12 Vekile Ait Dokunulmazlık Fezlekeleri TBMM’de

Aralarında CHP Grup Başkanı Özgür Özel, HDP Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş ve Demokrat Parti İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt’un da bulunduğu 12 milletvekiline ait 15 dokunulmazlık dosyası, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı’na sunuldu.

Haber Merkezi / Meclis Başkanlığı’na, “Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi” sunulan 12 milletvekilinin isimleri şu şekilde:

CHP Grup Başkanı Özgür Özel, Yeşil Sol Parti Kars Milletvekili Gülistan Koçyiğit, HDP Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş, Yeşil Sol Parti Muş Milletvekili Sezai Temelli, Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Berdan Öztürk, CHP Sivas Milletvekili Ulaş Karasu, CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat,

Demokrat Parti İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt, İYİ Parti Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır hakkında 1’er, Yeşil Sol Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan, HDP Grup Başkan Vekili Hakkı Saruhan Uluç, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz hakkındaki 2’şer dokunulmazlık dosyası.

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

YSP’li Aslan’dan ‘Bireysel Silahlanma’nın Araştırılması Talebi

Yılın ilk yedi ayında bin 938 silahlı şiddet olayı yaşandığını ve olaylarda bin 200 kişi hayatını kaybettiği, bin 960 kişi de yaralandığını ifade eden Yeşil Sol Parti Milletvekili George Aslan, bireysel silahlanmanın araştırılmasını için Meclis araştırma önergesi verdi.

YSP’li Aslan, araştırma önergesinde, “Toplumun can güvenliğinin sağlanması için bir an önce silah kullanımını ortadan kaldıracak ya da en aza indirecek tedbirler alınmalı, bireysel silahsızlanma için eğitim programları ve stratejiler geliştirilmeli ve ruhsatlı ya da ruhsatsız silah edinmeyi zorlaştıracak düzenlemeler getirilmelidir” ifadelerine yer verdi.

Yeşil Sol Parti Mardin Milletvekili George Aslan, Türkiye’de bireysel silahlanmaya bağlı olarak artan şiddet olaylarının engellenmesi ve bireysel silahlanmaya karşı önleyici tedbirler alınması için Meclis araştırma önergesi verdi.

Bianet’in aktardığına göre, bireysel silahlanmanın toplumun güvenliğini her geçen gün daha da tehdit eder hale geldiğini söyleyen Aslan, erkek şiddeti sonucu yaşamını yitiren kadınları hatırlattı ve ekledi:

“Kadın cinayetlerinin çoğunun ateşli silahlarla işlendiği göz önüne alındığında bireysel silahlanma özellikle de kadınların can güvenliğini tehlikeye atmakta ve kadına yönelik erkek şiddetini derinleştirmektedir.

Geçtiğimiz hafta İstanbul’un Esenyurt ilçesinde bir tekel bayisinde yaşanan silahlı saldırı sonucu iki yurttaşın yaşamını yitirmesi ve Gaziosmanpaşa ilçesinde bir taksi şoförünün yolcularına açılan ateş esnasında hayatını kaybetmesi artan bireysel silahlanmanın yeniden kamuoyunun gündemine oturmasına neden olmuştur.”

Aslan, önergede Umut Vakfı’nın 2023 verilerini ve Jandarma Genel Komutanlığının atıf yaptı ve  yılın ilk yedi ayında bin 938 silahlı şiddet olayı yaşandığını söyledi. Olaylarda bin 200 kişi hayatını kaybettiği , bin 960 kişi de yaralandığını ifade etti:

Söz konusu silahlı şiddet olaylarında 1653 silah kullanılmıştır. Bunların 397’sinde uzun namlulu silah dahil tüfek, 1187’sinde tabanca, 60’ında beylik silahları, 285’inde ise çoğunluğu bıçak olmak üzere kesici aletlerle gerçekleştirilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı’nın verilerine göre 2018-2021 yılları arasında silah bulundurma ruhsatı yüzde 100’ün üzerinde artmıştır. 2018’de 7 bin 630 olan silah bulundurma ruhsatı alan kişi sayısı, 2021 yılında 16 bin 569 olmuştur. 2018’de 3 bin 41 kişi taşıma ruhsatı alırken bu sayı 2021’de 9 bin 870’e çıkmıştır.”

“Silah edinmeyi zorlaştıracak düzenlemeler getirilmeli”

Çocukların silaha erişiminde de artış olduğunu vurgulayan Aslan, devamında şöyle dedi:

“Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre ise çocukların silaha erişiminde de artış yaşanmaktadır. Bakanlığın açıkladığı ceza mahkemelerinde açılan dosyaların yaşa ve cinsiyete göre dağılımına göre 2022’de ‘Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’ kapsamında 3 bin 352 çocuk yargılanmıştır.

Silah ya da bıçak kullandığı, bulundurduğu ya da ticaretini yaptığı gerekçesiyle hakkında dosya açılan 3 bin 352 çocuktan 455’i 12-14, 2 bin 897’si de 15-17 yaş grubundadır.

Toplumun can güvenliğinin sağlanması için bir an önce silah kullanımını ortadan kaldıracak ya da en aza indirecek tedbirler alınmalı, bireysel silahsızlanma için eğitim programları ve stratejiler geliştirilmeli ve ruhsatlı ya da ruhsatsız silah edinmeyi zorlaştıracak düzenlemeler getirilmelidir.

Bu nedenle artan bireysel silahlanmaya bağlı olarak yaşanan silahlı şiddet olaylarının önlenmesi ve bireysel silahlanmaya karşı önleyici tedbirler alınması amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederim.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Çaldığınız Servetin Esiriyseniz, Ülkeyi Yönetemezsiniz

Partisinin grup toplantısında konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Biriktirdiğiniz veya çaldığınız servetin esiriyseniz, siz ülkeyi yönetemezsiniz. Çaldıkları ve biriktirdikleri servet var. Servetlerin büyük bir kısmı yurt dışında ve şimdi ülkeyi yönetemiyorlar. O yüzden soru şu: Bütün bunların karşılığına baktığımızda Erdoğan hükümeti kimlere hizmet ediyor?” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Vatandaşa hizmet etmediği açık. Zamlardan, vergilerden zaten açık. O zaman kime hizmet ediyor? Saydım bir daha sayayım. Dolarla ihale alanlara hizmet ediyor. Dolarla fiyat garantisi alanlara da hizmet ediliyor. Dolarla devlete borç verenler… Bunlar da tabii paralarının karşılığını, faizini dolar olarak alıyor. Kur korumalı mevduat… Az önce söyledim. 117,5 milyar liralık bir para ödendi. Ayrıca yurt dışından aldıkları krediler var. Özel sektörün, bazılarının. Aldığı kredilere verilen Hazine garantisi var.”

Kılıçdaroğlu, konuşmasının devamında, “Çünkü yurt dışındaki borç para verenler, firmaya güvenmiyor. O garanti de veriliyor bunlara. Başkasının kefaletini Hazine’nin sırtına yıkıyorsunuz. Bu da bizim ülkemizde ilklerden birisidir. Bütün bunların dışında yurt dışındaki enflasyonu da getirip 85 milyonun sırtına yıkıyorsunuz. Bu tabloda şunu görüyorsunuz. İki farklı Türkiye var. Sarayın Türkiye’si, vatandaşın Türkiye’si” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, konuşmasının sonunda ise, Vicdanı olan, ahlakı, erdemi olan, namusu olan herkes soruyorum. Bu kadar büyük bir olayı 21. Yüzyılın Türkiye’sinde nasıl görmezden gelebiliriz? Yargının çürüdüğü bir ortamı, bu kadar somut anlatan başka bir örnek var mıdır? Çağırıyorsun, tehdit ediyorsun, karar vereceksin diyorsun, dosya tamam değil diyor.

Olsun, dosya tamam olmasa bile firma lehine karar vereceksin diyor. Bunlar bedava mı yapılıyor? Eğer rüşvet, yargıya kadar gittiyse, HSK bütün bu hukuksuzlukların, adaletsizliklerin kaynağı haline gelmişse Türkiye’de hiçbir şey düzelmez. Ne ekonomi ne ahlak ne erdem düzelmez. Çürüme nerede? Açık ve net söylüyorum: Çürüme sarayda. Neron Roma’yı yaktı; Erdoğan da Türkiye’yi yakıyor.” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Dünya kadar sorunumuz var ama bu sorunlar sadece bugüne özgü değil. Tarihimize baktığınızda o tarihlerde de ciddi sorunlar vardı ama o sorunlar, akılla, bilgiyle, birikimle ve güçlü bir iradeyle yenildi.

O sorunlardan birisi de Osmanlı’nın yıkılışı ve yıkılan bir imparatorluktan genç bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkmasıydı ve bu genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Lozan’da bütün egemen güçlere karşı mücadelesini verdi; büyük bir başarının altına imza attı ve Türkiye’nin bağımsızlığını bütün dünyaya duyurdu ve onaylattı. Dolayısıyla biz, Lozan’ın 100. Yılında bu büyük başarıya imza atan ve aramızda olmayan bütün kahramanlara, devletin bütün yöneticilerine başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere hepsine şükran borçluyuz.

Onlar, bir tarih yazdılar ama kulaklarımıza küpe olsun diye rahmetli İsmet İnönü 15 Ekim 1973’te TRT’de Nazmi Kal ile yaptığı bir söyleşi var. Orada rahmetli İnönü’nün anlattığı bir öykü var. ‘Batılılar Lozan’ı istemeye istemeye kabul etti diyor. Doğrudur.

Emperyal güçler, Osmanlı’yı parçalamak ve yemek istiyorlardı. Lozan’da İngiliz delegesi Lord Curzon ve Amerikan delegesi oturuyorduk. İngiliz delegesi Lord Curzon, Lozan’dan memnun ayrılmıyoruz. Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Ne ile nasıl yapacaksınız? Para bir bunda var (Amerikan delegesini işaret ederek) bir de ben de var. Geleceksiniz, para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz. Reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim’ dedi.

Bunu hiçbir zaman unutmam diyor rahmetli İsmet İnönü. Ve unutmadı. İktidarı muhalefete devrettiği zaman da Merkez Bankası’nın kasasında 122 ton altın vardı. Dolayısıyla bugün aradan 100 yıl geçmesine karşın bugün devleti yönetenlerin kapı kapı gezip para dilendikleri bir ortamı yaşıyoruz. 100 yıl önce hangi mücadeleyi verdik; 100 yıl sonra hangi noktadayız? Bunu bizi dinleyen bütün vatandaşlarımın unutmaması gereken bir gerçek olduğunu bilmelerini isterim.

24 Temmuz aynı zamanda Basın Bayramı. Basında sansürün kaldırılışının tam 115. Yıl dönümüydü dün. Hapishanelerimizde gazeteciler var. Merdan Yanardağ şu anda hapiste. Üstelik tutuklu yani mahkum değil. Medya üzerindeki baskıları görüyoruz. Bunları yaşıyoruz. Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 165. Sıradayız.

Bu ayıp bile hangi noktada olduğumuzu gösteriyor. Adliyelerde haber takibi yapanlar var. Bu yılın ilk 7 ayında, o haber takibi yapan gazetecilerin tam 364 kez hakim karşısına çıktığını da bilmenizi isterim. Haber takibi yapan tekrar hakim karşısına çıkıyor sorgulanmak üzere. Bu arada doğru haberlerin de engellendiğini biliyoruz. Ama medyada bir özgürlüğün olmadığını da günlük yaşamımızda da olsa görüyoruz ve yaşıyoruz.

Akbelen’de kadınlar direniyor. Köylü kadınlar direniyor. CHP Grubu’ndan Akbelen’de direnen, ormanı için, ağacı için direnen o kadınlara buradan güzel bir alkış gönderelim lütfen. İki yıldır mücadele ediyorlar. Dün güvenlik güçleri TOMA’larla engellemek istedi. Yahu neyi engelliyorsunuz? Ağacı korumak suç mu? Doğayı korumak suç mu? Onlar kendileri için değil o coğrafyada yetişen evlatları için mücadele ediyorlar. Dolayısıyla onların mücadelesi, toplumun her kesimine örnek olsun diyelim.

Dimitry Orlov’un güzel bir ‘toplumların çöküşü’ teorisi vardır. Şöyledir: Toplumların çöküşü, beş ana aşamada meydana gelir der. Birinci aşama, finansal çöküştür. Yani kurumlar borçlarını ödeyemez noktaya gelirse bir finansal çöküşle karşı karşıya kalırsınız.

İkincisi, ticari çöküştür der. Yani yerli para değerini kaybeder, paradan kaçış başlar ve yatırımcı önünü göremez; dolayısıyla ticari çöküş gündeme gelir. Üçüncüsü, politik çöküş der. Hükümet meşruiyetini ahlaki ve siyasi olarak ve yönetim kabiliyetini kaybeder. Evet ahlaki ve siyasi açıdan sorgulanan bir hükümet var. Zaten liyakat denen bir olay da Türkiye’de söz konusu değil.

Dördüncü çöküş, sosyal çöküş. Aile yapısının kökten sarsılması, boşanmaların artması, işsizliğin artması, uyuşturucu bataklığına o ülkenin sürüklenmesi, intihar vakalarının artması sosyal çöküşün habercisidir diyor. Beşincisi kültürel çöküş. Ahlaki değerlerin temelden sarsılması. Adalet duygusunun giderek zayıflaması, devleti soyanların itibarlı hale gelmesi. Savurganlığın, saygınlık olarak algılanması… bunlar da kültürel çöküşün ana parametreleridir. Toplumların çöküşünde Orlov, bunlar anlatıyor.

Haziran ayında 219 milyar lira bütçe açık verdi. Yani para yok ama harcıyorsunuz. Hazine’nin ödeyeceği kısa vadeli borç, vadesine bir yıldan daha kısa zaman kalan dış borç 207 milyar dolar. Tam bir rekor. Hem dış borcu ödeyip hem de cari işlemler açığını finanse edebilmeniz için 207 milyar doların 270 milyar dolara çıkması lazım.

Yani bir yıl içinde 270 milyar dolar para bulmanız gerekiyor. Neden gidip el etek öpüyorlar, neden düne kadar şerefsiz dediklerinin saraylarına gidip ‘yahu biz ettik sen etme, ne olursun para ver’ diye dilenenlerin arkasındaki gerçek bu. Bütün bunlara rağmen hani olur bu kadar borç olur ama Merkez Bankası’nda da paranız olur. Yok. Merkez Bankası’nda eksi 48 milyar dolar…

Merkez Bankası’nın da rezervi böyle. Bunun yanında kur korumalı mevduat var. Bu yıl ve geçen yıl 117 milyar lira para ödendi kur korumalı mevduat sahiplerine. Bunlar hem vergi ödemeyecekler hem paraları dolar bazında garanti altında. Türk lirasına güven tamamen kaybolmuş vaziyette yani ticari çöküş. Bankada hesapları olanların yüzde 67’si döviz üzerinden tutuyor parasını.

Türkiye’nin hangi noktaya geldiğini üç görüşle ifade edeceğim. Bir, diyor ki Türkiye ‘Sana borcumun anaparasını ödeyemiyorum. Param yok. Sana anaparayı ödemek için bana borç ver.’ İki, ‘Senden aldığım borcun faizini de ödeyemiyorum. Param yok. Anapara dışında faizini de ödemem için bana borç ver.’ Üç, ‘Ayrıca bütçede açığım var. Bu açığı kapatmam için de bana borç para ver.’ Lozan dedik, rahmetli İsmet İnönü dedik. Lord Curzon’un ‘geleceksin Türkiye’yi imar etmek için, fakir fukara bir ülkesin, ben o zaman cebime koyduklarımı senin önüne koyacağım…’ Türkiye’nin geldiği nokta budur.

Vatandaş icra dairelerinde… -Oradan da bir rakam vereyim. Geçen yılın 1 Ocak’la 22 Temmuz arasında geçen yılla aynı döneme baktığınızda icra dosyalarındaki artış, yüzde 63. İnsanlar icradan kaçınmak için adreslerini de değiştiriyorlar. Vatandaş maalesef borç batağında. Tek kişilik hükümet kuruldu. Yetkiyi aldı ve bu tabloyu değiştirmek istiyor. Bir, ne yapmam lazım diyor? Yeni vergiler getirmem lazım diyor. Mükerrer vergiler dahil. İnsafsız zamlar… Onun dışında bir şey yapılmadı.

Bunun için TBMM’ye bir ek bütçe getirdiler. 1.1 trilyon liralık bir bütçe. Saygın bir yatırım kuruluşu var. Bu bütçede bir hesaplama yapıyor. Diyor ki, ‘Zamlar ve ek vergilerden gelecek paranın tutarı, 265 milyar liradır.’ Oysa Mayıs’tan Haziran’a yani bir ayda devletin borcu tam 900 milyar lira arttı. Mayıs’tan Haziran’a dövizdeki oynama nedeniyle devletin borcu 900 milyar lira arttı. Devletin yönetilmediğini artık hepimiz biliyoruz. Biz borç para vermek isteyenler de bu gerçeği biliyor. O nedenle diyorlar ki, ‘Limanları vereceksin bana. Arsaları arazileri vereceksin bana.

Ben çalıştıracağım.’ O zaman sana borç veririm diyor. Bu, devleti yönetememenin gerçek bir tablosudur. Akaryakıt zamları, vatandaşın cebinden çalınan paradır. Bu gerçeği, hiç kimsenin unutmaması lazım. O nedenle biz, yapılan uygulamayı bir ekonomik soykırım olarak tanımlıyoruz. 85 milyonu bir avuç kişiye hizmet eder hale getirmek, bizim kabul edeceğimiz bir şey değildir. Dikkat ederseniz alınan önlemler arasında saray harcamaları dolayısıyla bir israf genelgesi yok. Sarayda her şey mükemmel.

Hiç kimse biriktirdiği veya çaldığı servetin esiri olmamalıdır. Biriktirdiğiniz veya çaldığınız servetin esiriyseniz, siz ülkeyi yönetemezsiniz. Çaldıkları ve biriktirdikleri servet var. Servetlerin büyük bir kısmı yurt dışında ve şimdi ülkeyi yönetemiyorlar.

O yüzden soru şu: Bütün bunların karşılığına baktığımızda Erdoğan hükümeti kimlere hizmet ediyor? Vatandaşa hizmet etmediği açık. Zamlardan, vergilerden zaten açık. O zaman kime hizmet ediyor? Saydım bir daha sayayım. Dolarla ihale alanlara hizmet ediyor. Dolarla fiyat garantisi alanlara da hizmet ediliyor. Dolarla devlete borç verenler… Bunlar da tabii paralarının karşılığını, faizini dolar olarak alıyor. Kur korumalı mevduat… Az önce söyledim. 117,5 milyar liralık bir para ödendi.

Ayrıca yurt dışından aldıkları krediler var. Özel sektörün, bazılarının. Aldığı kredilere verilen Hazine garantisi var. Çünkü yurt dışındaki borç para verenler, firmaya güvenmiyor. O garanti de veriliyor bunlara. Başkasının kefaletini Hazine’nin sırtına yıkıyorsunuz. Bu da bizim ülkemizde ilklerden birisidir. Bütün bunların dışında yurt dışındaki enflasyonu da getirip 85 milyonun sırtına yıkıyorsunuz. Bu tabloda şunu görüyorsunuz. İki farklı Türkiye var. Sarayın Türkiye’si, vatandaşın Türkiye’si.

Sarayın Türkiye’sine bakalım. Kimler var burada? Erdoğan ailesi var. Beşli çeteler var. Dört beş yerden aylık maaş alanlar var. İhale takipçileri var. Rüşvet alan büyükelçiler var. Ayda 10 bin dolar rüşvet alan siyasetçiler var. Rüşvet alanları meşrulaştıranların tamamı sarayın Türkiye’sinde. Sarayın Türkiye’sinde yaşayanların kira derdi diye bir şeyleri yok.

Elektrik parası, doğalgaz parası, yakıt parası diye bir dertleri yok. Sarayın Türkiye’sinde asla ve asla işsizlik diye bir dert yok. Herkes malı götürmekle meşgul. Sarayın Türkiye’sinde oturanlar, vatandaşın kanına ekmek doğrayanlardır. Onların alın terini sömürenlerdir. Ev sahibiyle, kiracılar arasında kavgalar oldu, cinayetler işlendi. İktidar sahipleri gördüler mi kiralardaki artışları? Görmediler. Çünkü, sarayın Türkiye’sinde kira yok. Vatandaşın Türkiye’sini hepiniz biliyorsunuz.

Devletin hazinesini düzeltmek istiyorsanız bu soyguna son vereceksiniz. Akıl var, mantık var, bilgi var, adalet var, dolarla verdiğin garantilerin tamamını Türk lirasına çevireceksin kardeşim bu kadar açık. Tasarruf yapacaksan vatandaştan değil, saraydan başlayacaksın. Genelge çıkaracaksan saraydan çıkaracaksın.

Bütün bunların temelinde adaletsizlik yatıyor. Adaleti dağıtan organın adına da biz, mahkeme diyoruz. Hakim, hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir. Barış Terkoğlu, 10 Temmuz’da bir yazı yazdı Cumhuriyet gazetesinde. Yargıdaki bozulmayı anlattı ve o yazı karşısında bekledi ki Adalet Bakanlığı ya da Hakimler Savcılar Kurulu’ndan bir açıklama gelir ‘ya böyle bir şey yoktur’ denir. Ama bu çok önemli bir yazı ve bu yazı şu anda adeta sahipsiz. Bu yazıda, yazılanları soru haline getirdim. Bu soruları arkadaşlar bir sorsunlar bakalım. Sorular şu:

Önceki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Hakimler Savcılar Kurulu Birinci Daire Başkanı Halil Koç ve Adalet Bakan Yardımcısı Hasan Yılmaz, seçimlerden önce nisan ayında İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi Başkanı Ramazan Acar’ı Ankara’ya kendisiyle görüşmek üzere çağırdılar mı, çağırmadılar mı?

Ankara’da yapılan görüşmede Halil Koç ve Hasan Yılmaz, Mahkeme Başkanı Hasan Acar’ı tehdit etti mi, etmedi mi? Tehdit gerekçesi de şu: Elinde bir dava var. Davanın mutlak bir şekilde firma lehine sonuçlanması lazım. O yüzden 3 Mayıs’taki duruşmada mutlaka karar vermenizi istiyoruz. Dava dosyasının karar aşamasına gelmemiş olmasının hiçbir önemi yok diyor. Sen karar ver, gerisini bize bırak diyorlar. Bu nasıl bir anlayıştır? Nasıl bir soygun düzenidir?

Yine aynı şekilde ilgili firma lehine karar verilmesi için İstanbul Adalet Komisyonu Başkanı Okan Albayrak İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi Başkan ve üyelerine baskıda bulundu mu, bulunmadı mı?

Yeni Adalet Bakanı’nın atanmasına bir gün kala 1 Haziran 2023 tarihinde Adalet Bakan Yardımcısı Hasan Yılmaz, Hakimler Savcılar Kurulu Birinci Dairesi’ne gidip davanın mutlak bir şekilde firma lehine sonuçlanması gerektiğini, mahkeme heyetinin arıza çıkararak duruşmayı ertelettiğini söyleyerek, heyetteki arıza çıkaranların yerine yeni heyet atanması gerektiğini söyledi mi, söylemedi mi?

3 Mayıs 2023. Bu duruşmada bütün baskılara rağmen karar verilmemiş olması nedeniyle, hakim iradesini sarayın ipoteğine vermemiş bir insan. Hakim diyor ki daha henüz dosya tamamlanmadı, karar vermiyorum. Mahkeme başkanı ve üyesi talepleri de olmamasına rağmen kararname öncesi alelacele başka mahkemelere sürüldü mü, sürülmedi mi? Yine kararname dışı, yerlerine başka hakim atandı mı, atanmadı mı?

İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi’ne yeni atanan hakimler istenen şekilde, firma lehine karar verdi mi, vermedi mi?

“Neron Roma’yı yaktı, Erdoğan da Türkiye’yi yakıyor”

Vicdanı olan, ahlakı, erdemi olan, namusu olan herkes soruyorum. Bu kadar büyük bir olayı 21. Yüzyılın Türkiye’sinde nasıl görmezden gelebiliriz? Yargının çürüdüğü bir ortamı, bu kadar somut anlatan başka bir örnek var mıdır? Çağırıyorsun, tehdit ediyorsun, karar vereceksin diyorsun, dosya tamam değil diyor. Olsun, dosya tamam olmasa bile firma lehine karar vereceksin diyor.

Bunlar bedava mı yapılıyor? Eğer rüşvet, yargıya kadar gittiyse, HSK bütün bu hukuksuzlukların, adaletsizliklerin kaynağı haline gelmişse Türkiye’de hiçbir şey düzelmez. Ne ekonomi ne ahlak ne erdem düzelmez. Çürüme nerede? Açık ve net söylüyorum: Çürüme sarayda. Neron Roma’yı yaktı; Erdoğan da Türkiye’yi yakıyor.”

Paylaşın

Zamlar Altılı Masa’yı Harekete Geçirdi: Meclis’i Olağanüstü Toplantıya Çağıracak

Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) artışından kaynaklı zamların dayanıklı tüketim malları dahil pek çok ürüne de yansıtılması beklenirken akaryakıt zammının da ulaşımdan gıdaya pek çok ürüne ve hizmete yansıyacağı süreceği yorumu yapılıyor.

Bu tablonun yarattığı olumsuz etkiyi dikkate alan Altılı Masa’nın siyasi partileri Meclis’in olağanüstü toplanması için çalışma başlattı. Meclis’in olağanüstü olarak toplanabilmesi için 5’te bir çoğunluğa denk gelen 120 milletvekilinin, imzalar tamamlandıktan sonra Meclis Başkanı’nın olağanüstü toplantı çağrısına olumlu cevap vermesi gerekiyor.

Meclis, en son CHP’li milletvekillerinin imzalarıyla, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarıyla ilgili genel görüşme açılması amacıyla, 1 Ağustos 2022’de Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmış, toplantı yeter sayısının sağlanamaması sebebiyle toplantı çağrısı düşmüş ve Meclis yeniden kapanmıştı.

Geçtiğimiz hafta, cumhurbaşkanına “özel tüketim vergisini (ÖTV) 5 kat daha fazla artırma” yetkisi veren düzenlemeyi de içeren torba kanun teklifinin geçmesinin hemen ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarına yaz arası verdi.

Meclis’in kapandığı gece cumhurbaşkanı bu yetkisini kullandı ve akaryakıt fiyatlarına litrede 6 liraya varan zamlar yansıdı. ÖTV artışından kaynaklı zamların dayanıklı tüketim malları dahil pek çok ürüne de yansıtılması beklenirken akaryakıt zammının da ulaşımdan gıdaya pek çok ürüne ve hizmete yansıyacağı süreceği yorumu yapılıyor. Bu tablonun yarattığı olumsuz etkiyi dikkate alan Altılı Masa’nın siyasi partileri Meclis’in olağanüstü toplanması için çalışma başlattı.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollağlu ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Altılı Masa’nın diğer liderleriyle temasa geçerek Meclis’te zamların gündeme alınacağı bir olağanüstü toplantının yapılması gerekliliği konusunda fikir birliği sağladı. Liderler partilerinin grup başkanları ve başkanvekillerini bu konuda çalışma yapması için görevlendirdi.

Grup başkan ve başkanvekillerinin temasları büyük oranda tamamlanırken olağanüstü toplantı için hazırlanacak metnin bu hafta içi imzaya açılması ve Meclis’in önümüzdeki hafta toplanması hedefleniyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuyu bugün gerçekleşecek MYK’de de gündeme getireceği ifade ediliyor.

Meclis’in olağanüstü olarak toplanabilmesi için 5’te bir çoğunluğa denk gelen 120 milletvekilinin, imzalar tamamlandıktan sonra Meclis Başkanı’nın olağanüstü toplantı çağrısına olumlu cevap vermesi gerekiyor. Meclis Başkanı’nın olumlu cevap vermesi halinde olağanüstü toplantının yapılabilmesi için gerekli olan toplantı yeter sayısına yani 200 milletvekiline ulaşmak gerekiyor.

Altılı Masa’nın siyasi partilerinin toplam milletvekili sayısı, olağanüstü toplantı çağrısı yapmak ve toplantı yeter sayısını sağlamak için yeterli. Toplantı günü yeterli çoğunluk sağlanamazsa çağrı düşmüş oluyor.

Herhangi bir oylama yapılamıyor ve karar alınamıyor

Meclis’in “Genel Görüşme” talebiyle olağanüstü toplanması halinde liderler ya da grup başkanları kürsüden mevcut duruma dair değerlendirme yapıyor. Genel görüşme sonucunda herhangi bir oylama yapılamıyor ve karar alınamıyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, en son CHP’li milletvekillerinin imzalarıyla, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarıyla ilgili genel görüşme açılması amacıyla, 1 Ağustos 2022’de Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmış, toplantı yeter sayısının sağlanamaması sebebiyle toplantı çağrısı düşmüş ve Meclis yeniden kapanmıştı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Babacan Liderliğindeki DEVA Partisi Yol Haritasını Netleştiriyor

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 15 milletvekili ile temsil edilen Ali Babacan Liderliğindeki Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi’nde her bir milletvekili “gölge bakan” gibi çalışacak.

Bu yeni görevlendirmeye göre Adalet Bakanlığı’ndan Mustafa Yeneroğlu; İçişleri Bakanlığı’ndan İdris Şahin; Milli Savunma Bakanlığı’ndan Sadullah Ergin; Sağlık Bakanlığı’ndan İrfan Karadutlu; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan Evrim Rızvanoğlu;

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Seda Kaya Ösen; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan Elif Esen ve Selma Aliye Kavaf sorumlu olacak. Ekonomi Politikaları ve Siyasi İşler Başkanı İbrahim Çanakçı da Meclis ve Genel Merkez arasındaki çalışmaların koordinasyonunun sağlanmasından sorumlu olacak.

Saadet Partisi ve Gelecek Partisi ile grup kurmayı reddeden ve Meclis’te 15 milletvekili ile temsil edilen DEVA Partisi’nin yol haritası netleşmeye başladı. Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre DEVA Partisi’nin 15 milletvekili için yeni görevlendirmeler yapıldı. Buna göre DEVA Partisi’nin her bir milletvekili bir bakanlıktan sorumlu olacak.

Milletvekilleri sorumlu oldukları bakanlıkları takip edecek

“Gölge bakanlar” gibi çalışacak olan milletvekilleri, sorumlusu oldukları bakanlıkların tüm icraatlarını takip edecek, muhalefet edilmesi gereken durumlarda partiyi bilgilendirecek, vatandaşlardan, sivil toplumdan gelen bakanlıklarla ilgili talep ve şikayetlerin takipçisi olacak. İlgili bakanlıklarla temas gereken durumlarda bakanlarla iletişime geçerek talep ve şikayetleri de aktaracak.

Yeni görevlendirmeler belli oldu

Bu yeni görevlendirmeye göre Adalet Bakanlığı’ndan Mustafa Yeneroğlu; İçişleri Bakanlığı’ndan İdris Şahin; Milli Savunma Bakanlığı’ndan Sadullah Ergin; Sağlık Bakanlığı’ndan İrfan Karadutlu; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan Evrim Rızvanoğlu; Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Seda Kaya Ösen; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan Elif Esen ve Selma Aliye Kavaf sorumlu olacak. Ekonomi Politikaları ve Siyasi İşler Başkanı İbrahim Çanakçı da Meclis ve Genel Merkez arasındaki çalışmaların koordinasyonunun sağlanmasından sorumlu olacak.

Milletvekili bulunmayan iller 15 milletvekili arasında paylaşıldı

DEVA Partisi’ndeki bir diğer görevlendirme de milletvekili bulunmayan iller için oldu. Milletvekili çıkarılamayan iller, 15 milletvekili arasında bölüştürüldü. Bu milletvekilleri sorumlusu oldukları şehirlerin sorunlarını, ihtiyaçlarını yakından takip ederek o ilin milletvekili gibi görev yapacaklar. Milletvekilleri, Meclis kapanır kapanmaz sorumlu oldukları illere gidecek ve ilk etapta yaz sonuna kadar kapsamlı çalışmalar yürütecekler.

Meclis ve Genel Merkez’de sınırlı kalmayan bir siyaset hedefi

Milletvekilleri ve parti yöneticileri, Meclis’teki faaliyetlerinin dışında daha çok sahada olacakları bir çalışma yöntemi de işletecek. Yaşanan sorunların muhatabı kurumların önünde eylem ya da açıklama yapmak gibi pratiğe dönüşecek çok sayıda programla sadece Meclis ve Genel Merkez’de sınırlı kalmayan bir siyaset yapma biçimini tercih edecekler.

Paylaşın

AK Parti’den Meclis’te Çoğunluk İçin Yeni Adım; Muhalefetten Tepki

Saadet Partisi ile Gelecek Partisi’nin Saadet Partisi adı altında TBMM’de (Türkiye Büyük Millet Meclisi) grup kurma kararı sonrası AK Parti, komisyonlarda üye kaybı yaşamamak için yeni adım attı.

Seçimlerin ardından Meclis’in açılmasıyla belirlenen komisyon üyeliklerinde AK Parti’nin önergesi ile değişikliğe gidildi. Muhalefet partileri ise bu düzenlemeye tepki gösterdi.

CHP Grup Başkanı Özgür Özel de AK Parti’nin komisyon ve Meclis Başkanlık Divanı’nda hesap yaparken, Meclis Başkanı’nın dahil edilmemesi gerekirken dahil ederek hesaplama yaptığını kaydetti. Özel, “Bunun yanlış olduğunu herkes biliyor. Sağır sultan biliyor. İlk düğmeyi yanlış iliklediniz ve Meclis Başkanının tarafsızlıkla ilgili taahhütlerini ilk günden sakatladınız. Bu haksızlığa ‘kabul’ demiyoruz” ifadelerini kullandı.

İYİ Parti adına Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu da söz alarak, AK Parti’nin üye sayısının azaltılmaması için bu adımı attığını kaydederek, “İsminde ‘adalet’ olan bir partiyi TBMM’deki temsil yetkileri belirlenirken dahi adalet çizgisine getirmeye muvaffak olamadık. AK Parti komisyonlarda üye kaybetmemek için komisyondaki üye sayılarıyla oynuyor” diye konuştu.

Meclis Genel Kurulu’nda AK Parti’nin getirdiği önerge ile Meclis’teki bazı komisyonların üye sayıları ve TBMM Başkanlık Divanı’ndaki üye sayıları artırıldı. AK Parti’nin bu hamlesi ile Saadet Partisi’ne kaybedilecek koltuklar da korunmuş oldu.

Seçimlerin ardından Meclis’in açılmasıyla belirlenen komisyon üyeliklerinde AK Parti’nin önergesi ile değişikliğe gidildi. Saadet Partisi ile Gelecek Partisi’nin Saadet Partisi adı altında grup kurma kararı sonrası bazı komisyonlarda AK Parti 1 üye kaybedecekti.

Siyasi parti gruplarına göre yapılan dağılımlarla örneğin 26 kişilik komisyonlarda AK Parti’nin üye sayısı 13’ten 12’ye düşecek ve 1 üye Saadet Partisi’ne geçecekti. Ancak AK Parti yaptığı hamle ile bu koltuk kaybının önüne geçti ve 26 kişilik komisyonların üye sayısını 27’ye çıkardı.

AK Parti önergesi ile Plan ve Bütçe Komisyonu’nun üye sayısı 30’dan 31’e, Meclis Başkanlık Divanı’ndaki katip üye sayısı 10’dan 11’e, aralarında Anayasa, Adalet, Milli Savunma, İçişleri, dışişleri, Milli Eğitim, Bayındırlık, Çevre, Sağlık, Tarım, Sanayi, komisyonlarının da üye sayısı da 26’dan 27’ye çıkarıldı.

DW Türkçe’den Kıvanç El’in aktardığına göre; AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler, Meclis’te yapılan bu düzenlemeyi, “komisyonlarda mevcut görev yapan milletvekillerinin konumunu korumak” olarak açıkladı.

Saadet Partisi Grup Başkanvekili Bülent Kaya, düzenlemeyi eleştirirken, AK Parti’nin Meclis’te çoğunluk partisi olmasa da komisyonlardaki gücünü artırdığını ifade etti. Kaya, geçmişte Erbakan ile beraber siyaset yapanların AK Parti içerisinde olduğunu hatırlattı ve Erbakan’ın bir sözüyle AK Parti’lileri eleştirdi.

Bülent Kaya, “Erbakan Hoca, ‘Batılın hak anlayışı ya kuvvetten doğar ya çoğunluktan doğar ya imtiyaz ve ayrıcalıktan ya da menfaat ve çıkardan doğar. Ne kuvvet ne çoğunluk ne imtiyaz ne de menfaat hak sebebi olamaz, bu ancak batıl hak anlayışıdır’ derdi. Burada buna inanan AK Parti’lilerin olduğunu biliyorum” dedi.

“Yanlış olduğunu sağır sultan biliyor”

CHP Grup Başkanı Özgür Özel de AK Parti’nin komisyon ve Meclis Başkanlık Divanı’nda hesap yaparken, Meclis Başkanı’nın dahil edilmemesi gerekirken dahil ederek hesaplama yaptığını kaydetti. Özel, “Bunun yanlış olduğunu herkes biliyor. Sağır sultan biliyor. İlk düğmeyi yanlış iliklediniz ve Meclis Başkanının tarafsızlıkla ilgili taahhütlerini ilk günden sakatladınız. Bu haksızlığa ‘kabul’ demiyoruz” ifadelerini kullandı.

İYİ Parti adına Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu da söz alarak, AK Parti’nin üye sayısının azaltılmaması için bu adımı attığını kaydederek, “İsminde ‘adalet’ olan bir partiyi TBMM’deki temsil yetkileri belirlenirken dahi adalet çizgisine getirmeye muvaffak olamadık. AK Parti komisyonlarda üye kaybetmemek için komisyondaki üye sayılarıyla oynuyor” diye konuştu.

Meclis’te 16 üyesi bulunan Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’nun üye sayısı ise değiştirilmedi. Bu komisyonda Saadet Partisi, 1 üyelik hakkını AK Parti’den değil YSP’den alacaktı. AK Parti’nin bu komisyonda üye kaybı olmadığı, kaybın kendisi yerine YSP’den olduğu için değişikliğe gitmediği dikkat çekti.

AB Uyum Komisyonu, Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile İnsan Hakları Komisyonlarında grubu olmayan partilerin temsiline zaten olanak sağlandığı için bu komisyonların üyelikleri de değiştirilmedi.

AK Parti’nin getirdiği düzenleme Cumhur İttifakı içerisinde yer alan partilerin verdiği destek ile kabul edildi.

Paylaşın

Bahçeli’den NATO Çıkışı: Türkiye’nin Milli Güvenliği Göz Ardı Edilmiştir

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan MHP Lideri Bahçeli, “Türkiye’nin NATO’yla ittifak kültürü 71 yıllık gelgitli bir maziye dayanmaktadır. Ne var ki köprülerin altından çok sular akmıştır. Ne dünya eski dünyadır, ne de Türkiye 1950’li yılların Türkiye’sidir. Bir defa bu yalın ve yakın gerçeğin telaffuz sorumluluğu bihakkın omuzlarımızdadır. Türkiye, NATO hukuku çerçevesinde üstlendiği askeri, stratejik ve siyasi misyonları harfiyen yerine getirirken aynı hakkaniyeti, aynı hassasiyeti maalesef ittifak ortaklarından görmemiştir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bugüne kadar hiçbir görevden, hatta hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Türkiye’nin milli güvenliği hemen hemen her seferinde göz ardı edilmiştir. Finlandiya’nın katılımıyla NATO üyesi ülkelerin sayısı 31’e çıkmıştır. Şimdi üyelik peronuna İsveç yanaşmıştır. Bu ülkenin üyeliğine karşı Türkiye’nin haklı ve meşru itirazları vardır. İsveç’in terörle arasına mesafe koymaktan ısrarla imtina ettiği malumlarınızdır. Üstelik İsveç hükümetinin Kur’an-ı Kerim’e yönelik şerefsiz ve vandal saldırıları sürekli alttan aldığı, görmezden geldiği, sıkışınca da durumu kurtarmak için cılız kınama mesajları yayımladığı bilinen bir husustur.”

Bahçeli, konuşmasının devamında, “Türkiye dayatmaları sineye çekecek kabile devleti değildir. NATO’nun açık kapı politikasının maksat ve mahiyeti de milli bekamızdan, egemenlik haklarımızdan, iç ve dış güvenlik mülahazalarından daha mühim, daha öncelikli olamayacaktır. Geldiğimiz bu aşamada cevabını aradığımız sarsıcı soru şudur: Milli varlığımızı doğrudan tehdit eden kanlı terör örgütlerine kucak açan, bunların terörist devşirmesine ve haraç toplamasına kendi başkentinde göz yuman mahut ülkeyle bir güvenlik mimarisinin bünyesinde nasıl buluşacağız? Böylesi bir acizliğe nasıl göz yumacağız? Bunu nasıl hazmedeceğiz?” ifadelerini kullandı.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Bahçeli’nin açıklamaları şöyle:

Türk siyaseti, ahlaki ve milli uzlaşma vasatından bir yanda kaçıp diğer yanda korkanların elinde itibar ve irtifa kaybına acıklı şekilde maruz kalmaktadır. Bu kaybın önüne geçmek, bu kaybın zarar ve ziyanlarını telafi etmek sahici ve samimi siyaset yapanların öncelikli vazifesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Ekim 2023 tarihine kadar çalışmalarına ara vermeden gündemde bulunan kanun tekliflerini sırasıyla kabul ederek milletimizin haklı beklentilerini karşılamak durumundayız. Özellikle 6 Şubat Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerin neden olduğu ekonomik hasarların telafisi için bazı düzenlemeler yapılacaktır.

Bu düzenlemeler can sıkıcı olsa da daha güzel ve gelişmiş bir ülke tablosuna vasıl olmak için dişimizi sabırla sıkmamız işin doğası gereğidir. Nimet-külfet dengesi adaletle kurularak depremin ağır sonuçları inanıyorum ki en aza indirilecektir. Bildiğiniz gibi depremin neden olduğu sosyal, toplumsal, sosyolojik ve psikolojik maliyetlerin yanında kabarık ekonomik faturası yaklaşık 104 milyar dolar düzeyindedir. Devlet deprem bölgesinde seferber olmuştur. Bütün imkanlar harekete geçirilmiş, mağdur vatandaşlarımıza el uzatılmıştır. Bunun yanı sıra, depreme karşı güvenli konutların temel atma ve yapım süreçleri tavsamadan ve teklemeden devam etmektedir.

Olağanüstü bu mücadele sürecinin desteklenmesi, depremzede vatandaşlarımızın her türlü ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla 2023 yılı Merkezi Yönetim Bütçesine ilave ödenek eklenmesi söz konusudur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, TBMM’de görüşülecek kanun tekliflerini tereddütsüz destekleyeceğimizi, vatanımızın ve milletimizin başta deprem olmak üzere, farklı sebeplerden kaynaklanan akut ihtiyaçlarının karşılanması için yapıcı ve müspet irademizi göstereceğimizi huzurlarınızda açıklamak istiyorum.

Tezvirat ve tefrikalarıyla vapur bacası gibi ses çıkaran bedhahlara aldanmayız, hiç de aldırış etmeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’ncü yıldönümünde milli birlik ve kardeşlik ruhuyla her meselenin üstesinden geliriz, bunu da başarmaya azimli ve muktediriz. Ekonominin fırtınalı denizlerden güvenli limana yüzerek demirleyeceğine, günün sonunda insanımızın yüksek refah standardına ulaşacağına; yakın vadede kalkınmış, büyümüş, zenginleşmiş, fiyat ve finansal istikrarıyla, gelir ve servet dağılımı adaletini sağlamış bir Türkiye’nin yıldız gibi parlayacağına yürekten inanıyorum.

Hayat pahalılığı kaderimiz değildir. Kur, faiz ve enflasyondaki oynaklıklar sağlıklı bir yönetim sistemi, güçlü bir iktidar ve millet desteğiyle gündemdeki ağırlığını inşallah kaybedecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi siyasal ve ekonomik istikrarın güvencesidir. Böylelikle ekonomide huzur ve refah sökün edecektir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 3 Haziran 2023 tarihinde açıklanıp göreve başlayan ikinci dönem Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Türkiye ekonomisinin maruz kaldığı risk ve tehlikeleri en aza çekmek için kolları sıvamıştır.

Hiçbir vatandaşımızı enflasyona ezdirmeme gayesi taşıyan bir iktidar görevinin başındadır. Biz de bu gayenin sonuna kadar yanındayız. Memurlarımıza ve emeklilerimize yapılacak zamların da destekçisiyiz.

Ekonomik şartlar iyileştikçe, ekonomik toparlanma genişledikçe, ümit ediyorum ki memur ve emeklilerimizin maaşları çok daha yüksek düzeylere ulaşacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi işçinin, memurun, esnafın, emeklinin, çiftçinin, sanayici, müteşebbisin, bakıma muhtaç her insanımızın şartta arkasındadır. 1 Temmuz 2023 itibarıyla tüm kamu görevlilerimizin maaşlarında, ilk 6 aylık enflasyon farkına ek olarak yılın ikinci yarısı için toplu sözleşmeden kaynaklanan oranla toplam yüzde 17,55’lik zam ve seyyanen net 8 bin 77 liralık artış yapılacaktır.

Gönül isterdi ki, bu maaş yükselişi daha fazla olsun. Ancak bütçe imkanları bellidir, Türkiye ekonomisinin türbülanstan çıkma sürecinin zorlukları ortadadır. Kamu çalışanlarımızla ilgili gelişmeler böyleyken, sayıları 15,9 milyona ulaşmış emeklilerimize yapılan yüzde 25’lik maaş artışı gördüğümüz kadarıyla makul ve yeterli bulunmamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak açık ve samimi teklifimiz şudur: İlk olarak, memur maaşlarına ilavesi planlanan 8 bin 77 liralık seyyanen artışın kök ücrete ve aynısıyla emekli maaşlarına yansıtılması beklentimiz ve talebimizdir.

İkinci olarak, Perakende Kanununda haksız rekabeti önleyecek değişiklikler yapılması, SGK üst limiti, gelir vergisi dilimleri ve kıdem tazminatıyla ilgili düzenlemeler işçi ve işveren yararını dikkate alacak şekilde gözden geçirilmelidir. Enflasyondaki düşüşe eşzamanlı olarak, işçilerimize ve asgari ücretle geçinen kardeşlerimize yapılan iyileştirmelerle beraber memur ve emeklilerimizin maaşlarının artırılması satın alma gücünü nispeten koruyacaktır.

Milletimizin her güzel insanına ne yapsak eksik, ne versek azdır. Döviz fiyatlarındaki dalgalanmalardan haksız fiyat artışlarıyla istifadeye kalkışan, fiyat etiketlerini güncellemek bahanesiyle acımasızlığa ortak olan, vatandaşımızın kesesine, devletimizin kasasına göz koyan fırsatçılarla da amansız şekilde mücadele edilmelidir. Hiç kimse ahlaksız bir kazanç hırsının yanlarına kalacağını sanmamalıdır. Vatandaşlarımızın ekmeğinden aşıranlara kesinlikle göz açtırılmamalıdır.

Harç ve vergilerdeki yeni düzenlemeler karşısında kaşıkla verilip kepçeyle alınıyor diye yaygara koparan müflis siyasetçileri de iyi niyetten yoksun, samimiyetten uzak, ekonominin gerçeklerinden tamamıyla kopuk olduğunu hem not hem de teyit ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye ekonomisi hakkında söyleyeceği pek çok şey vardır ve bunlar temelsiz değildir. Bu kapsamda parti olarak “Ekonomik Büyüme, Sosyal Gelişme ve Milli Bütünleşme” temelinde “Geleceğin Ekonomi Vizyonu”nu 20 uzman ve akademisyenimizin iştirakiyle hazırlayıp kamuoyunun bilgisine sunduğumuz hafıza kaybına uğramamış her insanımızın, her dava arkadaşımızın, konuyla ilgilenen herkesin malumudur.

Merhum Mithat Cemal Kuntay’ın başucu eseri “Üç İstanbul” isimli romanında, “kazanıp sırıtanlarla kazanamayıp somurtanların” Birinci Dünya Savaşı yıllarında ülkenin genel tarifi olduğu yazılıdır. Romanın bir başka yerinde de şu ifadeler satırlara işlenmiştir: “Bizde ihtiyarlamadan zengin olanı dağdan şehre inmiş canavar gibi taşlıyorlardı.” Bu ekonomi politik mahiyetli tespitlerin o dönemin hayat gerçeğiyle bağdaşıp bağdaşmadığı başka bir tartışma konusu olsa da, adil bölüşümün ve hakkaniyetli paylaşımın insan ve toplum huzurunun vazgeçilmez bir öğesi olduğunu bir an olsun dikkatlerden kaçırmamak hedef tayin edilmelidir. Çok yiyenle hiç yemeyen arasındaki uçurum kapanmadan dünya genelinde çatışma ve gerilimlerin eksen kaymasına uğraması neredeyse muhal bir hayaldir.

Bizim için ekonomik hayat, tıpkı merhum Prof. Dr. Sabri Fehmi Ülgener’in isabetle kaydettiği gibi, yalnız verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Kendine has tavır ve davranışlarıyla özümsenmesi gereken insan gerçeği ekonominin olmazsa olmaz kemer taşıdır. Bugüne kadar, insanın değerleri ve duygusal eğilimleri tarihin akışına her şeyden daha fazla yön vermiştir. İnsanı unutan ideolojik ve siyasi akımların ekonomiyle ilgili söyleyecekleri tek bir kelamları yoktur. Ve insan nasıl teşekkül ettiği muamma olan rasyonel dürtülerle sadece ekonomik çıkarlar peşinde koşan bir varlık da değildir. Şu doğru soruyu on yıllar evvel Merhum Prof. Dr. İdris Küçükömer sormuştur: “Varsayalım ki ekonomi büyüdü, işsizlik azaldı, enflasyon aşağılara çekildi.

Bunlar yurdumuz insanının var olma sorununa ışık getirmiş olur mu?” Yani rakam ve oranlar müreffeh ve muzaffer bir zirveden ekonomik aydınlığı müjdelerken bizim için her şey bitmiş, her sorun çözülmüş, her kumpas ve karanlık kampanya son bulmuş olacak mıdır? Elbette bu sorulara müspet cevap vermekten mazur ve uzağız. Anadolu coğrafyasını vatan yapmamızın bir bedeli vardır ve bu bedelin sancılarına ebediyete kadar muhatap kalıp mukavemet göstermemiz kaçınılmazdır. Ne zaman ki, nihai hedefimiz olan İ’la-yi Kelimetullah dünya çapında hasıl ve hakim olur, işte o zaman çağa ve insanlığın çağrısına Müslüman Türk milleti mühür vuracaktır.

“Türkiye’nin milli güvenliği hemen hemen her seferinde göz ardı edilmiştir”

Türkiye’nin NATO’yla ittifak kültürü 71 yıllık gelgitli bir maziye dayanmaktadır. Ne var ki köprülerin altından çok sular akmıştır. Ne dünya eski dünyadır, ne de Türkiye 1950’li yılların Türkiye’sidir. Bir defa bu yalın ve yakın gerçeğin telaffuz sorumluluğu bihakkın omuzlarımızdadır. Türkiye, NATO hukuku çerçevesinde üstlendiği askeri, stratejik ve siyasi misyonları harfiyen yerine getirirken aynı hakkaniyeti, aynı hassasiyeti maalesef ittifak ortaklarından görmemiştir. Bugüne kadar hiçbir görevden, hatta hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Türkiye’nin milli güvenliği hemen hemen her seferinde göz ardı edilmiştir. Finlandiya’nın katılımıyla NATO üyesi ülkelerin sayısı 31’e çıkmıştır.

Şimdi üyelik peronuna İsveç yanaşmıştır. Bu ülkenin üyeliğine karşı Türkiye’nin haklı ve meşru itirazları vardır. İsveç’in terörle arasına mesafe koymaktan ısrarla imtina ettiği malumlarınızdır. Üstelik İsveç hükümetinin Kur’an-ı Kerim’e yönelik şerefsiz ve vandal saldırıları sürekli alttan aldığı, görmezden geldiği, sıkışınca da durumu kurtarmak için cılız kınama mesajları yayımladığı bilinen bir husustur. Türkiye dayatmaları sineye çekecek kabile devleti değildir. NATO’nun açık kapı politikasının maksat ve mahiyeti de milli bekamızdan, egemenlik haklarımızdan, iç ve dış güvenlik mülahazalarından daha mühim, daha öncelikli olamayacaktır.

Geldiğimiz bu aşamada cevabını aradığımız sarsıcı soru şudur: Milli varlığımızı doğrudan tehdit eden kanlı terör örgütlerine kucak açan, bunların terörist devşirmesine ve haraç toplamasına kendi başkentinde göz yuman mahut ülkeyle bir güvenlik mimarisinin bünyesinde nasıl buluşacağız? Böylesi bir acizliğe nasıl göz yumacağız? Bunu nasıl hazmedeceğiz? Sadece ABD istedi diye, F-16’yla ilgili parmak sallanıyor diye zillete tamam mı diyeceğiz? İsveç, PKK’nın Avrupa’daki mağarasıdır. Kandil Dağı neyse Stockholm aynısıdır. İsveç hükümeti bugüne kadarki köhne ve kötürüm politikalarından 180 derece dönüş yaparsa, bu çerçevede bir ıslah ve terbiye hali müşahhas ölçülerde görülürse, bizim diyeceğimiz bir şey yoktur, nitekim karar Sayın Cumhurbaşkanımızındır.

Kaldı ki, İsveç askeri unsurları fiilen NATO operasyonlarına dahil olmaktadır. 26 üyesi NATO ülkesi olan Avrupa Savunma Birliği içinde İsveç de yer almaktadır. İsveç’in dolaylı yollardan NATO korumasına alındığı, ABD’nin Avrupa’daki ana üstlerinden birisi olduğu meydandadır. 19 Haziran 2023 tarihinde ABD’ye ait 2 adet B-1B Lancer uzun menzilli stratejik bombardıman uçağının İsveç’e konuşlanması tesadüf değildir. Kuşkusuz NATO’nun da Türkiye’nin ahlaki ve hukuki tezlerini, milli güvenliğiyle ilgili duyarlılık ve taleplerini gözetmesi ihmali ve inkarı olmayan bir sorumluluğudur. Bir defa ABD başta olmak üzere, NATO üyesi bazı ülkelerin PKK/YPG’yle irtibat ve ilişkileri kabul ve izah edilemez boyutlardadır.

ABD’li yetkililerin, PKK/YPG terör örgütüyle “taktiksel ve dönemsel ittifak” içinde olduklarını açıklamaları kaygı ve utanç verici bir ilkellik, NATO ittifak ahlakına şirret bir suikasttır. ABD, terör örgütüyle ittifak halindeyse, Türkiye’yle yaptığı ve kurduğu ittifaka ne diyeceğiz? Bunu nasıl ifade edeceğiz? Bu yaman çelişki NATO’nun itibar ve inandırıcılığını, ABD’nin dostluk ve müttefiklik iradesini yıllar içinde aşındırmıştır. Biz, gündüz şapkalı gece külahlı ne dost istiyoruz, ne de ittifak ortağı arıyoruz. Müttefik olacaksak mertçe olalım, adam gibi olalım, karşılıklı hak ve çıkarlara sonuna kadar da saygılı olalım. 12 Eylül’de söylenen “bizim çocuklar başardı” itirafını unutmadık.

15 Temmuz gecesi tepemizde uçuşan NATO uçak ve helikopterlerini, bunları kullanan alçak ve ahlaksızları unutmadık. Türkiye’yi içeriden çökertmek, milli bağları çözmek, devlet ve millet varlığını çürütmek için NATO oyunlarını ve küresel emperyalizmin komplolarını asla hatırımızdan çıkarmadık. 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan vahşet ve ihanetin henüz NATO namına kuşkulu ve tartışmalı pek çok noktası olduğunu da biliyor ve gerilen sinirlerimizle yumruğumuzu sıkıyoruz. FETÖ’cü alçaklar, Fransa’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önünde miting yaparken NATO müttefiklerimizden gık çıkmadı.

“Dünya’nın NATO’dan ve ABD’den ibaret olmadığı bilinmelidir”

Teröristbaşı Gülen’in Pensilvanya’dan yaka paça alınıp ülkemize iadesi bugüne kadar bir türlü gerçekleşmedi. Hala FETÖ’nün kripto damarının siyaset, bürokrasi, eğitim, ekonomi, medya ve diğer alanlarda dip dalga halinde faaliyet içinde olduğunu bilmeyen, duymayan, görmeyen kalmadı. FETÖ’yü başımıza bela eden azgınlaşmış Türk ve İslam düşmanlarıdır. Aynısını PKK/YPG için de söylemek mümkün ve mutlaktır. Bizim nezdimizde PKK neyse FETÖ odur. Ve bu iki hunhar terör örgütünün acımadan, gözünün yaşına bakmadan kökü kazınmalıdır.

Gerekirse NATO üyesi bir kısım ülkeyle yüzleşmek, hesaplaşmak, sayfaları ıstırapla damgalanmış kara kaplı defterleri açmak kaçınılmaz bir mecburiyet olarak gündeme gelebilecektir. 15 Temmuz 2016’da işgal ve istila hevesleri hainlerin ve haşhaşilerin kursağında bırakılmıştır. NATO heyecanlı bir futbol müsabakasını seyreder gibi ihaneti seyretmiş, hatta zemin hazırlamıştır. Bizim NATO’ya bakışımız bellidir. Esasen hiç değişmemiştir. Dünya’nın NATO’dan ve ABD’den ibaret olmadığı bilinmelidir. Fakat Türkiye’nin stratejik tercih ve kararlarının da arkasında duracağımızı, Litvanya zirvesini tek yürek halinde takip edip ülkemizin çıkarları neyi gerektiriyorsa onun yanında olacağımızı üstüne basa basa ifade ediyorum.

Emperyalizmin kilit aktörleri, bin yıllık bir nefretle Türk’ü önce Avrupa’dan atmaya, sonra doğu ve güney vilayetlerinden koparmaya, hitamında da Anadolu’da küçük bir havzaya sıkıştırıp orada imha etmeye niyetlendiler. Bir zamanlar hâkimiyetimizde olan coğrafyaların sınırlarını masa başında cetvelle çizip ecdadımıza silah zoruyla ve tehdit yoluyla dayattılar. Bugün ne yaşıyorsak, neyle mücadele edip sınanıyorsak, biliniz ki, Birinci Dünya Savaşı’yla ilişkilidir. Ve bu savaş henüz bitmemiştir.

Bugünün ve geleceğin sorunları 1914-1918 arasındaki yılların dünyasında mahfuzdur. Kan revan içindeki Ortadoğu 100 yıllık kanlı ve kahredici bir yanlışın mahkumudur. 19 Ağustos 1914’de Sofya’da çıkan Hoydan Ermeni Gazetesindeki şu manşet her şeyin özetidir. Bu manşet diyordu ki: “Dünya Türk denen musibetten kurtulmalıdır.” Her şeyin özü ve özeti bu cinnet ve cinayet halinde temerküz etmiştir. Biz de diyoruz ki, Dünya’dan Türk’ü çekip çıkarın geriye yalnızca boş bir küre, boşuna dönen bir gezegen kalacaktır.”

Paylaşın

Hangi Araç Ne Kadar “Motorlu Taşıtlar Vergisi” Ödeyecek?

Yeni “Motorlu Taşıtlar Vergisi’ teklifi TBMM’den geçtiği taktirde, araç sahipleri bu sene 1-3 yaşındaki otomobilleri için en az 4 bin 240 TL MTV ödemiş olacak. Motor silindir hacmi 4 litrenin üzerinde ve araç değeri 1 milyon 357 bin 700 lirayı aşan 1-3 yaşında bir otomobil sahibinin cebinden ise en yüksek MTV tutarı olan 202 bin 304 TL çıkacak.

Yeni otomobil satışlarının yüzde 85’inin 1.6 litreyi aşmayan motor silindir hacminde olduğu göz önüne alındığında, 1-3 yaşındaki otomobil sahiplerinin büyük bölümü 2023 yılı toplamında 4 bin 240 TL ila 8 bin 870 TL arasında değişen MTV ödemiş olacak.

Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin (MTV) 2023 yılında bir defaya mahsus 2 katı ödenmesini de içeren torba yasa teklifi geçen hafta TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Teklifin, bu hafta içerisinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesi ve Resmi Gazete’de yayınlanması bekleniyor.

Hürriyet’in haberine göre, her yıl olduğu gibi senelik MTV ödemelerini temmuz ayında tamamlayacak olan araç sahiplerinin ise Ağustos ve Kasım aylarında iki taksit halinde ilave MTV ödemesi planlanıyor.

En yüksek MTV tutarı: 202 bin 304

Teklif geçtiği takdirde, araç sahipleri bu sene 1-3 yaşındaki otomobilleri için en az 4 bin 240 TL MTV ödemiş olacak. Motor silindir hacmi 4 litrenin üzerinde ve araç değeri 1 milyon 357 bin 700 lirayı aşan 1-3 yaşında bir otomobil sahibinin cebinden ise en yüksek MTV tutarı olan 202 bin 304 TL çıkacak.

Yeni otomobil satışlarının yüzde 85’inin 1.6 litreyi aşmayan motor silindir hacminde olduğu göz önüne alındığında, 1-3 yaşındaki otomobil sahiplerinin büyük bölümü 2023 yılı toplamında 4 bin 240 TL ila 8 bin 870 TL arasında değişen MTV ödemiş olacak.

Buna göre, 1-3 yaş aralığında motor silindir hacmi 1300’ü aşmayan araçlarda; taşıt değeri 114 bin TL’yi aşmayanlar için 4 bin 240 TL, 114 bin TL’yi aşıp 199 bin 700 TL’yi aşmayanlar için 4 bin 660 TL ve taşıt değeri 199 bin 700 TL’yi aşan araçlar için 5 bin 90 TL yıllık MTV ödenecek.

Motor silindir hacmi 1301-1600’e kadar olan araçlarda; taşıt 114 bin TL’yi aşmayanlar için 7 bin 388 TL, 114 bin TL’yi aşıp 199 bin 700 TL’yi aşmayanlar için 8 bin130 TL ve taşıt değeri 199 bin 700 TL’yi aşan araçlar için toplamda 8 bin 870 TL MTV ödenecek.

Motosiklet sahipleri ne kadar ödeyecek?

Örneğin, 1-3 yaş aralığındaki motosiklet sahipleri 2023 yılında en az 791 TL MTV ödeyecek. Buna göre, 100-250 motor silindir hacmindeki motosikletler için 791 TL, 251-650 silindir hacmindeki motosikletler için 1634 TL, 651-1200 silindir hacmindeki motosiklet için 4 bin 218 TL, 1201 ve üzerindeki motosiklet için ise 10 bin 232 TL MTV ödemesi sürücülerin cebinden çıkmış olacak.

Her yıl yeniden değerleme oranına göre artan MTV artış oranı 2023 yılı için yüzde 122.9 olarak belirlenmiş ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan yetkisini kullanarak artış oranını yüzde 61.5’e indirmişti. Torba yasaya giren teklif geçtiği takdirde, araç sahipleri 2022 yılına göre yeniden yüzde 122.9 zamlı tarife üzerinden MTV ödemiş olacak.

Paylaşın

DEVA Ve Demokrat Parti TBMM’de “Ortak Grup” Arayışında

DEVA Partisi ile Demokrat Parti’nin TBMM’de yeni bir grup kuracağı ileri sürüldü. 15 milletvekili bulunan DEVA ile üç milletvekili bulunan DP’nin, TBMM çatısı altında grup kurabilmesi için iki milletvekiline ihtiyacı bulunuyor.

DEVA ve DP’li yetkililer, gerekli olan iki milletvekili için İyi Parti’yi işaret ediyor. DEVA Partisi ve DP’nin birlikte grup kurması halinde İyi Parti’den, “iki veya daha fazla milletvekilinin ya DEVA Partisi’ne ya da DP’ye katılabileceği” belirtiliyor.

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’nun haberine göre, Gelecek Partisi ile Saadet Partisi’nin (SP), TBMM’de 6. grubun kurmasının ardından siyaset kulislerinde şimdi de CHP listelerinden parlamentoya giren DEVA Partisi ile Demokrat Parti’nin (DP) “yeni bir grup kuracağı” ileri sürülüyor.

Ancak parlamentoda 15 milletvekili bulunan DEVA ile 3 milletvekili bulunan DP’nin, TBMM çatısı altında grup kurabilmesi için 2 milletvekiline ihtiyacı bulunuyor. DEVA ve DP’li yetkililer ise gerekli olan 2 milletvekili için İYİ Parti’yi işaret ediyor. Akşener, kurultayda partililer ile ilgili “Affetmeyeceğim. Hesaplaşacağız” demişti.

DEVA ve DP’li yetkililer ise Akşener’in bu sözlerinin ardından “İYİ Parti’de kırgınlık oluştuğuna” dikkat çekiyor. İYİ Parti’den DEVA Partisi ve DP’nin birlikte grup kurması halinde İYİ Parti’den “iki veya daha fazla milletvekilinin ya DEVA Partisi’ne ya da DP’ye katılabileceği” belirtiliyor.

“Hedef merkez sağ”

Öte yandan DP’li yetkililer, “DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve SP’nin kuracağı gruba katılmak istemedi, neden şimdi DP ile birlikte TBMM’de yeni bir grup kurmak istesin” sorusuna ise dikkat çeken şu açıklamayı yapıyor:

“DEVA Partisi de Gelecek Partisi de AKP’nin içinden çıkan partiler. DEVA Partisi, SP çatısı altındaki birlikteliğe karşı çıktı. Çünkü DEVA Partisi, AKP’nin içinden doğan bir parti olarak yeniden ‘siyasal İslam’ çizgisinde bir parti olmayı hedeflemiyor.

DEVA Partisi, ‘merkez sağ’ parti olma hedefinde. O nedenle SP çatısı altında TBMM’de kurulacak bir grupta DEVA Partisi’nin yer almasının 2028 seçimlerinde ‘partiyi geri düşüreceği’ düşünülüyor. Siyasette merkez sağ boşluğunun doğduğuna inanıyor ve o boşluğu doldurmayı hedefliyor.

Ancak DEVA Partisi, SP çatısı altında TBMM’de kurulan gruba katılmış olsaydı, toplumdaki ‘Bu da AKP içinden çıkan siyasal İslamcı bir parti’ imajını yıkamazdı. Ancak DP öyle değil. DP, geçmişte her kesimi kucaklayan bir merkez sağ partisi. O nedenle DP ile yeni bir grup, Gelecek Partisi ile SP’nin kurduğu ittifak ile aynı olmaz.”

Paylaşın

Ek Bütçe Meclis’e Sunuldu: 1 Trilyon 119 Milyar TL

Ek bütçe Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunuldu. Ek bütçenin büyüklüğü 1 trilyon 119 milyar 514 milyon 513 bin TL olarak belirlendi.

Bütçede en yüksek ödenek 482,2 milyar TL ile AFAD’a ayrıldı. İkinci en yüksek ödenek 279,7 TL ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’na ayrıldı.

Teklifte, deprem zararlarının giderilmesi amacıyla ihtiyaç duyulan ödeneklerin toplamının 527,3 milyar TL olacağı ifade edildi.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, en düşük memur maaşının 22 bin 17 liraya çıkarılması ile bazı vergi artışlarını öngören “6 Şubat 2023 Tarihinde Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”nin geneli üzerinde görüşmelere başlandı.

KDV’de artışa gidildi

Karardan önce 6 bin 91 lira olan vergi 20 bin liraya çıkarıldı. KDV ise yüzde 18’den yüzde 20’ye yükseltildi. Diğer ürünlerde yüzde 8 olan KDV de yüzde 10’a çıkarıldı.

Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Harçlar Kanunu’nda yer alan vergilerde artışa gidildi.

Karar kapsamında; Yargı, Noter, Vergi Yargısı, Tapu ve Kadastro, Konsolosluk, Pasaport, İkamet Tezkeresi, Çalışma İzni, Çalışma İzni Muafiyeti, Vize, Dışişleri Bakanlığı Tasdik, Gemi ve liman, İmtiyazname, Ruhsatname, Diploma ve Trafik harçlarını kapsayan 492 Sayılı Harçlar Kanunu’na bağlı tariflerde yer alan maktu harçlara yüzde 50 oranında artış yapıldı.

Zamlanan vergi kalemleri

Harçlar yüzde 50 arttı,
Yolcu beraberi getirilen telefon kullanım harcı 20 bin TL oldu,
Tüketici kredilerinde BSMV yüzde 10’dan, yüzde 15’e yükseldi
KDV yüzde 20’ye çıktı,
Şans Oyunları vergisi yüzde 10, yüzde 14 ve yüzde 20’ye yükseldi.

Yurt dışından getirilen cep telefonlarından alınan izin harcı da yüzde 228 oranında artırıldı. Karardan önce 6 bin 91 lira olan vergi 20 bin liraya çıkarıldı. KDV ise yüzde 18’den yüzde 20’ye yükseltildi. Diğer ürünlerde yüzde 8 olan KDV de yüzde 10’a çıkarıldı.

Karara göre, trafik harçları kapsamında bulunan “sürücü belgesi harçları” yapılan artıştan hariç tutuldu.

Paylaşın