Partisinin haftalık Meclis grup toplantısında konuşan YSP Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Eşit, özgür ve demokratik bir yaşamın mümkün olduğuna inanan ve bunun mücadelesini veren bizler, Filistin halkının yıllardır sürdürmüş olduğu eşit ve özgür yaşam mücadelesini ve direnişini sonuna kadar destekliyoruz. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise bununla ilgili yürütülecek mücadele yönteminin de önemli olduğunu ısrarla vurgulamak isteriz” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Filistin halkının direnişi meşrudur. Bugün ortaya çıkan savaş İsrail’in savaş ve işgal politikalarından bağımsız değildir. Ancak bu savaşta karşımıza çıkan esirlere ve özellikle kadınlara dönük uygulanan şiddeti kabul edilebilir bulmadığımızı ve direniş savunusu açısından da meşru görmediğimizi ifade etmek isteriz. Bu yaşananlar elbette sadece bugüne ait değildir. Bugün söyleyeceğimiz her sözün, bugün alacağımız her tutumun gelecek açısından onurlu, adil ve demokratik bir yaşama elbette ki hizmet etmesi gerekiyor”
Kılıçgün Uçar, konuşmasının devamında, “Gerçek olan şudur: Savaş hukukunu aşan ve direk sivilleri hedef alan bir savaş yürütülüyor. Sivillerin canice katledildiği bir durum var. Yapılacak en acil şey bunun durdurulmasıdır. Çünkü ortada siviller ve onlar üzerinden yürütülen bir savaş var. Ortadoğu’da ulus devletçi siyasetin halkları düşmanlaştıran politikaları bir an önce son bulmalıdır. İsrail; savaşı derinleştiren adımlarından vazgeçmeli, tüm yaşam alanlarını hedef haline getiren bombardımanı durdurmalı ve hepsinin temel gerekçesi olan işgal politikalarından vazgeçmelidir. İsrail ve Filistin ilişkisinde derinleşen bu savaş karşısında başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm halkları adil ve demokratik çözümün tarafı olmaya davet ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, haftalık Meclis grup toplantısında konuştu. Kılıçgün Uçar, konuşmasında şunları söyledi:
7 Ekim’den itibaren aslında günlerdir İsrail devletinin işgal ve şiddetinin sebep olduğu bir savaşa tanıklık ediyor bütün dünya. Eşit, özgür ve demokratik bir yaşamın mümkün olduğuna inanan ve bunun mücadelesini veren bizler, Filistin halkının yıllardır sürdürmüş olduğu eşit ve özgür yaşam mücadelesini ve direnişini sonuna kadar destekliyoruz. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise bununla ilgili yürütülecek mücadele yönteminin de önemli olduğunu ısrarla vurgulamak isteriz. Çünkü her mücadele özgürlük getirmiyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu.
Filistin halkının direnişi meşrudur. Bugün ortaya çıkan savaş İsrail’in savaş ve işgal politikalarından bağımsız değildir. Ancak bu savaşta karşımıza çıkan esirlere ve özellikle kadınlara dönük uygulanan şiddeti kabul edilebilir bulmadığımızı ve direniş savunusu açısından da meşru görmediğimizi ifade etmek isteriz. Bu yaşananlar elbette sadece bugüne ait değildir. Bugün söyleyeceğimiz her sözün, bugün alacağımız her tutumun gelecek açısından onurlu, adil ve demokratik bir yaşama elbette ki hizmet etmesi gerekiyor. Gerçek olan şudur: Savaş hukukunu aşan ve direk sivilleri hedef alan bir savaş yürütülüyor. Sivillerin canice katledildiği bir durum var. Yapılacak en acil şey bunun durdurulmasıdır.
Çünkü ortada siviller ve onlar üzerinden yürütülen bir savaş var. Ortadoğu’da ulus devletçi siyasetin halkları düşmanlaştıran politikaları bir an önce son bulmalıdır. İsrail; savaşı derinleştiren adımlarından vazgeçmeli, tüm yaşam alanlarını hedef haline getiren bombardımanı durdurmalı ve hepsinin temel gerekçesi olan işgal politikalarından vazgeçmelidir. İsrail ve Filistin ilişkisinde derinleşen bu savaş karşısında başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm halkları adil ve demokratik çözümün tarafı olmaya davet ediyoruz.
Kürt halkına yönelik dört bir tarafta saldırı var
Dün halkların umuduna ve ortak yaşam iradesine karşı geliştirilen uluslararası komplonun yıl dönümüydü. 9 Ekim Komplosunun 25’inci yıl dönümündeyiz. 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslararası komplo Sayın Öcalan şahsında gerçekleştirilen ve başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının geleceğine dönük yapılan bir müdahaledir. Bu komplo bitti mi, elbette hayır. Komplo büyük oranda boşa çıkarılmış olmasına rağmen bir yandan da devam ediyor. Dolayısıyla komplonun nasıl devam ettiği, hangi krizlerle kendini sürdürdüğü ve karakterinin anlaşılması demokratik siyasetin en acil görevlerinden biridir.
Bugün ülkede Kürt halkının üzerindeki ağır baskı ve Türkiye’nin başta Rojava olmak üzere Kürt kazanımlarının olduğu her yere saldırısı; Rojava’da, Maxmur’da, Federe Kürdistan’da sivil halkın üzerine yağdırdığı bombalar komplonun bütün ağırlığıyla devam ettiğinin göstergesidir. En büyük kanıt onurlu bir barışa sırt çevrilmesidir. Diğer bir kanıt Ortadoğu halklarının geleceği için onurlu bir yaşam fikriyatı sunan Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin derinleştirilmesidir.
Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesiyle bölgenin en uzun soluklu ve can alıcı sorunlarından biri olan Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü engellenmektedir. Sadece Kürtleri ve Türkiye halklarını değil esasen tüm Ortadoğu halklarını dizayn etme hevesiyle bölgesel ölçekteki istikrar, güvenlik ve insan hakları yok edilmek istenmektedir. Unutmamak gerekir ki tecrit komplonun sürdürülmesinin bugünkü adıdır. Ancak 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan Öcalan’ın tutumuyla onun şahsında Kürt halkına karşı gerçekleştirilen 9 Ekim Komplosu boşa çıkarılmıştır.
Halkalara köleliği, sömürüyü, onursuz bir yaşamı dayatan anlayışa karşı demokrasi ve özgürlük temelinde onurlu bir yaşamın mücadelesini vermiştir. Bu komplo aynı zamanda tüm halklar nezdinde de teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış, uluslararası kirli ve vicdansız bir tezgah olarak tarihteki yerini almıştır. Bu sebepledir ki Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için gerçekleştirilen komploya ve onun devamı olan ve Türkiye’de bir rejim haline getirilmek istenen tecride karşı iki gündür başta İstanbul ve Amed olmak üzere halkımızın, mücadele arkadaşlarımızın almış olduğu tutum başka bir tecrit ile karşı karışa kaldı.
Yasalarla güvence altına alınan, en demokratik hakkımız olan düşünce ve fikirlerimizi beyan etme hakkımız ve açıklama yapma hakkımız kolluk tarafından şiddetle tecrit edilmiş, arkadaşlarımız ters kelepçeyle gözaltına alınmıştır. Şunu belirtmek isteriz; biz Kürt sorununun çözümünde adil ve demokratik yöntemlerle bir çözümün geliştirilmesi mücadelesinden vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz. Ve bunun ön adımı olarak gördüğümüz tecridin kaldırılması için yürüttüğümüz mücadeleden de vazgeçmeyeceğiz.
Bugün 10 Ekim. 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi için toplananlara yönelik IŞİD’li iki intihar bombacısının saldırısı sonucu bu ülkede barışı savunan 104 kişi hayatını kaybetti ve 500’ün üzerinde insan da yaralandı. Aralarında 17 yıl olan bu iki olayı (komplo ve 10 Ekim saldırısını) birbirinden bağımsız ele almak mümkün değil. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrarın yarattığı kaos ortamı başta Türkiye tarihinde sivillere yönelik gerçekleştirilen en büyük katliam olan Gar Katliamı olmak üzere birçok katliam silsilesini de beraberinde getirmiş ve bizler de buna en acı şekilde tanıklık ettik.
Göz göre göre gelen bir katliamdan bahsediyoruz. Saldırıya ilişkin onlarca istihbarat olmasına rağmen, Emniyetin elinde bütün bilgiler olmasına rağmen karşı hiçbir önlem alınmamıştır. 10 Ekim iddianamesine yansıyan skandallar göz göre göre, bile bile katliama yol verildiğini gösteriyor. Bunun kayıtları, belgeleri ortada. Benzer mitinglerde alınan sıkı önlemlere rağmen 10 Ekim mitinginde bütün arama noktaları kaldırılmış ve IŞİD’li iki canlı bomba ellerini kollarını sallayarak miting alanına girmiştir.
Aradan geçen zamanda katliamda ihmali olan, delilleri gizleyen tek bir kamu görevlisi dahi yargılanmadı, görevden alınmadı. Sorumluluğu olan tek bir bakan istifa etmedi. Aksine, duruşmada canlı bomba emrini veren kişinin tahliye edildiği ortaya çıktı.
Ülke tarihinin en kanlı katliamı olarak anılan katliamın davasında 8 yıldır süren adalet mücadelesi, bugün Saray yargısının gerçek failleri koruyan, saklayan ve bir an önce dosyayı kapatmaya çalışan tavrı yüzünden bir ilerleme kaydedememiştir. Dava dosyası IŞİD’in Türkiye’de ne kadar kolay örgütlenebildiğini, bu tarz katliamları nasıl kolay bir şekilde gerçekleştirebildiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. IŞİD ve ÖSO gibi grupların Türkiye’de nasıl korunup kollandıklarına, kaçakçılıktan silah ticaretine kadar her türlü suçu Türkiye yapılanmalarında çok rahat bir şekilde gerçekleştirmelerine rağmen nasıl serbest bırakıldıklarına ilişkin haberler önümüze düşmeye devam ediyor.
IŞİD ve türevleri eliyle yapılan bu katliamlar ile devreye konulan savaş ve imha konseptine ancak barış ve demokrasi mücadelesini daha da yükselterek, daha da ortaklaştırarak cevap verebiliriz. Üzerinden tam 8 yıl geçen ve savaşa karşı barışı savunmanın bedelini Gar Katliamında ödeyen tüm canlarımızı saygıyla anıyor, bu katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve cezalandırılması için yürütülen mücadelenin her zaman yürütücüsü ve bir parçası olacağımızın da sözünü yinelemek istiyoruz.
4 Ekim’de Dışişleri Bakanı diğer deyimiyle savaş bakanlığı yapan Hakan Fidan’ın “Bütün alt-üst yapı tesisleri, enerji tesisleri, bundan sonra güvenlik güçlerinin topyekün meşru hedefidir” açıklamasıyla günlerdir Rojava’ya saldırılar var. Yüzlerce saldırı var. Kobanî, Maxmur, Hesekê, Amûdê, Til Temîr, Qamişlo, Dirbêsiyê gibi yerler başta olmak üzere ilçeler ve köyler bombalanıyor. Nereye saldırılıyor?
Petrol ve gaz istasyonlarına, elektrik santralleri, su istasyonu ve hastaneler. Onlarca yer kullanılamaz halde, hizmet veremez hale geldi. Savaştan ötürü göç edenlerin toplandığı ve tamamen bir sivil yaşamın olduğu Maxmur’da cami bombalandı ve görüntülere yansıdı. Aynı esnada oyun oynayan iki çocuk, tarlada çalışan kadınlar ve Rojava Dêrik’te kendi yaşam alanlarının sivil düzenini sağlamaya çalışan 29 asayiş görevlisi hava saldırılarıyla katledildi.
Tüm bunların anlamı nedir? Burada yaşayan halkların yaşamına kastetmektir. Açık söyleyelim bu savaşla milyonlarca insanın doğrudan yaşamına kastediliyor. Suyu, elektriği, doğalgazı kesmek ne demektir? Bu bir halkı 7’den 70’e sistematik olarak ölüme zorlamaktır. Bunun adı açlığa, sefalete, yaşama doğrudan el ve dil uzatmaktır. Tanımı zor bir katliam girişimidir.
Bir halkı dizleri üzerinde görme arzusuyla yanıp tutuşanlar böylesi pratikleriyle övünürken, yanı başımızda başlayan İsrail-Filistin savaşı hakkında da bolca akıl ve ahlak dağıtmaya devam ediyorlar. Bir halkın elektrik, su ve yemeğine bomba atanlar ve bundan medet umanlar “Prensip olarak her türlü sivil ölüme karşıyız” diyor. Siz ikiyüzlüsünüz! Ve tüm savaşlar, dökülen tüm gözyaşları bu ikiyüzlü tutumunuzdan, üzerinize düşeni yapmamanızdan ve daha da körüklemenizden kaynaklanıyor.
“Barış ve huzur olmalı diyor” AKP-MHP iktidarı. İyi de bu barış ve huzur niye bize tekabül etmiyor, niye bize vurmuyor? Bunu isteyenler neden en ağır şekilde şiddete ve cezalandırmaya maruz kalıyor? Sadece barış dediği için, sadece adalet dediği için insanlar neden bu kadar baskı altında? Hukuk neden bu kadar devre dışı kalıyor? Yine son bir haftada 500’e yakın gözaltı var.
Torba kanun misali her kurumu kriminalize edip gözdağı vermek için propaganda yapmaya devam ediyorlar. Özellikle il ve ilçe binalarımızı basarak zoraki bağlantılar kurmaya çalışıyorlar. Demek ki neymiş siz safi Kürt düşmanısınız, Kürt düşmanlığı sizin tek politikanız. En son İzmir’de gözaltına alınıp tutuklanan İzmir İl Eşbaşkanlarımız Berna Çelik ve Çınar Altan ile Buca İlçe Eşbaşkanımız Nihat Türk’ün emniyetten çıkarken gösterdikleri direniş ve baş eğmeyişleri bundan sonraki mücadelemizin ana hattı olmaya devam edecek.
Rojava’ya saldırmak için bahaneler yaratmak Hakan Fidan’ın en iyi bildiği şeylerden birisi. Daha önce de “Füzeler atarız, savaşı oradan başlatırız” demişti. Bugün de aynı şeyleri yapıyor, demek ki hevesi bitmemiş. Fakat Kobanî de kimlerin hevesi kursağında kalmışsa yine kalacak. Bunun iyi bilinmesini isteriz. Savaş hukuku alanı bir şekilde çiğneniyor. Uluslararası hukuk mercileri sessiz. BM sadece endişeliyiz diyor. Fakat insanların yaşamına dokunan bir endişe olmuyor. Başta uluslararası kurumlar olmak üzere, STK’leri ve tüm demokratik kamuoyunu bu savaş suçuna, sivillere dönük komplovari cinayet girişimlerine karşı koymaya ve ses çıkarmaya çağırıyoruz.
“84 milyon açlık ve yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakılmıştır”
Bu kürsüde her zaman değinmeye çalıştığımız en önemli başlıklardan biri de ekonomi. Ekonominin yine en önemli gündemlerinden biri de enflasyon ve zamlar. Seçim sonrası her gün yeni bir zamla uyanmaya devam ediyoruz. Niye? Saray yandaşlarının saltanatı sürsün diye. Bir avuç yandaş zenginleşirken milyonlar açlık ve sefalet içinde yaşamaya mahkum ediliyor. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda.
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 56 milyon açlıkla, 28 milyon insan ise yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakıldı. Yani 86 milyonun içinde sadece 2 milyon insan rahat yaşayabilmektedir. 84 milyon kişi ise açlık ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedir. Aile Bakanlığının verilerine göre; elektrik faturasını ödemediği için yardım alan hane sayısı 5 milyona ulaşmıştır. Bu rakam yoksulluğun geldiği noktayı göstermesi açısından çarpıcıdır.
İnsanlar şimdiden kışın doğalgaz ve elektrik faturalarını nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmeye başladılar. Özellikle iktidarın 7500 lira maaş reva gördüğü emekliler. Bugün sabah itibariyle Cumhurbaşkanının yaptığı bir açıklama var. Müjde gibi sundu ama emeklilerin hiçbir derdine deva olmayacak. Tek bir seferlik 5000 lira vereceğini söyledi. O da sadece çalışmayan emeklilere verilecek. Bu konuda sözlerimizi tükettiğimiz için yeni bir söz söylemeye ihtiyaç duymuyoruz. 7500 lirayla geçinmenin mümkün olmadığını iktidar da çok iyi biliyor.
Emeklilere yapılan sefalet zammını kabul etmiyoruz. Erdoğan sürekli emeklileri enflasyona ezdirmeyeceğiz diyor ama emeklileri açlık sınırın altında bir ücrete mahkum ediyor. Yıllarca emek veren emeklilere bu şekilde muamele edemezsiniz. Onları ve emeklerini değersizleştiremezsiniz. Erdoğan diyor ki emeklilerin mağduriyetlerini yılbaşına doğru çözeceğiz. El insaf böyle bir çözüm mü olur? Emeklilerin bırakın yılbaşını aybaşına kadar sabredecek takatları ve sabırları kalmadı.
Asgari ücretin en azından yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerekiyor. Bu konuda hem kanun teklifi hem de araştırma önergesi verdik. Her zaman olduğu gibi AKP-MHP oyları ile reddedildi. En düşük emekli maaşı da asgari ücret seviyesinde olmalıdır. Bu da bugünkü rakamlarla 22 bin liraya denk gelmektedir.
Taban aylıklar değişmeden, aylık hesaplama sistemi değişmeden yüzdelik zamlarla emeklilerin refahını artırmak mümkün değildir. Yurdun dört bir yanında yaşayan emeklilere dayatılan sefalet ücretini kabul etmiyor. Mücadeleleri mücadelemizdir. Emekliler başta olmak üzere iktidar tarafından sefalete mahkum edilmiş bütün yurttaşlarımızı selamlıyorum. Haklarını almaları için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz.
Uzunca bir süredir Erdoğan’ın gündemlerinden biri yeni anayasa. Erdoğan’ın ülkede demokrasi ve özgürlükler gelişsin diye yeni anayasayı gündeme getirmediğini hepimiz biliyoruz. Belli ki yeniden seçilmek için yeni anayasa bahanesiyle yeni bir zemin kurmaya çalışıyor. Elbette bu ülkenin gerçekten demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Kimse bunu görmezden gelemez ama hiç kimsenin bu talebi kendi çıkarları için harcamaya ve seçim malzemesi haline getirmeye hakkı yok. Biz de yeni bir anayasa istiyoruz. Bu ülkenin Kürtleri, Alevileri, kadınları, gençleri yeni anayasa talep ediyor.
“AKP’nin demokratik bir anayasanın neresinde durduğunu hepimiz iyi biliyoruz”
Bizler ülkenin ezilenleri olarak gerçekten yeni, gerçekten demokratik, gerçekten sivil bir anayasa istiyoruz. Eskinin tekrarı asla yeni olmaz. Eski kafa ile yeni anayasa yapılamaz. Gerçekten yeni bir anaya yapılacaksa ülkenin en büyük sorununun çözümü bu anayasada yer almalıdır. Kürt sorunu anayasal bir sorundur. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü içermeyen bir anayasa gerçekten yeni bir anayasa olamaz. Demokratik hakların kullanılmasına tahammül etmeyen, muhalifleri cezaevlerine dolduran ve onları kabul edilemez cezalarla mahkum etmeye çalışan, darbe anayasasını bile geride bırakan uygulamaların sahibi olan AKP’nin demokratik bir anayasanın neresinde durduğunu hepimiz iyi biliyoruz.
Şeffaf tartışmaların olmadığı algılarla yapılan bir anayasa olamaz. Kim ve ne için yapıldığı saklanan bir anayasa olamaz. AKP’nin bugün için kendisi için bir anayasaya ihtiyaç duyduğu elbette kesin. Yeni anayasanın tek muhatabı olarak kendisini sunan ve yasasızlığı dayatan AKP-MHP iktidarına karşı demokratik sivil bir anayasanın mücadelesini yürütmek için tüm toplumsal kesimleri ve demokratik kamuoyunu bu yapım sürecinin güçlü muhatabı haline getirmek durumundayız. Tüm toplumsal kesimleri bu süreci iktidarın tekeline bırakmayacak şekilde sorumluluk almaya ve birlikte yapım sürecini omuzlamaya davet ediyoruz.
15 Ekim’de Ankara Kapalı Spor Salonunda kongremiz var. Dolayısıyla Yeşil Sol Parti olarak bugün yaptığımız son grup toplantımız. Bu vesileyle Yeşil Sol Parti ile seçimde ve seçimden sonra emek veren, emek vermeye devam edecek arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Çok ciddi ve kritik bir seçim sürecini atlattık. AKP-MHP iktidarının göstermeye çalıştığı başarı Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik ağır bir baskı olarak devam edecek gibi gözüküyor.
Dolayısıyla bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin daha da büyümesi elzem olarak önümüzde duruyor. Yeni dönemde yeni arkadaşlarımızla ve yeni yönetimimizle sözümüzü burada ve sokakta güçlü şekilde kurmaya devam edeceğiz. Bu kongre sadece Yeşil Sol Partinin kongresi değildir; AKP-MHP zulmüne karşı direnen bütün mücadele alanlarının kongresidir. Bu kongreyi sahiplenmeye ve kongre etrafında kenetlenmeye demokratik bir Türkiye’nin mümkün olduğunu göstermek açısından bütün mücadele arkadaşlarımızı ve halkımızı davet ediyorum.
Kongreye giderken hem merkezde hem de yerellerde tam da HDP’nin ve Yeşil Sol Parti’nin bütün bileşenlerini içerecek kongre hazırlık komisyonları, mutabakat komisyonları oluşturuldu. Cinsiyet kotası gözetilerek komisyonlar kuruldu. Aynı zamanda kadın mutabakat komisyonu ile birlikte partimizin paradigması ve ihtiyaçları doğrultusunda kongre çalışmaları devam ediyor.
Bu kongre bütün Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu gibi özgürlük kongresi olacaktır. Bu kongre Türkiye’de demokratik bütün değerleri ayaklar altına alan ve bir rejim haline getirilen tecride karşı bir kongre olacaktır. Bu kongre hepimizin kongresidir. Bu kongre yürüttüğümüz mücadelenin en güçlü sesinin çıkacağı kongredir. Yeniden bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum. Herkesi bu kongreyi sahiplenmeye davet ediyorum. Hepimizin yolu açık olsun.”