleri bozuluyor. Eşi özel sektörde çalışıyorsa kendi gidecek eşi ne olacak? Çoluk çocuğu var okula gidiyor, bu çocuğun hakkı hukuku yok mu? Güzel bir atasözü öndermişler polis kardeşlerim üç taşınma bir yangına bedeldir. Bunlar üç değil defalarca taşınacaklar. bir yangına değil yangınlara bedeldir. Polis kardeşlerime söz verdim bunları düzelteceğiz.

“Hep beraber ödüyoruz”

İktidar ülkeye huzur getirmedi, zengin olan Türkiye’nin bütün kaynaklarını ağırlıklı olarak başta Londra’daki bir avuç tefeciye arından içerideki tefecilere tahsis etti. O kadar büyük faiz ödüyoruz ki defalarca söyledim. Sonra dayanamadı biz faizi indireceğiz dedi. Faizi indirdi ama öbür taraftan vatandaşın sırtına daha ağır faiz bindirdi. Hiçbir banka faiz indirmedi. Buyurun gidin herhangi bir bankaya bir kredi çek bakalım sana faiz kaç uygulayacaklar. Yüzde 14 ise çok güzel. Kim ödüyor faizi? Hep beraber ödüyoruz.

Bu kadar bürokrasi emniyet de dahil olmak üzere bu kadar bürokrasi eleştirilirken, alaşağı edeceğiz diyorlar. E yarın Nebati diyecek ki ‘Biz Bahçeli’yi de alaşağı edeceğiz’ diyecek. Ne diyeceksin peki sen? Devletin omurgası bürokrasidir değerli arkadaşlarım. Dünyada bürokrasi olmayan bir devlet olur mu. Hiç bakmayın istediğimizi yaparız diyor. Akıl alacak şey değil. Yabancı ona rağmen niye gelmiyor? Yalvarıyor yakarıyor. Ona rağmen gelmiyor. Çünkü sizin ülkenizde can mal güvenliği yok kardeşim. Sizin istediğiniz gibi mevzuatı değiştiririz diyorsan yarın ir başkası gelir sen hiç meraklanma ben o mevzuatı da değiştiririm dersin. Önce istikrar olması lazım.

Yıllar yılı bu millete yalan söyleyip oy devşirip yıllar geçtikten sonra benim söylediği noktaya gelip evet biz bunu devletin kasasından ödeyeceğiz deyip itiraf eden adamın o koltukta bir saniye dahi oturmaması lazım. Vallahi benim kafam bu işlere basmaz biz böyle alicengiz oyunlarını nereden bilelim. Şeytana pabucunu ters giydiriyorlar!

“TC devletinde 84 milyon bir avuç kişinin sömürü alanı haline getirilemez”

AKP veya MHP’ye oy vermiş kardeşlerim ellerini vicdanların a koyup beni dinlesinler. Şehir hastaneleri güzel. Kaça mal ettiniz, yükümlülükler nedir bilmiyoruz. Yapım maliyeti 10 milyar 200 milyon lira. Taahhüt edilen para 82 milyar 500 milyon lira. 10 milyara yapıyor 80 milyar ödeyeceğiz. Altına da imza atmışlar yetkili olarak da Londra mahkemeleri diyorlar iktidar değişirse bize dokunmasın kimse. Bir de gidip sigorta yapmışlar Onların tamamını alacağız. TC devletinde 84 milyon bir avuç kişinin sömürü alanı haline getirilemez.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü, yağım maliyeti 3 milyar 300 milyon lira Hazine garantisi 9 milyar lira! Erdoğan’ın baştan dediği neydi? Devletin kesesinden bir kuruş çıkmayacak. Şimdi 9 milyar lira çıkacak! Bunlar sıradan rakamlar değil. Ve bunlar sadece beşli çeteye bırakılacak kadar da küçük rakamlar değil. Eğer önümüzdeki seçimlerde hâlâ ben gidip de AK Parti’ye MHP’ye oy vereceğiz diyorsanız bu soygunun tarafı olursunuz hiç kusura bakmayın.

Bakın dedim ya bu kadar büyük para sadece beşli çeteye bırakılacak para değil. Buradan nasiplenenler var. Size sözüm söz o nasiplenenlerin tamamını çıkaracağım ortaya. Paralarını Londra’ya götürdüler o oligarklar o paraların da tamamını getireceğim buraya. Beşli çetenin hamisi ve pazarlamacısının adı Recep Tayyip Erdoğan’dır, kimse kusura bakmasın. Keşke mahkemeye verse götürüp de kendi imzaladığı yazılarla onaylarla her birisini hakimin önüne koyacağım. Nasıl ihalesiz verdiklerini hepsini koyacağım.

“Sen barajı geçemeyince nereye yüzeceksin?”

Erdoğan, ‘Suriyelileri göndermeyeceğim’ diyor, bu ne demek, ben onlara vatandaşlık vereceğim, benim için oy kullanacaklar demek. Devleti tek başına yöneten bir kişi kendi halkının iradesine değil de Suriyelilerin iradesine güvenip koltuğunu koruyorsa bilin ki artık onun bu memlekete vereceği hiçbir şey yoktur. Bahçeli bugünkü grup toplantısında, ‘Eğer köprüden geçmem diyorsanız buyurun denize atlayıp yüze yüze karşıdan karşıya gidip gelebilirsiniz’ demiş. Tek bir sorum olacak sen barajı geçemeyince nereye yüzeceksin?”

Paylaşın

Müzik Yasağı Meclis Gündeminde: Kovid Bahane

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Özcan Purçu, TBMM Genel Kurulu’na, Kovid 19 tedbirleri kapsamındaki maske, HES Kodu gibi bir çok konudaki kısıtlamaların kaldırılmasına rağmen, gece 12’den sonra müzik yasağının devam etmesinin yol açtığı sorunlara ilişkin araştırma önergesi sundu.

Bianet’te yer alan habere göre; Meclis’te temsil ettiği grup olan Romanların yoğunlukta olduğu müzisyenlik meslek grubunun sorunlarına ilişkin yasama çalışmalarıyla öne çıkan CHP’li Purçu, şöyle dedi:

“Kovid-19 pandemi sürecinde birçok iş kolu olumsuz etkilenirken, belki de ilk sırayı eğlence dünyası aldı. Ne zaman sona ereceği belli olmayan kısıtlamalar sonucu müzisyenler enstrümanlarını satmak, eğlence mekanları işyerlerine kilit vurmak zorunda kaldı. Hatta bu zorlu süreçte müzisyen intiharları gündeme geldi. Buna rağmen halen bir adım atılmıyor!

Yasağın devam etmesi, pandeminin olumsuz etkilerini en çok hisseden eğlence sektörü emekçilerini zor durumda bırakmaya devam etmektedir” diyen Purçu, şöyle devam etti:

Müzisyenlerin birçoğu, geçimlerini gündelik kazançla sağlamakta, kayıtsız bir şekilde, güvencesiz koşullarda çalışmaktadırlar. Son yıllarda pandemi gerekçesiyle artan yasaklar, geçim kaynaklarını kaybetmelerine, dolayısıyla yoksullaşmalarına neden olmaktadır. Giderlerini karşılayamadığı için zarar eden birçok işyeri sahibi de zor durumdadır.”

2020 Mayıs ayında Türkiye’de yayımlanan genelge ile uygulanmaya başlayan gece 12.00’dan sonra müzik yasağına ilişkin olarak da konuşan Purçu şöyle dedi:

“Artık anlamını yitirmekle birlikte, sektörler arasında eşitsizlik yaratmıştır. Ayrıca, pandemi tedbirleri kapsamında alınan yasaklama kararlarının, yaşam tarzına müdahale sınırını aşmamasına özen gösterilmelidir. Bu nedenle, söz konusu müzik yasağının kaldırılması konusunda gerekli düzenlemelerin yapılması şart olmuştur.”

Paylaşın

CHP’den Asgari Ücret Teklifi: 6 Ayda Bir Belirlensin

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, İş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinde, yılda bir kez belirlenen asgari ücret tutarının, 6 aylık periyotlarla belirlenmesini önerdi.

CHP’li Gürer, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizin etkilerinin her geçen gün artarak devam ettiğini ve krizin etkisinin azaltılmasına yönelik yapılan ekonomik hamlelerin ise bir yarar sağlamadığını, yaşanan çözümsüzlük halinin krizi daha derinleştirdiği belirtti.

Ekonomik krizin paraya değer kaybettirdiğini ve enflasyon rakamlarının süreç içinde artış eğilimi göstermesine neden olduğunu anlatan Gürer, “Düşük ve sürdürülebilir bir enflasyon düzeyine ulaşmak ve ekonomik birimlerin geleceğe yönelik daha sağlıklı karar almasını sağlamak tüm ülkelerin başlıca hedefleri arasında yer almakla beraber bu konuda çeşitli politikalar geliştirilerek uygulamaya konulmaktadır” ifadelerini kullandı.

TÜİK’e göre yüzde 54, ENAG’a göre yüzde 123

TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına göre Tüketici Fiyat Endeksinin (TÜFE) Şubat’ta bir önceki aya göre yüzde 4,81 arttığını, yıllık artışın ise yüzde 54,44 olarak kaydedildiğini ifade eden Gürer, “Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) de yıllık yüzde 105,1, aylık ise yüzde 7,22 arttı. Ancak halk tarafından kriz daha derinden hissedilirken çarşı, pazar ve marketlerde temel gıda ürünlerine dahi her gün zam gelmesi ve halkın alım gücünün açıklanan enflasyon rakamlarından daha yüksek hissedilmesi TÜİK’in rakamlarına olan güvenin de her geçen gün azalmasına neden olmuştur. Bu konuda ENAG tarafından açıklanan verilerde ise Tüketici Fiyat Endeksi Şubat’ta bir önceki aya göre yüzde 5,44 artarken yıllık artış ise yüzde 123,80 olarak ölçüldü” değerlendirmesinde bulundu.

Asgari ücretlinin aldığı zam ilk aydan itibaren eriyor

Ekonomik krizlerin her kesimi olumsuz yönde etkilediğini ancak asgari ücretle geçinmek zorunda kalanların daha çok etkilendiğini belirten Gürer, “2022 yılı asgari ücret rakamlarının belirlenmesinin üstünden geçen süreçte artan enflasyon ve neticesinde gelen hayat pahalılığı asgari ücretle çalışan işçinin aldığı zammı kısa bir sürede erimesine neden oldu. Her ay enflasyon rakamlarından yaşanan artış neticesinde geçim sıkıntısı çeken asgari ücretle çalışan kesimin maaşlarının enflasyona ezdirilmemesi için asgari ücretin altı aylık periyotlar halinde belirlenmesi, asgari ücretle hayatını idame ettirme çabasında olan vatandaşların enflasyona karşı dirençlerinin artırılması noktasında son derece önem taşımaktadır” dedi.

Gürer, enflasyon rakamlarının artışının engellenememesi sonucunda, asgari ücret tutarının her geçen gün değer kaybetmesinin önüne geçilmesi amacıyla asgari ücret miktarının altı aylık periyotlar halinde belirlenmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Paylaşın