Egzema nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Çok yaygın olarak görülen ve sebebi bilinmeyen Egzema, dışarıdan gelen veya içten kaynaklanan bazı faktörlerin tetiklemesine bağlı deride oluşan ödem, kaşıntı, sulantı, kızarıklık, kepeklenme ve kümelenmiş papüloveziküllerle karakterize bir hastalıktır.

Yaygınlığına rağmen egzamanın sebepleri ve kesin tedavisi ile ilgili tıp dünyasının halen net bir uzlaşma yoktur. Egzamanın daha çok kalıtsal olduğu düşünülmektedir ve hastaların çoğunda ortak belirtiler gözlenir. Bu nedenle hastalığın belirtilerinin iyi bilinmesi erken teşhis ve tedavi başarısı için önemlidir. Kesin tedavisi bulunmamasına rağmen hekimin önerdiği uyarı ve önlemlere uyulması sorunun çözümü için önemlidir.

Bulaşıcı mıdır?

Egzama bulaşıcı bir hastalık değildir daha çok alerjik bir reaksiyondur fakat çeşitli sebeplerle vücudun farklı bölgelerine hızla yayılabilir veya iyileşmiş hastalık yeniden tekrarlayabilir.

Kendiliğinden geçer mi?

Atopik egzama en çok küçük çocuklarda ve bebeklerde görülür; ama çocuk büyüdükçe genellikle kendiliğinden geçer. Çok nadir olarak yetişkinlikte de devam eder. Diğer egzama türleri ise doğru tedavi  uygulandığında çoğunlukla iyileşir.

Nedenleri;

  • Tahriş edici maddeler; Bunlar arasında sabunlar, deterjanlar, şampuanlar, dezenfektanlar, taze meyve, et veya sebze suları bulunur
  • Alerjenler; Toz akarları, evcil hayvanlar, polenler, küf ve kepek egzamaya yol açabilir
  • Mikroplar; Bunlar arasında stafilokok aureus gibi bazı bakteriler, virüsler ve bazı mantarlar bulunur
  • Sıcak ve soğuk hava; Çok sıcak veya soğuk hava, yüksek ve düşük nem ya da egzersiz sonucu aşırı terleme egzamaya neden olabilir
  • Gıdalar; Süt ürünleri, yumurta, kabuklu yemişler ve tohumlar, soya ürünleri ve buğday egzamayı tetikleyebilir.
  • Stres; Bu, egzamanın doğrudan bir nedeni değildir, ancak semptomları daha da kötüleştirebilir
  • Hormonlar; Kadınlar, hormon düzeylerinin değiştiği zamanlarda, örneğin gebelik sırasında ve adet döngüsünün belirli noktalarında, artan egzama belirtileri yaşayabilirler

Belirtileri;

  • Ciltte kızarıklık, şişlik, minik su toplayan kabarcıklar ve sulanma
  • Ciltte şiddetli kaşıntı, kepeklenme ve yanma
  • Bazı hastalarda sadece kaşıntı ve yanma yakınması olabilir
  • Başlangıçta deride kepeklenme ve kabuklanma olurken sonra kuruma ve kalınlaşma
  • Deride renk değişikliği ve çatlama

Çeşitleri;

Atopik dermatit; Atopik dermatit en sık görülen egzama türüdür. “Atopik” terimi, egzama, astım ve / veya saman nezlesi geliştirme konusunda kişisel ve ailevi bir eğilimi ifade eder. Genellikle çocukluk döneminde başlar ve azalarak yetişkinlikte biter.

Atopik dermatit cildinizin doğal bariyeri zayıfladığında oluşur ve cildiniz sizi yıpratıcı dış etkenler ve alerjenlere karşı korumakta zorlanır. Çocuklarda dirsek ve diz kıvrımlarında, bebeklerde kafa derisi ve yanaklarda oluşan döküntülerle kendini gösterir.

Kontakt dermatit; Kontakt dermatitte dokunduğunuz bazı maddelerin (deterjan, çamaşır suyu, takılar, lateks, nikel, boya, bazı bitkiler…) oluşturduğu reaksiyona bağlı cildinizde kızarma ve tahriş oluşur. İki tip kontakt dermatit vardır:

  • Alerjik kontakt dermatit, lateks veya metal gibi maddelerin vücudumda alerjik tepki oluşturması durumudur ve bağışıklık sistemi ile ilgilidir.
  • İrritan (Alerjik olmayan) kontakt dermatit, cilt bariyeriniz kimyasal veya diğer maddelere karşı sizi koruyamadığında ortaya çıkar.

Dishidrotik egzama; Dishidrotik egzama, ellerinizde ve ayaklarınızda küçük kabarcıkların oluşmasına neden olur. Kadınlarda erkeklerden daha yaygındır. Ayak ve el parmaklarında, avuç ve ayak tabanlarında kabarcıklar oluşur. Cilt pul pul dökülebilir. Bazı maddelere karşı oluşan alerji, el ve ayakların uzun süre nemli kalması ve stres dishidrotik egzamaya neden olabilir.

El egzaması; Sadece ellerinizi etkileyen bir egzama türüdür. Eğer cildinizi tahriş edebilecek kimyasallara düzenli olarak maruz kalıyorsanız, örneğin, kuaför veya temizlik çalışanı iseniz el egzaması yaşama riskiniz daha yüksektir. Elleriniz kızarır, kaşınır ve kurur. Ayrıca ellerinizde çatlaklar ve kabarcıklar oluşabilir.

Nörodermatit; Nörodermatit atopik dermatite çok benzer. Genellikle farklı tiplerde egzama veya sedef hastalığı olan kişilerde görülür. Kollar, bacaklar, boyun, kafa derisi, ayağın alt kısımları veya cinsel organlarda kalın, pullu lekeler oluşur. Bu lekeler kaşıntılıdır ve enfekte olabilir. Nörodermatite neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir ama stres tetikleyici olabilir.

Numuler egzama; Bu tip egzama cildinizde oluşan yuvarlak, bozuk para şeklinde lekelere neden olur.  Nummular egzema diğer egzama türlerinden çok farklı görünür ve çok kaşınabilir. Numuler egzema bir böcek ısırığı veya alerjik bir reaksiyona tepki olarak tetiklenebilir. Cilt kuruluğu da bu hastalığa sebep olabilir. Atopik dermatit gibi başka tür bir egzama sorununuz varsa numuler egzama olma riskiniz daha da yüksektir.

Staz dermatiti (varis dermatiti); Staz dermatiti, kanın zayıflamış damarlardan cildinize sızmasıyla olur. Staz dermatiti, bacakların alt kısmında kan dolaşımı problemleri olan kişilerde olur. Kuvvetli kan akışı basınç oluşturur ve kanın bir kısmı damarlardan dışarı sızar. Bu durumda bacaklar şişebilir ve varisli damarlar oluşabilir. Bacaklarda ağrı, ciltte kuruma, kaşıntı ya da yara oluşumu en tipik belirtileridir.

Stres egzaması; Stres nedeniyle oluşan deri hastalıkları içinde en sık görüleni ‘stres egzaması’ diye bilinen ‘liken simpleks kronikus’ dur. Bu hastalık başlangıçta görünür herhangi bir bulgu olmaksızın kişinin kaşıntı duyması ve sürekli kaşıntı ve sürtünme sonucu ortaya çıkan belirtilerle karakterizedir.

Kaşınan bölgelerde zamanla kızarıklık kepeklenme ve deride kösele benzeri kalınlaşma ile birlikte pul pul deri dökülmeleri ve kabuklu yaralar ortaya çıkar. Vücudun herhangi bir yerinde görülebilmekle birlikte en sık saçlı deri ense sınırında, sırtta kürek kemiklerinin üzerindeki deride ve bacaklarda ortaya çıkar. Deride kalınlaşma ve deri renginde koyulaşma bazen yıllarca sürebilir.

Tedavisi;

Egzamanın kesin bir tedavisi yoktur. Bazen kendiliğinden iyileşir, bazense ömür boyu devam edebilir. Tedavi, cildin sorunlu bölgesini iyileştirmeyi ve semptomları azaltmayı amaçlar. Genellikle hastanın yaşına, belirtilerine ve mevcut sağlık durumuna uygun bir tedavi planı oluşturulur.

Egzama evde tedavi;

  • Banyo alışkanlıklarınızı değiştirin: Ilık banyoyu tercih edin. Çok sıcak su cildinizi kurutacaktır. Nemi vücudunuza hapsetmek için 3 dakika içinde hızlıca nemlendirin. Yeşil sabun ya da defne sabunu gibi doğal sabunları tercih edin. Duş jeli kullanmayın. Banyo sonrası cildinizi yumuşak bir havluyla sürtmeden nazikçe kurulayın
  • Pamuklu, yumuşak kıyafetler giyin: Sentetik, sert ya da lifli kumaşlardan kaçının
  • Yarayı kaşımayın: Egzamalı bebeklerin ellerine pamuklu kumaşlardan dikilmiş parmaksız eldivenler takın.
  • Vücudunuzu her gün nemlendirin: Özellikle kuru ve soğuk havalarda nemlendirici kullanın
  • Kullandığınız nemlendiricinin cildinizle uyumlu olmasına dikkat edin. Mümkünse doktorunuza danışın
  • Tırnaklarınızı kısa tutun: Egzamalı insanların kaşınmamaları neredeyse olanaksız olduğundan, tırnaklarını kısa, temiz ve bakımlı tutmaları, zararı biraz da olsa azaltır
  • Uçuk hastalığı olanlardan uzak durun: Egzamalı deri, uçuk virüsü olan herpes simplekse karşı dirençsizdir; virüs alınırsa enfeksiyon yayılabilir
  • Çiçek aşısı olmayın: Normal insanlara hiçbir zarar vermeyen bu aşı, egzamalı bir çocukta, ölümcül olabilen ateşli bir hastalık yapabilir
  • Tahriş edici maddelerden sakının: Egzamalı ya da egzama geçirmiş insanların derileri çok hassastır. Bu nedenle tahriş edici maddelerden sakınmalıdırlar. Bu tür maddelerle çalışmak zorunda kalanlar lastik eldiven ve yüz maskesi gibi basit önlemlerle korunmalı; gençler meslek seçerken yağlar, boya ve şampuan gibi malzemelerle çalışmak zorunda kalacakları meslekleri seçmemelidir
  • Egzamanın nedeni alerjiyse, alerji yapıcı maddeden korunun: Egzamalı bir bebeğe, inek sütü veriliyorsa, inek sütünü kesip ya anne sütü verilmeli ya da keçi sütü (inek sütüne göre daha az alerjiye yol açtığı saptanmıştır) ve özel süttozu gibi bir besinle beslenmelidir

Yumuşatıcı preparatlar;

  • Kremler: Yağ ve su karışımı içerir ve cilde serinlik hissi verir. Bu nedenle egzama olan birçok insan, gündüz kullanımı için kremleri tercih eder. Bütün kremler koruyucu maddeler içerir ve insanlar yaygın olmasa da, bu koruyucu maddelere duyarlı olabilirler.
  • Merhemler: Koruyucu içermezler. Merhemler çok yağlı olabildikleri için bazı insanlar kullanmakta zorlanabilirler. Ancak, cildin nemini korumasında çok etkili olduklarından, çok kuru ve sertleşmiş ciltler için faydalıdırlar. Merhem sulanmış cilt üzerinde kullanılmamalıdır. Böyle bir durumda krem ​​veya losyon tercih edilmelidir.
  • Losyonlar: Kremlerden daha fazla su ve daha az yağ içerirler, ancak cildi nemlendirmede çok etkili değildirler. Bununla birlikte, vücudun tüylü bölgeleri için daha faydalıdırlar ve daha rahat kullanılırlar.

Kortizon preparatları; Bazı egzama vakalarında, yumuşatıcıların düzenli kullanımı, durumu kontrol altında tutmak için yeterli olabilir. Ancak daha şiddetli seyreden durumlarda egzama semptomlarını kontrol altına almak için kortizon preparatı kullanmak gerekebilir. Topikal steroid kremler, ciltte oluşan şiddetli kızarıklık ve kaşıntılar için en yaygın kullanılan tedavidir; kısa süreli kullanılan ilaçlardır ve yumuşatıcılar ile birlikte kullanılmalıdırlar.

Topikal immünomodülatörler; Kaşıntı kontrol altına alındıktan sonra kortizon kremi olmadığı aralar vermek, cilt de yan etkileri önlemek için gereklidir. Immünomodülatörler diye adlandırılan (Elidel ve Protopic) kortizon katkısız egzama kremleri, kortizon kremleri yerine iyi alternatifler olabilir. Bunlar günde 2 kez uygulanır.

Bariyer kremler; Cilt bariyeri kremleri, sağlıklı cilt bariyerlerinde doğal olarak bulunan maddeler olan lipidler ve seramidleri içerir. Kirleri dışarıda tutarken nemi hapsetmek için deri üzerinde koruyucu bir tabaka oluştururlar. Böylece egzamalı cilt daha kolay iyileşir ve yanma, kuruluk ve kaşıntı dahil olmak üzere semptomlara daha dirençli hale gelir. Bariyer kremler reçeteli ve reçetesiz olarak satılır. Ancak bu kremleri mutlaka doktor kontrolünde kullanmanız gerekir.

Diğer egzama ilaçları; 

  • Sistemik kortikosteroidler; Topikal tedavilerin etkili olmaması durumunda sistemik kortikosteroidler reçete edilebilir. Bu ilaçlar damar ya da ağız yoluyla alınır ve sadece kısa süreler için kullanılırlar.
  • Antibiyotikler; Egzama, bakteriyel bir cilt enfeksiyonunun yanında ortaya çıkarsa, bunlar reçete edilir.
  • Antiviral ve antifungal ilaçlar; Bunlar meydana gelen mantar ve viral enfeksiyonları tedavi edebilir.
  • Antihistaminikler; Geceleri aldığınızda, bu ilaçlar kaşıntıyı hafifletir ve uyumanıza yardımcı olabilir.
  • Topikal kalsinörin inhibitörleri; Bu ilaçlar bağışıklık sisteminin aktivitelerini baskılar. Enflamasyonu ve belirtilerin şiddetini azaltır. Atakları önler.

Islak bandaj (wet wrap); Islak bandaj, başka bir kaşıntı önleyici tedavi şeklidir, ve özellikle gece kaşınmaları için uygundur. Cilt iyice yağlanmadan önce bir kat sıcak, ıslak Tubifast bandajıyla, ve üstü kuru bandajla tekrar kapatılması ilkesine dayanır (sadece “Tubifast”- bandajı kullanın çünkü normal pansuman bezleri (doğal lifli) ve bandaj nemi korumaz). Islak bandaj (wet wrap) bir kaşıntı önleyici tedavi şeklidir, ve özellikle gece kaşınmaları için uygundur.

Fototerapi; Ultraviyole (UV) ışın, orta ya da şiddetli egzama tedavisinde yardımcı olabilir. UV ışınları bağışıklık sisteminin aşırı tepki vermemesine yardımcı olur. Fakat bu tedavi cildinizi yaşlandırabilir ve cilt kanseri riskinizi artırabilir. Bu yüzden doktorlar mümkün olan en düşük dozu kullanır ve bu tedaviyi aldığınızda cildiniz yakından izlenmesi gerekir. İki tip fototerapi vardır:

UV ışık terapisi: Bir dermatoloğun ofisinde, cildiniz UVA ışınlarına, UVB ışınlarına veya her ikisinin bir karışımına maruz kalır. Bazen aynı zamanda cildinizde kömür katranını ovuşturursunuz. Aldığınız tedavinin türüne bağlı olarak haftada iki ila beş kez uygulamak gerekebilir.

PUVA tedavisi: Bu tedavide, cildi UVA ışığına daha duyarlı hale getiren reçeteli bir ilaç olan psoralen alırsınız. Sadece UV terapisinden sonuç alamayan hastalara önerilir.

Paylaşın

Eklampsi nedir? Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Hamilelik zehirlenmesi yaşayan hastanın, nöbet (kriz) geçirmesi durumuna Eklampsi denir. Eklampsi her ne kadar nadir olarak görülse de, genel anlamda tahillerde hastalığın olası belirtilerine dikkat etmeli ve erken tanı ile hasta hemen tedavi altına alınmalıdır.

Eklampsi; hamilelik öncesinde beyin ile ilgili herhangi bir rahatsızlığı olmayan ancak hamilelik döneminde yaşanması muhtemel nöbetlerdir. Eklampsinin komplikasyonu olan Preeklampsi ise gebelikte ciddi bir rahatsızlıktır. Preeklampsi gebeliğe bağlı olarak gelişen yüksek tansiyon, idrarda fazla miktarda protein gelişmesi olarak açıklanır.

Eklampsi genellikle erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Ancak hastalık belirtileri normal şartlarda fark edilmez ve sinsi bir ilerleme olursa, tedavi de bu aşamada zorlaşır. Hastalıkla birlikte yaşanacak nöbetler koma aşamasına kadar gidebilir. Hastalarda kalıcı beyin hasarı, hatta bazı ileri durumlarda anne karnında bebek kayıplarına kadar durum ilerleyebilir.

Eklampsi ne zaman görülür?

Eklampsi krizlerinin yaklaşık %80’i, doğumun yapılması esnasında ve doğumun tamamlanmasının ardından ilk 2 gün içerisinde görülür. Hamilelik dönemi içerisinde ki 20. Haftanın ardından da görülmektedir. Hamileliğin 20. haftasından önce görülmesi çok fazla karşılaşılan bir durum değildir. Ancak gene de çok az da olsa, doğumun gerçekleşmesinin ardından geçen uzunca bir müddetin ardından da ( yaklaşık 2 veya 3 hafta sonra) görülen vakalar, dataların arasında yer almaktadır.

Belirtileri;

  • Sara nöbetine benzer şekilde titreme nöbeti, zangırdamak
  • Baş ağrısı
  • Bilinç kaybı
  • Görme sorunları, eklampsinin en yaygın belirtilerinden

Ancak eklampsinin bazı belirtileri preeklampsi ile benzer de olabilir. Bunlar arasında;

  • El, ayak ve yüzde şişkinlik
  • Mide bulantısı
  • Kilo almada artış
  • İşeme güçlüğü gibi durumlar var

Teşhisi;

Eklampsi tanısını yaptıran nöbet geçirmenin görülmesidir. Nöbet gerçekleşmeden, hiçbir suret ile eklampsi tanımlaması yapılamaz. Nöbet haricinde ne gibi bulgular olur diye soracak olursanız; Karaciğer enzimlerinde yükselme, platelet (trombosit) sayısında düşme, tansiyon yükselmesi, idrarda aşırı protein atılımı (proteinüri), idrar miktarında azalma (olüguri), hiç idrar çıkarmama (anüri) rastlanan diğer bulgular arasında yer almaktadır.

Tedavisi;

Preeklampsi gebeliğin 37. haftasından önceki dönemde teşhis edilirse, eklampsi belirtilerine bağlı olarak hamileye yatak istirahatı, ilaç tedavisi ya da  hastanede tedavi olması önerilir. Hastalıktan kaynaklanacak olan nöbetlerin önüne geçmek için ise antikonvülsif ilaç türevleri kullanılır. Bunun yanı sıra antihipertansif ilaçlar ile kan basıncı, yani tansiyon düşürülür.

Bozulmuş olan karaciğer – trombosit fonksiyonlarını düzeltmek için de kortikosteroid türevleri  verilebilir. Bu dönemde önemli olan hastalık ile ilgili belirtiler oluştuğunda atlanmadan incelenmesi ve de hastalık süresinde hastanın yakın takip edilmesidir. Şiddetli preeklampsi veya eklampsi için acil bir durum meydana gelirse, sezaryen ile doğum önerilebilir. Hamilelik sırasında ortaya çıkan preeklampsi ve eklampsi için tek kesin tedavi, bebeğin doğumu olacaktır. Bu nedenle normal doğum için zorlanılmamalıdır.

Doğum sırasında yaşanabilen eklampsi için doktorun teşhis koyması zor olabilir. Çünkü belirtiler felç ile çok benzer şekilde ilerleyebilir. Yüz kasları, kol kasları veya yüzünüzde hissizlik olursa, ilk önce felçten şüphe edilir. Bilgisayarlı beyin tomografisi çekilerek kesin neden tespit edebilir. Tansiyon 180/120 mmHg’dan yüksekse, ilk etapta doktor kasılma riskini azaltmaya ve kan basıncını düşürmeye çalışacaktır. Bu şekilde hasta kontrol altında tutulmaya çalışılır ve gözlem altına alınır.

Eklampsi bebeği nasıl etkiler?

Eklampsi, direkt olarak plasentayı etkiler. Damarlardaki kan akışını yavaşlattığı için bebeğin sağlıklı bir şekilde anne karnında kalmasını sağlayan plasentanın beslenmesi engellenir ve çalışma prensibini bozar. Bu gibi durumlarda bebek düşük doğum ağırlığıyla ya da başka ciddi sağlık sorunlarıyla doğabilir. Bu nedenle uzmanlar eklampsi geçiren anne adaylarının hemen doğuma alınmasını sağlarlar.

Eklampsi nasıl önlenir?

Yüksek tansiyonunuz veya preeklampsi – eklampsi için risk oluşturan mevcut bir hastalığınız varsa, hamile kaldığınız zaman ve hamilelik süresinde kendinize çok iyi bakmanız ve bazı durumlardan kaçınmanız gerekecektir. Genellikle normal bir hayata devam edin denilen hamilelik dönemi maalesef eklampsi belirlendiğinde olmayacaktır. Dinlenme ve sağlıklı düzgün beslenme gerekir. Hastalığı tetikleyici dış etkenler engellenmelidir. Hamilelik öncesinden itibaren başlayan tetkik ve tahlillerinizde bu hastalığın belirtilerine özellikle dikkat edilmelidir.

Paylaşın

Ebola nedir? Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Ebola; yarasa, maymun, şempanze, antilop gibi hayvanlardan insanlara bulaşmış, daha sonra insandan-insana bulaşması ile yayılmıştır. Ebola, yüksek ateşe yol açabilen, iç ve dış kanamalarla seyreden ve hayatı tehdit eden bir viral enfeksiyondur.

Ebola ilk olarak 1976 yılında Sudan’ın Nzara ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Yambuku kentlerinde eş zamanlı 2 salgına yol açmıştır. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde görülen salgın Ebola Nehri yakınında bir köyde meydana geldiğinden hastalığa bu isim verilmiştir. O zamandan bu yana, virüs zaman zaman insanları enfekte etmekte ve birkaç Afrika ülkesinde salgınlara yol açmaktadır.

Nasıl bulaşır?

Ebola virüsünün doğal konakçısı tam olarak bilinmemekle birlikte mevcut bilimsel bulgular doğrultusunda meyve yarasalarının doğal konakçı olduğu düşünülmektedir.

Hastalık insanlara Ebola virüs ile enfekte olmuş hayvanlarla temas yoluyla (genellikle kesme, pişirme, yeme sonrası) veya enfekte olmuş kişinin vücut sıvılarıyla temasla bulaşır. İnsandan insana bulaşma çoğunlukla, enfekte kişilerin kan veya diğer vücut sıvılarının veya sekresyonlarının (dışkı, idrar, tükürük, semen) sağlıklı kişilerin hasarlanmış cildi veya mukoz membranına bulaşması ile olur.

Ayrıca enfeksiyonu taşıyan kişilerin vücut sıvıları ile kontamine materyaller (kirli giysiler, nevresimler, eldivenler, koruyucu ekipman ve kullanılmış enjektörler gibi tıbbi atıklar) veya ortamlar ile temas ile de bulaşma olabilir. Ayrıca EVH’nın cinsel yolla bulaşma yönünden de riski bulunmaktadır. Erkeklerden kadınlara cinsel yolla bulaşması daha güçlü bir olasılıktır.

Belirtileri;

Virüsün bulaşması ile belirtilerin ortaya çıkmasına kadar geçen süre 2 ile 21 gün arasında değişiklik gösterir. Görülebilen önemli belirtilerden bazıları baş ağrısı, vücutta yaygın ağrılar, yüksek ateş, gözlerde konjunktivit, kanamalar, bulantı ve cilt döküntüleridir. Bunlara ek olarak böbrek ve karaciğer fonksiyon bozuklukları da görülebilmektedir. Kan sayımında beyaz kan hücreleri ve trombosit sayısında azalma vardır. Hastalığın başlamasından birkaç gün sonra bile, özellikle mukoza zarlarından kaynaklanan ciddi iç ve dış kanamalar meydana gelebilir.

Görülebilen tüm bu belirtiler ebola hastalığına özgün olmayıp diğer başka ciddi enfeksiyonlarda da ateş, kanama ve organ hasarı meydana gelir. Bu da doktorların başlangıçta doğru bir teşhis koymasını güçleştirir.

Ebola’nın seyrinde, çeşitli sıklıkla çeşitli organlarda yetmezlikler gelişir. Ek olarak beyin iltihabı oluşabilir ve bu prognozu daha da kötüleştirir. Ciddi vakalar septik şoka benzer ve ölüm oranı yüksektir. Hastalıkta ölüm sebebi genellikle kalp yetmezliğidir.

Tanısı;

Özellikle hastalığın erken evresinde, ebola ile sarı humma, lassa humması, dang humması veya sıtma gibi diğer bazı hastalıklar arasındaki ayrım zordur. Bu nedenle şüpheli vakalarda hastalar erken dönemde karantinaya alınmalıdır.

Patojen her şeyden önce kanda ve aynı zamanda deride de tespit edilebilir. Ebola virüsü için incelemek üzere numuneler alınır. Virüse karşı antikor oluşumu genellikle sadece hastalığın ileri evrelerinde oluşur. Ebola virüsü ile çalışmak ve ebola enfeksiyonu olduğundan şüphelenilen hastalardan örnekleri incelemek için sadece çok yüksek güvenlik düzeyine sahip özel laboratuvarlara izin verilir.

Ebola’dan şüphelenilirse, hastanın kan değerleri de yakından izlenir. Ek olarak, kanama veya bozulmuş organ fonksiyonu için yakın takip gereklidir.

Tedavisi;

Şimdiye kadar, ebola için etkili bir tedavi yöntemi bulunamamıştır, bu yüzden ölüm oranı hâlâ çok yüksektir. Aynı şekilde, standart tedavi önerileri de yoktur. Antiviral bir ilaçla tedavi düşünülebilir, ancak benzer viral hastalıkların aksine başarılı olma ihtimali düşüktür.

Bir ebola enfeksiyonu için önemli olan, hastaların yoğun bakım altına alınmasıdır. Başarılı bir tedavi için elektrolit ve sıvı desteği önemlidir. Böbrek yetmezliği için diyaliz gibi hızlı bir organ değiştirme prosedürü başlatılmalıdır. Ancak, ne yazık ki ebolanın ortaya çıktığı ülkelerde (Orta Afrika), bu tür tıbbi müdahaleler çoğu zaman mümkün olmamaktadır.

Alınabilecek önlemler;

Ölümcül bir virüs olmasına rağmen, yakın temasla da bulaşabildiği için, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi (CDC), ellerin sabunla yıkanması, hastalarla temasta eldiven kullanılması, kişiler arası enfeksiyonu engellemek için tek seferlik iğne kullanılması gibi koruyucu önlemler başta olmak üzere, Viral Hemorajik Enfeksiyon Kontrolü başlığı altında, pratik kurallar geliştirmiştir.

Bu kurallar:

  • Aktif vakaların tespit edilip, izole edilmesi
  •  Enfeksiyon şüpheli kişileri 21 günlük kuluçka dönemi boyunca iyice izlenmesi
  • Ölenlerin güvenli hijyen şartlarında defnedilmesi
  • Mevcut vakaların ve geriye dönük olarak tüm vakaların araştırılıp dokümante edilmesi
  • Günlük raporlanmanın yapılması
  • Sağlık çalışanlarının ve hasta yakınlarının kişisel koruyucu ekipmanlarını titizlikle kullanması
  • Güvenli enfeksiyon kontrolü konusunda, halka ve sağlık çalışanlarına eğitimlerin verilmesi

 

Paylaşın

Düşük nedir? Belirtileri, Nedenleri

Bazı hamilelikler çeşitli nedenlerden kaynaklı olarak düşükle sonuçlanabilmektedir. Düşük, hamileliğin 24 haftadan önce bitmesine ve bebeğin kaybedilmesine denir. Başka bir tanımla, fetusun, gebeliğin 28. haftasından önce ölümü, ve rahmin dışa atılmasıdır.

Bilinen gebeliklerin yaklaşık yüzde 10 ila 20’si düşükle sonuçlanmaktadır. Ancak gerçek sayı muhtemelen daha yüksektir, çünkü birçok düşük hamilelikte çok erken gerçekleşir ve kadın hamile olduğunu bile fark etmez.

Düşük eğer ilk üç ayda olursa buna erken düşük denir ve oldukça sık görülen bir durumdur. Hamileliklerin %10-20′si erken düşükle sonuçlanır. Erken düşüklerin çoğunluğu bebeğin kromozomlarının anormal olması nedeniyle gerçekleşir. Üç yada daha fazla düşük yaşanmasına ise tekrarlayan düşükler denir.

Her 100 kadından 1′i tekrarlayan düşük yaşayabilir. Geç düşükse 3 aydan sonra yapılan düşüktür. Bazen tekrarlayan ve geç düşüğün nedeni bulunabilir. Diğerlerinde ise herhangi bir neden bulunamaz. Çiftlerin çoğunda gelecekte başarılı bir hamilelik şansı vardır, özellikle testler normal çıkmışsa. Tekrarlayan ve geç düşük nedeni olabilecek birçok faktör vardır.

Nedenleri;

Çoğu düşük, fetüs normal şekilde gelişmediği için ortaya çıkar. Düşüklerin yaklaşık yüzde 50’si ekstra veya eksik kromozomlarla ilişkilidir. Çoğu zaman, kromozom problemleri, embriyo bölünüp büyüdükçe tesadüfen meydana gelen hatalardan kaynaklanır – ebeveynlerden miras alınan problemlerden değil. Yani siz ve eşiniz kromozomal olarak tamamen normal bir yapıya sahip olsanız bile embriyonun bölünmesi sırasındaki hatalar bebekte kromozom anomalisi olmasına neden olabilir.

Kromozomal anormallikler aşağıdakilere yol açabilir:

  • Blighted ovum. Blighted ovum embriyo oluşmadığında ortaya çıkar.
  • Rahim içi fetal ölüm. Bu durumda, bir embriyo oluşur ancak gelişmeyi durdurur ve herhangi bir gebelik kaybı belirtisi ortaya çıkmadan ölür.
  • Molar gebelik ve kısmi molar gebelik. Molar hamilelikte, her iki kromozom seti babadan gelir. Molar gebelik, plasentanın anormal büyümesi ile ilişkilidir; genellikle fetal gelişme yoktur.

     

  • Kısmi bir molar gebelik, annenin kromozomları kaldığında ortaya çıkar, ancak baba iki set kromozom sağlar. Kısmi molar gebelik genellikle plasentanın anormallikleri ve anormal bir fetus ile ilişkilidir.
  • Molar ve kısmi molar gebelikler, geçerli gebelikler değildir. Molar ve kısmi molar gebelikler bazen plasentanın kanserli değişiklikleri ile ilişkili olabilir.

Anne sağlık koşulları; Bazı durumlarda, annenin sağlık durumu düşüklere yol açabilir.

  • Kontrolsüz diyabet
  • Enfeksiyonlar
  • Hormonal problemler
  • Rahim veya serviks problemleri
  • Tiroid hastalığı

Risk faktörleri; Aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli faktörler düşük yapma riskini artırır…

  • Yaş; 35 yaşından büyük kadınların düşük yapma riski genç kadınlardan daha yüksektir. 35 yaşında yaklaşık yüzde 20 riskiniz var. 40 yaşında, risk yaklaşık yüzde 40’tır. Ve 45 yaşında, yüzde 80 civarında.
  • Önceki düşükler; Art arda iki veya daha fazla düşük yapmış kadınların düşük yapma riski daha yüksektir.
  • Kronik Durumlar; Kontrolsüz diyabet gibi kronik bir durumu olan kadınların düşük yapma riski daha yüksektir.
  • Rahim veya servikal problemler; Bazı uterus anormallikleri veya zayıf servikal dokular (yetersiz serviks) düşük yapma riskini artırabilir.
  • Sigara, alkol ve yasadışı uyuşturucular; Hamilelik sırasında sigara içen kadınların düşük kullanma riski sigara içmeyenlere göre daha fazladır. Ağır alkol kullanımı ve yasadışı uyuşturucu kullanımı da düşük yapma riskini artırır.
  • Ağırlık; Düşük kilolu veya aşırı kilolu olmak düşük yapma riski ile bağlantılıdır.
  • İnvaziv prenatal testler; Koryonik villus örneklemesi ve amniyosentez gibi bazı invaziv prenatal genetik testler hafif düşük riski taşır.

Belirtileri;

  • Vajinal kanama (kanama şiddeti her kadında farklı seyredebilir. Bazen damla damla veya lekelenme şeklinde bazen yoğun ve parlak renkli olabilir.)
  • Karın ağrısı
  • Kahverengi veya pembemsi akıntı
  • Vajinadan parça gelmesi
  • Sırt ağrısı
  • Kasık bölgesinde oluşan kramplar
  • Bulantı ve kusma
  • Ateş
  • Hâlsizlik bu belirtiler arasında sayılabilir.

Her hamile kadının düşük belirtileri hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Bu bulgular her zaman düşüğe işaret etmeyebilir. Ancak ağrı ve kanama birlikte seyrediyorsa hiç vakit kaybetmeden bir sağlık birimine başvurulmalıdır.

Komplikasyonlar;

Düşük yapan bazı kadınlar, septik düşük olarak da adlandırılan uterus enfeksiyonu geliştirir. Bu enfeksiyonun belirtileri ve semptomları şunları içerir:

  • Ateş
  • Titreme
  • Alt karın hassasiyeti

Düşüğe karşı alınabilecek önlemler; 

Hamilelerin düşükten korunmak için alabileceği birtakım önlemler bulunmaktadır…

  • Gebelik planlıyorsanız hamile kalmadan önce alkol ve sigara kullanımını bırakmalısınız.
  • Sağlıklı bir beslenme rutinine geçmeli, vitamin ve mineralce zengin beslenmelisiniz.
  • Gebelik öncesinden başlayarak folik asit kullanımına başlamalısınız.
  • Aşırı kafein tüketiminden kaçınmalısınız.
  • Kronik hastalıklarınız varsa gebe kalmadan önce sağlık kontrolünden geçmeli ve bu rahatsızlıkları kontrol altına almalısınız.
  • Bilinçsizce ilaç kullanımından sakınmalısınız.
  • Çeşitli enfeksiyonlara karşı kendinizi korumalısınız.
  • Ağır egzersiz hareketlerinden kaçınmalı, hamileliğe uygun bir egzersiz programı tercih etmelisiniz.
  • Zararlı kimyasallara maruz kalmamaya özen göstermelisiniz.

Vajinal kanama ve kasılmalar, gebelikte en çok korkutan durumlardır. Eğer böyle bir belirti yaşıyorsanız hamilelikte düşük olasılığını göz önüne getirerek en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalısınız. Unutmayın, her kanama düşük habercisi olmayabilir. Ancak düşük varlığında acil müdahalenin önemi oldukça büyüktür.

 

Paylaşın

Disfaji (yutma güçlüğü) nedir? Tedavisi

Yiyecek ve içeceklerin ağızdan mideye geçmesi sırasında yani yutulmasında yaşanan güçlüğü ifade eden Disfaji (yutma güçlüğü), genellikle boğazınız veya yemek borunuzla ilgili bir sorunun işaretidir. Disfaji, her yaşta ortaya çıkabilen bir sağlık sorunudur.

Boğaz veya yemek borusunun düzgün çalışmasını önleyebilecek birçok farklı sorun vardır. Bunlardan bazıları küçük, diğerleri daha ciddidir. Bir veya iki kez yutmakta zorlanıyorsanız, muhtemelen tıbbi bir sorununuz yoktur. Ancak düzenli olarak yutmada sorun yaşıyorsanız, tedaviye ihtiyaç duyan daha ciddi bir sorununuz olabilir.

Nedenleri;

  • Yutma işleminde görev alan ağız, dil, damak, yutak ve yemek borusundan herhangi birini veya birden fazlasını etkileyen enfeksiyonlar, tümörler, metabolik hastalıklar, nörolojik durumlar ve doğumsal faktöler
  • Sağlıksız dişler, uygun olmayan takma dişler,
  • Reflü
  • Beyin ve sinir sistemi hastalıkları,
  • Soğuk algınlığı sayılabilir.

Yutma güçlüğü birkaç aydan daha uzun süredir devam ediyor giderek şiddetleniyorsa ve bu duruma ağrı, ses kısıklığı ve öksürük eşlik ediyorsa yutak bölgesi, dil ve gırtlak bölgesinin iyi huylu ve kötü huylu tümörlerini işaret edebileceğinden asla ihmal edilmemelidir.

Belirtileri;

  • Yiyecek ve içecekleri yutarken boğazda takılması hissi,
  • Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi,
  • Tükürükte artış
  • Boğazda yabancı cisim hissi
  • Öksürük ve boğulma hissi sayılabilir.

Eğer yutma güçlüğü inatçı ise ve nedeni bilinmiyorsa bir kulak burun boğaz uzmanına başvurulmalıdır. Endoskopla yapılan muayenede dilin arka bölümün, boğaz ve larenks incelenir. Sonrasında yemek borusu, mide ve oniki parmak bağırsağının incelemesini gerektiren bir durum varsa mide ve barsak hastalıkları uzmanı tarafından muayene gerçekleştirilir.

Teşhisi;

Disfaji ile ilişkili belirtiler yaşanması durumunda, nedeni belirlemek için çeşitli testler yapılabilir. Bu testler şunları içerebilir:

  • Sineradyografi; İç vücut yapılarının kamera yardımıyla görüntülendiği bir görüntüleme testi. Test sırasında, hastanın baryum preparatı yutması istenir. Özel bir röntgen cihazı yardımıyla baryumun yemek borusundaki hareketlerine ait video kaydı oluşturulur. Bu test, genellikle konuşma ve yutma uzmanı bir sağlık profesyoneli rehberliğinde gerçekleştirilir.
  • Üst endoskopi; Endoskop adı verilen ve ucunda ışıklı kamera bulunan esnek, dar bir tüp ağız ve boğaz yoluyla yemek borusuna geçirilir. İşlem sırasında boğaz ve yemek borusunun görüntüleri monitöre yansıtılır.
  • Manometri; Bu test, özofagusa ait kasılmaların ve alt uçtaki kapak gevşemesinin zamanlama ve gücünü ölçer.
  • Reflü testi; Tıbbi adı empedans ve pH testi olan bu yöntem, reflüye bağlı asit geri akışının tespiti için yapılır.

Tedavisi;

Disfaji tedavisi, altta yatan nedene ve problemin tipine bağlı olarak değişiklik gösterir. Yutma güçlüğü bazen herhangi bir tedavi yapılmadan da kendi kendine geçebilir. Karmaşık yutma problemlerinin tedavisi ise bir ya da daha fazla uzman doktor tarafından yönetilir.

Oral ya da faringeal disfaji genellikle nörolojik problemlerden kaynaklandığı için, başarılı bir tedavi sağlamak zordur. Bununla birlikte parkinson hastalığı nedeniyle disfajisi olan hastalarda, ilaçlara iyi yanıt alınabilir. Oral ve faringeal yutma güçlüğü tedavisinde şu yöntemler kullanılır:

  • Yutma terapisi; Yutma terapisi, bir konuşma ve dil terapisti rehberliğinde yapılır. Hastaya etkili yutma için yeni yollar öğretilir. Ayrıca fizik tedavi ile zayıf kasların güçlendirilmesi hedeflenir.
  • Diyet; Bazı yiyecek ve sıvıların veya kombinasyonlarının yutulması kolaydır. Yutması en kolay yiyecekler tercih edilir. Bu esnada dengeli bir diyet yapılması önemlidir.
  • Tüpten besleme; Hastada zatürre, yetersiz beslenme veya sıvı – elektrolit dengesizliği riski varsa, bir burun tüpü (nazogastrik tüp) veya PEG (perkütan endoskopik gastrostomi) ile beslenmesi gerekebilir. PEG tüpleri doğrudan mideye cerrahi yolla takılır ve karına açılan küçük bir delikten geçer.

Genel olarak özofageal disfaji için ise cerrahi girişim gerekir. Bu amaçla kullanılan yöntemler şunlardır:

  • Dilatasyon; Yemek borusunda darlık varsa küçük bir balon yardımıyla dilatasyon adı verilen genişletme işlemi uygulanır. Uygulama, balonun yemek borusuna yerleştirilip şişirilmesiyle gerçekleştirilir.
  • Botoks (Botulinum toksini) enjeksiyonları; Yemek borusundaki kaslarda gevşeyememe sorunu varsa (Akalazya) botoks tedavisi kullanılabilir. Botulinum, kasılmış kasları felç ederek daralmayı azaltan güçlü bir toksindir.

Disfaji kanserden kaynaklanıyorsa, hasta tedavi için onkoloğa yönlendirilir. Tedavide tümörün cerrahi olarak çıkarılması gerekebilir.

Paylaşın

Zeka Geriliği (Debilite) nedir? Tedavisi

Zihinsel süreç dediğimiz, akıl yürütme, dikkat, algı, hafıza, problem çözme, muhakeme gibi becerilerde ortalamanın oldukça altında kalma durumuna Zeka Geriliği (Debilite) denilmektedir. Zeka Geriliğinin görülme sıklığı tüm toplumda % 1’dir.

Farklı bir tanımla, Zeka Geriliği, kişinin zihinsel becerilerinin yaş ortalamasının altında olması, buna bağlı olarak standart eğitim sisteminin beklentilerini karşılama konusunda sıkıntı yaşaması durumudur. Zeka geriliği herhangi bir konudaki beceriksizliğe verilen isim değil; zeka katsayısının düşük olması durumudur.

Belirtileri;

Zeka geriliği ilk yıllardan itibaren düzeyine (hafif, orta, ağır) bağlı olarak farklı yoğunlukta belirtiler gösterir. Gelişim basamaklarında gecikmeler görülür. Zeka geriliği olan çocuklar, yaşlarına uygun düzeyde öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenmekte, öğrendikten sonra hatırlamakta, dikkatlerini yaşlarına uygun düzeyde odaklamakta zorlanırlar. Sosyal yaşamda kendilerinden yaşça daha küçük çocuklarla iletişim kurmayı, oynamayı tercih ederler. Bazılarında önemli uyum ve davranış problemleri görülebilir. Başka bir deyişle bilişsel, dil, motor ve sosyal yetilerde yaşın gerisinde gelişim söz konusudur.

Nedenleri;

  • Doğum öncesi nedenler: Kalıtım en önemli etkendir. Ailede zekâ geriliği tanısı olan bir bireyin varlılığı riski artırır. Buna ek olarak kromozomal bozukluklar (Down Sendromu gibi), metabolik bozukluklar (hipotiroidi gibi), annenin gebelikte geçirdiği enfeksiyonlar (kızamıkçık, toksoplazmosis gibi) veya diğer gebelik faktörleri (alkol ve madde kullanımı, yetersiz beslenme, plasenta sorunları gibi) zekâ geriliğine neden olabilmektedir.
  • Doğum sırasındaki nedenler: Erken doğum, düşük doğum kilosu, doğum travmaları (mor doğum gibi), doğum sırasında bulaşan enfeksiyonlar zekâ geriliğine neden olabilmektedir.
  • Doğum sonrasındaki nedenler: Travma, doğum sonrası enfeksiyonlar, uyaran eksikliği, yetersiz beslenme zekâ geriliğinin nedenleri arasında sayılmaktadır.

Türleri;

DSM 5 Tanı Ölçütleri El Kitabı’na göre,  hafif, orta, ağır ve ileri derecede zeka geriliği türleri vardır.

Hafif (IQ 50-55’ten 70’e kadar); Zeka geriliği olan insanların % 85’i hafif kategorisindedir.

Kavramsal alan: soyut düşünme, işlevsel beceriler, bilişsel esneklik ve kısa süreli hafıza az miktarda etkilenir.

Sosyal alan: kişiyi manipüle edilme riski altında bırakan olgun olmayan sosyal etkileşim gerçekleşir.

Pratik alan: günlük işler sırasında izleme, rehberlik ve yardıma ihtiyaç duyulur. Bu yardım, özellikle stresli durumlarda çok önemlidir.

Biraz daha yaşları büyüyene kadar ortalama bir çocuktan farksızmış gibi görünebilirler.

Orta (IQ 35-40’tan 50-55’e kadar); Zeka geriliği olan insanların % 10’unu oluşturur.

Kavramsal alan: günlük aktiviteleri tamamlamak için devamlı olarak yardıma ihtiyaç duyulur. Bazı sorumluluklarının diğer insanlar tarafından yerine getirilmesi gerekebilir. Orta dercede bir izleme ile kendi bakımları için ne yapmaları gerektiğini öğrenebilirler. Beceri gerektirmeyen işleri yapabilirler ama yine de her zaman gözlenmeleri gerekir.

Sosyal alan: sözel olarak iletişim kurarken dilleri engeli olmayan insanlara göre daha az zengindir. Bu da sosyal alt mesajları doğru yorumlayamadıkları ve yeni ilişkiler kurmada başarısız oldukları anlamına gelir.

Pratik alan: destek ve devamlı yol gösterme ile bazı becerilerini geliştirebilirler.

Ağır (IQ 20-25’den 35-40’a kadar); Zeka geriliğine sahip insanların % 3 – % 4’ü ağır zeka geriliğine sahiptir.

Kavramsal alan: özellikle rakamsal kavramları anlamaları çok sınırlıdır. Birçok alanda sürekli desteğe ihtiyaç duyarlar.

Sosyal alan: sözel anlatımları çok temeldir, cümlelerinin yapısı çok basittir ve kısıtlı bir kelime dağarcıkları vardır. Çok basit bir iletişim kurarlar ve sadece şimdiki zamanla sınırlıdırlar.

Pratik alan: günlük işler için sürekli olarak gözlemlenmeleri gerekir.

Şiddetli (IQ 20-25); Bu grup çok azınlıkta olsa da (% 1 – % 2), birçoğu tanımlanmış nörolojik bir hastalıkla ilişkilidir.

Kavramsal alan: net olarak etki altındadır. Sadece fiziksel dünyayı anlarlar ve sembolik şeyleri anlamazlar. Yol gösterme ile, bir şeyi işaret etme gibi temel beceriler kazanabilirler. İlgili motor ve duyusal zorluklar nedeniyle objelerin işlevsel kullanımı sağlanamaz.

Sosyal alan: sözel ve jeste bağlı iletişimleri tutarsızdır. Kendilerini çok temel, basit ve çoğunlukla sözsüz bir şekilde ifade ederler.

Pratik alan: tüm alanlarda tamamen başkasına bağlıdırlar. Eğer hiç motor ya da duyusal bozuklukları yoksa çok temel bazı aktivitelerde bulunabilirler.

Eğer zeka geriliğine sahip insanlar için daha kolay ve ulaşılabilir bir çevre yaratmak istiyorsak herkesin bu konuya destek vermesi gereklidir. Aksi taktirde, bu çevresel sınırlamalar sadece onların halihazırda sahip olduğu kısıtları artırmaktan başka bir şey yapmayacaktır.

Her şeyden önce karşımızdaki insanın engelinden çok bir insan olduğunu unutmamalıyız. Bu engele sahip olan insanların da duyguları hayalleri ve tıpkı bizim gibi topluma katacakları bir şeyler vardır.

Tedavisi;

Zeka geriliğini gidermeye yönelik doğrudan bir tedavi yoktur ancak zeka geriliğinin sebep olabileceği olumsuzlukları aza indirmenin çeşitli yöntemleri vardır. Bunlardan en önemlisi de özel eğitimdir. Erken uyaran eğitimi ve kişiselleştirilmiş özel eğitimlerle zeka geriliği olan çocuğun desteklenmesi gerekmektedir.

Yaşama dair temel ihtiyaçların karşılanabilmesi konusunda, zeka geriliğinin derecesi göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmiş eğitimler tercih edilmelidir. Varsa ruhsal bozukluklara karşı psikolojik tedavi ve zeka geriliği ile birlikte görülme olasılığı yüksek olan dikkat eksikliği tedavisi uygulanabilir. Elbette tüm bunlar zeka geriliğini tedavi etmez; zeka geriliği ile birlikte görülen diğer problemleri tedavi eder.

Unutmayın: Normal zeka, parlak zeka veya üstün zekalı insanlar da zeka potansiyelinin tamamını kullanamamaktadırlar. Dolayısıyla, zeka geriliği olan birisi de tıpkı normal veya üstün zekalılar gibi beyin egzersizleri yaparak potansiyelini en iyi şekilde kullanmayı hedefleyebilir. Beyin egzersizleri, zeka oyunları, özel eğitim ve benzeri çalışmalarla zeka geriliği olan çocukların hayata tutunmaları desteklenebilir.

 

 

Paylaşın

Renk Körlüğü (Daltonizm) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Renk Körlüğü (Daltonizm), görme merkezinde bulunan özel bir pigment molekülünün olmaması veya gerektiğinden az olması durumudur. Bu eksiklik sebebiyle, hasta çevresindeki renkleri doğru bir şekilde ayırt edemez. Renk Körlüğü olan kişiler, kırmızı, yeşil ve mavi renklerden bir veya birkaçını ayırt edememektedir.

Kadınlardan fazla erkeklerde görülen, oldukça yaygın bir durumdur. Kadınlarda yüzde 0,6–0,8 oranında rastlanılmasına rağmen bu oran erkeklerde yaklaşık yüzde 10 dur. Her 20 erkekten ve her 200 kadından birinde vardır. Çoğu renk körü olduğunu kendiliğinden fark etmez.

Belirtileri;

Renk körlüğünün yaygın türü olan kalıtsal renk körlüğünde yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı, aynı biçimde algılanır ve ayrı renkler ancak yoğunluklarıyla ayırt edilebilir. Bu bozukluk doğuştan geldiğinden renk körleri zamanla belirli tonları ayıracak hale gelebilirler. Renk körlüğünün ender görülen ve ciddi olan türünde ise görüş bozukluğu ilerleyicidir ve hasta her şeyi siyah – beyaz görür.

Renk körlüğü günlük yaşamda önemli bir sorun oluşturmaz, ama hasta, renklerle ilgili belirli işlerde çalışamaz. Kırmızı – yeşil renkler bütün dünyanın kara ve deniz işaretlerinde yaygın olarak kullanıldığından, renk körleri sürücülük ve denizcilik yapamazlar. Bu renklerde önemli uyarılar yapıldığından, görülmemeleri yaşamsal tehlike oluşturabilir.

Teşhisi;

Renk körlüğünün teşhisinde kullanılan birçok yöntem bulunmaktadır. Kullanılacak yöntemler, hastanın renk körlüğünü açığa çıkarmaya ve renk görme eksikliğinin ne seviyede olduğunun belirlenmesine yardımcı olacaktır.

Ishihara testi, Farnsworth testi, Munsell D-15 testi, Farnsworth Lantern testi gibi birçok test, renk körlüğünün teşhisinde kullanılmaktadır. Renk körlüğünü saptamak için özel olarak hazırlanmış İshihara Testi, en yaygın kullanılan teşhis yöntemidir.

Aydınlatması iyi olan bir yerde, hastadan testte gördüğü şekil ve sayıları anlamlandırması istenir. Eğer bir renkte eksiklik tespit edilirse, daha detaylı testlerin yapılması da gerekmektedir. Bu testlerin göz doktorları tarafından yapılması, daha doğru bir tanı konmasına yardımcı olacaktır.

Tedavisi;

2009 yılında ABD’de gerçekleştirilen bir çalışma ile maymunlarda renk körlüğü problemi gen tedavisiyle düzeltilmiştir. Ancak insanlarda henüz gen tedavisi gerçekleştirilememektedir. Grafik tasarımı, ince elektronik işler, cerrahi gibi meslekleri icra etmede renk körleri zorluklar yaşayacaklardır. Ama bunun dışındaki mesleklerde ve günlük hayatta renk körleri fazla zorluk çekmezler.

Renk körleri için üretilmiş renkli kontakt lensler ve gözlükler mevcuttur. Göz doktorunuz size bu kontakt lens ve gözlüklerin deneme setinden farklı renkleri denetir. Hangi renge sahip kontakt lens veya gözlükle renkleri daha iyi ayırt edebildiğiniz saptanır. Sonra da bu renkteki kontakt lens ve gözlüğü kullanmaya başlayabilirsiniz.

Paylaşın

Dakriyoadenit nedir? Belirtileri, Tedavisi

Yözyaşı kanallarının tıkanması durumunda Gözyaşı Kesesi iltihabı meydana gelebilmektedir. Dakriyoadenit, göz yaşı bezinin iltihaplanmasına verilen bilimsel isimdir. Hastalığın etkeni viral olabileceği gibi bakteriyel de olabilir.

Gözyaşı kanalları gözyaşlarının gözden burun boşluğuna iletilmesi işlevini yerine getirmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı durumunun sıkça çocuklarda görüldüğü bilinmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı genel olarak burun, burun polipleri ve sinüs enfeksiyonları sonucunda meydana gelmektedir. Tüm bunların yanı sıra gözyaşı kesesi iltihabı genetik nedenler sonucunda da meydana gelebilmektedir.

Gözyaşı kesesi iltihabının her yaştan kişilerde görülebildiği bilinmektedir. Başlıca hijyen problemleri nedeniyle meydana gelebilmekte olan gözyaşı kesesi iltihabı özellikle çocuklarda sıkça görülmektedir. Göz ve göz çevresinin temiz tutulması gözyaşı kesesi iltihabına yakalanmamak için oldukça önemlidir.

Belirtileri;

Gözyaşı kesesi iltihabının bazı belirtileri dışarıdan görülebilecek durumda olmaktadır. Bu durum meydana geldiğinde çoğu kişide ortak belirtiler görülmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabının başlıca belirtileri şu şekilde sıralanmaktadır.

  • Göz kenarlarında şişme
  • Göz kenarlarında aşırı duyarlılık
  • Göz kenarlarında hissedilen şiddetli ağrı
  • Gözde kızarıklık

Gözyaşı kesesi iltihabı durumunu yaşamasına rağmen herhangi bir belirtinin görülmediği hastalar da olabilmektedir. Hiçbir belirtinin görülmemesi durumu oldukça tehlikelidir. Hiçbir belirti görülmediği için kişi muayene edilme gereksinimi duymaz ve iltihap önlenemez. Aynı zamanda belirtinin görülmediği durumlarda gözyaşı kesesi iltihabı durumu normalden daha şiddetli bir şekilde görülmektedir. Bu durumun görüldüğü hastalarda gözyaşı kesesi iltihabının kronik bir hale geldiği dahi görülebilmektedir. Bu nedenle hastaların çok ciddi belirtiler görmeseler dahi sürekli tetikte olmaları ve düzenli göz muayenelerine devam etmeleri önerilmektedir. Gözyaşı kesesi iltihabı erken teşhis edilip müdahale edilmediği takdirde cerrahi müdahale gerekebilmektedir.

Tedavisi;

Hiçbir belirtinin kesin bir şekilde görülmediği gözyaşı kesesi iltihabına sahip kişilerde, bu durum kronik bir hale gelebilmektedir ve tedavisi zorlaşabilmektedir. Bu sebeple kişinin sürekli kontrol halinde olması tavsiye edilmektedir. Göz bölgesinin hijyenik olması birtakım rahatsızlıklardan korunmanın en sık önerilen yoludur.  Burun veya solunum enfeksiyonuna yakalanan kişilerin ise göz çevresinin hijyeni konusunda çok daha fazla dikkatli olması gerekmektedir. Burun veya solunum enfeksiyonuyla birlikte yaşanması durumunda kişilerin gözyaşı kesesi iltihabının yaşandığını fark etmeleri oldukça zordur.

Gözyaşı kesesi iltihabı için uygulanmakta olan birçok tedavi yöntemi bulunmaktadır. Göz üzerine sıcak suya bastırılmış pamuk uygulaması uzmanlar tarafından tavsiye edilmektedir. Hastanın durumuna göre doktor tarafından antibiyotik kullanımı da önerilebilmektedir. Genel olarak doktor tarafından önerilen tedavi yöntemlerinin gözyaşı kesesi iltihabı üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Tedavi yöntemlerinin etkili olmaması durumunda ise gözde yağ kistleri oluştuğu takdirde cerrahi işlem uygulanması gerekebilmektedir. Cerrahi operasyonlar çok zorlu geçmemesine rağmen uzmanlara tarafından kişiye erken teşhisle diğer yöntemlerin uygulanması tercih edilmektedir. Bu nedenle kişinin gözünde herhangi bir belirtiyle karşılaşması durumunda mutlaka bir uzmana danışması gerekmektedir.

(Kaynak: esencanhastanesi.com.tr)

Paylaşın

Dupuytrens nedir? Belirtileri, Tedavisi

Genellikle 40 yaş üzeri erkeklerde rastlanan ve tüm parmakları etkileyebilen Dupuytrens, avuç iç derisinin hemen altında yer alan ve altından geçen tendon sinir ve damar yapıları için koruma görevi üstlenen yapının (fasya) anormal kalınlaşması ile meydana gelen bir durumdur. 

Genellikle ağrısız olmasına rağmen bazı kişilerde hafif sızı ve kaşıntı şeklinde yakınmalar görülebilir. Her ne kadar kesin olarak nedenleri kanıtlanamamış olsa da bazı etkenler suçlanmaktadır. Bunlar arasında alkol, şeker hastalığı, sigara, sistemik diğer hastalıklar, genetik geçiş, sürekli el travması olan bir işte çalışma sayılabilir.

Semptomları nelerdir?

Başlangıç sinsidir, avuç içinde özellikle 4 ve 5. parmaklar hizasında, oluşan ağrısız şişliklerle başlar. Giderek şişlik artarak bir bant şeklinde kalınlaşmaya başlar. Ciltte oluşan şişlik ve sertleşme arttıkça parmakların esnekliği etkilenir. Hasta avuç içini düz zemine koyduğunda , el ayası yere temas etmez ve kubbe şeklini alır.

Hastalık ilerledikçe tendonları, komşu damar ve sinirleride etkileyebilir. Hastanın parmağını açması giderek zorlaşır. Bu nedenle elini yıkaması, eldiven giymesi, alkışlaması ve nesneleri kavraması bozulur.

Tedavi seçenekleri nelerdir?

Parmakta gerginliğe ve hareket kısıtlılığına neden olmayan nodullere cerrahi gereksizdir. İlerlemeyi azaltmak için uygun hastalarda kortizon enjeksiyonu yapılabilir. Ama mutlaka doktor kontrolunde olunmalı ve parmakta açamama başladığı anda uygun cerrahi işlemle müdahale edilmelidir.

Hangi cerrahi yöntem en başarılıdır?

Birçok cerrahi yöntem tanımlanmış olup cerraha ve hastaya göre uygulanacak yöntem değişebilmektedir. Cerrahi müdehalede  geç kalındıkça, uygulanan cerrahi müdehaleden sonra hareketli parmak elde etme şansıda azalmaktadır.

Paylaşın

Diyabet (Şeker Hastalığı) nedir? Tedavisi

Tıptaki adı ile Diabetes Mellitus olan ve çağın hastalıkları arasında en ön sıralarda yer alan Diyabet (Şeker Hastalığı), pankreasın yeterli miktarda insülin salgılayamaması veya salgılanan insülinin yeterli derecede kullanılamaması nedeniyle kan şekerinin yükselmesi durumu olarak tanımlanmaktadır.

Diyabet (şeker hastalığı), ölümcül birçok hastalığın oluşumunda birinci sırada rol oynayan ve dünyanın her yerinde çok yaygın olarak görülen bir hastalık türüdür. Diyabetin insüline bağımlı (Tip I) ve insüline bağımsız (Tip II) olmak üzere başlıca iki tipi vardır.

Tip 2 Diyabet Nedir?

Tip 2 diyabet, kandaki şeker seviyesinin (glikoz) çok yüksek olmasına neden olan ve oldukça yaygın bir durumdur. Ancak Tip 2 diyabetin belirtileri insanları her zaman kötü hissettirmediği için kolaylıkla fark edilmeyebilir.

Vücudun hücrelerinin normal olarak üretilen insüline karşı direnç kazanması, bu nedenle de kandaki şekerden faydalanamaması durumudur. Aşırı kilo, hareketsiz yaşam tarzı, stres, ailede şeker hastalığı görülmesi ve ilerleyen yaş Tip 2 diyabetin nedenleri arasındadır.

Normalde görülen aşırı susama, sık idrara çıkma ve yorgunluk gibi semptomların yanı sıra kalp ve sinirlerle ilgili ciddi sorunların ortaya çıkması ihtimalini arttırır. Tip 2 diyabet kişinin günlük yaşamını hayat boyu etkileyecek bir durumdur. Kontrol altına alınması için diyet değişikliği, ilaç kullanımı ve düzenli tıbbi kontroller gerektirebilir.

Tip 1 Diyabet Nedir?

Tip 1 Şeker Hastalığı, ya da Tip 1 diyabet, vücudun kan şekerini kontrol etmek için yeterli miktarda insülin hormonu üretememesi durumudur. Bunun sonucunda da kandaki şeker (glikoz) seviyesi çok yüksek değerlere ulaşır.Tip 1 diyabette kan şekeri seviyesini kontrol altında tutmak için günlük insülin enjeksiyonlarına ihtiyacınız duyulur. Tip 1 diyabet genellikle küçük yaşta ortaya çıkar. Vücudun kendi bağışıklık sisteminin pankreasın insülin üreten hücrelerine saldırmasından kaynaklanır.

Tip 1 şeker hastalığı diyabetik ketoasidoza yani DKA’ya neden olabilir. DKA, vücutta ciddi insülin eksikliği olduğunda ortaya çıkar. Enerji için şeker kullanamayan vücut, bunun yerine vücutta bulunan depolanmış yağdan faydalanmaya başlar. Depolanmış yağ vücut tarafından kullanılırken geriye ketonlar adı verilen kimyasallar bırakılır.

Bu durum kontrol altına alınmazsa ketonlar kanda birikirler ve kanın asit değerini yükseltirler. Özellikle başta çocuklar olmak üzere Tip 1 şeker hastalığı olduğundan habersiz bireyler, DKA nedeniyle kötüleşmeden teşhis edilemeyebilirler. Bu nedenle DKA’nın belirtilerini ve semptomlarını hızlı bir şekilde tedavi edebilmek için tespit etmek önemlidir.

Bunlar arasında başta planlanmamış kilo kaybı gelir. Eğer vücut yiyeceklerden enerji alamazsa, bunun yerine enerji için var olan kas ve yağları yakmaya başlayacaktır. Beslenme ve hareket tarzını değiştirmeden kilo vermeye başlamanın nedeni budur. Vücudun yağ yakarken ortaya çıkardığı ketonlar mide bulantısı ve kusma hissi oluşturabilir. Ketonlar kanda hayatı tehdit edebilecek tehlikeli seviyelere kadar yükselebilir.

Belirtileri;

  • Sık idrara çıkma
  • Ağız kuruluğu
  • Çok su içme
  • Açlık hissi
  • Cilt yaralarının geç iyileşmesi
  • Kuru ve kaşıntılı bir cilt
  • Ellerde ve ayaklarda uyuşma
  • Karıncalanma
  • Halsizlik ve yorgunluk hissi
  • Hızlı ve istemsiz kilo kaybı
  • Bulanık görme

Nedenleri;

Şeker hastalığı nedenleri konusunda yapılan birçok araştırmanın neticesinde, diyabet hastalığında genetik ve çevresel nedenlerin birlikte rol aldığı sonucuna varılmıştır. Temelde Tip 1 Diyabet ve Tip 2 Diyabet olarak iki türü bulunan şeker hastalığında hastalığa neden olan etmenler bu türlere göre farklılık göstermektedir.

Tip 1 Diyabet nedenleri arasında yüksek oranda genetik faktörler rol oynamakla birlikte kan şekerinin düzenlenmesinde görev alan insülin hormonunu üretimi yapan pankreas organına zarar veren virüsler ve vücut savunma sisteminin çalışmasındaki aksaklıklar da hastalığa sebep olan etmenler arasındadır. Bunun yanı sıra şeker hastalığının daha yaygın görülen türü olan Tip 2 diyabetin nedenleri arasında şu şekilde belirtilebilir:

  • Obezite (aşırı kilo)
  • Ebeveynlerde diyabet öyküsünün bulunması
  • İleri yaş
  • Hareketsiz yaşam tarzı
  • Stres
  • Gebelik sırasında gestasyonel diyabet oluşumu ve normalden yüksek doğum ağırlıklı bebek dünyaya getirme

Teşhisi;

Kesin tanı için diyabet şüphesi olan hastalarda kan şekeri ölçümleri yapılmalıdır.

  • Açlık plazma kan şekeri 110 mg/dl. üzerinde ise;
  • Herhangi bir saatte bakılan plazma kan şekeri 200 mg/dl. üzerinde ise;

Diyabetin yol açtığı sorunlar;

Diyabette yıllar geçtikçe etkilenen organlara göre değişik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu sorunlar ;

  • Göz problemleri
  • Ayak yaraları
  • Böbrek bozuklukları
  • Kalp ve damar bozuklukları
  • Enfeksiyonlara yatkınlık
  • Cinsel problemlerdir

Tedavisi;

Diyabet tedavi yöntemleri, hastalığın türüne göre farklılık gösterir. Tip 1 diyabette insülin tedavisi ile birlikte tıbbi beslenme tedavisi titizlikle uygulanmalıdır. Hastanın diyeti doktor tarafından önerilen insülin dozu ve planına göre diyetisyen tarafından planlanır. Besinlerin içerdiği karbonhidrat miktarına göre insülin dozunun ayarlanabildiği karbonhidrat sayımı uygulaması ile birlikte Tip 1 diyabetli bireylerin hayatı oldukça kolaylaştırılabilmektedir. Tip 2 diyabetli bireylerde ise tedavi beslenme düzeninin sağlanmasının yanı sıra genellikle hücrelerin insülin hormonuna duyarlılığını artırmaya veya doğrudan insülin hormonu salınımını artırmaya yönelik oral antidiyabetik ilaçların kullanılmasını içerir.

Diyabet hastalığında dikkat edilmesi gerekenler ve önerilen tedavi ilkelerine uyulmadığı durumlarda kan şekerinin yüksek seviyelerde seyretmesi, başta nöropati (sinir harabiyeti), nefropati (böbreklerde hasar oluşumu) ve retinopati (göz retinasında hasar oluşumu) olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açar. Bu nedenle eğer siz de diyabet hastalığına sahip bir bireyseniz, düzenli olarak kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyiniz.

Paylaşın