Partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sancar, Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin, “Ölümlerin sorumlusu bellidir; çürük ve yozlaşmış enkaz zihniyetidir. Bu rant, talan, yalan ve savaş üzerine varlığını kurmuş iktidarın kendisidir. Tüm kurumlar Cumhurbaşkanının ve kendilerinin imajı ve menfaati için çalışıyor” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Vatandaşın lehine tek bir kurum çalışmıyor. Her devlet kurumu ve bu kurumlarda çalışan yetkililer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bir emir kulu haline gelmiştir. Bu sistemde devletin tüm kurumları halka sorumlu olmaktan azade kılınmış, Cumhurbaşkanına karşı sorumlu hale getirilmiştir. Bu nedenle bu yıkımda da sorumluluk zincirinin başı ve ilk halkası bizatihi Cumhurbaşkanıdır. Depremin büyük felakete dönüşmesinin nedenlerini bir kez daha tek tek sıralıyorum”
Sancar, konuşmasının devamında, “Vurgunculuktur, talancılıktır, yalancılıktır, rantçılıktır, denetimsizliktir, tedbirsizliktir, öngörüsüzlüktür, plansızlıktır, organizasyonsuzluktur, koordinasyonsuzluktur, çürümüşlüktür, ahlak yitimidir, merhametsizliktir, vicdansızlıktır. Bütün bunları hepimiz gördük, görmeye devam ediyoruz. Depremin büyük bir felakete dönüşmemesi için koordine olmayan bu iktidar, savaş faaliyetleri söz konusu olduğunda anında koordine olmayı nasıl başarıyor? Bakın, kamu yararını değil rantı, halkın yaşamını değil kendi bekasını, barışı değil savaşı tercih eden bu siyaset ve zihniyet ölümlerin ve yıkımın sorumlusudur” ifadelerini kullandı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuştu. Sancar, şunları söyledi:
“Değerli arkadaşlarım, basının değerli emekçileri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halkımız, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan, depremde kaybettiğimiz tüm canlara bir kez daha Allah’tan rahmet, geride kalanlara ve deprem bölgesindeki halkımıza başsağlığı diliyorum. Tarifsiz acıyı ve yerle bir olan kentlerdeki tabloyu kelimelerle ifade etmek güçtür.
Toplumsal etkileri olan ve onarılması uzun yıllara yayılacak ve asla unutulmayacak bir yıkımla, derin bir acıyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin deprem gerçeğini ve tüm yaşananları bütün boyutlarıyla konuşmaya, sorgulamaya ve hesap sormaya devam etmek zorundayız. İktidarlar eliyle örülmüş, etkileri onlarca seneye yayılacak bir felaketle karşı karşıya iken susmak asla söz konusu olamaz. Konuşmak zorundayız.
Depremde yıkılmayan bir ülke olabilmenin yollarını bulmak için daha fazla konuşmak, daha fazla sormak ve sorgulamak zorundayız. Aynı şekilde deprem olduktan sonra doğrusunu yapmanın yollarını bulmak için de konuşmak, sormak ve hesap sormak zorundayız. İktidarın, iktidar medyasının ve yandaşlarının depremden sonra yaptıklarını yapmamanın, bunları yaptırmamanın yollarını bulmak için de konuşmak, sormak, sorgulamak ve hesap sormak zorundayız.
“Toplumun dayanışma enerjisi bastırılmasaydı binlerce can enkazdan sağ çıkarılabilecekti”
Depremden sonra iktidarın ısrarla ve istikrarla yaptığı bir şey var. İşte bunu engellemek için konuşmak, sormak ve sorgulamak, hesap sormak zorundayız. Nedir bu? Toplumun yardımlaşma ve dayanışma enerjisini büyütmek ve etkili kılmak yerine; bastırmak, etkisizleştirmek ve gasp ya da müsadere etmek. Devletin, iktidarın toplumun enerjisini bastırması, müsaderesi elbette yeni bir şey değil ama burada yeni bir durumla karşı karşıyayız.
Bu kadar büyük bir felaketin ortasında herkes çok çaresizken en kaba bir biçimde yaptı bu iktidar, yandaşları ve medyası. Toplumun dayanışma enerjisi bastırılmayıp doğru yönlendirilseydi belki de binlerce can enkazdan sağ çıkarılabilecekti. Belki birkaç kişi biraz daha erken yemeğe, binlerce kişi barınma imkanlarına kavuşabilecekken bunu engelleyen bir iktidar ve devletle karşı karşıyayız. İktidar bunu sistemli, istikrarlı ve kötücül bir biçimde yapmaktadır. Amaç belli; aman toplum kendi enerjisiyle ayağa kalktı denilebilecek bir manzara oluşmasın.
“Bizler deprem yaşandıktan hemen sonra bütün birimlerimizle sahadaydık”
Devlet ya da iktidar tarafından ayağa kaldırılmış ya da hiç olmazsa devletin yönlendirmesiyle ayağa kalkmış bir toplum manzarası yapmak istediler. Bunu normal zamanlarda yaptıklarında eleştiririz, ağır sözler de söyleriz ama burada yaptıklarının faturası çok ağırdır. Böyle bir zamanda iktidarın bütün bu yaptıklarını yapmadıklarını engellemek için, bu düzeni değiştirmek için konuşmak, sormak, sorgulamak ve hesap sormak zorundayız. Bizler deprem yaşandıktan hemen sonra bütün birimlerimizle sahadaydık.
Ben ve Eş Genel Başkanım Pervin Buldan, milletvekillerimiz, yönetici arkadaşlarımız, danışmanlarımız, partimizin bütün birimleri, il örgütlerimiz, kayyım atanmış olsun olmasın tüm yerel yöneticilerimiz ilk andan beri deprem bölgesindeydi. Bizim gibi binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan, belki milyonlarca insan aynı duyarlılıkla hareket etti. Yaşanan bu büyük yıkıma, insani krize, büyüyen öfkeye ve buna karşılık iktidarın devlet kurumlarının acizliğine, çürümüşlüğüne, yetersizliğine ve de oluşan büyük dayanışmayı engellemeye yönelik girişimlerine bizzat tanık olduk.
“Denetimsiz ve tehlike arz eden binalara dair neden envanter tutulmadı?”
Depremin ertesi günü Hatay bölgesine gittiğimizde gördüğümüz manzara bütün bunları çıplak bir şekilde ortaya koyuyor. Sadece bizlerin değil, özellikle ve öncelikle deprem bölgesinde yaşayan insanların gerçekliği de budur, gördükleri hakikat de budur. Şimdi cevabı verilmesi gereken temel soru şu. Bu kadar ağır bir yıkım, bu kadar büyük bir felaket neden yaşandı? On binlerce insanın ölümüne neden olan sorumluluklar zinciri nedir? Öyle “asrın depremi” diyerek geçiştirilecek, üzeri örtülecek, sıradanlaştırılacak bir durum değil. Ülkeyi yönetenlerin birinci dereceden sorumlu oldukları bir siyasal ve toplumsal felakettir söz konusu olan.
Depremden öncesine bakalım. Maraş bölgesinin deprem kuşağı olduğu biliniyor. Uzmanlar, meslek kuruluşları, devlet kurumları, halkımız, siyasetçiler bu gerçeği defalarca dile getirdi. Teknolojinin ve bilimin geldiği bu aşamada fay hatları üzerinde gerçekleşecek bir büyük depremin aşağı yukarı zamanını ve yerini bile söyleyen bilim insanlarımız oldu. Bu uyarılar neden dikkate alınmadı, neden tedbir alınmadı? Gerekli etütler neden yapılmadı? Denetimsiz ve tehlike arz eden binalara dair neden envanter tutulmadı? Bu binalar için neden bir çalışma yürütülmedi?
“Keyfilik bu rejimin temel özelliği haline geldi”
Bunların hiçbiri hayata geçirilmedi. Üstelik itiraz ve uyarılara rağmen imar aflarıyla bu bölgedeki yıkıma ve kıyıma adeta davetiye çıkarıldı. Yıkılan binaların dayanıksız ve çürük olduğu ortada. Bu iktidar insan canını güvence altına almayı amaçlayan yapı denetim uygulamasını fiilen ortadan kaldırdı. Böylesi önemli ve kamusal uygulamayı özel sektöre devretti. Uzman meslek kuruluşlarının denetim yetkisini elinden aldı. Binaların malzemesinden çalarak inşaat yapan müteahhitlere gerekli şirketi kurma yetkisi verdi.
Bu iktidarın en büyük icraatı her alandaki denetimi ortadan kaldırmak ve keyfiliği yaymak olmuştur. Denetime, denge ve denetlemeye ve bunları sağlayan kurumlara savaş açtı bu iktidar. Keyfilik, bu rejimin temel özelliği haline geldi. Bunun en acı sonucunu depremde yaşıyoruz. Büyük kayıplar vererek yaşıyoruz. 2020’de Maraş Valiliği ve AFAD, Maraş için İl Afet Risk Azaltma Planı hazırlıyor. Bu planda depremin şiddetinden yıkımın nasıl olacağına kadar konularda ciddi belirlemeler ve uyarılar vardı. AFAD planında Maraş depremi 7,5 büyüklüğünde öngörülüyor. Bu planın gereği yapıldı mı? Hayır! Plan tozlu raflara kaldırıldı. Alan ranta açıldı.
Yine bilim insanları ve TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası yıllardır rapor hazırlıyor ve uyarıyor. JMO 24 ilin 18’i ile ilgili raporlarını 2022 yılında yani birkaç ay önce hükümete, Cumhurbaşkanlığına ve devlet kurumlarına sundu. Bu raporlarda somut tespitler, uyarılar ve alınması gereken önlemler yer alıyordu. Bu uyarıları dikkate alan, gereğini yapan, toplumu ve kamu kurumlarını olası bir depreme hazırlayan herhangi bir faaliyet ve çaba olmadı. Halbuki aynı zamanda aynı şekilde iktidar da planlar hazırlamıştı.
“İnsan yaşamı yerine rantı ve talanı esas alan bir anlayış ile bir felakete maruz kaldık”
2011’de yayınladıkları strateji eylem planında 2017’ye kadar tüm kamu binalarının, 2022’ye kadar tüm kırsal bölgelerdeki ve şehirlerdeki binaların kontrollerinin yapılacağını belirtmişti. Peki, ne yaptı iktidar? 2013’te çıkarılan bir torba yasayla mimar ve mühendislerin yapı denetim sürecinden dışlanmasına imkan verecek ve denetimleri özel sektöre havale edecek düzenlemeler yaptı.
Deprem öncesi tedbirleri almayan ve raporların, risk planlarının gereğini yerine getirmeyen iktidar ve liyakatsizlik ile yönettiği devlet kurumları çürük binalar gibi çöktü ama halkımızın üzerine çöktü, ülkenin üzerine çöktü. Yollar ile övünüyorlardı, yollar çöktü; büyük binalar ile övünüyorlardı, binaları çöktü; büyük havaalanları ile her yere havaalanı açmakla övünüyorlardı, havaalanları çöktü. Kendileri çöktü, halkın üzerine çöktü. Bunu sormak, sorgulamak ve hesabını sormak zorundayız. İnsan yaşamı yerine rantı, talanı ve savaş politikalarını esas alan bir anlayış ile korkunç bir felakete maruz kaldık.
“Tek adamın talimatı olmaksızın bir vinç dahi oynatmayan beceriksiz bir devlet yönetimi gördük”
Cumhurbaşkanı’nın İskenderun’da 6 mahallenin riskli bölge ilan edildiği kararı bir gün önce yürürlükten kalktı. 20 yıldır plansız, programsız, bilimden uzak ve yaşamı hiçe sayan bir anlayışla durmadan beton döküyorlar. Doğa talanına dayalı rant alanları oluşturuyorlar. Bunu da kamuoyuna şatafatlı törenlerle hizmet diye sunuyorlar. Peki, devleti yönetenler nerede? Sorunun cevabı açık.
Binlerce, milyonlarca insan devlete, devletin elindeki kamu imkanlarına bu kadar ihtiyaç duyarken, devlet ortadan kayboldu. Deprem anından itibaren 72 saat boyunca organize olamayan, koordinasyonu sağlayamayan, tek adamın talimatı olmaksızın bir vinç dahi hareket ettiremeyen, inisiyatif alamayan, beceriksiz, basiretsiz, liyakatsiz ve darmadağın bir devlet yönetimi gördük. Bu devlet yönetimi halkın kaynaklarıyla işliyor.
“Depremden sonraki ilk saatlerde neden hızla harekete geçilmedi sorusuna cevap vermek zorundasınız!”
Şu soruların cevabı verilmek zorunda. Soracağız, yeniden yeniden soracağız. Depremden sonraki ilk saatlerde neden hıza harekete geçilmedi? Bunun önündeki engel neydi? Bütün devlet kurumlarının imkanları ve kapasitesi neden devreye sokulmadı? Sivil ve resmi arama kurtarma ekiplerinin acilen bölgeye sevki neden gerçekleştirilmedi?
Kamunun ve özel sektörün elindeki iş makineleri, vinçler ve kurtarma araçları neden devreye sokulmadı? Neden 72 saat geç kalındı? Ne beklendi? Halbuki uzmanların dediği çok açık. Gerekli hazırlıklar zamanında yapılmış olsa, harekete geçmek için 4 saat yeterliydi. Bütün yetkileri elinde bulunduran Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, hiyerarşik yapıdaki herkes bu soruların yanıtını vermek zorundadır. Sadece yanıt değil elbette, hesabını da vermek zorundadır.
“Bu sorumluluk zincirini hiç kimse kader planı olarak yutturamaz”
Bu yıkım, öyle “ufak tefek eksiklerimiz vardı, biz İstanbul depremi için hazırlandık” diyerek ve hakaretler yağdırarak, tehditler savurarak geçiştirilemez. On binlerce ölüme, yüz bini aşan yaralanmaya neden olan, milyonlarca insanın bugününü ve geleceğini karartan, hayvanların ve doğanın alt üst olmasına sebep veren bu sorumluluk zincirini hiç kimse kader planı olarak yutturamaz, başka mercilere havale etme hadsizliğinde de bulunamaz.
Deneyimlerimizle ve geçmiş depremlerden bugüne aktarılan birikimlerle, bu ülkeyi yönetenler bizler olsaydık, anında sivil ve askeri bütün devlet kurumları tam kapasite eş zamanlı harekete geçirir; kamu ve yerel yönetimlerle, sivil toplum örgütleriyle, gönüllülerle, meslek odalarıyla, sendikalarla, madencilerle, siyasi partilerle, parlamento ile tam bir koordinasyon sağlardık ve ilk andan arama kurtarma çalışmasını süratle başlatırdık. Belediyelerimiz kayyımlarla gasp edilmeseydi, bütün yerel yönetim imkanlarımızla halkın hizmetinde olurduk.
Ki tüm sınırlı imkanlarımıza rağmen 6 Şubat sabahından itibaren deprem bölgesindeyiz ve bu büyük toplumsal dayanışmanın bir parçası olmak için elimizden gelen her türlü çabayı harcıyoruz. Mütevazi ama önemli bir örnek vermek gerekirse üç belediyemizle deprem bölgesinde mutfak açtık. Binlerce insan için yemek hizmeti yürütüyoruz. Kayyım gaspı olmasaydı, şu anda 65 belediyemizle yüz binlerce, belki milyonlarca insana yemek ve diğer hizmetleri sunan onlarca faaliyet yürütürdük. Yerel demokrasi ve yerel yönetimlerin öneminden söz ederken işte bu gerçeğe işaret ediyoruz.
“İlk saatlerde karışıklık oldu diyorsunuz, nedenini açıklayın! “
AKP’nin bir yetkilisi önceki gün açıklama yapıyor. İlk saatlerde karışıklık oldu diyor. İlk saat dedikleri ilk 72 saat, depremden sonraki en kritik dakikalar, saniyeler. Kurtarma faaliyetlerinin yoğun olması, anında başlaması hayati önem taşıyor. Kelimenin çıplak anlamıyla hayati önem taşıyor. Binlerce insanın canının kurtarılması anlamında hayati önem taşıyor. Bu nasıl bir aymazlık, bir utanmazlık, nasıl bir pişkinlik, nasıl bir kayıtsızlık! Diyelim ki öyle, bir karışıklık oldu. Peki, nedir bunun sebebi? Bu karışıklık nedir onu açıklayın, bu karışıklık dediğimiz şeyin sebebi nedir, bunu açıklayın. Kim sebep oldu bu karışıklığa, açıklayın! Bunların cevabını alana kadar her alanda sorularımızı da soracağız. Sorgulama da yapacağız, hesabın peşine de düşeceğiz.
“Bu kıyımın hesabını mutlaka soracağız, bu hesabı mutlaka vereceksiniz”
İnsan yaşamının söz konusu olduğu bir andaki karışıklık o yaşamın sona ermesi anlamına geliyor. İleri sürdüğünüz karışıklığın sonucu, kurtarılabilecek binlerce insanın enkaz altında can vermesidir. Bu kıyımın hesabını mutlaka soracağız, bu hesabı mutlaka vereceksiniz. Sivil dayanışmaya kayyım atarken, yardımları engellerken, hiç gerek yokken OHAL ilan ederken, sosyal medyayı en hayati zaman aralığında yasaklarken, “Devlet nerede?” diye tweet atanları tek tek gözaltın alırken, halkı ve medyayı sürekli tehdit edip susturmaya çalışırken, 72 saat boyunca vinçleri, kepçeleri, yardım tırlarını yollarda bekletirken hiç karışıklık yaşamadınız.
Buralarda kötücüllükte, kötülükte hızla organize olduğunuz. İnsan hayatı söz konusu olduğunda nedir bu karışıklık, neden yaşanıyor? Halk düşmanlığı söz konusu olduğunda bu iktidarın hızını hiçbir şey kesmiyor. Halk ve yaşam söz konusu olduğunda insanları değil, koltuklarının bekasını ve imajlarını kurtarmak için tek yürek teyakkuza geçen bir yönetim zihniyeti ile karşı karşıyayız. Hafızalarımıza kayyım atayamazsınız, bunları unutmayacağız, unutturmayacağız. Sormaktan sorgulamaktan, hesabın peşine düşmekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Depremden hemen sonra Saray ile devlet kurumları arasında ne yaşandı? Bu beceriksizliğin ve basiretsizliğin, AFAD’ın son derece yetersiz personel ve gecikerek gönderilmesinin sebebi nedir? Bu sorulara cevap vermek zorundasınız. Askeri kurumların envanterinde 400’ü aşkın taşıma maksatlı helikopter Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunuyor. Mesela Hatay’a bu helikopterlerle depremden itibaren en geç 8 saat içinde tam donanımlı en az 4000 kişilik arama kurtarma ekibi gönderilebilirdi. Neden yapılmadı? Arama kurtarmada en fazla deneyime sahip ve bölgeye gitmek için bekleyen madenciler neden günlerce bekletildi, neden bölgeye sevk edilmedi?
“Sorumluluk zincirinin başı ve ilk halkası bizatihi Cumhurbaşkanıdır”
Ölümlerin sorumlusu bellidir; çürük ve yozlaşmış enkaz zihniyetidir. Bu rant, talan, yalan ve savaş üzerine varlığını kurmuş iktidarın kendisidir. Tüm kurumlar Cumhurbaşkanının ve kendilerinin imajı ve menfaati için çalışıyor. Vatandaşın lehine tek bir kurum çalışmıyor. Her devlet kurumu ve bu kurumlarda çalışan yetkililer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bir emir kulu haline gelmiştir.
Bu sistemde devletin tüm kurumları halka sorumlu olmaktan azade kılınmış, Cumhurbaşkanına karşı sorumlu hale getirilmiştir. Bu nedenle bu yıkımda da sorumluluk zincirinin başı ve ilk halkası bizatihi Cumhurbaşkanıdır. Depremin büyük felakete dönüşmesinin nedenlerini bir kez daha tek tek sıralıyorum. Vurgunculuktur, talancılıktır, yalancılıktır, rantçılıktır, denetimsizliktir, tedbirsizliktir, öngörüsüzlüktür, plansızlıktır, organizasyonsuzluktur, koordinasyonsuzluktur, çürümüşlüktür, ahlak yitimidir, merhametsizliktir, vicdansızlıktır.
Bütün bunları hepimiz gördük, görmeye devam ediyoruz. Depremin büyük bir felakete dönüşmemesi için koordine olmayan bu iktidar, savaş faaliyetleri söz konusu olduğunda anında koordine olmayı nasıl başarıyor? Bakın, kamu yararını değil rantı, halkın yaşamını değil kendi bekasını, barışı değil savaşı tercih eden bu siyaset ve zihniyet ölümlerin ve yıkımın sorumlusudur.
“Çalışmalarımızın devletin çürümüşlüğünü gözler önüne sermesinden korkuyorlar”
OHAL ilan edildi, buna ne gerek vardı? Eldeki imkanlarla bütün bu çalışmaları yürütmek mümkündü. Afet bölgesinde de pek çok çalışma imkanı veriyor size o mevzuat. Çünkü olağan şekilde yönetme becerisi yok bu iktidarın. Herhangi bir olağanlığı kabul etme iradesi yok. Olağanlık kendileri için tehdit. Onun için her şeyi OHAL şartlarına havale edip toplumu sindirmenin, bastırmanın ve susturmanın yollarını burada çıkarmaya çalışıyorlar. Hepimiz biliyoruz, bir kez daha hatırlatayım.
Pazarcık Hasankoca Cemevi ile birlikte yürüttüğümüz kriz koordinasyon merkezine kaymakam tarafından kayyım atandı. Böyle bir kötülük, merhametsizlik, vicdansızlık nasıl oluyor sormak zorundayız. Hepimiz bunu sormak zorundayız. Niye? Çünkü devletin bütün çürümüşlüğü, bizlerin orada yürüttüğümüz çalışmalarla halkın gözlerinin önüne daha çıplak bir şekilde serilecek, bundan korkuyorlar.
Dayanışmanın nasıl can kurtardığını, insanların hayatlarını korumak için nasıl önemli olduğunu bu kurumlar ve pek çok başka kurum göstereceği için, kendi iktidarlarının kötülüğünün apaçık ortaya çıkmasından korkuyorlar. O nedenle en iyi bildikleri yola başvuruyorlar; kayyım, sansür, yasak, tehdit, hakaret. Dün RTÜK’ün Tele1 için verdiği ceza yarından itibaren uygulamaya konulacak. Neden? Gerçekler öğrenilmesin diye. Bunun vebali ağır. Hesabı da verilecek. Her türlü karartmanın, her türlü engellemenin hesabı sorulacak.
“Herkes feryat figan çadır istiyor, çadır bile göndermediniz”
Birçok gerekçe sıralıyorlar kendilerine, efendim çürük binalar kendi iktidarlarından önceymiş. 21 yıldır iktidardasınız, bunlar için ne yaptınız? Bu binaların düzeltilmesi için hangi faaliyeti yürüttünüz? Hiçbir şey yapmadınız! Tam tersine imar aflarıyla bütün çürük binaların yasallaşmasını sağladınız. Ülke kaynakları, deprem vergisi nereye harcandı? Bunca yıldır toplanan ve 45 milyar lira olarak tahmin edilen bu vergiler nereye harcandı? Nereye harcandığını biliyoruz. Siyasetleriyle, kötücül planlarıyla varlıklarını sürdürmeleri için harcandı. Halk için, insanlar için harcanmadı. Bir de televizyonlarda utanmazca bağış şovları yapıyorlar. Peki, bu arsız şovla toplanan yardımlar nerede? Nereye gitti? Bunca gündür, bir haftadır, bu yardımlar ne kadar ve nereye harcandı? Tek tek açıklamak zorundasınız. Artçı depremlerin olacağı biliniyor, herkes feryat figan çadır istiyor. Çadırı bile göndermediniz.
“Depremzedelerin çadır ihtiyacı karşılansaydı kimse canını riske atıp hasarlı binalara girmezdi”
İlk depremden 15 gün sonra dün Hatay merkezli yeni bir deprem oldu, yine can kayıpları yaşandı. Sebep, insanların çadır bulamadıkları için hasarlı binalara girmek zorunda kalmalarıdır. Depremzedelerin çadır ihtiyacı karşılansaydı, kimse canını riske atıp o hasarlı binalara girmezdi. Bir hafta önce şovla toplanan o yardımlar çadıra harcansaydı, dün hayatlarımızın bir kısmını kaybetmeyecektik. Bunun sorumlusu da iktidardır.
Bakan Murat Kurum’un ilk depremden sonra 11 Şubat’ta söyledikleri aynen şunlar: “Tespiti yapılan binalarda vatandaşlarımızın hasarsız ve az hasarlı binalarda oturmasında bir sakınca olmadığını ifade etmek isterim.” Bir gerçek daha var. Az ve orta hasarlı olduğu raporu verilen binalarda oturanlara herhangi bir yardım yapılmıyor. Onlar herhangi bir yardımdan yararlanma hakkına sahip olmuyor. İnsanlarımız ne yapsın? Çadır göndermiyorsunuz, gönderilen çadırları engelliyorsunuz, az ve orta hasarlı binalara girebilirsiniz diyorsunuz -ki o raporlar alelacele hazırlanmış bunları da biliyoruz- insanlarımız mecburen o binalara giriyor. Sonrasında deprem olacağı biliniyor, depremde insanlarımız kalıyor canlarımız gidiyor.
“Depremin faturasını üniversitelere ve öğrencilere çıkarıyorlar”
Bu iktidar bilime düşmandır. Depremle ilgili bilimsel çalışmaları, rant politikalarının önünde engel olarak gördükleri için dikkate almıyorlar. Bilime düşmanlıklarının bir somut örneği de depremzedelerin barınma sorununu çözmek için üniversitelerde eğitime ara verme kararıdır. Depremin faturasını üniversitelere, öğrencilere çıkarıyorlar; öğrencilere, hocalara, çalışanlara çıkarıyorlar. Neden, çünkü niyetleri belli. Eğitim süreci devam etmesin, öğrenciler bir araya gelmesin, sorgulamasın, dayanışma oluşmasın istiyorlar.
Tek tek müteahhitleri tutuklayarak, tüm sorumlulukları üzerlerine yıkarak kendilerini temize çıkarabileceklerini sanıyorlar. Evet, müteahhitler de suçludur ama suçlu olan yalnız onlar değil. İmar affı çıkaranlar, zeminin uygunluğuna bakmadan ruhsat verenler, binaları denetlemeyenlerdir. Yolsuzluk, rüşvet ve rant çarkını yaratan iktidarın bizatihi kendisidir. En büyük sorumlu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemidir diyeceğim ama hayır bunun adı Cumhurbaşkanlığı Enkaz ve Yıkım Sistemidir. Yıkılan binalar AKP iktidarından önce yapılmış diye çetele tutacaklarına, bunca yıkıma mal olan kaç evraka imza atmışlar onu açıklasınlar.
“İnsanların cenazesi enkaz altındayken enkaz kaldırma çalışmalarını sürdüremezsiniz”
Bütün bu felaket ve rezaletten dolayı tek bir kişi bile istifa etmedi. En üstten en alt kademeye iktidarın hiçbir yetkilisi sorumluluk üstlenmiyor, herkes görevinin başında pişkince açıklama yapıyor. Bir de utanmazca tehditler savunuyorlar. Bu tehditleriniz vız gelir vız! Tek tek sayacağım bundan önceki felaketleri ama zaman azalıyor. Soma da hangi siyasi istifa etti ya da hangi merci sorumluluğu kabul etti? Çorlu tren kazasında ya da Ankara’nın göbeğinde sivillere yönelik o büyük katliamda hangi siyası yetkili sorumluluk üstlendi? Bir tek istifa yok.
Çünkü istifa güçlü bir ahlak ve iyi kötü bir vicdan gerektirir. İşte bu yok! Hepimiz şunu iyi bilelim, önceliği talan ve ranta veren bu düzende hiç kimsenin yaşamı güvencede değil. 10 kent, ilçeleri ve köyleriyle birer suç ve cinayet mahallidir. Enkaz kaldırma konusunda da bunun mutlaka dikkate alınması gerekiyor. İktidarı uyarıyoruz; insanların cenazesi enkaz altındayken enkaz kaldırma çalışmalarını sürdüremezsiniz, önce cenazeler çıkacak.
Onlara ulaşmadan enkaz kaldırmak insana, yasa, ölüye ve geride kalanlara saygısızlıktır, hakarettir, suçtur. İnsanlar şimdi artık enkazdan yakınlarını canlı kurtarma değil, yakınlarının cenazesine ulaşma peşinde. Gömülme hakkı yas tutmanın temelidir. Bu hakkı hiç kimse ihlal edemez. İnsanlar yakınlarını gömmeden ve yas sürecini yaşayamadan bu travma nesiller boyu devam eder. Bunu yapamazsınız, yaptırmayacağız da! Yaparsanız da hesabını soracağız. Depremle ve depremzedelerle ilgili atılması gereken çok acil adımlar var. Her konuda açıklamalarımızı yapıyoruz, raporlarımızı kamuoyunun bilgisine sunuyoruz. Ama burada çok özet acil tedbirler listesi sıralayacağım.
“Fahiş bir şekilde kira artıranlar siz de bu vicdansızlığa ortak olmayın!”
Bölgede çadır, battaniye, soba, yiyecek, giyecek, ilaç ve hijyen malzemesi ihtiyacı devam ediyor. Bu ihtiyaçların acilen karşılanması için seferber olalım, dayanışmayı bir an bile aksatmayalım. Devleti ve iktidarı, kamu kaynaklarını bunlar için kullanmaya zorlayalım. O paralar onların malı değil, o paralar halkın ürettiği değerlerdendir, o değerlerin bir ürünüdür. Onları halk için kullanacaksınız.
Başka ilçelere göç eden depremzedeler barınma sorunuyla karşı karşıya. Barınma sorununu çözmenin asıl yükümlüsü bu iktidardır, devlettir. Topluma da çağrı yapmak istiyoruz. Bu iktidarın yozlaştırdığı bu düzenin bir parçası olmayın, kira artırımına gidenler, fahiş bir şekilde kira artıranlar siz de bu vicdansızlığa ortak olmayın. Eğer tarihe ve çocuklarınızın kalbine bir parça temiz girmek istiyorsanız fırsatçılığa ortak olmayın. Dayanışmaya ortak olun. Kira artırım meselesinin de altını çizelim. Depremzedelere yüreğimizi açalım. Barınma sorununu kökten çözmek, bu iktidarın görevidir.
Dayanışma burada da rol üstlenmeli. Yüreğimizi depremzedelere açalım, yüreğimiz evlerimiz olsun. Depremzedelere kira yardımları elbette hemen başlatılmalıdır, kamu kurumları ve tesisleri depremzedelere açılmalıdır. Bizler de depremzedelere evimizi açalım, dayanışmaya katılalım. Bu kötülüklere, çürümüşlüğe ve yolsuzluğa hayır diyelim hep birlikte. Depremzedelerin öncelikli istihdamı konusunda mutlaka bir politika oluşturulmalı. Yeni istihdam alanları mutlaka yaratılmalı. Depremzedeler kayıtsız şartsız işsizlik ödeneğinden yararlandırılmalı, kendilerine kısa çalışma ödeneği verilmeli.
Kadın, çocuk ve engelli depremzedelere yönelik özel ve öncelikli bir politika oluşturulmalı. Özellikle tüm ailesini kaybetmiş çocuklara dair ciddi iddialar kamuoyunda dolaşıyor. Bu çocukların durumuna dair Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı derhal tüm soru işaretlerini, kuşkuları ortadan kaldıracak bir açıklama yapmalı ve buna dair şeffaf bir eylem planı oluşturmalıdır. Deprem bölgesinde bulunan yurttaşların vergi, banka, elektrik, su, gaz dahil bütün borçları derhal silinmelidir. Bankaların kredi faizleri gibi kar amaçlı faaliyetleri yıkım bölgelerinde durdurulmalıdır.
“Yıkımdan etkilenen herkese yeniden hayatlarını kurana kadar destek sunulmalı”
Yıkımdan etkilenen herkese yeniden hayatlarını kurana kadar destek sunulmalı. Bir Afet Bakanlığı derhal kurulmalı, gerekli yasal mevzuat bilimsel çerçevede hazırlanıp Meclis’e gelmeli ve yasalaşmalıdır. Bu konuda bir kanun teklifi hazırladık ve Meclis’e sunduk, bunun derhal kanunlaşmasını istiyoruz. Meclis’te afetle ilgili daimi bir ihtisas komisyonu kurulması gerekiyor. Meclis Grubumuz Acil Durumlar ve Afet Komisyonu kurulması için kanun teklifi verdi.
Bu teklif hızla kanunlaşmalı ve komisyon derhal kurulup çalışmaya başlamalı. Yıllardır talep edilen fay hattı yasası derhal çıkarılmalıdır. Fay zonları üzerine yapılaşma derhal durdurulmalıdır. Biz fay hattı ile ilgili kanun teklifimizi de dün sunduk. Bu da derhal Meclis gündemine alınmalı ve hızla yasallaşmalıdır. Ağır cezalar içeren denetim kanunları Meclis’e gelmeli ve sıkı bir denetim mekanizması kurulmalıdır. Yapı denetimi meslek odalarına yeniden devredilmelidir. Riskli bölgeler ve kentler acilen afet bölgesi ilan edilmelidir.
İmar affı kapsamına giren bütün kaçak yapıların envanteri çıkarılmalı ve deprem risklerine göre gerekli çalışmalar derhal başlatılmalıdır. Bilim insanlarımız sürekli uyarıyor. Bingöl, Elazığ, Diyarbakır Lice, Muş Varto, Dersim Ovacık, Hakkari, Erzincan deprem riskiyle her an karşı karşıyadır. Ve tabii ki İstanbul. Bunlar için acil eylem planı ve kamusal eylem planları derhal hazırlanmalıdır. Buradan tüm parti örgütlerimize, halkımıza, STK’lara, tüm yurttaşlara ve gönüllülere acil çağrı yapıyoruz; deprem ve afet Türkiye’nin acil gündemi ve birincil gündemidir.
“Pişkin, sorumsuz, halkı zerre düşünmeyen bu iktidar gidecek”
Bu aciliyete uygun öz örgütlüğümüzü inşa etmemiz, büyütmemiz ve bunu büyük bir toplumsal dayanışmaya dönüştürmemiz gerekiyor. Toplumsal kurtuluşumuz toplumsal örgütlülükle ve dayanışmayla mümkündür. On binlerce insanın canı gitti, milyonlarca insanın geçmişi yok oldu, geleceği elinden alındı. Bu ülkenin bir gün bile bu iktidar ile yürümeye tahammülü yok. Pişkin, sorumsuz, halkı zerre düşünmeyen bu iktidar gidecek, gitmeli. Bu iktidarı göndermeliyiz. Bu sadece siyasi değil aynı zamanda insani ve tarihi bir görevdir, bir sorumluluktur.
Kendi yurttaşlarının canını hiçe sayan, sadece kendi bekasını düşünen böyle bir iktidarı dünya üzerinde görmeniz zordur. İşte bu yüzden gidecekler, gitmeliler, hep birlikte göndermeliyiz. Bu çürük, bu bozuk düzende insan yaşamı, kentsel yaşam güvende değildir. Asıl afet ve felaket yerin altında değil, yerin üstündedir. Felaketi yaratan yerin üstündeki zihniyettir. Asrın felaketi ise rant, talan, sömürü ve savaş sistemidir. Bu sistem tepeden tırnağa kökten değişmelidir. Fay hatları üzerindeki bu ülkeyi değiştiremeyiz ama bu yozlaşmış, bu çürük, bu talancı düzeni değiştirebiliriz ve mutlaka değiştireceğiz.
“Tutunacağımız güç dayanışmanın büyüklüğüdür, örgütlülüktür”
Bu süreçte bizlerin, sivil toplumun, demokratik kurumların, gönüllülerin, yerel yönetimlerin, emek örgütlerinin, tek tek bireylerin anında organize olması, koordinasyon oluşturması tarihsel bir deneyimi de ortaya çıkardı. Şimdi bu büyük dayanışmayı büyük bir siyasal ve toplumsal güce dönüştürme zamanıdır. Tutunacağımız güç dayanışmanın büyüklüğüdür, örgütlülüktür. Dayanışma hem onarıcı ve yaraları iyileştirici güce sahiptir hem de yeniden inşa etmek için gerekli gücü sağlar. Bu güçle, umutla, enerjiyle; yaşamımızı güvence altına alacağımız, kentlerimizi ve yaşam alanlarımızı güvenli hale getirebileceğimiz, denetlenebilir ve anında insanların hizmetinde koordine olan şeffaf yeni bir düzeni ve sistemi birlikte inşa edeceğiz.
Bugün aynı zamanda 21 Şubat Dünya Anadil Günü’dür. Başta Kürtçe olmak üzere bütün anadillerin üzerindeki yasakçı uygulamalarla yüzleşmenin günüdür. Depremde de gördük acılarımız, ağıtlarımız, feryatlarımız bütün ana dillerde haykırıldı. Yardım çığlıkları çığlıklarımız da ana dillerde yapıldı, ortak çalışmalarımızda ana dillerimizin ruhu üzerine kuruldu. Ortak geleceği ve büyük dayanışmayı ana dillerinin özgürlüğü, bütün yurttaşların eşitliği, bütün inançların eşitliği üzerine kurabiliriz. Yaralarımızı böyle sarabilir, geleceğimizi böyle kurabiliriz.
AFAD başta olmak üzere arama kurtarma çalışmalarında Kürtçe ve diğer anadillerin dışlanması asla kabul edilemez, insani değildir, vicdansızlıktır! Enkaz altında kalan ve Türkçe bilmediği için “Yardım gelmez diye Arapça konuşmaktan korktum” diyen bir Suriyeli göçmenin dramı yıllarca unutulmayacaktır. Siz bu dilleri yok sayarsanız, feryatları nasıl duyacaksınız? Bir an önce bu yasakçı, tekçi anlayıştan vazgeçilmeli ve ana dillerde kamusal hizmete olarak sağlanması acilen Türkiye’nin önünde gündem olarak durmalı ve gereği yapılmalıdır.
“İktidarı göndereceğiz, bu ülkeyi hep birlikte yeniden kuracağız!”
Tüm demokrasi güçlerine, tüm muhalefet partilerine, tüm vicdanlı bireylere, iyi insanlara çağrı yapıyorum; bu düzeni birlikte değiştireceğiz, bu iktidarı göndereceğiz, bu ülkeyi hep birlikte yeniden kuracağız, yeni yaşamı da hep birlikte kuracağız. Kimsenin bu sorumluluktan, bu tarihsel görevden kaçma hakkı ve lüksü yoktur. Güçlerimizi birleştirelim, hayatımızı yeniden kuralım.
Ülkeyi yeniden inşa edelim. Yeni bir ülkeyi, yeni bir düzeni, yeni bir yaşamı hep birlikte yaratalım. Halk bizden bunu bekliyor, tarih bizden bunu bekliyor, vicdanlarımız bizden bunu bekliyor. Acılarımız büyük, kayıplarımız ağır. Tekrar bütün acılı insanlarımıza başsağlığı, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Başaracağız. Bu dayanışma ile yaralarımızı sardığımız gibi, bu düzeni de değiştireceğiz. Yeni yaşamı da birlikte kuracağız. Yol uzun, şartlar ağır ama sorumluluk büyük, o nedenle yapacağız. Bu deprem dönemindeki dayanışma bizim umut kaynağımız olsun.”