Borç Altındaki Çiftçi Üretimden Çekiliyor

Çiftçi zor bir dönemden geçiyor. Zam üste zam gelen mazot ve gübre fiyatlarına rağmen çiftçi ürettiğini değerinde satamıyor. Birçok çiftçi borç altında ya traktörü hacizli ya arazisi ipotekli. Ziraat Mühendisleri Odası’ndan (ZMO) alınan bilgiye göre, son 10 yılda çiftçinin ekmekten vazgeçtiği alan miktarı 4,2 milyon hektara ulaştı.

Çekilen çiftçi bir daha geri dönmüyor. Çiftçilerin bankalara 192, tarım kredi kooperatiflerine 13, tüccar başta olmak üzere özel sektöre de 50 milyar TL olmak üzeri toplam 255 milyar TL borcu var. Ayrıca son bir yılda kısa vadeli borçlar yüzde 58 arttı. Bu da çiftçinin borcunu ancak yeni borçla kapattığını gösteriyor.

Bugün Dünya Çiftçiler günü. Peki Türkiye’de çiftçiler ne durumda. Cumhuriyet’te yer alan habere göre güvenceli çiftçi sayısı bir yılda yüzde 13,2 azaldı. Türkiye’deki toplam çiftçi sayısında da belirsizlik var. Ziraat odalarına kayıtlı 4,5-5 milyon civarında çiftçi bulunuyor. Bunun sadece 495 bini primini ödeyebiliyor. Desteklerden yararlanabilmek için çiftçi kayıt sisteminde olmak gerekiyor. Yararlanabilen çiftçi sayısı ise 2 milyon civarında.

Bu da geriye kalan 2,5 milyon çiftçinin destek alamadığını ortaya koyuyor. Köyler büyükşehir yasası ile mahalleye dönüştürüldü. Buralarda ne kadar çiftçi olduğu bile tam olarak bilinmiyor. En fazla kadın istihdamı tarımda. Ancak onlar da büyük oranda ücretsiz işçi olarak çalıştırılıyor. Kayıt dışı istihdam çok yaygın. Kadın ve çocuk emeği sömürülüyor. Mevsimlik tarım işçileri çok zor şartlar altında, düşük ücretlerle çalıştırılıyor.

Çiftçi taban fiyatların gerçek maliyetler üzerine yüzde 20 kâr payı ile açıklanmasını istiyor. Ancak bu hiç gerçekleşmiyor. Örneğin ekmeklik buğdayda alım fiyatı ton başına 2 bin 250 TL olarak açıklandı. Oysa şu anda yurtdışından 6 bin 300 liraya buğday alınıyor. Çiftçi alım garantisi de talep ediyor. Tarım Yasası’na göre tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynağın gayrisafi milli hasılanın en az yüzde 1’i düzeyinde olması gerekiyor. Ancak bu da hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Çiftçinin araçları, ödenemeyen borçları yüzünden haczediliyor. Gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık fiyat artışı TÜİK verilerine göre yüzde 153,34, enerji fiyatlarında yüzde 101,14 oldu. Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin verilerine göre, tarımsal üretim fiyatları (Tarımsal ÜFE) yıllık bazda lifli bitkilerde yüzde 196,22, sebze meyvede yüzde 112,15, tahıllar, baklagiller ve yağlı tohumlarda yüzde 92 oranında arttı. Buna karşın çiftçinin eline geçen para ise düştü. Geçen yıl bir dekar buğdayın maliyeti 867 TL iken bugün bu rakam 2 bin 382 TL’ye çıktı.

‘2021, çiftçi intiharlarının yaşandığı bir yıl oldu’

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Önceki yıllarda çiftçiler bu özel günlerini buruk kutluyor demiştik. Ancak şimdi ekonomik kriz, yükselen fiyatlar, girdi maliyetleri, savaşın etkisi, taban fiyat açıklanmaması gibi nedenlerle çiftçi önünü göremiyor. Artık buruk kutlama değil de çiftçi ne olacağını endişe ile bekler halde” dedi.

Suiçmez, desteklerin yetersiz kaldığını, sonradan ödendiğini, tarımsal girdi maliyetlerinin de yüksek olduğunu söyledi. Suiçmez, çiftçinin borcunu borçla döndürdüğüne dikkat çekerek “2021, çiftçi intiharlarının yaşandığı bir yıl oldu. Çiftçinin kâr ederek üretmesi sağlanmalı” diye konuştu.

Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, bir zamanlar kendine yeterli olmakla övünen Türkiye’nin artık birkaç ürün dışında tüm ürünlerde ithalata bağımlı olduğunu belirtti. Demirtaş, “Çiftçiyi ‘asalak’ olarak gören, devletin yıllar boyu geliştirdiği tarımsal işletmeleri yok pahasına satan neo-liberal siyasetçiler ve ‘ekonomist’ geçinen akıl hocaları gelinen noktada seslerini kesmek zorunda kaldılar. Ancak 1980’li yıllardan bu yana verdikleri zararı telafi etmek artık çok zor” dedi.

‘Üretici iflas ediyor, tüketici gıdaya ulaşamıyor’

Eski Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve CHP Parti Meclisi üyesi Gökhan Günaydın, “Tarımın başladığı topraklarda üretici iflas ediyor, tüketici gıdaya ulaşamıyor” dedi. Günaydın, tarımda işlenen alan miktarının son çeyrek yüzyılda 37 milyon dönüm azalmasının ve 700 bin çiftçinin çiftçi kayıt sisteminden çıkarak tarımı terk etmesinin, tarımdaki kötü gidişin sonuçları olduğunu vurguladı. Köylerin boşaldığını, ortalama çiftçi yaşının 58’e çıktığını belirten Günaydın, nüfusun önümüzdeki dönemde daha da artacağını bildirdi. Günaydın, “86 milyonun gereksinimi için yılda 4 milyar dolar açık veren ülkenin, 120 milyon nüfus için ödemesi gereken ithalat faturasının boyutu ne olacaktır?” diye sordu.

Paylaşın

Belirsizlik Gıda Güvenliğini Riske Atıyor

Tüm dünyada gıda güvenliği daha yüksek sesle konuşulmaya devam ederken Türkiye’den sektör temsilcileri üretim konusunda uyarılarda bulunuyor. Tarımda günübirlik politikalar yerine uzun dönemli ve üreticiyi merkeze alan planlar talep eden sektör temsilcilerine göre bu şartlar sağlanmazsa önümüzdeki süreçte gıda arzında ve fiyatlardaki sorun artarak devam edecek. Buna göre bu süreçte belirsizlik üreticinin topraktan uzaklaşmasına neden oluyor.

Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), gıda güvenliği konusunda acil eylem çağrısında bulundu. Yapılan çağrıda savaş, bölgesel çatışmalar, iklim değişikliği ve yakın dönemde tüm dünyayı etkileyen pandeminin gıda güvenliğini tehlikeye attığı vurgulandı. Ayrıca gelinen noktada temel gıda arzındaki soruna dikkat çekilirken fiyat artışlarının tüm dünyayı etkilediği belirtildi. Bu nedenle ülkelerden de gübre ve gıda ürünlerin ihracatında kısıtlamalardan kaçınmaları istendi.

Peki Türkiye’de durum ne? DW Türkçe’ye değerlendirmelerde bulunan uzmanlara göre sorunun kaynağı üretimde başlıyor. Türkiye’nin uzun yıllardır üretimde doğru ve sürdürülebilir bir sistemi oturtamadığını belirten uzmanlara göre bu durum önümüzdeki yıllar için büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor.

Tüm dünyanın gıda üretiminde ve tedarikinde yeni sorunlarla karşılaşmaya devam ettiğini söyleyen Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, “Yaşanan sıkıntılar ülkeleri kendi önlemlerini almaya zorluyor. Bunun ilk adımı da ihracat kısıtlamaları olabiliyor. Böylece kendi iç piyasalarını dengede tutmaya çalışıyorlar. Ancak bir ülkede belli bir ürünün ihracatına ve ithalatına kısıtlama getirilmesi diğer ülkelerde yeni sorunlar oluşturabiliyor. Yakın dönemde savaş yüzünden buğday ve yağ fiyatlarında yaşananları gördük” diyor.

Sektör temsilcileri burada temel ürünlerdeki yerli üretim oranına dikkat çekiyor. Demirtaş, buğday gibi temel bir üründe bile kuraklık etkisiyle yeterlilik oranının düştüğünü belirtiyor. Buna göre iç piyasada düşen fiyat, ithalata yönelimi arttırıyor. İhracatçı ülkeye aniden gelen talep artışı ise o ürünün hem fiyatını arttırıyor hem de bulunabilirliğini azaltıyor.

Özel sektörün kontrolünde

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez ise gıda güvenliğini sağlamanın en önemli yolunun uzun yıllara dayanan sürdürülebilir tarım politikaları olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin bugün, yıllar önce uygulamaya başladığı yanlış politikaların sonucunu yaşadığını anlatan Suiçmez, “Her ülke kendi tarım politikası doğrultusunda dönem dönem ithalatta ve ihracatta kısıtlamalara gidebilir. Bu yanlış bir adım değil. Sadece artık tehlikenin ne kadar büyüdüğünün çok önemli bir işareti. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı ve Dünya Ticaret Örgütü’nün bu çağrısı yeni değil. Hatta Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların merkezinde de bu uluslararası örgütlerin planlı önerileri var. Türkiye, yıllar önce bu örgütlerin tavsiyeleri doğrultusunda tarım politikalarını şekillendirdi. İç piyasayı kontrol eden kamu iktisadi teşebbüslerinin etkinliğini azalttı ve üretimi tamamen özel sektörün kontrolüne bıraktı. Şimdi bu kurumların yokluğunun eksikliğini çekiyor. Her fiyat artışından etkileniyor” ifadelerini kullandı.

Kamu artık güçlü değil

Uluslararası kuruluşlar özellikle gübre ihracatındaki kısıtlamaların gıda güvenliği için çok önemli riskleri de beraberinde getirdiğini açıkladı. Gübrenin her ürünün üretiminde çok stratejik bir rolü olduğunu anlatan Baki Remzi Suiçmez, şöyle devam etti: “Türkiye’nin gübrede kendine yeterlilik oranı yüzde 80 seviyesinde. Oysa geçmiş dönemde Türkiye kamu girişimleri ile gübre piyasasını kontrol edebiliyordu. Şu an öyle bir imkân yok. Küresel düzeydeki doğalgaz zamları amonyak fiyatlarını, o da azotlu gübre fiyatlarını arttırıyor. Geçen yıla göre gübrede yüzde 300 ila 600 arasında bir zam var. Bu şartlarda bizim iç üretimimizi devam ettirmemiz zorlaşıyor. Oysa bu alanda kamu güçlü olsaydı ve çiftçi kamu aracılığıyla henüz üretime başlanmadan desteklenseydi bu alandaki artıştan kısmen daha az etkilenecekti. Şimdi gübre ithalatı yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Türkiye kısır döngüde

“Gelinen noktada bir kriz anında artık paranız olsa da bir ürünü alamıyorsunuz” diyen Hüseyin Demirtaş, gıda güvenliğini sağlamanın tek yolunun doğru tarım politikaları olduğunu söylüyor. Küresel olarak yaşanan kısıtlamalardan hem üreticinin hem de tüketicinin etkilenmemesi için acil olarak tarıma ve çiftçiye doğru destek verilmesi gerektiğini anlatan Demirtaş’a göre bu alandaki destekler yanlış veriliyor. Buna göre Türkiye, bitmiş ürüne destek vererek fiyatları kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu durumun bir kısır döngü yarattığını ifade eden Demirtaş, “Siz çiftçiye önünü görebileceği bir ortam sunmuyorsunuz. Üretim aşamasında destek vermeyip raftaki ürünü sübvanse etmeye kalkıyorsunuz. Bunun başarılı olma şansı yok” diyor.

Demirtaş, önce girdi maliyetlerinin sabitlenmesini, motorin, gübre ve elektrik girdilerine destek verilmesini ve uzun süreli desteklerin önceden açıklanmasını talep ediyor.

Baki Remzi Suiçmez de bu alanda yapılan en büyük yanlışlardan birinin desteklerinin yetersizliği ve yanlış zamanda verilmesi olduğunu dile getiriyor. Çiftçinin üretimi tamamladıktan bir yıl sonra desteğe ulaşabildiğinden bahseden Suiçmez, bu durumun çiftçiye bir yarar sağlamadığını ve üreticiyi küstürdüğünün altını çiziyor. Desteklerin ekim sürecinden önce başlaması gerektiğini anlatan Suiçmez, “Hollanda’da şu anda çiftçiler önümüzdeki 7 yıl ne olacağını biliyor. Ürünün maliyetini hesaplayabiliyor. Alacağı destek belli. Ancak bizde böyle bir durum yok. Bazı seneler ürünler boşa gidiyor. Çiftçi küsüyor. Üretimi bırakıyor. Gıda güvenliği için en büyük tehlike budur. Bizim her maddesi düşünülmüş en az 3-5 yıllık üretim planlarına ihtiyacımız var” diye konuştu.

Gıda güvenliği noktasında buğday, ayçiçeği, arpa ve diğer yem bitkilerinde üretimin hızla desteklemesi gerektiğini aktaran Suiçmez, bu ürünlerdeki eksikliğin fiyat artışlarına neden olduğunu belirtiyor. Suiçmez, dengeli ve sürdürülebilir bir üretim eksikliğinin altını çiziyor.

Tüketim sürekli artıyor

Artan gıda fiyatlarının önüne sadece üretimle geçileceğini söyleyen Hüseyin Demirtaş ise, “Halkın alım gücü düşüyor. Küresel bir sorun var. İkisi birleşince gıdaya ulaşım daha da zorlaşacak. Bunun tek çaresi üretim kapasitemizi doğru kullanmak. Türkiye, kendisi gibi iki ülkeye yetecek üretim kapasitesine sahip. Tüketimimiz sürekli artıyor. Bu tehlikeyi görmemiz lazım” diyor.

Paylaşın

Uzmanı Açıkladı: Gıda Fiyatları Daha Da Zamlanacak

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarım üreticisinin maliyetlerindeki artışa ilişkin Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE) verilerini paylaştı. Buna göre gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık artış yüzde 153,34 olurken enerjide de bu oran yüzde 101,14 olarak gerçekleşti.

Ocak ayında yaşanan artış bir önceki aya göre yüzde 10,12, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 57,26 oldu. Ekonomist Oğuz Demir, tarımda uzun vadeli politikalar izlenmesi gerektiğini söylerken, Ekonomist Veysel Ulusoy ise tarım alanlarının daralmasına dikkat çekti.

BirGün’de yer alan habere göre; Veysel Ulusoy çiftçiye verilen devlet desteğin tek başına yeterli olamayacağını aktardı. Ulusoy şöyle konuştu:

“Yanlış tarım politikaları, ekilebilir alanların daralması sonucunda ürün yelpazesinde meydana gelen darlık bu artışı etkiledi. Elinizde potansiyel olarak çitçi varsa 6 ayda endüstriyel tarımsal ürünleri elde edebilirsiniz ama çiftçi potansiyeli ve sayısı azaldığı için bu sorunu hemen düğmeye basarak gideremezsiniz. Çiftçi kayboldu, genetik yapısıyla oynadılar, siyasi oy uğruna köyleri mahalle haline çevirdiler. Türkiye gibi ülkelerde devlet desteği hiçbir işe yaramaz, çünkü enflasyonist bir ülke gelecek herhangi bir zamla etkilenir. Ancak dünya fiyatı üzerinde bir destek verilmesi gerekiyor.”

İlerleyen günlerde tarımsal ürünlere zam geleceğini ifade eden Oğuz Demir ise şunları söyledi: “Kurdaki yükselme buna da etki etti, bizden önce çiftçiler söylüyordu zaten, bunu da verilerde gördük. Çiftçileri zor dönemler bekliyor. Tarımsal ürünlerin fiyatları daha da artacak, ekim dönemlerinde bunun acısını göreceğiz.”

Tarımda uzun vadeli politikaların uygulanması gerektiğini kaydeden Demir, “Sadece destekle sınırlı olmaması gerekli. Tarımsal hayvancılığı stratejik bir alan olarak görmek gerekiyor. Büyük ölçekte yönlendirici küçük ölçekte destekleyici iki çizgiye oturtulması gerekiyor. Ancak hükümetin önceliği bu değil, tarımda kısa vadeli politikalar yapılmaz, sorun yaratır. Uzun vadeli politikalar uygulanması gerekiyor devlet tarafından verilecek salt destek politikasına indirgenmemeli.”

Paylaşın

Küresel Gıda Fiyatlarındaki Artışın Ana Nedeni: İklim Krizi

Yüksek enflasyon ve özellikle gıda fiyatlarındaki artış, Türkiye’de tüm kesimleri etkileyen bir konu. Öte yandan 2021 yılı, tüm dünyada gıdadan başlayarak tüm fiyat endekslerinde bir artışı ve dünya genelinde yayılan bir enflasyon dalgasını da tetikledi. 

Türkiye’de enflasyon oranı kur oynaklığı nedeniyle çok yüksek düzeyde gerçekleşmiş olsa da, tüm ülkeler uzun zamandır görülmemiş enflasyon rakamlarıyla karşı karşıya ve küresel gıda fiyatlarındaki artış, bunun başlıca nedenleri arasında gösteriliyor.

Bianet’te yer alan habere göre; Konuya ilişkin açıklama yapan Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) Genel Sekreteri Mete İmer, dünya genelinde artış gösteren gıda fiyatlarının arkasında gizlenen daha büyük bir tehdide dikkat çekiyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Fiyat Endeksi’nin 2021 yılının tamamında, bütün dünyada bir önceki yıla göre yüzde 28,1 artış kaydettiğini ve ortalama 125,7 puanla son 10 yılın en yüksek seviyesine eriştiğini belirten Mete İmer, “FAO yetkililerine göre normalde yüksek fiyatların üretimi arttırması beklenirken, girdi maliyetlerinin yüksekliği, devam etmekte olan küresel virüs salgını ve giderek belirsizleşen iklim koşulları 2022 yılı için de iyimserliğe yer bırakmamaktadır” diyor.

İklim krizi en büyük kronik tehdit

Dünyanın karşı karşıya olduğu asıl büyük tehdit olan iklim krizinin, tarımsal verimlilik üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle gıda fiyatlarındaki küresel artışın temel nedenleri arasında olduğunu ifade eden Mete İmer’in açıklamaları şöyle:

“Gıda fiyatlarındaki artış, tüm ülkeleri farklı derecede etkiliyor ve tüm ülkelerin kendi ekonomilerinde farklı dinamik söz konusu. Önce küresel sağlık krizi ve pandemi, sonrasında da gıda krizi ve gıda fiyatlarındaki artış gibi ani ortaya çıkan risklerin yanı sıra, dünya ve insan açısından kronik risk oluşturan başka önemli riskleri de göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu risklerden en önemlisi iklim krizidir.

“İklim krizi, gelecekte bizi bekleyen bir risk değil, hali hazırda içerisinde yaşadığımız ve dünya üzerindeki hayatı etkilen bir süreç. Kronik bir tehdit olan iklim krizi ile savaşımda bireylere, kamu otoritelerine, sanayi ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşüyor.”

BM verileri krizi doğruluyor

Birleşmiş Milletler verilerinin de iklim krizinin gıda sisteminde neden olduğu sorunları açıkça ortaya koyduğunu söyleyen İmer, sözlerine şöyle devam ediyor:

“İklim değişikliği, açlığın önemli bir nedenidir. Kara, toprak, su ve enerjinin gıda için sürdürülemez şekilde kullanımı sıcaklıkların yükselmesine yol açan sera gazı salımlarını arttırmakta; yüksek sıcaklıklar gıda üretmek için gerekli kaynakları olumsuz etkilemektedir.  2020 yılında 811 milyona yakın insan açlıkla karşılaşmış olup bu rakam 2019 yılından 161 milyon kişi daha fazladır.”

İklim, gıdayı nasıl etkiliyor?

Mete İmer, iklim değişikliğinin gıda sistemi üzerindeki etkileri üzerine de şunları söylüyor:

“Yüksek sıcaklıklarda rekolte ve verim düşmekte; atık artmaktadır. Okyanuslar iklim sisteminde oluşan aşırı ısının yüzde doksanını emmişler, bu nedenle daha asidik hale gelmişlerdir. Aşırı avlanma ve okyanusların daha asidik hale gelmesi 3,2 milyar insanı besleyen deniz kaynaklarını tehdit etmektedir.

“Kutup bölgelerinde kar örtüsünde, göl ve ırmaklardaki buzlarda ve donmuş topraklarda meydana gelen değişiklikler otlatma, avlanma, balıkçılık ve toplama faaliyetleri ile elde edilen gıdaları verimsizleştirmiş, kutuplarda oturanların geçim kaynaklarına ve kültürel kimliklerine zarar vermiştir.

Çözüm var mı?

“Pek çok ülkede pilot ölçekte geliştirilen iklime duyarlı akıllı tarım inisiyatifleri verimliliği yükseltmiş, salımları azaltmış, su verimliliğini ve toprak kalitesini iyileştirmiş, gelirleri ve iklime dayanıklılığı arttırmıştır.  Sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme, gıda sistemlerinden kaynaklanan salımların azaltılması, düşük enerji kullanımı ve kara hayvanlarından elde edilen gıdaların azaltılması da dahil olmak üzere önemli fırsatlar sunmaktadır.

“Ülkemiz için de iklim krizinin gıda sistemi üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi ve uygulamaya konulması kritik önemdedir.  Ne yazık ki, bu günkü koşullarda, dünyada ve ülkemizde gıda fiyatlarının kısa sürede düşmesi pek olası gözükmüyor.”

Çevre sürdürülebilirliği nasıl mümkün?

Çevre sürdürülebilirliği için ÇEVKO Vakfı şu maddeleri sıralıyor:

  • Sorumlu kaynak kullanımı
  • Çevre dostu üretim süreçleri ve ambalajlar
  • Daha verimli atık yönetimi ve döngüsel ekonomiye geçiş

İklim krizinin gıda sistemi üzerinde yarattığı sorunları çözmek ya da başka bir deyişle gıda sistemlerinin iklim değişikliğine uyum sağlaması için dünya genelinde geliştirilen bazı öneriler ise şöyle sıralanıyor:

  • Erozyon kontrolü
  • Meraların yönetimi
  • Kuraklık ve sıcağa dayanıklı genetik iyileştirmeler
  • Heterojen beslenme biçimi
  • Azaltılmış gıda kaybı ve atığı

Gıda üretim faaliyetleri ve çevre

Gıdayı üretmek, ambalajlamak ve dağıtmak için kullanılan sistemler sera gazı salımlarının üçte birini oluşturuyor ve biyoçeşitlilik kaybının yüzde 80’ine neden oluyor. Eğer müdahale edilmezse, gıda sistemlerinden kaynaklanan salımların 2050’ye kadar yüzde 40 artması bekleniyor.

Gıda sistemi günümüzde dünyanın toplam enerji tüketiminin yüzde 30’nu oluşturuyor ve bu enerjinin büyük bölümü salımlara neden olan fosil yakıtlardan üretiliyor.

Gıdanın yüzde 17’si atık oluyor ve dünyadaki sera gazı salımlarının yüzde 10’u tüketilmemiş gıdadan kaynaklanıyor.

2021’de bütün dünyada gıdadaki fiyat artışlarının ayrıntıları: 

  • FAO Tahıl Fiyat Endeksi 2012’den beri en yüksek düzeye ulaşarak 2020’ye göre yüzde 27,2’lik artış kaydetti; tahıl grubu içinde mısırda yüzde 44,1, buğdayda yüzde 31,3 artış yaşanırken pirinçte yüzde 4’lük düşüş gerçekleşti.
  • FAO Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi zamanların en yüksek artışıyla 2020’ye göre yüzde 65,8’e yükseldi.
  • FAO Şeker Fiyat Endeksi 2016’dan beri en yüksek değere ulaşarak 2020’ye göre yüzde 29,8 arttı.
  • FAO Et Fiyat Endeksi 2020’ye göre yüzde 12,7; FAO Süt Ürünleri Fiyat Endeksi ise yüzde 16,9 artış kaydetti.
Paylaşın