Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Akşener, “Paramız 1 yılda yarı yarıya değer kaybetti. Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarına da bu yıl 75 milyar dolar ilave oldu. Rezervlerimizde olması gereken ama olamayan döviz miktarı 203 milyar dolara yükseldi” ifadelerini kullandı.
Haber Merkezi / Akşener, açıklamasının devamında, “Enflasyon ise yüzde 19,58 iken bugün yüzde 83,45’e ulaştı. Geçtiğimiz 1 yılda enflasyon 4 kattan fazla arttı. Son 1 yılda üretici fiyatlarındaki artış yüzde 151,5, tarımda yüzde 142,4, konut fiyatlarında yüzde 173,8 oldu. Bugün ne yazık ki dünyada en yüksek enflasyona sahip 5’inci ülkeyiz” dedi ve ekledi:
“İçinde bulunduğumuz tablo böyle ibretlik haldeyken halkımız nefes dahi alamazken, Sayın Erdoğan gününü gün etmeye devam ediyor. Bay krize göre Türkiye’de her şey yolunda. Ona göre insanımız şükretmeyi bilmiyor. Asıl yokluk ABD’deymiş, Avrupa’da market rafları boşmuş. Almanya’da ortalama ücret bizim paramızla 75 bin lira. Yani Sayın Erdoğan diyor ki ayda 5 bin 500 lira çalışanların keyfi yerinde ama ayda 75 bin lira kazanan Alman vatandaşları zor durumda. Ufak at Sayın Erdoğan. Yoksulluğu yalanlarla örtemezsin.”
İYİ Parti Lideri Akşener, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin “mertçe çıkıp ekonomiyi yönetemediklerini itiraf etmesi gerektiğini” söyledi. İYİ Parti lideri, “Çık mertçe de ki; biz ekonomiyi böyle yönetiyoruz çünkü ‘Sayın Erdoğan böyle istiyor’ de. Allah’ın bildiğini niye kuldan saklıyorsunuz? Saçma sapan açıklamalarınızla çilekeş milletimizi daha fazla yormayın” dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Akşener’in konuşmasından satır başları:
20 sezonluk gereksizce uzatılmış keyifsiz bir dizinin final sezonu sonunda geldi çattı. O sene bu sene, iyilerin şafağı ufukta görünüyor, emin olun çok az kaldı.
AK Parti iktidarı yüzünden memleketimizin bereketi de güzellikleri de soluyor. Ülkeyi yöneten kişi her tavrıyla örnek olmalıdır.
Beğenmediği herkese saldıran, hakareti kendine hak sayan bir zihniyetin neden olduğu toplumsal gerilim tehlikeli bir seviyeye ulaştı. Türkiye bu gerilimi artık taşıyamıyor.
Geçtiğimiz hafta Ankara’da bir eğlence mekânında yaşananlar bunun sonucudur. Sırtını iktidara yaslayan herkes, kendini her şeyin sahibi zannediyor.
Rusya-Ukrayna savaşı
“Hayat iyiler ile kötüler arasında bitmek bilmeyen bir mücadelenin özetidir. Kötülüğü rehber edinenler hep oldu. Bugün bile değişime ayak uyduramayan yönetimlerin insanlığa meydan okuyan uygulamalarına şahit oluyoruz.
En temel toplumsal sözleşmeleri kendi çıkarlarına uydurmaya çalışan kirli zihniyetlere şahit oluyoruz. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgalin üzerinden 7 ay geçti.
Putin çizilen karizmasını düzeltmek için son çareyi 4 bölgeyi ilhak etmekte buldu. Biz bu filmi Kırım’da izledik. Bugün de bu ilhakı tanımıyoruz” dedi.
Uluslararası toplum çılgınlığa karşı daha somut adımlar atmalıdır. Sayın Erdoğan’ın da bu ciddi tehdit karşısında alacağı tavrı bekliyoruz.
Devletin esas görevi kendi menfaatleri çerçevesinde denge oluşturabilmektir. Seçim hesapları kovalayarak devlet yönetilemez. Biz tahıl koridoru adımlarını takdirle karşılıyoruz.
Rusya-Ukrayna savaşında alacağımız pozisyonda ülkemizin menfaatleri esas alınmalıdır. Arabuluculuk kisvesi altında Putin’in sırtının sıvazlanması Türkiye’ye yakışmaz.
Türk milleti bugün de Rus emperyalizminin yanına yedeklenecek bir algı malzemesi değildir. Bu millet yıllarca utanç anıtına bakmak zorunda bırakıldı. Ta ki Mahmut Şevket Paşa harekete geçen kadar.
Bahri Teğmen o utanç anıtını yerle bir edene kadar. Biz bugün senin yüzünden yine aynı utancın eşiğindeyiz. O gün milletimizin haysiyetine vurulan pranga senin 2024’e ertelemeye çalıştığın doğalgaz borcuyla canlanıyor.
O gün bu vatanın asil evlatlarının boyunduruk altına girebileceğini sananlar, bugün Putin hayranlığınla yeniden cesaret buluyor.
Topraklarımıza dikilen utanç anıtı, ekonomimiz üzerinden hain bir oyun olarak karşımıza çıkıyor. Bugün de Yeşilköy’e Rus anıtı dikenlerin bugünkü temsilcileri karşısında tıpkı Mahmut Şevket Paşa, Bahri Teğmen gibi aynı cesaretle dimdik duracağız.
Geçmişte ilmin merkezlerinden olan bir medeniyet ilimden, bilimden bu kadar uzağa savrulabilir? Gerçekten utanç verici. Bu konu dini veya siyasi bir tartışma değildir.
Bizim için bu konu vahşetin karşısında mağdurun yanında durmaktır. Komşumuz İran’ın güçlü, mutlu ve huzurlu olmasını istiyoruz. Biz İran’ı bağımsız bir ülke olarak görmek istiyoruz.
Dualarımız özgür ve mutlu bir İran içindir. Bu idealimizi ucube bir anlayışla gerçekleştiremeyiz.
Bağımsızlığın yolu saçı görünen kadınları yok etmek değildir. Tek bir kadının bile sesini duyurmak için ayağa kalkması, tüm kadınlar için ayağa kalkıştır. İran’daki bu zulüm yok olmaya mecburdur.
Sayın Erdoğan, şubat aylarında ‘Enflasyonu kontrol altına alacağız’ diyordu. Bu sefer de ‘Yılbaşından sonra enflasyonun düşeceğine inanıyorum’ dedi.
Kendisi de epistemolojik bir kopuş yaşadığından sadece inanıyor. Olan yine milletimize oluyor” dedi.
Paramız 1 yılda yarı yarıya değer kaybetti. Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarına da bu yıl 75 milyar dolar ilave oldu. Rezervlerimizde olması gereken ama olamayan döviz miktarı 203 milyar dolara yükseldi.
Enflasyon ise yüzde 19,58 iken bugün yüzde 83,45’e ulaştı. Geçtiğimiz 1 yılda enflasyon 4 kattan fazla arttı.
Son 1 yılda üretici fiyatlarındaki artış yüzde 151,5, tarımda yüzde 142,4, konut fiyatlarında yüzde 173,8 oldu. Bugün ne yazık ki dünyada en yüksek enflasyona sahip 5’inci ülkeyiz.
İçinde bulunduğumuz tablo böyle ibretlik haldeyken halkımız nefes dahi alamazken, Sayın Erdoğan gününü gün etmeye devam ediyor.
Bay krize göre Türkiye’de her şey yolunda. Ona göre insanımız şükretmeyi bilmiyor. Asıl yokluk ABD’deymiş, Avrupa’da market rafları boşmuş. Almanya’da ortalama ücret bizim paramızla 75 bin lira.
“Ufak at sayın Erdoğan”
Yani Sayın Erdoğan diyor ki ayda 5 bin 500 lira çalışanların keyfi yerinde ama ayda 75 bin lira kazanan Alman vatandaşları zor durumda. Hatırlıyor musunuz, Rahmetli Münir Özkul, Neşeli Günler’de Şener Şen’e ne diyordu? “Ufak at Ziyaa…” Ufak at Sayın Erdoğan, ufak at. Bizzat kendi eserin olan yoksulluğu, yalanlarla örtemezsin.
Kaşıkla verdiğini, kepçeyle geri alan, abartılı müjdelerinle, günü kurtaramazsın. Boş vaatlerle, milletin derdini çözemezsin. Hakikat güneşini, hamaset balçığıyla sıvayamazsın. Hiç boşuna uğraşma.
Bugün bir garip yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu ülkede atanamayan öğretmen diye bir gerçek olduğu için utanması gereken Milli Eğitim Bakanı ‘Mühendisler de atanamıyor ama ağlamıyor’ dedi.
Enerji Bakanlığı da bir tasarruf kitapçığı yayınladı. Tüm bunları yaparken onlar Saray’da günlük 10 milyon lira harcayacaklar, torpilli maaşlarla servetleri büyütecekler.
Buradan ahkam severlere seslenmek istiyorum; milletimiz ne yapacağını çok iyi biliyor. O sandık geldiğinde milletimiz tasarrufun şahını yapacak. Gereksiz yanan ampul sönecek, tasarruf yapacağız.
Bakan Nebati’nin açıklamalarına tepki
Bir de iktidarın gözbebeği Nebati Bakan var. Sağolasın gideni aratmıyor. Işıl ışıl dolar işaretli gözleri muhteşem. Sayın Erdoğan’ın son dönemlerdeki tercihlerine bayılıyorum.
Saray bürokrasi saçmalama yarışına girerken ışıltılı gözler geri kalır mı? Adeta yeni öğrendiği tüm kelimeleri aynı cümle içinde kullanmaya çalışan çocuklar gibi…
Üstat diyor ki, bu ibretlik cümle ile diyor ki; biz bilgi ve bilimden koptuk. Dünyada uygulanan tüm ekonomi politikalarını da reddediyoruz. Bizi artık nörologlar değerlendirsin.
Yahu niye bu kadar uğraşıyorsun? De ki; biz ekonomiyi böyle yönetiyoruz çünkü ‘Sayın Erdoğan böyle istiyor’ de. Allah’ın bildiğini niye kuldan saklıyorsunuz? Saçma sapan açıklamalarınızla çilekeş milletimizi daha fazla yormayın.
“Gençlerine aşağılık demekten hiç mi utanmıyorsun?”
Buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum: Ekonomiyi batırdığın gerçeğini, Milletimizi fakirleştirdiğin gerçeğini, Abuk sabuk yalanlarla mı örteceksin?
Milletin parasını, yandaşlarına yedirdiğin gerçeğini, Beş para etmezlere, 5-10-15 maaş verdiğin gerçeğini, Merkez Bankası’nın bile, kasasını boşalttığın gerçeğini, Lügatlara sığınarak mı örteceksin? Lügat demişken;
Bir yanda bakanları, bürokratları, saçmalamaya devam ederken; Diğer yanda ise, Sayın Erdoğan, artık millete hakaret etmekte, yeni yöntemler deniyor.
Eskiden dümdüz hakaret ederdi, artık lügatlı sövüyor… Geçen hafta, memleketten umudunu kesmek zorunda bıraktığı, gençlerimizi hedef aldı.
Dedi ki; “Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi, süfli heveslerle, ellerin, yani başka ülkelerin, başka toplumların, kapısına varanlara acıyarak bakıyorum.
Bu vesileyle, Sayın Erdoğan’ın gözünde, çapulculuktan, süfliliğe terfi eden gençlerimizi kutluyorum. Henüz biz kadınların seviyesine gelemediniz ama, yakında onu da başaracağınıza eminim… Özetle, Sayın Erdoğan diyor ki; gençlerimizin daha iyi bir hayat sürmeyi istemeleri, “süfli bir hevesmiş”.
Yani, “aşağılık” bir hevesmiş… Yanlış duymadınız. Üstelik bunu söyleyen, bu ülkenin Cumhurbaşkanı. Kadınlara “sürtük” diyebilen bir zihniyetten, elbette zarafet beklemiyorum.
Ama, gencine “aşağılık” demeye, hiç mi utanmıyorsun Sayın Erdoğan? Ayıptır, günahtır. Gençlere analarının ak sütü gibi helal olan, iyi ve haysiyetli yaşama arzusu, süfli bir hevesmiş…
Daha iyi bir hayat istemek, huzur istemek, mutluluk istemek, aşağılık bir hevesmiş. Hayallerini gerçekleştirebilmeyi, torpilsiz, mülakatsız, işe girmeyi istemek, aşağılık bir hevesmiş…
Peki bu beyefendiye göre, süfli olmayan hevesler nedir, biliyor musunuz? Mesela, Sayın Erdoğan için; ihale kovalamak, süfli değil, bilakis son derece asil bir heves.
Mesela; bol maaşlı, atanmış hayatlar peşinden koşmak, süfli değil, bilakis fevkalade asil bir heves. Hele de, lüks arabalar içinde pudra şekeri koklamak, hiç süfli değil, tam tersine müthiş asil bir heves.
Sayın Erdoğan; Bu kadar hakaret, yalan, iftira, bir Cumhurbaşkanına, hiç yakışmıyor. Ülkesinin kadınına sürtük, gencine aşağılık, çiftçisine terörist demek, bir Cumhurbaşkanına, hiç yakışmıyor. Çünkü bu devletin başına, laubalilik değil, ciddiyet yakışıyor. Çünkü bu aziz millet, zorbalığı değil, şefkati hak ediyor.
Çünkü Türkiye, süfli bir zihniyetle değil, asaletle yönetilmeyi hak ediyor! Sen her ne kadar, yolun sonuna geldiğini, fark etmesen de;
Artık milletimiz, iftira atmayan, yalan söylemeyen, bahane üretmeyen, başarılı, basiretli ve becerikli bir yönetim istiyor! Milletimiz; Hırsıza, yolsuza, arsıza göz açtırmayan, bölmeyen, ayırmayan, ayrıştırmayan bir yönetim istiyor!
Milletimiz; İradesine, sesine, derdine kulak veren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışır bir anlayışla yönetilmek istiyor! İşte biz, aziz milletimizin, bu asil talebini karşılamaya talibiz!
Bu yüzden ülkemizi, her şeyden önce, bu ucube sistemden kurtaracak.
Dezenformasyon yasası
Biliyorsunuz, 1 Ekim itibariyle, iktidarın, “Dezenformasyonla Mücadele” adı altında çıkardığı, Sosyal Medya Yasası yürürlüğe girdi.
Yeni yasama yılının başlangıcında, Meclis gündeminde yer alan ilk düzenleme, iktidarın yüksek standartlarına göre bile, ucubelikte adeta bir baş yapıt oldu.
Sözüm ona, internetteki yalan haberleri durdurmak amacıyla çıkartılan, bu yasada; En çok merak ettiğimiz konu ise, yasanın nasıl işleyeceği… Yalanı kim ayırt edecek? Doğru nasıl bilinecek? Dezenformasyonu hangi kurum denetleyecek? Hiçbiri belli değil…
Mesela yalanları; havuz medyasının bir alt birimi gibi çalışan, RTÜK mü ayırt edecek? Mesela doğruyu; ENAG’ın, yüzde 186 olarak açıkladığı enflasyon rakamının karşısında, kendi çalışanlarını bile, zar zor ikna edip, enflasyonu, yüzde 83,45 açıklayan, TÜİK mi bilecek?
Mesela, şu meşhur dezenformasyonu; Trollerin efendisi, iftiraların prensi, algıların bekçisi, İletişim Başkanlığı mı denetleyecek?
Mesela; Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, “AKbook” mu gelecek? Twitter gidecek, yerine “Saray Kuşu” mu gelecek? YouTube gidecek, yerine “ŞahsımTube” mu gelecek?
İktidar her zaman olduğu gibi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz: Sosyal Medya Yasası. Oyun ise: Hak ve hürriyetlerimize, pranga vurmak. Yani dezenformasyon bahane, istibdat düzeni şahane…
Giydiğimiz kıyafete, Ettiğimiz ibadete, Dinlediğimiz müziğe, Sevdiğimiz yemeğe bile, karıştıkları yetmedi; Şimdi de, doğruları öğrenmemizi istemiyorlar.
Çünkü; doğrulardan en çok onlar korkuyorlar. Çünkü; eğip bükemedikleri gerçeklerden korkuyorlar. Çünkü; fikri hür, vicdanı hür nesillerimizden korkuyorlar.
Hatırlayın, bu arkadaşlar nasıl iş başına gelmişlerdi? “Okuduğu şiirler, düşündüğü fikirler, söylediği sözler yüzünden, hapse girmeyen insanların ülkesini” vaat etmişlerdi, değil mi? Vesayet bitecek, yasaklar son bulacaktı değil mi?”