Yeşil Sol Parti Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, sonuçsuz kalan “çözüm sürecini ve barışı” sürecine ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Barış isteyenlerin de muhatap seçme keyfiyeti söz konusu değildir. İktidar kadar muhalefetin de çözüm istemesi gerekli. Seçimlerde gördük, taraflar birbirlerini Kürt sorunu üzerinden terbiye ediyorlardı. Türkiye’nin yüzde 51’ini AKP, diğerini ise muhalefet temsil ediyor. Biraz da muhalefet çözüm süreci demeli, barış demeli…” ifadelerini kullandı.
Olası bir barış için “zihniyet inşasının” önemine de değinen Önder, “İster barış diyelim ister çözüm, sonuç değişmez, ikisi de zihinsel bir inşa ister ve zihinler inşa edilmediği sürece de bir şey üretemeyiz. Zihinleri inşa etmenin yolu da hakikatten geçer. İnsan hakikat uğruna fedakârlık yapabilir, bir şeyleri feda edebilir” dedi.
İmralı Heyeti’nde yer alan Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, sonuçsuz kalan “çözüm sürecini ve barışı” sürecine ilişkin Bianet‘e konuştu.
Kobani davası duruşmalarından birinde çözüm süreci için “niye gerçekleşmediğinin cevabını düşünmekle meşgulüm” sözünü hatırlattığımız Önder, şunları dile getirdi:
“Bunun için öncelikle ‘barış’ kavramına derinden bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Duruşmada bu sözü söyledikten sonra şöyle devam etmiştim: Barış üzerine söylenen en şahane sözlerin başında kuşku yok ki Spinoza’nın sözleri gelir. Ona bakılırsa ‘barış, savaşın olmaması demek değildir; o bir erdem, bir ruh hali, iyilikseverlik eğilimi, güven ve asalettir’. Barış elbette ki tek başına savaşın askıya alınması değildir. Evet, barış bir erdemdir, güven ve asalettir ve fakat iyilikseverlik eğilimi değildir. Ben kendimi iyiliksever olarak da tanımlamıyorum.”
Barış mücadelesinin “iyilik olsun diye” yapılamayacağını vurgulayan Önder, “Bir hayat felsefesi olarak, bir erdem olarak barışı savunuyoruz. Savaş çıkarmak kadar basit bir şey yoktur. Birinci dünya savaşında gördük, bir tetiğe basarsın, dünya tutuşur. Ya da Hitler gibi bir psikopat düğmeye basar, dünya alev alev yanar. Dünyanın bir tetiklik canı vardır. Peki ya barışın? Barış için neden bir butona basmak yetmiyor ve daha kötüsü elini tetikten çekince neden barış gelmiyor” dedi.
“Barış ferman edilmez, buyrulmaz”
“İşte burada tarihsel arka plana bakmak gerekir. Bilenler bilir, Roma İmparatorluğu’nun uzun yüzyıllarından bu yana barış, galibin koyduğu yasa olarak öğretildi bize. Galip olan, yakıp yıkan, ezen geçen, bir yasa buyuracaktı ve bunun adı barış olacaktı. Oldu da, böyle adlandırdılar çünkü: Pax Romana, Pax Ottomana dedikleri şey buydu. Ama bu gerçek bir barış değildi, olmadı da. Barışın muzaffer olanın fermanı olmadığına ezilen halkların ve sınıfların canlı tarihi şahit. Çünkü barış ferman edilmez, buyrulmaz.”
“Barış, ezilenin kafasını kırdıktan sonra onun kafasına sürülen pansuman değildir” diyen Önder, “Barış savaşın yedek lastiği değildir. En önemlisi de barış, savaş molası değildir. Savaşa virgül atmak hiç değildir. Eskiler boşuna dememişler, kılıç çeken el tutulmaz. Kılıçları kırmakla başlar barış. Barış erdemdir, feragattir, özgür iradelerin uyuşmasıdır” ifadelerini kullandı.
Sürecin neden bozulduğunun cevabını da yukarıdaki belirlemelerde aramak gerektiğini söyleyen Önder, “Bizden kaynaklanan yetmezliklere dair değişik mecralarda yeterince vurgu yaptığımı düşünüyorum. Başında barış talebini yeterince toplumsallaştıramamak, geniş kitlelere bunun hayatiyetini yeterince etkili anlatamamak geliyor. Devletten kaynaklanan kısmına sayfalar yetmez. Yine de en önemli gördüğüm başlığı söyleyeyim; savaş politikası ve tekçilik, bu ülkede temel hükmetme biçimidir. Savaşsız bir yönetme kabiliyeti, Cumhuriyet tarihi boyunca gösterilememiştir” dedi.
“Heba edilmiş zeminlerden birisi…”
Süreç boyunca yapılan görüşmelerde Öcalan’ın özellikle Meclis nezdinde bir “meşruiyet ve resmiyet kazandırma uyarılarına” dair konuşan Önder, “Bir komisyon kuruldu Meclis’te, fakat muhalefetin katılım göstermemesi nedeniyle kadük kaldı. Bundan iktidarın çok rahatladığını tahmin etmek güç değil. İş görme biçimleri olarak toplumsal temsiliyetleri sürece dâhil etmek, birçok açıdan iktidarı zorluyordu. Sürecin sigortası olabilirdi bu komisyon. Heba edilmiş zeminlerden birisi olarak değerlendirebiliriz” diye konuştu.
Sürecin aktörlerinden biri olan Öcalan ile uzun bir süredir görüşme gerçekleştirilemiyor. Bu duruma dikkat çeken Önder, “Dünyanın hiçbir yerinde sonsuza kadar sürmüş bir savaş yoktur. Eninde sonunda, başta görüşmeler olmak üzere, başka mekanizmalar devreye girer. Bu sürenin uzaması ve tek boyutlu bir güvenlik meselesi gibi ele alınması, toplumsal kaybımızı arttırmaktan başka bir sonuç üretmiyor maalesef. İmralı üzerinde uygulanan tecrit, bu paradigmanın kısa vadede değişmeyeceğinin bir göstergesidir. Barışa gönül indiren herkesin itiraza buradan başlaması gerekir” dedi.
Sürecin bozulmasından bu yana artan toplumsal kutuplaşma ve göçmen karşıtlığına dikkat çeken Önder, “Türkiye’de “göçmen” derken akla ilkin Araplar (Suriyeli) geliyor. Araplara karşı bir nefret söylemi var. Bu en çok milliyetçilerin işine yarıyor. Fransa’nın milliyetçi partisinin başkanı Marine Le Pen şunu söylüyordu, ‘Fransızlar için Fransa’. Şimdi, bunu herkes kendisi için söylüyor. Kapıya gelmiş mağdur bir anda, milliyetçiliği şahlandırıyor!” diye konuştu.
“Derrida’nın Konukseverlik Üzerine makalesine gönderme yapan Sırrı Süreyya Önder o makalede Derrida’nın şu soruyu sorduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti: “Peki siz kimsiniz?” Kimileri de insan sever gibi görünüyor, hakkı ve adaleti dışlıyor. Konukseverlik kapıya gelene düşman gözüyle bakmamaktır. Zaten, kapın varsa, bir sınır vardır, sen sadece o kapıyı açmışsındır. Bir de insanlar, istediği için kapını çalmamıştır. Kapıyı çalmak zorunda kalmıştır. Sorunun temelinde ise Suriye Savaşı var ve kimse bu savaşla ilgili bir şey söyleme cesareti göstermiyor. Oradaki savaşı meşru gör, sonra da Arapların istilasından söz et. Olur mu?”
“Eşitlik, zihinlerin kalıcı bir çözüm isteğiyle mümkündür”
Önder, “barış umudu elbette ki vardır” diyerek şunları kaydetti: “Barış isteyenlerin de muhatap seçme keyfiyeti söz konusu değildir. İktidar kadar muhalefetin de çözüm istemesi gerekli. Seçimlerde gördük, taraflar birbirlerini Kürt sorunu üzerinden terbiye ediyorlardı. Türkiye’nin yüzde 51’ini AKP, diğerini ise muhalefet temsil ediyor. Biraz da muhalefet çözüm süreci demeli, barış demeli…”
Olası bir barış için “zihniyet inşasının” önemine değinen Önder, “İster barış diyelim ister çözüm, sonuç değişmez, ikisi de zihinsel bir inşa ister ve zihinler inşa edilmediği sürece de bir şey üretemeyiz. Zihinleri inşa etmenin yolu da hakikatten geçer. İnsan hakikat uğruna fedakârlık yapabilir, bir şeyleri feda edebilir” dedi.
“Ben ve arkadaşlarım fedakârlık konusunda her zaman parmak kaldırdık. Bu anlamda Zerdüşt’e taş çıkarttık. Zerdüşt sürekli yeni yollardan geçer, geçtiği her yoldan, yeni bir lisan öğrenir. Biz de bir lisan öğrendik. Bu lisan iki kelimeydi eşitlik ve gelecek. Hakikat ve gelecek diyalektiğini bir arada ele alabilme iradesi gerçekleştiği zaman çözülmeyecek sorun yoktur. Eşitlik, zihinlerin kalıcı bir çözüm isteğiyle mümkündür. Ne düello ne rulet!”
Önder barış yoluna yeniden girmek için gereken şeyin ise “Vicdani cesaret!” olduğunu düşünüyor.