Rusya, Suriye’ye Askeri Teçhizat Gönderdi

Türkiye’nin kuzey Suriye’ye yönelik olası bir operasyon açıklamalarının ardından Rusya’nın Suriye’nin Kamışlı kentindeki askeri üsse ağır askeri teçhizat gönderdiği belirtildi.

İran haber ajansı Mehr’in, Al Mayadeen haber sitesine dayandırdığı habere göre; Türkiye’nin kuzey Suriye’ye yönelik olası bir operasyon açıklamalarının ardından Rusya, Kamışlı’daki askeri üsse ağır askeri teçhizat gönderdi.

Al Mayadeen’e konuşan Rus kaynaklar, Rusya’nın bölgedeki varlığını güçlendirmek amacıyla savaş uçağı ve helikopter gönderdiğini belirtti.

Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov , Rus yayın organı Russia Today’in (RT) Arapça sitesinde yer alan röportajında, Rusya’nın Suriye’deki varlığına ilişkin açıklama yaptı.

Suriye’deki Rus güçlerine ilişkin konuşan Lavrov, “Biz Suriye’de ülkenin resmi devlet başkanının ve meşru hükümetinin talebi üzerine buluyoruz. Biz orada BM’nin sözleşmelerine uygun olarak bulunuyoruz ve BM Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararını uyguluyoruz. Buna devam edeceğiz ve Suriye yönetiminin Suriye topraklarının tamamını geri alma çabalarına destek olacağız.” dedi.

Suriye hükümeti, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyine yönelik askeri operasyon sinyaline tepki gösterdi. Suriye Devlet’i, Birleşmiş Milletler’e (BM) Türkiye’nin operasyon planına sessiz kalınmaması çağrısı yaptı.

Erdoğan’dan operasyon sinyali

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kalan kısımlarıyla ilgili yeni adımları da atmaya başlıyoruz.

Ülkemize ve güvenli bölgelerimize sık sık yapılan saldırıların merkezi konumundaki alanlar harekat önceliğimizin başında yer almaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, emniyet güçlerimiz, istihbaratımız hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz bu operasyonlar başlayacaktır.

Perşembe günü yapılacak Milli Güvenlik Kurulu toplantımızda kararlarımızı alacağız. Ülkemizin güvenlik hassasiyetlerine saygı gösterenlerle kendi çıkarları dışında hiçbir derdi olmayanların ayrımını bu süreçte bir kez daha görecek, gelecekteki politikalarımızın referansı yapacağız.” açıklamasında bulunmuştu.

Erdoğan başkanlığında toplanan MGK toplantısı sonrası ise şu açıklama yapılmıştı;

“Güney sınırlarımızda icra edilen ve edilecek harekatların komşularımızın toprak bütünlüğünü hedef almadığı, milli güvenlik ihtiyacının gereği olduğu belirtilmiştir. Terörizme destek vererek, uluslararası hukuku ihlal eden ülkelere bu tutuma son verme, Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerini dikkate alma çağrısında bulunulmuştur.

PKK/KCK-PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ başta olmak üzere terör örgütleri başta olmak üzere, milli birlik ve beraberliğimiz ile bekamıza yönelik her türlü tehdit ve tehlikeye karşı yurt içinde ve yurt dışında azim, kararlılık ve başarıyla icra edilen operasyonlar hakkında kurula bilgi sunulmuş ve ilave tedbirler görüşülmüştür.”

Paylaşın

Ankara’nın Suriye’ye Operasyon Planının Arkasında Ne Var?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Pazartesi akşamı Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşturmayı hedeflediği 30 kilometre derinliğindeki “güvenli bölge” için yeni adımlar atacaklarını açıklaması sonrası Ankara hareketlendi.

Açıklamasında Suriye’ye yönelik yeni bir askeri operasyonun sinyallerini veren Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de bu yönde hazırlıklarını sürdürdüğünü belirtti. Operasyonla ilgili kararın Perşembe günü Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınması bekleniyor. Ancak ABD’den operasyona şimdiden itiraz geldi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Türkiye’nin “güney sınırındaki meşru güvenlik endişelerini anladıklarını ancak yeni bir operasyonun bölgede istikrarı daha da baltalayacağını” söyledi. Price, IŞİD’e karşı yürütülen mücadele ile bölgedeki ABD askerlerini riske atacağını da belirtti.

Türkiye’nin Suriye’de hem işbirliği yaptığı hem de karşı karşıya geldiği Rusya’dan ise operasyonla ilgili şimdilik bir açıklama yok. Peki Türkiye’nin böyle bir operasyon için ABD ve Rusya’yı ikna etmesi mümkün mü? Ve Türkiye neden şimdi böyle bir operasyona kalkıştı?

Uzgel: Hem iç hem dış politik bir hamle

DW Türkçe’den Eray Görgülü’nün haberine göre, Uzmanlar, Türkiye, Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’nın bölgedeki hakimiyetinin zayıfladığını, ABD’ye karşı da İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sürecindeki veto kartını kullanmayı planladığını ifade ediyorlar. Dış politikadaki değişen dengelerin Türkiye için “uygun bir zemin” yarattığı düşünülüyor.

Uluslararası ilişkiler uzmanı İlhan Uzgel ise Erdoğan’ın operasyon açıklamasının hem iç hem de dış politikaya dönük bir hamle olduğu görüşünde.

Muhalefetin son dönemde etkisini artırdığını, AKP’nin de bu etkiyi kırmak istediğini kaydeden Uzgel, “İktidar, gündemi yine ulusal muhalefetin kendisini eleştiremeyeceği bir konuya döndürmek istiyor” diyor. Türkiye’nin Suriye ile arasına güvenlik hattı çekmeyi amaçladığını ve bunun da Barış Pınarı harekatında yarım kaldığını ifade eden Uzgel, hükümetin dış politika hedefini “Şu sıralarda ABD içe gömülmüşken, NATO Ukrayna’ya yoğunlaşmışken eksik kalan parça tamamlanmak isteniyor olabilir” şeklinde özetliyor.

Ancak Uzgel’e göre Türkiye açısından zamanlama yine de uygun değil. Uzgel, “Ekonomi iyi durumda değil. Erdoğan iç siyasette zemin kaybediyor. Arap ülkeleri de muhtemelen bu harekata karşı” ifadesini kullanıyor.

“Batı ile ilişkiler bir kez daha darbe alır”

Avrupa ülkelerinin de önceki Suriye operasyonları gibi planlanan harekata da sıcak bakmayacağı tahmin ediliyor. Batı dünyasının Ukrayna krizine odaklandığını ve bu süreçte Türkiye’nin bunu fırsat bilerek hareket etmesinin tepki ile karşılanacağını kaydeden Uzgel, “Batı ile ilişkiler bir daha darbe alır” tahmininde bulunuyor.

Rusya’nın sessizliğini koruduğuna dikkat çeken Uzgel, Türkiye’nin biraz da bu duruma güvendiği kanısında. “Ancak bu süreç, yalnızca Rusya’nın ses çıkarmamasıyla yürümez. Türkiye’nin Batı ülkelerini tekrar karşısına alması, stratejik açıdan elde edeceğinin maliyetini kurtarmaz gibi duruyor” diyen Uzgel, son dönemde Türkiye’nin bölgede diplomasi dilini ön plana çıkardığını hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor: “Ancak yeniden askeri bir dile dönülmesi Türkiye’ye zarar verir.”

ABD ve Rusya ile yapılan mutabakatlar

Türkiye’nin Suriye’deki askeri hedeflerine işaret eden Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Araştırmacısı Oytun Orhan ise “Türkiye’nin güney sınırlarındaki hedeflerini daha önce ilan ettiğini ve Suriye’nin kuzeyinde terörden arındırılmış güvenli bölge oluşturmayı amaçladığını” ifade ediyor. “Türkiye, şartlar oluştukça bu hedefe doğru ilerliyor” şeklinde konuşan Orhan, Türkiye’nin bugüne kadar Suriye’de üç sınır ötesi harekat düzenlendiğine ve Irak’ta da PKK’ya dönük Pençe operasyonlarının sürdüğüne dikkat çekiyor.

Orhan, şu anki mevcut durumun ABD ve Rusya ile imzalanan mutabakatlar çerçevesinde ilerlediğini de vurguluyor.

Türkiye, 2016 yılının Ağustos ayında Fırat Kalkanı, 2018 yılının Ocak ayında Zeytin Dalı ve 2019 yılının Ekim ayında da Barış Pınarı olmak üzere üç sınır ötesi harekat düzenlemişti. Türkiye, Barış Pınarı harekatının ardından ABD ve Rusya ile iki ayrı mutabakat yapmıştı. ABD, YPG ve PKK’nın sınırdan 32 kilometre güneye çekileceğini taahhüdünü vermişti. Rusya da YPG ve PKK’yı Tel Rıfat ve Münbiç’ten çıkarmayı taahhüt etmişti. Türkiye’nin tüm sınırı PKK ve YPG’den arındırmayı hedeflediğini kaydeden Orhan, Erdoğan’ın yeni adımıyla ilgili “Uzun yıllardır sürdürülen stratejinin bir parçası olarak görmek gerek” diyor.

“Operasyonun ekonomik ve siyasi riskleri olabilir”

Türkiye’nin bölgede harekat alanını daraltan başlıca iki etken Rusya ve ABD’nin itirazları. Rusya, Suriye’de güvenli bölgelerin Beşar Esad yönetimiyle işbirliği içerisinde oluşturulması gerektiğini savunurken ABD ise Türkiye’nin bölgedeki askeri eylemlerinin ABD’nin güvenliğini ve IŞİD’le mücadeleyi tehdit ettiğini savunuyor.

Ancak Orhan, “Ukrayna savaşının NATO nezdinde Türkiye’nin önemini ön plana çıkarması ve Rusya’nın Suriye’deki pozisyonunun zayıflamasının Türkiye açısından uygun koşullar oluşturduğunu” düşünüyor. Orhan, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği sürecini pazarlık konusu yapabileceğini ve iki ülkenin üyeliğini engelleyerek harekata karşı gelinmemesini isteyebileceğini ifade ediyor.

Askeri anlamda bir soru işareti bulunmadığını ancak Türkiye’nin siyasi bir karar vereceğini vurgulayan Orhan, siyasi ve ekonomik risklere dikkat çekiyor. Her ne kadar şartların uygun hale geldiği düşünülse de ABD ve Rusya’nın tavrının önemini koruduğunu kaydeden Orhan, “ABD açısından yaptırımlar gündeme gelebilir. Rus askeri de sınırlı da olsa sahada bulunuyor. Rus askeri ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında olası bir kaza büyük bir krize dönüşebilir” diyor.

Orhan, mevcut durumda her iki ülkenin Türkiye’ye yönelik temel itirazlarından vazgeçmediğini de vurguluyor.

Türkiye operasyonda hangi bölgeleri hedef alacak?

Akçakale ile Ceylanpınar arasındaki bölgenin kontrol altına alındığını vurgulayan emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, Ceylanpınar’ın doğusundan Irak sınırına kadar olan bölge ile Tel Abyad’ın batısında Fırat Nehri’ne kadar olan bölgenin yeni hedefler olacağını söylüyor. Afrin’in doğusunda uzanan ve Fırat’ın batısında yer alan Tel Rıfat’ın da hedefler arasında olduğunu vurgulayan Babüroğlu, Fırat’ın batısındaki bölgenin ABD’nin kontrolü altında olduğuna da dikkat çekiyor.

Türkiye’nin Barış Pınarı’nda olduğu gibi burada da sınırdan Hava Kuvvetleri ile operasyona destek sağlayabileceğini ifade eden Babüroğlu’na göre Tel Rıfat bölgesinde yapılacak harekatta Rusya ile koordinasyonun önemli olduğu görüşünde.

Paylaşın

ABD: Suriye’ye Operasyon Bölgesel İstikrarı Zayıflatır

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyine yeni bir askeri operasyon düzenleme planlarından endişe duyduğunu belirterek, böyle bir adımın bölgede istikrarı zayıflatacağını bildirdi.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, günlük basın toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’ye operasyon sinyali vermesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Price, “Suriye’nin kuzeyinde artan olası askeri faaliyetlere ve özellikle buradaki sivil nüfus üzerindeki etkilerine ilişkin rapor ve tartışmalardan derin endişe duyuyoruz” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin güneydeki sınırlarına ilişkin güvenlik endişelerinin farkında olduklarını belirten Price, “Ancak herhangi yeni bir operasyon bölgesel istikrarı daha da zayıflatır, ABD güçlerini ve IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun mücadelesini riske atar” şeklinde konuştu.

ABD’nin Türkiye’den Suriye’nin kuzeydoğusundaki operasyonların durdurulması dahil Ekim 2019’da varılan anlaşmaya uymasını beklediğini ifade eden Price, “Herhangi bir gerginliğin tırmandırılmasını kınıyoruz. Mevcut ateşkes hatlarının korunmasını destekliyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pazartesi günü kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada Suriye’ye yeni bir askeri operasyon düzenlenebileceğine işaret ederek, “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinlikte güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kısmıyla ilgili adımları atmaya başlıyoruz” açıklamasında bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Perşembe günü yapılacak Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında konuyla ilgili kararların alınacağını da sözlerine eklemişti.

Paylaşın

82 Kadın Örgütü Ve Yüzlerce Kadından Açıklama: Göçmenlerin Yanındayız

Son dönemde mülteci ve göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar ve tehditlerin özellikle “kadınların güvenliği” söylemi kullanılarak yaygınlaştırılmasına karşı çıkan onlarca kadın örgütü ve yüzlerce kadın “Irkçılığın, ayrımcılığın, göçmen düşmanlığının ve körüklenen nefretin değil, göçmenlerin yanındayız” diyerek ortak bir açıklama yayınladı.

Açıklamada Türkiye’de son birkaç haftadır göçmenlere yönelen ırkçı, cinsiyetçi saldırılar ve tehditlerin hızla yükseldiğine vurgu yapıldı ve şöyle denildi:

“Zamanı ve mekanı teyit edilmemiş sosyal medya paylaşımlarıyla, öncesi ve sonrası kopuk videolarla nefret körüklendikçe durum boyut değiştiriyor ve tekil suçlara dair iddialar göçmenleri topyekün hedef göstermek için araçsallaştırılıyor.

Bu tablo, halihazırda bin bir türlü zorlukla boğuşan, iradeleri hiçe sayılan, siyasal iktidarın Avrupa Birliği ile yürüttüğü her müzakerede pazarlık unsuru haline getirilen mülteciler dahil olmak üzere statüsü fark etmeksizin tüm göçmenlerin yaşamlarını içinden çıkılmaz bir ayrımcılık ve şiddet döngüsüne hapsediyor” denildi.

Bu karanlık iklimde; göçmen düşmanlığını, ırkçılığı, nefreti ilke edinerek palazlanan, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı tescillenmiş siyaset esnafları ‘kadınların güvenliğine dair kaygıları’ öne sürerek ırkçılıklarına meşruiyet zemini yaratmaya çalışıyorlar.

“Göçmenler düşman haline getirilemez”

Göçmenlerin ve mültecilerin hedef gösterilmesi, toplumun her kesiminde mevcut sosyo-ekonomik sorunlar karşısında biriken öfkenin yanlış yere kanalize edilmesinin ve siyasal iktidarın sorumluluğunun kamufle edilmesinin yöntemlerinden biri olarak işlev görüyor.

Göç bir insan hakkıdır. Savaşın, yıkımın, emperyalist hayaller uğruna gerçekleştirilen katliamların, erkek şiddetinin, işsizliğin, ekonomik krizin asıl sorumluları gizlenirken, bu politikaların sonucunda içinde bırakıldıkları cendereden zorlukla kurtularak hayatta kalan göçmenler düşman haline getirilemez.

“Erkek şiddeti tırmanıyor”

Mevcut koşullarda en temel haklara bile erişemeyen göçmen-mülteci kadın ve LGBTİ+’lar; kurumsallaşmış ırkçılık ve ayrımcılık nedeniyle maruz kaldıkları taciz, ayrımcılık, sömürü, tehdit, kötü muamele, fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik ve tüm boyutlarıyla erkek şiddeti karşısında herhangi bir makama başvurmaktan ve şikâyetçi olmaktan büsbütün çekinir hale geliyor.

Her savaşın, yükseltilen her düşmanca söylemin ve her tür ırkçı kalkışmanın; yabancı düşmanlığını, kadın düşmanlığını, transfobiyi, homofobiyi, nefreti, erkek şiddetini ve hak gasplarını tırmandırdığını çok iyi biliyoruz.

“Kadınlar şiddete mahkum ediliyor”

Devletin cezasızlık politikasını uygulayan erkek yargı eliyle şiddet failleri aklanıp şiddete maruz bırakılanlar suçlanırken, aynı mahkemelerde hayatlarını savunan kadınlar üst sınırlardan en ağır cezalarla yargılanıyor. Boşanmalar zorlaştırılıp nafaka hakkına göz dikilirken kadınlar içinde yaşadıkları şiddet sarmalına mahkûm ediliyor.

Çocuk istismarına evlilik koşuluyla af getirilerek failleri aklamak için meclise önergeler yağdırılıyor, çocuğun rıza yaşı tartışmaya açılarak istismarı yasalaştırmak için fırsat kollanıyor. LGBTİ+’lar hedef gösterilip nefret yükselirken eğitim, sağlık, barınma ve çalışma haklarına erişmeleri imkânsız hale getiriliyor.

“Hedef gösterenleri teşhir ediyoruz”

İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilerek kazanılmış haklarımız gasp ediliyor. Sınır dışı edilme riski olan göçmen-mülteci kadınlara ve LGBTİ+’lara statü sağlayıp geri göndermeme güvencesi sunan sözleşmenin yürürlükte olmadığı koşullarda hak ihlallerine karşı başvuru mekanizmalarına erişim imkânsız hale geliyor. Koruyucu-önleyici hiçbir tedbir alınmıyor, yasal düzenlemeler uygulanmıyor.

Göçmenleri taciz, tecavüz, istismar ve şiddet faili olarak işaretleyerek hedef gösteren ve yaşadıklarımızı göçmen ve mültecilerin yarattığı sorunlar olarak tarifleyen bu ikiyüzlülüğü teşhir ediyoruz.

“Birlikte yaşamak istiyoruz”

Zira söz konusu ikiyüzlülük, maruz bırakıldığımız sistematik erkek şiddetinin esas nedeni olan erkek egemen sistemi görmezden geliyor ve eşit, özgür, şiddetsiz bir yaşam mücadelemize karşı yürütülen saldırganlığın ayrılmaz bir halkasını oluşturuyor.

Irkçılığa, göçmen ve mülteci düşmanlığına, nefrete geçit vermeden; bedenlerimize, haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıkarak hep birlikte özgür, eşit, şiddetsiz bir gelecek inşa etme umudumuzu talan etmeye yönelik bu saldırılara karşı göçmenlerin yanındayız, yan yanayız. Biz varız! Buradayız. Birlikte yaşıyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz.”

İmzacılar:

Paylaşın

Suriye: 1 Milyon Suriyeliyi Geri Gönderme Projesini Kabul Etmiyoruz

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 milyon Suriyeliyi güvenli bölgelere göndereceğiz açıklamasına Suriye yönetiminden itiraz geldi. Suriye Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin 1 milyon Suriyeli sığınmacıyı Suriye sınırındaki “güvenli bölgelere” geri gönderme projesini kabul etmeyeceklerini bildirdi.

Dışişleri Bakanlığı, Suriye devlet haber ajansı SANA’ya cuma günü yaptığı açıklamada, “Suriye Arap Cumhuriyeti hükümeti, bu tür oyunları kesinlikle reddediyor.” ifadelerini kullanarak diğer ülkelere Türkiye’yi finanse etmeme çağrısı yaptı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının “Suriye’ye ve Suriye halkı ile topraklarının bütünlüğüne karşı saldırgan oyununu” açığa çıkardığını ileri süren Suriye Dışişleri Bakanlığı, “Asıl amaç sömürgecilik. Güvenli bölge dedikleri aslında etnik temizlik.” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, mayıs ayı başlarında “Ülkemizde misafir ettiğimiz 1 milyon Suriyeli kardeşimizin gönüllü geri dönüşünü sağlayacak yeni bir projenin hazırlıkları içindeyiz.” açıklaması yapmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’deki güvenli bölgelere konut, okul, hastane ve ekonomik altyapı kurularak 1 milyon Suriyeli sığınmacının bu bölgelere dönüşünün sağlanacağını söylemişti.

Erdoğan’a göre, 2016 yılından bu yana 500 bin Suriyeli sığınmacı Suriye-Türkiye sınırındaki güvenli bölgelere dönüş yaptı.

Türkiye’de zaman zaman gerilime neden olan sığınmacı konusu siyasetin de gündeminde yer alıyor. Ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, iktidara geldiklerinde sığınmacıları iki yıl içinde göndereceklerini belirtiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, son açıklamasında Suriyelilerin arzu etmeleri halinde vatanlarına dönebileceklerini ancak onları zorla göndermeyeceklerini söylemişti.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Suriye Geri Dönüş İçin Uygun Mu?

İktidar ile muhalefet arasındaki göçmen tartışması devam etmekte. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 3,7 milyon sığınmacıdan 1 milyonunu 13 ayrı bölgede inşa edilecek yerleşkelere döndürme planı, tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Plan, komşu ülkenin topraklarında, çatışmaların sürdüğü bir ortamda, o ülkenin Birleşmiş Milletler’de (BM) temsil edilen hükümetinin hilafına yeni şehirler kurmayı içeriyor.

Şam yönetimi Türk askeri varlığını “işgalci”, desteklenen milis güçlerini “terör örgütü”, bu tür tasarrufları da “uluslararası hukuk karşısında suç” olarak niteliyor.

Erdoğan 2019’da Fırat’ın doğusunda inşa edilecek kentlere 2 milyon sığınmacıyı döndürme planını BM Genel Kurulu’na sunmuştu.

Plana göre 32 kilometre derinliğindeki şeritte ilk etapta 1 milyon sığınmacı için 10 ilçe ve 140 köy inşa edilecekti.

İkinci aşamada M-4 yolunun altından Deyr ez-Zor’a kadar olan alana 1 milyon sığınmacı yerleştirilecekti.

Erdoğan bunun için uluslararası toplumdan mali, siyasi ve askeri destek talep ediyordu.

Muhatapları öneriyi gerçekçi bulmadı. Aradan geçen iki yılda koşullar değişmedi.

Konutlar nerede kim için yapıldı?

Düz bir mantıkla eğer Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan bu yana kendi imkânlarıyla 500 bin sığınmacıyı Suriye’ye döndürdüyse uluslararası destekle 1 milyon kişiyi de bittabi gönderebilir.

Ne var ki “6 yıl içinde 500 bin kişi nereden nereye döndü, nereye nasıl yerleştirildi?” sorularının yanıtı yok.

Güvenliği sağlanan yerlerden kasıt Fırat Kalkanı Harekatı bölgesi ise bu alanın kendi orijinal nüfusu 500 binin çok altında.

Beri tarafta sığınmacıların Türkiye’ye geçişlerini önlemek için İdlib’de çadır kentler kuruldu ve daha sonra briket evlerin inşasına başlandı.

Erdoğan’ın sözünü ettiği 77 bin briket ev de İdlib kırsalında Türkiye sınırlarına yakın yerlerde inşa ediliyor.

Erdoğan’ın paylaştığı bilgilere göre evlerin 57 bin 306’sı tamamlandı. Buralara 50 bin aile yerleştirildi. Briket ev sayısı 100 bini bulacak.

Projeler Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) koordinatörlüğünde Kızılay dahil 11 insani yardım kuruluşu tarafından yürütülüyor.

Tabii bu açıklama, evlere Türkiye’den dönenlerin yerleştirildiği anlamına gelmiyor.

Konutlar kalıcı yaşamı inşadan ziyade sınırlar üzerinde göç baskısını azaltma ve nüfusu Suriye içinde tutma amacına hizmet ediyor.

Ancak Erdoğan 1 milyon sığınmacının yerleştireceği 13 yerden bahsederken Azez, Cerablus, El Bab, Tel Abyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn’ı (Serê Kaniyê) özellikle zikretti.

Buralar Türk askeri harekâtlarının kapsama alanlarındaki yerler.

Daha önemlisi 2016’dan beri bu alanda sığınmacılara dönebilecekleri şehirler inşa etme önerisi, güvenli bölge oluşturma planının bir parçası olarak gündeme geldi.

Muhaliflerin çekinceleri neler?

Erdoğan’ın planı sadece Kürtleri değil Türkiye’ye yakın muhalif grupları da tedirgin ediyor. Muhaliflerin çekinceleri birkaç temelde yükseliyor:

  • Sığınmacıların dönüşü için öngörülen yerler halihazırda Suriye’nin farklı bölgelerinden gelenlerle kaldırabileceğinden fazla nüfus barındırıyor.
  • İyi planlanmamış bir geri dönüş projesi güvenlik ve kontrol dahil olumsuz sonuçlara yol açabilir.
  • 1 milyon kişiyle birlikte problemler daha da ağırlaşabilir. Muhaliflerin kontrolündeki yerel yönetimler bunun üstesinden gelemez.

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı hareketlerine eşlik eden örgütler ekonomik olarak da bulundukları bölgeleri kontrol ediyor. Her ne kadar Türk ordusu, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve sınır illerinin idari amirleri bölgeye vaziyet etse de Suriye Milli Ordusu (SMO) bileşenleri rant alanlarını paylaşırken sıklıkla kendi aralarında çatışıyor. Yeni nüfus transferi güç dengesini ve rant akışını etkileme potansiyeli taşıyor.

Asıl yerinden edilmiş insanların yığıldığı İdlib’de ise kontrol Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve ona bağlı Kurtuluş Hükümeti’nde. Yani briket evlerin planlandığı yerlerde etkili güç, BM Güvenlik Konseyi kararı gereği Türkiye’nin de terör örgütleri listesine eklediği HTŞ. Türk ordusu İdlib’in dış çemberinde kurduğu onlarca üs noktasıyla Suriye ordusunun önünde bariyer gibi duruyor.

Kürtler neden korkuyor?

Başta Demokratik Birlik Partisi (PYD) olmak üzere “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ndeki” aktörler, Türkiye’nin planladığı gibi bir geri döndürme ve yerleştirme planın özellikle Kürtler aleyhine demografik yapıya müdahale, yerleşim merkezlerinin etnik, dini ve mezhebi kimliğini bozma amacı taşıdığını düşünüyor.

Afrin’deki durum bu kanaati besliyor.

Ankara 2016’daki ilk müdahaleden itibaren “Kürt koridoru” olarak gördüğü özerklik oluşumuna karşı sınırdan 30 km. derinliğinde bir güvenlik kuşağı oluşturmayı hedeflerken yeni yerleşim birimleriyle sığınmacıları bölgeye taşıma planını da gündemine almıştı.

Erdoğan’ın 2019’da BM Genel Kurulu’na sunduğu plan da özü itibariyle Arap ve Türkmen transferiyle Kürt nüfusu seyreltme mantığı üzerine kuruluydu.

Ankara ise Halk Koruma Birlikleri’ni (YPG) “etnik temizlik” yapmakla suçlayıp kaçan insanların kendi evlerine döndürüleceğini savunuyor. Kürtler bu suçlamayı reddediyor.

Çatışma ve güvenlik haritası dönüşler için ne diyor?

Sığınmacıları, muhaliflerin “kurtarılmış bölge” olarak gördüğü alanlara göndermek kalıcı çözümün parçası gibi durmuyor. Bu, Suriye’deki sorunun bütününden bağımsız bir yaklaşım.

“Çatışma koşullarını ortadan kaldırmadan herhangi bir planı hayata geçirmek mümkün mü?” sorusu önem kazanıyor. Suriye genelindeki tablo da yeterince karmaşık:

– Suriye yönetiminin kontrolündeki Şam, Şam Kırsalı, Halep, Lazkiye, Tartus, Hama, Humus, Süveyde, Dera ve Kuneytra vilayetlerinde güvenlik sağlanmış durumda. Süveyde’de zaman zaman yaşanan gösteriler genel güvenliği bozacak nitelikte değil.

– Silahlı grupların Rusya’nın Himeymim merkezli Tarafları Uzlaştırma Merkezi ile Suriye Ulusal Uzlaşı Bakanlığı’nın girişimleriyle anlaşıp çatışma sürecini geride bıraktığı çok sayıda yer var. Kırılgan bir uzlaşının sürdüğü Dera’da durum biraz daha hassas. Burada silahlı gruplara yönelik takip bitmezken güvenlik güçlerini hedef alan saldırı ya da suikastlar tekrarlanıyor.

– Humus’un doğu kırsalı, Badiya çöl bölgesi ve Fırat’ın güneydoğu çeperlerinde Irak-Şam İslam Devleti’nden (IŞİD) gelen saldırılar söz konusu.

– Deyr ez-Zor ve çevresinde Suriye Demokratik Güçleri (SDG), hüküket güçleri ve İran bağlantılı milis güçlerinin yer aldığı karmaşık bir güvenlik denklemi var. Merkezi SDG’nin kontrolünde olan Rakka’nın kırsal alanlarında 2019’daki Barış Pınarı Harekatı’ndan sonra hükümet güçleri de bulunuyor.

– Rakka’dan itibaren Fırat boyunca nehrin kuzeyinde SDG, güneyinde hükümet güçleri kontrolü sağlıyor. Bunun istisnası Deyr ez-Zor. Burada kentin merkezini kontrol eden hükümet güçleri nehrin kuzeyinde kalan bazı yerleşim birimlerini de elinde tutuyor.

– Deyr ez-Zor’dan sonra Irak sınırlarına doğru özellikle Mayadin ve Ebu Kemal arasında İran bağlantılı milis güçleri de varlık gösteriyor. Bu alanlarda koşullar geri dönüşler için cesaret kırıcı.

– Haseke vilayeti ve buraya bağlı Kamışlı’da hükümet güçlerinin elinde kalan az miktardaki alanda yer yer bölgenin hakim gücü SDG ile gerilimler yaşanıyor. Ancak buralardaki güvenlik sorunlarının tek başına caydırıcı bir faktör olduğu söylenemez.

– Aktif cephe hatlarına gelince; Fırat’ın doğusunda Türk ordusu ve bağlı milis güçlerinin kontrolündeki Ras’ul Ayn ve Tel Ebyad ile SDG’nin elindeki bölgelerin kesiştiği noktalarda çatışmalar ya da karşılıklı saldırılar eksik olmuyor. M-4 otoyolu üzerindeki Ayn İsa ve Tel Temir Barış Pınarı Harekâtı’na bağlı güçler tarafından ateş altında tutuluyor. Kısacası M-4 hattı üzerindeki yerleşimlere güvenli geri dönüş mümkün değil.

– YPG’nin görünür olmaktan çıktığı ve güvenliğin Menbic Askeri Meclisi tarafından sağlandığı Menbic ve kırsalı da Fırat Kalkanı Güçleri’nin baskısı altında.

– Halep’in kuzey şeridinde YPG’nin Afrin’den çekilirken kullandığı güzergâh olan Tel Rıfat da yine Türk ordusu ve SMO’nun ateş menzilinde. Tel Rıfat, Menbic, Ayn İsa ve Tel Temir hatlarında Rusya’nın kolaylaştırıcı olduğu pazarlık süreçlerinde bir süreden beri Suriye ordusu da mevzilenmiş durumda. Buralar düşük yoğunluklu çatışmaların tekrarlandığı bölgeler olarak ele alınabilir.

– Türkiye’nin desteklediği gruplar, HTŞ, El Kaide çizgisindeki cihatçılar ve bağımsız İslamcı grupların bulunduğu hatlar ise aktif çatışma hatları özelliğini koruyor. İdlib, Lazkiye’in kuzeydoğu kırsalı, Hama’nın kuzeybatı kırsalı, Halep’in batı ve kuzey kırsalında Rusya destekli hükümet güçleriyle çatışmalar, hava bombardımanları ve havan-roket atışları eksik olmuyor. Halep kırsalında Fırat Kalkanı ile kontrol edilen El Bab, Cerablus ve Azez üçgeninde savaş hali sona erse de gruplar arası çatışmalar, bombalı araç saldırıları ve hükümet güçlerinin nokta atışları genel güvenlik durumunu etkiliyor. Muhalif güçlerin elindeki alanlardan Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelere de atışlar devam ediyor.

– Zeytin Dalı ile kontrol edilen Afrin yağma, adam kaçırma, infaz, bombalı araç saldırıları, gruplar arası rant kavgaları ile gündeme geliyor. 2018’de Afrin’den kaçan Kürtlerin yerine Suriye’nin farklı bölgelerinden silahlı milisler ve aileleri yerleştirildi. Mevcut koşullar yerel nüfusun dönüşüne izin vermiyor.

Güvenlik ve ekonomik koşullar ne kadar teşvik edici?

Savaştan etkilenen bölgelerin yeniden inşası, siyasi çözümün bulunamayışı ve yaptırımların sürmesi nedeniyle mümkün olamıyor. Rusya, İran ve Çin’in yeniden inşaya ilgisi durumu değiştirecek somut adımlara dönüşmedi.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta olmak üzere Araplarla normalleşme arayışı da yeniden inşa sürecini mümkün kılacak kaynaklara ulaşma amacı taşıyor. Bu girişimleri ABD frenliyor. Herhangi bir geri dönüş fikrini yeniden inşa sürecinden bağımsız ele almak mümkün değil.

Bunun yanı sıra bir diğer caydırıcı faktör güvenlik. Sığınmacılar döndüklerinde takip, kovuşturma, hapsedilme ve cezalandırılma korkusunu taşıyor.

Suriye lideri Beşar Esad’ın çıkardığı af yasalarının sayısı 18’i buldu. Ancak hapishaneler hâlâ dolu ve özellikle isyan sürecine katılanlar için herhangi bir şeyin garantisi yok.

Yeniden yaşam kurmak sürdürülebilir ekonomik kaynakları da gerektiriyor. Sadece Suriye Demotratik Güçleri’nin (SDG) bulunduğu Fırat’ın doğusu, Türkiye destekli muhalif güçlerin kontrol ettiği alanlar ve HTŞ’nin elindeki İdlib değil; Suriye yönetiminin kontrolü altındaki kentlerin ekonomik durumu da dönüşler için teşvik edici değil.

Yakıt ve buğday sıkıntısı en önemli kriz konusu. Çadır kentler gibi briket konut alanları da sürdürülebilir ekonomik dayanaklardan yoksun. Hayat dışardan gelen yardımlar üzerinde dönüyor.

Çatışmasızlık neden garanti değil?

Sığınmacıların yerleştirileceği potansiyel yerler olarak öne çıkan El Bab, Cerablus, Çobanbey, Tel Ebyad, Ras’ul Ayn ve Afrin’deki statükonun daha ne kadar korunacağı belirsiz.

Türkiye bu bölgeleri nereye kadar elinde tutacak? Buralar Şam-Ankara arasında bir uzlaşmayla mı Suriye yönetimine devredilecek? İnsanları yeniden yerlerinden edecek çatışmalar olmadan bir çözüm mümkün olacak mı? Silahlı muhalif mevcudiyete ne olacak?

Belirsizlikler geri dönüşü sabote eden ana faktör olarak duruyor. Sığınmacılara konut planları dahil Ankara’nın bu bölgedeki tasarrufları sanki Türkiye bu bölgelerden asla çekilmeyecekmiş gibi bir anlayışla sürdürülüyor. Haliyle çatışma potansiyeli korunuyor.

Barış sağlanırsa dönüşe rağbet olur mu?

Geri dönüşün koşulları oluşsa bile sığınmacıların büyük bir kısmının Türkiye’de kalacağı öngörülüyor. Dünyadaki örnekler barışa rağmen insanların eski çatışma bölgelerine dönmekte zorlandığını ve yeni yaşamlarından kopamadıklarını gösteriyor. Türkiye’deki araştırmalar da kalma eğiliminin yüksek olduğuna işaret ediyor.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin desteğiyle yürütülen bir araştırmaya göre 2017’de “Dönmeyi hiçbir şekilde düşünmüyorum” diyenlerin oranı yüzde 16,7 idi. Bu oran 2020’de yüzde 77,8’e yükseldi. Türkiye’de doğan, büyüyen, okuyan ve iş sahibi olan insanların dönüş fikrine daha da uzak olacakları söylenebilir.

Bunun yanı sıra Afrinlilerin evlerine dönüş yolu, Kürtlerin “Kürtsüzleştirme” olarak nitelediği politikalar nedeniyle kapalı. Tel Ebyad ve Ral’ul Ayn’ın kendi orijinal nüfusu da tam olarak dönebilmiş değil.

Ayrıca Göç İdaresi’nin verilerine bakılırsa kısmi dönüşe karşın sığınmacı sayısındaki artış sürüyor. Sınırdan serbest geçiş rejimine son verildiği 2015’te Türkiye’deki sığınmacı sayısı 2,2 milyondu. Fırat Kalkanı Harekatı’nın düzenlendiği 2016’da rakam 2,8 milyona çıktı. 28 Nisan 2022 itibariyle rakam 3,7 milyona ulaştı.

Ne yapılmalı?

Sonuç olarak sığınmacıları geldikleri yerler yerine bir nevi nüfus mühendisliğiyle başka bölgelere yerleştirmek sorunu daha çetrefilli hale getirebilir. Bu durum yeni düşmanlıklar ekmek anlamına da geliyor. Beri tarafta hiçbir silahlı grup kendi otoritesini zora sokacak bir nüfus transferi istemiyor. Gerçekçi ve insani dönüşün konuşulabilmesi siyasi çözümün sağlanmasını, çatışmaların bitirilmesini, örgütler ve milislerin silahlardan arındırılmasını, güvenlik garantilerinin sunulmasını, yeniden inşa sürecinin başlatılmasını, geçim kaynaklarının oluşturulmasını ve Şam ile Ankara arasında gerçek bir işbirliğinin başlamasını gerektiriyor.

Eğer Şam’la bir uzlaşı olmayacaksa inşa edilen yerleşimlerin iaşesi, idaresi ve güvenliğinden mecburen Türkiye sorumlu olmaya devam edecek.

Ankara’nın sürdürülebilir bir yaşam için ‘çatışmasızlığı’ garanti etmesi, bu amaçla yeterli sayıda asker bulundurması ve kaynak ayırması gerekecek.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

12,3 Milyon Suriyeli Çocuk İnsani Yardıma Muhtaç

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Suriyeli 12,3 milyondan fazla çocuğun insani yardıma muhtaç olduğu uyarısında bulundu. 2011 yılından bu yana devam eden iç savaş, bu ülkede 500 binden fazla kişinin ölümüne yol açtı.

UNICEF Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Adele Khodr yaptığı yazılı açıklamada, “milyonlarca Suriyeli çocuk Suriye’de ve komşu ülkelerde hala korku, belirsizlik ve ihtiyaç içinde yaşıyor.” dedi.

Ülke içinde 6,5 milyon, komşu ülkelerde ise 5,8 milyon çocuğun insani yardıma ihtiyaca olduğu vurgulanan açıklamada Ukrayna savaşı yüzünden gıda da dahil olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının hızla yükseldiği kaydedildi.

Açıklamada 11 yıldır iç savaşın devam ettiği Suriye’de 13 bin çocuğun öldürüldüğü belirtilirken, sadece bu yılın ilk üç ayında 213 çocuk öldürüldüğü bildirildi. UNICEF, Suriye’nin kuzeybatısında isyancıların kontrol ettiği bölgede yaklaşık bir milyon çocuğa acil olarak insani yardım ulaştırabilmek için 20 milyon dolara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Suriye iç savaşına dair kısa notlar

Suriye İç Savaşı, Suriye ordusu, Suriye hükûmeti ve Suriye’deki iç isyancılar arasında başlayan, sonrasında Irak ve Şam İslam Devleti, El Nusra ve bazı Kürt, Türkmen, Dürzi ve Süryani grupların da katıldığı, son dönemde ise Rusya, İran, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ve İsrail gibi dış güçlerin de sınırlı ve düzenli olarak dâhil olduğu çatışmalardır. Gösteriler 15 Mart 2011’de başlamış ve Nisan 2011 tarihinde ülke çapında yayılmıştır.

Nisan 2011 tarihinde Suriye Ordusu eylem ve ayaklanmaları bastırmak için görevlendirilmiş ve askerler ülke genelinde göstericiler üzerine ateş açmıştır. Aylarca süren askerî kuşatmaların ardından[34] gösteriler silahlı isyanlara dönüşmüştür. Çoğunlukla firari askerler ve sivil gönüllülerden oluşan muhalif güçler, merkezi bir liderlik olmaksızın isyana başlamışlardır.

Ülke genelindeki hemen hemen her kasaba ve şehirde yaşanan çatışmalar asimetrik savaş niteliğindedir. 2013 yılında Hizbullah, Beşar Esad’a sadık Suriye ordusunun yanında savaşa dahil olmuştur. Beşar Esad yönetimi Rusya ve İran’dan askeriye ve para desteği alırken, muhalifler Katar ve Suudi Arabistan’dan silah ve mühimmat desteği almaktadır.

Haziran 2013 tarihi itibarıyla Beşar Esad yönetimi ülke genelinin yüzde 30-40’ını ve ülkedeki nüfusun yüzde 60’ını kontrol etmektedir. 2012 sonlarındaki bir BM raporu, iç savaşın Nusayri Şebbiha milisleri ve Sünni muhalifler arasında süregelen “bariz derecede mezhepsel” bir çatışma olduğunu bildirmiş, fakat hem muhalefet, hem de hükûmet bunu reddetmiştir.

Birleşmiş Milletler’e göre ölen nüfus Ocak 2015 tarihi itibarıyla 220.000’i aşmıştır. SCPR (Suriye Politik Araştırmalar Merkezi), Suriye İç Savaşı sebebiyle dolaylı ya da dolaysız olarak hayatını kaybeden toplam insan nüfusunu Şubat 2016 itibarıyla 470.000 olarak açıklamıştır. 2020 yılına gelindiğinde bu sayının 500 bini aştığı ifade ediliyor.

Raporlara göre on binlerce gösterici devlet hapishanelerinde hapsedilmiş, bu göstericiler sistematik işkenceye ve teröre maruz bırakılmıştır. Uluslararası organizasyonlar hem Baas Partisi hükûmetini, hem de muhalefeti insan hakları ihlalleriyle suçlamışlardır.

Birleşmiş Milletler ‘in ve Uluslararası Af Örgütü ‘nün hem 2012 yılında, hem de 2013 yılında Suriye’deki soruşturmaları ve saha araştırmaları sonucunda, insan hakları ihlallerinin, işkencelerin ve savaş suçlarının büyük kısmının Baas Partisi hükûmeti tarafından yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Savaşta kimyasal silahlar birkaç kez kullanılmış ve bu, uluslararası alanda tepki çekmiştir.

Paylaşın

Suriyeliler İçin ‘Hak Temelli Dönüş Politikası’ Önerisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 milyon Suriyeli’yi geri gönderme planı hazırlandığını açıklaması ile buna karşı ana muhalefet partisi CHP’nin iktidar değişikliğinde tüm Suriyeliler’i geri gönderme tepkisi gündemdeki yerini koruyor.

Erdoğan, yıllarca “ensar” kavramıyla din kardeşliği nedeniyle Suriyeliler’e ev sahipliği yapmak gerektiği görüşünü Mart ayına kadar sık sık dile getirdi. Ancak Cumhurbaşkanı, Nisan ayında bu görüşü savunmaktan vazgeçti. Erdoğan, 18 Nisan’da yabancı büyükelçilere hitaben “Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz” açıklamasında bulundu.

Türkiye’nin askeri operasyonlar ile Suriye’de fiilen oluşturduğu güvenli yerleşim yerlerine 2016’dan bugüne 500 bine yakın Suriyeli’nin dönüş yaptığını anlatan Erdoğan, 3 Mayıs’ta da Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda İdlib’de inşa edilmiş briket evlerin teslim törenine gönderdiği videolu mesajında da 1 milyon Suriyeli’yi geri gönderme planı hazırlandığını açıkladı.

Erdoğan, “Şimdi 1 milyon Suriyeli kardeşimizin geri dönüşünü sağlayacak bir projenin hazırlığındayız. 13 ayrı bölgedeki yerel meclislerle birlikte yürüteceğimiz bu proje bir hayli geniş kapsamlıdır. Konuttan hastaneye kadar günlük hayatın tüm ihtiyaçlarıyla tüm altyapı bu proje içinde yer alacaktır. Geri dönüşler için gerekli zemini hazırlamanın gayreti içerisinde olacağız” dedi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise bu açıklamaya, “Erdoğan bırak bu hikayeleri, hala sınırdan akın akın kaçaklar geliyor. Güvenlik güçlerini teyakkuza geçir ve sınırdan tek bir kaçağın geçmesine izin verme. Zaten biz gerisini iki yılda göndereceğiz, senin yalandan projelerine hepimizin karnı tok” tepkisini gösterdi.

İçişleri Bakanlığı’nın 28 Nisan tarihli resmi verisine göre Türkiye’de vatandaşlık hakkı verilmiş olanlar hariç 3 milyon 762 bin 686 Suriyeli yaşarken, Erdoğan’ın açıkladığı plan tartışmalı bulundu.

Bugün de CHP, “Bütün Suriyeliler’i geri gönderme” politikasını savunmaya devam etme mesajı verdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, “Partimizin görüşlerini Genel Başkanımız, Parti Sözcüsü ve Grup Başkanvekilleri açıklar. Suriyelileri geri gönderme konusunda başlangıçtan beri tavrımız nettir. En geç iki yıl içerisinde ülkelerine gönderilmeleri, aziz milletimize taahhüdümüzdür” açıklamasında bulundu.

“Sünni-İslam merkezli” politikadan vazgeçme çağrısı

İstanbul merkezli düşünce kuruluşu Spectrum House ise, “Sonu Gelmeyecek Bir Hikaye Yazmak: Suriyeli Sığınmacılar ve Yerel Toplum için Politika Önerileri” raporunu paylaştı. Araştırmacı Yasin Duman’ın hazırladığı raporda, AKP iktidarına Suriye politikasında değişiklikler yapması gerektiği önerisinde bulunuldu.

Siyaset cephesindeki Suriyeliler polemiğine yönelik bağımsız araştırmacılar ve akademisyenlerce oluşturulduğu vurgulanan Spectrum House’un politika raporunda, AKP iktidarınca yürütülen Suriye ve Suriyeliler politikasıyla ilgili şunlar önerildi:

  • Sığınmacı ve mülteci sorununun çözümü için Suriye’de Esad hükümetinin devrilmesi veya düşmesi hesabına dayanan, Sünni-İslam merkezli ve askeri müdahalelerle bütünleşmiş mevcut politikadan vazgeçilmesi,
  • Uluslararası hukuk ve sözleşmeler baz alınarak, çözüm odaklı ve Suriye’ye dönmek isteyenlerin güvenli bir şekilde dönebilmesinin koşullarını yaratma sürecine destek olacak politikaların uygulanması,
  • Suriye hükümeti ve yerel unsurlarla sınır boyunca güvenliği ve güvenli dönüşü sağlayacak koşulların yaratılması için kamuoyuna açık diplomatik görüşmelerin yapılması,
  • Uluslararası tarafların finansal ve diplomatik desteği ve gözetiminde hem döneceklerin hem de halihazırda orada yaşayanların ihtiyaçlarını ve beklentilerini gözeterek toplumsal barışa ve uzlaşıya katkı sunacak mekanizmalarla kademeli yeniden inşa ve dönüş projelerinin başlatılması,
  • Bunu yaparken, ileride gruplar arası çatışmalara yol açacak zorla nüfus değişimlerinden, kaynak paylaşımında hak ihlallerinden ve mülkiyet hakkı ihlallerine sebep olacak adımlardan kesinlikle kaçınılması,
  • Suriyeli sığınmacıların iç, bölge ve uluslararası siyasette bir çıkar ve baskı aracı olarak ele alınmasından, Kuzey ve Doğu Suriye’yi de kapsayan yayılmacı politikadan ve can kaybı, zorunlu göç, ciddi insan hakları ihlalleri ve maddi zararları beraberinde getiren her türlü askeri müdahaleden vazgeçilmesi.

Toplumsal çözüm için “uyum” politikası önerildi

Raporda, Suriyeliler ile ilgili “hak temelli” yaklaşım, Türkiye içerisinde yaşama hakkı tanınması ağırlıklı öneriler de dikkat çekti. Raporda, Suriyeliler’e “vatandaşlık başvurusu hakkı” ile birlikte kamusal haklar tanınması talep edildi. “Gönüllü geri dönüşler içinse Avrupa Birliği ile birlikte uluslararası hukuk temelli denetlenebilir eylem planı” oluşturulması gerektiği öne sürüldü.

Siyaset ve medyadaki söylemlerin “kutuplaştırıcı” olduğu ifade edilen raporda, toplumsal çözüm sağlanabilmesi için “uyum, entegrasyon” politikası önerildi. Hak temelli ülke içerisinde Suriyeliler ile yerel halkın uyumu için yasal düzenlemeler yapılması gerektiği görüşü ön plana çıkartıldı.

Suriyeliler için “uluslararası destekli istihdam projesi” önerisi

Raporda, Suriyeli nüfus ile ülke içerisinde uyum politikası geliştirilmesi açısından ekonomiye ilişkin şu öneriler de yer aldı.

  • Türkiye’nin ekonomisinin içinde bulunduğu krizi ve bu krizin hem sığınmacılarda ve mültecilerde hem de vatandaşlarda yarattığı kaygıyı ve kutuplaşma sebebiyle birbirlerine yönelen öfkeyi de göz önünde bulundurarak hak temelli, güvenli, sürdürülebilir ve kapsayıcı istihdam politikalarının uygulanması,
  • Bunun için uluslararası örgütlerden ve kurumlardan destek alınarak ve yerel yönetimler ve yerel, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları ile koordineli bir şekilde istihdam ofisleri aracılığıyla istihdam projelerinin başlatılması,
  • Herkesin katılımına açık, eşitlikçi ve adil, üyeleri tarafından sahiplenilen ve demokratik bir tutumla yönetilen, bağımsız, toplumun ve doğanın yararını gözeten, denetlenebilir ve hesap verebilir kooperatiflerin kurulması,
  • Ucuz işgücü olarak görülen ve güvencesiz koşullarda çalıştırılan sığınmacılar için önleyici tedbirlerin alınması. Yapılacak yasal düzenlemelerle sigortasız çalıştırılan, emeği sömürülen, maaşları ödenmeyen veya geç ödenen sığınmacıların içinde bulundukları zorlayıcı koşulların ortadan kaldırılması.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Suriye’de En Az 41 Sivilin Katledildiği Görüntüler Ortaya Çıktı

Suriye’de Devlet Başkanı Beşar Esad’a bağlı askeri istihbarat yetkililerinin başkent Şam yakınlarındaki Tadamon’da en az 41 sivili infaz ettiği görüntüler ortaya çıktı. Askerlerin savaş suçu kapsamına giren eylemleri yaparken gülüştüğü duyulabiliyor.

2013’te çekilen görüntüleri The Guardian Martin Chulov’un imzasıyla ve “Tadamon katliamı: Suriye gizli savaş suçu” başlığıyla yayımladı. Görüntülerde sivillerin toplandığı; elleri ve bazılarının da gözlerinin bağlı bir biçimde askerler tarafından bir ‘infaz çukuruna’ götürüldükleri görülüyor.

Askerler, elleri bağlı sivilleri infaz ettikten sonra cesetleri çukura atıyorlar. Video daha sonra cesetlerin üzerine benzin döküldüğü ve yakıldığını gösteriyor. Suriye istihbarat görevlisi olduğu öne sürülen Amjad Youssuf’un da, gözleri bağlı ve kelepçeli şekilde gözaltına alınan ve koşmaları söylenen sivilleri vurduğu görülüyor.

“Amaç mesaj göndermek için” 

Haberde katliam için bu sivil grubun neden seçildiğini belirlemenin zor olduğunu söyleyen Chulov, hakim görüşün, o bölgedeki sivillere çok güçlü ve ölümcül bir mesaj gönderilmek istendiği ve bu mesajın “muhaliflerin tarafına geçmemeleri” şeklinde olduğunu belirtti. Söz konusu görüntülere ulaşanların Suriye’den çıkmalarının uzun yıllar aldığına işaret eden Chulov, şunları kaydetti:

“Bu görüntülerin yayınlanması kararı kolay alınmadı ancak burada çok büyük bir kamu yararı var. Burada bir Suriye devlet askeri birimi, silahsız, gözleri bağlı sivilleri bir infaz çukurunda infaz ediyor ve sonra cesetlerini yakıyor ve bu çukuru dolduruyor. Amjad hala vahşetiyle tanınan Birim 227’de görev yapan bir askeri istihbaratçı.”

Chulov, söz konusu videonun, rejimin istihbarat servisinin işlediği suçları ortaya koyması açısından önemli olduğuna değinerek, “Bu videonun ve ortaya çıkabilecek diğerlerinin, hala sevdiklerini arayan, hapishanede olup olmadıklarını bilmeyen binlerce aileye bir miktar adalet duygusu getirmeye başlamasını umuyoruz.” ifadesini kullandı.

Not: Görüntüleri mağdurların ailelerini düşünerek rahatsız edici bulduğumuz ve çocukların da habere erişimi olduğunu düşündüğümüz için etik ilkler doğrultusunda yayımlayamıyoruz.

Paylaşın

Suriyelilerin Bayram İzni Kısıtlandı

Son dönemde siyasetin sıcak başlıkları arasında yer alan Suriyeli göçmenlere ilişkin yeni bir gelişme yaşandı. İçişleri Bakanlığı’nın kararı sonrası sınır kapılarından sadece cenaze mazereti bildirenler ile Suriye’ye kesin dönüş yapmak isteyenlerin geçişine izin veriliyor.

Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşın ardından milyonlarca Suriyeli, evlerini terk ederek Türkiye’ye sığındı. Bu süreçte bazı Suriyeliler, güvenli hale getirilen bölgelere, dini bayramlarda izin alarak gidip gelmeye başladı. Sınır illerdeki valiliklere başvuru yaparak izin alan Suriyeliler, özellikle Azez, Cerablus, El Bab, Mare ve Soran bölgelerindeki yakınlarına gidebilme imkanına kavuştu.

Bu yıl da Ramazan Bayramı’nı ülkelerinde geçirmek isteyen çok sayıda Suriyeli, Kilis Valiliği’ne internetten başvuruda bulundu. Başvuruları onaylanan, 18-29 Nisan arasında Öncüpınar ve Çobanbey sınır kapılarından ülkelerine geçecek Suriyeliler için hazırlık tamamlandı. 18- 19 Nisan’da sınır kapılarına giden 2 bin Suriyeli, işlemlerini yaptırarak ülkelerine geçiş yaptı ancak 19 Nisan’da İçişleri Bakanlığı’nın kararı ile Suriyelilerin geçişlerinin kısıtlandığı açıklandı.

Cenazesi olana 3 gün izin

Online başvuru yapan ve ülkesine geçmek için sınır kapılarına gidenler, görevlilerce bakanlık kararı anlatılarak geri gönderiliyor. Sadece cenaze mazereti bildirenlerin geçişine izin veriliyor. Bu 3 günlük iznin de gidilen bölgedeki yerel meclis ve güvenlik birimlerince onaylı olması şartı aranıyor.

Bayramlarda daha önce Suriye’ye gidenler, 2 ila 5 ay süreyle ülkelerinde kalma hakkı elde etmişti. Sınır kapılarında, ülkesine kesin dönüş yapmak için gitmek isteyenlere de izin veriliyor. Kesin dönüş yapan Suriyelilere form imzalatılıyor, ardından da ülkelerine gitmeleri sağlanıyor.

Paylaşın