Kırklareli: Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi

Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi; Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesi girişinde yer almaktadır. Külliye, oldukça geniş bir sahaya yayılmıştır.

1569-1570 (H.977) yıllarında ibadet, ticaret ve eğitim amaçlı yapılan külliye; cami, kemerli dükkanları, hanı, hamamı, medresesi ile bir kompleks özelliği göstermektedir. Ancak çeşitli tahribatlara maruz kalan külliye, bugün adeta birbirinden bağımsız birer yapı görünümü arz etmektedir.

16. y.y.ın tanınmış devlet adamı, devşirme kökenli, saray damadı, 1505 yılı doğumlu, saraydaki çeşitli görevlerini takiben kaptan-ı deryalık, sancak beyliği, Rumeli Beylerbeyliği ve vezirlik görevlerinde bulunmuş, 1564 yılında sadrazam olmuş ve bu görevini ölüm tarihi olan 1579 yılına kadar sürdürmüş olan Sokullu Mehmet Paşa tarafından bu külliyenin 1569 yılında Lüleburgaz’da yaptırılma amacı; Osmanlı’nın 16.y.y.daki askeri, siyasi, ticari, sosyal, haberleşme ve ulaşım politikasının bir gereği olarak düşünülebilir.

Osmanlı İmparatorluğunda Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) ile birlikte Balkanlara yapılan seferlerin artması, eski bir Roma yolu olan ve Lüleburgaz’ın da içinden geçen İstanbul-Edirne-Belgrad yolunun önemini arttırmış, bu güzergâhın iyileştirilmesini gerektirmiştir. Dolayısıyla bu yol üzerinde bulunan her önemli mevki, menzil adı verilen durak ve konaklama yeri olarak belirlenmiştir. Lüleburgaz, bu dönem ile birlikte ordunun konaklayabileceği, iaşesini sağlayabileceği menziller içinde yer almaktaydı.

İstanbul ve Trakya bölgesi Balkan şehirleri arasında buğday, tahıl, canlı hayvan, kumaş vb. malları taşıyan kervanların konaklayacağı tesislere olan gereksinim, çevresi zengin tarım alanları ve meralarla çevrili Lüleburgaz’da büyük bir kervansaray, çok sayıda alış-veriş dükkanı ve panayır (Evliya Çelebi burada kurulan panayıra “Sığır Panayırı” der.) kurulmasını gerektirmiştir.

Halifeliğin Osmanlıya geçmesiyle her yıl düzenlenen hac seferleri sırasında, Balkanlardan kutsal topraklara gidiş ve dönüşlerinde Lüleburgaz’dan geçmeleri bu kasabada güvenli bir konaklama tesisi ihtiyacı oluşturmuştur.

İstanbul’daki Osmanlı sarayından Balkanlara gönderilecek ferman, berat, mektup ve diğer posta gönderilerinin zamanında hızlı ve güvenli bir ortamda yerine ulaştırılabilmesi amacıyla, Lüleburgaz da dahil ana yol üzerindeki önemli menzillerde, içinde çok sayıda at bulundurulan menzilhaneler oluşturulmuş, posta tatarlarının yorgun atlarının dinlenmiş atlarla değiştirilerek gidecekleri yerlere zamanında ulaşmaları sağlanmıştır.

Böylece İstanbul’dan Balkanlara ulaşımı sağlayan ana yol üzerindeki Lüleburgaz’da, Sokullu Mehmet Paşa tarafından dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek bir kent dokusu oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla; dönemin baş mimarı Mimar Sinan ve ekibi Hassa Mimarlar Teşkilatına inşa ettirilen külliye, büyük bir bölümü tahrip edilen Bizans surlarının dışında, yaklaşık 40.000 M2 lik bir alana yayılmıştır. Külliye; cami, kervansaray, tabhane, imaret, arasta, dua kubbesi, hazire, medrese, sıbyan mektebi, çifte hamam, köprü, çeşme, suyolları, dış avlu ve kapılar, sosyal meskenler, tuvalet, sarnıç ve kaldırımdan oluşmaktaydı. Külliyenin Batı tarafında yine Sokullu Mehmet Paşa tarafından dönemin sultanı için inşa ettirilmiş hünkâr sarayı bulunmaktaydı.

Paylaşın

İstanbul: Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi

İstanbul, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi; İstanbul’un Fatih İlçesi, Küçük Ayasofya Mahallesi sınırları içerisinde yer alır. Mimar Sinan’ın en başarılı yapıtlarındandır.

1571’de yapılan külliye, Engebeli bir alana geometrik bir düzen içinde yerleştirilen cami, medrese, tekke ve şadırvandan oluşmaktadır. Külliyenin merkezini oluşturan caminin kubbesi yanlara doğru ikişer yarım kubbeyle desteklenmiştir.

Yapı 16. yüzyılın özgün çinileriyle süslüdür. Medresenin düz çatılı revakları ve kubbeli odaları cami avlusunu üç yönden çevrelemektedir. Kuzeyde, kubbeli büyük dershane vardır. Çok köşeli şadırvan, mermer kafeslidir. Tekke, kubbeli ana mekân ve yanlara doğru uzanan düz tavanlı semahane planındadır.

İstanbul’un kısa tarihi

İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.

M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.

Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.

Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.

İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.

Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.

Paylaşın