TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, iktidarın ekonomi politikalarına sert eleştirilerde bulunarak, “Kaşıkla verip kepçeyle alan bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi. Baş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurduğu KDV ilişkin olarak da, “Bu işler KDV indirimiyle olmaz, Saray’dakini indireceksin!” ifadelerini kullandı.
Erkan Baş, torba kanunla “beşli çete”ye itibar kazandırılmak istendiğini söylerken “Sokakta kime sorsanız ‘Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var’ diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor” dedi.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) yaptığı basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Baş’ın açıklamaları şöyle:
“Saray Türkiyesi’nde yıkım devam ediyor. Her gün sayısız örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Güncel bir haber ile başlayalım, bir yalan nasıl günler içinde yerle bir oluyor görelim; AKP teşkilatları 18 Mart günü Erdoğan önderliğinde bir propaganda yaptılar ve Çanakkale Köprüsü’nün açılışını öve öve bitiremediler. Bir noktaya işaret edeceğiz, konunun muhatabı Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu… Bir açıklama yapıyor ve diyor ki “Çanakkale Köprüsü’nden o kadar araç geçecek mi diyorlar. Zamanı gelince geçecektir. Dün 6 bin araç geçti.” Bakanın bu açıklamasında söylemediği bir şeyi söyleyelim: Bu köprü için günlük 45 bin araç geçiş garantisi var. Bakanın söylediğinden hareketle, o gün 39 bin araç o köprüden geçmese de parası bu şirketlere ödendi. Yurttaşların vergilerinden oluşan Hazine’den ödendi. Bu şirketlere bir günde aktarılan para 11 milyon liranın üzerinde.
‘Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek’
Ortada beceriksizlik yok, hesap hatası yok, bilerek işlenmiş bir suç var. Patronlara servet aktarımına ilişkin AKP’nin bilinçli bir tercihi var. Bu köprü yapılmadan bir fizilibilite çalışması yapılıyor. Araçlar karşıya feribotla geçiyor ve yılda ortalama araç geçiş sayısı 3-3 buçuk milyon civarında belirlenmiş. Günlük 9-10 bin araca tekabül ediyor. Bunu bütün yetkililer biliyor ama buna rağmen 45 bin araç geçiş garantisi veriliyor. Üstelik araç başı 15 euro + KDV anlaşmasıyla… Yani günde 35 bin araç geçmeyecek ve biz bunun parasını ödemeye devam edeceğiz. Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek.
Biz halkın ihtiyaçlarının karşılanması çağrısı yaptığımızda “Kaynak mı var kardeşim, memleketin durumu ortada” diyorlar. Al sana kaynak! Bu geçiş garantili ödemeleri iptal edin, bu garanti ödemeleri iptal edin; memleketin mevcut sorunlarının yarısı zaten çözülür. Mesele sizin tercihlerinizle ilgili. Siz, yoksul halkın hayatını nasıl kolaylaştırırım değil, yoksul halkın boğazındaki son lokmayı nasıl parababalarına peşkeş çekerim diye hesap yaptığınız için memlekette kaynak sıkıntısı oluşuyor.
Kur korumalı mevduat diye bir şey çıkardılar, geride kalan 3 ayda 15 milyar lira zenginlerin kasasına aktı. Faiz neredeyse yüzde 90’lara geldi, yoksuldan aldıkları parayı zengine dağıtmaya devam ediyorlar. Sonra hep aynı terane “kaynak yok”… Bu ülke oldukça zengin, bu ülkede istenirse her şey için kaynak bulunabilir. Ama siz bu kaynakları okul açmaya, yurt açmaya, asgari ücrete zam yapmaya değil de 3-5 tane yandaş şirketi zengin etmeye ayırdığınız için olmuyor.
Tekrar bütün yurttaşlara çağrı yapıyorum; sadece bir köprüde her gün 10 milyon liranız çöpe gidiyor, haftalık 70 milyonla neler yapılır bir düşünün. Bir nasıl yaşadığınızı düşünün, bir de her gün 10 milyon lira alınıp sizin cebinizden şirketlere verildiğini… Haftada 70, ayda 300 milyon lira; bu parayla neler yapılır bir düşünün.
Tabii bunlar olurken iktidar cephesinde ne oluyor? Mesela bir tane belediye başkanı bir halk ekmek kuyruğunun fotoğrafını paylaşıyor, diyor ki “Sancaktepe’de tiyatro kuyruğu…” Referansı sarayda, saraydaki de hurmalı manda yoğurdu tarifi veriyor. İnsanlar açlık sınırının altındaki asgari ücretle yaşamaya çalışıyor, ekmek bulmak için didiniyor; öbür tarafta manda yoğurdu, üstelik hurmalı olacakmış…
Aynı konuşmada çok önemli bir nokta var; asgari ücret tartışmasıyla ilgili bir atıfta bulunuluyor, Erdoğan diyor ki “Veren el, alan elden hayırlıdır”, bu sadakaya ilişkin bir hükümdür. Yani diyor ki “Asgari ücretli sadaka istiyor, ben de vereceğim!” Bundan daha büyük bir utanç olabilir mi? Yani insanların alın terini, emeğinin karşılığını istemesini sadaka beklentisi olarak değerlendiren bir cumhurbaşkanı var.
Asgari ücret bugün açlık sınırının altında. Bu ülkenin yüzde 50’si bu iktidarın ekonomi bilmez politikaları yüzünden asgari ücretle çalışır hale geldi. Ve şimdi bu insanları açlık sınırının 675 lira altında asgari ücrete mahkum etmişsin, bu insanlar hakkını talep ediyor ve sen bu insanlara “Tamam sadakanızı vereceğim” diyorsun. Yoksulluk sınırı 16 bin lirayı aştı. Evine 16 bin lira giren kaç vatandaş var ülkede?
Emek Büromuzun yaptığı bir çalışmayı aktarayım; eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli için enflasyon karşısında alım gücü yüzde 7’ye yakın bir kayıp yaşadı. Zamma rağmen tüm asgari ücretliler yüzde 7’ye yakın bir alım gücü kaybı içerisinde… Makarnada yüzde 30’lara, yumurtada yüzde 28’e, margarinde yüzde 66’ya çıkmış alım gücü kaybımız. Kaşıkla verip, kepçeyle alan bir iktidar var.
Adıyaman’da, Sağlık Bakanlığı 19 kişilik temizlik işçisi kadrosu açmış. 2 bin 107’si üniversite mezunu, 17 bin 86 kişi başvurmuş. İnsanların içinde bulunduğu çaresizliğe bakın!
‘Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir’
Memleketin hali buyken yine bir torba kanun geldi, komisyonda görüşülmeye başlanacak; “şirketlerin itibarını kırmak, şöhretlerine zarar verecek haberler yapmak 3 yıla kadar hapis ve para cezasıyla karşılık bulacak…” Meclis duvarına koskoca yazmışlar, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye. Sizin millet gibi, halk gibi, yoksulluk gibi hiçbir derdiniz yok; şirketlerin itibarı peşinde beyzadeler! Yazın o zaman oraya; “Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir”, “Egemenlik kayıtsız şartsız parası olanlarındır…”
Neymiş? “Beşli çete” denilmesinden çok rahatsız oluyorlarmış. Çok merak ediyorum acaba kim rahatsız oluyor? Acaba adının geri planda kalmasından kaygıya kapılan biri mi var? “Gerçek çete lideri benim ama beni almıyorlar, hep beşli çete diyorlar” diyen birisi mi var? Bunu merak ediyorum. Bu işi yargı sopasıyla çözmeye kalktıkları ve bizi şaşırtmaya devam ettikleri için iktidarı takdir ediyoruz! Sokakta kime sorsanız “Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var” diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor.
Başkasına söylemeye utanıyorsanız, geçin aynanın karşısına sorun kendinize; “Biz bu şirketlere kamu ihaleleriyle 100 milyarı aktardık mı, aktarmadık mı?”, “Ya ben şu Mecliste kaç defa bu şirketlerin vergi borçlarını sildim?” Bu halkı soyup soğana çeviren birileri var. Bunlara ne diyeceğiz? En kibar haliyle “çete” denir! Halkımız çok kibar olduğu için bunlara çete diyor. İstediğiniz kanunu çıkartın, hiçbir insana itibar kazandıramazsınız. Bunlar itibarsızlar. Bunlar halkın gözünde gerçek karşılıklarını çoktan bulmuşlar.
Dün yine müjdeler! açıklandı. Bazı temel ihtiyaç maddelerinde KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e indirmişler. Aman ne büyük lütuf! 3 liralık mal 10 liraya çıkmış ama ufak tefek vergi indirimleriyle durumu kurtarmaya çalışıyorlar.
Bebek bezinden yüzde 8 vergi alıp, yandaşlara vermeye utanmıyor musunuz? Beş yerden maaş alan “beşlik çetesi” saraylarından saltanatlarından ödün vermeden, KDV’de indirim yaparak bu halkın yüreğinden çıkan çığlığı susturacaklarını sananlar yanılıyor. Bu işler KDV indirimiyle olmaz, saraydakini indireceksin!
Türkiye’nin kurtuluşu nedir? KDV indirimi falan yetmez, saraydaki inecek, bu hükümet düşecek, bu iktidar gidecek. Onlar o koltuklarından inecekler, halka hesap verecekler bundan sonra memleketin düzlüğünü tartışacağız.
Değerli arkadaşlar bu hafta Meclis gündeminde, geçen hafta komisyonda tartışmayla ama iktidarın dayatmasıyla bir günde geçirilen seçim kanunu teklifi görüşülecek. Bu konuda daha önce görüşlerimizi ifade etti, komisyon çalışmalarında partimizin görüşlerini paylaştık. Genel Kurulda da muhalefetimizi sürdürmeye devam edeceğiz ama halkımızla paylaşmak isteriz ki hani şu atı alan Üsküdar’ı geçti dedikleri bir anayasa değişikliği olmuştu ya memlekette.
Şimdi o atı çalıp halkımızın deyimiyle söylüyorum atı çalıp Üsküdar’ı geçtikten sonra bunlar, kurdukları sistem her tarafından patladı. Çöktü o sistem işlemiyor yürümüyor. Halk buna uyandı şimdi iktidar panikte. O yüzden halkın uyanışını da görüyor, diyor ki ben bu önümüzdeki seçimde Allah muhafaza çalamam o zaman ne yapayım hazır elimde Meclis çoğunluğu var gasp edeyim. Atı çalamayacağını gördü vatandaş, önlemleri aldı burada çoğunluk gücüne dayanarak atı gasp etmeye ve öyle binip geçmeye çalışıyor.
Biz bu gaspı engellemek için elimizden geleni yapacağız. Ha diyelim ki sizin burada 301 tane el kaldırma makineniz var, el kaldırdınız indirdiniz bu kanun geçti ama ne olursa olsun yurttaşlarımızın gönlü ferah olsun. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bu AKP-MHP iktidarı ne yaparsa yapsın istediği sonucu alamamasını sağlayacağız.
‘Her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız’
Ama bilelim her ne yapmaya çalıştıklarını bilelim nasıl bir arayış içerisinde olduklarını bilelim ve gördüğümüz her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız. Mesela diyorlar ki baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Yine müjde! Baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Şimdi bir kere zaten ittifak sistemiyle beraber baraj fiilen bitti. Çünkü ittifakın tamamı ittifakın içindeki partiler birlikte barajı geçtiklerinde zaten baraj geçilmiş sayılıyordu. Geçen seçimde baraj sadece HDP’ye uygulanabildi. HDP de onu rahatça aştığı için zaten aslında olmayan bir barajı lağvettiklerini söylemek lazım. İkincisi yıllardır söyledikleri yalan gün gibi ortada.
Baraj niye vardı? Diyordu ki temsilde adalet olmalı, her vatandaşın verdiği oy mecliste temsil edilebilmeli ama bir de istikrar olmalı, çok parçalı mecliste hükümet oluşamıyor istikrarsızlık oluyor. O yüzden bir baraj koyalım kolay hükümet oluşturalım. Peki değerli arkadaşlar bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem istikrar için gelmedi mi zaten? Eğer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde istikrar diye bir sorun yoksa baraja ne gerek var? Mesela normalde yapılması gereken ne? Biz öyle bir sistem kurduk ki hiç istikrar sorunu olmayacak onun için barajı da kaldırıyoruz sıfır baraj. Olması gereken bu.
Ama belli ki kurdukları sistemin istikrar sağlamadığı açıkça ortaya çıkmış durumda. Kendileri ne yapacaklarını bilmiyorlar o yüzden mecburen baraj sistemini devam ettirmekte ısrar ediyorlar. İttifak içi ilişkiler ile oynuyorlar. Bu başlı başına yeten bir rezalet. Ya arkadaş sen 2018’deki değişiklikle bu ittifakı getirdin daha yaptığın bir önceki kanunun mürekkebi kurumadı ya. Bir tane seçimde uygulandı.
Yani böyle bir şey olabilir mi? Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun. Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun, her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun ve işin özü şudur değerli arkadaşlar. Her seçimde yeniden kural değiştirmek ya da bir seçime giderken kural değiştirmek sadece bu bile şu soruyu sormamıza yeter. Neden değiştiriyorsun? Neden? Madem sen güçlüsün büyüksün. Halk hala seni destekliyor niye kural değiştirmeye tenezzül ediyorsun. Çünkü onlar da farkındalar ki halkın gönlündeki yerlerini çoktan kaybettiler.
Bunları bir kenara bırakalım arkadaşlar. Bize göre asıl büyük skandal asla hiçbir hukuk normuna sığmayacak, Anayasa’ya tümüyle aykırı ve eğer memlekette hukukun zerresi kaldıysa Anayasa Mahkemesi tarafından tek başına bozma gerekçesi yapılacak husus seçim kurullarındaki değişikliktir. Bunu bütün yurttaşlarımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bakın değerli arkadaşlar 60-70 yıldır seçim kanunun değişmeyen bir hükmünü değiştirmek istiyor. Yani bu ülkede seçimler yapıldığı süre boyunca bir tane kural vardı.
İlçede ya da ilde seçim kurulu başkanı en yetkili en kıdemli hakimdir. En kıdemli hakim doğal olarak o ildeki o ilçedeki seçim kurulunun da başkanı olurdu. Hiç değişmeyen bu kuralı değiştirmek istiyorlar bir. İki daha büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Seçim kurullarımız iki yılda bir oluşuyordu ve şu anda Türkiye’de 1900’ün üzerinde il ve ilçede seçim kurulları 2022 ocak başında kuruldu 2024 ocağına kadar görevde. Bu kanun değişikliğiyle beraber şu anda var olan seçim kurullarını lağvediyorlar. Halkımızın dikkatine sunuyorum. Yani bir açıdan seçimle sınırlı mahkemeler görevden alınıyor yerine kendilerinin torbadan seçeceği yeni kurullar başkanlar atanacak.
Üstelik yine anayasanın açık hükmünde seçim kanununda yapılan değişiklikler bir yıl sonra yürürlüğe girer demesine rağmen burada üç ay sonraya bir yürürlük maddesi ekliyorlar kanuna ve üç ay içerisinde bu değişikliği yapacaklar. Bakın 2022 Ocak ayında başlayan seçim kurulları 2024 Ocak ayına kadar görevli ne demek? Önümüzdeki seçimler onların iddia ettiği gibi son gün bile yapılsa yani 2023’ün Haziran’ında bile yapılsa bu seçim kurullarının yetkili sorumlu olması demek. Bu şuna benziyor değerli yurttaşlar. Bir müsabaka var. Bir maça çıkacağız. Maçın hakemleri belirlenmiş maça günler var. Diyorlar ki ben bu hakemi beğenmedim bunu değiştiriyorum bunun yerine torbadan hakem seçelim. Soru açık neden buna ihtiyaç duyuyorlar? Bütün yurttaşlarımızın bunu düşünmesini öneriyorum.
Şimdi bir tane daha numara. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtik. Dolayısıyla kanunlarda, bütün kanunlarda uyum düzenlemeleri yapıldı. Nedir uyum düzenlemesi? Eski sistemde başbakan vardı, kanunda başbakanın adının geçtiği yerler başbakanlığı ifade eden maddelerdeki başbakan kelimesi kaldırılıyor yerine cumhurbaşkanı ekleniyor. Tüm kanunlarda böyle. Şimdi seçim kanununda da seçim yasaklarını düzenleyen bir madde var.
Diyor ki başbakan ve bakanlar seçim takvimi içerisinde devletin onlara sunduğu olanakları kullanamazlar. Araçları kullanamaz devletin imkanıyla propaganda yapamazlar devletin kamu görevlilerini yanlarında propaganda çalışmaları sırasında kullanamazlar gibi maddeler. Şimdi burada başbakanı kaldırıyorlar ama yerine cumhurbaşkanını yazmaya cesaret edemiyorlar. Bu konuda da hiç bakın bütün komisyon tartışmaları boyunca her şeyi savunmaya çalıştılar ya da savunuyormuş gibi yaptılar. Bunu savunuyormuş gibi de yapamadılar. Savunmaya çalışamadılar.
Dolayısıyla Genel Kurul aşamasında bir düzenleme olabilme ihtimalini görüyoruz ama buna rağmen, hani buraya cumhurbaşkanı yazılsa da İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanı’nın partili olduğu, üstelik Süleyman Soylu gibi yerel seçimlerde aktif bir biçimde seçim faaliyetlerinde kolluk kuvvetini devletin istihbarat olanaklarını sözde muhalefete karşı kullanan insanların olduğu yerde deyim yerindeyse devletle halkın seçimde karşı karşıya geldiği bir tablo yaşayacağız ama tekrar ediyorum; ne yaparlarsa yapsınlar halkın yüreğindeki yerlerini kaybeden bu iktidarın ayakta kalma şansı yok.
Kaybettiklerini gördükçe tabanlarını konsolide etmek için laiklik karşıtı taarruzlarını sürdürüyorlar. Bakın geçen hafta Bursa’da Mithatpaşa Ortaokulunda haremlik selamlık uygulaması oldu. Hatta biz de milletvekilimiz Barış Atay aracılığıyla bir soru önergesiyle meseleyi gündeme getirmeye çalıştık. Hatırlayacaksınız okul müdürüne sözde bir soruşturma açılmıştı görevinden uzaklaştırılmıştı. Şimdi jet hızıyla geri geldi. Bunu bir yere kaydedelim. Yani okulda harem-selamlık uygulaması yapan müdür şu anda göreve getirildi.
İkincisi başka bir hukuk tanımazlıklarını İstanbul Beşiktaş’ta İsmail Tarman Ortaokulu var. İmam hatipe dönüştürülmek isteniyor. Beş buçuk yıldır mahalleli ve veliler mücadele ediyorlar yargı kararları var. Çünkü mahallede ihtiyaç fazlası imam hatip okulları var ama imam hatip tercih etmeyen insanların çocukları gönderebilecekleri bir okul var. Mahkeme kararını tanımayıp imam hatipe dönüştürüyorlar. 69 aydır her pazartesi veliler orada laik ve bilimsel eğitim için mücadele ediyorlar. Buradan hem o mücadeleyi destekliyoruz, yanlarında olduğumuzu ifade ediyoruz.
Memleketin her tarafından bu dindar ve kindar nesil yetiştirme projesinin bir parçası olarak çocuklarımızı bu cemaat yurtlarına cemaat okullarına imam hatiplere mahkum eden bu uygulamalar devam ediyor. Bir rakam paylaşacağım arkadaşlar. Bakın burası Ankara. Burası laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 120 anaokulu var ama 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren 153 merkez var. Yani Ankara’da 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren yerlerin sayısı Milli Eğitim Bakanlığına bağlı anaokullarının sayısını geçmiş durumda. Daha bu memleketten laiklik için ne söyleyebiliriz gerçekten bilmiyorum.
‘16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz’
Bu vesileyle çocuklarımız demişken özellikle Kürt çocuklarına dair yaşadığımız bir acıyı paylaşmamız gerekiyor. Gerçekten sessiz sedasız hiç basında kamuoyunda yer etmeden hayatların nasıl karardığına ilişkin yeni bir örnekle maalesef karşı karşıyayız.
Hani gözleri böyle hafızalarımıza mıh gibi çakılı Ceylan Önkol kardeşimiz gibi, 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan Uğur Kaymaz gibi bu sefer de Urfa’da 16 yaşında bir çocuk, Muharrem Aksan’ın cansız bedeni ancak üç gün sonra bulunabildi ve parçalanmış bedende 12 farklı boyutta metal parçası çıktı. Gerçekten hani Kürt sorunu yoktur deniyor ya şimdi Kürt sorunu tam da budur. Zırhlı araç altında can veren çocuklardır bu ülkede Kürt sorunu. Koyun otlatırken ya da evinin önünde oynarken tutanaklara tanımlanamayan bir cisimle oynarken infilak etti cümlelerinin geçmesidir sevgili Ahmet Şık bir önerge verdi bu konuyla ilgili, 16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz.
Ülke yıkıma sürükleniyor ve bunun en ağır bedelini işçiler ödüyor dediğimizde neden söz ettiğimizi anlamak istiyorsanız hemen bir örnek verelim. Konya’da bir iş yerinde patron sigortasız çalıştırdığı 15 yaşındaki bir çocuğu bir vidanın yerini unuttuğu için palangaya bağlayıp tavana asıyor çocuğun kıyafetlerini çıkartıyor üzerine su döküp işkence ediyor. Ceza 2 bin 320 lira. 2 bin 320 lira arkadaşlar bu ülkede 15 yaşında bir çocuğa ekmeğiyle oynayıp işkence yapıp karşısında durmanın cezası.
Buradan sevgili Sedat Aslan’ı anarak tamamlayacağım sözlerimi. Bu tekstil direnişinde kararlı inançlı bir biçimde mücadele eden 97 işçi arkadaşımızdan bir tanesiydi. Patron bu mücadelede işçilere diz çöktüremeyince işçileri işten çıkarıp başka fabrikalarda iş bulamamaları için kara listeye almıştı. 29 yaşındaki Sedat da başka iş bulamadığı için çatı işi yapmak zorunda kalmıştı ve 3 çocuklu gencecik kardeşimiz çatıdan düşerek hayatını kaybetti. Bu ölüm kaza, kader falan değil. Bu baya bir iş cinayeti, bir sosyal cinayet bu bir yaşam hakkı gaspı olarak değerlendirilmeli. Biz buradan ailesine akrabalarına baş sağlığı dilekleri iletirken Sedat Aslan’ın katillerinin, bu cinayete sebep olanların da en ağır şekilde cezalandırılmaları için mücadelemize devam edeceğiz.
Nişantaşı Üniversitesini daha önce burada gündeme getirmiştik. Araştırma görevlileri insanca yaşam mücadelesi veriyorlardı. Tıpkı fabrikalarda, plazalarda olduğu gibi üniversitelerde de bir yaşam mücadelesi, insanca yaşam mücadelesi var. Eşit işe eşit ücret istiyor arkadaşlarımız ve bugün itibariyle üniversitenin asistan kıyımına geçilmiş durumda. 10 araştırma görevlisi arkadaşımızın iş akitlerinin feshedildiğini, işten atıldıklarını öğrendik. Arkadaşlarımıza her hal ve şartta yanlarında durmaya devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.
Bilindiği üzere 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü ve ülkemizde yüz binlerce otizmli yurttaşımız ve ailesi uzun yıllardır sorunlarının çözümü için mücadele ediyor, çözüm bekliyor. Geçtiğimiz aylarda bir bakım evinde yaşanan darp vakasıyla ilgili verdiğimiz soru önergesi iki ay sonra nihayet sözde yanıtlanmış ama taslaklarıyla geçiştirilmiş oldu. Otizm, ülkede adı bile geçmiyorken ailelerin mücadelesiyle gündem haline geldi ve 2010 yılından itibaren otizm eylem planı taslağı hazırlanıp tüm yetkililere hükümete bakanlıklara iletilmişti ve maalesef tipik bir AKP uygulaması olarak o günden bugüne yedi kez Aile Bakanı değişti ama bu eylem planı yürürlüğe girmedi kimisi daha önceki bakanın dedi. Kimisi raftan indirip bakalım ne var dedi ama gelen haberler bu eylem planı sanki çok başarılı olmuş gibi bakanlığın yeni bir eylem planı hazırlığı içerisinde olduğu söylendi.
Bize göre mesele iktidarın bakışıyla ilgili köklü bir yanlışa dayanıyor ve zaten biz size bakım maaşı veriyoruz, nankörlük etmeyin diye aileler susturulmak isteniyor. Oysa bu bakanlığın iş bilmeyen, sosyal politikalar nasıl uygulanır herhangi bir fikri olmayan biri Menzil’den biri Süleymancılardan şişirilmiş doldurulmuş kadrolarıyla bu sorunun çözümü mümkün değil. Bu anlayış sürdükçe hükümet yurttaşları biat etmeye, sorunların üstünü örtmeye mecbur ettikçe o bakım merkezlerindeki çocuklarımız için gereken bütçeler ayrılmadığı sürece gelecekleri belirsizliğe mahkum edilen yurttaşlarımız mücadele etmeye devam edecekler. Biz de konunun takipçisi olmaya ve onlarla birlikte mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.
Kızıldere’nin 50. yıl dönümü
Son olarak 30 Mart’ta hayatlarını kaybeden Kızıldere’de bir yargısız infaza kurban edilen sevgili Mahir Çayan ve yoldaşlarının 50. ölüm yıl dönümlerinde her birisinin saygıyla sevgiyle özlemle andığımızı ifade etmek istiyorum. Hepinize çok teşekkürler.