Erkekte meme büyümesi (jinekomasti) nedir? Detaylar

Tıp dilinde “ jinekomasti ” olarak adlandırılan Erkekte Meme Büyümesi, erkeklerin meme dokusunun aşırı derecede büyümesi durumudur. Gögüsteki meme dokusu, kadınlık hormonu östrojenin fazlalığına ya da erkeklik hormonu testesteronun eksikliğine bağlı olarak büyür.

Bebeklerde, ergenlik çağındaki erkeklerde ve yaşlı erkeklerde görülebilir. Bazı erkek çocukları veya ergen erkeklerde meme bölgesinde normalden fazla yağ toplanması oluşabilir, bu duruma pseudojinekomasti (yalancı jinekomasti) denir.

Nedenleri;

Jinekomastinin birçok nedeni olabilir. Bazı hastalıklar , örneğin siroz gibi ağır karaciğer bozuklukları, bazı ilaçlar , örneğin bir zamanlar çok kullanılan bir mide ilacı (cimetidin) jinekomasti yapabilir. Ancak jinekomasti vakalarının büyük çoğunda hiçbir sebep bulunmamaktadır. Yani bu hastalık büyük bir oranda hiçbir sebep olmadan kendiliğinden ortaya çıkar.

Vücut geliştirme sporcularının büyük bir kısmında da jinekomasti görülüyor. Bunun sebebi uyarıcı olarak kullandıkları yüksek miktarda erkeklik hormonu. Erkeklik hormonu vücutta kullanıldıktan sonra yok edilirken ortaya kadınlık hormonuna benzeyen bir ara madde çıkıyor ve bu da yüksek miktarlarda olunca göğüslerin büyümesine neden oluyor.

Testis, karaciğer ve hipofiz bezinin bazı kanser türleri, karaciğer ve böbrek yetmezliği, hormonal bozukluklar, bazı genetik hastalıklar, alkol kullanımı, bazı ilaçlarda jinekomasti problemine yol açabilir.

Belirtileri;

İşaretler, memelerin etrafındaki az miktarda ekstra dokudan daha belirgin göğüslere kadar değişir. Bir veya her iki memeyi de etkileyebilir. Bazen, meme dokusu ihale veya ağrılı olabilir, ancak bu her zaman böyle değildir.

Tedavisi;

Jinekomasti tedavisi her zaman gerekli değildir, çünkü ergenlik döneminde ortaya çıkan geçici jinekomasti genellikle üç yıl içinde tedavi olmaksızın kendi başına gider. Eğer ilaçlar jinekomastiye neden oluyorsa, ilacı kesmek jinekomastiyi azaltmada etkili olabilir. Altta yatan tıbbi durumların tedavisi de önemlidir.

Ancak, meme dokusu büyümesi konusunda endişeleniyorsanız bir hekime başvurabilirsiniz. Doktor tedaviye ihtiyacınız olduğunu düşünürse, şunları önerebilir:

  • Hormon dengesizliğini ayarlayan ilaç: İlaçlar jinekomastinin erken evrelerinde kullanıldığında etkilidir, çünkü genişlemiş meme dokusu genellikle yaklaşık 12 ay sonra ortaya çıkar.
  • Testosteron replasmanı; Bu terapi, düşük testosteron seviyeleri olan yaşlı erkeklerde etkili olmuştur, ancak erkek hormonunun normal seviyelerine sahip erkeklerde etkili olduğu kanıtlanmamıştır
  • SERM’ler: Selektif östrojen reseptör modülatörleri (SERM) tamoksifen (Soltamox) ve raloksifen (Evista), problemi tamamen ortadan kaldıramasa da, meme dokusunun miktarını azaltmaya yardımcı olabilir. Bu ilaçlar genellikle şiddetli veya ağrılı jinekomasti için kullanılır

Fazla meme dokusunu çıkarmak için ameliyat: İlaçların skar dokusunun azaltılmasında etkili olma ihtimali olmadığından ameliyat tek olası tedavidir. Rahatsızlığı en aza indirmede ve / veya fiziksel görünümü iyileştirmede yardımcı olacak çeşitli göğüs sıkıştırma giysileri ve yelekleri mevcuttur.

Jinekomasti meme kanseri riskini artırır mı?

Herhangi bir genetik hastalığı olmayan bireylerde jinekomasti meme kanseri riskini kesinlikle arttırmaz.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Jinekolojik kanserler nedir? Detaylar

Kanser, tüm dünyada kalp hastalıklarından sonra en sık ölüme yol açan hastalıklar arasındadır. Kadın vücudunda meydana gelen kanserlerin %30 – 40 kadarı meme, rahim ve yumurtalık gibi genital organlardan çıkmaktadır. 

Rahim ağzı (serviks), rahim (endometriyum), yumurtalık (över) ile dış genital organ (vulva ve vajen) kanserleri jinekolojik kanserler olarak isimlendirilmektedir.

Jinekolojik kanserlerden korunmak için yılda bir kere kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulması ve test yaptırılması öneriliyor. Jinekolojik kanserlerde ortak bir neden bulunmuyor. Kanser tiplerine göre risk faktörlerinin değiştiği belirtiliyor.

Jinekolojik Kanserler;

  • Rahim ağzı kanseri; Rahim ağzında ortaya çıkan hücresel değişiklikler, kanser aşamasına gelmeden, tespit edilebilmektedir. Bu dönemde, mevcut olan patolojiye rağmen hastaların hemen hemen hiç bir şikayeti olmamaktadır. Bunun için cinsel yaşamı başlayan her kadının senede bir defa vajinal smear (akıntı tahlili) yaptırması çoğu kez erken tanı için yeterli olmaktadır. Smear, bir tarama testi olup, şüpheli bir bulgu saptandığında rahim ağzı bölgesinin optik bir yöntemle büyültülerek (kolposkopik inceleme) değerlendirilmesi ve bu alandan patolojik inceleme için doku alınması gerekmektedir. Rahim ağzı kanseri geliştikten sonra en belirgin şikayet, cinsel ilişki sonrası ortaya çıkan kanlı vajinal akıntıdır. Ne yazık ki hastalığın ilerlediği safhalarda belirgin vajinal kanama ve ağrı olmaktadır
  • Rahim kanseri; Rahim kanseri (endometriyum) ise genellikle 50-60 yaş grubunun hastalığıdır. Şeker hastalarında, doğum yapmamış ve şişman kadınlarda daha sık görülür. Adet düzeninin bozulması veya menopozdan sonraki dönemde olan vajinal kanama en belirgin bulgudur. Jinekolojik muayene ve beraberinde yapılan ultrasonografi rahim kanseri tanısı için yapılması gerekli olan işlemlerdir. Kesin tanı için rahmin içinden doku alarak patolojik inceleme yapmak gereklidir
  • Yumurtalık kanseri; Yumurtalık kanseri (över) ise kadın sağlığını ve yaşamını ciddi olarak tehdit eden, her yaşta görülebilen çok önemli bir hastalıktır. Yumurtalık kanseri, kadın genital organı kanserleri arasında en öldürücü olanıdır. Diğer jinekolojik kanserler ile karşılaştırıldığında, erken dönemdeki yumurtalık kanserleri hemen hemen hiçbir ön belirti vermediği için genellikle çok geç tanı konulabilmektedir. Bu nedenle rutin jinekolojik USG erken tanıda önemlidir
  • Dış genital organ (vulva) kanseri; Bu tür kanserler genellikle ileri yaş grubundaki bayanlarda görülür. Bazı virüs hastalıkları veya kronik kaşıntı ile ortaya çıkan hastalıkların zemininde kanser gelişebilir.
  • Vajina kanseri; Vajina kanseri, genital bölge kanserleri arasında en az görülen türdür. Anne karnında iken maruz kalınan bir hormon bu kanser riskini arttırır

Belirtileri;

Jinekolojik kanserlerin belirtileri tutulan organa göre farklılık gösteriyor. Rahim ağzı kanserinin belirtisi cinsel ilişki sonrası lekelenme tarzında vajinal kanama, adet miktarında ya da süresinde artış, kahverengi vajinal akıntı olarak ortaya çıkıyor. İleri evrelerde bel ve kasık ağrısı, idrar yapmada güçlük ya da bacak ödemi görülebilir. Rahim kanseri erken bulgu veren bir kanserdir, menopoz öncesi ya da menopoz döneminde anormal kanamalarla belirti verir. Yumurtalık kanseri ise neyazık ki geç bulgu verir ve bulguları spesifik değildir. Karın şişliği, ağrı, hazımsızlık, karın çevresinde artış, anormal vajinal kanama en sık görülen belirtilerdir. Geç bulgu vermesi nedeniyle yumurtalık kanseri olgularının yüzde 70’i evre 3 ve 4’de tanı konur. Vulva kanserinin en sık bulguları ise kronik kaşıntı, vulvada ele gelen kitle, ağrı, kanama ve ülserlerdir.

Jinekolojik kanserlerin ölüme yol açma riski;

Jinekolojik kanserlerin ölüme yol açma oranları hastalığın evresine, histolojik tipi ve derecesine, hastanın genel durumuna yaşına ve yapılan cerrahiye bağlı olarak değişiklik gösteriyor. En kötü yaşam süresine sahip olan kanserin, geç bulgu vermesi nedeniyle yumurtalık kanseri olduğu vurgulanıyor. Tanı sonrası ortalama yaşam süresi yüzde 35’dir. Rahim kanseri ise daha erken belirti verdiği için yaşam süresi yumurtalık kanserine göre daha iyidir. Tüm evreler için yaşam süresi oranları şu şekildedir: Evre I yüzde 75, evre II yüzde 60, evre yüzde 30 ve evre 4 için yüzde 10’dur. Pap smear yöntemi ile erken tanısı artan rahim ağzı kanserinde ortalama yaşam süresi yüzde 80 civarındadır. Evre I yüzde 90, evre 2 yüzde 65, evre 4 için ise yüzde 15’dir.

Tanıda kullanılan yöntemler;

Jinekolojik kanserlerin erken tanısı için geliştirilen yöntemler sayesinde tedavideki başarı oranı da artıyor. Jinekoloji kanserlerden rahim ağzı kanserini son yıllarda erken tanının en çok arttığı kanser türü olarak değerlendiriliyor. Bu kanserde Pap smear testi denilen rahim ağzından dökülen hücrelerin sitolojik incelemeleriyle yapılan tarama yöntemi ile gelecekte kanserleşme potansiyeli olan hücresel değişiklikler erken dönemde tanınmaktadır. Bu lezyonların yok edilmesiyle rahim ağzı kanserinde ölüm oranında belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Öyle ki, tek bir negatif Pap smear testi, rahim ağzı kanseri riskini yüzde 45 oranında azaltıyor. Yaşam boyu dokuz negatif Pap smear testi ise bu riski yüzde 99 oranında azaltmaktadır. Rahim ağzı kanseri için en etkin tarama yöntemi olan Pap smear testi 18 yaşın üzerinde cinsel aktivitesi olan her kadına yılda bir kez önerilmektedir.

Rahim ve yumurtalık kanserinde erken tanı;

Jinekolojik kanserlerde kullanılan tarama yöntemleri rahim kanserinde çok etkili değil. Rahim kanseri genellikle erken belirti verdiği için tanısı rahatlıkla konulabiliyor. Ancak Riski yüksek olan şişman, diyabetik, östrojen tedavisi gören kişilerde tarama yapılabiliyor.. Tarama için vajinal sonografi, endometrial biyopsi ve ofis histeroskopi kullanılabildiğini belirtiliyor. Vajinal sonografiyle ölçülen rahim içi tabakasının kalınlığı 4 milimetrenin altındaysa rahim kanseri riski çok düşüktür. Tüm jinekolojik kanserler arasında en ölümcül olan yumurtalık kanseri için etkin bir erken tanı ve tarama yöntemi neyazık ki yoktur.

Yıllık rutin muayene erken tanı için yeterli değildir. İlk kez 1980’li yıllarda tanımlanan Ca-125 tümör belirteci adlı yüzey antijeniyle yumurtalık kanserinin yüzde 80’i saptanabiliyor. Ancak menopoz öncesi döneminde Ca-125 değerleri gebelik, rahim iç dokusunun rahim dışındaki bölgelerde bulunması olarak tarif edilen endometriozis, iyi huylu yumurtalık kistleri gibi bir çok nedene bağlı olarak yükselebilir. Ayrıca erken dönemdeki yumurtalık kanserlerinin yüzde 50’sinde Ca-125 normal olarak bulunmaktadır. Transvajinal sonografi ve Doppler ultrason ile Ca-125’in birlikte kullanımı taramanın niteliğini artırsa da rutin inceleme için yeterli değildir.

Jinekolojik kanserlerde tedavi;

Jinekolojik kanserlerin tedavilerindeki başarı hastalığın evrelerine göre farklılık gösteriyor. Etkin tedavinin genellikle cerrahi olduğuna dikkat çekiliyor. Yumurtalık kanserinin tüm evrelerinde cerrahi uygulanır. Genellikle bu olgular geç dönemde bulgu verdikleri için hasta ileri evrede başvururlar. Hastalara tam cerrahi evreleme yapılmalı ve tümör kitlesi minimum seviyeye indirilmelidir. Cerrahi evreleme sadece rahim ve yumurtalıkların alınması değil kanserin tüm karın içinde yaygınlığının araştırılması ve yayıldığı belirlenen bölgelerin temizlenmesi anlamına gelir.

Böylece hasta ileride alacağı kemoterapiden maksimum fayda görür. Genellikle yumurtalık kanserinin ilk sonrası kemoterapi takiben ve “ikinci bakış ameliyatı” denilen tekrar bir operasyon yapılır. Bu ameliyatın sonucunda gerekirse tekrar kemoterapi verilir. Rahim ağzı kanserinin erken evrelerinde cerrahi uygulanırken ileri evrelerde radyasyon terapisi temel tedavi seçeneğini oluşturur. Rahim kanserinde ise yine cerrahi ilk tedavi seçeneğidir. Sonrasında radyoterapi ve gerekirse kemoterapide uygulanabilir. Jinekolojik kanserli olgularda tedavi ve izlem multidisipliner yapılmalıdır. Hastalıkların nükslerinde birden fazla tedavi kombine olarak kullanılabilir.

Korunmak için öneriler;

Jinekolojik kanserlerin nedenleri çok farklı olduğu için korunmada da birçok faktörü dikkate almak gerekiyor. Rahim ağzı kanserinden korunmak için cinsel yolla bulaşan hastalıklardan özellikle insan papillom virüs (HPV) enfeksiyonundan korunma ön plana çıkıyor. Üreme çağında doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda, rahim ve yumurtalık kanserlerin görülmesinde belirgin oranlarda azaldığı bilinmektedir. Sigara kullanımı da rahim ağzı kanser riskini artırdığından sigaranın bırakılmasını önerilmektedir.

  • Rahim ağzı kanseri; Rahim ağzı kanserinin erken tanısı ve tedavisi mümkün olduğundan mutlaka her yıl belirgin bir yakınma olmasa da Pap smear testi yapılmalıdır. Son yıllarda HPV enfeksiyonları için aşı çalışmaları sürdürülüyor. Ancak henüz rutin kullanıma girmiş değil
  • Rahim kanseri; Aşırı kilo alımının engellenmesi, karşılıksız östrojen alınmaması ve kanserleşme potansiyeli olan rahim hastalıklarının uygun tedavi edilmesi gerekiyor
  • Yumurtalık kanseri; Doğum kontrol haplarının kullanılması ve ailede yumurtalık kanseri varlığında koruyucu girişimler önerilebilir. Yani yumurtalık alınabilir. Ancak bu her zaman yumurtalık kanserini ortadan kaldırmayabilir. Jinekolojik kanserlerden korunma en iyi rutin yıllık muayenelerin ihmal edilmeden yaptırılması ile gerçekleşir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

İnsülin direnci nedir? Belirtileri, Tedavisi

İnsülin, pankreastan salgılanan şeker metabolizmasını düzenleyen bir hormondur. İnsülin Direnci ise, insan vücudunun kaslarında, yağında ve karaciğerde bulunan hücrelerin insüline doğru şekilde tepki vermediği ve bu nedenle enerji için kandaki glukozu kullanamadığı durumdur.

Aynı zamanda metabolik sendrom olarak bilinen insülin direnci, obezite, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve tip 2 diyabet gibi tıbbi sorunlara yol açabilir.

Nedenleri;

  • Aşırı Kilo; Araştırmalara göre, aşırı kilo veya obezite insülin direncine neden olmaktadır. Özellikle, bel çevresindeki fazla yağın primer sebep olabileceği düşünülmektedir. Bel ve göbek bölgesinde yoğunlaşan yağ dokuları insülin direnci, yüksek tansiyon, dengesiz kolesterol ve kardiyovasküler hastalık gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen hormonları ve diğer maddeleri üretmektedir
  • Fiziksel Aktivite Yetersizliği; Fiziksel olarak aktif olmama genellikle tip 2 diyabete yol açan insülin direnciyle ilişkili olmaktadır. Vücuttaki kaslar diğer dokulardan daha fazla glikoz kullanmaktadır. Normalde aktif kaslar depolanmış glikozu enerji için yakmakta ve kan glikoz seviyelerini dengede tutmaktadır. Böylece, kan dolaşımındaki glikoz da sürekli olarak yenilenmektedir
  • Diyabet (Şeker Hastalığı); Tip 2 diyabet vücuttaki insülin seviyelerini artırabilmektedir. Sağlıklı insanlarda, insülin, yağ hücreleri, kas hücreleri ve karaciğer hücreleri gibi çeşitli hücresel hedeflerde bulunan insülin reseptörlerine bağlanmada aracılık etmektir. Tip 2 diyabet hastalığını bulunan kişilerde meydana gelen yüksek kan şekeri seviyeleri aynı zamanda, yüksek insülin seviyelerini de tetiklemektedir. Bu da, insülin seviyelerinin yüksek olmasına rağmen insüline karşı bir direnç kazanabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Yüksek kan şekerinin başlangıç nedeni, vücuttaki yüksek karbonhidrat seviyeleri olabilmektedir
  • D Vitamini Eksikliği; Vücuttaki D vitamini eksikliği, insülin direncine ve insülin duyarlılığına etki edebilmektedir. Bu nedenle, glikoz toleransında oynadığı role bağlı olarak insülin direncine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir
  • Polikistik Over Sendromu; Polikistik over sendromu gibi hastalıklar insülin direnci ile ilişkili olabilmektedir. Diğer yandan, polikistik over sendromunun insülin direncine neden olup olmadığı veya hastalık sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkıp çıkmadığı tam olarak bilinmemektedir. Cushing sendromu ve hipogonadizm gibi diğer hastalıkların da insülin direncine yol açabileceği düşünülmektedir

Belirtileri;

Bireyler, insülin direnci gösterirken genellikle açıktan fark edebilecekleri semptom ya da belirtilere sahip değillerdir. İnsülin direncini saptamak için kan şekeri seviyelerini kontrol eden bir kan testi yaptırmak gereklidir.

Yine benzeri şekilde insülin direnci sendromunun bir parçası olan yüksek tansiyon, düşük “iyi” kolesterol seviyeleri ve yüksek trigliseritler gibi diğer koşulların kontrol edilmesi için de bir takım testlerin yapılması ve sonuçların tıp uzmanları tarafından incelenmesi gereklidir.

Normal şartlar altında insülin direnci teşhisi konulması için arasında aşağıdaki maddelerin en az üç tanesinin görülmesi gereklidir.

  • Erkeklerde 95 cm ve kadınlarda 80 bel çevresi
  • 130/80 veya daha üstünde tansiyon değerleri
  • 100 mg / dL üzerinde bir açlık glukoz / şeker seviyesi
  • 150 mg / dL üzerinde bir açlık trigliserit seviyesi
  • Erkeklerde 40 mg / dL, kadınlarda 50 mg / dL altında HDL kolesterol seviyesi
  • Ciltte lekelenmeler ve akantozis nigrikans adı verilen koyu, kadifemsi cilt lekeleri

Tanısı:

İnsülin direncinin tanısı için açken yapılan kan şekeri ve insülin testi belirleyicidir. Gerekli durumlarda “Şeker yükleme testi” ile kan şekeri ile insülin değerlerinin değişimine bakarak değerlendirme yapılabilmektedir. İnsülin direnci teşhisinde kullanılan HOMA değeri; kan şekeri ve insülin değerlerinden hesaplanan matematiksel bir formülün sonucudur. Ayrıca kan yağları, karaciğer enzimleri gibi bazı veriler de teşhis için yardımcı olabilmektedir.

Tedavisi;

İnsülin direnci tedavisinde öncelikli adım, yaşam tarzı değişiklikleridir. Tıbbi beslenme tedavisi, egzersiz ve hareketin artırılması, uyku düzeninin sağlanması ve sürdürülebilir olması önemlidir. İnsülin direnci tedavisinde tıbbi beslenme tedavisi; bireyin yaşı, cinsiyeti, fiziksel aktivite ve yaşam şekline göre kişiye özgün olarak belirlenir.

  • İnsülin direnci diyeti tüm besin ögelerini yeterli ve dengeli bir şekilde içermelidir
  • Kısa dönem şok programlar uygulanmamalıdır
  • Vücut ağırlığının 6 ayda yaklaşık %5-10’unun azaltılması hedeflenmelidir. Bireyin günlük mevcut kalori alımı hesaplanmalı ve ortalama 400-600 kcal azaltılmalıdır
  • Haftalık 0.5-1kg ağırlık kaybı hedeflenmelidir
  • Sürdürülebilir, uygulanabilir ve lezzetli bir program hazırlanmalıdır
  • Dengeli beslenme programı 4-6 öğünden oluşmalıdır. Sık aralıklarla beslenme bir sonraki öğünde fazla yemeyi önler
  • Günlük protein alımı toplam kalorinin %20-35’ini oluşturmalıdır. Proteinin yeterli miktarda alınması tokluk hissi ve yağsız vücut kitlesini koruması açısından önemlidir
  • Günlük kalorinin %25-35’i de yağlardan alınmalıdır
  • Yağda eriyen vitaminlerin emilimi( A, D, E, K) olumsuz etkilenebileceğinden yağ oranı çok azaltılmamalıdır.
  • Günlük kalorinin %50-65’i de karbonhidratlardan alınmalıdır
  • Basit karbonhidratlar yerine(şeker gibi), kompleks karbonhidratlar (tam tahıl ürünleri, baklagiller) tercih edilmelidir

Yaşam tarzı değişikliğini uygulayamayan veya yarar görmeyen hastalara bazı ilaçlarla tedavi önerilebilir. İştah ve hafif kilo kaybı etkisi gösterir. Metformin özellikle HbA1c % 5.7-6.4 arasındaki açlık ve/veya tokluk kan şekeri normal sınırın üzerinde olan, gebelik diyabeti öyküsü bulunan, vücut kitle indeksi 35’ten büyük hastalarda diyabet gelişme riskini %30 azaltmaktadır.

İnsülin direnci tedavisinde öncelikle bir kan testi yapılarak direnç seviyesi ölçülür. Direncin yüksek olduğu kişilerde 2-3 ay ya da en fazla 6 aylık tedavilerle seviye normale döndürülebilir. İnsülin direnci seviyesi normale döndüğünde de kilo vermenin önündeki engeller kalkmış olur. Dolayısıyla hastaların hızla iştahları kesilir ve kilo verir. Buna ek olarak da kalp hastalığı, kanser tiplerine yatkınlık ve şeker hastalığı da önlenmiş olur.

İnsülin direnci tedavisinde ilaçların da rolü büyüktür. Sağlıklı bir beslenme ve egzersiz programı ile birlikte gerekli ilaçlar kullanıldığı zaman kişi kilo vermeye başlar. İnsülin direncini önleyen ilaçlar şeker tedavisinde de kullanılan ilaçlardır ve 2-3 ay içinde insülin direnci kontrol altına alınıp, seviyesi tamamen normale getirildikten sonra ilaç tedavisi sonlandırılır.

Böylece kilo alımı, aşırı yağlanma, damar yağlanmaları, ateroskleroz yani damar sertliği, kalp damar hastalığı riskleri, karaciğer yağlanması riski, özellikle risk altındaki insanlardaki diyabet hastalığına doğru gidişat tamamen engellenmiş olur. Özellikle şeker hastalığı riski taşıyan hastalarda insülin direnci tespit edilip, doğru tedavi uygulandığında hastalık hiç başlamadan önlenmiş olur. Bu nedenle insülin direnci zamanında tedavi edildiğinde şeker hastalığı riskini ortadan kaldırmak mümkündür.

İnsülin direnci tedavisinde bir başka yaklaşım da insülin fazlalığının sadece dışarıdan insülin verilmesi ile değil Tip 2 diyabetik hastaların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar ile de teşvik edilmesidir. Bu nedenle tedavi tümüyle ele alınmalıdır.

İnsülin direnci tedavisi doğru ve yeterli beslenme planı, kişinin günlük yaşamı ile uyumlu hale getirilmelidir. Aksi takdirde tedavinin tümüyle kontrolsüz gitmesine neden olabilir. Mümkün olduğu kadar öğünlerde rafine karbonhidrat kısıtlanmalı, yeterli kalori alımı kilo kontrolü hedeflenerek sağlanmalıdır. Beslenmenin şekli ve gıdaların hazırlanması da çok önemlidir. Yemekler yavaş, çok çiğnenerek, doyma hedeflenmeden yenilmelidir.

İnsülin direnci ve diyabet tedavisinde egzersiz ve beslenme ile ilaç tedavisinin zamanlaması oldukça önemlidir. Her hastanın bir sporcu gibi davranmasını beklemek ve onu bu konuda zorlamak doğru değildir. Yeterli düzeyde egzersizi en uygun dönemde yapmaya teşvik etmek gerekir. Komplikasyonlar mutlaka değerlendirildikten sonra egzersiz planlaması yapılmalıdır. Yemeklerden sonraki ilk 30-60 dakika içinde oturma ve çay içme alışkanlığından vazgeçilmelidir.  Bu dönemlerde 10-15 dakikalık yürüyüşler ya da sofra toplama gibi hareketler yapılması daha doğrudur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Düşük nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Hamileliklerin neredeyse %15’i düşük ile sonlanır. Aslında bu oran bu tahminden daha da yüksektir. Zira bazı hamilelikler o kadar erken sonlanır ki, çoğu kadın gebeliğinin farkında değildir. Hamileliğin 12. haftasından önce gerçekleşen düşükler ‘erken düşük’ olarak değerlendirilirken 12. ila 20. haftası arasında gerçekleşen düşükler de ‘geç düşük’ olarak adlandırılıyor.

Gerçekleşen düşüklerin çoğunda ana neden genetik sebeplerdir. Yani genetik yapısı bozuk olan gebelik mahsulü ilk üç aydaki kalite kontrol mekanizmalarından geçemez ve düşükle sonuçlanır. İleri yaş gebelerinde genetik yapı bozukluğu olan embriyo gelişimi daha fazladır. İleri yaş gebeliklerindeki düşük riskinin fazla olmasındaki ana neden de budur.

Nedenleri;

Pek çok düşüğün sebebi, bebeğin normal şekilde gelişememesinden kaynaklanır. Düşük, bebeğin genetik yapısındaki bozukluk nedeniyle görülebilir. Fakat bu bozukluk illa anneden veya babadan geçmek zorunda değildir. Annenin hastalıklarına bağlı olarak düşük gelişir. Günlük olarak yapılan aktiviteler düşüğe neden olmaz. Buna çok şiddetli bulantı ve kusma yaşanması da dahildir. Düşme veya başka yaralanmalarda da düşük gelişmesi olacak diye bir kaide yoktur. Daha çok hayati tehlike bulunan durumlarda düşük gelişebilir.

Belirtileri;

Düşük belirtilerinin ilki kanamadır ve kanamaya kimi zaman doku parçaları da eşlik edebilir. Bu durumda düşük riski akıllara gelir ve düşük tanısı da konabilir. Çoğu zaman kanama ile beraber kasıklarda ya da bel bölgesinde arı da görülebiliyor. Kimi zaman da kanama olmadan vücudun bu bölgelerinde ağrı yaşanabiliyor. Bazı anne adaylarında ağrının sırta ya da kalçaya doğru yayılım gösterebildiğini söyleyebiliriz. Vajinal akıntının pembe renkte olması da düşük belirtilerinden biri olarak kabul edilebilir.

Belirtiler yüksek ateş ya da halsizlik gibi semptomlar şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Ancak gebelik döneminde her belirtiyi düşük riski ile ilişkilendirmek de doğru olmaz. Mide bulantısı ve kusma düşük belirtileri arasındadır ancak her zaman düşükten kaynaklı olarak yaşanmayabilir. Gebeliğin belirli dönemlerinde de mide bulantısı ve kusma şikayetleri ortaya çıkabiliyor. Buna kokulara karşı hassasiyet de eşlik edebiliyor. Bu gibi durumlarda yapılması gereken en doğru davranış doktorunuzu bilgilendirmenizdir.

Düşük riski kaçıncı aya kadar devam eder?

Düşük tehdidi olan gebeler sıkı gözlem altında tutulurlar. Bazen haftalık kontrollerle gebelik kesesi ve fetus kalp atımları izlenir. Bazen de rahim boynu (collum) uzunluğu ölçülerek düşük riski gözlenir. Genellikle ilk üç ay içerisinde yani 12 haftanın bitimiyle işler normale dönse de bazen riski oluşturan patoloji (örneğin tedavi edilmeyen idrar yolu enfeksiyonları) ortadan kalkana kadar devam edebilir.

Teşhisi;

Vajinal kanama, lekelenme, karın veya bel bölgenizde ağrı, kramp gibi şikayetleriniz varsa mutlaka doktorunuza bildirin. Doktorunuz rahim ağzının açıklığını kontrol edecek, ultrasound ile de bebeğinizin kalp atışlarına bakacaktır. Böylelikle gelişimin normal olup olmadığı tespit edilecektir. İhtiyaç halinde kan ve idrar tahlilleri de istenebilir. Kanamanız bulunuyor ama rahim ağzı açılmamışsa bu, düşük tehdidi olduğu anlamına gelir. Böyle hamilelikler genelde başka bir sorun çıkmadan devam edecektir. Fakat kanama ile birlikte rahmin kasılması ve rahim
ağzı açılması da varsa düşük kaçınılmazdır.

Tedavisi;

Düşük tehdidi varsa kanama ve ağrı geçene kadar istirahat gereklidir. Bu sırada egzersiz ve cinsel ilişkiden uzak durulmalıdır. Seyahate çıkmanız da bir o kadar sakıncalı olacaktır. Özellikle de acil tedavi imkânı olmayan yerlere gitmeniz oldukça risk taşır. Kanama başladı ve rahim ağzı da açıksa bu düşük yapıyor olduğunuz anlamına gelir. Fakat rahminizde gebeliğe ait dokuların bir bölümü kalabilir. Bu yüzden kürtaj gibi bir işlem gerekebilir. Bu işlem esnasında rahim ağzı genişletilir ve rahimde kalan parçalar alınır.

Yeniden ne zaman hamile kalınabilir?

Düşük yaşandıktan sonra, adet düzeniniz başladığı andan itibaren. Fakat unutmayın ki fiziksel olduğu kadar duygusal açıdan da buna hazır olmalısınız. Aynı zamanda eşinizin de buna yeniden hazır olması gerekir. En azından bir adet dönemi geçmesini bekleyebilirsiniz. Yaşadığınız düşük sayısı birden fazlaysa bunun nedenlerinin araştırılması gerekir. Bu düşüklere, rahminizde bulunan sorunlar, bağışıklık sistem bozuklukları veya hormon bozuklukları neden olabilir. Belli bir neden bulunamasa bile sakın umutsuzluğa kapılmayın. Tekrarlayan düşük yaşamış kadınların pek çoğunun bebekleri olmuştur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın

Sarılık (İktel) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Sarılık (İktel), kandaki bilirubin düzeyinin artması sonucu deri, göz ve mukozaların sarı renk alması durumudur. Bu sarı renge, sarı-turuncu safra pigmenti olan yüksek bir bilirubin seviyesi neden olur. Safra, karaciğer tarafından salgılanan sıvıdır. Bilirubin, kırmızı kan hücrelerinin parçalanmasından oluşur.

Sarılık bir hastalık değil belirtidir. Birçok hastalık, sarılık belirtilerine neden olabilir. Örneğin, ana safra kanallarında taş olması sarılığa neden olabilir.

Nedenleri; 

Sarılığa neden olabilecek altta yatan durumlar şunlardır:

  • Karaciğerin akut iltihabı; Bu, karaciğerin bilirubini konjuge etme ve salgılama yeteneğini bozarak birikmeye neden olabilir
  • Safra kanalının iltihabı; Bu, safranın salgılanmasını ve bilirubinin çıkarılmasını önleyerek sarılıklara neden olabilir
  • Safra kanalının tıkanması; Bu, karaciğerin bilirubini atmasını önler
  • Hemolitik anemi; Büyük miktarlarda kırmızı kan hücresi parçalandığında bilirubin üretimi artar
  • Gilbert sendromu; Bu, enzimlerin safra atılımını işleme yeteneğini bozan kalıtsal bir durumdur
  • Kolestaz; Bu, karaciğerden safra akışını keser. Konjuge bilirubin içeren safra, atılacağı yerde karaciğerde kalır

Sarılığa neden olabilecek daha nadir durumlar şunlardır:

  • Crigler-Najjar sendromu; Bu, bilirubinin işlenmesinden sorumlu spesifik enzimi bozan kalıtsal bir durumdur
  • Dubin-Johnson sendromu; Bu, konjuge bilirubinin karaciğer hücrelerinden salgılanmasını önleyen kalıtsal bir kronik sarılık şeklidir
  • Yalancı sarılık; Bu zararsız bir sarılık şeklidir. Cildin sararması fazla bilirubinden değil beta-karoten fazlalığından kaynaklanır. Yalancı sarılık genellikle aşırı miktarlarda havuç, kabak veya kavun yemekten kaynaklanır.

Belirtileri;

  • Göz içi ve ciltte sarılık
  • Kaşıntı
  • Halsizlik/yorgunluk
  • Koyulaşan idrar
  • Açık renkli dışkı
  • Karın ağrısı
  • Kilo kaybı
  • Ateş

Tanısı;

Sarılık, kandaki ya da idrardaki bilirubin miktarının ölçülmesi ile anlaşılır. Bilirubin seviyeleri desilitre başına miligram (mg/dL) olarak ölçülür. Yetişkinler ve büyük çocuklarda kandaki bilirubin seviyeleri 0,3 ile 0,6 mg/dL arasında olmalıdır. 37. haftadan sonra doğan bebeklerin yaklaşık yüzde 97’si 13 mg/dL’den daha az seviyelerde bilirubine sahiptir. Bundan daha yüksek seviyelere sahip olan hastalar, daha fazla araştırma için ilgili birimlere yönlendirilirler.

Tedavisi;

Sarılık genellikle yetişkinlerde tedavi gerektirmez (bebeklerde daha ciddi bir sorundur). Sarılık tedavisi, sarılık semptomlarından ziyade nedeni hedefler.

Anemiye bağlı sarılık, demir takviyeleri alarak veya daha fazla demir açısından zengin gıdalar yiyerek kandaki demir miktarını artırarak tedavi edilebilir. Demir takviyeleri reçetesiz olarak temin edilebilir.

Hepatite bağlı sarılık, antiviral veya steroid ilaçların kullanılmasını gerektirir. Doktorlar tıkanıklığın neden olduğu sarılığı tıkanıklığı cerrahi müdahale ile çıkararak tedavi edebilir. Sarılık bir ilacın kullanımından kaynaklanıyorsa, tedavi alternatif bir ilaca geçmeyi içerir.

Sarılık tedavilerinin bazı komplikasyonları/yan etkileri vardır.

  • Kabızlık
  • Şişkinlik
  • Karın ağrısı
  • Gaz
  • Mide bulantısı
  • Kusma
  • İshaldir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

İnmemiş testis nedir? Belirtileri, Tedavisi

Erkek çocuklarda en sık görülen ve çocuk cerrahlarının en sık takip ve tedavi ettiği gelişimsel hastalıklardan biri olan İnmemiş Testis, erkeklik hormonu ve sperm üretiminden sorumlu organ olan testislerden birinin ya da daha nadir olarak ikisinin torbaya yerleşememesi durumudur.

Anne karnındaki erkek bebeğin yumurtalıkları (testisler) karın içinde bir yandan gelişmeye devam ederken bir yandan da göç ederek kasık kanalından geçer ve doğumdan kısa bir süre önce torbaya (skrotum) yerleşirler. Testislerden birinin ya da daha nadir olarak ikisinin torbaya yerleşememesine inmemiş testis denir. Bir ya da iki testis torbada ele gelmez. Prematüre bebeklerde görülme sıklığı %60-70’leri bulmaktadır. Görülme sıklığı zamanında doğmuş bebeklerde %4’dür. Bir yaşından sonra inmemiş testis görülme oranı %1’in altına inmektedir. % 60 sağ tarafta görülmekle birlikte solda ya da iki taraflı da olabilir.

Nedenleri;

Nedeni kesin olarak bilinmemekle beraber ailesinde inmemiş testis hikayesinin olması, erken doğum, düşük doğum ağırlıklı doğmak, endokrin bozuklukları (hormonal eksiklikler veya hormonlara karşı duyarsızlık, östrojen fazlalığı) anatomik bozukluklar ve gebelik sırasında kullanılan bazi ilaçlar gibi faktörler sebep olarak gösterilebilir.

Belirtileri;

Normalde 28. Hafta itibariyle bebeklerde testisler yavaş yavaş yerine inmeye başlar. Fakat bazen hormonsal sebeplerden dolayı testis torbaya doğru inemez, karın içerisinde veya torbanın üst kısmında kalabilir.

Testis olması gerektiği gibi inmezse ve torba içerisine giremez yani vücut içerisinde kalırsa hem hacmi küçülür hem de sperm kalitesi düşebilir. Bu durumda kısırlık veya kanser gelişme riski oldukça yüksek seyreder. Yine travmalara bağlı kazalarda da zarar görme ihtimali yüksek olur. Kendi kendine inmeyen testislerde hekimin de uygun görmesi durumunda mutlaka ameliyat gerekmektedir.

Tanısı;

Çoğu inmemiş testis bebek doğduktan hemen sonra yapılan dikkatli bir fizik muayene ile tespit edilebilir. Bazen hidrosel diye adlandırılan ve halk arasında su fıtığı olarak bilinen hastalığın varılığı testisin muayene ile bulunmasını zorlaştırabilir. İnmemiş testis şüphesi ile çocuk cerrahisi polikliniğine başvuran bebeklerin çoğunda ek tetkiğe ihtiyaç duyulmadan fizik muayene ile tanı kouyulur.

Fizik muayene ile bulunmayan hastalara ultrasonografiden yararlanılabilir. Karın boşluğunda kalan testislerin tespiti için ultrasonografinin tanı değeri düşük olması sebebi ile laparoskopik yöntemden faydalanılır. Bu yöntemde hasta genel anestezi altındayken laparoskop ile karına girilir ve karın boşluğunda, pelviste testis dokusu aranır.

Tedavisi;

Erkeklerde torbalardaki ısı vücut ısısından 2-4 derece daha düşüktür. Bu sıcaklık testisle ilgili yapıların gelişmesi ve normal işlev görmeleri için zorunludur. Vücut içinde bulunan testiste yüksek ısı nedeniyle olumsuz değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler 6. ayda başlamaktadır. Giderek artan yapısal bozukluklar uzun sürdüğünde çocuk sahibi olma yeteneğinin kaybına (steriliteye) kadar varan sonuçlara yol açabilir. Ameliyatla yerine indirilen testisler normal gelişimine kaldığı yerden devam ederler.

İnmemiş testis tedavi edilmediğinde;

  • Hormon ve sperm üretiminin bozulması ile kısırlık oluşabilir
  • Testis kanseri görülme riski 4-10 kat artar
  • Testis damarları etrafında dönebilir ve testisin kanlanması bozularak kaybedilebilir
  • Yukarıda kalan testis travmaya maruz kalabilir
  • Kasık fıtığına neden olabilir
  • Testisin torbada olmamasından kaynaklı psikolojik sorunlar yaşanabilir
  • Tartışmalı olmakla birlikte inmemiş testisin, diğer tarafta bulunan ve sağlıklı olan testise de zarar vereceği gibi riskler taşımaktadır

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

 

Paylaşın

Bağırsak tıkanması (ileus) nedir? Detayları

Tüm yaşlarda görülebilen bağırsak tıkanması (ileus), yiyecek veya sıvının ince bağırsağınızdan veya kalın bağırsağınızdan (kolon) geçmesini engelleyen durumdur. Genel cerrahi kliniklerinin aciline başvuran hastaların % 10-20’sini oluşturur.

Tedavi edilmezse, bağırsağın tıkalı kısımları ölebilir ve ciddi sorunlara yol açabilir. Bununla birlikte, acil tıbbi bakımla, bağırsak tıkanıklığı genellikle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir.

Nedenleri;

Yetişkinlerde bağırsak tıkanmasının en yaygın nedenleri şunlardır:

  • Bağırsak yapışıklıkları
  • Abdominal veya pelvik cerrahiden sonra karın boşluğunda oluşabilen fibröz doku bantları
  • Kolon kanseri

Çocuklarda bağırsak tıkanmasının en yaygın nedeni bağırsağın iç içe geçmesidir.

Bağırsak tıkanıklığının diğer olası nedenleri;

  • Fıtıklar – vücudunuzun başka bir yerine çıkıntı yapan bağırsak bölümlerİ
  • Crohn hastalığı gibi iltihaplı bağırsak hastalıkları
  • Divertikülit – sindirim sistemindeki küçük, şişkin keselerin (divertikül) iltihaplandığı veya enfekte olduğu bir durum
  • Kolonun bükülmesi (volvulus)
  • Etkilenen dışkı

Belirtileri;

  • Gelen ve giden kramplı karın ağrısı
  • İştah kaybı
  • Kabızlık
  • Kusma
  • Bağırsak hareketine veya gaz geçişine sahip olamama
  • Karın şişmesi

Ne zaman doktora görünmeli?

Bağırsak tıkanıklığından kaynaklanan ciddi komplikasyonlar nedeniyle, şiddetli karın ağrınız veya diğer bağırsak tıkanıklığı semptomlarınız varsa derhal tıbbi yardım alın.

Teşhisi;

Bağırsak tıkanıklığı teşhisi konulacak kişinin tüm şikayetleri genel cerrahi uzmanı tarafından dinlenir, hastanın fizik muayenesi yapılır, ve teşhis konur. Bağırsak tıkanması teşhisinde en önemli tanı, hastanın yatar pozisyonda çekilen röntgen grafileridir. Tıkanıklığın ne kadar ilerlediğini, seviyesini bu grafiler ortaya koyar. Bunun dışında bazı hastalara tanı, bilgisayarlı tomografi cihazıyla konulur.

Tedavisi;

Bağırsak tıkanıklığı tedavisinde iki seçenek uygulanabilir. Birincisi medikal tedavi, ikincisi cerrahi tedavidir. Hastalık henüz ilerlememiş ve başlangıç seviyesindeyse ilaç tedavisi ile bu hastalıktan kurtulunabilir. Ancak hastalık ilerlemişse, hatta bağırsak da kangren durumu söz konusu ise, kalın bağırsak tamamen tıkanmışsa kesinlikle ameliyat şarttır.

Risk faktörleri;

  • Sıklıkla yapışıklıklara neden olan karın veya pelvik cerrahi – yaygın bir bağırsak tıkanıklığı
  • Crohn hastalığı, bağırsak duvarlarının kalınlaşmasına ve geçiş yolunu daraltmasına neden olabilir
  • Karnınızdaki kanser, özellikle karın tümörünü veya radyasyon tedavisini çıkarmak için ameliyat olduysanız

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

İktiyozis nedir? Belirtileri, Tedavisi

Genetik geçişli bir deri hastalık olan ve alk arasında balık pulu hastalığı olarak bilinen iktiyozis vulgaris, sürekli ölen deri hücreleri ciltte birikerek balık pulu gibi görüntüler oluşması durumudur. Toplumda oldukça nadir görülen bir hastalıktır.

Normal bireylerde cildin yüzeyindeki epidermis hücreleri sürekli yenilenir; oluşan ölü epidermis hücreleri dökülerek cilt yüzeyi sürekli yenilenir. Balık pulu hastalığına sahip bireylerde ciltte oluşan ölü deri hücreleri dökülemez ve atılamaz. Bu durumda ölü deri hücreleri cilt yüzeyinde birikip yamalar halinde kalın, kuru bir tabaka oluştururlar. Yamalar halinde oluşan bu ölü hücre katmanları balık puluna benzediği için bu hastalığa balık pulu hastalığı ismi verilmiştir.

Çeşitleri;

Genetik geçişli bir hastalık olan balık pulu hastalığının semptom ve klinik tabloları benzer olmakla birlikte genetik geçiş açısından farklılıklar taşıyan bir kaç tipi mevcuttur. Genellikle otozomal dominant geçiş gösteren tipi yaygın olarak görülmesine rağmen Y kromozumuna bağlı olarak taşınan bir formu da mevcuttur. Bu formda sadece erkek çocuklar hasta olurlar. Genetik geçişin haricinde bazı hastalıklar sonrasında kazanılmış hastalık çeşitleri de mevcuttur.

Belirtileri;

Kuru cilt yapısı, balık pulu biçiminde oluşumlar, derinin kalınlaşması biçiminde sıralanır. Bu kalınlaşmalar genellikle dirsek ve dizde olurken bazen de kollara ve ellere kadar yayılmış olabilir.

Kafa derisinde pullanma, ciltte kaşıntı, ciltte poligan şekilli pullar, çok kuru ve kalınlaşmış cilt, kahverengi, gri veya beyaz pullar…

Tanısı;

Cilt hastalıkları konusunda uzmanlaşan dermatologlar ilk gördükleri anda bu hastalığın tanısını koyabilir. Hastaların aile hikayeleri, çocukluk çağına ait anamnezleri sorgulanarak tanı kesinleştirilir. Kan testleri uygulanabilir. Ciltte görülen lezyonlardan biyopsi yapılarak kein tanı konulur. Ayırıcı tanı özellikle benzer lezyonlara sahip olabilecek Psöriazis yani Sedef Hastalığı arasında yapılır. Cilt biyopsisi bu iki hastalığın ayrımını yapar.

Tedavisi;

Maalesef iktiyozis tekrarlayıcı kronik bir deri hastalığıdır ama çok yoğun olduğu durumlarda cildiye uzmanları tarafından önerilen ilaçlarla yoğunluğu azaltılabilmektedir. Özellikle gen tedavisindeki gelişmeler umut vadetmekte yakın bir gelecekte bu hastalığın tamamen tedavi edilmesi için yoğun bilimsel çalışmalar yapılmaktadır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Sistit nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

İdrar yolu enfeksiyonunun ikincil etkisi olarak ortaya çıkan Sistit, mesanenin bir tür enfeksiyonudur. İdrar yolları ve üreme sisteminde en sık görülen hastalıklardan biridir. Kadınlarda daha fazla görülen sistit; ağrılı ve acılı geçebilir.

Hafif sistit vakaları genellikle birkaç gün içinde kendiliğinden iyileşebilmektedir. Ancak sık sık sistit geçiren kişilerin düzenli veya uzun süreli tedavi ihtiyaçları olabilir. Sistite neden olan bakterilerin çoğu sağlıklı bağırsak florasını oluşturur.

İdrar yolu enfeksiyonlarının büyük bir çoğunluğu bağırsakta bulunan ve idrar yoluna ulaşan bakterilerden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla hem tedavide hem de sistitin tekrarlamasını engellemede bu geçişi engellemek önemlidir.

Nedenleri;

Farklı etkenler sistit nedenleri arasında sayılabilmektedir. Ancak genellikle sistit nedeni bakteriyeldir. Normalde bağırsak ve sindirim sisteminde bulunan ve zararsız olan bakterilerin mesaneye ulaşması sistit nedeni olmaktadır.  Sistite en çok Escherichia coli (E. coli) bakterisi yol açmaktadır. Bakteriyel sistitin haricinde mesanenin zarar görmesi veya tahriş olması da sistit neden olabilir.

Belirtileri;

En sık belirtiler idrar yaparken yanma ve sık idrara çıkma isteğidir. İdrar yaparken yanma bazı bayanlarda çok şiddetli olabilir. Ateş basit sistitte sık rastlanan bir bulgu değildir. Ateşiniz 38 derece ve üstünde ise hemen doktora başvurmalısınız. Eğer ateş ile beraber böğür ağrısı da varsa böbrek iltihabı şüphesi ile hastaneye yatmanız gerekebilir.

Teşhisi;

Bir ürolog şikayetlerin tarifine ve testlere dayanarak teşhis koyabilir. Bu testler idrar analizleri, sistoskopi (özel bir aletle uretra ve mesanenin gözlenmesi) ve damar içi pylogram denilen özel bir röntgen çekimini kapsar. Enfeksiyona neden olan bakteriyi tanımlayabilmek için de idrar kültürü gerekebilir. Sistit hemen ve uygun şekilde tedavi edilirse önemli bir hastalık değildir. Sistit ve altında yatan neden tedavi edilmezse, kronik bir hal alabilir.

Tedavisi;

Basit sistit tedavisi sıklıkla 3-5 günlük antibiyotik kullanımı ile yapılabilir. Ancak doktorunuzun önerisine göre bu süre uzatılabilir.

Basit sistit tekrarlar mı?

Sistit atakları bayanların çoğunda tekrarlamaz. Tekrarlayan sistit atakları için mutlaka üroloji uzmanına danışılmalı ve gerekirse ileri tetkikler yapılmalıdır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

İrritabl (huzursuz) bağırsak sendromu nedir? Detaylar

Yapısal (organik) değil fonksiyonel bir bozukluk olarak değerlendirilen Irritabl (Huzursuz) Bağırsak Sendromu (IBS), bağırsakların gerektiği gibi çalışmasını engelleyen bir hastalıktır. Dünya nüfusunun %7 ile %10’unu etkileyen bir rahatsızlıktır.

Toplumda yaygın olarak rastlanıyor ve IBS’nin sebepleri bilinmediği gibi kesin bir tedavisi de bulunmuyor. IBS büyük ölçüde rahatsızlığa ve sıkıntıya yol açmakla beraber bağırsaklara kalıcı bir zarar vermiyor, kanamaya yol açmıyor ve kanser gibi ciddi hastalıklara neden olmuyor. Sıklıkla hafif bir sıkıntıya yol açan IBS bazı kişiler için hareketi kısıtlayıcı olabiliyor.

Bu bağlamda da yaşam kalitesi etkileniyor. IBS’li kişiler sosyal ortamlara girmekten kaçınabiliyor, işe gitmekten çekinebiliyor ya da bazen hastalığın yol açtığı ishal , acilen tuvalete koşma ihtiyacı ya da kabızlık gibi belirtiler nedeniyle kısa mesafelere bile yolculuk etmekten korkabiliyor. Yine de IBS’li bir çok kişi diyet, stres yönetimi ve bazen de hekimler tarafından önerilen ilaç tedavileri ile belirtilerini kontrol altında tutabiliyor.

Nedenleri;

Uzun yıllar yapılan araştırmalara rağmen IBS’nin nedeni tam olarak belirlenememiştir. Hastalarda yapılan tetkikler sonucunda organik olarak tamamen normal olunması, psikolojik, fizyolojik ve beslenme şeklinden kaynaklanan nedenlere bağlı olabileceğini düşündürmektedir. Kişiden kişiye şikayetlerin artma nedenleri farklılık gösterse de, sindirim sistemi ile ilgili bir bozukluk olduğundan, yiyecekler büyük önem taşımaktadır. Bununla beraber en sık görülen tetikleyiciler:

  • Liften yetersiz beslenme
  • Belirli yiyeceklere karşı hassasiyet
  • Stres
  • Sigara
  • Alkol
  • Adet dönemi
  • Öğün atlama ve birden çok yemek yeme
  • Enfeksiyonlar
  • Antibiyotik kullanımı ve diğer ilaçlar Ayrıca genel hasta eğilimlerinden yola çıkarak mevsimsel değişiklikler, soğuk hava gibi nedenlerin de IBS belirtilerini tetiklediği öngörülebilir

Belirtileri;

  • İshal (genellikle şiddetli ishal atakları olarak tarif edilir)
  • Karın ağrılar veya kramplar, genellikle karın alt yarısında, yemeklerden sonra kötüleşir ve bağırsak hareketinden sonra daha iyi hissedilir
  • Aşırı gazve şişkinlik
  • İshal veya kabızlık – bazen ishal ve kabızlık dönüşümleri
  • Dışkıda mukus
  • Normalden daha sert veya gevşek dışkı
  • Dışarı çıkmış göbek
  • Stres semptomları daha da kötüleştirebilir

Teşhisi;

IBS genellikle doktorlar daha ciddi organik hastalık olasılıklarını dışladıktan sonra  teşhis edilir. Doktorunuz belirtilerin dikkatli bir tanımlanmasını içeren tam bir tıbbi öykünüzü alır. Fiziksel muayene ve laboratuar testleri uygulanır. Kanamanın olup olmadığını anlamak için dışkı örneği test edilir. Doktorunuz ayrıca organik bir hastalık olup olmadığından emin olmak için röntgen ya da kolonoskopi (kalın bağırsağı esnek bir tüp aracılığıyla izleme) gibi tanı yöntemleri uygulayabilir.

Tedavisi;

IBS tamamen ortadan kaldıran bir tedavi yoktur. Ancak tedavi, belirtilerin şiddetini azaltmaya ve tekrarlamasını önlemeye yönelik olarak başarılı olmaktadır. Amaç hastaların günlük yaşamlarını sürdürmeleri ve yaşam kalitelerinin bozulmamasının sağlanmasıdır. Bu nedenle şikayetler olduğu dönemde hastalara medikal tedaviler önerilir. Ayrıca ilaç tedavisinin yanında kişilerin özellikle yedikleri besinlere dikkat etmeleri de rahatsızlığı azaltıcı bir unsurdur.

Ne zaman doktora görünmeli?

Bağırsak alışkanlıklarında veya İBS’nin belirtilerinde kalıcı bir değişiklik ortaya çıkan hastaların doktora görünmesi önerilir. Çünkü bu işaretler kalın bağırsak kanseri gibi daha ciddi bir durumun göstergesi olabilir. Aşağıdaki belirtiler varsa ileri tetkik yapılması için mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurmak gerekir:

  • Kilo kaybı
  • Geceleri ishal
  • Rektal kanama
  • Demir eksikliği anemisi
  • Açıklanamayan kusma
  • Yutma zorluğu
  • Gaz çıkarma veya dışkılama ile geçmeyen karın ağrısı

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın